Kördüğüm (İçimizdeki Ateş,2.bölüm)

YAZAR: A. Ela ERDOĞDU

Herkese merhaba .Bir hafta sonra yeniden sizlerle buluşacak olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Birinci bölüm yazısı için verdiğiniz destek ve güzel yorumlarınız için teşekkürler. Umarım beraber uzun bir yolculuğumuz olur. Çaylar kahveler alındıysa yeni bölüm analizine başlayalım .Birinci bölümümüz hepimiz için oldukça gergin ve heyecan dolu bir yerde bitmişti. Mert katil oldu mu? Olmadı mı? Bölümün ilk dakikaları da bu gerginlik ile ilerlerken herkes için sessizliği bozan kişi Ege oldu. Ambulansı aramak isteyen Egeyi durduran Hale bazılarınız için doğru bazılarınız için yanlış olanı yaparak  Egeyi engelledi ki zaten tam bu sırada yaralı adamımız hareket ederek yaşam belirtisi verdi. Bunun üzerine “kahraman” ağabeyimiz Ceyhun kardeşinden bıçağı alıp “Sen değil ben yaptım ki bak turp gibi bir şeyi yok ben halledeceğim” diyor. Ölür müsün öldürür müsün dedikleri an bu olsa gerek zira çocuğu her türlü pisliğin içine çeken kendisi. Çocuğun başına dert olduktan sonra suçu üstlenmen seni kurtarmıyor. Senaristi bu konuda tebrik etmek istiyorum çünkü karakteri hayatın oldukça içinden almış.

Mert’i de yanlarına alıp olay mahallinden uzaklaşan stajyerlerimiz belki de aralarındaki ilk ve en önemli kırılmayı yaşadı. Neden mi? Birbirini yeni tanıyan dört kişi Mert’i çıkar üç kişi  sırf kendini bu işten temize ayırabilmek için polise ve Doğan Beye olanları anlatabilirdi. Ege hırsı, Hale kibri için Bahar ise sırf bir rakip elemek için yapabilirdi bunu ama yapmadı. Hale ve Ege beni karıştırma deyip gitti ve Mert’i ispiyonlamadan sıyırıldılar. Açıkçası burada özellikle de Hale’den bir atak beklemiyordum dersem yalan olur. Kendisini kurtarmak hususunda spesifik bir adım atabileceğine inanıyordum çünkü o bu yola geleceği, avukatlık hayalleri için değil, onu bu hayatta karanlık olmaya iten adamdan intikam almak için girdi. Bu sebeple her an bir yanlışa sürüklenebilirdi ama yapmadı, ilerleyen zamanlarda açacağım ama Hale gurubun karanlık yüzü olmayabilir, benden söylemesi.

Mert en dişli rakibinin susmasıyla kurtulsa da aslında ben ondan bir Robin Hood’luk bekliyordum ki eğer Bahar olmasaydı olacak olan da buydu. Bahar Mert’in yanında kalarak onun o şok anıyla yanlış bir şey yapmasına engel oldu belki de çünkü Mert öyle iyi bir çocuk ki kendi hayatını yakacağını bile bile sırf diğerleri yanmasın diye polise teslim olabilirdi. Bahar’ın orada olması belki de Mert’in geleceğini kurtardı diyeceğim ama ikili arasındaki etkileşim günden güne artarken kurtardığı tek şey Mert’in kariyeri olmayabilir, ne dersiniz?

Mert’i öyle sarıp sarmalamak istiyorum ki anlatamam başına bela açan ağabeyini gece kontrol edip üstünü örtüyor. Size açık ve net söylüyorum ben olsam aramızdaki tüm bağları kopartmıştım daha önce de söyledim önce can. Mert her yanıyla iyi bir evlat, iyi bir kardeş ve çok iyi bir dayı ama asıl soru bu değil. Aynı anne ve babanın evladı üç kardeş… Ağabey sorumsuz zengin olmayı takıntı haline getirmiş ve bu uğurda bir sürü belaya bulaşıyor. Abla ise çocuğunu annesine bırakıp ortadan kayboluyor, evladını arayıp sormuyor bile. Bu bir anne için ne kadar normal? Bir yandan da şey dediğinizi duyar gibiyim “İyi de beş parmağın beşi de bir olmaz ki” benim zaten böyle bir iddiam yok ama bu kadar zıtlık fazla anormal değil mi? Birinci bölümde bir fotoğrafa bakarken Mert o günü hatırladığını söylediğinde anneleri “Çok küçüktün nasıl hatırladın” dedi. Mert’in babasının iftira ile görevden alınan bir savcı olduğunu biliyoruz acaba Mert’in hatırlamadığı ama abla ve ağabeyde travma yaratarak bu hale gelmelerine sebep olacak şeyler mi yaşandı? Anne evin ipotek edileceğini bile saklamak istiyor belki başına bela almasın diye belki de başka bir sebepten ama bu ailede tuhaf bir şeyler var ama hadi hayırlısı.

Mert bu ailede çabuk büyümek ve sorumluluk almak zorunda kalan tek insan . Acıların, fakirliğin arkasına sığınarak ya da kolay yoldan para kazanmanın yollarını arayarak o da abisi gibi hayatını heba edebilirdi. Mert’se ne kaçmayı ne de kısa yoldan hayatın köşesini dönmeyi değil savaşarak, çalışarak bir şeyleri kazanmak istiyor ama bu o kadar kolay olmayacak çünkü rakipleri var. Ben şu anda en büyük rakibi olarak da Hale’yi görüyorum çünkü aralarında en büyük motivasyon Hale’de: İntikam.

Buzlar kraliçemizle ilgili ise öğrendiğim gerçek Hale’yi anlamamı sağlarken, hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığı gerçeği de yeniden yüzüme vuruldu.  Hale’nin lüks, modern ve zengin görünen o yalanlarla dolu şatafatlı hayatın arkasında bir “üvey baba” tacizi gizli. Hale’nin kapıyı kilitlemesi ve kilitledikten sonra bile açılıp açılmadığını kontrol etmesi en büyük ipucuydu. Hale 17-18 yaşında üvey babasının tacizine maruz kalmış bir kız çocuğu olarak karşımıza çıktı ve ben bunun nedense bir kereye mahsus bir durum olmadığını düşünüyorum. Hale’nin üvey babasına olan nefreti öyle basite alınacak bir durum değil ve ne yazık ki sesini de kimseye duyuramamış. Diğer insanları bırakın, öz annesi bile Hale’nin içine girdiği cehennemi görmüyor.

Hale her ne kadar yaralı, ürkek bir kız olsa da bunu göstermemeye yemin etmiş gibi duruyor. Özellikle de annesine karşı artık tüm sabrını tükettiği bir noktaya geldi. Annesiyle yüzleşmesi sert olsa da ben onun anladığını pek sanmıyorum. O zengin hayatını elde tutmaya o kadar büyük bir takıntı geliştirmiş ki kızının çığlıkları ona sinek vızıltısı gibi geliyor. Hale bu sebeple içindekileri döktü ama aslında umudu annesinin onu duymasıydı ama olmadı, olmadı…Hale evden basıp giderken içindekileri dökmüş olmanın huzuruyla değil, sesini duyuramamış olmanın öfkesiyle çekti, gitti.

Hale ve Mert bu acılarla uğraşırken, kusursuz bir hayatın içerisinde gördükleri Doğan’sa kendi cehennemiyle başa çıkma derdindeydi. Hayat acı tatlı olaylar zincirinden oluşur ve Doğan ile Tülin bu acının en büyüğünü yaşamış durumdalar. Doğan özel hayatında da işinde olduğu gibi kontrolü ve kendini asla bırakmıyor. Boğazına kadar acı dolu ama çığlıklarını kimse duymuyor çünkü sessiz çığlıklar bunlar. Kendini her durum ve koşulda dik durmaya, güçlü olmaya ayarlamış. Telefonda Tülin ile konuşurken dudakları titredi, gözleri doldu belki ama net sesiyle konuşarak Tülin’i acı gerçekten çıkardı. Peki sonra? Kendisi elinde kızının fotoğrafı, kızının doğum günü için süslediği odasından derin bir nefes alarak duygularını kara mahzenlere gömerek odadan çıktı ve “baba” olmaktan sıyrılıp avukat Doğan oldu.

Doğan Yener oldukça başarılı ve idealist bir avukat ama bence bunca şeye rağmen de oldukça mütevazi biri. Ne kadar doğru bilmem ama avukatlarla tanıklar genelde belli yerlerde buluşur diye biliyorum. Tanık deşifre olmasın diye özellikle bu kadar gizliyken ama Doğan adamın yanına iki kere gitti ve ikinci de tehdide neden boyun eğmek zorunda olduğunu anladı çünkü o adam bir “baba”ydı. Belki de aklından geçirdi “Kızım için bende böyle susar mıydım?” diye evden ayrılırken de tanığa “ O ailenin de senin gibi bir oğlu vardı” dedi. İki tarafı da anlamıştı o yüzden adamı zorlamadı belki de. Sonrasında eski eşi ile kızlarının odasında ilk defa  duygularıyla gördük Doğan’ı artık tutamadı ve kızının oyuncağını okşayarak ağladı. Geçen hafta birbirini hala seven ve iyi anlaşan bu ikilinin boşanma sebebi sadece evlat acısı olamaz demiştim ya doğruymuş. Doğan kızlarının ölümünün bir kaza olmadığını düşünüyor ve bu durumu sorgulayıp, kurcalaması Tülin’in her gün evladını toprağa vermesine sebep olmuş. “İnadınla, sorgulamanla tükettin beni ayrılmaktan başka şans bırakmadın” dedi aldığı cevap netti “Ben buyum Tülin görünenin ardında başka bir gerçek var bunu görüyorum o yüzden bırakamam”… Tülin bu konuda bir anne gibi düşünüp mesleğini dışarıda bırakıyor Doğan ise avukat ve baba kimliğini birlikte sırtlanıyor ikisini yıpratan da bu bence. Bu konuda bende Doğan’a katılıyorum ilk bölümde de bana tesadüf gibi gelmemişti bu ölüm.

Doğan’ın hukuk bürosunda entrikanın ardı arkası kesilmiyor maşallah, nasıl bu kadar başarılı oldular akıl alır gibi değil. Fırat’ın yaptığını doğru bulmasam da kabul edelim ki bu her meslek grubunda üstlerin altlara yaptıkları şeyler. Asıl olay bence kesinlikle Ege’nin Fırat’ı Doğan’a ifşalaması oldu. İlk bölümde Doğan Fırat ile ilgili bir nevi uyarmıştı bizleri ama ben bu boyutta bir ihanet beklemiyordum. Bir de Egeye hem şaşırdım hem şaşırmadım. Ege ekibin en kıvrak ve zekisi olabilir insanlara karşı soğuk, kibirli bir imaj çizse de içinde harika bir kalp ve adalet duygusu taşıyor. Onun yaptıkları yüzünden kuzeninin cezalandırılmamasını istemesi, Hale’nin üstüne bu durumun yapışmasına izin vermemesi… Ege gizli bir kutu zamanla çözeceğiz. Bahar’ın gelen babası, Mert’in görevden iftira ile alınan babası ve Doğan ile Tülin’in kızlarının şüpheli ölümü hepsi olmasa bile geçmişte yaşanan bu olaylar arasında bir bağ olduğunu düşünüyorum özellikle de Mert’in babası ve İpek’in ölümü hakkında.

Dizide bir sürü düğüm var ve bunlar giderek açılmak yerine kördüğüm oluyor farkında mısınız? Bir olayı tam kapatmadan bir olay açmak ne kadar doğru? Daha ikinci bölümü bitirdik ve elimizde en ufak bir çözülme yaşanmayan olaylar zinciri var? Bu ne kadar doğru sayın senaristler? Neden her kahramana aynı anda yükleniyorsunuz? Yavaş yavaş ve sırayla işleseniz her bir hikayeyi? Siz kendi karakterinize “Hızlı giden at çabuk yorulur” dedirttiniz  ama siz ikinci bölümden kucağımıza bir sürü olaylar düğümü bıraktınız ve çözüm için sıfır ipucu bu pek sağlıklı bir matematik değil. Ekibin sahneleri yeri geliyor komik yeri geliyor duygusal oluyor ama sayın senarist bölüm akmıyor bir yerden sonra insanın dikkati dağılıyor çünkü bir sürü olayı yazdığını için birbirinden bağımsız karakterler izliyoruz. Mesela Mert’in ağabeyinin sahildeki sahnesini yazmaya gerek var mıydı? Sahne geçişleriniz aşırı kopuk bir karakterden başkasına atlıyorsunuz. Bu insanı yoruyor çünkü sanıyoruz ki sıradaki sahne bir öncekiyle bağlantılı ama alakası çıkmıyor. Buna çok çok dikkat etmeniz gerekiyor çünkü yaz ayındayız ve sıkılan seyirci kapatır bu durumu bir düşünün bence.

Sözlerimi burada noktalarken bir kusurum olduysa affediniz diyor ve hepinizi sevgi ile kucaklıyorum. Haftaya yeni bölümde görüşene dek kendinize iyi bakın, sevgilerimle…

Kıvılcım Birleşmesi (İçimizdeki Ateş,1.bölüm)

YAZAR: A. Ela ERDOĞDU

Herkese merhaba .Yepyeni bir evrende sizlerle buluşuyor olmanın heyecanı içerisindeyim. Dizideki hemen hemen her oyuncunun bir dizisini ya da filmini izlemiştim o yüzden tanıtım geldiğinden beri heyecanla başlamasını bekliyordum. Dizimiz dört stajyerimizin bir hukuk bürosundaki yolculuğunu anlatacak olsa da konumuz açıkça belli :Adalet…Okuduğum birkaç yorumdan hareketle dizinin yabancı bir diziden uyarlanarak yazıldığını öğrendim. Ne kadar doğru tam olarak bilmiyorum. Bu konuda bir bilginiz varsa lütfen paylaşın .

Bölümün ilk beş dakikasını maalesef kaçırdım ve ilk karşılaştığım sahne şezlong da güneşlenen Doğan oldu. Yanına gelen asistanı beklediği misafirlerin geldiğini söyledi bunun karşılığında aldığı cevap hem komik hem de oldukça dominanttı. Misafirlerin randevu saatten erken geldiği için bekletti gerçekten havalı bir hareketti. Toplantı esnasında ise karşı tarafla konuşmasında oldukça kararlı haliyle ağzımı açık bırakarak “Helal be Doğan” demeden edemedim. Zira avukat olmak çocukluk hayalimdi… Doğan Beyin karakteriyle ilgili ipuçlarını toplamaya bu sahnede başladım. Doğan YENER mesleğine aşık bir avukat, hayat onun için oldukça net. Hayatını belli temel ilkeler üzerine oturtmuş “Eşitlik, adalet ve azim”… Akşam satranç oynarken hayatının amacını, değer anlayışını açık bir şekilde anlatıyor. “Her görünen ya da herkesin kabul ettiği doğru ve adil değildir…” Büyük mülakat günü saat 05.30 stajyer avukat adaylarla yaptığı konuşma ve yaptığı görüşmede de Doğan’ın avukatlık mesleğinde aradığı özellikler oldukça belli. Onun için meslekte başarılı olmanın temeli yüksek not ortalaması değil “Dakiklik, ince zeka, adalet ve direnç”. Sorduğu soru için “Kitaplarda ve adliye koridorlarında öğrenemeyeceğiniz bir dava” demişti. Adayların çoğu kitap cümleleriyle cevaplar verdi bir kısmı analiz ederek yorumladı. İstenilen tam olarak buydu ezbere dayalı değil kendi süzgeçlerinden geçirerek olayları incelemeleri. Avukatlık meslek olarak zaten budur. Göz önünde olanı değil, ayrıntılardan bütüne ulaşma sanatıdır. Doğan da aradığı genç yeteneklerde avukat özünü aradığı onları oldukça kötü şekilde zorladı.

5 genç stajyer adayı ülkenin en iyi bürosunda çalışmak için birbirleriyle yarışırken aslında Doğan’ın aradığı tek şey ince zeka değildi. İkinci toplantı yerini bilen stajyerlere orada küçücük bir sınav daha yaptı ve aday kadrosunu 4’e düşürdü. Avukat olmak özellikle de tarafların haklarını ararken adalet çizgisinden çıkmamak çok zordur. Bu sebeple güçlü bir adalet duygusu olmayanın avukatlığı para avukatlığı olur ki Doğan Yener bu noktadan oldukça uzakta. Adil bir adam olarak adil avukat adayları görmek istedi ki bu ön testi kırılmasıyla yeni öğrencilerine ufaktan da bir göz dağı verdi: Aç gözlülük yaparsanız, gidersiniz.

İşinde başarılı, sert ve adil, buz gibi bir adam olan Doğan’ın aslında kimseye göstermediği büyük bir kaybı var: “evlat acısı”… Mesleğindeki keskin net çizgileri olan Doğan özel hayatında bunlara ek merhametli de bir adam. Bunu nereden anladın derseniz şu anda davalık olduğu adamın kızını yanında staja aldı bu çok ama çok büyük bir risk. Buradan ben iki sonuç çıkarıyorum aslında: Doğan hala bu yaşamdan umudunu kesmemiş biri aksi olsaydı ne o büro devam ederdi ne de Hale’ye karşı adil, anlayışlı olurdu. Zira Hale’nin karşı tarafa bilgi sızdırma olasılığı göze alınamaz ama Doğan aldı çünkü sırf babası yüzünden kızını yargılamak adil olmazdı. Doğan bir bölümde çözebileceğimiz bir karakter değil oldukça derin keşfettikçe içinde kaybolacağımız bir insan. Gelecek bize neler gösterecek bakalım.

Hale, gurubun asi, akıllı ve sert kızı olarak karşımıza çıktı ama onunla ilgili henüz sadece buz dağının görünen kısmını gördüğümüzü düşünüyorum. Onlara uzaktan baktığımda İstanbul’un lüks evlerinden birinde kocaman bir kahvaltı masasında kahvaltı yapan 3 kişilik bir aile görüyorum. İlk başta normal görünse de işin aslı hiçte öyle değil. Kahvaltı masasına gelip en başa kurulan siyah takım elbiseli adam bu hikayede kötü karakter olduğunu açıkça hemen belli etti. İlk başta basit bir iş adamı olan biri gibi lanse edilmek istese de kendisi sırf para kaybetmemek için bir insanın ölümüne sebep olmuş bir insanın da onurunu gururunu hiçe saymaktan çekinmeyen bir kişi. Masadaki bir diğer kişi annemiz Nuran tanıştırayım kendisi dizi sektörümüzde ki ikinci “Kemal’im yapmaz” vakası… Hanımefendi kocasının yaptığı tüm pislikleri bilmesine rağmen hâlâ onu haklı bulup karşı tarafı haksız bulan bir karakter. Diyeceksiniz ki sadece bunun için mi böyle diyorsun? Tabii ki hayır neden öyle dediğimi birazdan sizde anlayacaksınız. Kızımız Hale kahvaltı masasında karşı tarafın avukatını öğrenince işlerinin zor olduğunu söyleyip odasına çekilip sırf babasına gıcıklık olsun diye “Yener&Tan” hukuk bürosuna stajyer başvurusu yapıyor akşamına ise bürodan aldığı konuma gidiyor. O toplantı detaylarına sonra değineceğim. Hale ile ilgili belki de perdelerin büyük bir kısmının aralandığı sahne geliyor. Dergi röportajı, annemiz tam bir lüks ve gösteriş meraklısı duygu sömürüsü ile kızını röportaja dahil etmeyi başarıyor ve o an Hale’nin söylemek istediklerini bir hayal olarak izlediğimizde ağzımız açık kaldı.

Hale’nin ailesi için en iyi tanım: Dışarıdan mükemmel görünen bir aile ama içeriden ise çürümüş bir insanlar topluluğu olur. Akşam annesi odasına gittiğinde odanın kapısı kilitliydi bunu fark ettiniz mi? Hale’nin odasının kapısı hep kitliymiş sizce de biraz garip değil mi? Herkes bazen odasının kapısını kitler ama sürekli kilitlemek bana biraz garip geldi. Hale adama karşı çok büyük bir nefret besliyor anne ise gösteriş dolu hayatından oldukça memnun kızını nankörlükle suçlayıp “Sana babanın yapmadığı babalığı yaptı” diyerek Hale’yi tam olarak çileden çıkardı. Hale’nin cevabı daha da merak uyandırıcı “Ben babamın neden bizi terk ettiğini de biliyorum” ve anne donup kaldıktan sonra hırsla kızına bu hırsın sebebini sorduğunda aynada gözleri dolan, ağlamamak için kendini tutan ve sessiz kalan Hale ile ben bazı şeylerden şüpheleniyorum ama bunu size açıklamak için biraz erken. Ayrıca şurada çok kısa bir dipnot geçmem lazım, Hale bildiğiniz zengin aile kızlarından değil. “Çalışır kendimize bakardık!” lafının arkasında zenginliğinin arkasına sığınmış, basit, hayatı modadan ibaret gören bir genç değil,o.  Hale oldukça merak uyandırıcı ve İpek bu rolü oldukça iyi yansıttı oyunculuğunu ben beğendim AŞK 101’den sonra geliştirmeye devam etmiş kendini.

Ah Mert ah benim talihsiz evladım. Ben Mert’e çok üzüldüm izlerken. O ağabey ve abladan sonra böyle düzgün, çalışkan, merhametli biri olabilmesi takdire şayan. İftira ile mesleğinden olan bir savcının oğlu Mert belki de bu olaydır onu olgunlaştıran. Doğan Bey tarafından babası araştırılınca babanın savunmasının savunmasında “Sokratesin Savunması”ndan alıntı yapması? Bu olaya boşuna girildiğini düşünmüyorum Mert’in babası ve Doğan bizi bir yere götürecektir belki de kim bilir. Ailesi ise tamamen dağınık ve Mert kendinden fedakarlıklar yaparak bir şeyleri toplamaya çalışıyor halbuki evin en küçüğü. Ona rehber olması gereken ağabey ve ablaları var…Ablasının sadece bir kere anılması yüzünden pek bir şey diyemem ancak ağabeyi kanı beynime sıçratıyor. Oyuncuya tek bir lafım yok karakterine bu kadar sinir edebilmesi karakterini çok iyi canlandırmasından kaynaklı… Karakteri o kadar sinir edici ki ağabeyinin sebebi çok ütopik olması değil oldukça hayatımızın içinde olmasından kaynaklı. Mert’e bir şey söylemek istiyorum evet Mert’ciğim aile bu hayatta çok önemlidir ama kendi hayatını onlar için bu kadar riske atma. Ağabeyinin arkasını toplama mesela bırak kendi ayakları üzerinde durup yaptıklarının bedelini ödemeyi öğrensin yoksa büyümeyecek. Sana sıkı sıkı sarılasım var ya çok üzüldüm ben Mert’e . Ailesinin tüm yükünü sırtına alarak devam etmeye çalışan ancak her adımında yine o aile tarafından aşağı çekilen Mert’in düzlüğe çıkması için ilk öğrenmesi gereken  “Önce Can” demeyi öğrenmesi olacaktır.

İçimizdeki Ateş aslında bir grup hukukçunun meslekleri ve onun ardındaki özel yaşamlarındaki depremleri gözler önüne serdi. Bir de Tufan görünümlü Ege şimdilik sorunsuz gibi duruyor. Mesela Tülin ve Doğan… Geçmişleri kızlarının ölümü dışında oldukça muallak. Bir anne ve baba için yaşanabilecek en büyük acı evlat acısıdır ama kafamı karıştıran iki nokta var. Birincisi Doğan’a babasıyla ilgili “Bunca yaşanandan sonra oturup onunla hiçbir şey olmamış gibi yemek yiyemem” demesi ikincisi de boşanmalarının arkasında ki  tek sebep kızlarının ölümü mü? Bu tek başına bir sebep değilmiş gibi geliyor. Sebep neyse onların evlilik bağını koparmış ancak iş ve arkadaşlık bağlarını koparmamış. Ayrıldıktan sonra bile böyle konuşup güzelce sohbet edebilmeleri mükemmel bence herkese örnek olmalı bu durum. Doğan, Tülin’e söylediği güzel şeylerden sonra Tülin’in “Gitsem bile mi böyle düşüneceksin? Diye sorması biraz gerdi beni ama ikilinin uyumu o kadar hoştu ki bu detaya çok takılamadım. Burak ve Ceren Hanımın uyumu çok ama çok iyiydi.

Dizinin final sahnesi hepimizi şoke etti. Mert’in başına gelen, buna hepsinin şahit olması genç avukatların yeni ve karmaşık bir döneme gireceğinin de işaretini verdi. Mert’i ihbar edecekler mi? Doğan’a haber verilecek mi? Bunların hepsini gelecek bölümlerde göreceğiz ama diziyle ilgili bir kaç şeyden daha bahsetmek istiyorum.

Teknik konulara gelirsek; sahne geçişleri, müzikler, çekim açıları, stil ve oyuncu seçimleri oldukça yerinde olmuş ancak senaryo çok ama çok dağınık. Sevgili senaristimiz tüm karakterlerin hayat hikayesine bir bölümde neden girmiş anlamış değilim. Her bir karakteri anlatmak için öyle çabalamış ki ilk bir saat akmadı ve konu aşırı dağıldı. Eldeki tüm doneleri bir anda kullanmaya gerek var mıydı bilmiyorum her karakterin hikayesi vardır elbet ama bence yavaş yavaş açmalıydı. Dağınık senaryo dikkat çekmedi umarım bu durumu toparlar. Sosyal medya üzerinde de oldukça aktif  bir ekip güzel çalışmalarla daha çok ilgi çekebilirler. Yolu açık reytingleri yüksek olsun.

Haftaya görüşmek üzere… Hoşça kalın.