YAZAR : Simay DEMİR
Aşkın gözü kördür derler bu ne kadar doğru ne kadar yanlış bilemem ama insanın gözünün önündeki çoğu şeyi görmemesine neden olduğunu söyleyebilirim. Çoğu hata, yanlış yahut durum tam ortadayken kişi bile isteye bunu görmeyi reddeder. Tıpkı en başında Fatih ve Doğa’da olduğu gibi. Fatih Doğa’yı da ailesini de az çok biliyordu buna rağmen yaşayacakları zorlukları da, içinde bulundukları kültürel farklılığı da görmek istemedi. Doğa’ysa içinde bulunduğu hayal dünyasını o kadar çok seviyor ki, gerçekleri görmesi için biraz daha zamana ihtiyacı var ve bu durum neredeyse sona ermek üzere.
Doğa’nın Fatih’e olan sevgisi “En çok sana güveniyorum” diyecek ve tek sözüyle yelkenleri suya indirecek kadar büyük. Aşkı, ona olan güveni Doğa için öyle değerli ki ona söylediği her şeye inanmaya da, ondan istediği her şeyi yapmaya da hazır. Kapının önünde Fatih ve abisinin konuşmasına denk geldiği zaman mesela. Öncesinde kavga etmiş ve araları daha yeni düzeliyordu, aşağıya dahi inmek istemeyen Doğa sırf Fatih’in onu koruduğunu düşündüğü için gelip ailesinden özür diledi. O konuşma Doğa için çölde bulduğu bir vaha gibiydi çünkü bu sayede sevdiği, aşık olduğu adamın hala onu sevdiğini de, koruyup kolladığını da görmüş oldu. Bu yüzden o da yanlış bir şey yapmadığını bile bile özür dilemeyi kabul etti. Fakat böyle sorunları halı altına süpürüp günü kurtartmakla olacak durum değil onların ki zira onların ki iki kişilik bir ilişki olmaktan çıkalı bir hayli zaman oldu. Doğa ve Fatih o evde Ünal ailesiyle yaşamaya karar verdikleri an bitti o durum.
Ev ev üstüne olmaz derler ya; Fatih ve Doğa’yı her tartışırken gördüğümde aklıma bu laf geliyor. Şu ana kadar Doğrudan ikisini ilgilendiren tek bir sebep olmadı tartışmaları için, hep çevresindekilerden dolayı tartışması oldu bu çiçeği burnunda evli çiftin. Doğa ve Fatih bir birbirlerini çok sevseler de Fatih o evde kalmak için ısrar ettiği sürece kavga etmeye devam edecekler. Zira ortam çok kalabalık, her kafadan bir ses çıkıyor ve ikisinin de kendi kafalarındaki sesi duyması çok zor. Bu yüzden kendi seslerini değil çevresindekilerim seslerine göre hareket ediyorlar ve sonuç her seferinde hüsranla bitiyor. Tıpkı yatak odasında yaptıkları kavga gibi.
Oradaki tartışma öyle bir noktaya geldi ki hem Fatih hem de Doğa evliliklerini sorgulayacak duruma geldi. “Ben bunun böyle olacağını bilseydim…” Olaylara Kıvılcım, Abdullah ve Doğa açısından baktığımızda hepsinin kendince sorunları ve endişeleri var ama bence Doğa kadar Fatih de sıkışmış durumda. Bir yandan bunca zaman hiç karşı çıkmadığı babası, bir yandan aşık olduğu, çocuğunun annesi ve ona öğretilmiş bir hayat. Bu yüzden hala ne babasına karşı çıkabiliyor ne de Doğa’nın annesi yahut Nilay olmadığını görebiliyor. O da en az Doğa kadar çaresiz. Aslında Fatih’in da davranışlarına baktığımızda Ömer’i kendine örnek aldığını görmek zor değil fakat babasını kırmamak da onun için çok önemli. Bu yüzden Fatih babasını çoğu zaman öncü belleyip ona göre davranıyor. Fark etmişsinizdir Doğa’yla kavga ederken bile babasının ona sarf ettiği cümlelerle ifade etti kendisini. Halbuki Ömer’in yanından döndükten sonra bambaşka bir şekilde davrandı. Fatih karakter olarak nerede duracağını bilmeyen biri. Ne Ömer gibi bu işe yapıcı bir bakış açısıyla bakıyor ne de babasını idare edebiliyor. Bence şu anda babasına daha yakın bir noktada. Ben Fatih’i bir noktada karısını anladığını da sanmıyorum aksine onun sürekli kendisini anlamasını istiyor. Kendince sürekli çıkarım yapıyor. Doğa bizim gibi büyümedi, şimdi ondan bizim gibi davranmasını beklemek…” işte Fatih tam da burada yanlış yapıyor, o Doğa’nın onun kurallarına, onun yaşantısına ayak uydursun istiyor. Halbuki Doğa bir oyun hamuru değil ki çekiştirip şekillendiresin, o kanlı canlı yetişkin bir insan. Fatih Doğa’yı çok sevse de maalesef ki onun duygu ve düşüncelerini hiçe sayıyor.
Doğa da aynı şeyi yapıyor kendine,her şeyi alttan alarak içindeki öfkeyi körükleyerek ayrılığa zemin hazırlıyor. Evet ben evli biri değilim ama evlilik bana göre karşılıklı anlayış, eşit miktarda fedakarlık ve emekle yürür. Halbuki şu an ne Fatih ne de Doğa bu bilince sahip değil ve aileleri onları nereye çekerse oraya gidiyorlar. Üstelik Doğa sürekli fedakarlık yaparken Fatih sürekli fedakarlık isteyen tarafta. Düşünsenize Doğa’nın o gelinliği giymeyi ne kadar çok istediğini de, nasıl bir gelinlik modeli seçtiğini de çok iyi bilmesine rağmen annesinin istediği gelinliği alması için zorladı onu. Çünkü Fatih hem annemlerin istediği olsun hem de Doğa benimle kalsın düşüncesinde. Fakat ona kötü bir haberim var Doğa içinde bulunduğu pembe hayaller dünyasından çıkmak üzere ve eğer Fatih öyle davranmaya ve Doğa’nın duygularını hiçe saymaya devam ederse Doğa Kıvılcım’ın sahilde ona açtığı kapıdan hiç tereddüt etmeden içeri girecek haberi olsun.
Kıvılcım kızına ne kadar kızgın olursa olsun, kararlarına karşı çıksa da, yaptıklarını onaylamasa da sahil kenarındaki konuşması onu asla yalnız bırakmayacağını, her zaman yanında ve arkasında duracağını çok net bir şekilde gösterdi. O sahil kenarındaki konuşması Sadece Doğa için değil Kıvılcım için de çok önemliydi. Zira kızına dahi zayıf yanlarını göstermeyen o, kızına açık açık konuştu. Hala ne gibi bir pişmanlığı var, neler yaşadı bilmiyorum ama “Ben hayatıma mutsuz devam ederken, ayaklarımın üstünde durmadan hiç bir yere kıpırdayamadım.” Sözü aslında neden bu kadar duvarlı olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Kıvılcım’ın neden kızlarının eğitimine bu kadar önem verdiğini, onların kimseye muhtaç olmadan yaşamalarını istediğini bir kez daha çok iyi anladım. Söylediklerinden anlıyorum ki o da bir şeyler yaşamış ve kendini mesleğine vererek çıkmış o cehennemden. Şimdi aynı şeyleri kızı da yaşasın istemediğinden bu kadar keskin davranıyor.
Kıvılcım her ne kadar keskin olsa da aslında kızının içinde bulunduğu durumu ayan, beyan görüyor. Bu öyle bir görme ki Doğan’ın bir noktadan sonra zıvanadan çıkacağının da farkında. Hediye meselesinde bile kızının kendi ailesinden gelen hediyelere gösterdiği tepkiyi, gelinlik konusundaki üzüntüsünü gördü. Doğa şimdilik onu anlamasa da o aileye de göz açtırmaya niyeti yok. Zira Kıvılcım kızının üstünden elini çektiği anda o aile onu istediği şekle sokmak için elinden geleni yapacak. Az önce bahsettiğim kapı açma meselesinin özü burada aslında. Kıvılcım hem bir eğitimci olarak hem de toplumu gören bir kadın olarak aslında kızının başına gelecekleri çok iyi biliyor. Bu sebeple de o ailenin Doğa’yı Nursema’ya dönüştürmeleleri için elinden geleni ardına koymayacaktır.
Nursema bu dizide beni en çok etkileyen karakter şu anda. Öyle bir kapalı kutu ki, altından ne gibi bir hazine çıkacak inanın çok merak ediyorum. Nursema sürekli olarak babasından dem vurarak konuşmaya çalışıyor. Hep onun adı, gücü temelli konuşuyor. Nursema için ben diye bir şey yok. Babasının kuralları, ailesinden öğrendiği gerçekler var. Bu sebeple de içlerinde Doğa ve ailesine karşı en sert tepkiyi veren de ondan başkası değil. Aynı evde yaşayan kadınlara bakarsak daha net anlaşılıyor bu durum. Doğa evden istediği gibi çıkarken o bunu yapamıyor. Belki evlenmek istese ailesinin hoş görmediği biri olduğu anda bu direkt engellenecek. Ya da tam tersi bir olacak. Evde diğer gelinin başının açık olması mesele değil, ama o da evin kuralları doğrultusunda yaşamak zorunda. İşte Doğa bu kuralların dışında olduğu için Nursema böyle sert bir karakter.
Nursema’nın ben kendi arzusuyla türbana girdiğini düşünmüyorum. Her davranışını babasına bağlayarak anlatıyor. Babama yakışmaz, babam böyle ister. Kendi isteği değil önemli olan aksi olsa Alev o soruyu sorduğunda “Ben böyle inanıyorum, güzelliğin bunla alakası yok” diyebilir ama tepkisi çok yüksekti. Bu sebeple koşa koşa babasına gidip anlattı. Orada kimsenin kimseye müdahale edemeyeceğini savunup sonra da gidip Doğa’ya mayoyla gelsin diyecek kadar ileri gitti. Şimdi uzaktan bakınca Pembe kocasından korkusundan müdahele ederken, Nursema çok daha sert davrandı. Ben üstüne basıyorum ki Nursema ailesinin davranışını normalleştirdiği için bu şekilde davranıyor. Yani aslında içten içe Doğa’ya müdahil olduğunun farkında değil zira olması gereken kendi yaptığı ve bu davranış normal ancak tam tersi durumlar düzeltilmesi gerektiği için buna ses çıkarılmalı. Abdullah Efendi de bu kafada. Bu yüzden ben Nursema’ya kızmıyorum aksine onun da bir kırılma anı gelecek ve ben bu anı heyecanla bekliyor olacağım.
Gelelim olaylı düğüne… Birbirinden tamamen farklı iki aile ve onların düğün konseptleri elbette ki çakışacaktı. Ancak ben ne gördüm biliyor musunuz? Tamamen bir tarafın kontrolünde diğer tarafın ona uygun hareket etmesi istenen bir organizasyon gördüm. Düğünde alkol var diye mesela araya paravan çekilmesi Abdullah Beyin misafirleri için önemli ama Doğa’nın ailesine, misafirlerine büyük saygısızlık. Ancak bunu bir an bile umursamadılar. Hatta Fatih bile bunu olağan karşıladı. Peki saygı bunun neresinde? Evet herkes herkese saygı duymalı ama bunun bir dozu vardır. En başından sonuna ne Doğa’ya ne ailesine saygı duymadılar. Şimdi en ufacık olayda fırtına kopuyor ve saygı bekleniyor. Bekarlığa veda için belki denebilir ama orada da zaten Doğa ve ailesi vardı. Diğerleri yoktu. Aynı ortamdaki davranışın bence akla, mantığa uyan tek bir yanı yok. Bu sebeple Alev’e kızabilirdim ama hiç kızmadım. Saygı gösterilmedi o da kendi bildiğini okudu. Oradaki had bildirme savaşında olan kime oldu biliyor musunuz? Ne Doğa, ne Fatih ne de bir başkası zarar gördü. Orada olan kızıyla ilgili tüm hayallerini bir gecede kaybeden Kıvılcım’a oldu. Rio Karnavalı tarzı düğün onun da asla hayali değildi ki zaten olay patladığı anda düğünü terk etti ki bu aslında bardağı taşıran son damla oldu. Kıvılcım’ın içinde fırtınalar kopuyor ve sessiz bir fırtına tüm benliğini ele geçirdi.
Kıvılcım düğünde korkunç ithamlarla muhatap olmak zorunda kaldı. Para için kızını evlendirdi dendi, bu servet için bunlar da kapanır dendi. Yani bir eğitimci ve idealist bir kadın olarak korkunç şeylere maruz kaldı. Düğünden kendini dışarı attığında tüm kabuslarını yaşamaya başladı. Kızı diş hekimi olacakken bir belirsiz hayata sürüklendi. Girdiği yeni dünyada ona asla saygı duymayan ama sürekli saygı bekleyen bir insan grubu var. Annesi, kızları sürekli onu suçluyor. İçinde kopan fırtınayı, yanan ateşi asla durduramadı. Bu sebeple de o göz yaşları istemsizce de olsa akmaya başladı ama Kıvılcım yanılıyor. Onu duyan, gören biri var : Ömer.
Ömer Kıvılcım’ın durumunun da ve iki aile arasındaki imkansızlığın da farkında. Ancak onun da elinden şimdilik bir şey gelmiyor. Bu karmaşanın kilidi Doğa’nın ellerinde. İki aile anlaşacak mı bilmiyorum ama bu tekne bu kadar suyu kaldırmaz. Benden söylemesi…
Fırtına öncesi sessizlik bittiğinde neler olacak ben de merak ediyorum.
Şimdilik benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.