YAZAR: Şeyma BULUT
Son dönemin popüler konularının başında “Hukuk konulu dram dizileri” geliyor. Bir dönemin hastane konulu işleri gibi üst üste başarılı örnekler beyaz camda kendine yer bulmaya başlayınca kanallar da seçkilerine bu dizileri birer birer eklemeye başladı. Tıpkı bu sezon başında benzer bir vurguyla seyirciye sunulan “ Yargı” ve “Evlilik Hakkında Her Şey”de olduğu gibi. Şüphesiz ilk işlerin bende bıraktığı olumlu etki ve tabii ki yılların duayen oyuncuları Erdal Beşikçioğlu ve Yurdaer Okur isimleri Hakim’in izlenecekler listeme birinci sıradan girmesine sebep oldu.
En son diyeceğimizi baştan söylememiz gerekir bazen. Hakim biz hukukçuların bile oturup düşünmesi gereken, sistemdeki en büyük açığımızı tokat gibi yüzümüze çarparken, oradaki arada kalmışlığı mesleğimizi yaparken düzenli aralıklarla yaşamak zorunda kalan bir kadın olarak, Ömer Arif Derman’ı acı bir gülümsemeyle izledim. Dizi çarpıcı bir şekilde giriş yaptı, ilk yarım saatte bize derdinİ çok temiz ve net bir şekilde aktardı. Adalet duygusu ve sağduyusu oldukça gelişmiş bir hakim olan Ömer Arif Derman’ın incecik bir çizgide oğlunu korumak için vereceği amansız mücadeleye tanık olacağımız Hakim daha ilk bölümden benden tam puan aldı.
Erdal Beşikçioğlu, dizinin Ömer Arif Derman’ı. İlk sahnede Ömer Arif’i uzun bir yolda koşarken izliyoruz. Bir tren yolunda başlayan rotasında ilerlerken mahalleleri geçiyor, karısının mezarında derin nefesler alıyor ve en sonunda onu cüppesiyle mahkeme kürsüsünde görüyoruz. Dürüst olmak gerekirse duruşma günü neden eşinin mezarındaymış bu adam diye düşünürken bir anda Ömer Arif’in hakim olarak görmekte olduğu duruşmanın bir kadın cinayeti dosyası olduğunu ve karısının da benzer şekilde öldürüldüğünü öğrenmemle burada sessiz sedasız verilen mesajdan çok etkilendim. Ömer Arif Derman’ın adalet anlayışı ifadelere, beyanlara bırakılmayacak kadar güçlü. Yaşadığı acıdan sonra kendisini derin bir nefrete hapsetmek yerine aynı acıları yaşayanlar için adaletin tecelli etmesini sağlamak için her türlü adımı atmaktan çekinmeyecek bir adalet adamı olarak hayatına devam etti.
Ömer Arif Derman’ın, hakim kimliğinin dışında karısının ölümünden sonra astım hastası oğluyla tek başına bir hayat mücadelesine girişmiş, çevresinde oldukça sevilen bir insan olduğunu görüyorum. Karısının adaletsiz bir şekilde kendisinden koparılmasının ardından bile doğruluğundan ödün vermeden yaşamış bir adam ve oğlunun hayatı karısının ölüm yıl dönümünde sonsuza kadar değişti. Ozan Derman annesinin öldürüldüğü yere belki de gerçeği kabullenmek için gittiğinde başına geleceklerden habersizdi. Ozan’ın üzüntü ve stresle girdiği astım krizi hem hem kendisinin hem babasının hayatını değiştirirken kendisiyle aynı yaşlarda olan Mert Demirkıran’ın da hayatının sona ermesine sebep oldu. Bu trajik kaza herkesin hayatını sonsuza kadar değiştirdi. Özellikle de karısını kaybettiği günün yıl dönümünde oğlunu da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Ömer Arif için bugüne kadar inandığı değerlerin hiçbir önemi kalmadı çünkü o çok inandığı adalet tecelli ettiği anda hayattaki en değerli varlığını bir örgütün kucağına kendi elleriyle atmış olacaktı ki hiçbir babanın bunu kolay kolay kabulleneceğini sanmıyorum. Bu sebeple bir hukukçu ve insan olarak Ömer’i hiç yargılamadım ve onu en kalbi duygularımla anladığımı itiraf etmeliyim.
Ömer Arif’in adalete olan inancı safça ve altı boş değil. Oğlunun kazasını öğrendiği anda Ozan’ı alıp elleriyle teslim edecekti. Ne delilleri karartma ne de başka bir şey yapmak istemedi. Hatta yakın olduğu Yasemin’i, başkomisere kadar aradı. Oğlu bir hata yapmıştı ve bunun kanunlarda öngörülen bedeli neyse onu ödemesi gerekiyordu. Ömer işte tam da bu duygularla oğlunu alıp karakola gitti ta ki ölen çocuğun babasının mafya babası Azem Demirkıran olduğunu öğrenene kadar. Bu adam olaya kaza olarak bakmayacak ve oğlu cezaevine girdiği anda Ozan’ın hayatı büyük bir tehlikeye girecekti. Adaletin tecelli etmeyeceğine inanan bir adam ne yapar peki? En iyi bildiği şekilde durumu çözmeye çalışır. Ömer de böyle yaptı ve eski bir dostu hem de kanunsuz bir adam olan Cevdet’in kapısını çaldı. Aynı zamanda siyasetçi de olan Cevdet’ten Azem’in ulaşamaması için karısının kazaya karışan arabasını yok etmesini istedi . Cevdet olanlardan habersiz Ömer’in isteğine kayıtsız kalmasa da bu basit isteğin ardından geleceklerden bihaber büyük bir savaşın içerisinde kendisine “taraf olarak” yer ayırtmış oldu.
Hikayenin diğer “babası” Yudaer Okur karşımıza Azem Demirkıran karakteriyle çıktı. Bu karakteri anlatırken aslında onu ikiye ayırmamız gerekiyor. Azem bir tarafta çocuklarına oldukça düşkün, özenli ve kibar(?) bir aile babası görünümünde karşıma çıktı. Kızına ayrı oğluna ayrı düşkün olan Azem’in diğer yanını oğlunun ölümünün ardından öğrendim. Oldukça acımasız ve gaddar bir adam olan Azem, kazanın ardındaki gerçeği öğrendiğinde Ozan’ın hastalığını ve mücbir sebebini görmek dahi istemeyecek biri. Her şeyi geçtim sırf karısı sussun, vicdanı rahatlasın diye bile Ozan’ın canını tek hamlede alacaktır. Zaten burada tek meselenin evlat acısı olduğunu da sanmıyorum. Ne alem dedikleri o dünyaya kendini zayıf göstermeye tahammül edecektir ne de düşmanlarının bu zafiyetini görmesine müsaade edecektir diye düşünüyorum. Azem için oğlu bu dünyadaki en değerli üç varlığından biri elbette ama koruması gereken iki çocuğu daha olduğunu düşünecek olursak Ömer ve oğlu için durumun oldukça kötü bir yöne gittiğini söyleyebilirim. Bazıları güç odaklı yaşar. Bunu taziyeye gelen en büyük rakibi olan Gülbahar’a olan tavrından da anlayabiliriz. Ondan nefret etse de evine kabul eden Azem’i.n onlara olan tepkisi sonradan kendini gösterecek olsa da burada bayıldığım bir konudan bahsetmek istiyorum. Bu tip mafyatik meseleler genelde erkek karakterler arasında dönerken dizide karşıma lider olarak bir kadının çıkması ayrıntısına BAYILDIM. Hasibe Eren’e de ayrı bayıldığımı itiraf etmek istiyorum. Neyse konudan kopmayalım değil mi? Ozan’ın sebep olduğu bu kaza Azem ve Gğlbahar arasındaki iplerin de gerilmesine sebep oldu. Gülbahar’ın çekincesini en başta biraz abartı bulsam da sonrasında Azem Demirkıran ve zalimliğini hissetmeye başladığımda durumu anladım. Azem gerçek anlamda çekinilmesi gereken bir adam.
Azem Demirkıran’ın yöntemleriyle ilgili çok bir şey bilmesek de iki olay aslında durumu net olarak ortaya koydu diye düşünüyorum. İlki Mert’in gittiği doğum günü partisinin ardından sırf oğlu üzüldü diye mekanın sahiplerini ortadan kaldırması ikincisi de en büyük düşmanı olarak gördüğü Gülbahar’ın mekanındaki onlarca insanı öldürtmesiydi. Şimdi burada çok ince bir durum var: Azem kanıt aramıyor, belgeyle çalışmıyor. Yani Ömer Arif olay anını kamerayla izletse “O anda astımı tutmasaydı!” diyecek kadar zalim bir adam. Zaten Gülbahar’ın da bu kadar çekinmesinin sebebi bu yöntemler. Azem’in bir sınırı yok ve hele de bu araba meselesinin ardından Gülbahar ve çetesinin çıktığını öğrendiğinde toplu katliam yapmaya kalkacak kadar da deli olduğunu gördüm. Bu aşamadan sonra ne olur bilmiyorum ama bu savaşın ve kanın kolay kolay durulacağını sanmıyorum.
Hakim dizisi bir kanun adamının oğlu için yoldan çıkması değil, oğullarını her şeyden çok seven iki babanın savaşını gözler önüne seriyor. Bir yanda hayatının her tarafı kanla çevrili bir baba olan Azem Demirkıran diğer yanda adalet inancı sonsuz olsa da sistemin şartlarında oğlunu koruyamayacağı için sistemin kurallarına uyan Ömer Arif Derman var. Bir taraf henüz diğer tarafın varlığından bihaber yaşıyor. Oğlunun ölümünde mafya içi hesaplaşma izleri arayan Azem adım adım gerçeğe yaklaşıyor çünkü kazaya sebep olan araba içinde masum bir çocukla yakalandı. Tamam oğlan çok da suçsuz biri değil, bir araba hırsızı ama başına gelecek olan; bir mafya babasının önüne atılacak bir kurban oldu. Azem meseleyi öğrendiği anda çocuğun ipini çekmek isteyecek ve bu durumda Ömer Arif Derman ne yapacak?
Ömer Arif de oğlunu en az Azem kadar seven bir baba. Sırf oğlu ölmesin diye inandığı tüm kuralları yıkan bir kanun adamı. Bence hikayenin en büyük çengeli de burada. Herkesin canını sırf yapabildiği için öldüren bir babanın oğlunun basit bir kazayla ölmesi, insanlar için adaleti tesis etmeye çalışan bir kanun adamının var olan sistem yüzünden çocuğunu korumak için kanunları çiğnemesi beni fazlasıyla etkiledi. Özellikle güçlü iki erkek figürünün duygularını, acılarını göstermeleri oldukça güzel detaylardı. Ağlamaktan, çaresizliğini göstermekten çekinmeyen iki ayrı erkek figürü izledim. Azem Demirkıran acısını kızının yanına ağlayarak kıvrılarak, bir evladının acısından diğerine sığınarak gösterirken diğeri de inandığı her şeyi belki de hayatını elinin tersiyle iterken oğlunu ayakta tutmaya çalışırken gece yatağına kıvrılırken oğlunu nasıl hayatta tutacağının endişesini taşıyordu. Çok güçlü iki erkek olarak karşımıza çıkan karakterlerin defolarının da aynı şekilde sunulması iki karakteri de sanki tanıyormuşum hissini duymama sebep oldu.
Şimdi birbirini hiç tanımayan Azem ve Ömer Arif’in savaşı başladı ve üzülerek söylüyorum ki Azem gerçeklere bir nefes kadar yakın.
Dizinin son sahnesi oldukça vurucu bitti. Ozan’ın kaza yaptığı araç polisin eline geçerken, Azem de olay yerinde Ozan’a ait astım ilacının kutusunu buldu. Annesinin ölüm yıldönümünde, kendi doğum gününde bir başkasının ölümüne sebep olan Ozan için ayrı Ömer Arif için ayrı ızdırap dolu günler kapıda. Bir yanda oğlunun intikamı için yanıp tutuşan Azem diğer yanda hayattaki tek varlığı oğlunu hayatta tutmaya çalışan Ömer Arif ikilisini neler bekliyor bilmiyorum ama ikisinin de bir daha asla huzur bulamayacaklarını biliyorum. Hakim beyin mağdur ailesine dediği gibi “Evladını kaybeden hiçbir ebeveyn asla huzur bulamaz…”
Hakim ekibi bence gayet iyi bir ilk bölüm kotarmış hatta uyarlandığı diziden bile iyi olduğunu söyleyebilirim. İlk bölümden derdini de, niyetini ortaya çat çat koyan ekibi yürekten tebrik ediyorum. Yazımı bitirmeden parantez açmak istediğim iki konu var: İlki Ebru Özkan elbette. En son Hekimoğlu dizisinde İpek karakteriyle izlediğim oyuncuyu bu sefer meslektaşım Yasemin olarak gördüm. Anladığım kadarıyla Ömer Arif’in hayatında önemli bir yeri olan Yasemin’in hikayesini deli gibi merak ediyorum. Şimdi iki sahneden mi anladın dersiniz diye hemen kendimi anlatayım istiyorum: Yasemin ve Ömer’i ilk gördüğümüz sahnede, Yasemin bir kekle geldi Ömer’in odasına ve bir reisin odasına gelen bir avukattan ziyade, değer verdiği birine eliyle bir şeyler hazırlamış bir kadın vardı karşımda. Diğer durumsa Ömer, oğlunun başına gelenlerin ardından ilk olarak Yasemin’i aradı. Bu kanun dışı olay olmasaydı da büyük ihtimalle oğlunu Yasemin’e emanet edecekti. En değer verdiğini ancak en güvendiğine teslim edersin. Ömer de öyle yapacaktı diye düşünüyorum.
Diğer bahsetmek istediğim mesele de dizinin oyuncu kadrosunun muhteşemliği. Başta Erdal Beşikçioğlu ve Yurdaer Okur olmak üzere tüm kadro oldukça iyi bir ilk bölüm kotarmışlar. Her oyuncuya paragraflarca yazı yazabilirim ama ben şöyle diyeceğim: Gerçek oyuncular rolü giymezler, karakterleri yaratırlar. Benim karşımda Erdal Beşikçioğlu, Yurdaer Okur,Uğur Yücel veya diğer oyuncular yoktu. Karşımda Ömer Arif Derman, Azem Demirkıran, Gülbahar, Ozan ve Cevdet Baba vardı…Oyunculuğun dışında ben dizinin kurulan dünyasına da inandım. Reji iyi bir iş çıkarmış, dünyası gayet sağlam bir iş çıkarmışlar. Senaryosu, castı ve rejisiyle güzel bir dizi başladı diyebilirim sanırım. Hakim’in hikayesi devam ettikçe ben de bu güzel dünyaya ortak olmaya talibim.
Tüm ekibin emeklerine, yüreğine sağlık. Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.