YAZAR: A. Ela ERDOĞDU
Herkese merhaba .Yepyeni bir evrende sizlerle buluşuyor olmanın heyecanı içerisindeyim. Dizideki hemen hemen her oyuncunun bir dizisini ya da filmini izlemiştim o yüzden tanıtım geldiğinden beri heyecanla başlamasını bekliyordum. Dizimiz dört stajyerimizin bir hukuk bürosundaki yolculuğunu anlatacak olsa da konumuz açıkça belli :Adalet…Okuduğum birkaç yorumdan hareketle dizinin yabancı bir diziden uyarlanarak yazıldığını öğrendim. Ne kadar doğru tam olarak bilmiyorum. Bu konuda bir bilginiz varsa lütfen paylaşın .
Bölümün ilk beş dakikasını maalesef kaçırdım ve ilk karşılaştığım sahne şezlong da güneşlenen Doğan oldu. Yanına gelen asistanı beklediği misafirlerin geldiğini söyledi bunun karşılığında aldığı cevap hem komik hem de oldukça dominanttı. Misafirlerin randevu saatten erken geldiği için bekletti gerçekten havalı bir hareketti. Toplantı esnasında ise karşı tarafla konuşmasında oldukça kararlı haliyle ağzımı açık bırakarak “Helal be Doğan” demeden edemedim. Zira avukat olmak çocukluk hayalimdi… Doğan Beyin karakteriyle ilgili ipuçlarını toplamaya bu sahnede başladım. Doğan YENER mesleğine aşık bir avukat, hayat onun için oldukça net. Hayatını belli temel ilkeler üzerine oturtmuş “Eşitlik, adalet ve azim”… Akşam satranç oynarken hayatının amacını, değer anlayışını açık bir şekilde anlatıyor. “Her görünen ya da herkesin kabul ettiği doğru ve adil değildir…” Büyük mülakat günü saat 05.30 stajyer avukat adaylarla yaptığı konuşma ve yaptığı görüşmede de Doğan’ın avukatlık mesleğinde aradığı özellikler oldukça belli. Onun için meslekte başarılı olmanın temeli yüksek not ortalaması değil “Dakiklik, ince zeka, adalet ve direnç”. Sorduğu soru için “Kitaplarda ve adliye koridorlarında öğrenemeyeceğiniz bir dava” demişti. Adayların çoğu kitap cümleleriyle cevaplar verdi bir kısmı analiz ederek yorumladı. İstenilen tam olarak buydu ezbere dayalı değil kendi süzgeçlerinden geçirerek olayları incelemeleri. Avukatlık meslek olarak zaten budur. Göz önünde olanı değil, ayrıntılardan bütüne ulaşma sanatıdır. Doğan da aradığı genç yeteneklerde avukat özünü aradığı onları oldukça kötü şekilde zorladı.
5 genç stajyer adayı ülkenin en iyi bürosunda çalışmak için birbirleriyle yarışırken aslında Doğan’ın aradığı tek şey ince zeka değildi. İkinci toplantı yerini bilen stajyerlere orada küçücük bir sınav daha yaptı ve aday kadrosunu 4’e düşürdü. Avukat olmak özellikle de tarafların haklarını ararken adalet çizgisinden çıkmamak çok zordur. Bu sebeple güçlü bir adalet duygusu olmayanın avukatlığı para avukatlığı olur ki Doğan Yener bu noktadan oldukça uzakta. Adil bir adam olarak adil avukat adayları görmek istedi ki bu ön testi kırılmasıyla yeni öğrencilerine ufaktan da bir göz dağı verdi: Aç gözlülük yaparsanız, gidersiniz.
İşinde başarılı, sert ve adil, buz gibi bir adam olan Doğan’ın aslında kimseye göstermediği büyük bir kaybı var: “evlat acısı”… Mesleğindeki keskin net çizgileri olan Doğan özel hayatında bunlara ek merhametli de bir adam. Bunu nereden anladın derseniz şu anda davalık olduğu adamın kızını yanında staja aldı bu çok ama çok büyük bir risk. Buradan ben iki sonuç çıkarıyorum aslında: Doğan hala bu yaşamdan umudunu kesmemiş biri aksi olsaydı ne o büro devam ederdi ne de Hale’ye karşı adil, anlayışlı olurdu. Zira Hale’nin karşı tarafa bilgi sızdırma olasılığı göze alınamaz ama Doğan aldı çünkü sırf babası yüzünden kızını yargılamak adil olmazdı. Doğan bir bölümde çözebileceğimiz bir karakter değil oldukça derin keşfettikçe içinde kaybolacağımız bir insan. Gelecek bize neler gösterecek bakalım.
Hale, gurubun asi, akıllı ve sert kızı olarak karşımıza çıktı ama onunla ilgili henüz sadece buz dağının görünen kısmını gördüğümüzü düşünüyorum. Onlara uzaktan baktığımda İstanbul’un lüks evlerinden birinde kocaman bir kahvaltı masasında kahvaltı yapan 3 kişilik bir aile görüyorum. İlk başta normal görünse de işin aslı hiçte öyle değil. Kahvaltı masasına gelip en başa kurulan siyah takım elbiseli adam bu hikayede kötü karakter olduğunu açıkça hemen belli etti. İlk başta basit bir iş adamı olan biri gibi lanse edilmek istese de kendisi sırf para kaybetmemek için bir insanın ölümüne sebep olmuş bir insanın da onurunu gururunu hiçe saymaktan çekinmeyen bir kişi. Masadaki bir diğer kişi annemiz Nuran tanıştırayım kendisi dizi sektörümüzde ki ikinci “Kemal’im yapmaz” vakası… Hanımefendi kocasının yaptığı tüm pislikleri bilmesine rağmen hâlâ onu haklı bulup karşı tarafı haksız bulan bir karakter. Diyeceksiniz ki sadece bunun için mi böyle diyorsun? Tabii ki hayır neden öyle dediğimi birazdan sizde anlayacaksınız. Kızımız Hale kahvaltı masasında karşı tarafın avukatını öğrenince işlerinin zor olduğunu söyleyip odasına çekilip sırf babasına gıcıklık olsun diye “Yener&Tan” hukuk bürosuna stajyer başvurusu yapıyor akşamına ise bürodan aldığı konuma gidiyor. O toplantı detaylarına sonra değineceğim. Hale ile ilgili belki de perdelerin büyük bir kısmının aralandığı sahne geliyor. Dergi röportajı, annemiz tam bir lüks ve gösteriş meraklısı duygu sömürüsü ile kızını röportaja dahil etmeyi başarıyor ve o an Hale’nin söylemek istediklerini bir hayal olarak izlediğimizde ağzımız açık kaldı.
Hale’nin ailesi için en iyi tanım: Dışarıdan mükemmel görünen bir aile ama içeriden ise çürümüş bir insanlar topluluğu olur. Akşam annesi odasına gittiğinde odanın kapısı kilitliydi bunu fark ettiniz mi? Hale’nin odasının kapısı hep kitliymiş sizce de biraz garip değil mi? Herkes bazen odasının kapısını kitler ama sürekli kilitlemek bana biraz garip geldi. Hale adama karşı çok büyük bir nefret besliyor anne ise gösteriş dolu hayatından oldukça memnun kızını nankörlükle suçlayıp “Sana babanın yapmadığı babalığı yaptı” diyerek Hale’yi tam olarak çileden çıkardı. Hale’nin cevabı daha da merak uyandırıcı “Ben babamın neden bizi terk ettiğini de biliyorum” ve anne donup kaldıktan sonra hırsla kızına bu hırsın sebebini sorduğunda aynada gözleri dolan, ağlamamak için kendini tutan ve sessiz kalan Hale ile ben bazı şeylerden şüpheleniyorum ama bunu size açıklamak için biraz erken. Ayrıca şurada çok kısa bir dipnot geçmem lazım, Hale bildiğiniz zengin aile kızlarından değil. “Çalışır kendimize bakardık!” lafının arkasında zenginliğinin arkasına sığınmış, basit, hayatı modadan ibaret gören bir genç değil,o. Hale oldukça merak uyandırıcı ve İpek bu rolü oldukça iyi yansıttı oyunculuğunu ben beğendim AŞK 101’den sonra geliştirmeye devam etmiş kendini.
Ah Mert ah benim talihsiz evladım. Ben Mert’e çok üzüldüm izlerken. O ağabey ve abladan sonra böyle düzgün, çalışkan, merhametli biri olabilmesi takdire şayan. İftira ile mesleğinden olan bir savcının oğlu Mert belki de bu olaydır onu olgunlaştıran. Doğan Bey tarafından babası araştırılınca babanın savunmasının savunmasında “Sokratesin Savunması”ndan alıntı yapması? Bu olaya boşuna girildiğini düşünmüyorum Mert’in babası ve Doğan bizi bir yere götürecektir belki de kim bilir. Ailesi ise tamamen dağınık ve Mert kendinden fedakarlıklar yaparak bir şeyleri toplamaya çalışıyor halbuki evin en küçüğü. Ona rehber olması gereken ağabey ve ablaları var…Ablasının sadece bir kere anılması yüzünden pek bir şey diyemem ancak ağabeyi kanı beynime sıçratıyor. Oyuncuya tek bir lafım yok karakterine bu kadar sinir edebilmesi karakterini çok iyi canlandırmasından kaynaklı… Karakteri o kadar sinir edici ki ağabeyinin sebebi çok ütopik olması değil oldukça hayatımızın içinde olmasından kaynaklı. Mert’e bir şey söylemek istiyorum evet Mert’ciğim aile bu hayatta çok önemlidir ama kendi hayatını onlar için bu kadar riske atma. Ağabeyinin arkasını toplama mesela bırak kendi ayakları üzerinde durup yaptıklarının bedelini ödemeyi öğrensin yoksa büyümeyecek. Sana sıkı sıkı sarılasım var ya çok üzüldüm ben Mert’e . Ailesinin tüm yükünü sırtına alarak devam etmeye çalışan ancak her adımında yine o aile tarafından aşağı çekilen Mert’in düzlüğe çıkması için ilk öğrenmesi gereken “Önce Can” demeyi öğrenmesi olacaktır.
İçimizdeki Ateş aslında bir grup hukukçunun meslekleri ve onun ardındaki özel yaşamlarındaki depremleri gözler önüne serdi. Bir de Tufan görünümlü Ege şimdilik sorunsuz gibi duruyor. Mesela Tülin ve Doğan… Geçmişleri kızlarının ölümü dışında oldukça muallak. Bir anne ve baba için yaşanabilecek en büyük acı evlat acısıdır ama kafamı karıştıran iki nokta var. Birincisi Doğan’a babasıyla ilgili “Bunca yaşanandan sonra oturup onunla hiçbir şey olmamış gibi yemek yiyemem” demesi ikincisi de boşanmalarının arkasında ki tek sebep kızlarının ölümü mü? Bu tek başına bir sebep değilmiş gibi geliyor. Sebep neyse onların evlilik bağını koparmış ancak iş ve arkadaşlık bağlarını koparmamış. Ayrıldıktan sonra bile böyle konuşup güzelce sohbet edebilmeleri mükemmel bence herkese örnek olmalı bu durum. Doğan, Tülin’e söylediği güzel şeylerden sonra Tülin’in “Gitsem bile mi böyle düşüneceksin? Diye sorması biraz gerdi beni ama ikilinin uyumu o kadar hoştu ki bu detaya çok takılamadım. Burak ve Ceren Hanımın uyumu çok ama çok iyiydi.
Dizinin final sahnesi hepimizi şoke etti. Mert’in başına gelen, buna hepsinin şahit olması genç avukatların yeni ve karmaşık bir döneme gireceğinin de işaretini verdi. Mert’i ihbar edecekler mi? Doğan’a haber verilecek mi? Bunların hepsini gelecek bölümlerde göreceğiz ama diziyle ilgili bir kaç şeyden daha bahsetmek istiyorum.
Teknik konulara gelirsek; sahne geçişleri, müzikler, çekim açıları, stil ve oyuncu seçimleri oldukça yerinde olmuş ancak senaryo çok ama çok dağınık. Sevgili senaristimiz tüm karakterlerin hayat hikayesine bir bölümde neden girmiş anlamış değilim. Her bir karakteri anlatmak için öyle çabalamış ki ilk bir saat akmadı ve konu aşırı dağıldı. Eldeki tüm doneleri bir anda kullanmaya gerek var mıydı bilmiyorum her karakterin hikayesi vardır elbet ama bence yavaş yavaş açmalıydı. Dağınık senaryo dikkat çekmedi umarım bu durumu toparlar. Sosyal medya üzerinde de oldukça aktif bir ekip güzel çalışmalarla daha çok ilgi çekebilirler. Yolu açık reytingleri yüksek olsun.
Haftaya görüşmek üzere… Hoşça kalın.