YAZAR : Şeyma BULUT
“Sen benim hiç kalbime girmedin ki Sadi, sadece hayatıma girdin. ” Seven bir adama daha ağır bir cümle söylenebilir mi? Bir adam, âşık olduğu kadından daha ağır ne duyabilirdi ki? Sadi ve Songül keskin bir yol ayrımındalar ve bu defa şakağa dayanan bir silah tüm sorunların çözümü olamayacak nitelikte. Songül’ün kalbinde başlayan yangın başta Sadi olmak üzere herkesi yakıp, kül etmek üzere ve Sadi bu öfkenin önüne nasıl geçecek? İşte ben bunu tahayyül etmekte dahi zorlanıyorum.
Songül, Derya’nın odasında bulduğu mektuptan kendisinden saklanan gerçekleri öğrendiğinde ilk önce kısa çaplı bir şok yaşadı. Yavaş yavaş şok yerini öfkeyle karışık acıya bıraktı. Daha bir gece önce evliliğini gerçeğe dönüştürmenin mutluluğunu yaşarken, bir gün sonra hayatının yalanının içine düştü. Songül, Derya ve Sadi geçmişini en olmadık şekilde öğrendi ve içindeki öfkeyle birlikte yükselen acı tüm bedenini ele geçirdi. Burada kendisine yalan söylenmesinin ötesinde, Songül ihanete uğradığını düşünüyor. Hastanenin önünde çöktüğü o kısacık anda daha ilk günden itibaren Derya’nın yaptıkları, Sadi’nin sırlarla ilgili konuşmasını, kaçak dövüşlerini tek tek hatırladı. Kendimi bir kadın olarak Songül’ün yerine koyduğumda ilk hissettiğim duygu aldatılmışlık hissi oldu. Başka ne olacaktı ki? Songül ne bu ilişkinin geçmişinden haberdar ne de Sadi ve Derya’nın artık birbirlerin hayatından çıktığını biliyor. Kim olsa ihanete uğradığını düşünürdü ama Songül’ ün durumu çok farklı. Kısa süreli sevgilisi tarafından ihanete uğramadı o, Songül babasından sonra ilk kez sırtını dayadığı, kovuğunda ısındığı, her şeyiyle güvendiği limanını kaybedip, buz gibi soğuk bir tundranın ortasında çırılçıplak kaldı.
Songül için birini sevmek mucizenin ta kendisiydi, zira ailesini kaybettiği günden beri bir kez bile mutlu bir ailenin, evlenmenin ya da birini hayatına almanın hayalini kurmadı. O seçilmiş yalnızlığında, ailesinin intikamı için yaşayan, sonrasını da düşünmeyen bir kadındı. Öfkeliydi Songül ama o öfkesinin ardında hep bir hüznü, yalnızlığının içinde tutunmaya çalışan bir ruhu vardı. Alışmıştı da bu duruma, istemiyordu hayatında kimseyi hatta hayal bile kurmuyordu. Ancak her zaman hayat başka bir şekilde kendini gösterir. Sadi, Songül’ün hayatına girdiğinde ona sırtını yaslayıp, huzurla dayanacağı bir dağ, kalbini açıp, sıcaklığıyla ona üşümeyi unutturan bir sevgili oldu. Songül çocukluğundan bu yana ilk kez üşümedi, ağlarken kendine değil Sadi’ye sarıldı. Bu duyguya teslim olmak istemedi ama Sadi gibi bir adam karşısında çok da şansı olmadı. Sadi onu çok güzel sevdi ve bunu gösterdi ancak yaptığı bir hata Songül’ü perişan etti. Bir tuvalete sığınıp, onsuz üşüyorum diyecek kadar ruhu paramparça oldu, başlangıç noktasına ilk kez gitmiyordu belki ama ilk kez bu kadar bitmiş vaziyette ilk durduğu noktaya geri dönmüştü. Geçmişte bu noktaya geldiğinde ailesi ondan alınmıştı ancak şimdi en sevdiği, en güvendiği insan tarafından ihanete uğradığını hissediyor ve Songül bu duyguya o kadar yabancı ki nasıl başa çıkacağını dahi bilmeden oradan oraya savruldu. Tıpkı dalında yeni tomurcuk veren bir gülün fırtınayla birlikte dalından kopup oradan oraya sürüklenmesi gibi…
Songül önce anılarıyla vedalaştı. Arabasında Sadi ile yaşadığı güzel günleri düşünürken, son kez ferayesine baktı.
Belki de içinden bir ses onu atmasını söyledi ancak yapamadı. Songül o bağı koparamadı. O yüzük sevdiği adamla arasındaki son bağ ve bunu nedense bir türlü koparıp atamadı zira acı gerçekle yüzleşmek istemiyordu. Songül biliyordu ki o yüzük çıktığı anda artık Sadi onun için bir anlam ifade etmeyecek çünkü o yüzüğü ilişkisinin ay ışığı olarak anlamdırdı ki ona feraye adını koydu. Yine de bu defa ne yüzüğü, ne mutlu anıları Sadi’yi içinde aklamak için yeterli değildi, Songül deyim yerindeyse kendini kaybetti. Aşık olduğu adamın ve en yakın arkadaşının ihanet ettiğini düşündüğü için de içindeki öfke yerini göz yaşlarına, yanında olmayan bir adamın hayaline sığınmak oldu. Bir insan daha nasıl kötü hale gelebilirdi ki?
Songül’ün içindeki acı o kadar büyüdü ki bununla kendideyken başa çıkması da, eve gidip yüzleşmesi de mümkün değildi. Tıpkı bir zamanlar Sadi’nin yüzleşemediği gibi. Hatırlar mısınız, Sadi Derya’yı ilk gördüğünde altında ezildiği vicdan azabıyla kendini meyhaneye atmıştı. Songül hayatının en kötü gecelerinden birini yaşamış ve neredeyse aklını yitirecek noktaya gelmişti. Karma denen bir şey varsa Sadi bunun iki halini de yaşadı. İlk önce uzun süre karısını sokak sokak aradı. Onu bulduğunda acıdan, içkiden kendinden geçmiş bir Songül buldu.
Sadi, Songül’ü eve getirdiğinde hem durumu bir türlü çözemiyor, hem de Songül’ü ne bu kadar perişan etti bir türlü anlamadı. Bir zamanlar Songül’ün onu taşıdığı gibi karısını yatağına yatırıken gözlerindeki acıyı görmemesi belki de başına gelecekleri önlemesi için son şansını da yitirmesine sebep oldu diye düşünüyorum. Songül yatağında “Bana neden yalan söyledin Sadi?” diye mırıldanırken, hayal kırıklıklarıyla, biten aşkına sarılarak yatağında içindeki tükenmişlikle uyuyakaldı.
Sadi, bu geceyle ilgili çok başka hayaller kurarken kendini sarhoş karısının baş ucunda, olanlara anlam vermeye çalışırken buldu. Sadi üst üste yaşanan felaketler yüzünden olsa gerek bir türlü Songül’ü bu kadar perişan edecek gerçeğin ne olduğunu düşünemedi ama bence buna pek ihtimal de vermiyordu. Songül nasıl öğrenecekti ki değil mi? Derya bir söz verdi, her şeyi yok etti, konu kapandı. Nereden bilebilirdi ki uzun zaman sonra hala kendisinin hayalini kurduğunu ama burada Sadi’ye de iki çift lafım olacak benim. Yani evet Songül’e neden söylemediğini anlıyorum ama bir noktadan sonra susması, gülüşüne aşık olduğu karısının yüzündeki gülüşü sildi, attı. Sadi henüz farkında olmasa bile…
Sadi Payaslı aslında oldukça zeki bir adam, yeri geldiğinde stratejik zekasıyla hepimizi kendine hayran bırakan biri ama söz konusu Songül olduğunda o adam gidiyor yerine bambaşka biri geliyor. Sadi, içinde bulundukları durumu asla kavrayamadığı gibi, Songül’ün neden birden kendinden uzaklaştığını da ailesine, kendisiyle ilgilenmemesine yordu. O kafasında Derya meselesini bitirdiğinden olsa gerek aklına bile gelmedi. Halbuki olaya önceden uyansa çok başka bir konumda olurlardı ama olmadı, olmadı, olmadı…Ben yine de burada Sadi’nin de aldatmasa bile hastasının olduğunu düşünüyorum. Songül’e bir kere taşınalım demek dışında bu hususta bir adım atmadı. Evet, Derya onun isteğiyle hayatına girmemiş olabilir ancak en azından doğum gününde burnunun dibine kadar giren Derya’yı Songül’e söylemesi gerekirdi. Korkusunu anlıyorum ama bu kadar hayatına dahil olan kadının kim olduğu ortaya çıktığında başına gelecekleri en azından tahmin etmesi gerekirdi diye düşünüyorum.
Sadi bir yandan Songül’ün ne halde olduğunu anlamaya çalışırken, diğer yanda savcıyla birlikte girecekleri diğer operasyonun planlarını kurmaya başladı. Hayatlarının tam ortasına düşecek meteordan habersiz Servet planlarını başlatan yılan ekibi için bu operasyonu sürdürmek sandıkları kadar kolay olmayacak. Özellikle de operasyonun Bay ve Bayan Payaslı ayağı ciddi şekilde sekteye uğramak üzere. Songül, Sadi’yi tamamen kalbinden atmaya çalışırken Sadi de her şeyden habersiz karısının ailesinin katillerini yakalamak için büyük bir planın düğmesine bastı. Peki bu planı sağlıklı bir şekilde hayata geçirebilecekler mi? Ben samimiyetle şüpheliyim zira Songül daha Sadi’nin yüzüne bakamıyor, nasıl onunla gizli operasyona girecek? Söylemesi elbette kolay da bunu yapabilir mi? Bakak, görek…
Songül, bir yanda içindeki acıyla başa çıkmaya çalışırken, diğer yanda da bunu Sadi’ye belli etmemeye çalıştı. Şimdi ben burada biraz kalacağım. Songül, neden bir türlü Sadi ile konuşmak istemedi? İşte bunu irdelememiz lazım diye düşünüyorum. Hatırlarsanız Songül’ün Sadi’ye direkt söylemişti ancak bu defa bu yolu tercih etmedi. Kendi içinde önce acısını, sinirini yaşamak istedi. Ben bunun sebebini Songül’ün bu adama asla bağışıklığı olmamasına bağlıyorum. Daha aralarında hiç bir şey yokken kolayca onu ikna eden biri, bu kadar aşık olduğu bir anda bunu tek bir hareketiyle başarırdı. Songül, Sadi’nin gözlerine bir kez baksa, biraz uzun süre takılı kalsa adı gibi biliyordu ki inanırdı. Songül’e göre Sadi onlara, aşklarına, hayallerine ihanet etti. O artık sığınacak liman değil, kaçacağı biriydi. En azından gerçekleri öğrenene kadar bu böyle olmaya devam edecek.
Songül, bu hayattaki tek sığınağını kaybedince doğal olarak asla bir daha sarılamayacağı ama hayalinde hep sarıldığı anne babasına koştu. Onlara bir zamanlar Sadi’yi anlatmış, mutluluğunu paylaşmıştı ama şimdi sadece yeniden yalnız olduğunu anlatmaya geldi. Songül belki de Sadi’yi elinden tutup getirmek istediği bir zamanda ihanete uğradığını düşünerek koştu anne, babasına. Onlar uğruna girdiği onca tehlikeden, acıdan sonra gitmedi de aşk acısı onu yeniden mezarlığa getirdi. Songül o kadar yalnız ki şu durumunu gidip paylaşacağı ne bir arkadaşı ne de bir dostu var. Eskiden de sadece anne, babası vardı. Şimdi de yine sadece onların olduğunu hissediyor. Sadi’nin Songül’ü üzmemek için, geçmişte kaldı diye düşündüğü için sakladığı bir sır onu, ilişkisini, evliliğini bitirecek hale geldi. Songül adım adım içindeki aşkı öldürmeye çalışırken, Sadi de Songül’ün kendisinden ne sakladığını bir türlü anlayamadığı için artık delirecek kıvama geldi. Songül ailesinin mezarında göz yaşı dökerken, Sadi de için için “Songül’e ne oldu?” sorusuna olmadık cevaplar bulurken, felaketine adım adım yaklaştığından habersizdi. Tıpkı çevresindeki herkes tarafından kandırılan Araz gibi…
Araz hastanede yatarken, arkadaşlarının dışarıda neler yaptığından asla haberi olmadı. Ne Vural, ne Bora ne de Sevda ona bir şey söylemedi ve Aylin Araz’ın yüzüne çarpana kadar da bu durumdan habersizdi. Araz, kendi içinde Gizem’i geri almak için Aylin’e yaklaştığına kendini ikna etmeye çalışıyordu ama bence durum çok farklı. Araz bir şekilde o prensesin hayatında olmasından mutlu ama bunu bırakın arkadaşlarına, kendisine bile itiraf edecek durumda değil. İçindeki öfke, Gizem’in onu eliyle itip atması gibi durumlar yüzünden karmaşık duygular yaşadı ve en sonunda kelebekler grubunu dağılma noktasına getirdi. Sevda’nın sürekli Araz’ın arkasından iş çevrilmesi, Aylin’in Araz’a söyledikleri yüzünden koca grup dağıldı. Araz’ın öfkesi önce Sevda’yı sonra da Vural’ı gruptan uzaklaştırdı.
Araz, Aylin ile ne yaşadığını anlamadan ona çekiliyor. İlk önce arkadaşlarına şikayet dilekçelerini çektirmesi, Mert’in evdeki varlığından rahatsız olması, Aylin’in Mert’ten hoşlandığının duyulmasına gösterdiği tepkiyi düşünecek olursak Araz için bu kız oldukça farklı bir konuma gelmek üzere. İşin güzel yanı Araz henüz bunun farkına bile varmadı. Yine de Aylin’in kendisine söyledikleri o kadar ağır geldi ki çocukluklarından beri ayrılmayan kelebekler grubu bir anda paramparça oldu.
Dizide bu hafta paramparça olan olanaydı değil mi? Önce kelebekler ardından da Sadi ve Songül başk başka yerlere dağıldı.
Sadi, uzun zamandır neden kendisinden uzak durduğunu anlamadığı Songül ile baş başa kaldığında artık durumu anlamaya başladı ve ne yazık ki bir gün önce ruhunda başlayan yaz yerini kışa bıraktı. Songül, arabada bana karıcım deme, bana seviyormuş gibi bakma derken bir saniye daha o aşık olduğu gözlere baksaydı inanıverecekti. Hem nasıl inanmasın ki? O gözlere teslim etmedi mi kendini her defasında? Her defasında inanmadı mı o dudaklardan dökülen her bir kelimeye? Ona bu kadar rahat yalan söyleyen adama aşık oldu, bunu da bir gün bile anlamadı ama be yazık ki bilmediği durumları da kendi kafasından birleştirdi. Daha önce ailesinin ölümünden Sadi’yi suçlarken nasıl ki kendi fr bir çıkarım yapmıştı, bu defa da okuduğu mektubu kocasına sormak yerine aldatıldığı sonucuna vardı. Sadi ise hiç bir şeyden habersiz Songül’ün karşısında biçare kaldı…
Her ayrılık acıdır, her vazgeçiş keskindir ama bu defa durumu bu kadar kısa anlatamam. Songül, hayatındaki en değerli insandan vazgeçerken bu defa onun için değil, kendi kalbi için gitmek istiyordu. Aldatılan her kadın gibi ruhunu tamamen kaybetmemek adına, kendi yaralarını sarmak için gitmek istedi. Bir Anka kuşu gibi önce göz yaşlarıyla kalbini tedavi edecek, sonra da küllerinden yeniden doğacaktı. “Ben seni hiç sevmedim ki…” derken aslında gerçekteki Sadi ‘yi değil, ona ihanet ettiğini sandığı adamı cezalandırdı, Songül. Bu kadar olayda en haklı olan kişi Songül’ den başkası olmasa da burada verdiği peşin hüküm gerçekler ortaya çıktığında her şeyden kendini suçlamaya alışkın olan Songül’ün kendini de yargılamasına sebep olacak. Songül, Sadi’ye sen benim için sadece iştin derken Sadi sadece “Nasıl istersen komiserim…” diyebildi. Aslında Sadi de karşısındaki kadının kendisini sevdiğini, değer verdiğini biliyor. Bilmese “Hiç sevmedin mi?” derdi ya da gözlerinin içine bakmaya zorlardı ama bunu yapmadı. Songül iyi değildi ve Sadi içten içe buna sebep olduğunu gördü. Anlamasa bile hissetti diye düşünüyorum. Bundan sonra top artık Sadi Payaslı’da… Bir zamanlar bir kadından vazgeçmişti, şimdiyse hayatının aşkı, onca ihanetin, acının yıkamadığını yıkıp geçen sevgilisi ondan gidiyordu. Bu savaşı ya kazanacak ya da kaybedecek, başka bir çözümü yok. Savaşırsa kendi cennetini geri alır aksi halde araftaki hayatına kaldığı yerden devam eder…
Bu savaşta aşk mı yoksa gurur mu kazanacak? Hep birlikte göreceğiz…
Yazımı bitirmeden önce bahsetmek istediğim bir konu var : Devrim Özkan. Bu hafta dizide Songül’ü dört ruh halinde gördük. Önce acıyla karışık öfkeyle izledik ve hastane önündeki Songül’ün adım adım duygusal geçişlerini Devrim’in çok net verdiğini söyleyebilirim. Adım adım acısına, öfkesine şahit olurken özellikle tuvalette ağladığı ve mezarlık sahnelerine parantez açmak istiyorum. Devrim Özkan önce tuvalet sahnesinde acısıyla yüzleşirken beden dilini kullanmadan sadece yüz ve mimikleriyle karakterin tüm acısını tek bir kayma bilr olmadan mükemmelen aktardı. O sahnede Songül’ün acısını, çaresizliğini hissederken, mezarlıkta da yalnızlığını ve çaresizliğini aynı şekilde bize aktardı. Biz Devrim Özkan’ı bu dizide iki kez sarhoş izledik ama ikisi de birbirinden çok farklıydı. İlkinde sadece ailesinin ardından özlem duyan, eşine aşık bir kadının sarhoşluğunu nahif bir şekilde yansıtırken, bu hafta gülerken bile acısını, hayal kırıklığını gördük. Açıkçası son yıllarda izlediğim en iyi sarhoşluk performanslarından biriydi. Bu hafta onun bölümüydü, Karabayır’a Songül Acarerk, diziye de Devrim damgasını vurdu. Emeğine, gönlüne, yeteneğine sağlık.
Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.
Kaleminize sağlık yine muhteşem anlatım 👏🏻
BeğenBeğen