YAZAR :Simay DEMİR 

Bir arkadaş grubundan bir sohbette bir arkadaşım “Ben toplumsal eşitliğe inanıyor olsam da, toplum biz erkeklere dahi sonsuz haklar vermiş gibi gösterip prangalıyor aslında” dedi. Bu dediğinin üstünde çok düşündüm. Ataerkil bir toplumda yaşayıp bu toplumun kurallarından rahatsızdı. Çünkü erkek gibi davranmalı, sorumluluk almalı, para kazanmalı, ve erkeklere yakışır bir işte çalışmalıydı. Aksi takdirde çevresi tarafından yaftalayıp ciddiye dahi alınmayacaktı. Karısına insancıl davranıp değer verdiğinde yahut onunla birlikte ev işlerine yardımcı olduğunda kılıbık, hanımıyla birlikte bir karar verip ona danıştığında hanım köylü oluyorlardı. Fatih de, Mustafa da tamda bu düşünceyle yetiştirilmiş, Ömer dahi gençliğini toplum kuralları yüzünden yengesiyle işkence gibi bir evlilikle yok etmişti.

Fatih bu hafta çok değerli ailesi tarafından defalarca ezildi ve o hala bunun sorumlusu olarak Kıvılcım’ı görüyor. Aslında ekran karşısında onu izlerken “Bu sana müstahak” demeden duramasam da onun da bildiği tek şey babasının lafından çıkmamak. Ne yazık ki Mustafa gibi Nursema gibi o da büyüklerinin lafından çıktığı, işlerine gelmeyen bir şeyi yaptığı anda hakarete uğrayıp kocaman insan demeden azar işitiyor. Buna ilk masada annesinin “Oğlum sen bu kızın elinde oyuncak mı olacaksın?” dendiğinde şahit oldum. Halbuki Doğa sıradan biri değil karısıydı. Sonra babasının “Ağırlığını koy” demesi aslında ona nasıl bir rol çizildiğini de gösteriyordu. O erkekti karısını alttan alamaz, gönlünü almak için çaba sarf edemez, onun suyuna gidemezdi. (Tıpkı Abdullah’ın şu an Pembe’ye yaptığı gibi.) Zaten kadın dediğin neydi, kimdi ki koskoca Ünal ailesinin biricik oğlu ayağına gidip af dilesin? Zor kullanacak, gerekirse kolundan tutup sürükleyecekti. Erkek olmak bu demek değil miydi? (Gerçi yapmadığı şey de değil hani, neyse yazar hanım bunu düşünüp sinirlenmeyecek yine). Abdullah da Pembe de bir tek bu türlüsünü bilip çocuklarını da öyle yetiştirmişti. Onların göremediği, görmek istemediği şeyse hayatta, toplumda değişiyor. Mutlu olmanın, artık başka ihtiyaçların karşılanmasına bağlı ve Pembe de Abdullah da bunu zor yoldan öğrenecekler diye düşünüyorum. Çünkü toplum onlar istese de istemese de değişmeye başladı. Kıvılcım gibi Doğa gibi kendi ayakları üstünde duran kadınlar yetiştiği sürece de değişmeye devam edecek.

Doğa Eril toplumun sonuçlarını canlı kanlı yaşayan biri. Kurallarına uymadığı için azar işitti, psikolojik şiddete uğradı, sınırlandırıldı ve baskı uygulanarak sindirilmeye çalışıldı. Üstelik bunların hepsini aşık olduğu adamın gözlerinin önünde yaşandı. Fakat Doğa Nilay gibi, Nursema gibi sindirebilecekleri biri değil. İşte tam da burada başlıyor bana kalırsa onun mücadelesi. Doğa ilk başta boşanma konusunda çok kararlı olsa da Fatih’in yaptığı jestler aklını karıştırtılmaya başladı bile. Üstelik Fatih davranışları için hala ciddi bir özür dilememişken yine ve yeniden olanlar için annesini suçluyor. Bu da demek oluyor ki Fatih hala aynı yerde ama Doğa bunu görüyor mu artık ondan emin değilim.

Doğa Fatih’e karşı yumuşamaya başladı halbuki unuttuğu şey onun derdi Fatih’in ona olan aşkıyla değil; her olayda ailesinin tarafında olması, fikirlerine saygı duymaması, ailesine hakaret etmesi ve en önemlisi ona artık onu herkesten koruyacağına dair güven vermemesi. Evet aşk ve özlem Doğa’nın bunları görmesine bazen mani oluyor ama Doğa bir daha hiçbir şey olmamış gibi o eve dönerse tüm o savunduklarını yok saymış ve Ünal ailesinin kurallarını kabul etmiş olacak. Halbuki bu bir savaş değil bir evlilik; eşitlik durumu. Fakat Doğa bu evlilikte tek başına savaşamaz, Fatih bir yerden sonra elini taşın altına koymak zorunda. Nursema çok güzel bir şey söyledi aslında. “Onlar ne yaşarsa yaşasın el eleler, birbirlerini seviyorlar.” Fatih henüz dediği şeyi anlayacak durumda değil ama umuyorum ki çok geç olmadan Doğa’nın da diğerlerinin de o evde neler yaşadığının farkına varır ve evliliğini kurtarmak için gerçek bir adım atar. Yoksa onun da sonu boşanmış ve belki de annesinin uygun gördüğü bir kadınla evlenmiş olarak Ömer gibi zindan bir hayat yaşamak olur benden söylemesi.

Ömer’in böyle bir hikayesi olabileceğini tahmin etsem de onun ağzından duymak içimi parçaladı doğrusu. Hem onun için hem de Leman için korkunç bir durum bu. Ömer’in bunca zaman Metehan için bu evliliğe katlanmış olması, Leman’ın psikolojik olarak çökmüş olması ikisi için de hiç kolay olmamış belli ki. Ömer Kıvılcım’a aşık olduktan sonra yeni bir hayat isteği onda artık önüne geçemediği bir hal almaya başlasa da ben boşansa bile toplumun dayatmalarının onlara engel olmaktan geri kalacağını hiç zannetmiyorum. Zira toplumsal olarak Kıvılcım’ın ilişki yaşaması dahi ayıplanacak bir şeyken damadının amcasıyla birlikte olması kabul edilemeyecek kadar anormal karşılanacaktır çok değerli Ünal ailesinde.

Halbuki aşk altında kötülük aranacak bir duygu değildir. Kimse aşık olacağı insanı seçemez. Ömer de belki bu duruma geleceğini hiç düşünmedi ama sırtındaki yük artık onu eziyor. Kıvılcım’a duyduğu sevgi onu ailesi ve geleceği arasında bırakıyor gibi dursa da bence Ömer, Fatih gibi değil, gayet net. Kıvılcım için mücadele edecek ve bu savaşı kaybetmeye de pek niyeti yok aksi halde Kıvılcım da Doğa değil. Ne kadar duyguları olsa da, Ömer boşanmadığı sürece ona kapılarını açmayacak gibi hissediyorum.

Kıvılcım zaten çevresindekilerin söylediklerine aşırı önem veren biri. Zaten bu yüzden “Sen boşanmadan bizim bir daha görüşmemiz mümkün değil” dedi. Çünkü Ömer her ne olursa olsun kağıt üstünde evli bir adam ve Kıvılcım metres yaftası yemeye katlanamaz. Kıvılcım toplumsal kuralları pek umursamasa da olur da Ömer’le ilişkisi ortaya çıkarsa ve insanlar onun hakkında konuşursa, düğünde olduğu gibi psikolojik olarak bunun altından kalkamayabilir. Her ne kadar medeni bir kadın olarak bazı tabuları kabul etmese de insanların sözlerini, toplumun bakış açısını kabul ediyor. Özellikle de karşı tarafın bakış açısını çok iyi bildiği için aşk acısı çekse de Ömer boşanmadığı sürece ona o kapıyı açmayacak. Kıvılcım baskılara boyun eğmez ama her şeyin bir sınırı var. Söylediği, konusu Ünal Ailesi olunca özellikle, bazı şeylere dikkat etmesi lazım. Ünal Ailesi’nde her baskıya karşı yardım eden biri olsa da biri çok yalnız. Doğa Fatih, Kıvılcım ve hatta Nursema bir yana bu ailede en büyük psikolojik baskıyı Mustafa görüyor. O ne annesinden sevgi, ne babasından saygı görüyor, ne istediği mesleği yapabiliyor ne de kendi başına karar alabiliyor.

Mustafa sırf Abdullah’ın oğlu olduğu için istediği mesleği dahi yapamazken, yeteneği ve isteği olmayan bir işte çalışmaya zorlanıp bir de beceremiyor, yapamıyor diye hor görülen bir çocuk. İstediği mesleği yapmak istediğindeyse babası tarafından ciddiye alınmayıp dalga geçilmişken, annesi onu dinlememiş bile. Çünkü neden; çünkü o çok kıymetli Abdullah beyin oğlu, o aşçılık yapamaz, aşçılık ancak Nursema’nın o da evinde kocasına yapabileceği bir şey. İşte Ünal ailesinin bu konudaki düşünceleri tam olarak bu maalesef. Bence bu eril toplumun en büyük özelliklerinden biri. Kadına da erkeğe de belirli misyonlar yüklemişler ve bunların dışına çıkılması durumunda iki tarafta ya zorbalığa yahut dışlanmışlığa uğrar ve bir şekilde toplumdan izole edilir. Ya toplum kurallarına göre yaşar yahut dışlanmaya mahkum edilir. Mustafa maalesef ki boyun eğip hayallerini içine gömen tarafta olmuş. Umuyorum ki aynı şey Nursema’ya da olmaz ve hem hayallerini hem aşkını doyasıya yaşar.

Nursema bugüne kadar sindirilerek, itaat ederek bu yaşa gelmiş bir kadın. Okumuş ama çalışmasına izin verilmemiş, hat çiziyor ama sergiye dahi vermesine izin yok, annesi açık açık benim isteklerimin dışına çıkarsan seni odalara hapsederim diyor. Üstelik bunların hepsi Nursema da onun gibi kocasına bağımlı, onun dediğinin dışına çıkamayan, ne ekonomik özgürlüğü olan ne de varlığının bir değeri olan birine dönüşsün diye yapıyor. Ne yazık ki toplumumuz Pembe gibi oğluna ağam, paşam çekip bir dediğini iki etmeyen, kızına gelince erkeklere hizmetçi gibi büyüten, ezen ve ezilmenin doğal bir şey olduğunu empoze eden kadınlarımızın yüzünden bu halde.Erkekleri de kadınları da biz kadınlar yetiştiriyoruz. Umuyorum ki kızlarımızın eğitim haklarını elinden alıp onları evlere mahkum edileceğine hepsi bir gün kendi ayakları üzerinde duran güçlü kadınlar olur. Çünkü bu döngü ancak bu şekilde kırılabilir.

Bu kırılma için en büyük adayım Ömer, benim. Diğerleri henüz o aşamada değil, özellikle de Abdullah ve Fatih. Ömer içinde bulundukları zoraki durumun farkında, sürekli baskı yemekten, ona dayatılan hayatı yaşamaktan da yorulmuş. Kendi hayatını değiştirme hususunda attığı adımsa ortalığı fena karıştıracak ama ben Ömer’e inanıyorum. O, bu savaşı kazanıp, tabulara, bağnaz düzen takıntısına boyun eğmeyecek diye düşünüyorum.

Abdullah, Fatih ve Mustafa içinse hala pek bir umut yok. Müspet adım hususunda bir tek Ömer var ama diğerleri hala aynı yerde duruyor. Mustafa zaten bu hayatı bırakmış bir adam ama asıl tehlike Fatih. Zira ailesine asla ama asla kafasını dik tutmuyor. Doğa’yı güya seviyor ama onu hala o eve geri götürme derdinde. Doğa’nın hala o eve dönmesi lazım diye düşünüyor. Halbuki Doğa Fatih ile evlendi, ailesiyle değil. Çocuklarını o eve götürmek istememesine rağmen Fatih hala naz yapıyor gibi davranıyor. Hatta bu davranışını da babasından aldığı talimat ile yaptı. Sizi bilmem ama Ömer hariç benim bu adamların değişeceğine dair umudum kalmadı. O zaman artık bir avukat şart, sizce?

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s