YAZAR : Şeyma BULUT 

Derler ki insanın ömrü ait olduğu yeri aramakla geçer, bulduğunda da orada kök salarmış. Bu aidiyet bir çok şekilde ortaya çıkar. Bazen bir ev, bazen bir memleket bazen de bir kalptir. Songül ve Sadi hayatlarını yalnız ve köksüz iki insan olarak geçirdikten sonra birbirlerinin kalplerinde kök saldılar. Karabayır’daki o küçük yapı değil onların evi, onların yuvası kalpleri, aşkları oldu.

Songül, 12 yaşında ailesini kaybetti. O günden bugüne anladığım kadarıyla kimseye güvenmeden, hayatına almadan tek başına bir hayat yaşadı. Yalnızlık, insanı en korkutan şeylerden biridir. Hatta ben onu bir canavar olarak tasvir ederim ama öyle sıradan, bilindik bir şekilde değil. Bu canavar her insanı korkutur ancak ona alışınca, onun güvenli alanında kaldıkça insan o canavara önce alışıyor, sonra da sığınak olarak kabul ediyor. Songül de bugüne kadar bu şekilde yaşadı. Kimseye güvenmeden, kimseye alışmadan yaşadı. Düşünsenize Ankara’dan İstanbul’a gelirken Sadi geride Yaver’i bıraktı ama Songül amirleri hariç kimseye veda bile etmedi. Kimsesi yoktu ki veda etsin, şu kadar olay yaşadı da arayıp dert yanacağı kimsesi yoktu. Hatta aşık oldu, onu da bireysel olarak yaşıyor. Bir kişiyi arayıp da ben aşık oldum bile diyemedi. Tüm bunların sebebi de uzun zaman sonra tam karşısında duruyordu. Serdar ondan sadece anne babasını değil, güven duygusunu, aile olma hayalini, her şeyini çaldı.

Songül ve Serdar arasındaki yüzleşme sadece anne babasını kaybeden bir kadın ve katili arasındaki bir çatışma değildi. Serdar, Songül’e bir hayat borçluydu. Anne, babasının kaybı Songül’ün hayatını kökten değiştirdi. Umutla doğum günü mumlarını üfleyen o küçük kız çocuğu gitti, yerine hayata öfkeli, gülmeyi unutan ama ruhunu tertemiz bırakıp, babasının katilini bulup adaleti yerine getirmek için savaşan bir kadın kaldı. Songül orada bir an için kendini kaybedecekti, tek bir an gözünde o acıyla birlikte nefreti gördüm. Sadi de görmüş olacak ki o sihirli bir dokunuşla Songül’ü belki de sonrasında içinde boğulacağı bir azabın içine düşmekten kurtardı. Orada yaptığı küçük dokunuş Songül’ü katil olmaktan, ruhunu, kana bulamaktan kurtardı.

Hep diyorum ya Songül, Sadi’nin aydınlık yanı, güneşi, kutup yıldızı diye, bence Sadi sevdiği kadından aldığı ışığı ona geri yansıtarak, Songül’ün karanlığa düştüğü anlarda onu ışıkta tutuyor. Songül neredeyse katil olup, karanlığa düşeceği anlarda Sadi buna izin vermedi. Belki Serdar’ı hayatta tutamadı ama Songül’ün büyük bir buhran yaşamasının önüne geçti. Aslında Songül intikamını alınca belki rahat edeceğini düşünebiliriz ama bence etmezdi. Songül asla intikam peşinde koşan biri olmadı, adalet istiyordu. Babasının, annesinin katilini adalete teslim edip, onların rahat uyumasını sağlamaktı tek amacı ve bence Songül operasyon VS dışında böylr bir şeyi kaldıramaz. Sadi birinin canını almanın karısına, onun ruhuna ne yapacağını o kadar iyi biliyordu ki buna asla izin vermedi. Songül eğer orada geri durmasa adım kadar eminim silahını alır, Serdar’ı alnının ortasından vururdu yine de Songül’ün ruhuna bunu yüklemezdi. Songül yaşananların ardından hem vicdanen rahat hem de artık yalnız olmadığını anladı diye düşünüyorum.

Bu hayat Songül’e hiç adil davranmadı. Önce ailesini aldı, sonra onu derin bir yalnızlığa mahkum etti. Ancak karma diye bir şey vardır. Serdar yapayalnız öldüğü bir yerde Songül diğer yanı ve kardeşini alarak gitti. Songül iki insan kaybetti, hem de her şeyden çok sevdiği iki insanı bir ihanet sonucunda kaybetti ama hayat ona her şeyiyle güvendiği iki insan verdi. Bir yanına kocasını diğer yanına artık manevi oğlu öı kardeşi mi dersiniz Yaver’ini alarak olay yerinden ayrılırken bence içinde huzur da vardı. Songül artık yalnız değil ve bu ona bir ömür yeter diye düşünüyorum.

Songül çok duygusal, çok narin görünse de aslında zehir gibi bir polis. Serdar’ın bir şeyler karıştıracağını hissederek üstüne dinleme cihazı yerleştirip, onu kıskıvrak yakaladı. Şimdi burada benim aklımı karıştıran Taylan, Semih ve Ahmet başsavcıya durumu anlatamaması oldu. Aslında ilk yapacağı şey onlara haber vermek olması lazımdı zira üstüne dinleme cihazı yerleştirecek kadar şüphe duyduğu bir durum olmuş ama söylemedi. Bence ailesinin meselesiyle ilgili Songül hala Sadi ve Yaver dışında kimseye güvenmiyor. Operasyonu bitirince haber verecekti büyük ihtimalle ya da orada büyük patrona ulaşsa haberdar edecekti ama Serdar’la tek başına yüzleşmek istedi. Onun yaralarını, acılarını kimsenin görmesini istemedi diye düşünüyorum. Songül hayatını o yaraları saklayarak geçiren bir kadın, kocası ve kardeşi dışında kimse zayıf tarafını görsün istemedi diye düşünüyorum. Kaldı ki benim de özellikle savcının Sadi’ye Hansel ve Gratel’deki cadı gibi iyi davranması canımı sıkmaya başladı. Bana paranoyak demeyin ama Sadi’nin bu kartal ateşi meselesinde canı yanacak gibi hissediyorum. Burada Songül ne gibi bir tepki verecek bilmiyorum ama hala kartal ateşi meselesini bilmediğini düşünüyorum. Burada da Songül’ün ilerleyen zamanlarda özellikle Taylan ve bu operasyona tavrı değişebilir diye hissetmeye başladım. Elimde bir veri yok ancak bu durumun Songül’e söylenmemesi bu ateş operasyonun bir sebebi olduğu ve bunun da doğrudan Sadi ile ilgisi olduğu düşüncesine kapılmama sebep oluyor. Bu mesele açılmadıkça Songül’e işin içinde bir risk faktörü olduğu hissi geliyor. Umarım ki bu işin sonunda Sadi ciddi bir hasar almaz zira Songül bunu kaldırabilir mi, orada ciddi şüphelerim var.

Son zamanlarda Songül ile gözüme çarpan en dikkat çekici durum Sadi’yi kaybetme korkusu oldu. Daha ilk mektubu okuduğunda bu korkusu yüzünden kontrolünü tamamen kaybetmişti. Sadi’nin başkasını sevmesi, gitmesi, zarar görmesi ihtimalleri Songül’e ciddi travmalar yaşattı. Sevildiğini anladığında, onu bir kamikaze saldırısından aldığında artık her şey önemini yitirdi. Songül, Sadi’nin onu her şeyden çok sevdiğini anladığında tüm kırıklıklarını, acılarını bir köşede bıraktı,affetti. Şimdi bu kartal ateşi ona ne yapacak bilmiyorum ama o gün bir şeyleri anlayan tek kişi Songül değildi, Sadi de hem Songül hem de ilişkileri hakkında kafa karışıklıklarını geride bıraktı.

Sadi bu ilişkide hep geride duran, içinde yaşayan ancak gözleriyle, bakışlarıyla aşkını gösteren ama asla karşı tarafa elini açmayan kişiydi. Hatta Songül hep daha cesur olan taraftı. Bu bende uzun zaman kafa karışıklığına sebep oldu. Neden diye sorguladım, neden Sadi bir türlü kendini açmıyor, geçmişiyle barışmıyor diye düşünürken karşıma o depoda çıkan manzara her şeyi anlattı. Songül, Sadi’ye git dediğinde onun için artık yaşamanın, kimliklerin bir anlamı kalmamıştı. Sadi olarak o evden çıkıp, Emin olarak düşmanlarının karşısına çıktı. Sadi o gün aslında tüm varlığı ile Songül’e aşık olduğunu ancak iki kimliğiyle de onu mutlu edemediğini düşündü. Zira Sadi, Songül’ün kocası olsa da Emin ölmeliydi çünkü onun geçmişi Songül’ü üzdü. Sadi’nin yüzüne kondurduğu gülümseme, Emin’in karanlığı yüzünden silindi. Daha doğrusu Sadi’nin sınırlı sevgiyi görme kapasitesi bunu böylr algıladı. Halbuki Songül, Sadi’yi her şeyiyle sevdi,kabul etti. Sadi bunu görünce karısına karşı tamamen pür bir hale geldi. İsteklerini, arzularını açıkça göstermeye hatta direkt göstermeye başladı. Songül artık Sadi’nin onu çok sevdiğini, evliliklerinin her şeyiyle gerçeğe dönmesini istediğini biliyor. Bence bu durumda Sadi’nin bu kadar çabalaması, etrafında pervane olması da bir tık hoşuna gidiyor diye düşünüyorum.

Sadi ve Songül aradaki sırlar aradan çekilince en saf halleriyle birbirlerine kavuştular. Eskiden başka meseleler, ilişki imaları onlar arasında kuşkuya sebep olurken şimdi sadece birlikte bir hayat geçirmeye hazır olduklarını yeniden söylemek için bir bahane oluyor, o kadar. Ben sevginin söylenmesinden ziyade hissedilmesi, hissettirilmesi gereken bir duygu olduğunu düşünüyorum. Songül ve Sadi birbirlerini çok uzun zamandır seviyorlar ama bir türlü bunu gösteremediler. Bu sebeple Songül aldatıldığını, Sadi de hiç sevilmediğini düşündü. Şimdiyse durum çok farklı, onlara biri gelip benzer cümleler kursa, birine kocan seni aldatıyor, diğerine seni sevmiyor deseler güler geçerler. Artık biliyorlar… Önlerinde bir ömür var ve onlar bu ömrü birlikte geçirecekler.

Sırlar ilişkilerin kurdudur. Bir ilişkide sır varsa her zaman için tehlike var demektir. Songül ve Sadi aradaki sırlar bitince mutluluğa kavuştu. Yaşadıkları cehennemden çıktılar ancak tüm bu yaşananları bir kişi en ön sıradan izlemesine rağmen hala anlamamakta ısrar ediyor : Derya! Mert, üzerine atılan iftira sonrası cezaevine girdi ve Derya kardeşinin yanına gittiğinde onu içeriye alışmış, sertleşmiş buldu. Sadi’nin babası olduğu sırrını saklaması, Mert ve Derya ilişkisinin dinamiti olacak. Mert değişiyor, sertleşiyor. Gözündeki merhamet yerini sertliğe bırakırken nahifliğini de kaybediyor. İki kez aynı iftirayı yaşayan, sistemin yok etmeye çalıştığı her genç gibi işi kavgayla çözeceğini düşünmeye başlaması an meselesidir. Bu yüzden eski Mert belki babasını öğrenince kızacaktı ama sonunda annesini afdederdi ancak şimdi Mert ne yapar? Bunu kestirmekte zorlanıyorum. Doğru olmanın yetmediğini düşünmeye başlaması durumunda Mert’in içinden can düşmanı Araz gibi biri çıkacak diye korkuyorum vallahi ne yalan söyleyeyim.

Araz demişken… Onun tarafta trafik karışmak üzere, hem de öyle böyle değil. Bir yanda Gizem bir yanda Aylin var ve Araz sanki geçmişle geleceği arasında sıkışmış gibi bir görüntü sergiliyor. Gizem, Araz’ın geçmişi, çocukluk hayali, onun sokaklardaki tavrını benimsemiş, onu değiştirmek gibi bir gayesi olmayan biri. Ancak Aylin öyle değil, Araz Aylin’le olmak istiyorsa kötü olmamak zorunda diye düşünüyorum. Mesela Aylin’e yetişme tarzını, mecbur kaldığı şeyleri anlatırken Aylin’i de benzer durumlardan geçtiğini görüyor. Ben bu durumun Araz için ilham olacağını düşünüyorum. Zira birini sevmek onun kötü yolda olduğunu bile, bile her şeyiyle kabul etmek değildir. Bazen değişime zorlamak lazım, göstermek lazım diye. Aylin iyiliği, mücadeleci yapısı, pes etmeyen ruhuyla bunu Araz’a gösterebilir, ona iyi olması, doğruyu yapması için bir yol açabilir yani Araz da isterse. İsterse o da hocası Sadi gibi kendini her şeyiyle kabul eden değil ama ona ışık olan bir kadının yanında aşkı bulabilir diye düşünüyorum, kim bilir?

Aşk insanı iyileştirir, tedavi eder, ruhuna iyi gelir. Sadi içine düştüğü aşkla iyileşti, kendine geldi, geçmişiyle barıştı ama daha da önemlisi kendisini affetmeye başladı. Eskiden insanların arasında Songül’e yaklaşırken üç kez düşünen Sadi, şimdi emniyete elinde çiçeklerle gidebiliyor. Bu aşkı hep dört duvar ardında yaşarken, ya da sadece Songül insanlara bu aşkı gösterirken şimdi Sadi de çekinmeden bunu yapıyor. Songül ona yer açtıkça o da kendini ona layık görmeye başladı diye düşünüyorum. Tamamen bu durumu atlatamasalarda her durumda o ahşabın üstünde artık iki kişiler ve bunun farkındalar. Bu aşkın mucizesi değil de nedir değil mi ama?

Sadi ve Songül ya da Afife ve Talat her isimde, her şekilde birbirleriyle bir dünya kurdular. Sadi için o dünyanın hakimi Songül. Öyle bir aşkla bakıyor ki karısına hayatının, dünyasının tüm kontrolünü ona bıraktı. Özellikle ikili ilişkilerinin tüm kontrolü Songül’ün ellerinde ve Sadi bu durumdan çok memnun. Öyle ki Songül’e o çok sevdikleri Titanik filmindeki “Ben dünyanın hakimiyim” repliğinin ardından, “Ben dünyanın hakimine aşığım” sözlerini söylemesi bunun işaretiydi bence. Sadi’nin tüm dünyası Songül ve ona karşı yönelen her tehdidi yok etmek için elinden geleni ardına koymayacak diye düşünüyorum.

Sadi ve Songül gizli göreve giderken Servet tarafından fark edildiler. Servet ikisinden de kurtulmak için son bir hamle yaptı, bir tekne kazasına sebep olarak hem Songül’den kurtulacak hem de olaya kaza süsü verecek. Bizimkiler oradan nasıl kurtulur bilmiyorum ama Sadi Payaslı çözer diyorum.

Ben de Songül gibi,Sadi’ye çok güveniyorum. Bu hafta Songül’ün görmediğimiz son iki rengini de gördük diye düşünüyorum. Serdar ile yüz yüze geldiği anlarda saf bir öfke, ardından acı ve buruk mutluluğunı gördüm. Ben Devrim’in aksiyon sahnelerindeki yeteneğine hayranım. Özellikle Serdar ile yüzleştiği anlada Songül’ ün öfkeyle karışık acısını mimik bile kaçırmadan aktarırken, dövüş sahnesinde de tek bir hareketi kaçırmadı. Bölüm boyunca da bu başarısını devam ettirdi. Özellikle Ertan Saban’la karşılıklı sahnelerdeki paslaşmalarını izlemek büyük keyifti. Önümüzdeki bölümlerde kartal ateşi ile birlikte sanırım çok daha üst seviye performanslar izleyeceğiz diye düşünüyorum, herkesin gönlüne sağlık.

Bu hafta aksyonel sahnelerle Özgü Delikanlı da oldukça başarılıydı. Mert’in ani değişimlerini ekrana iyi taşıdı diye düşünüyorum.

Bütün ekibin emeklerine sağlık, haftaya görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Benim Evim Senin Yanın (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 24.bölüm)” için 4 yorum

    1. Çok güzel ve derin bir yazı. Sadi ve Songül aşkının her detayı ince ince kaleme alinmiş yazan ellerinize kaleminize yüreğinize sağlık 👏❣️

      Beğen

  1. ”Sadi hayatlarını yalnız ve köksüz iki insan olarak geçirdikten sonra birbirlerinin kalplerinde kök saldılar. ”
    Sadi ve Songün çoğu zaman bakışarak anlaşıp birbirlerinin yaralarını sarıyor. Tıpkı topraktaki ağaçların kökleri ile iletişimde olup biri güçsüz düştüğünde köküyle diğer ağaca güç vermesi gibi.
    Zor bir hayat bekliyor onları ama aralarındaki bu mistik güç oldukça yıkılmayacaklar daha da kök salacaklar sım sıkı…

    Yüreğine kalemine sağlık 🙂

    Beğen

Yorum bırakın