YAZAR : A. Ela ERDOĞDU
İnsanlık var olduğu andan itibaren hep güç ile var olma çabası içerisinde oldu. Bilmediği her şeyden önce korktu sonra onu öğrendi, onu alt etmeyi ya da kontrol etmeyi öğrendi ve mutlak kazanan olma yolunda emin adımlarla ilerledi nihayetinde de mutlak kral insanlık oldu. Zaman ilerledi, insanlık bilgilerini sonraki nesillere aktardıkça daha da güçlenen insanlığın korkusu bilmediği şeylerden elde edemediği şeylere kaydı. Elde edemedikçe korktu, korktukça hırçınlaştı ve hırçınlaşınca dünyada kötülük var olmaya başladı. Elde edemediklerinden korktu çünkü elde edemediği için kendisini güçsüz hissetti. Sanki kendisi değildi asırlar önce ağaç ve mağara kavuklarında yaşayan ama zaman işte, zaman çok şey eksiltiyor doğru ama zaman en çok insanlığın insan tarafını götürüyor.
İlk bakışta hemen hemen herkesin “insanlığını kaybettiğini” düşündüğü kişi kesinlikle Emin olmuştu çünkü kendisi eski bir mafya ama asla öyle değil bu hikayede en insan olan Emin. Önyargı ve sorgulamama bizim toplumumuzun en ama en büyük sorunu. Ki biz bu sorunları bu bölümde o kadar hayatından içinden örneklerle gördük ki Araz ile çetesinin velilere yaptıkları şov ve velilerin doğrusunu işin aslını astarını bilmeden hemen galeyana gelerek beş tane pırıl pırıl gencecik gence söyledikleri. Bu kadar basit işte bir insanın hayatını karalayıp onu yaftalamak bir ömür karanlığa mahkum bırakmak. Sadi Hoca veli toplantısı istediğinde müdürün cevabı çok acı vericiydi birkaç öğrencinin lafıyla galeyana gelen veliler çocuklarını sormak için bir kere bile okula gelmemiş ancak söz konusu hayatta ki ikinci şanslarını en iyi şekilde kullanmak isteyen gencecik çocuklara bir ton laf . Önce dönüp kendilerine bakmalarını tavsiye ederim.
Yazının başında da belirtmiştim buradaki en “insan” Sadi diğerleri gibi işine geldiği gibi değil mutlak gerçeğin peşinde. Gizem’in bir önceki dersinde yaptığı konuşmadan sonra herkes hemen dosyaların Gizem’in çıkmasına şaşırmamışken Sadi bir sözüyle inandı Gizem’e çünkü insan insanı gözünden tanırdı. Buna rağmen Sadi’den başka kimseye inandıramamıştı masumiyetine belki de Mert’i anlamaya başladığı ilk an bu andı. Mert de kendisine en başından beri masum olduğunu anlatıyor ama kendisi ısrarla dava sonucunu söylüyordu. Sadi hocanın insanlıklarını hatırlatmasıyla belki uzaklaştırma ile kurtuldu ama yine de suçsuzdu. Gizem aslında bakıldığında kötü biri değil sadece o kalabalığın içinde uyum sağlayayarak ayakta durmaya çalışıyor. İlk geldiğinde Mert ve diğerlerini okula ifşa edebilirdi ama yapmadı. Aslına bakacak olursak Gizem’in derdi kendiyle, hayatla çünkü yarım akıllı bir anne, suça eğilimli tonla insanın arasında tek başına mücadele etmeye çalışıyor. Mert ilk kez onunla aynı frekanstan konuşmayı başardığında Gizem’in de içine şüphe tohumlarını ekmeyi başardı.
Şüphe çok enteresan bir şeydir. İnsanı içten içe kemirir. Mert evlerinin Gizem’den özür dilemeye geldiğinde, onun kafasını iyice karman çorman etti ve daha da iyisi Gizem artık annesinin söylediklerinden şüphelenmeye başladı. Gerçekten haksızlık mı yapıyordu Mert’e kendisi kocaman bir yalana mı hapsolmuştu bunca zaman ama artık anlamıştı doğru cevapları kimdin bulacağını biliyordu. Hiç beklemeden harekete geçerek Mert’in evine gitti ama bir sürprizle karşılaştı bakalım bu karşılaşma nelere sebep olacak.
Gizem belki de bu hayatta en güvendikleri tarafından bir yalanın için hapsedilmişken diğer tarafta gerçekler yüzüne ağır darbeler şeklinde vurulduğu halde kabul etmeyen reddeden bir insan var. Bir anne… Yıllarca hepimize annelerin çocukları için yaptığı fedakarlıklar, çocuklarına duydukları sevgi ve şefkat anlatıldı ama bunları biz Melek’in annesinde göremiyoruz. O kadar eminim ki Melek- annesi ve Celal sahnelerini izlerken hepiniz sinirden ya elinizi ya yastıkları sıkarak izliyorsunuz, ben öyleyim çünkü. Nasıl diyorum ya nasıl bir anne kızına inanmaz ve bu kadar kör olabilir. Sinirleniyorum asla ve asla onaylamıyorum belki yaptıklarını ve tavrını ama anlıyorum o kadını çünkü etrafımızda o kadar çok böyle anne var ki. Köşeye sıkışmış çaresiz bir kadın annesi, babasına ne oldu bilmiyoruz Melek’in tek bildiğimiz fotoğraf karesi… Annesi kendince Melek’in bir babası olsun, ona sahip çıksın derdinde ama anlamadığı o babanın sahip olmaktan anladığıyla annesinin inandığı aynı değil. Geçen bölüm Melek ile konuştuğu sahneden sonra bu hafta duyduklarını inkar etmesini yadırgamadım içine bir ateş düştü ama yine kızı için en doğru bildiğini yapıyor kendince. Kızına bir ev ve düzenli bir hayat verebiliyor o yüzden üç maymunu oynamak zorunda ama nereye kadar böyle devam eder merak ediyorum açıkçası büyük ve etkili bir patlama olacağından şüphem yok çünkü anahtar kayboldu diye kapısına sürgü takan bir kız kolay ve basit bir travma almamıştır. Celal’in gerçek yüzünün ortaya çıkmasını dört gözle bekliyor olacağım.
Bunca yaşadığı olayın arasında Zülfikar bir dayanak sığınacak liman oldu Melek’e saf bir sevgiyle baharlar geldi yüreğine birbirlerini öyle masum seviyorlar ki birbirlerine iyi geleceklerinden şüphem yok. Sevgi böyle bir şey çünkü iyileştirir insanı. Siz de fark ettiniz mi, Melek Zülfikar’ın sevgisine çok şaşırıyor. Her defasında bir kalıyor öyle ama bu alışkın olmadığından. Büyük ihtimalle bu kız gerçek, karşılıksız ve önceliksiz sevgiyi hiç tatmadı. Melek bu hikayede beni en çok etkileyenlerden biri. Zülfikar ona yaklaştığında irkilerek geri çekildiğinde istismar teorime bir delil daha eklense de içimden hala dualar ediyorum. Melek tam kalbinden yaraları ve anladığım kadarıyla onun merhemi de Zülfikar olacak.
Sevgi iyileştirir iyileştirmesine de bazen de öyle büyük yaralar açar ki insan kendi bile fark etmez. Gizli derin yaralardır bunlar ve kabuk bağlasa da en ufak bir darbe de tekrar kanamaya başlar. Tıpkı Songül’de olduğu gibi, kendisi oldukça güçlü, başarılı ve kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış bir kadın olsa da oldukça derin yaraları olduğu da aşikâr. Aile konusunda hâlâ gizini çözemediğimiz bir sır var ama bence bu hafta bir yaranın daha üstü açıldı Songül ile alakalı. Ailesi ile ilgili bir konu açılınca buğulanan o gözler bu hafta Sadi’nin öylesine komşu teyzeye söylediği bir sözle tekrar doldu. Benim fikrimce Songül sevileceğine inanmayan küçük bir kız. Gün içinde Sadi ile bu konuyla ilgili konuşurken, mutfaktaki konuşmalarından sonra teyzeye anlattıklarını dinlerken ağlaması ve sonra Sadi’ye sarılıp teşekkür etmesi. Songül içinde küçük bir kız çocuğu saklıyor ve bu kızın içinde büyük korkular var. Belki henüz doğru insana rastlamadığı için belki de kendi yarasını kendi kanattığı için ama tüm yaralarının devasının Sadi’de ve onla paylaşmaya başladığı bu heyecanlı ve gerilimli hayatında bulacağına eminim.
Songül içinde kocaman sevgi dolu bir kalp taşısa da gerildiği ve sinirlendiği zaman çam devirebiliyor. Ancak Songül bunu kötü niyetinden ya da Sadi’ye karşı güç gösterisine çevirmek istediğinden dolayı yapmadı. Songül’ü gördüğümüz ilk andan itibaren Emin’e olan tavırlarını hiç dikkatlice inceleyip bir süzgeçten geçirdiniz mi? Songül, Emin’i hiçbir zaman yargılamadı, geçmişini yüzüne vurmadı aksine tüm gerginliği geride bırakmaya çalıştığı hayat yüzünden sıfırdan açtığı bu hayat tarzına ve ona zarar gelmesinden korkmasından kaynaklanıyor. Geçmişten gelen misafirin Sadi’yi yeniden Emin olma yoluna iteceğinden ya da karanlık geçmişinin ortaya çıkıp da ikinci şansını yok etmesinden korktu. Açıkçası Songül, Sadi’nin ikinci şansına Sadi’den bile fazla değer veriyor bence. Onu bugünde tutmak için tam anlamıyla mücadele etmeye başladı. Geçmişi, pişmanlıkları, karanlığı onu bugünden koparmasın diye her daim yanında ve destek olmaya davam ediyor. Songül Sadi’ye “Seni önemsiyorum!” demese de olur arkadaşlar.
Sadi, Songül’ü daha net çözümleyebiliyor ona göre. Ailesinden gelen bir travması olduğunu biliyor bu konuda oldukça dikkatli ama bence bu bölüm bir de Songül’ün “sahiplenilme” duygusuna olan ihtiyacını oldukça net bir şekilde anladı. İlk başlarda ne dese “Ne gerek var?” vb. şeklinde itirazlar eden Songül gelinlik, fotoğraf çekimi, komşuyla yapılan sohbet, poligonda yaşananlar… Songül, Sadi tarafından sahiplenildikçe içinde bulunan bu eksik duygusal boşluk tamamlanıyor. Birbirlerini her anlamda tamamlayacak iki kişi onlar aslında hem aynı hem değil, hem dert hem derman birbirlerine önlerinde uzun ve engellerle dolu bir koşu var. Bu koşu da duygularına ilk kim teslim olur bilinmez.
Songül, karşısındakine çıkıp da “Ben sana aşık oldum!” diyecek bir kadın değil ancak onunla ilgili çok daha hayati bir konu var: Songül özgüven hususunda sorunları olan bir karakter. Sadi’nin ona şaka yollu “Gelinliği giyince bir tık daha güzel oldun” demesine öyle takıldı ki evlenme teklifi meselesinde bile olayı oraya yordu. Aslında bunun altında beğenilmeme, istenmeme gibi olgular var. Songül ne yaşadı bilmiyorum ama bu hususta bir travması ya da geçmeyen bir sıkıntısı olduğunu düşünüyorum. Sadi’nin anlattıklarından çok etkilendi, sahiplenilmek zaten hoşuna gidiyor ama ufak bir ayrıntı daha vereceğim. Sadi’nin Songül’ü gördüğü anı bir gelinlikle tanımlaması, fotoğraf çekimi yaptıkları günün akşamı bunu söylemesi ve geçerek bir anıyla anlatması aslında Songül’le ilgili düşüncelerinin de özetiydi. Gerçekten o kadar etkilendi mi bilmiyorum ama Sadi’nin Songül’ü sahiplenmesi, onun isteklerine kafasını çevirmemesi ikisinin ilişkilerinin de nasıl gelişeceğini gösteriyor. Sadi kıskançlık ve korumacılık, Songül de hayranlık ve hoşlantı arasında gidip geliyor. Bakalım ilk kim beyaz bayrağı çekecek göreceğiz.
Bu arada söylemezsem dilim şişer. İkidir Sadi Payaslı’yı karısını kıskanırken, başka adamlara ayar verirken görüyoruz. Şimdi bu aşk mı yoksa barbarca bir ” Benim karım!” mevzusu mu bilmiyorum ama o kadar olduğunu sanmıyorum. Öyle olsa bir şekilde Derya’dan da haberi olurdu. Bir erkek olarak kıskanıyor gibi ama işi kromozomundan getirdiği bir savaşa çevirmekten de geri durmuyor. Songül zaten zevkten dört köşe orası ayrı ama bir polis olarak Sadi’nin başkası yanında ona silah öğretmesi ve başka bir polisle yarışmasına izin de verdiğine göre ikisinden hangisinin duygusal anlamda savaşı kaybedeceğini merakla beklemeye başladım.
Sadi Payaslı’yı üçe ayırmamız lazım. Öğretmen Sadi, Songül’ün kocası Sadi ve kahraman Sadi. Biz şimdilik rotamızı Karabayır Lisesi’ne bir çevirelim mi?
Öğretmen nedir? Dört yıl boyunca eğitim fakültesinde eğitim alıp ardından diploma alan kişi mi yoksa bu konuyla ilgili hiçbir bilgisi olmadığı hâlde sürekli öğrencileri için didinip duran, çabalayan onları koruyup kollayan mı? Bence cevap oldukça belli değinmeden geçemediğim bir nokta var ki Karabayır Lisesinde görmüş olduğunu öğretmen türleri maalesef gerçekler hem Sadi gibi olanlar hem de diğerleri. Aman benim başım belaya girmesin, ben yanacağıma onlar uğraşsın diyenlere öğretmen diyemem ben kusura bakmayın.
“Öğretmen” deniyorsa sana gerekirse öğrencilerin için kendini de yakacaksın, uykusuz da kalacaksın, olumsuz sonuç alsan da çabalamaya devam edeceksin çünkü geleceği oluşturan hayat damarları senin ellerinde. Fakülte bitirmekle öğretmen olunmadığını Sadi veli toplantısından o kadar iyi gösterdi ki. Birkaç kişinin lafıyla gaza gelen “düşünceli” ebeveynler hemen saldırı moduna geçti ama Sadi hoca bu hayatta herkesin bilmesini gerektiğini düşündüğüm “Gelincik” hikayesiyle hepsine gereken mesajı verdi. Anlatırken ne kadar duygulandığı da gözlerimden kaçmadı belki ona bir şey anımsattığı içindir belki içinde bulunduğu durumdan ama Sadi aslında duygusal bir adam. Bunu yaverini düşünmesinde, endişelenmesinden, öğrencilerinin derdini kendi derdi gibi benimsemesinden ve Songül’ün yüzü biraz düşse kendinde hata aramasından anlayabilirsiniz. Hayatını sıfırladı belki ama eski alışkanlıklardan kolay kurtulamıyor; peşine takılan adamlarla bile ilgilendikten okuldan uzak durmasını söylemesi kendinden çok değer verdiklerini düşündüğünün en büyük kanıtı. Yedi Emin’den Sadi’ye geçmeye çalıştığı bu dönemde peşinde olan düşmanları da onu buradan sınamaktan hiç çekinmeyecekler işte asıl iş orada belli olacak. Sevdiklerini korumak için tekrar Yedi Emin mi olacak yoksa bu duruma MEB’den Sadi Payaslı gibi mi çözüm getirecek zaman gösterecek.
Dizide her şey domino etkisi gibi tek tek ortaya çıkmaya başlıyor. Gizli saklı her şey tam olarak ne zaman ortaya çıkar bilemem ama geçen hafta Emin-Derya geçmişi ortaya çıkmıştı bu hafta Derya yıllar sonra Emin’i karşında gördü. Bundan sonra ne yapacağını d kestirmek zor çünkü oldukça ürkek bir karakter ve fazla sır küpü. Derya- Mert – Sadi cephesinde neler olacağını bende sizler gibi merakla bekliyorum.
Haftaya tekrar görüşmek dileğiyle kendinize iyi bakın ve umut etmekten asla vazgeçmeyin
Ayça Ela ERDOĞRU