YAZAR : Simay DEMİR 

İslam’da anne babaya “Of bile” demeyin der. Evet, anne baba hakkı bu kadar büyüktür evladı üzerinde. Peki ya evladın hakkı, onun hakkı yok mu ebeveyn üstünde? Bir ebeveyn çocuk yapmayı kendi seçer, ama o çocuk doğmayı da, yaşamayı da kendi seçmez. Bu yüzden ben anne baba hakkı kadar evladın da onlar üstünde hak talep edebileceğine inanıyorum. O evlat istediği gibi kullanabileceği bir mal yahut oyuncak değildir, hür iradesi olan bir bireydir benim de, gerçekten İslam’a gönül vermiş herkesin nazarımda da bu böyledir. Mustafa, Nursema, Fatih, Doğa, Çimen, Metehan… Hepsi duyguları olan, kendi yaşamları olan bireyler ama farkında mısınız hepsi ailelerinin baskıları, mutsuzlukları yahut var gibi görünen yoklukları nedeniyle eksik büyüyen yetişkinler.

Biz bu bölüm Nursema’ya yapılanlarla deyim yerindeyse cahiliye döneminden beterini yaşadık. Cahiliye döneminde insanlar kız çocuklarını diri diri toprağa gömer hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ederdi. Peki Nursema’nın bu yaşadığı aynı şey değil miydi? O, ailesinin elleriyle toprağa diri diri gömülmüş olmadı mı şimdi?
Nursema’yı ilk tanıdığımızda ruhu çekilmiş, renkleri solmuş sadece ona söyleneni yerine getiren biriydi. Annesi onu babasıyla sürekli korkutarak bir şeyler dayatıp yaptırılan biriydi. Zaten Nursema daha çok babacı bir kadındı; hatırlarsınız ilk bölümlerde sürekli “Burası Abdullah Ünal’ın evi, Abdullah Ünal’ın ismi…” deyip duruyordu. Sonra yavaş yavaş fark etmeye başladı ki o evde babası dahi kimse ona önem vermiyor. O evde ne istekleri kaale alınıyor, ne hayalleri önemseniyor, ne de kimse varlığına değer veriyor. Otuz yaşında bir kadın olarak bu güne kadar tek bir sefer karşı çıkmadığı babası sırf birini sevdi diye tokat attı ona var mı ötesi? Bu durum onda dank ettiği an anne babasının yanlış düşünce yapısını gördüğü an bakış açısını değiştirdi. Bir gece evden çıkmaya cesaret edemeyen kadın bavulunu toplayıp kaçmayı göze aldı. Her ne kadar başarısız olmuş olsa da o inandığını peşinden gitmeyi seçti “Ne olursa olsun el ele olunmalı, insan kadın ya da erkek birbirine güvenmeli” gibi erkeği üstün değil eşit tutan bir tavır sergilemeye başladı en basiti. Daha önce annesinin boyunduruğundan çıkmayan kız isyan etmeye başladığı an ise kalemi kırıldı, ölüm fermanı imzalandı o toz konduramadığı anne babası tarafından. Bir yük bir huzursuzluk kaynağı olarak görülüp nitelendirdi. Aslına bakacak olursak Doğa dışında hiç kimse o evde Nursema’yı gerçekte görmüyordu ki zaten.

Bakmakla görmek arasında ince bir fark vardır. O evdeki herkes Nursema’ya bakıyor ama kimse onun neler çektiğini nasıl hissettiğini yahut nelerle boğuştuğunu görmüyor. Abdullah’ı , Pembe’yi geçtim Fatih ve hatta nahif, düşünceli dediğim Mustafa bile “Bu kız istiyor mu, bu ne acele?” diye sormadı. Kurbanlık koyun gibi attılar imamın önüne. Peki neden? Ben söyleyeyim sırf birini sevdi diye. Halbuki gerçek Müslümanlık, muhafazakârlık böyle bir şey değildir. İslam dininde Ünalların yaptıklarının aksine kız evlatlarına çok değer verilirdi. Peygamber efendimiz kızı Fatma odaya girdiğinde ona olan hürmetinden ayağa kalkar, selamlardı, düşüncelerine önem verir, kafasına takılan konularda fikrini sorardı. Kızların birini sevmesi günah yahut haram değildir İslam’da. Erkek çocuğunda olduğu gibi hatta kızlar iyi ahlaklı eşler bulsun diye karşı taraf kılı kırk yararak araştırıldı. Peki Abdullah ve Pembe ne yaptı?

Pembe sırf Alev uzakta dursun diye kızını bile bile ateşe atarken, Abdullah da kızının çığlığına kulak tıkadı. Bakın bunun dinle, imanla falan alakası yok. Sırf yapabiliyorlar diye birine zulmetmek bu. Umut daha ilk andan itibaren, Nursema’sına dünyanın en değerli varlığı gibi davranırken, onun ruhunu okurken, dokunurken onu var eden ailesinin o ruhu öldürmesi nasıl bir zalimlik? Nursema Umut’u seviyor ve Umut onun için ideal bir eş adayı. Halbuki ne Abdullah ne de Pembe onu bir kerecik olsun tanımaya yeltenmedi. Onu kendilerine layık görmedikleri için birlikte olmalarını istemediler bu Müslümanlık yaşantısına göre değil bencilce bir insan davranışıdır sadece. Nursema şimdilik kaderine razı gelip sustu ve başkasıyla evlendirildi. Bu saatten sonra tamamen içine çekilip ona dayatılan hayata sesini çıkarmadan razı mı olur yoksa bu onun baş kaldırışının bir başlangıcı mı olur bilmiyorum ama bence bu yolda asla yalnız olmayacak. Çünkü Doğa evdeki tek kişi bile olsa ona yardım etmekten geri kalmayacağını çok açık bir şekilde gösterdi.

Doğa ve Nursema’yı izlerken ikisi içinde aynı şeyi düşündüm; ikisi de aşık olduğu için odalara hapsedilen, zorla bir şeyler dayatılan kadınlar. Doğa ona sımsıkı sarılırken Nursema’yla arasındaki tüm buzları da eritmiş oldu ve ben inanıyorum ki bu yolda her daim onun yanında olacak. Zaten o evde Doğa şu anda Nursema için can simidi, başkası değil. Nursema ise hayatının dersini alıyor aslında, en başından beri asla sıcak ilişkileri olmayan iki insanın bir anda birbirine tutunması bana “kadın, kadının yurdudur” sözünü anımsattı. Nursema için hala umut var ve o umudun adı da Doğa…

Doğa Nursema’yı anlayıp onunla empati kursa da aynı şeyi annesi için yapması biraz zamanını alacak gibi görünüyor. Çünkü o şu anda kendi dahi bilmediği bir kızgınlığa sahip annesine karşı. Aslında Doğa’nın bu kadar öfkeli olmasının sebebi annesinin kendisine söylediği şeyleri tamamen görmeden gelip, o kötü dediği aileden biriyle ilişki yaşaması bence. Yalnız ayrıntı şurada, Kıvılcım asla taviz vermiyor, Doğa ise yine hata üstüne hata yapıyor. Halbuki Doğa’nın da Ünal ailesinin de unuttuğu bir şey var; ne Ömer bir Fatih ne de Kıvılcım Doğa kadar toy ve tecrübesiz. Üstelik Doğa’nın Ünal ailesiyle yaşadığı sorunların sebebi Kıvılcım değil ama bu bölüm tıpkı Fatih gibi Doğa da sanki tüm bu yaşananlar onun suçuymuş gibi davrandı.

Doğa’nın unuttuğu şey o evi terk etmesinin sebebi annesinin nasihatleri, baskısı yahut annesinin Fatih’i istememesi değil, Fatih’in ona insan gibi davranmamasıydı. Halbuki Doğa söyledikleriyle sanki annesi o evi terk etmesini istemiş gibi davrandı. Yine de Doğa’yı da anlıyorum; ne düşüneceğini ne yapacağını bilmez bir halde hormonları tavan yapmış durumda. Bir yandan ne düşüneceğini az çok tahmin ettiği Fatih ve ailesi diğer yanda kendi durumunun belirsizliği onu çok yıpratıyor. Zaten birazcık durup düşündüğünde yumuşayıp annesine destek olacağını düşünüyorum zira Fatih annesi hakkında konuştuğunda yahut Nilay ve Pembe laf sokmak istediğinde ağızlarının payını bir güzel vermiş ne olursa olsun annesi hakkında konuşturmamıştı onları. Doğa her ne olursa olsun, hangi duyguda olursa olsun ailesine yürekten bağlı ancak duygusal durumu onu sürekli hataya zorluyor.

Benim asıl merak ettiğim şeyse şu : Bence burada asıl soru Doğa Ünalların ona suçlayıcı gözle bakacaklarını , laf sokup üzeceklerini bildiği halde neden o eve geri döndü. Aslında benim bu konuda iki düşüncem var. Birincisi Doğa Fatih’le boşanmak istemiyor aksine Fatih’i o evden çekip çıkarmak ve yeni bir hayat yaşamak istiyor. Fakat bu durum Fatih’ten çok daha fazla uzaklaşmasına ve Pembe’nin onu doldurmasına çok güzel zemin hazırlayacağı için geri döndü.İkincisi bence o evde annesinin arkasında neler döneceğini çok iyi biliyordu bu yüzden orda oldu. Şimdi ona kızgın olsa da nasıl Kıvılcım her olayda onun arkasında duruyorsa o da zamanı gelince yine sımsıkı sarılacaktır annesine.

Belki bana kızacaksınız ama Doğa iyi ki gitti o eve çünkü Nursema tek başına o evde o psikolojiyle yaşayamaz. Bir desteğe ihtiyacı var. Fatih dahi onu susturmaya çalışırken o “Bir de Nursema’nın fikrini sorsaydık, bu onun hayatı” diyen yine tek kişiydi. Şimdi biliyorum burada Fatih’e üç beş bir şey söylemem gerekiyor ama artık ona söylenecek yerlerim yoruldu maalesef. Onun bencilliğine, düşüncesiz tavırlarına, Ömer tarafından yüzüne çarptırılan gerçeklere verdiği tepkilere artık midem bulanıyor. Kendisine gelince amcasının yakasına yapışmayı bilen büyük Fatih’imiz kardeşi için kılını bile kıpırdamadı.

Fatih kişisi  için artık ne desem boş. Ama bakalım yarın öbür gün çok sevgili babası karısının teyzesinin peşinde fellik fellik koşarken gördüğünde aynı baba yiğitliği ona da gösterecek mi? Hiç zannetmiyorum. Çünkü onun derdi kendi yapamadığını yine ve yeniden Ömer’in yapmış olması. Ömer onun aksine tüm ailesini karşısına alarak sevdiği kadının elinden tutup o evden çıkardı ama Fatih’te bunu yapacak ne cesaret ne de sevgi var maalesef.

Ömer yanlışıyla doğrusuyla aşkını yaşamaya çalışan biri. Bu yüzden onu gerçekten takdir ediyorum ve Kıvılcım’la çok çok mutlu bir hayat sürsünler istiyorum. Bence Kıvılcım da Ömer de mutlu olmayı sonuna kadar hak eden kişiler. Kıvılcım hayatını çocuklarına iyi bir yaşam verebilmek için robot gibi çalışıp, duygularını dahi ne onlara ne de çevresine yansıtmış biri. Üstelik hala bile bir çocuk için aşkını tek kelimeyle silip atabilecek durumda. Düşünüyorum da bu gerçekten çok büyük bir irade gerektirir. O Metehan için Ömer’in Leman ile bir araya gelmesi gerektiğini Ömer’e söyleyebilecek kadar koca yürekli bir kadın benim gözümde. Ömer’se ne gençliğini bilmiş ne hayatını yaşayabilmiş biri. Yeğenine baba olmak için elinden geleni yapmış, ölen kardeşinin emanetleri için hayatını heba etmiş biri. Şimdi gerçekten ellerinden sımsıkı tutup bırakmak istemediği birine aşık ve bunun için herkesi karşısına almaya hazır. Bu yolculuk ikisi için de hiç kolay olmayacak; engellerle karşılaşacak, kültür çatışması yaşayacaklar ve belki de çocuklarıyla sınanacaklar. Fakat onlar dik durup el ele oldukça her şeyin üstesinden geleceklerdir.

Yazımı bitirmeden şunu da söyleyeyim içimde kalmasın. Ben bir kadın, bir evlat ve bir kardeş olarak Nursema’nın yaşadıklarına sadece büyük bir üzüntüyle göz yaşı dökebildim. O annesi babası ve kardeşleri tarafından ne kadar mutsuz ve acı çektiğini gördükleri halde bir çöp gibi fırlatıldı kenara ve bu Müslümanlık adı altında yapıldı. Haftalardır bir domuz resmi için çıkardığı yaygarayı Nursema için çıkarmayan Fatih’in davranışları da, her olayda dini ve hoşgörülü olunması gerektiğini öne sürüp afili konuşmalar yapan Abdullah beyin samimiyetsizliği de, Pembe’nin sürekli “Ben öleyim” diye yaptığı psikolojik baskıyı da, Doğa’nın sürekli her şeyi yutup bir özür bile almadan Fatih’i affetmesini de midem kaldırmıyor artık. Kızına, gelinine gelince ahlak abidesi kesilen ama gelininin teyzesi için süslenen bunu kendine hak gören Abdullah’ın babacan tavırları, oğullarına tanrı gibi davranıp kızına fazlalık gibi davranan Pembe’nin anneyim ben deyişi benim gözümde iğrençlikten başka bir şey değil. Diziyi daha ne kadar izler ve yorumlarım bilmiyorum ama böyle devam edemeyeceği aşikar. Dinim ve kadınlarımız bu kadar aşağılanırken bir izleyici bir yorumcu olarak buna tahammül etmem mümkün değil, çok üzgünüm.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s