YAZAR: Şehriban Simay DEMİR
Hayat doğduğumuz günle öldüğümüz gün arasında yaşanan olaylar silsilesi gibi görünse de; eğer bir hastane odasında sabırla iyileşmeyi bekleyen bir hasta, yahut onun iyileşmesi için an be an teyakkuz halindeki bir sağlık çalışanıysanız bunun aslında çok daha fazlası olduğunu görürsünüz. Yaşanılan o an en değerli andır. Zira dün geride kalmış yarının ne olacağıysa sadece bir umuda bağlıdır ve yaşamak için sadece bu gününüz vardır. Hayat Bugün’ü izlerken Başhekim Barış Güvener’in ağzından dökülen her sözcük bir kez daha aynı şeyi hatırlattı bana; umut biziz. O zaman bende aynı umutla soruyorum; sizin için ne yapabilirim?
Barış Güvener bildiğimiz o doktorlardan değil. Göreve geldiği ilk andan itibaren tüm hastaneyi birbirine katmayı başardı ve bundan bir an bile pişman olmadı. Olanla olması gereken arasındaki farkı bilip, olması gerekeni yapma hususunda kimseyi gözü görmeyen bir baş hekimimiz var. Öyle ki ilk iş gününde koca bir departmanın en ünlü doktorlarını işten çıkarabilecek kadar gözü kara, terörle mücadele amirine karşı hiç tanımadığı iki çocuğu savunabilecek kadar cesur ve yıllardır bir hastanede süregelen bir sistemi değiştirebileceğine inanacak kadar kendinden ve yapabileceklerinden emin bir adam. Onun mottosu belli; o doktorlara yardımcı ve umut olacak doktorlarda hastalarına. Bu yüzden risk almaktan da, elini taşın altına koymaktan da, başını gerekirse belaya sokmaktan da geri kalmayacağı aşikar. Bundan dolayı onlara söylediği ilk şey ; “Sizin için ne yapabilirim?” demek oldu.Barış’ın tüm hayatının hastalarına ve doktorlarına rezervli olduğunu görmemek için kör olmak lazım. Benim bu hususta bazı endişelerim ve söyleyeceklerim var zira bu durum bana çok garip ve hatta biraz da tehlikeli geldi açıkçası. Barış’ın Derin’e verdiği nasihati düşününce terzi bazen kendi söküğünü de dikmeli ama değil mi?
Barış az önce de dediğim gibi hayatının tamamını hastanelere ve hastalarına ayırmış olsa da naçizane ben bunu çokta sağlıklı bulmuyorum. Evet özgeçmişine baktığımızda muazzam bir kariyeri var. Bingöl’de bir hastaneyi daha ayağa kaldırmış fakat bunu yaparken kendi hayatını, sevdiği kadını bir kenarda öylece bekletmiş. O işinde ne kadar başarılı olsa da özel hayatında sınıfta kalmış durumda, bocalıyor, ablasının ölümünü hala atlatabilmiş değil. Evliliği bitme noktasında, karısını hala sevmesine rağmen boşanmayalım diyemiyor. Halbuki yukarıda da değindiğim gibi koca bir departmanı gözünü kırpmadan dağıtacak kadar cesur birinden bahsediyorum. Doktor Barış’a da onun yaptıklarına da sonsuz saygı duymuş olsam da kendini geri plana atıp geriye kendinden sadece bir “ Doktor” kalıbı bırakmış olmasını pek sağlıklı bulmadım açıkçası. Yani o ne bir eş, ne baba, ne kardeş hatta arkadaş bile olamamış, sadece bir doktor olabilmiş gördüğüm kadarıyla, geriye kalan her şeyi hastane dışında bırakmış ve karısının “Bir kahve içecek vaktin var demek” sözüyle anlıyoruz ki hastane dışında bir hayatı da yok. Yanlış anlaşılmasın karakteri eleştirmiyorum ama Barış’ın başhekimlik dışında da bir ailesi var ve onlarla da ilgilenebilmeliydi demek istiyorum. Kendi geçmiş travması bunu tetiklese de eşinden ayrılmak istemediğini, onu hala sevdiğini gözlerinden okuyabiliyorum. Umarım Hisarönü Hastanesi doktorlarına söylediğini kendi hayatına da kanalize edebilir yoksa tüm hastaneyi kurtarsa da kendini bir uçurumdan aşağı bırakmak zorunda kalacak gibi hissediyorum.
Barış’a kendini tamamen işine kanalize ettiği için kızsam da aynı zamanda ona büyük bir hayranlık da besliyorum. Öncelikle çok zeki, pratik ve çözüm odaklı biri. Hastalarının hayatını düşündüğü kadar hekimlerinin de hayatını düşünüyor “Önce bizim güvenliğimiz, sonra onların sağlığı.” Ayrıca bu genç yaşında elde ettiği başarılara ve geldiği makama rağmen asla egoist biri değil. Bunu hem nörolog Ali Haydar beyle konuşmasından; ki yanlış yaptığını anladığı anda özür diledi, hem de kalp damar uzmanı Aras beyle negatif basınç odasının önünde onunla tartışmayıp tek önceliğini Derin’e vermesinden çok net görebiliyorum. Ama beni en çok etkileyen şeyi şüphesiz bu kadar umut dolu olmasıydı. O belki bilerek belki bilinçsizce yapıyor şu anlık bilmiyorum ama sisteme, değişime hatta mutlu olmaya dair umutlarını kaybetmiş, inanmayı unutmuş bir topluluğa umut aşılıyor. Bir de fark etmişsinizdir Barış bir şeyleri yapmak için çok acele ediyor ve bunu gayrette bilinçli yapıyor. Yani daha hastaneye geldiği ilk gün hastanenin en önemli doktorlarıyla tartıştı, Dekanı karşısına aldı, Suzan’ı hemen bir karar vermesi için zorladı ve bunları yaparken bir an bile duraksamadı. İlk başta çok düşündüm neden bu kadar aceleci diye. Sahneler ilerledikçe anladım ki onunda sürekli dem vurduğu zamanı çok az. Bence Barış o hastaneye gelirken de, Suzan’ın biyopsi yapmasını isterken de alacağı sonucu az çok tahmin ediyordu. Bu yüzden en sevdiğini; ablasını kaybettiği hastaneye geldi ve fazla vakti olmadığını düşündüğü içinde erkenden kollarını sıvadı. O travmalarıyla yüzleşmek için bu hastaneye gelmeyi kabul etmişken onun tam tersi düşünen Suzan’la yollarının kesişmesi de çok manidar geldi bana. Çünkü o da Barış gibi en sevdiğine o hastane odalarında birine veda etmiş bir kadın ve Barış gibi bunu hala atlatabilmiş değil. Barış’tan tek farkıysa; o çoktan umudunu yitirmiş durumda.
Suzan Mayer; ona baktığımda gördüğüm ilk şey acılarını saklamak için kendine kusursuz bir maske yapmış olduğu sanırım. Dışarıdan bakıldığında çok başarılı bir onkoloji uzmanı, medyanın göz bebeği, işinde başarılı ve çok güzel bir hayatı var. Fakat ona biraz daha yaklaşıldığında gözlerindeki hüzün okunacak kadar belirginleşiyor. Mesela hastalarıyla yüz yüze görüşme yapmayacak kadar uzak görünse de onların isimlerini, hastalık seyrini, semptomlarını tek tek bilecek kadar da ilgili onlarla. Peki neden kaçıyor onlardan? Bana kalırsa onlarla görüşmemesinin asıl sebebi ister istemez onlarla bağ kurmasından kaynaklanıyor. Yani Aylin hanım hakkında hemşire hanımdan bilgi alırken sanki bir hastası değil de bir yakınıymış gibi bir ifade vardı suratında, üstelik reçete yazacağı ve kadının buna ihtiyacı olacağı için çok üzgündü. İşte tam bu anda ben de Barış gibi neden diye sordum kendime neden o zaman temelli hastaneyi bırakıp medyada yer edinmiyor kendine? Cevabı çok basit aslında; çünkü o göründüğünün aksine mesleğine çok bağlı, bir şekilde insanlara ulaşmak, onlara umut istiyor ama onun kendi umudu bile olmadığından bunu yapamıyor. İşte tam da bu yüzden bir gün önce istifa etmeye karar vermişken bir gün sonra bu kararından vazgeçti. Zira Barış ona tutunabileceği bir dal, umut edebileceği bir hissiyat verdi. Çünkü o da herkes gibi ona inanmak istedi ve hastanede kalmayı kabul etti. Ben Barış gibi Suzan’ın da çok derin bir karakter olduğunu, içinde göründüğünden çok daha fazlasını barındırdığını düşünüyorum. Tıpkı Acil Tıp Uzmanı Derin Nalbantoğlu gibi.
Barış’ın, Suzan’ın, Aras’ın ve hatta Andaç’ın bile ilk bölümden bir çok duygusuna, özel hayatına, endişe ve korkularına tanık olduk ama söz konusu Derin olunca elde ettiğim doğru düzgün tek bir veri olmadı. Üzüldüğüne, korktuğuna ve hatta mutlu olduğuna çok nadir anlarda şahit olduk. Başta acil gibi gerçekten insani duyguları zorlayan, hissizleştiren bir yerde çalıştığı için böyle olabileceğini düşünsem de bence ardında bambaşka sebepler var. Düşünsenize Maymun Çiçeği Virüsü gibi daha ne tedavisi ne hastalık seyri bilinen bir hastalığa yakalanma olasılığı var ama kadında korku namına tek bir emare yok. Dahası Aras’ı durduracak kadar da sakin durumda bu çok tuhaf değil mi? Üstelik Derin acil gibi ekstra dikkat gerektiren bir yerde çalışan biri için iki saatlik uyku ve kahveyle ayakta durup odağını kaybetmeden ve düşük nabız gibi herkesin fark edemeyeceği bir nabzı fark etmesi bana çok garip geldi açıkçası. Bir sağlık çalışanı olarak kendimden pay biçtiğimde onun takviye ilaç vs almadan bu kadar enerjik durması bana pekte inandırıcı gelmedi. Bu yüzden sabah Suzan’la kahve muhabbeti yaptıktan sonra ağzına attığı şeyin sıradan bir şey olmadığını düşünüyorum. Aslında bu konuyla ilgili birkaç fikrim var ama şimdilik cebimde tutacağım, bakalım Derin göz altı morluklarından başka ne gibi belirtilerle karşıma çıkacak?
Derin şimdilik bir sır küpü gibi dursa da hastalarına bu kadar önem vermesi, onlar için hayatını hiç düşünmeden feda etmeye hazır oluşu ve Aras ile aralarındaki dostluk benim çok hoşuma gitti. İleride yavaş yavaş açıldıkça onu daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum. Aras ve Derin arasındaki dostluk bence ileride başka bir şeye de evrilebilir diye düşünüyorum zira Derin Aras’a ” Seni buraya bağlayan bir şey yok mu?” dedikten sonra hastanede kalmaya devam etmesi de bir düşündürmedi değil. Her şeyin ötesinde Aras Derin’e çok değer veriyor ama Derin’ neyden korkuyor, işte onu da zamanla çözeceğime eminim.
Aras demişken, ondan biraz bahsetmek istiyorum. Karakterle ilgili henüz elimde bir veri olmasa da aslında onun da hastanenin umutsuz doktorlarından olduğunu düşünüyorum. Aras o hastanede istediği tedaviyi uygulayamadığı için ayrılmaya karar verdi diye düşünüyorum. Barış onunla konuşurken çok umutsuzdu ama teklifi duyduğunda gözleri parladı. Aras asla sıradan bir cerrah değil, kendini düşünen biri hiç değil. Derin için ona teklifte bulunan başhekime çıkışmasından belliydi bu. Barış da diğerleri gibi egolu bir adam olmayınca iki idealist doktorun el sıkışmasına şahit olduk. Benden duymuş olmayın da bu iki doktor dekanın canını çok sıkacak, benden söylemesi.
Aslında karakterler kadar dizinin ilk bölümden verdiği mesajlarda beni çok etkiledi. Bana “İşte gerçek bir hastane” hissiyatı verdi. Gerek sağlık çalışanlarının da birer insan olduğuna değinilmesi ( Hasta olabilecekleri, mükemmel olmadıkları, travmalarının olduğu) gerek hayatın içinden olayları ( Suriyeli çocuklar gibi, aile içi şiddet mağduru Ceylan gibi) bir daha gözler önüne sermesi beni o dünyaya inanırdı doğrusu. Ama beni en çok etkileyen ne oldu biliyor musunuz? Yaptığı sistem eleştirisi; Barış “Umut biziz”, biz değiştireceğiz en azından deneyeceğiz dediğinde Doktorluğu unutmuş, bunu hasta bakımı değil de günlük rutin bir iş olarak gören herkesin uyanmasına öncülük edecek. O bir hayal kurdu ve gerçekleştirmek için elinden geleni yapacaktır çünkü hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu ülkede hayal kuran bir liderin eseri. Bu yüzden biz de Barış gibi umudumuzu asla yitirmeyeceğiz. Onun Aras ve Suzan’a ilham olduğu gibi insanlara ilham olacak; daha da önemlisi önce o umutla Barış’ı hayatta tutacağız.
Barış Güvener şimdilik hastanenin umudu olup, doktorlarına alanlar açsa da birinin de ona yardım etmesi gerekecek. Barış kanser ve zaman onun için geriye doğru çalışmaya başladı. Zaman az, yapılacak çok iş var. Suzan bu noktada Barış’ın hayatta kalması için en önemli insan olacak diye hissediyorum. Bunu bir aşktan çok kendisine ilham olan, umuduyla parlayan bir adamı ölüme terk etmemesi olarak düşündüm. Suzan en sonunda Barış’a ” Senin için ne yapabilirim?” diye sorduğunda, Barış’ın gözlerinde umutsuzluğu gördüğüm tek andı. Ama ben inanıyorum o hastaneyi, biz de başhekimimizi ayakta tutacağız.
Evet çok beğendiğim bir ilk bölüm oldu, ben de her hafta yorumlarına izleyicisi olacağım. Castı, yönetmeni, mekanı her şeyiyle dört dörtlüktü. Nasıl başladı, nasıl bitti anlamadım bile. Ömrü uzun, yolu açık olsun.
Haftaya yeniden görüşmek üzere.