YAZAR: Simay DEMİR
Bu dünyadaki en güzel şeylerden biri hayal kurmak bence; gerçek olsun yahut olmasın, yaşansın ya da yaşanmasın hayal kurmak insanı ayakta tutan, güç veren, motive eden çok etkili bir şey. Barış mesela bence onun bu kadar mükemmel bir doktor olmasının sebebi; bir gün ablasının öldüğü hastanede kimsenin ablası bu şekilde ölmesin diye doktor olmayı hayal etmesiyle oldu. O bir hayal kurdu ve bunu gerçekleştirmek için bir yola çıktı. Bu yol onu kendini gerçekten ait hissettiği bir yere getirdi ve şimdilik kısa bir mola vermiş olsa da zamanı geldiğinde hayallerini gerçekleştirmek için kaldığı yerden devam edecek.
Barış Güvener Hisarönü Hastanesi’ne başladığında bir hayali vardı; o, bu sistemi bu hastaneyi değiştirecekti. Ablasının öldüğü bu yerde o, yepyeni umutlar ve düşler kurulmasını sağlayacak ve bu şekilde ölüme huzur içinde gidecekti. Evet ilk başta yalnız olduğunu düşünüyordu, belki sadece bir süre için kendine izin vermişti ama yine de olmasını istediği tek şey buydu. O hastaneyi iyileştirmek, o hastanede tedavi görmek isteyen hastaların iyileşerek evlerine gittiğini görmek belki de en büyük hayaliydi. Fakat sonra bir kızı olacağını öğrendi, ekip arkadaşlarını kardeş gibi görmeye başladı, dostları oldu, yeniden bir ailesi oldu. Hayalleri orada duruyor evet ama artık o hayalleri paylaşan bambaşka insanlar da var çevresinde. Yalnız başladığı bu yolda kocaman bir aileyle devam etmeye başladı. Şu an hayallerini gerçekleştirmek için kısa bir mola vermiş olabilir ama ben eminim ki çok daha iyi bir şekilde geri dönecek , çünkü o her soruna bir çözüm, her derde bir derman bulabilecek kadar azimli bir insan. Yine de Barış’ın ilk başta verdiği sözlerin tamamını yerine getiremeden mola vermesi bana pek Barış’lık bir hareket gibi de gelmedi, Yaptığına çok saygı duymakla beraber onun biraz mola alması bana oldukça garip geldi, yine de onun umudu bana da umut oldu, iyi ki değdi hayatıma.
Barış karakteri benim için hep umut dolu olup, bu umudu karşısındakine de aşılayabilen biri olarak kalacak. Onu izlemeye başladığım ilk bölümden itibaren çok sevdim, Evet belki ekran macerası kısa sürdü ama yine de bir sağlık çalışanı olarak onu çok güzel hatırlayacağım bir çok değerli iz bıraktı bende. İdealist, umutlu, zeki ve olanca heyecanıyla bu ekranlardan bir Barış Güvener geçti. Barış’ın en sevdiğim özelliklerinden biri de bunca karmaşanın umutsuzluğun içinde karısı ve kızına sımsıkı sarılması oldu. O hayatın ona karşılığı çok ağır olsa da verdiği ikinci şansı kaybetmemek adına hayattaki en büyük amacına kısa bir mola vermeyi kabul edecek kadar seviyor ailesini. Güvener ailesi şimdi birbirine tutunarak bu hastalığında üstesinden gelmenin bir yolunu mutlaka bulacaktır. Barış ve Gizem’in ilişkisi bana hep çok nahif gelmiştir. Boşanmış olsa bile birbiriyle dost kalabilmiş, birbirine saygı duyan ve birbirlerine ihtiyaçları olduğunu anda hiç düşünmeden birbirini yanında olan bir çift. Birbirini yıpratmadan, kırmadan dökmeden sevgilerini yaşamaları onları benim için hep çok özel kılacak. Onlar tüm olanlara rağmen birbirlerine umut ve sığınakları oldular, kızları Bilge’yle hep çok mutlu olmaları dileğiyle.
Ben en az Barış ve Gizem kadar mutlu olmalarını istediğim bir çift daha var: Derin ve Aras. Onlar aslında birbirbirini kaybetmemek için birbirinden uzak durmuş, korkuları yüzünden aşklarını yok saymış iki deli aşık. Onları birlikte çok az izlemiş ve doyamamış olsam sonunda mutlu olduklarını bilmek çok güzel. Ben hastaları için canını hiçe sayan, cesur ve zeki Derin’i çok sevdim açıkçası. Onu tanıdığım ilk andan itibaren hastaları için yaptıklarını gıptayla izledim. Evet çoğu zaman kendi sağlığını, hayatını hastaneye adamasına kızsam da o ne yapıyorsa daha fazla insan hayatına dokunmak için yapıyordu. Bu yüzden onu hep çok güzel hatırlayacağım. Ben Derin Nalbantoğlu’nu izlemeye başladığım ilk andan itibaren en çok merak ettiğim şey neden tüm hayatını hastaneye endekslediğiydi. Zamanla bunu duygularından kaçmak, annesiyle olan problemlerinin üstesinden gelmek ve suçluluk duygusunu bastırmak için kullandığını gördüm. Aras onun önüne atlayıp vurulduğunda mesela; o hastaneden çıkana kadar kendisi de hiç bir yere ayrılmamış orada kalmıştı. Annesiyle yüzleşmemek için nöbetleri bahane edip durmuş ve Aras’a olan duygularından böyle kaçıyordu. Onun da metodu buydu. Annesiyle arasını düzeltmesine de Aras’la yepyeni bir ilişkiye başlamış olmasında da çok sevindim. Çünkü o da Aras da bunu en çok hak eden kişilerden. Hep çok, çok mutlu ve huzurlu olmaları ümidiyle.
Aras benim bu dizideki en sevdiğim karakter sanırım. Olgun kişiliği, idealist yapısı, Derin’e olan aşkı, işine olan sevgisi çok özeldi bana göre. Gözü kara biri oluşu, hastaları için hep en iyisini istemesi ve ekip arkadaşlarına verdiği destekle o Barış’ın dostu ve güvendiği biriydi. Değişime inanıyordu, kuralları vardı ve bunu da sapkınca değil idealistçe savunuyordu. Hisarönü Hastanesi için büyük bir şanstı Aras. Her zaman doğru bildiğini yapsa da sevdiği insanlara görünmez bir şekilde kol kanat geriyordu. Derin’se Aras’ın en hassas noktası, en kıymetlisiydi. Onu hep sevdiği kadını kaybetmemek için onu kaybetmeyi göze alan, yürekten seven bir insan ve çok iyi bir cerrah olarak hatırlayacağım. Umarım Derin’le çok güzel bir hayatları olur.
Benim Hayat Bugün de Derin Aras ilişkisi kadar sevdiğim bir ilişki daha vardı: Derin ve Suzan’ın ilişkisi. Onlar en zor zamanlarda birbirinin yanında olan iki dost iki sırdaştı. Derin sonsuz bir boşluktayken Suzan onu hiç yalnız bırakmadı. Derinse Suzan’ın en ihtiyaç duyduğu anda hep bir adım mesafedeydi ve hep birbirilerine iyi gelen bir ikiliydi onlar.
Suzan Mayer Barış’ın bu yolculukta güvendiği, kendini emanet ettiği; dostu, arkadaşı biricik doktoru. Barış’ın bu savaştaki sol kolu o. Ben Suzan’ın hikayesini, Ömer’e olan aşkını, anne olmak isteyişini, hastaları için çırpınışını hep büyük bir zevkle izledim. Korkularına rağmen cesaretle işine devam etmesini, Barış’a ve Gizem’e sonsuz desteğini, Derin’le olan güzel arkadaşlığını ve Hisarönü Hastanesi için koşturmacasıyla benim için hatırlanmaya değer bir karakter olarak yerini alacak. Ben inanıyorum ki bir gün onun karşısına Ömer kadar seveceği, onu Ömer kadar seven biriyle karşılaşacak. Bir gün çok güzel bir anne olacak, Derin ve Gizem’le çocuklarının yaramazlıklarını, okula başlama süreçlerini, tecrübelerini paylaşacak ve çok çok iyi bir ebeveyn olacak. Çünkü o tüm bunları sonuna kadar hak ediyor.
Ebeveynlik sınavında sonunda başarılı olan biri daha var: Ali Haydar. Ali Haydar’ı izledikçe öğrenmemin, yaşadıklarından ders almanın, pişman olmanın bir yaşının olmadığını gördüm. Oğluyla olan ilişkisi, onu yeniden kazanma çabası, Elçin’in ona olan sevgisinin nasıl öfkeye dönüştüğünü ve adım adım gelişimlerini izlemek benim için çok zevkliydi. Onlar baba oğul yeniden birbirlerinin yaralarını saracaklar, ben inanıyorum.
Hayat bugün sağlık sistemiyle ilgili verdiği mesajlarla, sağlık çalışanlarının da birer insan olduklarını, ailelerinin olduğunu, sorunlarının olabileceğini, şiddetin her an yanı başlarında kol gezdiğini, organ bağışının ne kadar önemli olduğunu ve daha sayamadığım bir çok şeyi öyle güzel, öyle gerçekçi yansıtıyordu ki izlerken çoğu zaman göz yaşlarına hakim olamadığım bir diziydi. Yine de bazı aksaklıklar vardı ve bunları dile getirmek zorundayım. Özellikle uyarlama işlerde karşımıza çıkan en önemli sorun burada da maalesef kendini gösterdi. Orjinal hikayesi herkesçe malum bir dizi çok yanlış noktalarla ekrana taşınınca ilk tadı veremedi ve bu da dizinin sonunu getirdi diye düşünüyorum. Güzel konulara değindiler ancak o değinilen konular dizinin tamamına yayılmadı. Kopuk kopuk kamu spotu şeklinde olunca beklenen son geldi ve seyirci ekran kapattı.
İlk gördüğüm hataysa Barış Güvener karakterinin kendisindeydi. İdealist, umut dolu, çalışkan bir doktor görüntüsü veriyordu ama bir taraftan da ” Ben tedavi olmak istemiyorum, arkamda bırakacağım kimse yok!” noktasındaydı. Bence bu durum karakterin inandırıcılığını sildi, götürdü. Halbuki yavaşlamak istemiyorum, insanlara yardım etmek için hızlı, dinç olmalıyım, beni yavaşlatmadan iyileştirin derken hayata da tutunmaya devam ettiğini dile getirseydi çok daha farklı olabilirdi diye düşünüyorum. Bir yanda tamamen umutsuz olup diğer yanda umut aşılayamazsın bence. Barış’a hayranım ancak bu durumları benim bile kafamı allak bullak etmişti. Bu sebeple açıkçası senaristlerin karakteri daha ilk bölümden sağlam bir temele oturtmadığı kanaatindeyim. Bu sebeple de seyircide de bir karşılığı çok olmadı. Ben biz derdimizi anlattık seyirci anlamadı demek istemiyorum zira benzer türdeki işlerin rekorlar kırdığına da defalarca kez şahit olduk.
İkinci ve en önemli hataysa New Amsterdam uyarlaması bir dizide gönül işlerine çok büyük ekran süresi ayrıldı. Uyarlamaların altın kuralıdır birebir aynı olmak zorunda değildir ancak bir işin bir ruhu varsa da onu incelikle vermek zorundasınız. New Amsterdam tüm dünyadaki sağlıkçıların takdirini kazanmış, hep bir derdi olan, baş kaldırısıyla sistem eleştirisinde oldukça cesur olan bir dizi. Aynısını bekledim. Evet sağlıkta şiddet gibi birçok konuya değinildi ama bu dizinin bütününde değil, hep sona doğru gelen sahnelerle oldu. Dizinin tamamına yayılmayıp, ana çatışmasına dahil edilmeyen bu eleştiriler de benim kanaatimce kamu spotu tarzında ama birilerini de kızdırmayalım şeklinde cereyan etti. Halbuki sağlık alanında bile tonlarca sorunumuz var. Mobbinge uğrayan sağlıkçılar, uzun çalışma saatleri, toplumsal baskıya, ayrımcılığa maruz kalan kişiler, bunların tercihleri gibi tonlarca konu vardı. Ancak dizi şiddet konusunun dışına da pek çıkmadı. Ben şahsen tıpkı New Amsterdam’da olduğu gibi izlemek isterdim ama sağlık olsun olmadı.
Yine de her şeye rağmen özel bir dizi izlediğimi düşünüyorum. Bu yolculukta bize eşlik eden herkese çok teşekkür ederiz.
O zaman yepyeni bir macerada görüşmek üzere, hoşçakalın ve sağlıkla kalın.