YAZAR : Şeyma BULUT

Aşk acısının insana mantığını kaybettiren bir duygu olduğunu söylerler. Öyledir de… O bünyeye geldiğinde mantık yerini sadece duygulara bırakır. Aksi de olamazdı zaten zira aşk ve mantık aynı köyden değiller. Toprakları, mayaları farklı diye düşünüyorum. İnsan mantıklı düşünmeye başladığında mesela acısını bile hafifletebilir. Misal, babasını kaybeden biri zaman geçtikte onun yaşlı, hasta olduğunu söyleyerek kendini motive ederek ayağa kalkma sürecini hızlandırabiliyor, en azından acısıyla başa çıkmaya çalışırken hayata devam etmenin yollarını arayabiliyor ama aşkta bu reçete asla işe yaramaz. Birini kaybetmek aşktan beterdir demiyorum asla ama başa çıkma sürecinde insanın kendini ayağa kaldırmak için ölümün hayatın en büyük gerçeği olması noktasında devam edebildiğini, zamanla da acısını azaltabildiğini en azından acıya alışarak hayatına devam edebildiğini düşünüyorum. Songül ailesinin kaybında bunu başarmıştı ama Sadi’de durum böyle olmadı. Zira bu anlarda hissedilen duygu tek başına o kadar güçlü, o kadar tüketicidir ki mantık bu süreçte bizimle olsa inanın kimse aşık olmayı tercih etmezdi. Zira ölüm elimizde değil ama nedense sevmemek elimizde sanırız, acı da bu oranla daha büyük olur. Ancak sevmenin, aşkın nedeni olmaz. Bu yüzden “Ona neden aşıksın?” sorusunun asla bir cevabı yoktur. Gerçek bir aşkın sebebe, misale ihtiyacı olmaz, aşıksın işte, bu kadar basit. Songül ve Sadi de ama ve nedenler olmadan aşık oldular, bağlandılar. O güçlü bir bağ geliştirdiler ki çok güçlü bir fırtına ancak onları sarsabilirdi, öyle de oldu. Gerçeklerin gün yüzüne çıkması Songül’e mantığını, Sadi’ye de sağduyusunu kaybettirdi.

Denizler durulmaz dalgalanmadan derler, Sadi ve Songül de tam olarak bunu yaşadılar. O kadar düz bir çizgide birbirlerine aşık oldular mi fırtına çıkana kadar belki ikisi de bu kadar aşık olduklarının farkına bile varamadılar. Bunun için aslında tonlarca sebep sayabilirim ama sanırım en güçlü argüman şu olacaktır : İnsan bilmediği bir duyguyu tanıyamaz. Songül de Sadi de ilk başta içine düştükleri duyguyu tanıyamasa da tanıdıkça ikisinin de içindeki korku bazı şeylerin hep önüne geçti. Songül daha 12 yaşında hayatında en değer verdiği insanları kaybetti, Sadi de içinde bulunduğu dünyadan dolayı hayatına değer vereceği, seveceği hiç kimseyi almadı zira Songül nasıl ki sevdiklerini kaybetmekten korkuyor, Sadi de kendi karanlığı yüzünden değer verdiği insanları yaralamaktan, onları mutsuz etmekten ve tabii ki onların zarar görmesinden korkuyor. Buna da bir nevi kaybetme korkusu diyebiliriz diye düşünüyorum.

Sadi o felaket akşam yemeği ardından Songül ile konuştuğunda karşısında duygularını kapatmış, ilk tanıdığı günkü gibi ailesinin katillerinin peşinde bir hayata dönmek isteyen bir Songül ile karşılaştı. Bir şeyleri konuşarak düzeleceğini sanarken aslında duvarda açılan gediği de, Songül’ün içindeki fırtınayı da anladığını pek sanmıyorum.

Songül, Sadi ile konuşurken tek bir şey söyledi “Artık özgürsün, benim için sorun yok, sevgiline gidebilirsin!” Bakın bu cümleler basit birer kavga sözcüğü değil. Daha derin, daha yıkıcı anlamları var. Songül apaçık bir şekilde Sadi’ye “Ben senden vazgeçtim!” dedi. Bu o kadar net, o kadar pak bir cümle ki çok da üstüne tartışmamız gerekmiyor. Sadi’yse bunu pek anlamadı. Anlamama sebebi ne biliyor musunuz? Sadi, Songül’ün sadece aldatılma meselesinden dolayı kırıldığını sanıyor. Aylarca ona söylenen yalanların, arkadaşı sandığı insanın, Meltem’in dalga geçmelerinin, kendisinin yüzüne baka baka yalan söylemesinin ve dahi birlikte yaptıkları ilk dansı bile Derya’nın en sevdiği şarkıyla yaptığı gerçeğinin yakıcılığını anlayamadı. Songül sadece aldatıldığını düşündüğü için kırgın değil, en sevdiği, en güvendiği insanın yalan söylemesinden dolayı hayata, her şeye olan güvenini yitirdi. Bu yüzden iki açıklama ile Songül’ün kafasındaki soruları kaldıramadı ama benimkiler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Sadi, Songül’ün kapısının önüne çöküp bazı şeyleri anlatmaya başladığında benim kafamdaki bir çok acaba da ortadan kalktı. Sadi, karakter olarak tam bir kapalı kutu, ne hissediyor, hayattan beklentisi ne, ya da hayata nasıl bakıyor çözmek zor. Zamanla izledikçe, belli konular karşısındaki tutumları, cümle aralarında söyledikleri ya da bir anda sürpriz bir şekilde yaptıkları ile anlaşılabiliyor. Ben Sadi’yi anlamak için hep adım izlerini, arkasında bıraktığı ekmek kırıntılarını topladım. Onunla ilgili yaptığım iki spesifik yorum vardı bugüne kadar :Sadi, Songül’ün kalp atışında yaşıyor ve Sadi Songül olmadan bu hayata devam edemez. O kapı önündeki çaresizliği bu iki tezimin de doğruluğunu ortaya koydu diye düşünüyorum. Sadi, Derya’yı bıraktığında kalbinde öyle büyük bir aşk ya da sevgi yoktu diye düşünüyorum. Orada daha çok sevildiği için ilişkinin içerisinde olmaktan mutluydu ancak sevdiğini sandığı kadına hayatını, gerçeklerini, karanlığını anlatmadı. Usulca çekti, gitti hayatından. O dönemki duygularla yazılan bir mektup var belki ortada ama bugün yaşadığı duygular çok başka. Sadi, Songül’e “45 yıldır seni bekledim” dedi. Bu cümle aslında Sadi’nin şu an yaşadığı şeyin aşkın da ötesinde bir şey olduğunu bize gösteriyor. Sadi’nin yaşadığı aşk, bağlılık, tutku, hayata devam etme inancı ve yaşama isteği olarak söylenebilir. Ve tüm bu duyguları hissetmesine, devam etmesine sebep olan kişi Songül’den başkası değil. Bu yüzden ona her şeyi anlattığında “Sana karıcım diyebilir miyim?” diyecek kadar çocuklaştı, başka türlüsünü bilmiyor ki yapsın. Bu yüzden de tüm dengesi alt üst oldu ancak Songül’ün Sadi’ye inanması için üç dört cümleden fazlasına ihtiyacı var.

Sadi Payaslı’yı bu hafta tanımlayacak bir kelime söyleme hakkım olsaydı, adı çaresizlik olurdu. O kadar aciz kaldı ki olaylar karşısında, ne yapacağını, nasıl toparlayacağını asla bilemedi. Sadi’ ye on tane orduya karşı nasıl savaşması gerektiğini sorsan, sana savaş sanatı üzerine tez verir ama bir kalbi nasıl tamir edeceğini sorduğunda içine düştüğü aciziyete sadece üzüldüm. Bilmiyor ki nasıl düzeltsin? Ayrıca içten içe de bu durumu hak ettiğini düşünüyor. Düşünsenize kendini sadece “mafya babası” olarak kodlayan bir adam var karşımızda. Hatta “MEB’ten Sadi Payaslı” diyerek sürekli eğitimci olduğunu kendine hatırlatan, hiç hak etmediğini düşündüğü bu dünyaya adapte olmaya çalışırken, tüm desteğini de karısının gülüşünden alan bir insandı, Sadi. Bu yüzden tamamen çaresiz kaldı. Eskiden olsa ona bu durumdan nasıl çıkacağını göstersin diye Songül’e bakardı, o da onu içine düştüğü karanlıktan çıkarırdı. Ancak bu defa bu karanlığın sebebi hayatının ışığı olarak gördüğü karısının ona tüm kapıları kapatması oldu. Daha önce Songül, Sadi’siz kalmayı üşüdüğünü söyleyerek ifade etmişti. Nasıl ki Songül sıcaklığına sığındığı kovuğunu kaybetti, Sadi de ışığını kaybedince zifiri karanlığın tam ortasında kaldı.Songül’ün her kırgın, inanmayan bakışı Sadi’yi öldürdü ama ne çare! O kırgın bakışların sebebi ve Sadi yavaş yavaş anladı Songül’ü ne kadar incitip, perişan ettiğini. Kafede Derya ile konuşurken de “İnsan sevgilisinden, eşinden bir şey saklamaz!” diye bunu itiraf ederken de, Derya’dan çaresizce yardım isterken de aslında Sadi’nin girdiği karanlıktan nasıl çıkacağına dair en ufak bir fikri bile olmadığını anladım.

Şimdi Sadi istese yapardı diyebilirsiniz ama durumun o kadar farkında değildi ki, attığı her adım Songül’ü daha da sinirlendirmekten, daha da üzmekten başka bir şeye yaramadı. Neden biliyor musunuz? Kadının yatağının üstüne notlar yazdı, hediyeler aldı, hikayesini anlattı ama mesela özür dilemedi. “Sana yalan söyledim, hatalıyım, özür dilerim!” demedi. Geçmişi anlatırken artık onunla hiç bir ilgim yok, bak ben senin yanındayım da demedi zira bunları dediğini, Songül’ün bildiğini düşünüyor. Daha önce de “Seni seviyorum” dememiş, imalarla, yaptıklarıyla gösterdiğini düşünmüştü ama Songül asla hissedemedi bu sevgiyi, bu yüzden de aldatma durumun hemen inandı. Sadinin en büyük sorunu bu, olayları kendince anlatıyor ancak karşı tarafın beklentisini asla hesaba katmıyor. Halbuki Songül dibe batmış vaziyette, ne yapsa çıkamadı o çukurdan ve bir noktada Sadi’nin bunu görmesini bekledi ancak nafile. Kimse Songül’ün sessiz çığlıklarını, yardım çağrısını duymadı. Zaman geçtikçe o daha da içine kapandı ve artık kontrolünü tamamen kaybetti.

Songül belki de anne, babasını kaybettiğinden bu yana ilk kez bu kadar ağır bir buhran içerisinde kaldı. Doluya koysa almıyor, boşa koysa dolmuyor. Evde kendine hakim olmaya çalıştıkça daha da dibe battı. Aslında gerçekleri yüzlerine çarptıktan sonra rahatlaması gerekiyordu ama Songül daha da beter bir hale geldi. Bir yanı Sadi gerçekten Derya’ya gidecek diye korkarken, diğer yanı en ağır faturayı kendisine kesti. Songül yaşanan olayların ardından faturayı kendisine kesmeye çok müsait bir karakter. Daha önce ailesinin katilini bulamadığında da aynısını yapmıştı, şimdi de yine aynı noktada. Sadi’yi hala çok sevdiği için, ona hala inanmak istediği için kendine çok kızıyor. Mantığı ona “Artık ona inanma!” dedikçe, kalbi ona acı gerçeği en ağır şekliyle hatırlattıkça Songül iyice dibe vurdu zira duygularını hala bastırmak için kendisiyle amansız bir savaşa girdi. Asla kalbiyle, öfkesiyle, duygularıyla yüzleşmek istemiyor ve hal böyle olunca da arafta kaldı.

Songül büyük yüzleşmenin ardından kendini tamamen kapattı. Evde Sadi’yi dinlemiyor hatta onun dediği en ufak bir şeyi bile dikkate almamak için büyük bir mücadele içerisinde. Evde onu sürekli kendini kontrol altında tutmaya çalışırken izledik çünkü biliyor, en ufacık zaafında Sadi o açıktan içeri girer ve yeniden tüm kaleleri zapt eder. Bu yüzden kocasına karşı kendi kalbi ve onun göstermeye çalıştığı aşkla mücadele etti ancak Songül’ün fark edemediği şey şu : Bu verdiği savaş Sadi’ye karşı zafer gibi dursa da, kalbini öldürmeye başladı.

Songül tamamen kontrolünü kaybetti. Bunun en bariz ispatı da emniyette yaşananlar oldu. Songül evde tutmaya çalıştığı öfkesini, iş yerinde tutamadı ve bir faile saldırdı. Şimdi burada artık Songül’ün kendisi olmaktan çıktığını bariz bir şekilde söyleyebilirim. O böyle biri değil, aksine işi konusunda oldukça sakin, aklı selim davranan biriydi ancak artık başaramıyor. İçinde yaşadığı acı ve öfke onu ele geçirmeye başladı. Emniyette kavga çıkardı, yetmedi istifa etmeye bile kalktı. Şimdi burayı biraz konuşmamız lazım diye düşünüyorum. Daha bir gün önce Sadi’ye “İşime olan aşkım, sana olan nefretimden daha fazla!” dedi ya, bariz bir şekilde doğru değil bu. Songül ‘ün Sadi’ye duyduğu sevgi, her şeyin ötesinde bence. Yoksa işini düşünen, bu kadar kontrolden çıkan birinin ilk hareketi tanık koruma programından affını istemek olurdu. Songül’ se bunu yapmadı. Aksine programda kaldı zira her şeye rağmen Sadi’den ayrılmak istemiyor. İçindeki öfke onu bitiriyor ama o acısına baka baka yaşamayı, onsuz yaşamaya yeğliyor. Buna siz ne dersiniz bilmiyorum ama ben aşktan delirme noktasına gelmek olarak görüyorum. Songül öyle bir ruh haline girdi ki Taylan bile ona kızmak yerine, yanında oldu,destek çıktı. Tıpkı Yaver’in de Sadi’ye destek çıktığı gibi…

Yaver, olanları çok anlamasa da Sadi’nin yanında ve yengesiyle ağası barışsın diye didindi, durdu. Bugüne kadar Sadi’nin Yaver’e “Gerçekleri duyunca bana kızma” dediğini hiç duymamıştım. Daha doğrusu bu ikisinin ilişkisini hem tamamen biat olarak görmüştüm ama öyle değil sanırım. Aksine, Sadi Yaver’in de kendisine kuzacağını düşündü. Olanlarda en büyük suç Sadi’de ve evet Songül dışında birilerinin de ona aslında kızması gerekiyordu. İlişkiler hususundaki saflığını belki de bu şekilde yıkabilir de Songül belki onu affederse, bir daha aynı yanılgıya düşmez.

Yaver gibi can dostunu sarsmaya çalışan biri daha var: Meltem. Şimdi açık konuşayım bu karakter hakkında hala çok da pozitif değilim. Onu, motivasyonunu anlamakla beraber hiç tanımadığı bir kadına düşmanlık beslemesinin siniri hala bende mevcut ama bazı hususlarda da hakkını teslim etmem lazım diye düşünüyorum. Meltem dizideki en net bir kaç karakterden biri, ne düşünüyorsa söylüyor, yanlışa doğru demiyor ve bazı şeyleri anladıkça Derya’ya olan söylemleri de sertleşti. Arkadaşını gurursuzlukla suçlarken içten içe Songül’ün haklı olduğunun da ayırdına varmaya başladı diye düşünüyorum. Ancak hala ilk cümlemin arkasındayım, Meltem henüz kendini affettirmiş değil. Dostuna başka bir kadına düşmanlık etmeden de destek olabilirdi ki bence bunu yapmayı bir an önce öğrensin zira Mert’in başına gelenlerin ardından birilerinin Derya’yı toplaması gerekecek.

Mert ve arkadaşları kelebeklerin kurduğu bir oyun yüzünden neredeyse ikinci şanslarını kaybediyordu. Gelincikler bir cezaevi aracıyla başlangıç noktasına doğru ilerlerken tabii ki dillerinde tek bir cümle vardı : Sadi hocayla vedalaşamadık. Bu çocukların hepsinin baba eksikliği var, bu yüzden Sadi onlar için su kadar değerli bir insan. Sadece öğretmen olarak bakmıyorlar, baba olarak da görmeye başladılar. Bu düşüncelerinde de haksız sayılmazlar, yine en zor anlarında Sadi gölgelerin arasından çıkıp, geldi. Onları büyük bir kaybedişten kurtardı. Ben bunu Sadi için de çok değerli buluyorum. Birden fazla ruha dokunuyor, yardım ediyor ve onlardan asla vazgeçmiyor. Babalar böyle değil midir?Hep çocuklarının yanında olurlar. Gelincikler öz babalarından yana çeşitli sebeplerle belki şansız oldular ama iyi olmalarının karşılığını Sadi Payaslı ile aldılar.

Sadi Payaslı’nın hayatına habersizce dokunup, değiştirdiği biri daha var :Araz! Şimdi ne alaka dediğinizi duyar gibiyim ancak gerçekten böyle olduğunu düşünüyorum. Araz, Sadi ile yaptığı geçmiş konuşmasından sonra annesinin peşine düştü, hayatının en büyük kabusunu yaşarken gelincikleri de böyle anlamaya başladı. Hastane odasında Sadi ona yanındayım dediğinden bu yana Mert’i saymazsak daha farklı bir kişiliğe büründü. Mesela gelinciklerin başına bu gelmesin diye büyük bir mücadele verdi, uğraştı hatta arkadaşlarıyla kavga etti. Bunların hepsi Araz’ın değişiminin ayak sesleriydi ki bu değişime en az Sadi kadar katkı sunan biri daha var :Aylin!

Aylin ve Araz ilişkisi çok tatlı bir şekilde, sağlam temellere dayanarak ilerliyor diye düşünüyorum. Aylin, Araz’ın herkesten sakladığı gizli bahçesi gibi oldu. Mesela onu kimseyle paylaşmıyor, herhangi bir amaçla yanında durmuyor. Gelinciklerle olan savaşında en büyük kozu bu olurdu ama Gizem’i Mert’e kullandı ama Aylin’i kullanmadı. Özellikle de Aylin’in her gidişinin ardından sıcak gülümsemesiyle yeniden Araz’ın yanında olması, Araz için anlamı çok büyük bir hareket. Hayatındaki herkes onu terk ettiği için öfkesini başka şeylerden çıkaran bir çocuk, bir gülümseme ile içindeki iyiliği görmeye başladı. Bu hikaye size de tanıdık geldi mi? Araz ve Sadi arasındaki organik bağı görmemek için kör falan olmak lazım ama ikisi de aynı yerden yaralı olduğuna göre belki de onların umutları bir gülüşün ardındaki gözlerde saklıdır.

Araz kendi güvenli alanında yaşarken, Sadi de kaybettiği aşkını geri kazanmak için büyük bir savaş veriyor. Artık sözlerle, hediyelerle geri alamayacağını anladığı karısının “Evli olduğumuz sürece parmağından asla çıkmayacak!” dediği ferayesini sattığını duyunca, o da kıyamasa da Songül’ün üstüne gitmeye karar verdi. Bu yüzüğün artık son nokta olduğunu, Songül’ün aşkından vazgeçmeye başladığının farkına vardı. Sadi, aşkının ruhunda acıya sebep olduğunu bilse de bir yıkıma sebep olduğunu bilmiyordu o yüzden de “Daha önce de beni yargıladın, on saniye bile dinlemedin!” diyerek zaten kendini zor zapt eden Songül’ün kendisini kaybetmesine sebep oldu. Evde ailesinin ardına saklarken kendisini, Sadi de tam da o güvenilir alanıyla saldırıya geçti ve sanırım hayatındaki en büyük azabı yaşayacağı bir olayın olmasına sebep oldu, Songül bir zamanlar Sadi’nin yaptığı gibi hayat ve ölüm arasındaki ince çizgiye kendini getirdi.

Bu noktadan sonra ne olur bilmiyorum ama Sadi için bir şeylerin kökten değişeceğini biliyorum. “Ben bir kadını mutlu edebilir miyim?” korkusunu yaşayan bir adamın, her şeyim dediği kadını kendini öldürme noktasına getirmesini kaldırabileceğini sanmıyorum. Sadi ve Songül’ün hayatında artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Onları ya cennet bahçeleri ya da aşk acısıyla kavrulacakları cehennem kuyuları bekliyor. Bakak, görek o zaman.

Bu hafta da tabii ki Devrim’in karakterine olan katkılarındam bahsetmeden yazımı bitirmeyeceğim. Dizinin son üç bölümü tamamen Songül odaklı ilerlediği için karakteri her yönüyle analiz etme şansı buldum. Özellikle de Devrim Özkan, her hafta Songül’den bambaşka bir duyguyu bir zen ustası kıvraklığıyla ekrana taşıdı. Songül’ün acısı, öfkesi derken kendini kaybeden, aşktan gözü dönen bir kadının gözlerine kadar işleyen acısını iliklerime kadar hissettim. Özellikle de boks yaptığı anla, son sahnede bugüne kadar sergilediği en iyi performanslardan birini sergiledi diye düşünüyorum. Son sahnede durduğu mesafe, sesinin titremesi, ağlarken saf bir korku ve öfke karışımını aktaracak tonu net bir şekilde yakalaması zaten iyi yazılan bir sahneyi zirveye taşıdı. Bu hafta özellikle sakinliği koruduğu sahnelerde, aralarında boy farkı bulunan Ertan Saban’la da altın mesafeyi koruyarak sahnenin her duygusunu mimik ve jest kaçırmadan aktardı. Songül’ü onunla izlemenin keyfi bir başka oldu.

Son sahnede özellikle Ertan Saban ile aralarındaki ahenge ayrıca bayıldım. Ertan Saban’ın bölüm boyunca sadece beden dili ve en az mimikle Sadi’nin tüm duygusunu tek hareketle vermesi de sanırım üstad olmakla alakalı diye düşünüyorum. Emeğine, gönlüne bereket olsun.

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Kalp Düşünebilseydi Atmaktan Vazgeçerdi(Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 21.bölüm)” için bir yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s