YAZAR : Simay DEMİR
Kendinizi bir çıkmazda hissetmek, ne yaparsanız yapın, nereye dönerseniz dönün bir kapana kısılmış gibi kıvranmak… Doğru olanı yapmak ya da kolay olanı seçmek arasında bocalamak, aklınızla kalbiniz arasında kalmak, tüm bunlarla boğuşurken en yakınınızın bile sizi anlamadığını, hissetmek… Ne kadar çabalarsanız çabalayın bir adım ileri gidemiyor olmak ve bu konuda elden gelen hiçbir şeyin olmadığını bilmek… Ne kadar zor bir durum öyle değil mi?
İnsana dünyanın zehirli yüzünü gösterir adeta bu durum, hele bir de bu durumda kendini sorumlu tutuyorsa insan işte o zaman cehennem hayatı yaşar da üstesinden gelmek için elinden hiçbir şey gelemez. Devin işte şimdi bunların hepsini tek tek yaşıyor ve bu sıkışmışlığı yok etmenin bir yolunu maalesef ki bulamıyor. Bu duygu onu zehirli bir sarmaşık gibi sarmış durumda. Kaçamıyor, kurtulamıyor. Ne kendini sorumlu hissettiği için sırtını dönüp gidebiliyor ne de bu yaşadıklarını sindirip orda kalabiliyor. O arafta kaldı adeta.
Aslında Devin için kurtulmanın bir yolu vardı; çekip gitmek. Ama yaşadığı vicdan azabı, Aslan’a olan aşkı onun gitmesine mani oldu. Evet belki o mektubu okuduğu için orda kaldığını söyledi ama bence bu sadece orada kalmak için ardına saklandığı bir bahaneydi. Eğer Devin gerçekten gitmeye karar vermiş olsaydı daha ilk gün kardeşini de alıp o cehennemden çekip giderdi ama o her seferinde kendine kalmak için bir kılıf buldu ve kendi dahi buna inanarak orada kaldı. Tabi bu kalış Devin için asla kolay değildi. Düşünsenize tek düze bir yaşantısı olan, en büyük aksiyonu danışanları ve kız kardeşinin peşinde koşmak olan birinden bahsediyoruz. Şimdi her gün bir ölüm haberi alıyor, yetmiyor buna gözleriyle şahit olup kulaklarıyla duyuyor. Sürekli peşinde olan birileri var, sürekli gergin, sürekli diken üstünde ve bu durum gittikçe daha da ağırlaşıyor. Yalan ifade vermek zorunda kalıp düşmanının gözlerinin içine bakıyor ve tüm bunlar onun için günlük rutin haline gelmeye başladı. Kendini olayların dışında tutmak için kullandığı hiç bir yöntem onu bu yaşadıkları gerçeklerden uzaklaştırmaya da yetmedi. Nereye dönerse dönsün sert bir duvara toslarken buldu kendini. Tam bir karara vardığındaysa Yusuf Soykan’ın mektubuyla gemisi alabora oldu resmen.
Devin tüm yaşanılanlardan sonra sonsuza dek Aslan’ın hayatında kalmaya karar verdi. Evet belki bu diyardan gitmedi ama ben de Devin’i birazcık tanıysam o, o deveyi öyle bir adam eder ki Hülya bile yenilgiyi kabul eder. Çünkü Devin kendi kurallarıyla oyuna dahil olan biri, bunu gözünü kırpmadan arabayı diğer arabanın üstüne sürerken de, Hülya’nın arabasına atlayıp çiftlikten son sürat kaçarken de çok net gördük. Onu ölümle hele de kendi ölümüyle korkutmak imkansız gibi. Ama söz konusu sevdikleri olunca içinden bambaşka biri çıkıyor ki bunu Yağmur için defalarca gördük. Fakat o içindeki suçluluk duygusu işte o Devin’in elini kolunu bağlıyor.
Devin şu an için suçluluk psikolojisinde bu yüzden doğru düşünemiyor. Aslan’ın ellerini kirletmesinin sebebi Devin değil ama Devin bunu bile görecek durumda değil. Aksine Devin onu Serhat konusunda ikna etmek için defalarca uğraştı, Ati konusundan haberi bile yoktu ve babasının mektubunu ısrarla okumamak Aslan’ın tercihiydi. Tıpkı İlyas’ın Ati’yi öldürmesini beklemek yerine kendi öldürmesi gibi. Çünkü Aslan öyle kodlanmıştı ki kendini gözü geçmiş beş yılını bile görmedi.Korkularımız bizi ele geçirdiğinde bazen farkında olmadan sırf o korkular gerçekleşsin diye uğraşırız çünkü öyle olunca haklı olduğumuz ortaya çıkacak diye kodlar kendini beyin. Öyle ki biz gerçekleşsin diye elimizde geleni yapar gerçekleşince de haklılığımız kanıtlandı diye kendimizi rahatlatırız. Çünkü zaten bunun olacağını biliyoruzdur. Bilmediğiniz şeyse bunu kendimize bizim bilerek isteyerek ama farkında olmadan yaptığımızdır. Aslan babası olmaktan o kadar çok korktu ki sonunda babası oldu, bu Devin olsaydı da olmasaydı da önünde sonunda böyle olacaktı. Aslan bu olaydan iyice kendini kaybetti öyle ki eski Aslan’ın öldüğünü düşünecek ve Devin’e gitmesi gerektiğini söyleyecek raddeye geldi. Kendi içinde hak ettiklerini düşünse de bu o kadar kolay değil. Aslan bu hayatı sevmeyip istemediği, ellerine bu tür insanların kanı bulaşmasını önlemek istediği için bunca zaman uğraşmıştı. Çünkü onun ruhu, kalbi annesinin, amcasının aksine hala temizdi. Ama şimdi katil olduğu gerçeği onun için o ruhun ölümüyle eş değer. Bu yüzden Devin’e “Sevdiğin adam öldü” dedi. Çünkü onun Ati’yle birlikte ruhu da, temiz kalma hayalleri de öldü aynı zamanda.
Hani Aslan her seferinde “Aslan’ı kafesinden çıkarmayın” diyordu ya aslına bakacak olursak Aslan asıl şimdi girdi kafese. O ruhuna çok ağır bir yük yükledi ve şimdi kendi vicdan ve pişmanlık kafesinde kıvranıp duruyor. Buradaki vicdandan kastım Ati’yi öldürmesi değil, babasının mektubunu daha önce okumamış olması, temiz kalmayı başaramamış olmanın verdiği pişmanlık ve vicdan azabından bahsediyorum. Aslan’ın iç çatışması öyle derin ki sırf Devin de orada kirlenmesin diye onun gitmesini istedi. Serhat’ı öldürdüğünü gizlemeyi sindiremediği için babasına anlattı ve kendisini öldürmesini talep etti. Çünkü Aslan bitsin istiyor, bunu dışarıdan göstermese de kaldıramıyor bu durumu. Ama gerçek şu ki hiçbir şey Aslan’ın umduğu kadar kolay olmayacak ve bunu aniden patlayan bir bombayla çok daha net anlayacağını düşünüyorum . Çünkü Aslan bu savaşın İlyas ve kendi arasında olacağını zannediyordu ama şimdi tüm aile tehlikede ve asıl şimdi Aslan Yusuf Soykan’ın tahtını devir alacak . Fakat şimdi asıl soru Aslan’ın Yusuf Soykan’ın oğlu olup olmadığı.
İlyas sayesinde öğrendik ki Cihan ya da Aslan’dan biri Yusuf Soykan’ın öz oğlu değilmiş ve dahası hem Yusuf hem de diğerleri ailesinin katili ama hangisinin? Aslında normalde buna hemen Hülya’nın tavırlarına bakarak Cihan diyesim gelse de bu o kadar kolay değil. Çünkü eğer üvey oğlu Cihan olsaydı Hülya zaten sevmediği, ötekileştirdiği, artık ailesinden dahi saymadığı Cihan’ı İlyas’a verir oğlunu da kurtarmış olurdu ama yapmadı. Peki ya Aslan o mu yani dediğinizi duyar gibiyim. Açıkçası onun için de yeterince argümanım yok. Eğer öz oğlu Cihan üvey oğlu Aslan’sa Hülya gibi bir kadın kendinden olmayan birini bu kadar çok sevip benimseyebilir mi? Bu da bende büyük bir soru işareti.
Hülya Soykan cidden artık benim sinir sınırlarımı çok fazla zorluyor. Ne zaman daha ne kadar ileri gidebilir ki desem bir üst seviyeye çıkıyor. Gururla bahsettiği ailesi yalanlar üstüne kurulu, kocasının yaptığını söylediği fedakarlık bir kadının ölümüne, bir çocuğun anne babasız kalmasına neden olmamış meğer. Yusuf Soykan bu vicdan yüküne daha fazla dayanamazken ardında birçok enkaz da bırakmış aynı zamanda. Cihan, Leyla, Ceylan, Aslan hepsi ayrı ayrı bu intiharın altında ezilmiş durumda. Ama Cihan sanırım en çok bu yükten pay alan kişi.
Cihan belki de ilk kez hayata tutunacak bir dal buldu, sonunun hep babasına benzeyeceğini düşünen Cihan belki de ilk kez yaşamak istedi, bir evladı olacaktı. Şimdi bu patlamadan sonra ne olur bilmiyorum ama Cihan için de bir dönüm noktası olacağı aşikar.
Soykan ailesi yeni bir sınavla karşı karşıya, Hülya hiçbir çocuğunu kurban etmek istemezken tüm ailesi bir anda üstelik kocasının mezarında büyük bir gerçekle karşı karşıya kaldı. Tüm ailesi tehlikede ve onun birini kurban etmesi gerekecek, bakalım bir kurban verecek mi İlyas Kuruzade’ye. İzleyip görelim.
O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.