YAZAR : Şeyma BULUT
Hayat iniş çıkışlarla dolu bir yolculuktur. İnsan tercih bu hayatı tercih ettiği şekilde yaşar ve bedelini öder. Ama iyi ama kötü olur bu ancak bir şekilde olur. Sadi gençlik yıllarından bu yana bir hayat tercihi yaptı ve onu yaşadı. O hayat için, içinde olduğu dünya için bir çok şeyi feda etti ve bir gün bu dünyadan çıkma şansı yakaladı. Ona yeni bir hayat ve yeni bir kimlik verildi. Sadi ikinci şansının bu verilen kimlik olduğunu sanıyordu ta ki onu gözetleme işine verilen polise aşık olana kadar. İnsanın ruhu değişmedikçe, doğru ve yanlış arasındaki farkı net göremez diye düşünüyorum. Songül de Sadi’ye tam olarak bunu yaptı, onun ruhunu besledi, değiştirdi ve şu an karşımızdaki o bambaşka adamı yarattı.
Sadi, yeni hayatına başladığında öğrencileriyle bir kefaret, yardıma ihtiyacı olan çocuklara yardım ederek, zor durumda olanlara yardım eli uzatarak bir hayat yaşayacak, sonra da uygun bir vakitte ölecekti. Sadi’nin en başında planı buydu ama işler pek öyle gitmedi. Songül ile tanıştığında ne ona aşık olacağını ne de onun kendisini bu kadar değiştireceğini tahmin bile etmemiştir diye düşünüyorum. Asıl mesele zaten Sadi’nin değişmesi değil, şu anda yaşadığı hayatı sadece ikinci şansı için değil, Songül için de yaşaması. Hatta sadece onun için bambaşka bir dünya inşa etmeye çalışıyor. Sadi çöplük diye lanse edilen o dünyadan çıkmak için her şeyi geride bırakan bir adam ama o dünya bir noktada Songül’e zarar verme noktasına gelince, Sadi’nin gözü ne ikinci şans ne de yeni hayatını gördü. Gözünü kırpmadan kendisini yeniden o dünyanın içine gireceği bir konumda buldu ve bundan zerrece pişmanlık da duymadı. Halbuki Sadi bugüne kadar geçmişini anmak dahi istemeyen, Emin ile ilgili bir çok şeyden nefret eden bir adamdı. Hatırlarsanız onun geçmişi Songül’ü kafasına silah dayama noktasına getirince bütün kimliklerinden sıyrılarak hayatını sonlandırmaya karar vermiş, Songül yetişmese gerçekten onun hikayesi orada bitecekti. Sadi’nin kendiyle ve de geçmişiyle barışmaya başladığı anda da tam olarak o andı. Zira orada Sadi Payaslı olarak değil baya baya Emin’di ve Songül onu ölümden çekip aldı. Sadi tam da o an anladı karısının komple, her şeyiyle kendisini sevdiğini, değer verdiğini. Abartmak istemem ama bence Sadi’nin kalbi, ruhu bence tam olarak o an çiçeklendi, tüm ama ve fakatlardan kurtularak kendini bu sevginin kollarına bıraktı diye düşünüyorum.
Ne demiş üstad?” Her şey bir insanı sevmekle başlar…” Sadi bir kaç sene kefaret ödeyip sonra da kendini yok etmek için başladığı yeni hayatında artık gelecek planları yapan, hayatına devam etmek isteyen birine dönüştü. Sabah uyandığında aynada gördüğü adama artık kızmıyor. Onun artık kızgın ya da üzgün olması için bir sebebi yok çünkü her sabah onu karşılayan, seven bir kalp var hayatında. Sadi kendisine böyle bir şeyin hayalini kurmaya bile izin vermezken, şimdi bunu Songül ile paylaşıp, mutluluğun tadını çıkarıyor.
Songül çevresine sevgi saçan, mutlu olduğunda herkes mutlu olsun isteyen bir kadın. Tüm hayatı acılar içinde geçmiş olsa da hayat ona da bir yol sundu ve nefret ederek girdiği hayat onun nefes alma alanı oldu. Songül için hep diyorum ya Sadi’nin içinden bambaşka bir adam çıkardı diye peki size sormak istiyorum. Sizce Songül bunu kasten, bilerek ve özel çaba ile mi yaptı? Kesinlikle hayır. Songül sadece olduğu gibi davrandı, kalbindeki ışıkla Sadi’nin karanlığına güneş gibi doğdu o kadar. Sadece severek, önemseyerek, hayatta herkesin ikinci şansa, sevilmeye layık olduğunu göstererek yaptı bunu. Halbuki 12 yaşından bu yana Songül de sevgisiz, eksik büyüdü ancak o Sadi’den farklı olarak kalbini karartmadı. Aksine o küçük kızın umutlarını, hayallerini, neşesini hep saklı tutmuş içinde ve gün gelip de aşık olunca, ruh eşini bulunca o çocuk olduğu gibi ortaya çıktı. Hayatında her şeyi tek başına yapmaya çalışırken şimdi onu kendisinden de önce düşünen, her hareketini izleyen, aldığı nefesi nefesi sayan bir adamla olmanın huzurunu yaşıyor. Bu hayatın mucizesi, aşkın en güzel sonucudur diye düşünüyorum.
Songül ve Sadi sıradan bir karı koca hayatı yaşayan bir çift değil. Birbirlerine çok aşık bir çfit olmalarının yanı sıra onlar iş ortağı, arkadaş hatta suç ortağı bile oldular. İki insanın birbirine aynı anda bu kadar farklı şekilde bağlanmasını sadece aşkla açıklamak bence mümkün değil. Sadi ve Songül birbirlerine büyük bir aşkla bağlı ancak o kadarla sınırlı değil diye düşünüyorum. Bence onlar aşık olmadan önce birilerine güvenip, inandılar, arkadaş oldular aşk akabinde geldi. Buna kısaca bağlılık da diyebiliriz diye düşünüyorum. Sadi ve Songül birbirlerine kalpten bağlı, çıktıkları her yol ortak, varmak istedikleri her yere birlikte varmak istiyorlar bence bir insan böyle birine sahipse çok da fazlasına ihtiyacı kalmaz diye düşünüyorum.
Songül yılan ekibiyle Sadi’nin tüm itirazlarına rağmen bir kumarhanede gizli göreve gitti ve tabii ki ne Taylan ne de kendisi hiç bir şey bilmediği için sudan çıkmış balığa döndüler. Rulet masasına ilerlerken birden operasyona Sadi’nin dahil olmasıyla içeride işler iyice karıştı. Songül’ün kocasını orada görmesine şaşırmamasına ya da sevinmesi anladım ama huysuz şirin lakabıyla bilinen bir başkomiserin buna ses çıkarmaması beni oldukça şaşırttı. Hatta ayak uydurması, Sadi’nin kurallarıyla oynaması derken bana biraz kal geldi arkadaşlar şimdi ne yalan söyleyeyim?
Başa dönelim, Sadi ve Songül ilk kez gizli görevde değiller. Daha önce de defalarca kez başka karakter ve rollerde gizli göreve çıktılar. Talat ve Afife sonrası da Alfonso ve Frenceska olarak bambaşka kimliklerle rollerini müthiş oynadılar diye düşünüyorum. Burada bir parantez açmam lazım, Sadi’nin karısına ya da diğerlerine güvenmediğini sanmıyorum. Ama daha iki gün önce ölümden çekip aldığı karısını, daha Kırdarlar yakalanmadan tek kişiyle hem de hiç bilmedikleri, bulunmadıkları, nasıl davranacaklarını bilmedikleri bir yere tek göndermesi mümkün değildi. Servet defalarca kez Songül’ü öldürmek istemişken,bunu onu yalnız ya da korumasız gördüğü her an yeniden yapacağı ihtimali ortada dururken Sadi daha önce de dediği gibi evde oturup, belgesel izlemez. Bu yüzden Taylan ve Songül’ün operasyonunun tam ortasına daldı. Az önce de dediğim gibi Taylan gibi birinin Sadi’yi bu kadar kolay kabul etmesi benim bütün antenlerimi açmama sebep oldu.
Taylan ve Ahmet başsavcı başından beri Sadi’ye kendilerinden biri gibi davranıyor. Semih hiç böyle değildi ama onlar böyle devranmaya devam ettikçe ben bir karıştım. Özellikle de Taylan ile başlamak istiyorum. Şimdi bu adam değişti desem Bahri ve Melike’ye de aynı şekilde yumuşak davranması lazım diye düşünüyorum. Ancak nedense öyle değil. Bu kartal ateşi operasyonunun altından ne çıkar bilemem ancak sandığımız gibi sadece dışarıdan desteklenen bir şey olmadığını düşünmeye başladım.
Öncelikle böyle düşünmemin en önemli sebebi böylesine büyük bir operasyonu Sadi’nin bilip, Songül’ün bilmemesi. Şimdi ben kendimce Songül bilmiyor diye kabul ettim, çünkü bugüne kadar daha bir kere bile Songül bu kelimeye bir tepki vermedi. Defalarca hem Sadi hem de Taylan söyledi ama Songül asla tepki vermiyor ya da onun ağzından bu kelimeyi hiç duymuyoruz. Size komplo teorisi gibi gelmesin ama bu operasyonun doğrudan Sadi ile ilgisi olduğunu düşünmeye başladım ben. Başka bir yere çıkmıyor mesele, her nedense bu işin sonunda Sadi’nin çok önemli bir rolü olacak ama bunu şimdilik Songül’ün bilmemesini sağlamaya çalışıyorlar diye düşünüyorum. Sadi’nin ikinci şansı için bu iş nereye varacak bilmiyorum ama Sadi, Songül yanında olduğu sürece onun için her şeye göğüs gerecek kadar güçlü ve sadece kartal ateşi değil her şeye, herkese yetişecek kadar güçlü bir adam olduğunu düşünüyorum.
Sadi bu hayata kaybedilen bir kız çocuğu için girdi ancak bir çocuğun ölmesi için sadece hayatının sona ermesi gerekmez. Sadece doğacak Busenaz’ın değil, Sadi’nin yanı başında solan çiçek Melek’in de hocasına çok ihtiyacı var…
Ah Melek, ah… Bu hafta beni perişan etti desem yalan olmaz. Melek bizim hikayemizin sesi en duyulmayan ama en güçlü kız çocuğuydu. Bir kabusun içinde yaşarken sesi çıkmadı zira o sesi kimse duymaz diye düşünüyordu. Melek, sırf annesine zarar veriyor diye üvey babasını sakatlayarak cezaevine giren bir kız çocuğu. Bir delikte yaşayan Melek, eve döndüğünde ıslah evinden çok daha kötü bir cehennem onu bekliyordu. Zira babası sadece annesini döven değil, Melek’i de istismar etmek isteyen bir canavar. Melek uzunca süre sesini annesine duyurmak istedi. Bağırdı, çağırdı, anlattı ama ne yazık ki olmadı. Aygün, kızının sesini asla duymadı. Ona hiç inanmadı. Belki zamanında inansa, o evi terk etse, kızıyla yeni bir hayat istese bugün ne cezaevine girecekti, ne de Melek başına gelen o felaketi yaşayacaktı. Aygün, sonunda kızını duydu ama onu dinlerken değil, Celal ona tecavüz etmek isterken Melek’in korku ve çaresizlikle attığı çığlığı duydu. Aygün bugüne kadar olanların kefaretini ödemek ister gibi her şeyi üstüne alarak, kızının adını bu işin dışında tutmak istedi. Açıkçası ona çok kızsam da yapmaya çalıştığı şeyi anladım. Kızına inanmayan bir anne olarak, Melek daha fazla hırpalanmasın, bunu kimse duymasın diye tüm sorumluluğu üstüne almak istedi ancak buna bir kişi asla inanmadı : Songül.
Melek ve Aygün teslim olmaya geldiklerinde onları emniyette Songül karşıladı. Olanlar anlatılırken Songül’ün yüzünde bir ifade vardı ve zaten Melek’e dokunduğunda onun irkilip, canının yanması Songül’ün aklına başka bir olasılık getirmemiştir. Üvey baba, eline aldığı bıçakla kocasını öldürmeye kalkan bir anne, canı yanan, ürkek bir kız çocuğu… Zaten başka ne olabilir ki? Adli vakalarla biraz haşır neşir olan herkesin aklına ilk nu ihtimal gelecek ki Songül tüm sevgisiyle sardı Melek’i, korumak ister gibi acısını almak ister gibi sarıldı. Dahası ondan daha küçük bir yaşta kimsesiz kalan bir çocuk olduğu için onun yaralarını sarmak istedi ve bence bunu biraz da olsa başardı diye düşünüyorum.
Melek emniyetten Zülfikar ile ayrılıp da okula geldiğinde başı öndeydi. Hep ama hep önde… Aylin’i omzuna yatarken de Sadi ile konuşurken de omuzlar içerideydi zira her kız çocuğu gibi başına gelen şeyden ötürü utanıyor. Sadi, Melek ile konuşurken onunla belli bir mesafedeydi ancak Melek’e verdiği güven buradan bile anlaşıldı. Melek için Sadi çok özlemiş ama biz bunu pek anlamamışız. Zira bakar mısınız? Melek sadece ona açtı içini, ona döktü. Utandığını söyledi. Songül, Melek’in yalnızlığını ve nasıl olduysa Sadi de çaresizliğini anladı. Hayatta güzel şeyler de oluyor derken, arkadaşlarını, Songül ve kendisini söylerken ona umudunu kaybetmemesini, çaresiz olmadığını anlatıyordu. Melek şimdi kendini berbat hissetse de artık onu, hayatını bitirmek isteyen bir cani yok yanında, yalnız değil. Zaman geçtikçe daha da güçlenerek, ayağa kalkacağına eminim. Melek çok güçlü bir insan, bunu da başaracak. Başına gelenlerin ardından yıkılmayacak diğer kale kim biliyor musunuz? Mert Yılmaz.
Mert sonunda üzerine atılan iftiradan kurtulup, yeniden evine, ablasına, arkadaşlarına kavuştu. Ancak giden adamla dönen adam arasında dağlar kadar fark var. Mert daha sert, daha güçlü geri geldi. Evde yemek masasında bir şeyler söylerken aslında eksikliğini anlatıyordu. Mert, Derya yüzünden hayatı oradan oraya sürgün hayatı yaşamakla geçmiş. Yanında ne anne diyeceği biri ne de babası vardı. Derya bir şekilde kendisi anne olamadığı için, yani neden demedi hala muamma ama şu anda bile bu yalanı ısrarla devam ettiriyor. Hatta öyle bir tavrı var ki, ben anne olamadım Sadi de baba olmasın, tatmasın bu duyguyu kafasında ilerliyor. Derya’nın geçmişteki sebebini bilmiyorum ama şu anda bunu söylememesi için bir sebep olduğunu sanmıyorum. Zaten Mert babasıyla bir çok özel zamanı kaçırdı, asla ileride doğacak Busenaz ya da adı ne olacaksa o küçük çocuğun kuracağı bir bağ gibi bir ilişkisi olamayacak zira o çocuk hem istenen hem de bir evlilik içinde doğan, Sadi’nin dizinin dibinde büyüyecek bir çocuk olacak. Mert’in asla sahip olmayacağı şeyler bunlarken, başına gelenlerin ardından en azından sırtını dayayacağı bir babasının olmasını hak ettiğini düşünüyorum. Derya, Sadi’ye olan öfkesinden ne bunu ne de Kıvanç’ın dengeeizliklerini fark edemiyor. Anlıyorum bir yandan oğlunu kaybetme korkusu fa yaşıyor ancak en azından babasına söylese, bu durumu bir şekilde toparlarlardı diye düşünüyorum. Şimdi hele bir de Servet’in Mert’e bulaştığını öğrenen Sadi’ bin Derya karşısında çok da sakin kalmayacağını düşünüyorum.
Servet demişken, artık yolun sonu geldi demiştim. Teknede Songül’ü öldürmek için tekneyi batırmak istedi ancak Sadi’nin manevra kabiliyetini, on parmağında on marifet olduğunu bilmediği için yapamadı. Ancak kafasına koydu, Songül’ün sonunu getirecek. Açıkçası ben Servet’in aşırı takıntılı ve ruhsal sorunları olan biri olduğunu düşünüyorum. Aksi halde göz göre göre bu kadar hatayı kimse yapmaz. Ancak güç onu kör etmiş, Songül’ün üstüne geldiğini, polis olduğunu bile bile onlara tuzak kurdu. Servet bence hırsının kurbanı olacak ama orada bir tanıdık yüz daha karşımıza çıktı : Gizem.
Gizem küçük torun için o evde kalırken, Mert’in başına gelenleri duyunca kendisinin de hedef olduğunu düşünerek ya da bağına bir şey gelmesi ihtimaline karşı Araz’ın silahını çaldı. Songül ve Sadi tam tuzağa düşmüşken karşılarında Gizem’i buldu. Şimdi ne olacak bilmiyorum ama Afife ve Talat hem kendilerini, hem Gizem’i hem de küçük Aslı’yı o cehennemden sağ salim çıkarmak zorundalar. Yapacaklar mı, bakak görek artık.
Uzun zamandır izlediğim en güzel bölümlerden birini izlediğim için tüm ekibe, senaristlerimize, başta Devrim Özkan ve Ertan Saban olmak üzere tüm oyunculara ve kamera arkasında çalışan set emekçilerine teşekkür ederim. Gönlünüze bereket.
Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.
Sabah uyandığında aynada gördüğü adama artık kızmıyor. Onun artık kızgın ya da üzgün olması için bir sebebi yok çünkü her sabah onu karşılayan, seven bir kalp var hayatında.
Aynalara sürekli su sıçratması belki kendi yüzüne net bakamamasındandı kim bilir….
Teşekkürler harika bir analizdi 🙂
BeğenBeğen
O kadar güzel yazmışsınız ki kaleminize kuvvet
BeğenBeğen