YAZAR :Şeyma BULUT
Canan Tan’ın o çok sevdiğim romanında aklıma mıh gibi kazınan bir sözü vardı;”Bizleri yaşatan hayallerimizdi…” diyordu bir yerinde. İlk okuduğumda fazla ağdalı ve çok romantik gelmişti ama yaş ilerledikçe anladım ki çok doğru bir tespitmiş. Hayali olmayan bir ruh olur mu? Olsa da ona yaşamak denir mi? Ben bu hafta hep bunu sorguladım. Birine yaşıyor demek için illa kalbinin atması yeterli mi? Bence değil. Hayali olmayan birinin umudu, yaşama sevinci olmaz diye düşünüyorum bu yüzdendir ki bu eserin bu cümlesi beni hep çok etkilemeye devam ediyor. Hayal kurmayı bıraktığımızda artık yaşayan bir ölüye dönüşüyoruz, bu yüzden yaşamak ve ölmek arasında da bir seçenek kalmıyor. Sadi ve Songül kısa sürede hayallerini kaybettiler, yaşama sevinçleri, devam etme arzuları tamamen yok oldu. Onlar için o dakikadan itibaren yaşamak ve ölmek aynı şeydi ki ikisi de umutlarını kaybettikleri yerde hayatlarından da vazgeçmek istediler…
Geçtiğimiz hafta Sadi’nin Songül’ün kafasına dayadığı namlunun ardından bunu kaldıramayacağını söylemiştim ki nitekim öyle de oldu. Songül, can havliyle o silahı kafasına dayadı ve Sadi’ye bazı sorular sordu. Sorduğu sorular aslında Songül’ün de cevabını bildiği ama bir sorunun cevabını bilmesine rağmen kendine inandıramadı. Onca zaman söylenen yalanlar Songül’ün ruhunu öyle bir yaraladı ki artık devam etmenin, gülmenin bir anlamı yoktu. Sadi’ye “Senin yüzünden bir daha gülmeyeceğim” derken gülmesinin en büyük sebebinin kocasına duyduğu aşk olduğunu itiraf eder gibiydi. Songül’ü ilk tanıdığım zamanlara gidince bunu anlamak da pek güç değil zaten. Songül hayata karşı öfkeli, yalnız ve hep tetikte duran bir kadındı. Gülmeyi, mutlu olmayı, birini karşılık beklemeden,çıkarsızca sevmeyi yeniden Sadi ile hatırladı. Bu yüzden bu kadar delirmesi,acı çekmesi çünkü kocasını kaybetmekten deli gibi korkmasının yanında sevilmediğine de kendini inandırdı. Songül’ün başına silah dayayacak noktasına gelme sebebi tabii ki Sadi’nin onu sevmediğini düşünmesi değil, onu sevildiğine inandırmasıydı. Songül bu yüzden sınıfa geldi ve beklediği, kendini inandırdığı cevaplar aslında Sadi’nin başkasını sevdiği, kendisini sevmediği yönünde olunca Sadi de o tetiğe basmasın diye sadece o cevapları verdi. Daha iki gün önce saf bir şekilde tüm gerçekleri bir kapı önünde anlattı ama yeterli olmayınca bu defa sevdiği kadın kendine zarar vermesin, silahı bıraksın diye onun istediği gibi konuştu. Songül büyük bir sinirle o silahı bıraktığında Sadi’nin söylediği şeyler çok güzeldi ama ben bir cümlede takılı kaldım “Beni sen var ettin…” İşte bu cümle beni öyle bir etkiledi ki o saniyede anladım artık, Sadi tüm varlığını Songül’e adamış ve onun olmadığı bir hayatın içerisinde yaşamak gibi bir niyeti de yok. Zaten bu yüzden Songül ona git dediğinde ceketini ve Busenaz’ının oyuncağını alarak kendi sonunu hazırlamaya gitti.
“Git Sadi, git!” Sadi’ye Songül ne dese, ne yapsa bundan daha ağır, daha keskin bir şekilde onu yok edemezdi sanırım. Sadi sadece laf olsun diye benim varlık sebebim demedi. Gerçekten durum böyle olduğu için bunu söyledi. Sadi, önceki hayatında bir çöplüğün içinde, dipsiz bir kuyuda sadece nefes alan bir insandı. İçindeki karanlıkla boğuluyordu. O karanlık bir gün istemeden de olsa küçük bir kız çocuğuna sirayet edince, Sadi tüm hayatını değiştirmeye karar verdi. Bu değişim mutlu olmak, aile kurmak adına da değildi, diyetini ödemek istedi. Tüm hayatının diyetini, neden olduğu acıların kefaretini ödeyecek, sonra da kendine o kaybettiği küçük meleğin, Busenaz’ın yanında bir yer açacaktı. Sadi o diyeti ödemeden ölmeyi bile kendine hak görmedi. Hayat ise ona bambaşka bir seçenek sundu. Songül ile belki de senelerdir yaşayan bir ölü olan ruhu yeniden canlandı, hayata döndü. Umutları, hayalleri oldu Sadi’nin, bir aile kurmak, kaybettiği meleğin hatırasını kendi meleğiyle yaşatmak, aşık olduğu kadınla yaşlanmak istedi. Bu yüzden de onu kaybetmesine sebep olacak her şeyi görmezden geldiğinde, Songül ile aralarındaki güvene ciddi şekilde zarar verdi. Songül artık ondan gitmesini istediğinde, Busenaz’ın hatırasını yaşatmak, aile olmak istediği cennetinden, Busenaz’ın yanına gitmek üzere ayrıldı. Daha önce ölmeyi bile hak görmezken, sebep olduğu acı yüzünden kimsenin hayatında olmaması gerektiğine karar verdi diye düşünüyorum. Varlık sebebini adadığım kadın onu artık istemediğinde, kendisine ihanet ettiğini düşündüğünden midir Sadi devam etmek, nefes almak bile istemedi. Halbuki Songül bir anlık sinirle ona git demesine rağmen, Sadi’nin gitmesini asla istemiyordu ki aksine onun için mücadele etmesini istiyordu ama Sadi için varlığının istenmediğini düşündüğü bir evde, hayat ışığının parlaklığını söndürdüğünü düşündüğü bir evde kalmak imkansız. Songül’ün kendinden vazgeçmek istemesi de Sadi için artık son nokta oldu. Hayatında en değer verdiği, kalp atışında yaşadığı kadını yaşamak istemeyecek hale getirdiğini gören Sadi, tüm varlığını Songül’ün yaşamından silmeye karar verdi.
Sadi cennetinden ayrılınca herkesle teker teker vedalaştı. Önce çocukları, sonra Samet en sonunda da Yaver… Sadi, Yaver’in kendisinden sonra eski hayatlarına devam etmesini istemiyor, aksine kendisine bir hayat kurmasını, ailesi olmasını umut etti hep. Bu yüzden ona ikinci kez veda ederken, yine ondan hayatını kurmasını ama bunu yaparken de Songül’ün de hayatından uzak durmasını istedi. Bu birinin hayatından çıkmak değil biliyor musunuz? Varlığını tamamen o hayattan silmek, kendini sıfırlamak diye düşünüyorum. Arabasını aldı, depoyu boşalttı, Yaver ve Songül arasındaki tüm bağı kesti. Kendince Songül’ün onu hatırlayacağı, canını acıtacağı her ayrıntıyı tek tek yok etti ama atladığı iki durum var : Birincisi Songül onun gerçekten gitmesini hiç istemiyor, ikincisi de Songül’ün kalbinin orta yerinde kendine imparatorluk kurması. Sadi her şeyi silip alsa, karısının kalbindeki aşkı silemediği sürece bunların hepsi Songül’e acı vermekten başka bir işe de yaramadı ki Songül sabaha kadar kocasının yollarını gözledi, yollara döküldü…
Songül’ün uzun zamandır içinde fırtınalar kopuyor. Sevdiği adamın bir başkasını sevdiğini düşünmesi, kendisine söylenen yalanlar ve Sadi’nin onu aldatma ihtimali Songül’ü yedi bitirdi. En sonunda aldatmadığını anlasa da içinde sevilmediğine, Sadi’nin bir başkasını hayal etmiş, kafasının karışmış olması ihtimali bile onu delirtmeye yetti de arttı bile. Songül küçücük yaşında ailesini kaybetmesinin ardından kimseyle arasında bir bağ kurmadı, gülmeyi, hayal kurmayı unutmuştu. Bugüne kadar hayatına kimseyi almaması, sadece ailesinin intikamı için yaşaması da bunun en büyük ispatı diye düşünüyorum. Halbuki Sadi hayatına girdikten sonra yaşamaya başladı. Hayaller kurdu. Bir tren yolculuğu yapmak istiyor mesela, anne olmak istiyordu. Sadi nasıl ki onunla yaşamaya başladı, Songül de öyleydi. Gülmek bile onun için lüks biliyor musunuz? Hayatının en büyük kaybını çocuk yaşta yaşayan biri nasıl umut dolu olabilir ki? O Sadi’nin sevgisiyle yeniden hayal kurmayı hatırladı. Tüm bu hayallerin, umutların yalan bir kapıya çıkması Songül’ü kelimenin tam anlamıyla paramparça etti. Bir tarafı Sadi’ye inanmak isterken, bir zamanlar kimseye güvenmeyen tarafı artık ona inanmaması gerektiğini söylüyordu ki oyuncak Sadi ile konuşurken dudaklarından şu acı sözler döküldü : Sen bana yalan söyledin ben öldüm, ben sana inanmadım biz öldük. Songül son yaşananların ardından ihanet olmadığını bilse de yine de söylenen yalanları, Sadi’nin sevgisini sorgulamayı durduramadı. Ben onu hiç yadırgamadım. Sonuçta tüm hayatını insanlardan, bağlanmaktan uzak geçiren bir kadın olarak artık Sadi’nin ona doğru söylediğine inanmadı ve hatta giderken ima ettiği, daha önce direkt söylediği “sensiz yaşayamam” sözünü de ciddiye almadı. Nasılsa dönerdi Sadi, gitmezdi. Onu bırakmazdı ama bu defa öyle olmadı. Songül, daha önce Sadi de bu hareketi yaptığı için Sadi’nin bu durumu normal karşılamayacağını tahmin edemedi ve daha da acısı içten içe Sadi’nin kafasından ne geçtiğini de biliyordu. “Ne yaptım ben?” derken içindeki korkudan, Sadi’nin yatağında, onun kokusuyla kurtulmaya çalıştı. Nasıl ki Sadi, Songül’ün olmadığı bir hayata devam etmek istemiyor, Songül de farkında olmasa da Sadi’nin olmadığı bir hayatı asla kabul edemez. Aksi olsa çoktan çeker giderdi ama her şeye rağmen, çektiği her acıya rağmen kaldı. Çünkü Sadi’siz mutlu olmak istemediği gibi onun yanında acı çekmeye bile razı hale geldi. Aşk zaten böyledir, hayatında öyle bir yer kaplar ki o acıyı bile, onun yokluğuna yeğlersin…
Aşk ve mantık hiç bir zaman aynı dünyaya ait değildir. Aşık biri mantığını çok net kullanamaz diye düşünüyorum. Aksi olsa Songül çoktan gider, Sadi de kendini öldürmeye kalkmazdı. Songül, Sadi’nin çekip gitmesini, kendisinden uzak olmasının sebebini sorgulamadan onu aramaya başladı. Ben zaten tam bu an artık sadakat şüphesinin masadan kalktığına kanaat getirdim. Aksi halde Songül de bu gidişi hazmeder, bir şekilde başa çıkmaya çalışırdı. Ancak hatıraları, kalbi, kaybetme korkusu üstün geldi. Adım adım takiple ulaştığı Sadi’nin başını belaya sokarak bir şekilde kendine zarar vereceğini biliyordu diye düşünüyorum. Aksi halde o depoya giderken destek ekip çağırmazdı. Songül daha evden giderken hissetti Sadi’nin kendisine bir şeyler yapacağını, sabaha kadar beklerken de onu ararken de Sadi’nin yaralı olduğu zamanları hatırladığında başına gelecekleri üç aşağı beş yukarı tahmin etti ve depoya gittiğinde de korktuğu sahne tam olarak karşısındaydı.
Sadi iki kolunu açarak, doğmamış Busenaz’ın annesine, veda ederken ağzından son çıkan cümle “sen hep gül komiserim” oldu… Sadi, Songül’ün gülüşüne aşık oldu, o gülüş için kendini feda ederken Songül de o gülüşün sebebini hayatta tutmak için “kocam olmadan asla” diyerek bir grup adamın ortasına daldı. O andan itibaren gururun ya da başka bir duygunun pek önemi kalmadı diye düşünüyorum. Aksi halde Songül oraya gitmez, Sadi de artık bizimle olmazdı değil mi? Sadi ve Songül birbirlerini en üst seviyede seviyorlar ve o sevgi olmadan yaşamak bile onlar için çok da matah bir şey değil. Bu sebeple verdikleri bu sınav onları çok aşır şekilde sınadı, test etti. Gün sonunda anladıkları şeyse şu oldu : Birbirleri olmadan yaşamayı beceremezler…
Sadi ve Songül’ün ikinci kez yüzleşmeleri artık kelime oyunlarından uzak, tamamen içeride sıkışmış olan duyguların itirafıydı diye düşünüyorum. Sadi, Songül’ün sadakatinden şüphe etmesine tahammül edemezken, Songül de Sadi’nin ondan vazgeçmesini kaldıramadı. Birbirini kaybetmek istemiyorlar, bunu da artık saklamadılar. Songül söylenen yalanlardan dolayı kırgın ama sevildiğini anladığı, Sadi’nin hala onun Sadi’ si olduğu gerçeğiyle, Sadi de Songül’ün her şeye rağmen kendisinden vazgeçmediği için mutlu oldu. Belki herkese bir ömür gelen ayrılıkları, birbirlerine duydukları aşk, güvenin geri gelmesiyle kaldıkları yerden, desteğe, aracıya ihtiyaçları olmadan devam edecekler. Aşk sen nelere kadirsin?
Songül uzun zaman sonra hayatının en huzurlu dönemine gelmiş olabilir diye düşünüyorum. Uzun zamandır Sadi’nin onu sevmediği, başkasını düşündüğü, onu bir yalana inandırdığını düşünerek cehennem azabı çekti. Sadi de Songül’ün kendisinden vazgeçmesinin acısıyla yandı. Bunların hepsini geride bırakmaları, eskisinden de mutlu bir hayata kavuşmalarıyla Songül gönül rahatlığıyla kocasına sarılabildi. Bir süredir Sadi’nin olmadığı bir hayatın ihtimaliyle, yeniden yalnız kalacağının inancıyla üşüyen bir kadının, yeniden cennetine kavuşması kadar güzel ne olabilir ki?
Aşkın kendisi mucizedir. Öyle ki onun olduğu yerde imkansız diye bir şey olamaz. Sadi ve Songül kısa süre içerisinde bir daha birbirleri olmadan yaşayacaklarına inanırken, bir anda kendi evlerinde, yataklarında, daha önce soğuk yataklara, sokaklara sığınıp, sevdiklerinin yokluğunda üşürken yeniden birbirlerine sarıldılar. Eskiden de sarılırlardı ama hep akıllarında bir acaba, bir ihtimal varken artık biliyorlar. Birbirlerini bu hayatta herkesten daha çok seviyorlar ve bunca badire sonrası aşklarını, yuvalarını kaybetmeye ikisinin de tahammülü yok.
Sadi ve Songül yuvalarını kurtardı ama ne yazık ki Derya için aynı şeyi diyemem. Mert’in üzerine yıkılan iftira sonrası Derya yeniden bir kabusun içine düştü. Kadın resmen kötü bir kabusu ikinci kez yaşıyor ve yine yanında kimse yok. Daha doğrusu Derya bu defa da yalnız olduğunu sanıyordu. Derya yaşananların ardından Songül’e karşı boynu bükük ve ondan yardım istemeye bile dili varmadı ama yapacak bir şeyi yok maalesef. O bir anne, oğlu için istemek zorunda ama buna gerek bile kalmadı. Songül, o kadar yüce gönüllü biri ki Sadi’yi affettikten sonra, kendi kafasında hala siniri devam etse de Derya’yı da affetti. İkisinin de kendisini üzmemek için yalan söylediğine, onu kırmak istemediğini kanaat getirirken, Sadi’nin de Derya’yı yalnız bırakmamasını istedi. Burada tam tersi olsaydı kim Songül’e bir şey diyebilirdi ki? Songül kocasıyla yeniden birlikte olmak istemesi dahil her şeyle suçlayabilir, Sadi ile bağını tamamen kesebilirdi ama yapmadı. Derya’yı yalnız bırakmaya gönlü el vermedi. Hem kim kimsesizliği, yalnızlığı Songül’den daha iyi bilebilir ki? Bu yüzden Mert meselesinde Derya’ya destek oldu ve içimden bir his son kez olmadı diyor.
Ah Mert, ah… Gerçekten her şey dönüp, dolaşıp onu buluyor. Sırf bir kadının hayatını kurtardı diye en büyük ceza ona kesildi, sabıkalı olduğu her fırsatta önüne sevdiği kız tarafındam çıkarıldı. Yetmedi aynı kız bu defa da onu cinayetle suçluyor. Yüzüne tükürüyor. Bir insan daha ne kadar sevgisiyle sınanır bilmem ama Mert umarım bundan sonra hayatına Gizem olmadan devam eder. Diğer yandan Mert bir yandan ablasını yeniden üzmenin, diğer yandan da aynı kabusu yine bir iftira yüzünden yaşarken ablası, Songül, arkadaşları ve Sadi dışında kimsesi yok. Ben iyilerin kazanacağına inanıyorum ve bence Mert’i oradan el birliğiyle çıkaracaklar. Servet şimdilik Mert’i korkunç bir tuzağın içine çekerken acaba en büyük düşmanlarına da bu kadar yaklaştığından haberdar mı? Serdar olmadan yürüttüğü bu küçük olay onun sonumu getirebilir mi?
Serdar demişken, onun için de çember daralıyor. Songül yaşadığı şeylerin ardından büyük ihtimalle attığı tüm adımları geri takip etti. Başından beri Serdar’ın dahil olduğu her meselede Servet kazanırken, Songül defalarca kez ölümden döndü. Ona söylenen yalandan önce hayatını toz pembe geçiren bir kadınken, sonrasında ailesini ondan alan Serdar’ı eliyle koymuş gibi yakalarken, organize şubede de dengeler oldukça değişti. Özellikle de başından beri birbirinden şüphe duyan Taylan ve Songül arasında şimdilik ateşkes ilan edildi, poğaçalar yendi diyebilir miyiz?
Taylan bu hikayede başından beri aslında huysuz, Songül’ün karşısında biriydi. Yaptığımız analizlerde onun kötü olmadığını aksine iyilerden olduğunu düşündüğümüzü söylemiştik. Taylan iki olayda aslında bende şüphe uyandırdı. Birincisi o verdiği dosya, ikincisi de çaldığı harddisk. Ama bugüne kadar Songül’ün başına gelen olaylarda genelde hep sonradan ortaya çıkması, savcının, Sadi’nin onu listeye bile almaması Taylan acaba yılan ekibinden mi sorusunu bize sordurdu. Ve son sahneyle birlikte sorular cevabını buldu ancak ben geçtiğimiz bölüm Songül’e arka çıkması bu hafta da Sadi’nin ayak izlerini kapatması zaten Taylan’ın artık durumdan haberdar olduğunu gösteriyordu. Ancak kartal ateşi ile olan alakasını henüz çözemedim. Eğer Taylan da bu operasyonun içindeyse sıradan bir polis olmadığı gün gibi ortada ve Songül henüz bu durumdan haberdar değil. Yılan ekibi dışında bir şey bildiğini de sanmıyorum ama bakalım…
Yılan ekibi şimdi tamam oldu ve Serdar’ı kıskıvrak yakaladılar. Ancak bu iş henüz bitmedi zira Mert’e kurulan tuzak bize gösterdi ki Servet’in içerideki tek adamı Serdar değil. Buradan da ortalık karışacak gibi hissediyorum, Servet’in yeni hamlesi ne olacak, hep beraber izleyip göreceğiz.
Yazımı bitirmeden önce her zaman olduğu gibi Devrim’den bahsetmek istiyorum. Bu hafta üç farklı Songül izliyor gibiydim. Rulet sahnesinde Songül’ün çaresizliğini, sevilmeyen bir kadın olmanın acısını sadece mimikleriyle aktardı diye düşünüyorum. Sonrasında aksiyon sahnelerindeki başarısı,özelikle Songül’ün gergin ve endişeli girdiği mücadeleyi sisler içinde sadece beden diliyle, arkası dönük hareketleriyle verdiğini düşünüyorum. Songül’ün ikinci adamı devirirken kafasını kaldırıp Sadi’nim hayatta olduğunu anladıktan sonra aynı şekilde devam etmesi, en sonunda başarısını, tedirginliğini kollarını içe dönük tutarak çok net yansıttı. Songül’ü her hafta inci gibi işliyor ve bize de seyretmek kalıyor.
Ertan Saban’a bir şey demek, oyununu analiz etmek şöyle dursun onu izlemek, özellikle de çok sevdiğiniz, kariyerini adım adım takip ederken destek olmaya devam ettiğiniz bir insanın yanı başında görmek ne büyük gurur. Bu hafta Sadi’nin an be an her duygusunu sadece beden diliyle bile öyle net aktardı ki Sadi’ye yeniden hayran olduk. Onu izlemek büyük bir ayrıcalık.
Bu hafta da benden bu kadar, haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.
Not : Yazı başlığı Canan Tan romanından alıntıdır.