YAZAR : Şeyma BULUT

Kalp kırılsa da atmaktan vazgeçmez! Aşk öyle bir duygudur ki insan onunla hep mutlu olmaz ama acısına bile minnet edersin. O his tüm ruhunu sararken, aşkı sadece mutlu anlar için yaşayamaz insan, acısı da güzeldir aşkın. Yüzyıllar boyunca aşkla ilgili yüzlerce söz söylenmiştir. İmkansızlığı, keskinliği, yakıcılığı derken binlerce eserin ana konusu olmuştur ama ben aşkın en çok en karanlık anlarda bile ışığı yakabilme gücünden etkilenirim. Bilirsiniz gün ağarmadan önceki son anı, en karanlık anıdır. Bu yüzden tamamen karanlığa gömülmeden güneş doğmaz. Songül şu anda bir zifiri karanlığın içine hapsoldu, ışığı olan gözlere bakamaz hale geldi ve bir körebe oyunu oynamaya başladı. Ne yapacağını bilemez halde günü geceye katarken, katran karası gecelerin içerisinde kalbinin kırıklarını ellerini kanatarak toplarken buldu kendini…

Yalnızlık insanoğlunun en çok korktuğu yatak altı canavarı gibidir. Süslü süslü insan yalnız doğar, yalnız ölür derler ama bence bu kocaman bir yalan. İnsan doğarken yalnız değildir, hiç kimsesi yoksa yanında annesi, onu doğurtan ebesi, doktoru, hemşiresi vardır. Ölürken de yine aynısı. Normal olan da bu zaten zira yalnızlık Allah’a mahsustur. Peki ya hayat bir şekilde sizi yalnız olmaya ittiyse ne olur? İnsan dışarıya karşı oldukça güvensiz bir varlık olduğu için yalnızlığa alışan bir insan kalbinin kapılarını kapatır, açmak istemez. Songül de o güzel kalbini uzun yıllar herkese kapattı, ailesinin intikamı için yaşadı. Aklında birini sevmek, hayatına almak olduğunu bile sanmıyorum ama işte evrenin biz ne plan yaparsak yapalım, bizim için beklenmedik şekilde bambaşka bir planı olabilir. Songül Ankara’da organizede görevli bir polis memuruyken kendini bir anda İstanbul’da eski bir mafya babasına aşık olmuş vaziyette, aile olma planları yaparken buldu. Songül Sadi’ye çok aşık oldu. Herkesten çok güvendi, sırtını dayadı, başını omzuna yasladı, hayaller kurdu. 12 yaşında hayatta en sevdiği iki insanı bir suikaste kurban veren Songül, belki de o yaşından bugüne ilk kez aile olmak istedi ki oldu da. Sadi ile güzel bir aile oldular, mutlu oldular ancak bir hastane odasının çöp kutusunda bulunan bir mektup bu hayallerin hepsini kumdan kaleler misali yıktı, Songül’ün de derin bir karanlığa gömülmesine sebep oldu. Aşkı acısından ayıramazsın derim hep ama maalesef bu acı Songül’ün kalbini, ruhunu söküp alırken onu da kapkara gecelerde, derin bir acıyla baş başa bıraktı.

Songül hayatında ilk kez yalnız kalmıyor ama bu defa başka. Daha önce ailesini kaybettiğinde bunda sadece onları alan düşmanlarının günahı var. Songül için bu katlanılmaz olsa da bir şekilde intikam duygusu, ailesine duyduğu sevgi ile yoluna devam etmeyi başardı. Peki şimdi neden olmuyor biliyor musunuz? Songül darbeyi en yakınından yediğini düşünüyor. En yakın arkadaşı ve aşık olduğu adamın kendisine ihanet ettiğine inandı. Ben burada asla Songül’ü suçlamıyorum. Onun yerinde kim olsa aynı şekilde düşünürdü. Sadi, Songül böyle bir şeye inansın diye her türlü alt yapıyı istemeden de olsa hazırlamış oldu. Songül ondan saklanan bir sır yüzünden kendini ihanete uğraşmış, aşağılanmış hissediyor. Ben yine de içindeki Sadi’yi öldürdüğüne inanmıyorum. Zira içindeki aşkı öldüren kadın, sevdiği adamın yokluğunda yine ona sığınmaz. Songül yalnızlığa çok alışık olsa da Sadi’nin yokluğunda bile ona sığındı. Onun yatağında yatıp, eski mutlu fotoğrafların altında acı çekti. Songül’ün eskiden olduğu gibi devam etmesi çok güç artık, zira o yalnızlık ne demek çoktan unuttu. Sadi o kadar uzun zamandır onun her nefesinde yanında ki, Songül ona müthiş kırgın olduğu, hayatında istemediğini kendine tekrar ettiği dönemde bile ona, onun kokusuna sığınıyor. İşte bu yüzden bu kadının yıkımı çok büyük oldu çünkü ailesinden sonra ailem dediği, güvendiği aşkını kaybetmenin acısını yaşıyor.

Songül, Sadi’ye kırgın, öfkeli ama bu duyguyu içinde tutmaya da kararlı. Aslında ilk başında neden söylemedi diye çok düşündüm. Songül’ün böyle bir şeyi içinde tutması, Sadi’nin yüzüne vurmaması çok saçma geldi. Melike ile konuşmasından sonra canımı daha da sıkan gerçekle yüzleşiverdim ve bu benim de canımı yaktı. Songül, Melike’den gelecek sinyal araştırması raporunu bekliyordu… Şimdi diyebilirsiniz ki bu senin canını neden yaktı? Nasıl yakmasın? Songül hala bir umut arıyor orada, affetmek için, o gözlere yeniden bakabilmek için daha doğrusu hapsolduğu karanlıktan sığındığı ışığa kavuşmak için bir bahane arıyordu. Elindeki donelerle Sadi’nin canına okurdu ama yapmadı. Emin olmak istedi, belki de yanıldı ve bunu ispat etmek istedi. İşte bu yüzden sakladı Sadi’den, ondan, gözlerinden kaçtı. Fark ettiniz mi? Songül, ayrılık kararı aldığından bu yana Sadi’nin gözlerine bakamıyor. Biraz baksa bile hemen kaçırıyor gözlerini. Hep söylediğim bir şey var, bu kadının bu adama bağışıklığı yok diye ki bu hafta da bunu net bir şekilde gördük. Songül kendisini aldattığına inandığı kocasına “Seni sevmiyorum!” diyemedi. Ben bunu Songül’ün hiç bir zaman söyleyebileceğini sanmıyorum. Songül yalan söyleme hususunda usta biri değil ancak Sadi’nin neredeyse aklını kaybetmesine sebep olacaktı. Songül o mektubu okurken nasıl ki aldatılmışlık hissiyle yandı, Sadi de Songül tarafından hiç sevilmediği düşüncesiyle küle döndü…

Sadi, bilmediği olaylar onu bir cehenneme hapsedene kadar bulutların üstünde yaşıyordu. Hayatında hiç yaşamadığı mutlulukları yaşıyor, belki de ilk kez gelecekle ilgili bir umudu beslemeye başlamıştı. O da Songül gibi tepetaklak oldu. Songül’ün bir anda kendini ondan geri çekmesi, Sadi’yi yağmurlu günde susuz bıraktı. Ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu ama Sadi gerçekleri öğrendiğinde de çuvaldızı kendisine batırmalı, Songül nasıl bir yalana bu kadar kolay kandı diye sorgulamalı diye düşünüyorum. Sadi kendi içerisinde karısına çok aşık oldu, ona hayat gibi, nefes gibi baktı ama bunu ona hiç hissettirmedi. Sözler söyledi ama hayallerine ortak etmedi mesela. Sen benim kuzey yıldızımsın dedi, kızımın annesi sen ol demedi. O kendinden geçtiğinde kızımız olacak dedi ama bunu hiç Songül’ün gözlerine bakarak söylemedi. Hep onun anlamasını, ilişkiyi onun yönetmesine izin verdi. Doğal olarak da Songül ne yaşadığını hiç anlayamadı. Sadi çok seviyor ama bunu belli ederken oldukça zor zamanlar yaşıyor. Şimdi geçmişte bunu çok rahat yaptığını söyleyebiliriz ama bence hem yaş, hem de hislerin yoğunluğu ile alakalı bir karmaşa var ortada. Sadi, Songül ile dilini hiç bilmediği bir ülkede kalakaldı ve bu dili öğrenirken birden bire yalnızlığa terk edildi. Şimdi bu dili tek başına çözmeli, sevdiği kadını geri almalı, başka yolu yok….

Sadi sahilde Yaver’e “Sadi’cim, kocacım, aşkım” deyip de birden yabancılaştığını anlatırken aslında cevabı kendisi verdi. Zamanla büyüyen bir sevgi bir anda bitmez, o zaman bir şeyler olmuş olmalıydı ancak Sadi de Songül gibi en kötüsüne yordu bu meseleyi. Songül’ün kendisini hiç sevmediğine inandı. Peki yaşanan onca şeye rağmen Sadi buna nasıl ihtimal verdi? Misal, Derya için böyle bir şey hiç düşünmemiş ancak Songül’de hemen inandı. Bunun bariz iki sebebi var : Birincisi ilk ilişkisinde Sadi sevilen, o sevgiye aşık olduğunu sanan biriydi, ikincisi de Derya Sadi’nin karanlık tarafını, elindeki kanı, gözündeki hiçliği bilmiyordu. Songül bunların hepsini bilerek tuttu ellerini ve işin acısı Sadi zaten kendisini bu sevgiye de hiç layık görmedi. Ben Sadi’nin Derya’yı Songül kadar sevmediğini düşünüyorum. Zira onun ağzından ilk olarak bu ilişkiyi dinlerken “Ben Derya’dan sonra hiç bir kadının gözünde aşkı görmedim” dedi. Halbuki aşkı önce kendi içinde hisseder insan, karşısında aramaz. Sadi ise bunu aramış zira sevilmek isteyen, bunun yokluğunu çeken bir adam, o. Bundan ötürü ben Songül’e daha büyük bir aşkla bağlı olduğunu düşünüyorum zira Songül’ün gözünde aşkı görmeden aşık oldu, sevdi. Bence gerçek olan budur. Bu yüzden şu anda çok korkuyor, Songül’ün kendisini sevmeme ihtimali Sadi’yi damla damla tüketiyor ve o sadece sevdiği kadının ellerinden arasından kayıp gitmesini çaresizce izlemeye başladı.

Sadi ve Songül’ün ilişkisinde kontrol hep Songül’e oldu. Onun izin verdiği ölçüde Sadi ona yaklaşabildi. Bu yüzden eve gittiğinde her zaman rahatça girebildiği odanın kapısını bile tutamadı. Önceden Songül’ün kendisini sevdiğini, değer verdiğini düşündüğü zamanlarda rahatça açabildiği o kapı koluna elini bile sürmedi. Onun alanına saygı duyarken içindeki korku, endişe, kaybetme hissi Sadi’yi tamamen ele geçirdi.

Sadi’yi hiç böyle gördüğümü hatırlamıyorum. Songül ile geçen zor gecenin ardından tamamen savunmaya geçti. Songül’ün en zayıf noktalarını bildiği için o da vurmaya başladı ama cümle aralarından Songül’ün fısıltısını duysa konu çözülür ama maalesef Sadi de kendi iç sesinin gürültüsünden Songül’ü duyamadı. Sadece yurt dışına gidip, yaşama meselesinde bile karısının gözlerine baksa, o korkuyu görürdü ancak Sadi herhangi bir şeyi görecek ya da soracak durumda değil. O şimdi Songül’ün onu sevmediği düşüncesinde takılı kaldı ve bir andan ne oldu da onu sevmekten vazgeçti düşüncesinde kafayı yemekle meşgul. Halbuki bu bir makine değil, açma kapama düğmesi de yok. Kolayca birini sevmekten vazgeçemezsin ama sevgiyi hiç tatmamışsan, kendini de layık görmüyorsan bu bile sana mantıklı gelir.

Sadi, adım adım Songül’ü takip ederken, onun neden böyle davrandığını anlamaya çalışıyordu. Songül’ün neden ondan böyle uzak durduğunu, bir anda değiştiğini düşünürken onu adım adım takip etti. Karısına yönelen her tehdidi ortadan kaldırırken, gülüşünden mahrum kaldığı sevgilisinden vazgeçmek istemiyor ancak anlayamadı da… Halbuki biraz düşünse, biraz daha onu takip etse aslında tüm sorularına cevap bulacaktı. Songül ona bakamıyor, bakarken ağlıyor ve asla gülmüyor. Bu yüzden Sadi de Songül üzerinde her zaman işe yarayan taktikleri uyguladı. Erkeklerin biz kadınlarla ilgili bilmediği en önemli şey de bu değil mi? Bize taktik sökmez, biz sadece yemiş gibi yaparız ama karşı cins bunu hala anlamadı. Anlamıyor ki Sadi sırf Songül sinirlensin de içindekileri döksün diye uğraşırken, onun bu tutarsız hareketleri Songül’ü ihanete daha da inandırdı.

Songül amaçsızca sokaklarda gezerken kendini birden Derya’nın evinin önünde buldu. İçeriye bakarken aslında görmeyi beklediği tek bir kişi vardı ancak bunu da öyle bir korkuyla yaptı ki, bacakları titredi. Bir tarafı göreyim de bitsin derken diğer yanı görmekten deli gibi korkuyordu. Songül, Sadi’nin onu aldatıyor oluşu yüzünden içinden damla damla erirken, Sadi de Songül’ün onu daha önce söz verdiğinin aksine, o tahta parçasına tek başına binerek, yalnız bıraktığını düşünüyordu. Bu durum iki kişi açısından da arap saçına döndü. İki taraf da birbirini asla anlamıyor, kendileri tükenirken karşısındakini de tüketmeye başladıklarının farkına bile varmadılae.

Sadi ve Songül’ün içinde fırtınalar kopsa da onları bir arada tutan tek şey aşk olmadığı için başsavcının emri doğrultusunda gizli göreve gittiler. Orada aslında şimdilik söylenecek çok şey yok ama Sadi’nin Songül’ün derdini bu gizli görevde anladığını ama buna içten içe inanmak istemediğini düşünüyorum. Takma isimleri hususunda isimlerle ilgili konuşurken birden Songül’e “Emin Güngören mi olmamı istersin?” diye sordu. Songül’ün ona dokundurduğu onca lafın ardından, eski hayatındaki ismini ilk kez böyle kullanmasından bu anlamı çıkarıyorum. Bugüne kadar ilk kez böyle bir tepki verdi ve aldığı cevap sonrasında da bence bu durumdan gayet emin oldu. Yine de küçücük bir ihtimal de olsa bunun olmamasını umduğu için mi yoksa korkusundan mı bilmiyorum ama kapanmış bir defterin başına ne belalar açacağını hissetmesinden midir, sormadı. Eğer sorsaydı belki de kıyameti kopmayacaktı ama Sadi yine soramadı, Derya da her şeyden habersiz ikinci hayatına doğru yola çıktı.

Derya ve Kıvanç için artık aşk zamanı diyeceğimiz zamanlara geldik. Derya hayatının 18 senesini bir adamı bekleyerek geçiren ve en sonunda acı gerçeği kendine itiraf ederek, umudunu, beklentisini toprağın altına gömen bir kadın. Belki de bir adam tarafından hiç sevilmeyen Derya ilk kez sevilmenin huzurunu, mutluluğunu yaşıyor. Oğluyla, Kıvanç ile güzel bir geleceğin hayalini kurmak için kendine izin verdi. Kıvanç’ın bir anda Derya’ nın hayatının tamamına sirayet etmesi beni biraz rahatsız etse de Derya gibi ömrünü olmayacak bir aşkın gölgesinde harcayan bir kadın için bunlar güzel gelişmeler diye düşünüyorum. Kıvanç şimdilik iyi adam gibi dursa da erkek olunca insan bir çelişkiye de düşmüyor değil. Derya şu anda çok mutlu olsa da hala hayatının tam ortasında ömrünce söylediği bir yalan ona göz kırpıyor, o yalanı korumak için yaptığı her şey de ayağına dolanarak onu olmaktan en çok korktuğu masaya oturttu : Hakikatler masası.

Songül, sinyal araştırma sonuçlarını alımvs hem Sadi’yi hem de Derya’yı aynı masaya oturttu. Bu masanın herkes için anlamı farklı oldu diye düşünüyorum. Önce Sadi ile başlamak istiyorum. Sadi orada Derya’yı görür görmez aynı günün sabahında Emin Güngören ismiyle şüphelendiğini düşündüm durumun içinde buldu kendisini. Ben zaten Sadi’nin duruma hafiften uyandığını bu sayende çözdüm. Zira Sadi asla şaşırmadı, Derya’yı uyarmadı ve Songül’ü beklemeye başladı. Songül’ün gelişiyle tüm taşlar yerine otururken Sadi içinse bir umut hafif hafif yeşerdi. Zira günlerce içini kor gibi yakan bir soru cevap buldu : Songül tüm bunları hiç sevmediği için değil, çok sevdiği için yaptı. Aksi halde Sadi gibi gururlu, mağrur bir adam o masada tek bir dakika bile durmaz ya da asla susmazdı. Halbuki Sadi tam tersi bir davranış sergiledi. Tüm gece boyunca sustu, Songül’ün içindeki her şeyi boşaktmasını bekledi. Bu masada Songül aslında Sadi’yi terk etmek, Derya’ya da tüm öfkesini kusmak için gelmiş. Sözlerinin çoğu Derya’ydı. Bir çok şey söyledi ama orada Derya’ya yuvasını yıktığını, artık Sadi ile olmadığını, gönül rahatlığı ile birlikte olabileceklerini söylerken kurduğu bir cümle düşünmeme sebep oldu : Bana hiç dokunmadı. Songül gibi işine aşık bir kadın görevini riske atmaz. Herkes beş yıldır evli olduklarını biliyor ve bunu da riske atacağını sanmıyorum aksi halde bizim evliliğimiz sahte derdi. Ancak Songül o cümle öncesinde “Sadi benden gitmiş, ben onu uğurlayamamışım” dedi. Burada söylemek istediği çok açık :O beni artık sevmiyor, kalbime dokunmuyor, bu yüzden de al senin olsun. Buradan da Songül’ün Sadi’nin aşkını hissetmediğini gördüm. Sadi ondan uzak durdukça, arasındaki mesafeyi kapatmadıkça Songül’ün kalbine korku tohumlarını her gün bir parça ekmiş. Bu mektup ve fotoğraf da ortaya çıkınca sevilmediği kanaatine vardı ve Sadi’yi çok sevse de terk etti. Sadi artık sevildiğini bilmesine rağmen sevdiği kadının kendisinden gidişini izledi, bu dünyada en korktuğum şeylerden birisidir, sevdiğini kaybetmek…

Bu aralar sevdiklerini kaybeden bir tek Sadi değil, Araz, Aylin ve Gizem de tam bu noktadan büyük yaralar aldılar. Araz, Aylin için girdiği büyük kavganın ardından hem Vural’ı, hem Sevda’yı kaybetti. Sevda sırrını hislerine yenilerek dışarıya vurunca, Araz’ı kaybetme noktasına geldi. Doğal olarak da iki dostun arası açıldı. Vural ve Araz Sevda için kafa kafaya geldiler. Sevda’nın gidişi Araz’ı üzse de Vural’ı gidişi yıktı. Çocukluk arkadaşını, can yoldaşını kaybetti, Araz. Şimdi burada Araz’ın en büyük sorunu empati eksikliği diye düşünüyorum. Aksi halde aslında kendisinin de Vural ile aynı şeyi yaptığını anlardı. Araz Aylin için arkadaşlarıyla kavga etti, Vural da Sevda için. Şimdilik birbirlerini anlamasalar da bir noktadan sonra anlayacaklar diye düşünüyorum. Nasıl ki Vural en derin yerinden Sevda’ya bağlı, Araz da yavaş yavaş Aylin’e bağlanıyor.

Araz şimdilik farkında değil ama yavaş yavaş çekiliyor Aylin’e. Ona ilk kez neden yaklaştığını, değer verdiğini de gösterdi diye düşünüyorum. İkisinin de öksüz olduğu söylerken, Aylin’in hiç kızmadığını aksine bu durumdan etkilendiğini düşünüyorum. Hep derim ya, kalp kendinden olanı sever diye. İki annesiz çocuk olarak birbirlerini buradan tanıdılar, yavaş yavaş da ön yargılarını kırıyorlar diye düşünüyorum. Aylin artık Araz’ın varlığından rahatsız olmuyor, Araz ds gelinciklerden Aylin için vazgeçiyor. Bundan daha tatlı bir şey görmedim ben zifa ikisi de değişmeye başladı. Eeee ne demiştik????

Aylin ve Araz birbirine yaralarından tutundu demiştik ya, şimdi de o yara birinde daha açılmak üzere : Gizem! Gizem’in annesi, çok tanıdık bir sonla hayatımızdan çıktı. Cezaevinde kendini dolduran bir erkek. Karısının kendi yokluğunda ayaklarının üstünde durmasını, hayatına devam etmesini kaldıramaz. Bilindik, her kadının artık başına gelmesi çok olası bir senaryo gerçekleşti : Kıskanç koca, namusu bahane ederek kadını öldürdü. Bu hafta dizide beni en derinden etkileyen sahnelerden biri oldu. Şartlı tahliye ile çıkan şiddet yanlısı koca, onu defalarca affeden karısını öldürdü. Bunu kendinde hak gördü çünkü kadına hala bu toplumda erkeklerin bir kısmı kendi aidiyetindeki mal gibi bakıyor. Onun üzerinde hak iddia edebiliyor. Mesleğini aile içi şiddet, kadın hakları ve mücadelesine adayan bir avukat olarak bu sahne beni derinden etkiledi çünkü diziden bir sahne değildi bu, hayatın içinden bir kesiti izliyordum. Bu şiddetin bir gün son bulması, yasaların uygulanması, İstanbul Sözleşmesi’nin de yeniden yürürlüğe girmesini yeniden deklare edelim.

Yazımı bitirmeden önce her zamanki gibi Devrim’e bir paragraf açmak istiyorum. Haftalardır bizleri göz yaşlarına boğan Songül’ü bu hafta üç ayrı renkte gördüm. Birincisi aşk acısını yüzünün her zerresine yerleştiren bir sak mavisinde. Mavi aslında hüznün rengidir. Songül evinde acı çekerken ben orada hep bir mavi gördüm. Devrim o hüznü o kadar nahif aktardı ki bizlere, sadece gözleriyle, mimikleriyle hepimiz o acıyı hissettik. Diğer tarafı griydi ancak bu iki renk karışımı değil, donmuş kar nasıl ki bir süre sonra renk değiştirir, o da değiştirdi. Hüznünü bastırdığı yerlerde sakin bir öfkenin buz gibi bakışlarıyla oynadı. Ve en sonunda da kırmızı. Songül son sahnede kırmızı ve siyahla herkesi yakıp geçerken Devrim Özkan burada da sadece mimik, bakış ve sesiyle bizleri derinden etkiledi. Devrim’in oyunculuğunu en etkili yanı sesiyle bile her duyguyu ekranın öteki tarafına geçirmesi ama bu hafta özellikle son sahnede beden diliyle, Derya’ya yönelik otururken bakışlarıyla da Sadi’yi cezalandırmasını, bunu yaparken de tek bir saniye duyguyu kaçırmamasını hayranlıkla izledim.

Ertan Saban’a zaten söyleyecek bir sözüm yok. Bölüm boyunca duygudan duyguya geçerken, her hareketiyle bu adı bir günde yapmadığını kanıtlar gibiydi. Özelikle de Devrim’e karşılıklı sahnelerindeki uyum ve ahenkleri, partner olarak her sahnede birbirlerini tamamladıklarını düşünüyorum. Her bölümde üstüne daha daha katarak bizleri ekran karşısına mıh gibi çalıyorlar. Umarım uzun süre bu partnerliği izlemeye devam ederiz, onları ekranda izlemenin büyük bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum.

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s