YAZAR : Simay DEMİR
Aşkın bir yaşı var mı sizce? Ben aşkın bir ömrü olup olmadığını deneyimleyemeyecek kadar tecrübesiz olsam da bana göre gerçek aşka ömür biçilemeyecek kadar özel bir duygu. Evet belki zamanla insan değiştiğinden, ihtiyaçları farklılaştığından duyguları da değişebiliyordur. Fakat bana göre gerçek aşk tüm engelleri geçebilecek kadar güçlü olmalıdır. Doğa ve Fatih’in aşkı ne kadar gerçek bunu zaman gösterecek sanırım.
Doğa ve Fatih rüya gibi bir tanışmayla başladıkları bu aşka, ailelerin dahil olmasıyla kabusa döndü adeta. Çünkü gün geçtikçe Doğa Fatih’in aslında tanıdığı aşık olduğu kişi olmadığı gerçeğiyle yüzleşti. Ne kendi ne de evlatları için hiçbir mücadele vermeyen, elini taşın altına koymayan biri olduğu kanısına vardı ve aslında içine attığı, yuttuğu her olayın birikimiyle duvar kağıdını yırtılmasıyla Doğa’daki bardak da son damlasını alıp taşmış oldu. Şimdi dışarıdan bakıldığında Doğa sanki sadece bir duvar kağıdı yüzünden gitmiş gibi görünse de; o, aslında çok daha derin mevzuların konuşulmayıp halının altına süpürülmesi sonucu bu noktaya geldi. Mesela Fatih ailesiyle olan hiç bir tartışmada Doğa’dan haksız dahi olsa özür dilemedi, ailesi ne yaparsa yapsın Fatih bir kez olsun Doğa’nın arkasında durmadı. Fakat asıl mesele ne biliyor musunuz? Daha önce yapılan her şey sadece Doğa’nın şahsına yapılıyordu, o yüzden Doğa olanları sindirip susabiliyordu ama bu kez farklı, bu kez hem annesinin şahsına hem de çocuklarının özel alanına müdahale edildi. Bu da demek oluyordu ki Doğa çocuklarını asla istediği gibi büyütemeyecek, o ailenin isteğine uygun biçimde yetiştirileceklerdi. Bu Doğa için bir kırılma noktası oldu ve Fatih’i terk etti. Bence Fatih’i terk etmesinin en önemli sebebi Doğa’nın önceliklerinin değişmiş olması. Doğa Fatih’e olan aşkı sayesinde onunla evlenmeyi kabul etti ve ailesinin evine kendi rızasıyla taşındı. Fakat Fatih ailesinden isteyemediği şeyi Doğa’dan istedi. Ondan değişip ailesine ayak uydurmasını istedi. Belki Doğa Fatih’e eskisi kadar güvenebilseydi yine ne yapar eder onlara ayak uydurmanın bir yolunu bulurdu ama Fatih onu bu yolda yalnız bıraktı ve Doğa istese de artık tek kişilik düşünemez çünkü o bir anne. Daha doğurmamış olsa da o içinde günden güne büyüyen iki canlı barındırıyor ve onları düşünmek zorunda. Bu yüzden bir seçim yaptı ve onları mutlu yetişeceği bir ortamda büyütmek aşkından üstün geldi. Bu tabi ki Fatih’i sevmediği anlamına gelmez. Ama onunda dediği gibi en çok o çocuklarını düşünüyor ve mutsuz olacaklarına aşkından ayrı kalmayı tercih etti. Doğa bu kararında ne kadar ciddi, gerçek düşüncesi bu mu yahut bu kararında duracak mı? Bunu zaman gösterecek ama en az Doğa kadar Fatih’te tam olarak ne istediğini bilmiyor.
Fatih “Doğa’ya sen benim neler yaşadığımı, sana yansımasın diye nelerle uğraştığımı bilmiyorsun” dediğinde durup bir düşündüm Fatih bu evlilik için neler yaptı diye. Bu evliliğe gelin bir de Fatih açısından bakalım. Fatih muhafazakâr bir ailede büyüyen kısmen bu düşünceye sahip biri. Evlenmeden sevdiği kadının hamile olması haberi ailesi için tam bir felaket demekti ki Abdullah bey Fatih’i evlatlıktan men etme noktasına dahi geldi. Üstelik ailesinin hiç onaylamadığı bir gelin adayını “evleneceğim” keskin kararıyla dikildi karşılarına. Belki de Fatih ilk kez babasına karşı çıkıyordu, bu onun için gerçekten büyük bir adımdı ve Doğa için atmıştı bu adımı. Daha sonra aileler devreye girmiş ve her hali ve hareketiyle onu istemediğini açıkça belli eden kaynanasını idare etmek zorundaydı , iki ailenin bir arada olduğu her an ortamda gerginlik hakimdi ve Fatih iki aileyi de idare etmek zorundaydı. Bu da Fatih için çok zordu zira anne babasının dediği onun için emir sayılır ikilemezdi ama ne Doğa ne de annesi buna uymaya pek niyetleri yoktu. Babasına ve onun görüşüne tamamen bu aileyi sırf Doğa’yı seviyor diye ailesine akraba etmişti. Bu yüzden olan her aksilikte yahut gerginlikte ilk olarak Doğa suçlanıyordu ve Fatih buna engel olacak hiç bir şey yapamıyordu. Üstelik üstünde her geçen gün daha büyük aile baskısı oluşuyor ve Fatih boğulacakmış gibi olurken Doğa bu konuda asla ona yardımcı olmuyor aksine bir de sürekli sorun çıkartan tarafta yer alıyordu. İşte Fatih’e göre evlilikleri tamda böyle ilerliyordu. Halbuki Fatih’in tek yaptığı annesi gibi düzeni ve rahatı bozulmasın diye sorunları halının altına süpürmekti. O ne yaptıysa kendi hür iradesiyle yaptı. Paçasını bir olayda en kolay nasıl kurtarabilecekse öyle davranıp, Doğa’yı daha çok hırpalamaktan başka bir şey yapmadı o evlilikte. Belki bizim görmediğiniz, şahit olmadığımız şeyler olmuş olabilir. Fakat sizde taktir edersiniz ki ben hamile haliyle hırpalanan, yıpranan ve bunu aşık olduğu adamın eliyle yaşayan bir kadın varken ortada kimse kusuruma bakmasın ben başkasıyla pekte empati kuramayacağım üzgünüm.
Aslında bence Fatih daha tam olarak ne hissettiğini bile bilmiyor. Ömer’in “Sen Doğa’yı sevdiğin için mi boşanmak istemiyorsun yoksa babandan çekindiğin için mi?” diye sorduğunda Fatih sanki daha önce hiç düşünmediği bir soru sorulmuş gibi afalladı, düşündü ve vermesi gereken cevap neyse onu vermiş gibi bir hali vardı. Üstelik Doğa’nın kapısına geldiği iki kez de babasının zoruyla gelmişti. Farkında mısınız Fatih Doğa’ya Doğrudan ne eve dön diyebiliyor, ne seni merak ettim diyebiliyor ne de düşüncelerini açık açık bunlar benim fikirlerim deyip ona sunabiliyor. Bunun nedenini henüz bilmiyorum ama yaptığı yahut yapamadığı her şey için sürekli birilerinin ardına saklanarak hamle yapıyor ve bu çok belirgin olmaya başladı.
Ömer ki kendisinin sırdaşı ve akıl danıştığı kişi ona bile doğrudan duygu ve düşüncelerini aktarmaktan çekiniyor. Ömer onu zorlamasa Doğa’ya olan aşkını dahi itiraf edemeyecek durumdaydı. Ben bu konuda Fatih ne düşünüyor bilmiyorum ama Ömer onun aksine Kıvılcım’ı kaybetmemek adına en büyük gerçeğini onunla paylaşmak zorunda kaldı. O ne gerçekte Leman’ın kocası ne de Metehan’ın babasıydı.
Ömer yaşadıklarının etkisiyle de olgunlaşmış ve ona göre davranan biri. Kıvılcım konusunda fevri davranmayarak aralarındaki bağı iyice koparmamaya özen gösterdi. Ona ve kendine zaman tanıyarak hem Kıvılcım’ın sakinleşmesini bekledi hem de artık onu çok iyi tanıdığı için ne yapacağına karar verebildi. Kıvılcımsa duydukları karşısında neye uğradığını şaşırdı. Bu sır ikisi için de çok ağırdı bana kalırsa.
Kıvılcım son olanlardan sonra acısını, yaşadıklarını bir kenarda bırakarak işine daha çok odaklanmaya başladı ki bu içindeki duyguları gizlemenin de bastırmanın da en kolay yoludur. Açıkçası zorbalık konusunun üstüne bu denli gitmesini de, bu konuda daha önce dış görünüşü yüzünden kavga ettiği Kübra hanımla çalışmak istemesini de taktır ettim. Bu durum aslında Kıvılcım’ın ilk tanıdığımız andan bu zamana kadar nasıl fark etmeden gelişim gösterdiğini de gösteriyor bize. O hiç tanımadığı bir ortamda bile yan yana durmaya katlanamadığı kadınla kendi okulunda ortak bir çalışma yürütecek duruma geldi ve açıkçası bu ayrıntı çok hoşuma gitti. Bir tek Kübra değil başlarına gelen zorbalıklar yüzünden hayatları altüst olan diğer konuşmacılar oradaki öğrencilere çok güzel örnek olduklarını düşünüyorum. Üstelik zorbalık yapan Buse’ye böyle akıllıca bir ders vermesi de Kıvılcım’ın ne kadar kıvrak zekalı olduğunu bir kez daha gösterdi. Ben inanıyorum o eğitimci olarak öğrencileri için bu kadar güzel mücadele ederken çocukları için çok daha fazlasını bir anne olarak yapacaktır. O gerekirse Ünal ailesine savaş açar yine de kızına istemediği bir şey yapılmasına izin vermez. Pembe’nin aksine kızı ağlayarak eve döndüğünde kulağından tutup mutsuz olduğu eve sırf başında bir erkek olsun diye gönderen bir anne değil çünkü o.
Ben artık Pembe’nin yaptığı hiçbir şeye şaşırmıyorum doğrusu. Oğulları için ayılıp bayılan kadın söz konusu kızı olduğunda “Evlendirelim de kurtulalım bundan” diyebiliyor. Ama en sevindiğim nokta ne biliyor musunuz Nursema artık o evdeki herkesin ne halt olduğunu çok iyi biliyor. O yemek masasında söylediği sözlerin tek bir tanesinde tek bir yanlış yoktu. Ne Abdullah bey samimi orada, ne Pembe ne de Fatih, Nilay bile her an fitne sokmaya çalışıyor araya. Pembe’nin bencilliğini, kendi düzeni için, istekleri için ailesini nasıl ateşe attığını, kimsenin mutluluğunu düşünmediğini pek güzel vurdu yüzüne. Nursema, Doğa hususunda da haklıydı, Doğa asla Pembe’nin samimiyetine inanmadı ve haklıydı da…
Pembe yemekte gerine gerine “Ayağına kadar gittim ama gelmedi” diyecek kadar düştü ama hem Pembe hem Fatih hem de Nursema samimi olmadığını biliyordu, dile getiren sadece Nursema oldu. Biliyor musunuz Nursema, Doğa sayesinde gelişti, değişti. Doğa ona başka bir yol olduğunu, başka bir hayat biçimi olduğunu gösterdi. Zaten Pembe’nin Doğa ile en büyük sorunu bu, onu düzeni için risk olarak görüyor. Eğer ikizler olmasa şu anda Fatih’i boşanma hususunda ikna etmeye çalışıyordu. Torunları başka evde büyümesin diye tüm savaşı ancak karşısındaki de bir anne ve onun bağnaz dünyasına çocuklarını asla sokmayacak kadar da bilinçlenen bir anne. Pembe bir şeyi unutuyor, Doğa eğitimli bir kadın. Bir gün o eve dönse bile Pembe asla ş çocuklar üstünde anneleri kadar kontrol sağlayamayacak ve zaten ben bebekler doğunca Pembe’nin bu evliliğin üstüne kabus gibi çökeceğini düşünüyorum. Pembe’nin bu hırsına şu anda sadece Nursema karşı duruyor. Onun dışında herkes sessiz, üç maymunu oynamaya devam ediyor. Özellikle de Mustafa hususunda ben çok üzgünüm.
Mustafa o evin mazlumu. “Bana Mazlumu getirin!” durumu var ya, işte tam olarak o. Ne olursa olsun olay dönüyor, dolaşıyor bu adamda patlıyor. Mustafa o yıllardır o ailede ikinci planda olduğunun da, annesinin onu sevmekten ziyade acıdığını, babasının ona zerre güvenmediğini bilerek yaşıyor o evde. Ben bu bölüm Mustafa’ya kahroldum doğrusu. O masum masum ağladıkça ben ekran karşısında göz yaşlarına hakim olamadım. Belki de tek istediği babasının birazcık olsun gözüne girmek, karısını birazcık olsun mutlu edebilmekti ama sonunda aldığı tek şey babasından hakaretten başka bir şey olmadı. Pembe nasıl ki Nursema’ya bir artık, bir fazlalık gözüyle bakıyorsa Abdullah beyde aynı şekilde Mustafa’yı öyle görüyor. Evet hata yaptı kabul ama babası ona bu güne kadar biriktirdiği ne varsa saydı döktü ve bu Mustafa’yı çok kırdı. Umarım Nursema’ya da Mustafa’ya yaptıkları gibi yapıp sindirmezler.
Nursema’yı ilk tanıdığımızda ruhsuz, renkleri solmuş, sadece ona söyleneni yapıp mutsuz bir şekilde yaşamını idame ettiren, nefes alan ama yaşamayan biriydi. Ama Umut’la tanıştıktan sonra o güzel gülüşü de renkleri de geri geldi. Umut sayesinde sevilmeye ve değer görmeye layık olduğunu gördü. Bu yüzden Umut’un ona hiçbir şey söylemeden onu engellemesi onu bu denli kahretti. Alev’in ufak bir müdahalesiyle hem Umut’un hem de Nursema’nın gözlerinin içi yeniden parlamaya başladı. Fakat onlar için vuslat pekte kolay olmayacak gibi görünüyor çünkü Pembe Nursema’nın kendi isteği dışında biriyle evlenmesine asla izin vermez ve onları öğrenirse ayırmak için elinden geleni ardına koymayacaktır benden söylemesi.
Aşk sonunda her ne yaşanırsa yaşansın muazzam bir duygu bana göre. Düşünsenize insanların çoğu belki de hiç aşık olmadan geçip gidiyor bu dünyadan. O yüzden sahip olduklarımızın kıymeti bilinmeli ve ona göre davranılmalı diye düşünüyorum.
O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.