YAZAR : A. Ela ERDOĞDU

Dünya dönmeye başladığı andan itibaren kendisiyle birlikte içinde yaşayan her bir canlı da bir maceranın içinde buldu kendini. İlk önceliği hayatta kalabilmekti her bir canlının bu duygu üstüne kuruldu her bir istek, arzu, hırs. Freud’u hepimiz biliyoruz modern psikolojinin kurucusu ve o insan beynini id- ego-süperego olarak ele alır. Tabii ki sizlere bu terimleri tek tek anlatmayacağım değinmek istediğim nokta başka.İnsanın baş kaldırısı kendi içinde başlar anlayacağınız kendi içindeki bu savaşı en üst düzeyde kontrol altına almayı başaran kişi sonra hayat ile olan sınavına yönelir. Duyguların sesini kısar aklın sesini ise açar. Tekrar o soru gelir akıllarımıza “kalp mi” yoksa “mantık mı” bu soruya cevap vermek oldukça zor çünkü bu sorunun cevabı yaşadığımız hayatlar tarafından ilmek ilmek örülür. Sizleri bilemem ama ben mantığı her zaman ağır basanlardanım kalbimin sesine pek güvenmem her şeyin bir sebebi olması gerektiğini ve bir amaca hizmet etmesi gerektiğini düşünürüm duygularımın yönetimi tamamen ele almasına izin vermemeye çalışırım tıpkı Sadi gibi ama ikimizde bunu ne derecede başarabiliyoruz bilmiyorum.

Sadi’nin “Yedi Emin” olduğu zamanlarda duygularını hiçe sayan bir insan olduğunu düşünüyorum tamamen akıl yoluyla yürüyordu bu hayatta çünkü içinde bulunduğu o dünya da mantığını kaybetmen demek hayatını kaybetmek demek olabilir. Bundan mütevellit Emin kalbini bir sandığa kitleyip anahtarı da gömmüştü. Anahtarın yerini kendi bile unutmuştu Derya ile bu Sandık çok hafif aralansa da kilidi kırılamamıştı ta ki Emin, Emin olmayı bırakıp Songül ile karşılaşana kadar. Emin ve Sadi arasında sıkışan bu adamı Songül tek hareketle bugünde tutmayı başaran tek insan olduğu için Sadi olarak duygularını biraz daha önemseyen, onları dinleyen bir adama dönüştü.

Songül, Sadi’nin kalbini gömdüğü o sandığı da anahtarı da buldu ve çoktan açtı o kilidi Sadi’de bunun farkında. Farkında olmasının yanı sıra aynı zamanda da tamamıyla bir kabulleniş de söz konusu, artık hissettiği duygularını tamamen kabul etti. MEB’den Sadi Payaslı, Songül’e büyük ve özel bir sevgiyle bağlı bu sevginin de kapladığı alan her geçen gün artıyor. Songül onun yeni hayatının can damarı ve oradan yiyeceği bir darbede tüm hayatı başına yıkılır. Bundan sebep kendini tam olarak bırakması da söz konusu değil. Sadi şu anda mantık ve duyguları arasındaki o ince bağı koparamaz zira geçmiş hayatı bugünü hala tehdit etmeye devam ediyor. Ancak onun korktuğu tek kişi Derya. Onun bugünü tehdit etmesi Sadi’nin canını fazlasıyla sıktı ve bir süre daha bu durumun değişmeyeceğini düşünüyorum. Sadi, bir kadının daha kendisi yüzünden yara almasına tahammül edemez. Hele de bu kadın onu mazisinin karanlık odalarından elindeki ışıkla çıkarmışken, bunu asla yapamaz. Sadi Payaslı karısıyla aydınlıkta kalmak istiyor ama başarabilecek mi?

Sadi’nin geçmişi ve bugünü arasında sıkıştığını, bir arafta olduğunu söylemiştim ya Sadi o arafı geçti, vicdanını büyük ölçüde susturdu. Sadi’nin geçmişi bir kapsülün içinde saklı ama bu öyle hassas bir kapsül ki yere düşerse dağılacak ve her şey ortaya çıkacak. Sadi bunu istemiyor, kurduğu bu yeni hayatı da, Songül ile olan bu durumunu da kaybetmek istemiyor ama Derya bu kapsülü patlatabilecek bir konumda şu an. Şunda anlaşalım ki Sadi, Derya ile yüzleşmekten korkmuyor gayet de güzel yüzleşir onun korkusu bu sevdiği hayatı daha da önemlisi Songül’ü kaybetmek. Derya’dan kaçmak istese başka bir mahalleye taşınalım demezdi, başka bir ile taşınalım derdi. Onun tek derdi sadece bu yeni hayatını korumak değil Songül-Derya yakınlaşmasını önlemek çünkü bu durum saatli bir bomba ve elbet bir gün patlayacak. Patladığında Songül’ün en az hasarla kurtulmasını istiyor çünkü kıyamıyor. Derya’ya karşı hiçbir duygusu olmadığını Mert’e karşı olan tavırlarından da anlayabilirsiniz. Onun kardeşi olduğunu bile bile mutlu bir evlilik hayatı, karısına aşık bir koca imajı çizmekten çekinmedi eğer bir his olsaydı böyle davranmazdı çünkü Mert’in o evde gördüklerini bir şekilde Derya’nın öğreneceğini tahmin edebiliyordu ve bu konuda hiçbir sakıncası görmüyor. Bu hayatında oldukça mutlu ama üç kişi gizli şu an Sadi’nin içinde. Emin’in yaptıklarının vicdan azabını çeken Sadi, karısını kaybetmekten korkan bir Sadi ve merhametli, babacan Sadi.

Sadi’nin bu hafta Gizem için yaptıkları bence çok ama çok özeldi ve bu tabiri caizse Gizem’i ikinci kez ipten alışıydı. Sadi her şeyin farkında, Gizem’in sıkışmışlığının, çaresizliğinin ve savrulmanın ne kadar da yakınında olduğunun. Yalancı bir anne ve yalancı, şiddet uygulayan üstüne üstlük şu an hapiste olan bir babanın elinde giderek kaybolduğunun. O yüzden bu çabası çünkü biliyor Gizem’in okul hayatı bitse önünde çok bir seçeneği kalmayacak heba olup gidecek, bir insan olarak buna gönlü razı gelmiyor, koruyor kolluyor onu. Gizem için aileyle konuşurken “kız çocuğu” olmasının üstünde durması belki bir kısmı şaşırtsa da orada bence alttan alta bir sosyal mesaj vardı. Toplumumuzda maalesef bir kadının tam olarak var olabilmesi için kendi hayatının iplerinin kendi elinde olması gerekiyor eğer ki kendi ayaklarının üstünde tam olarak duramazsan annen, baban, ağabeyin kısacası ailen ve o meşhur elalem tetikte bekliyor olur. Eğer ki Gizem bu olaydan kurtulamasaydı annesi ve babasının yanında savrulacaktı Sadi bunun için elini taşın altına koymaktan asla gocunmadı.

Sadi sadece bunun değil, Gizem’in içine düştüğü aşk karmaşasının da farkında. Mert’i ilgisi, Araz’ın ilgisi, hepsinin farkında. Mert’e olan durum çok göz önünde olmamasına rağmen bunu gözünden kaçırmadı ama Gizem’in kurtuluş bileti bu iki deli oğlanın değil, Sadi hocasının ellerinde. Gizem özellikle de babası cezaevinden çıktıktan sonra çok daha hassas bir çizgide yaşayacak, bu sebeple de Sadi’nin kanatlarına ihtiyacı var. Yoksa Araz gibiler yüzünden daha da sorunlu bir hayat onu bekliyor. Karakolda yaşananlar da bunun ispatıdır diye düşünüyorum.

Gizem ile olan bu olay sayesinde Songül ile Sadi arasındaki bazı gelişmeleri de net bir şekilde görmüş oldum. Songül artık Sadi’ye güveniyor hem de fazlasıyla. Bir konuşma sonunda emniyette işleri oyalayıp ona zaman kazandırdı her ne kadar söyleşende bu olayı çözeceğinden de oldukça emindi. Songül aslında bir kardelen çiçeği bana göre, bilirsiniz kardelen kara ve tüm o zorlu koşullara rağmen çiçek açarlar tıpkı Songül gibi. Anne ve babasını kaybetmiş bir çocuk için şartlar ne olursa olsun hayat kolay olmaz, akıp gitmeye devam etmez ama o tüm bunlara rağmen dimdik durmayı, kafasına koyduğunu yapmayı başarmış bir kadın. Songül öyle güçlü ki, onun nazını çekecek, onunla ilgilenecek kimsesi de yok. Mert ablasıyla olan hikayesini anlatırken birden buruklaşmasından da net görülüyor. Songül’ün gözlerinde şu var :Ben bu hayata tek başıma kafa tuttum,ayakta kaldım. Sadi’nin yaptığı tantuniyi bile yemeden, kendine alması bile Songül’ün tek başına bir şeyleri yapma durumunun net göstergesidir. Bu sebeple de ailesinin ölümünün peşine kendisi düştü. Buradaki ince çizgiyse şu: Songül bu kez tek başına olmak için değil, Sadi’nin geleceği için söylemedi. Aksi halde geçmişinin karanlık sayfaları gün yüzüne çıkarken bence en çok Sadi’ye ihtiyacı var. Zira o içini kemiren soru nihayet cevaba kavuştu. Yıllardır içinde bir şüpheyle yaşayan Songül artık şüphelerinde yanılmadığının farkında. Annesi ve babasının ölümün bir kaza olmadığını çözdü, yalnız başına. Hepimiz “Sadi’ye söylese daha rahat çözerdi” demişizdir mutlaka içimizden ama söyleyemezdi çünkü Sadi ne kadar Songül’ün zarar görmesinden korkuyorsa aynısı Songül içinde geçerli. Bu işin alengirli olduğunun ve Sadi’nin kimliğinin ortaya çıkma riskini göze alamayışından ona güvenmediğinden değil yani. Güven konusunda hiçbir sorunu kalmadı artık.

Songül, Sadi’ye güveniyor. Bu su götürmez bir gerçek artık. Songül için Sadi hayat arkadaşı ve bu konu her şeyiyle ortada. Hep diyorum ya Sadi, eşi olarak kabul ediyor diye, aynısı Songül için de geçerli. Artık bu evlilik kağıt üzerinde olmaktan çok uzaklaşıp, gerçeğe evriliyor. Bakınız kıskançlık müessesesine… Bugüne kadar Sadi Hocanın kıskançlıkların çoğu kez tanık olduk ama bu hafta ilk defa Songül’ün kıskançlığını izledik. Bu artık Songül’ün görevin arkasına gizlenmeden yavaş yavaş kendi içindeki duyguları kabullenişinden kaynaklı. Bir şeyler var ama tıpkı Sadi gibi o da emin olamıyor sevildiğine.Sadi aslında her hareketinde karşı tarafa net sinyaller verse de, Songül bunları henüz anlayamayaz. Songül onunla daha önce konuşacağında Sadi’nin gelmemesiyle ilgili konuşmadı ama net bir algısı oluştu : Beni o şekilde görmüyor. Sadi ne yaparsa yapsın, şu anda bu algıyı kırmasının tek yolu Songül’le açık açık konuşması. Sadi de şu aşamada bu konuşmayı yapamaz çünkü Derya’yı hayatından söküp atmaya çalışıyor. Daha doğrusu Songül’ün hayatından. Sadi’nin bu tavırları şimdilik dikkat çekmese de gerçek ortaya çıktığında Songül ve Sadi ilişkisini dibinden patlatacak kadar güçlü olacak. Dürüstlüğüne aşık olduğu kadını en hassas noktasından vurmak üzere ve işin kötüsü de bunun farkında bile değil.

Sadi, Derya’yı Songül’ün hayatından çıkarmaya çalışırken bu kadının yalnızlığını görmüyor. Kendisinin bile yaveri var ancak Songül’ün dertleşeceği kimse yok. Baksanıza Derya ile iki kere sohbet etti diye arkadaş olarak benimsedi çünkü buna ihtiyacı var, birileriyle bir şeyler paylaşmaya, sohbet etmeye diyeceksiniz ki Sadi ne güne duruyor. Aşk başka arkadaşlık bambaşka, tabii Sadi ile de paylaşıyor bir şeyler ama Derya ile paylaşacakları daha farklı olur. Derya içten içe Songül’ü kıskansa da ona karşı kötü bir davranışı yok çünkü suçlu o değil bunun farkında. Songül, Sadi ile ilgili kendi içinde birçok duvarı yıkarken ona karşı bu sır ortaya çıktığında hepimiz sığınaklara kaçmak zorunda kalacağız çünkü Songül’ün bu hayatta yok sayamayacağı şey ona yalan söylenmiş olması. Belki şu an ona söylenen bir şey yok ama hiçbir şey söylenmediğinden de iki taraf birbiriyle karşılaşmamak için sürekli yalan söylüyor bu durum ortaya çıktığında salak yerine konmuş olmanın ve kalp acısının da etkisiyle bizleri ve Sadi’yi zor zamanlar bekleyecek.

Sadi ve Songül benim için nam-ı değer “Red Kitt ve Düldül” bilirsiniz bu ikili de sürekli atışır ama birbirinden ayrı, birbirlerine sataşmadan duramazlar, tanıdık geldi değil mi? Bu yola çıktıkları andan itibaren her an didiştikleri doğru ki Sadi bundan büyük bir keyif alıyor, Songül ona sataşsın diye her yolu da deniyor bunu da açıkça gördük. İlk başlarda bu didişmeler birbirlerine sinir oldukları için olsa da şimdi tamamen sevgiden, bir şeyleri paylaşmış olmanın getirdiği özel bağdan. İnsan en çok sevdiğine sataşır diye boşuna dememişler sonuçta. Birlikteyken sürekli didişseler de ikisi de bir diğeri yokken onunla ilgili düşüncelerini açıkça ve oldukça samimi bir şekilde dile getirmekten çekinmiyor.
Atanamamış All Copone ve Kara mamba beraber çıktıkları bu yolda en başta ayrı iki yolda yan yana yürürken hayat onların yolunu çoktan bir yol haline getirmiş durumda. Bu yol ayrılır mı bilemem ama çok taşlı ve engebeli onu çok net biliyorum.

Sadi ve Songül birbirlerine çok benziyorlar. İkisi de birbirinin üzülmesine ve zarar görmesine tahammül edemezken Songül’ün, Sadi’nin bulunup ölümün kıyısından son anda döndüğünü duyunca vereceği tepkiyi çok merak ediyorum büyük ihtimalle korkudan deliye döner bu sebeple Sadi söylemez gibi geliyor. Hayat yollarını çok çok önceden birleştirmiş bunu büyük bir şok yaşayarak son sahnede gördük hepimiz. Kabul edelim ki o fotoğrafta Sadi’yi görünce hepimiz neye uğradığımızı şaşırdık ama şöyle bir şeyi gözden kaçırmamak gerekiyor. Birinci bölümden itibaren üstüne basıla basıla Emin’in “Polis ve asker ile asla çatışmaya” girmediğiydi bu önemli bir nokta. Sadi’nin direkt olmasa da dolaylı olarak bu olayla bir ilgisi var ama nasıl? Korktuğumuz gibi bir durum söz konusu olmadığına eminim çünkü Yedi Emin tüm mafya babalarından oldukça farklı bir adam. İşin içinde bir handikapı var ama çözeceğiz.

Yazıma son vermeden önce değinmek istediğim iki husus var söylemezsem gerçekten çatlarım çünkü patlamak üzereyim. Melek olayı resmen bir kısır döngü oldu asla bir arpa boyu yol alamıyoruz sürekli ama sürekli aynı şey ve bu gerçekten biraz sıkıcı olmaya başladı. Artık bu olayın akması gerektiği düşüncesindeyim.

Bu arada bu hafta Devrim Özkan ve Ertan Şaban’ı karşılıklı sahnelerindeki oyunları, birbirlerinin senkronize etmeleri çok iyiydi. Özellikle de Devrim Özkan’ın sahnelerde mimiklerini abartısız kullanışı, Ertan Şaban’ı doğal, akışkan oyunculuğuyla birleşince ortaya seyir zevki çok yüksek sahneler çıktı. Emeklerine sağlık.

Bir diğer husus ise Sadi Payaslı ve 30 Ağustos sahnesiydi tüm samimiyetimle söylüyorum ki tüylerimin diken diken olmasının yanında gözyaşlarımda sel oldu, içimde bir şeyler yandı sanki. Öyle özel ve öyle güzel bir sahneydi ki… Anlatılan hikaye, Sadi’nin anlatışı, arkada dönen Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal’in görüntüleri… Böyle sahneleri izlemeyi öyle özlemişim ki tekrar tekrar kaç kere izledim, ekranlarda böyle bir sahne ne zaman oldu en son bilmiyorum. Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal’e olan ve her geçen gün özlemimizin, sevgimizin ve saygımızın dalga dalga arttığı bu günlerde kalbimizde aynı İzmir’in dağlarında olduğu gibi kalbimizde de çiçekler açtırdı. Bu ülkenin bir genci olarak teşekkürler Gani Hocam ve teşekkürler Gelsin Hayat Bildiği Gibi ekibi…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s