Bitti mi Hikayemiz? (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 19.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT

“Sen benim hiç kalbime girmedin ki Sadi, sadece hayatıma girdin. ” Seven bir adama daha ağır bir cümle söylenebilir mi? Bir adam, âşık olduğu kadından daha ağır ne duyabilirdi ki? Sadi ve Songül keskin bir yol ayrımındalar ve bu defa şakağa dayanan bir silah tüm sorunların çözümü olamayacak nitelikte. Songül’ün kalbinde başlayan yangın başta Sadi olmak üzere herkesi yakıp, kül etmek üzere ve Sadi bu öfkenin önüne nasıl geçecek? İşte ben bunu tahayyül etmekte dahi zorlanıyorum.

Songül, Derya’nın odasında bulduğu mektuptan kendisinden saklanan gerçekleri öğrendiğinde ilk önce kısa çaplı bir şok yaşadı. Yavaş yavaş şok yerini öfkeyle karışık acıya bıraktı. Daha bir gece önce evliliğini gerçeğe dönüştürmenin mutluluğunu yaşarken, bir gün sonra hayatının yalanının içine düştü. Songül, Derya ve Sadi geçmişini en olmadık şekilde öğrendi ve içindeki öfkeyle birlikte yükselen acı tüm bedenini ele geçirdi. Burada kendisine yalan söylenmesinin ötesinde, Songül ihanete uğradığını düşünüyor. Hastanenin önünde çöktüğü o kısacık anda daha ilk günden itibaren Derya’nın yaptıkları, Sadi’nin sırlarla ilgili konuşmasını, kaçak dövüşlerini tek tek hatırladı. Kendimi bir kadın olarak Songül’ün yerine koyduğumda ilk hissettiğim duygu aldatılmışlık hissi oldu. Başka ne olacaktı ki? Songül ne bu ilişkinin geçmişinden haberdar ne de Sadi ve Derya’nın artık birbirlerin hayatından çıktığını biliyor. Kim olsa ihanete uğradığını düşünürdü ama Songül’ ün durumu çok farklı. Kısa süreli sevgilisi tarafından ihanete uğramadı o, Songül babasından sonra ilk kez sırtını dayadığı, kovuğunda ısındığı, her şeyiyle güvendiği limanını kaybedip, buz gibi soğuk bir tundranın ortasında çırılçıplak kaldı.

Songül için birini sevmek mucizenin ta kendisiydi, zira ailesini kaybettiği günden beri bir kez bile mutlu bir ailenin, evlenmenin ya da birini hayatına almanın hayalini kurmadı. O seçilmiş yalnızlığında, ailesinin intikamı için yaşayan, sonrasını da düşünmeyen bir kadındı. Öfkeliydi Songül ama o öfkesinin ardında hep bir hüznü, yalnızlığının içinde tutunmaya çalışan bir ruhu vardı. Alışmıştı da bu duruma, istemiyordu hayatında kimseyi hatta hayal bile kurmuyordu. Ancak her zaman  hayat başka bir şekilde kendini gösterir. Sadi, Songül’ün hayatına girdiğinde ona sırtını yaslayıp, huzurla dayanacağı bir dağ, kalbini açıp, sıcaklığıyla ona üşümeyi unutturan bir sevgili oldu. Songül çocukluğundan bu yana ilk kez üşümedi, ağlarken kendine değil Sadi’ye sarıldı. Bu duyguya teslim olmak istemedi ama Sadi gibi bir adam karşısında çok da şansı olmadı. Sadi onu çok güzel sevdi ve bunu gösterdi ancak yaptığı bir hata Songül’ü perişan etti. Bir tuvalete sığınıp, onsuz üşüyorum diyecek kadar ruhu paramparça oldu, başlangıç noktasına ilk kez gitmiyordu belki ama ilk kez bu kadar bitmiş vaziyette ilk durduğu noktaya geri dönmüştü. Geçmişte bu noktaya geldiğinde ailesi ondan alınmıştı ancak şimdi en sevdiği, en güvendiği insan tarafından ihanete uğradığını hissediyor ve Songül bu duyguya o kadar yabancı ki nasıl başa çıkacağını dahi bilmeden oradan oraya savruldu. Tıpkı dalında yeni tomurcuk veren bir gülün fırtınayla birlikte dalından kopup oradan oraya sürüklenmesi gibi…

Songül önce anılarıyla vedalaştı. Arabasında Sadi ile yaşadığı güzel günleri düşünürken, son kez ferayesine baktı.
Belki de içinden bir ses onu atmasını söyledi ancak yapamadı. Songül o bağı koparamadı. O yüzük sevdiği adamla arasındaki son bağ ve bunu nedense bir türlü koparıp atamadı zira acı gerçekle yüzleşmek istemiyordu. Songül biliyordu ki o yüzük çıktığı anda artık Sadi onun için bir anlam ifade etmeyecek çünkü o yüzüğü ilişkisinin ay ışığı olarak anlamdırdı ki ona feraye adını koydu. Yine de bu defa ne yüzüğü, ne mutlu anıları Sadi’yi içinde aklamak için yeterli değildi, Songül deyim yerindeyse kendini kaybetti. Aşık olduğu adamın ve en yakın arkadaşının ihanet ettiğini düşündüğü için de içindeki öfke yerini göz yaşlarına, yanında olmayan bir adamın hayaline sığınmak oldu. Bir insan daha nasıl kötü hale gelebilirdi ki?

Songül’ün içindeki acı o kadar büyüdü ki bununla kendideyken başa çıkması da, eve gidip yüzleşmesi de mümkün değildi. Tıpkı bir zamanlar Sadi’nin yüzleşemediği gibi. Hatırlar mısınız, Sadi Derya’yı ilk gördüğünde altında ezildiği vicdan azabıyla kendini meyhaneye atmıştı. Songül hayatının en kötü gecelerinden birini yaşamış ve neredeyse aklını yitirecek noktaya gelmişti. Karma denen bir şey varsa Sadi bunun iki halini de yaşadı. İlk önce uzun süre karısını sokak sokak aradı. Onu bulduğunda acıdan, içkiden kendinden geçmiş bir Songül buldu.

Sadi, Songül’ü eve getirdiğinde hem durumu bir türlü çözemiyor, hem de Songül’ü ne bu kadar perişan etti bir türlü anlamadı. Bir zamanlar Songül’ün onu taşıdığı gibi karısını yatağına yatırıken gözlerindeki acıyı görmemesi belki de başına gelecekleri önlemesi için son şansını da yitirmesine sebep oldu diye düşünüyorum. Songül yatağında “Bana neden yalan söyledin Sadi?” diye mırıldanırken, hayal kırıklıklarıyla, biten aşkına sarılarak yatağında içindeki tükenmişlikle uyuyakaldı.

Sadi, bu geceyle ilgili çok başka hayaller kurarken kendini sarhoş karısının baş ucunda, olanlara anlam vermeye çalışırken buldu. Sadi üst üste yaşanan felaketler yüzünden olsa gerek bir türlü Songül’ü bu kadar perişan edecek gerçeğin ne olduğunu düşünemedi ama bence buna pek ihtimal de vermiyordu. Songül nasıl öğrenecekti ki değil mi? Derya bir söz verdi, her şeyi yok etti, konu kapandı. Nereden bilebilirdi ki uzun zaman sonra hala kendisinin hayalini kurduğunu ama burada Sadi’ye de iki çift lafım olacak benim. Yani evet Songül’e neden söylemediğini anlıyorum ama bir noktadan sonra susması, gülüşüne aşık olduğu karısının yüzündeki gülüşü sildi, attı. Sadi henüz farkında olmasa bile…

Sadi Payaslı aslında oldukça zeki bir adam, yeri geldiğinde stratejik zekasıyla hepimizi kendine hayran bırakan biri ama söz konusu Songül olduğunda o adam gidiyor yerine bambaşka biri geliyor. Sadi, içinde bulundukları durumu asla kavrayamadığı gibi, Songül’ün neden birden kendinden uzaklaştığını da ailesine, kendisiyle ilgilenmemesine yordu. O kafasında Derya meselesini bitirdiğinden olsa gerek aklına bile gelmedi. Halbuki olaya önceden uyansa çok başka bir konumda olurlardı ama olmadı, olmadı, olmadı…Ben yine de burada Sadi’nin de aldatmasa bile hastasının olduğunu düşünüyorum. Songül’e bir kere taşınalım demek dışında bu hususta bir adım atmadı. Evet, Derya onun isteğiyle hayatına girmemiş olabilir ancak en azından doğum gününde burnunun dibine kadar giren Derya’yı Songül’e söylemesi gerekirdi. Korkusunu anlıyorum ama bu kadar hayatına dahil olan kadının kim olduğu ortaya çıktığında başına gelecekleri en azından tahmin etmesi gerekirdi diye düşünüyorum.

Sadi bir yandan Songül’ün ne halde olduğunu anlamaya çalışırken, diğer yanda savcıyla birlikte girecekleri diğer operasyonun planlarını kurmaya başladı. Hayatlarının tam ortasına düşecek meteordan habersiz Servet planlarını başlatan yılan ekibi için bu operasyonu sürdürmek sandıkları kadar kolay olmayacak. Özellikle de operasyonun Bay ve Bayan Payaslı ayağı ciddi şekilde sekteye uğramak üzere. Songül, Sadi’yi tamamen kalbinden atmaya çalışırken Sadi de her şeyden habersiz karısının ailesinin katillerini yakalamak için büyük bir planın düğmesine bastı. Peki bu planı sağlıklı bir şekilde hayata geçirebilecekler mi? Ben samimiyetle şüpheliyim zira Songül daha Sadi’nin yüzüne bakamıyor, nasıl onunla gizli operasyona girecek? Söylemesi elbette kolay da bunu yapabilir mi? Bakak, görek…

Songül, bir yanda içindeki acıyla başa çıkmaya çalışırken, diğer yanda da bunu Sadi’ye belli etmemeye çalıştı. Şimdi ben burada biraz kalacağım. Songül, neden bir türlü Sadi ile konuşmak istemedi? İşte bunu irdelememiz lazım diye düşünüyorum. Hatırlarsanız Songül’ün Sadi’ye direkt söylemişti ancak bu defa bu yolu tercih etmedi. Kendi içinde önce acısını, sinirini yaşamak istedi. Ben bunun sebebini Songül’ün bu adama asla bağışıklığı olmamasına bağlıyorum. Daha aralarında hiç bir şey yokken kolayca onu ikna eden biri, bu kadar aşık olduğu bir anda bunu tek bir hareketiyle başarırdı. Songül, Sadi’nin gözlerine bir kez baksa, biraz uzun süre takılı kalsa adı gibi biliyordu ki inanırdı. Songül’e göre Sadi onlara, aşklarına, hayallerine ihanet etti. O artık sığınacak liman değil, kaçacağı biriydi. En azından gerçekleri öğrenene kadar bu böyle olmaya devam edecek.

Songül, bu hayattaki tek sığınağını kaybedince doğal olarak asla bir daha sarılamayacağı ama hayalinde hep sarıldığı anne babasına koştu. Onlara bir zamanlar Sadi’yi anlatmış, mutluluğunu paylaşmıştı ama şimdi sadece yeniden yalnız olduğunu anlatmaya geldi. Songül belki de Sadi’yi elinden tutup getirmek istediği bir zamanda ihanete uğradığını düşünerek koştu anne, babasına. Onlar uğruna girdiği onca tehlikeden, acıdan sonra gitmedi de aşk acısı onu yeniden mezarlığa getirdi. Songül o kadar yalnız ki şu durumunu gidip paylaşacağı ne bir arkadaşı ne de bir dostu var. Eskiden de sadece anne, babası vardı. Şimdi de yine sadece onların olduğunu hissediyor. Sadi’nin Songül’ü üzmemek için, geçmişte kaldı diye düşündüğü için sakladığı bir sır onu, ilişkisini, evliliğini bitirecek hale geldi. Songül adım adım içindeki aşkı öldürmeye çalışırken, Sadi de Songül’ün kendisinden ne sakladığını bir türlü anlayamadığı için artık delirecek kıvama geldi. Songül ailesinin mezarında göz yaşı dökerken, Sadi de için için “Songül’e ne oldu?” sorusuna olmadık cevaplar bulurken, felaketine adım adım yaklaştığından habersizdi. Tıpkı çevresindeki herkes tarafından kandırılan Araz gibi…

Araz hastanede yatarken, arkadaşlarının dışarıda neler yaptığından asla haberi olmadı. Ne Vural, ne Bora ne de Sevda ona bir şey söylemedi ve Aylin Araz’ın yüzüne çarpana kadar da bu durumdan habersizdi. Araz, kendi içinde Gizem’i geri almak için Aylin’e yaklaştığına kendini ikna etmeye çalışıyordu ama bence durum çok farklı. Araz bir şekilde o prensesin hayatında olmasından mutlu ama bunu bırakın arkadaşlarına, kendisine bile itiraf edecek durumda değil. İçindeki öfke, Gizem’in onu eliyle itip atması gibi durumlar yüzünden karmaşık duygular yaşadı ve en sonunda kelebekler grubunu dağılma noktasına getirdi. Sevda’nın sürekli Araz’ın arkasından iş çevrilmesi, Aylin’in Araz’a söyledikleri yüzünden koca grup dağıldı. Araz’ın öfkesi önce Sevda’yı sonra da Vural’ı gruptan uzaklaştırdı.

Araz, Aylin ile ne yaşadığını anlamadan ona çekiliyor. İlk önce arkadaşlarına şikayet dilekçelerini çektirmesi, Mert’in evdeki varlığından rahatsız olması, Aylin’in Mert’ten hoşlandığının duyulmasına gösterdiği tepkiyi düşünecek olursak Araz için bu kız oldukça farklı bir konuma gelmek üzere. İşin güzel yanı Araz henüz bunun farkına bile varmadı. Yine de Aylin’in kendisine söyledikleri o kadar ağır geldi ki çocukluklarından beri ayrılmayan kelebekler grubu bir anda paramparça oldu.

Dizide bu hafta paramparça olan olanaydı değil mi? Önce kelebekler ardından da Sadi ve Songül başk başka yerlere dağıldı.

Sadi, uzun zamandır neden kendisinden uzak durduğunu anlamadığı Songül ile baş başa kaldığında artık durumu anlamaya başladı ve ne yazık ki bir gün önce ruhunda başlayan yaz yerini kışa bıraktı. Songül, arabada bana karıcım deme, bana seviyormuş gibi bakma derken bir saniye daha o aşık olduğu gözlere baksaydı inanıverecekti. Hem nasıl inanmasın ki? O gözlere teslim etmedi mi kendini her defasında? Her defasında inanmadı mı o dudaklardan dökülen her bir kelimeye? Ona bu kadar rahat yalan söyleyen adama aşık oldu, bunu da bir gün bile anlamadı ama be yazık ki bilmediği durumları da kendi kafasından birleştirdi. Daha önce ailesinin ölümünden Sadi’yi suçlarken nasıl ki kendi fr bir çıkarım yapmıştı, bu defa da okuduğu mektubu kocasına sormak yerine aldatıldığı sonucuna vardı. Sadi ise hiç bir şeyden habersiz Songül’ün karşısında biçare kaldı…

Her ayrılık acıdır, her vazgeçiş keskindir ama bu defa durumu bu kadar kısa anlatamam. Songül, hayatındaki en değerli insandan vazgeçerken bu defa onun için değil, kendi kalbi için gitmek istiyordu. Aldatılan her kadın gibi ruhunu tamamen kaybetmemek adına, kendi yaralarını sarmak için gitmek istedi. Bir Anka kuşu gibi önce göz yaşlarıyla kalbini tedavi edecek, sonra da küllerinden yeniden doğacaktı. “Ben seni hiç sevmedim ki…” derken aslında gerçekteki Sadi ‘yi değil, ona ihanet ettiğini sandığı adamı cezalandırdı, Songül. Bu kadar olayda en haklı olan kişi Songül’ den başkası olmasa da burada verdiği peşin hüküm gerçekler ortaya çıktığında her şeyden kendini suçlamaya alışkın olan Songül’ün kendini de yargılamasına sebep olacak. Songül, Sadi’ye sen benim için sadece iştin derken Sadi sadece “Nasıl istersen komiserim…” diyebildi. Aslında Sadi de karşısındaki kadının kendisini sevdiğini, değer verdiğini biliyor. Bilmese “Hiç sevmedin mi?” derdi ya da gözlerinin içine bakmaya zorlardı ama bunu yapmadı. Songül iyi değildi ve Sadi içten içe buna sebep olduğunu gördü. Anlamasa bile hissetti diye düşünüyorum. Bundan sonra top artık Sadi Payaslı’da… Bir zamanlar bir kadından vazgeçmişti, şimdiyse hayatının aşkı, onca ihanetin, acının yıkamadığını yıkıp geçen sevgilisi ondan gidiyordu. Bu savaşı ya kazanacak ya da kaybedecek, başka bir çözümü yok. Savaşırsa kendi cennetini geri alır aksi halde araftaki hayatına kaldığı yerden devam eder…

Bu savaşta aşk mı yoksa gurur mu kazanacak? Hep birlikte göreceğiz…

Yazımı bitirmeden önce bahsetmek istediğim bir konu var : Devrim Özkan. Bu hafta dizide Songül’ü dört ruh halinde gördük. Önce acıyla karışık öfkeyle izledik ve hastane önündeki Songül’ün adım adım duygusal geçişlerini Devrim’in çok net verdiğini söyleyebilirim. Adım adım acısına, öfkesine şahit olurken özellikle tuvalette ağladığı ve mezarlık sahnelerine parantez açmak istiyorum. Devrim Özkan önce tuvalet sahnesinde acısıyla yüzleşirken beden dilini kullanmadan sadece yüz ve mimikleriyle karakterin tüm acısını tek bir kayma bilr olmadan mükemmelen aktardı. O sahnede Songül’ün acısını, çaresizliğini hissederken, mezarlıkta da yalnızlığını ve çaresizliğini aynı şekilde bize aktardı. Biz Devrim Özkan’ı bu dizide iki kez sarhoş izledik ama ikisi de birbirinden çok farklıydı. İlkinde sadece ailesinin ardından özlem duyan, eşine aşık bir kadının sarhoşluğunu nahif bir şekilde yansıtırken, bu hafta gülerken bile acısını, hayal kırıklığını gördük. Açıkçası son yıllarda izlediğim en iyi sarhoşluk performanslarından biriydi. Bu hafta onun bölümüydü, Karabayır’a Songül Acarerk, diziye de Devrim damgasını vurdu. Emeğine, gönlüne, yeteneğine sağlık.

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Pandoranın Kutusu (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 18.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT 

Bu hayatta hiçbir şey gizli kalmaz. Hiç bir sır sonsuza kadar bir kutunun içinde saklanamaz. Bir sırrı tarihe gömmenin tek yolu ya onu hatırlamadığın bir diyara gitmektir ya da onu kapattığın kutudan onu asla çıkarmamaktır. Ya o kutunun kapağı aralanırsa ne olur? Tıpkı Zeus’un sözünü dinlemeyen Pandora gibi hayatına yedi büyük günahı getirir, üstünü kapatmaya çalışırsan da o günahla savaşmamayı tercih edersen de   yeniden kapattığın o sandığa umudunu da gömersin. Sadi bugüne kadar her tavrıyla Derya’ya o kutuya dokunmamasını hissettirecek şekilde davrandı ancak Derya bunu anlamadı. Kutu açıldı ve kapandı. İçinde de Sadi’nin mutluluk hayalleri kaldı.

Sadi Payaslı, ikinci hayatına girdiğinde ne bir mutlu yuva kurma taleşesi ne de aşık olma düşüncesi vardı. Ama hayat böyledir işte, siz ne plan yaparsanız yapın onun her zaman başka planları vardır. Sadi aynı hayatı yaşamak zorunda kaldığı kadına her gün daha da aşık oldu. Bu öyle yavaş, öyle içine işleyerek gerçekleşti ki Sadi fark etmedi bile ta ki bir kadının gülüşü nefesi olana kadar. Aşk iyileştirir,geliştirir ve insanı bambaşka birine dönüştürür. Sadi de adım adım bambaşka bir adama dönüştü. İkinci şansına ödemek zorunda olduğu bir diyet gibi değil yaşamak istediği bir vaha, bir yuva gibi sarıldı. İnsanların hayatına dokundu, çocuklarım dediği öğrencilerinin kahramanı oldu. İlk geldiğinde daha sert bir hocayken sonrasında daha anlayışlı, daha ılımlı bir öğretmene dönüştü. Bunu yapmak için bir isim değişiminden fazlası gerekir. Ona adım adım nasıl yaşaması, davranması gerektiğini Songül öğretti. Sadi sert bir yaşamın kurallarını herkesten iyi bilirken, başka yolların olduğunu da Songül ile öğrendi. Ben buna her zaman aşkın iyileştirici gücü derim. Zira Sadi artık sadece coğrafya öğretmeni değil, gerçekten bir kahraman, bir rol modeli, babasız çocukların sırtını dayadığı dağ oldu. İşte o çocuklardan biri : Zülfikar…

Zülfikar kardeşinin kaybolmasının ardından acılar içindeki annesiyle baş başa kaldı. Ne yapsa, nereye gitse bilemiyordu ki o anda tek güvendiği, belki de hesapsız, sorgusuz kapılarını çalacağı tek insanı aradı : Sadi. Zülfikar bugüne kadar ailesinin yükünü hep tek başına sırtlamış, baktığında 17 ama içinde 100 yaşına gelmiş bir delikanlı. Hocasından, Songül ablasından yardım isterken bile boynunu büken biri. Hem nasıl bükmesin? Alışmamış ki birilerinden yardım istemeye, birilerinin ona yardım etmesine. Bu yüzden de Sadi ve Songül onlara yardım ederken hem annesi hem Zülfikar sadece minnetle baktılar. Zülfikar, annesinin yanında ağlamayı bile kendine yediremeyen, ağlamayı hala zayıflık sanan bir çocuk. Sadi de onun yanında sadece öğretmeni olarak değil, babası gibi dimdik duran hocası oldu. Ona destek oldu. Morga giderken bile Sadi bir kolunda Zülfikar diğer kolunda Ozan’ın acılı annesi bir ölüm yolunda yürürken içinden geçenler onun aslında bu hayatın içinde neleri yapmak istediğinin de habercisi oldu. Sadi ikinci şansında sadece hayatındaki insanlara değil, umutla, saflıkla tüm mazlumlara yardım etmek, umudunu yitirmeyenlerden olmak istiyordu. Bir zamanlar kendisine, hayata ve geleceğine dair hiç umudu olmayan bir adamken, artık geleceğine, hayallerine tutunan bir adam var karşımızda. Ve tüm bunların tek bir mimarı var : Songül…

Songül, Sadi’nin hayatını tek bir sihirli dokunuşla değiştirdi. Hem de bunu bilinçsizce yaptı. Özel bir çabası, taktiği yoktu. Songül öylesine iyi, saf ve pak bir ruha sahip ki istemeden de olsa çevresinde ne varsa güzelleştiriyor. Sevdi mi tam sevip, her zaman sevdiği her şeye sahip çıkan bir yapısı var. Sadi’yi de böyle sarıp, sarmaladı. Geçmişindeki onca yüke, sıkışmış ruhuna rağmen yaptı bunu. Halbuki hayatının şimdilik en zor evresinden geçiyorken bencil olabilir, kendini düşünebilirdi. Bunu asla yapmadı. Kendisinden önce sevdiği insanları, onların mutluluğunu düşündü. Belki seneler sonra sevilmenin mutluluğuyla ailesinden kalan mutlu anıları anlatmaya, onları ağlayarak değil gülerek hatırlamaya başladı. Aşk iyileştirir demiştim ya aynı şey Songül için de geçerli. Aşk onu da değiştirdi ve aslında onun Sadi’yi etkilediği gibi Sadi de farkına varmadan Songül’ü en güzel şekilde mutlu etmenin yolunu buldu.

İlk bölümlerde hatırlarsanız Sadi’nin farkında bile olmadan anlattığı bir sahte tanışma ve evlenme teklifi hikayesi vardı. Songül’ün ayaklarını yerden kesen, Sadi’nin kirli gördüğü ruhuna en temiz haliyle sarılarak aralarındaki bağın ilk kurulduğu o anı hatırladınız mı? Meğerse Sadi fark etmeden Songül’ün ailesinin hayatına, hikayesine dokunmuş. Ben her zaman akıl değil ama önce kalbin gördüğüne inanırım. Sadi belki bilinçli bir şekilde Songül’ün hikayesini bilmiyordu ama kalben hissetti. Kalp kendinden olanı sever, tanır, hisseder. İkisi de yüreğinden yaralı hikayenin kahramanları ve bir hayatın içinde fark etmeden birbirlerine karıştılar. Songül Sadi’yi çok sevdi, onunla gelişti, hayata tutundu. Songül de Sadi’nin hayatının tamamı oldu. Şimdi ikisi de bunu kaybetmemek için olacaklardan habersiz düşmanlarının peşinden gidiyorlar. Halbuki kapının önünde onları bekleyen tek felaket bu değil…

Sadi ve Songül ses kaydında duydukları kayıtların peşine düşerek Servet’e bir adım daha yaklaştılar. Hala çok spesifik adımlar atamamış olsalar da artık ellerinde bir şüpheli listesi var. İkisi de büyük patronu bulup, erteledikleri mutluluğu yaşamak istiyorlar ama bu o kadar kolay değil. Servet dört bir yanlarını sarmış vaziyette ve bence artık sadece Yaver de ona ulaşmak için yeterli değil zira Songül hala burnunun dibindeki haini görmüyor.

Songül bir yanında Sadi bir yanında Yaver ile ailesinin katillerini kovarlarken ne en yakınındakinin de müdürünün yaptıklarını hala fark etmedi. Serdar müdür hala Songül’ün ağzından aldığı laflarla adam asmaca oynatıyor ama Songül babasından emanet olarak gördüğü adamdan şüphe bile duymadı. Babasına öyle büyük bir hasreti var ki ondan kalan her şeye büyük bir aşkla sarılıyor. Bu sebeple de hala Serdar’dan şüphe etmedi. Serdar bu sayede her şeye sahip olduğunu sanırken Songül’ün dahil olduğu yılan operasyonundan, ya da Songül’ün bile haberinin olmadığı ancak başında Sadi’nin bulunduğu ve kendi mezarını kazdıracağı kartal ateşinden haberi var. Ben yanlış anlamadıysam ortalık çok yakında fena kızışacak.

Sadi, Semih ve başsavcının iş birliği ile yürütülen operasyonda sonunda Songül de savcı ile tanıştı. Açıkçası ben orada ona bir şeyler söylenir demiştim ama Sadi ve savcı bunu söylemek istemediler. Bence bunun en önemli sebebi Songül’ün Sadi kısmına şiddetle karşı çıkacak olması ve belki de işi duygusal olarak baltalama ihtimalinin olması diye düşünüyorum. Ben açıkçası Serdar için yapılan operasyonu değil ama Servet için başlatılan kartal ateşi operasyonunun yakın zamanda başlayacağını düşünüyorum. Sadi şimdilik bu yolda sadece savcı ile hareket ediyor ve bir şekilde kimse destek olmazsa Servet’in öyle iki küçük olayla yakalanacağını sanmıyorum. Sadi’nin tanık koruması, Songül’ü hedef alan Servet için kurulan kartal operasyonu. Bu ikisi iç içe geçtiğinde umarım kimse zarar görmez ancak bundan samimiyetle şüphe duyduğumu söylemek zorundayım.

Bir yanda operasyonlar, diğer yanda sırlar derken tüm bu hengamenin arasında birbirine tutunmaya çalışan Songül ve Sadi aşklarını da yaşamaya çalışıyorlar. Az önce birbirlerine tutundular dedim ya, daha da ötesinde birbirlerine sığınak, aşk ve sevda oldular. Öyle ki artık bir taraf diğerini konuşmadan anlamaya başladı. Songül, Sadi’nin isteklerini, Sadi de Songül’ün hayallerini çok iyi biliyor ama bir türlü de gerçek bir çift olamıyorlar. Bir adım ileri, iki adım geri gidip geldiler ta ki bu haftaya kadar. İlk kez ikisi de gerçek bir adım attı ama bence bu sadece başlangıçtı diye düşünüyorum.

Sadi ve Songül aylar sonra yaşadıkları ilk gerçek anda Songül  uzun zamandır aralarında bir ihtilafa sebep olan “MSK” şifresini sonunda açıkladı :Maalesef sahte karın. Sadi, Songül ile anılardan konuşurken Metin komiserin çekingen tavırlarını “Damat kaynata toprağındandır” diye fısıldadı. Çok doğru. Sadi bir türlü karşısındaki kadına hislerini açamıyor. Ona kuzey yıldızımsın diyor ama sevgilimsin demiyor, ölümden alıyor ama açık açık benimle ol diyemiyor. Songül sırrı açıkladığında  Sadi’nin “Hayır, sen benim gerçekten karımsın!” demesini bekledi ama Sadi yine söyleyemedi. Belki kendini hala bu hayata layık görmediğinden belki de başka bir sebeple bir şekilde Songül belki de onu oraya getirsin istiyor. Anne ve babasının hayatında çok değerli bir yere sahip bir tabloyu hediye ederken benim yukarıda Sadi için söylediğim şeyleri üç kelimeyle ifade etti : Sen beni terbiye ettin! Evet, Songül Sadi’yi bambaşka bir adama dönüştürdü, onu kendine bağladı ama artık Sadi’nin de spesifik bir adım atması lazım. Sevdiği kadını gülüşünden öpmek, onu hayatının merkezine alması önemli ama net bir adım atarak o eli tutmak zorunda yoksa Songül hala mecbur olduğu için yanında olduğunu düşünecek. Bugüne kadar başka bir seçeneği asla konuşmadılar bu yüzden Sadi’nin bit şekilde net olarak Songül’ün ellerinden tutup “Ben senin sahte kocan değilim, yanında isteyerek kalıyorum” demesi lazım yoksa o da Araz gibi saçma sapan yollarda sürünmeye devam eder.

Araz uzun zamandır kendi iç dünyasında debelenip duruyor. Ne yapsa, ne etse bir türlü ne huzura erdi ne de çevresine huzur verdi. Şimdiki hobisi de Aylin oldu. Açıkçası önceleri Gizem için aracı yapmaya çalışıyor dedim ama bu hafta evine hırsızlık için girdiklerinde eşyalara asla zarar vermemesi, üzgünken yanına gitmesi, gelinciklerden ayrı bir iletişime sahip olması biraz değişik geldi. Hadi yine Gizem diyelim ama zengin olduğunu bildiği birine sadece bilgisayarını verse bile yeterdi. Halbuki o iğnesini bile çalmadan kutuyu olduğu gibi Aylin’e teslim etti. Yetmedi arkadaşlarına “O artık mahallenin kızı” diyecek kadar da önemsiyor onu. Hep dediğim bir laf vardır ya kalp kendinden olanı tanır diye bence tüm mesele buydu, Araz kendinden olanı gördü. Aylin’in de kendisi gibi terk edilmiş bir çocuk olduğunu anladığında aslında ona bambaşka bir gözle bakmaya başladı bile. Araz bunu zamanla kabullenecek ve adım adım sevgisini Aylin’e gösterecek. Keşke Sadi’nin de o kadar zamanı kalsaydı ama maalesef yok. Sadi için geri sayım Araz’ın aksine başladı ve eğer gerekeni yapamazsa tüm hayatı ellerinden kayıp gidecek.

Veee o işte o an geldi. Pandoranın Kutusu açıldı ve kapandı. İçinde de Sadi’nin umudu, Songül’ün masum sevgisi kaldı. Derya’nın Kıvanç’a çekilmesiyle biten hikayesini çöpe atmasıyla başlattığı yeni hayatı aslında geçmişin hem Sadi’nin hem de kendisinin tepesine kabus gibi çökmesine sebep olacak. Halbuki Sadi’ ye o çöplükte sır olarak kalacaklarını söylemişti. Ancak kendisi sır olarak bırakmayınca “Yağmurdan sonraki toprak kokusu” olarak tanımladığı yeni hisleri, tanıdığı gerçek bir adama olan duyguları Derya için yeni bir başlangıç olsa da bir başkasının da bitişine sebep olmak üzere…

Bir tarafta Sadi ve Songül, diğer yanda Kıvanç ve Derya… İki kişinin sakladığı sır ne yazık ki iki ilişkinin de üstüne kabus gibi çökmek üzere. Burada yanan da ne yazık ki Sadi olur gibi zira Kıvanç ve Derya daha yolun çok başında. Ancak Sadi bunca zamandır sustuğu şeyler onun felaketi olmak üzere ve ne yazık ki bu defa gelen felaketi ön göremedi…

Songül en masum duygularıyla gittiği hastanede hayatının şokunu yaşadı. En yakın arkadaşı olarak gördüğü Derya ve hayatının aşkı Sadi’nin birlikte olduklarını bir mektup ve fotoğrafla öğrendi. Mektupta ne bir tarih vardı ne de Emin yazıyordu… Songül ne hissetti bilmesem de içime doğan ilk duygu ihanete uğradığını düşünmesi oldu. Çünkü dudaklarından “Bana yalan söylediniz…” kelimeleri dökülürken bu hayatta en güvendiği iki insanın ihaneti Songül’ün saf, herkesi içine alan dünyasını darmaduman etti. Peki şimdi ne olur? Songül Acarerk’in öfkesi tüm Karabayır’ı özellikle de Sadi’yi yakar.

Yukarıda zorunlulukla başlayan evliliğin, gerçek bir evlilik olmadığını söylemiştim. O evlilik o mektubun açığa çıkmasıyla bitti. Payaslılar şimdilik bizi terk etti. Sadi, Songül’ü gerçekten sevdiğini ve istediğini ispat ederse bir ay ışığında yeniden Bay ve Bayan Payaslı olurlar. Aksi halde ikisi de tarihteki yerlerini alır diyemem zira bu ayrılık Sadi’nin sonu olur…

Yazımı bitirmeden önce bahsetmek istediğim bir konu daha var : Devrim Özkan! Bilenler bilir onu senelerdir takip eder, desteklerim. Sektörde oyunculuğuna şapka çıkardığım nadir genç aktrislerden. Bu hafta Songül ile duygudan duyguya sürüklendim. Onun umudunu, acısını, aşkını, hayal kırıklığını öyle güzel yansıttı ki ekranın diğer tarafına geçip sarılmak istedim. Songül’ün yalnızlığını öyle güzel işliyor ki tek bakışıyla onlarca duyguyu bize kusursuzca veriyor. Hep dedim, diyeceğim. Devrim Özkan Songül’ü senelerdir heybesinde taşıyıp, bize öyle güzel sundu ki, öyle güzel bir Songül yarattı ki her hafta daha da hayran oluyorum, oluyoruz. Onunla bu yolu yürümek çok nefis. Hele de haftaya neler neler yapacak bilmiyorum ama bir kadın olarak yanındayım, bu işin sonunda kazanan sadece güzellikler ve aşk olsun.

Bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Geçmişin İzleri (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 17.bölüm)

YAZAR : A. Ela ERDOĞDU

Zaman sanırım dünya üzerinde tanımlanması en zor olan kavram olabilir. Fazlasıyla geniş bir kavram kimi için ânı kimi için de geçmişi anlatır. Bazı insanlar vardır dünlerinde öyle şeyler yaşarlar ki içinde bulundukları ânı bile geçmişiyle doldururlar. Geçmişinden bugününe taşıdığı öfke, acı, nefret, mutluluk gibi duygular sadece yaşadığı zamanı değil geleceğini de şekillendiriyor. İçinde taşıdığın vicdan azabı ise seni içten içe eritir ama belki de insanın en kolay içinden silebileceği şeyde budur çünkü bir yüzleşme ile bunu çözebiliyoruz ama kırıldığımız, ağladığımız anları günümüzde maalesef iyileştiremiyoruz. Sadi, Songül ve Kıvanç bu kişilerin geçmişlerinden bugünlerine taşıdıkları o kadar şey var ki yavaş yavaş karşılarına çıkıyor tıpkı hiç beklenmedik bir şekilde karşılaşan Sadi ve Kıvanç gibi.

Geçtiğimiz hafta yüksek bir tansiyonla bıraktığımız bölümümüzü aynı tansiyonla karşıladık. Kıvanç ve Sadi geçmişten gelen iki hayalet gibiydiler artık ikisi de birbirlerine ilk defa imalar yapmadan açıkça konuştular. Sadi içinde sakladığı Yedi Emin’i çıkararak başta karısı olmak üzere çocukları için bir tehdit gördüğü Kıvanç’a adeta “Sadi olsam da sevdiklerime özellikle de karıma yaklaşırsan Yedi Emin’i göreceksin” dedi bir nevi gövde gösterisi yaptı. Çünkü bizim onun geçmişini bilmediğimiz gibi Sadi’de Kıvanç’ın geçmişini bilmiyor. Bilinmeyen, flu olan her şey tehlikelidir. En azından Sadi’nin bakış açısıyla bu durum böyle olduğundan elindeki verilerle kalan boşlukları doldurdu. Sadi için o para karşılığı insanların hayatını alıp başkalarına hayat veren bir doktordu. Kıvanç belki de ilk defa o an Sadi’nin ona karşı olan tavrını tam anlamıyla çözmüştü çünkü bana göre kendisi de “Sadi’nin sırrını ifşa edeceğini” düşündüğünden ondan rahatsız olduğunu sanmışı ancak durum ikisinin de düşündüğünden çok farklıydı. Öncelikle sahnede yakaladığım bir detayı sizlere söylemek istiyorum Sadi Kıvanç’ın karşısında Yedi Emin gibi duruyorken Kıvanç’ın “Emin” demesiyle “Sadi Bey” diye düzeltmesi sıradan bir diyalog değildi. Sadi bence burada “Ben artık Sadi olsam da özümde buyum ve eğer karıma, sevdiklerime zarar vermeye kalkarsan karşında bunu bulursun” demek istedi. Sadi ne kadar kendinden eminse Doktor Kıvanç ’da öyleydi gözlerini kaçırmadan kendinden gayet emin bir tavırla tıpkı kendisinin yaptığı gibi ikinci şansını değerlendirmeye çalıştığını anlattı, ben zararsızım dedi. Sadi zeki ve donanımlı bir adam söylediklerine ek olarak vücut dilini de analiz ederek söylediklerine ikna olmuş gibi olsa da tam olarak güvenemiyordu çünkü o dünyadan gelen birine karşı hiçbir zaman yelkenleri hemen indirmemek gerektiğini iyi biliyordu. Yanından ayrılmadan vereceği mesajı verip bir eski tanıdığı daha arkasında bırakarak gitti, Sadi. Şimdi burada neden Sadi, Kıvanç’a zarar vermedi sorusunu da irdelersek şu aşamada Songül için bir risk değil. Yani Sadi kendisiyle ilgili hususlarda Songül için olduğu gibi sonuç odaklı yaşamıyor. Osman Baba Songül için riskti, öldü. Kıvanç şu anda değil, ikinci şansına o da sarıldığı için Sadi henüz ona dokunmadı ki bence dokunamayacak da. Kim ikinci şansı için tüm hayatını değiştiren birini Sadi kadar iyi anlayabilir ki?

İnsan annesinden bir kere yaşarken ise defalarca kez doğar. Yaşadığı her olay hissettiği her güçlü duygu sonucu bambaşka bir insana dönüşür. Tamamen değişmez belki ama farklılaşır bir nevi teknolojik cihazları düşünün her özelliği değişmez ama güncellemelerde yeni şeyler eklenir işte insanda bence böyle bir şey. Bu durumu da belki en açık Sadi Payaslı’da görüyoruz. Sadi değişmeye karar verdiği ilk andan bu yana aslında çok yol yürüdü, çok değişti kendisine ördüğü yeni kozaya her gün bir şeyler ekleyerek gerçeklik verdi. Kendisine sonradan verilen bu kimliği kendince hakketmeye çalıştı. İlk önce hayatlarına dokunacağı öğrencileri için çabalamaya başladı daha sonra ise karısı için çabalamaya. Ben hayatının hiçbir yerinde Sadi’nin emek vermekten, çabalamaktan, fedakârlık yapmaktan gocunan bir adam olduğunu düşünmüyorum. Geçmişte Yedi Emin olduğunda da ihtiyacı olanlara el uzatmaktan geri duran biri değildi bence. Sadi şu an nasılsa Emin iken de öyleydi tek farkı “Yedi Emin” bir mafyaydı, illegal bir hayatı, karanlıkta geçirmesi gereken bir yaşamı, mücadele etmesi gereken düşmanları vardı. Yeri geldiği zaman hayatta kalabilmek için acımasız olması gerekmiş de olabilir, bilemeyiz. Sadi ise bir öğretmen geleceklerine ışık olacağı çocukları ve yüzünü her daim güldürmesi gereken çok ama çok sevdiği bir karısı var. Ortak noktaları ve zıt yanları olsa da aynı kalbe ve aynı vicdana sahipler bundan şüphe yok. Âşık olmak beraberinde insana büyük korkular getirir “kaybetme korkusu” en önde ve en büyük olandır. Uykularınızı kaçırır, yemeden içmeden keser hatta paranoyaklaştırır. Sürekli diken üstünde yaşarsınız sevdiğinize siper olursunuz tıpkı şu an Sadi’nin olduğu gibi. Fark ettiniz mi bilmiyorum ama Sadi hâlâ uyumuyor biz bu adamın uzun zamandır uyuduğunu görmedik ya salonda ya koltukta uyuyan Songül’ün yanında sürekli tetikte ya da sürekli araştırma peşinde ve tüm bunları yaparken Songül’e de hiçbir şey hissettirmemeye çalışıyor. Çünkü hissederse gerilecek ve üzülecek ki bu Sadi’nin son isteyeceği şey. Sadi bu yola çıktığında hayattan beklentileri netti basit, eski hayatının aksine aydınlık bir hayat. Sadi hala bu noktada bence. Işıkta kalmak istiyor ama ilk çıkış noktasından da farklı bir durumda. O zaman hayatının tek amacı ve gerçeği bir diyet ödemek ve belki de yalnız bir şekilde ölmekti. Bu diyet için de her şeyini feda etti ama hayat onun için çok daha farklı bir plan kurdu. Sadi aydınlıkta kalmak için artık mücadele etmek zorunda ancak bunu yaparken de karanlıktan tamamen kopamayacak yani kendi benliğini de yok edemez. Yani bu hayatın içinde tamamen kendi olarak devam etmeyi öğrenecek ki bunu ona öğreten biri var : Songül! Sadi hayatının diyetini ödemek için girdiği bu hayatta ruh eşini buldu. Bu mucizesi olsa da karşısına  o mucize ondan gitsin diye uğraşan gölge haramileri var. Sadi’nin gerçek savaşı asıl şimdi başlıyor. Hayatının en huzurlu ama belki de en zor zamanlarını yaşıyor Sadi, zorluğu da sürekli karıma bir şey olacak korkusunu taşımasından kaynaklanıyor. Sadi şu an da beşe bölünmüş durumda desem abartmış olmam sanırım. Bir tarafı karısını korumaya çalışıyor, bir yarısı baştaki büyük patronu arıyor, bir yandan Kıvanç’ı gözetim altında tutmaya çalışıyor, bir yandan öğrencilerini ihmal etmemeye çalışıyor bir yandan da Nevzat’ı kontrol altında tutmaya çalışıyor. Bu kadar zorluk arasında da en büyük yardımcısı şüphesiz Yaver oluyor. Yaver ile konuşurken korkularını ve endişelerini gizlemiyor ki bu adam birileriyle de konuşamazsa bunca zorlukta delirir. Songül’e her konuda çok açık ve şeffaf ama korkularını onunla paylaşıp onu üzemez böyle olunca da Yaver imdadına yetişiyor. Sadi, Kıvanç’ın söylediklerine tam inanmadığından yine de araştırtıyor çünkü büyük bir tehlike onun için. Sadi’nin şu an gözü kararmış durumda Kıvanç’ın hikayesinde yakaladığı yalan ile ölüm emrini vermekten çekinmedi zira karısının yakınlarında böyle bir tehdidin bulunmasına bile tahammül edemiyor. Sadi şu an bir halk kahramanı misali herkese yardım etmeye çalışıyor ama çok ince bir sınırda bu sınır Yedi Emin olmakla Sadi olmak arasında. Sadi’nin Yedi Emin’e tekrar dönmek istediğini ya da isteyeceğini düşünmüyorum ancak her insanın bir sabır sınırı ve dayanma gücü var. Yaşayacağı tek bir korku ya da olay bardağı taşıran son damla olabilir ve o damlayla birlikte suyu taşıranın vay haline diyebilirim.

Hayat birçok yol ayrımları ve kavşaklarla dolu bazen bir önceki yanlış seçimi değiştirebilmek için dönüş şansı verir hayat bizlere, önemli olan bunu zamanında görebilmektir. Karabayır da bu konuda yeni başlangıçlar durağı oldu önce Sadi şimdi Kıvanç. Doktor Kıvanç’ın kötü bir adam olmadığını düşünüyordum şu an için de bundan eminim umarım alabora olmam. Benim Kıvanç’ın geçmişiyle ilgili bazı düşüncelerim vardı bu işe mecbur bırakıldığını düşünüyordum ama altından bu denli hassas ve dokunaklı bir olay çıkacağını düşünmemiştim açıkçası. Ailesi zarar görmesin diye istediklerini yapmasına rağmen verdiği kayıplar çok ağır. Kardeşini ve eşini kaybetmek içini zaten kavururken aynı zamanda yeğenin engelli olmasına sebep vermesi aynı zamanda da ailesiz bırakılmasına sebep vermesi ömrü boyunca adım adım ağırlığı altında ezerek onunla olacak. Tüm bunlara rağmen yeğenine sırtını dönmeyip sahip çıkması da çok hoş bir davranış başkası olsa gördükçe hatırlamamak için sırtını dönebilirdi. Hayatını yeniden inşa etmeye geldiği bu yerde Sadi ile karşılaşmayı oda beklemiyordu. Tekrar tekrar söylüyorum ki Kıvanç şimdi bile Sadi’nin durumunu ortaya çıkarıp her şeyi bitirebilir hem bunu yapmıyor hem de Derya’ya geçmişini anlatırken onunla arasında geçen diyaloglardan asla bahsetmiyor şu an için Kıvanç’ın kimseye bir zararı olacağını düşünmüyorum gizli bir planı olsa Derya’ya geçmişindeki olayları anlatır mıydı? Hiç sanmıyorum ki mecburiyetten de olsa yaptığı şeyden yeterince acı çekip altında eziliyor. Kıvanç ve Sadi aslında birbirlerine benziyorlar ikisi de geçmişlerini geride bırakmak için çabalayan iki adam hatta Sadi farkında olmadan onun bu hayata başlamasına olanak sağlamış. Bu ayrıntı bir süre sonra ikisini de mutlu edecektir. Zira Sadi bir çocuk için girdiği yolda belki de farkına bile varmadan bir çocuğun hayatını kurtardı. Kıvanç ve Sadi’yi bu ayrıntı birbirine bağlar. İkisi de şu anda birbirlerine benzeseler de bir keskin ayrım var. Sadi bu hayata kendi isteğiyle girerken Kıvanç mecbur edildi. Yani o karanlığa mahkum edildi. Bu sebeple de Sadi’nin onu daha iyi anlayacağı aşikar. Kim bilir bu iki yaralı adam belki arkadaş olmayı başarırlar. Servet kapı ağzında tüm heybetiyle beklerken, zaten birbirlerine düşmeleri ona ancak güç verir. Zira bu düşman kimseye benzemiyor ve adam öyle bir genel tavra sahip ki düşmanına değen tüm hayatları hallaç pamuğu gibi atıyor. Bu sebeple gereksiz düşmanlıklar ancak hayattan çalar diye düşünüyorum.

Aile… Toplumu oluşturan en küçük yapı taşı klasik tanıma bakacak olursak böyle diyor. Her aile bir hikâye barındırır içinde ve her evde gizli bir acı vardır. Bir laf vardır bilir misiniz bilmiyorum ama “akrabanın akrabaya ettiğini akrep bile etmez” ben bu söze katılıyorum. Akraba dediğimde aklınıza ikinci kişiler gelmesin anne ve babanızın verdiği o zararı onlar bile veremez. Bunu nereye bağlayacağımı düşünüyorsunuz biliyorum söyleyeyim Servet’e. Bu adamın yapamayacağı hiçbir şey yok bundan artık tamamen eminim elindekini kaybetmemek için elini karanlığa sokmaktan gocunmaz. Böyle hırslı bir çocuğu öldürmeyi düşünmekten rahatsız olmayan bir adamın nasıl bir baba olacağı da az buçuk tahmin edilebilir. Rıza’nın, Servet’in oğlu olduğundan şüphelendiğimi söylemiştim nitekim öyle çıktı ama bence Rıza babasından pek hazzetmiyor gibi geliyor. Babasını görünce değişen yüz ifadesi, gerginliğini buna bağlıyorum bu durumda Rıza babasının gerçek yüzünü biliyor demektir. Her ne kadar şu an için böyle düşünsem de bazen koşullar bizi istemediğimiz kişiye dönüştürebiliyor. Baba- oğul arasında neler olacağını cidden merakla bekliyorum.

Karabayır da yeni başlangıçlar rüzgârı eserken geçmiş mevsimlerden kalan olaylarda da yol almaya başladık. Derya ve Sadi olayında oldukça büyük bir mesafe almışız bu net olarak söyleyebilirim. İki tarafında birbirine karşı durumu sadece “saygı” bundan farklı hiçbir şey yok. Sadi için mesele zaten çoktan kapanmışken bu hafta Derya’da bana artık bu konuyu kapatmış ve aşmış gibi geldi. Sadi’yi araması da tamamen oğlu için korkmasından kaynaklanıyordu ki sonrasında Songül ile de bu konuyu konuştu. Derya’nın da bu konuyu aştığını Sadi ile konuşurken, ona Kıvanç’ı savunurken sesinin titrememesi, yüzüne rahatça bakarak konuşması “Aramızda bir şey ama hayatımda böyle biri olduğu için çok şanslıyım” demesinden anladım. Derya da aslında bir konuda Sadi’den farksız. Sevilmek istiyor. Biri onu olduğu gibi kabul etsin istiyor ve bence bunu Kıvanç ile yaşayacak. Kıvanç’ın ona tavrı, yaklaşımı bence Derya’nın hiç yaşamadığı kadar güzel gibi geldi ki daha iki gün öncesine kadar günlüğüne adını yazdığı adama bunu direkt söyledi. Bu meselede yolun sonu görünmeye başladı. Onlar artık sadece iki eski tanıdık olma yolunda ilerliyorlar ama bir konuyu da unutmamak lazım. Mert’le aynı zamanda ebeveynler de. Derya tüm kaybettiklerini yavaş yavaş kazanmaya başladı ama onun varlığı bunlara hiç sahip olamayan birinin kalbini paramparça etmek üzere : Songül…

Yaşamak öyle zor hayat öyle acımasız ki bazen tüm olup bitenin içerisinde kendimizi aciz, güçsüz hissediyoruz. O kadar normal ki çünkü hayatımızdaki en ufacık şey için bile büyük çabalar göstermek zorundayız. Tüm bu hengâmede bir de kimsesiz, yalnızsanız daha çok yoruluyorsunuz, omuzlarınızdaki yük daha da artıyor. Songül şimdi tam olarak böyle sıkışıp kaldı, nefes alamıyor artık her şeyin sonuna geldi ve patladı. Tıpkı dünyayı taşırken onun ağırlığında ezilen Atlas gibi ama tek fark Songül’ü bu sıkışmışlıkta bile güldürebilen bir kocasının olması. Songül artık tükendi kendini beceriksiz, işe yaramayan biri olarak görüyor ve bu psikolojik çöküntünün başlangıcıdır. Songül bu zamana kadar düşse de kendi kalkmış, kalkamamışsa da başının çaresine bakmayı öğrenmiş şimdi ise durup farklı korkmadan tutunabildiği bir dalı var. Songül kendini tamamen açamıyor henüz çünkü geçmişten gelen travmaları sebebiyle ürkeklik var üstünde. Songül, Sadi’nin ondan vazgeçmeyeceğinden ondan gitmeyeceğinden emin ama ilişkileri için çabalayan tarafın hep Sadi olduğunun kendisi de bizde farkındayız. Bu durum çabalamak istemediğinden, beni seviyorsa çabalasın düşüncesinden değil tecrübesizliğinden kaynaklanıyor gibi geliyor bana. Biraz açmak gerekirse Songül her şeyi tek başına ve aynı anda yaşadı. Aşk da beraberinde geldi ve ne yapacağını bilemez oldu. Ailesinin ağırlığı ruhunu öyle bir çıkmaza soktu ki her gün bir parçası daha kayboluyor. Sevilmek, sevgi gibi kavramlara uzak bir kadındı, o. Bu sebeple bu kadar ürkek, çekingen… Songül büyük ihtimalle aşk ne demek, ilişki ne demek, nasıl yaşanır bilmeden çarptı Sadi’ye ve nasıl davranması gerektiğini bilmediğinden oluyor tüm bunlar ama zamanla anlayacak ki aşk hep ansızın gelir. Songül zaten aşkın geldiğini bile algılayamıyor ki. Üst üste yaşadığı felaketler yüzünden arafta kaldı. Songül şu an öyle karışık ki etrafın olup biten çoğu şeyi göremiyor. Bakın görmüyor demiyorum göremiyor diyorum. Üst üste onca şey yaşadı, halasını kaybetti ve ailesinin ölümüyle ilgili çok büyük bir kanıtı da kaybetti. Her yaptığı hamlenin geri tepmesinden, bir ileri iki geri yürümekten öyle sıkıldı ki sorgulayamıyor artık, yorgun. Kasetin varlığından üç kişinin haberi vardı kendi dışında Taylan, Sadi ve Serdar Müdür. Bu üç isimden seçin deseniz Taylan’ı direkt göstereceğinden eminim ben ancak mantığı eline aldığı zaman her şey çorap söküğü gibi gelecek ve işte o zaman kıyamet kopacak gibi hissediyorum.

Songül bu henagemede delirmediyse bunu hiç şüphesiz yanında dağ gibi duran adama borçlu. Songül’ün gülüşüne hayatını adayan Sadi tüm varlığıyla Songül ayakta dursun diye uğraşıyor. Başarılı olsa da Songül’ün yüklerini üstünden çekip alamadıkça karısının kollarının arasında damla damla eridiğini gördü. Bu Sadi için en zoru diye düşünüyorum. Çünkü Songül çırpındıkça karanlığa batmaya başladı ve Sadi Servet’i bılamadıkça da bunu engelleyemiyor. Şimdilik birbirlerine tutunsalar da gölgedeki sırlar, geçmişin yükü artık özellikle Songül’e çok ağır geliyor.

Sizlerle bir şiir paylaşmak istiyorum zira bu şiiri okuduğumda aklıma direk Sadi ve Songül geldi:

Acılar vardır, bir de çaresizlikler

Ne zaman başladıysa benim öyküm

Yürüdük, kim bilir kaç yıl beraber

Bir yanımda aşk, bir yanımda ölüm

Durup kirlendim yaşadıkça

Aşktı beni yıkayan, arıtan su (Ümit Yaşar Oğuzcan)

Bu satırları okuduğumda dünden bugüne yaşadıkları her şey bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. İkisi de İstanbul’a gelirken hayatlarının bu denli değişeceğini, sürekli didişmelerine rağmen birbirlerini böyle sevebileceklerini tahmin etmiyordu büyük ihtimalle. Birbirlerinin tamamlayıcısı olan bu iki insan eş olmanın ötesinde bir yerdeler. Sadi artık karısının bakışından, duruşundan ne olduğunu anlayabiliyor. Cam bir bebek misali ipeklere sarıyor karısını, Songül’ün kendisi gelene kadar o kaseti defalarca izleyip ağladığını tahmin ediyordu. Sadece delil olarak da değil, orada Songül’un hep kaçtığı ama karşısına çıkınca kendine sarılarak, iç geçirerek ağladığı anne babası var. Songül hayatını onların ölümüne acarken, onlarsız geçen günlerine, özlemine ağladı. Sadi’nin eve gelip, hadi beraber izleyelim demesi de her anında ben varım, artık yalnız değilsin demekti diye düşünüyorum. Bence Songül de farkında ki “Ağlasam da yaslanacağım bir omuz var” diyerek özlem dolu geçmişini kocasının omzunda izledi. Songül çok iyi biliyor artık ne olursa olsun Sadi’yi istedikçe hayatında bulacağından ki Sadi’de kapıdan kovulsa bacadan girer. Sadi Songül’e zarar verdiğini düşünmediği sürece onu asla bırakmaz ki varlığı zaten karısının hayatındaki en önemli şey. Sadi, Songül’ün can suyu oldu. Bu yüzden ben bu ikilinin değil ayrılmak küs bile kalacağına pek ihtimal vermiyorum. Onlar karı koca veya aşık olmanın ötesinde ruh eşi oldular. İnsan ruh eşinden ayrılamaz, ayrıldığı anda ölür….

Sadi, Songül’ün kalbini, sıkıntısını kalbinde hissediyor. Geçen yazımda demiştim, o bir kalp atışında yaşıyor artık. Bu yüzden de her yükü üstünden aldı. Songül’ün güzel bir geceye, her şeyden arınmaya ihtiyacı vardı ve Sadi bunu ona elleriyle hazırladı. Karı koca karşılıklı sohbet ede ede uzun zaman sonra güzel bir akşam yemeği yediler. Böyle küçük ama önemli anlardır ilişkilerde. Her şeyi geride bırakıp yemek yerken tatlı tatlı sohbet etmek dertleşmek büyük güç verir insana. Sadi ve Songül için de öyle oldu. Songül belki ayıkken utanıp söylemeyeceği cümleler kurdu “Biz ikimiz tekiz. Biriz” dedi. Her şeyi açık açık gözlerinin içine baka baka söyledi. Songül hazır olduğunu belli ederken Sadi kabul etmedi bakın bu çok ama çok önemli. “Her anını hatırlamak istiyorum” diye söylese de bence Songül’ün bu durumunu kullanmış gibi görünmemek için. Sadi gibi ince, naif seven erkek karakterlere hasret kalmışken Sadi ve Songül bizim aşka olan inancımızı güçlendirmeye başladı.

Sadi Payaslı için bir çok şey söyledim bugüne kadar ama böyle bir şeyi gördüğüm anda dedim ki keşke gerçekten olsa. Sadi’nin tüm centilmenliğiyle karısının boş ve zayıf anından yararlanmak istememesi bir yana ona kaybettiği çocukluğunu tek bir karede hediye etti. O videoyu kurtarması yetmiyor gibi bir de ondan çerçeve yaptırırken Songül’e kendisiyle barışması yolunu da açtı diye düşünüyorum. Farkında mısınız? Songül’ün evinde ailesine dair anıları yok büyük ihtimalle onların katilini bulamadığı için yüzlerine bakamıyor ve kaçıyor. Sadi bunu fark etmiş olacak ki babalar kızlarını izler diyerek verdi o çerçeveyi karısına. Sadi sadece Songül’ün gülüşüne aşık değil, onu güldüren tek insan. Onun eksik yanlarını tek tek tamamlayarak bugünde tutuyor. Bence bir insanın başına gelecek en güzel şey bu. Songül belki de hayatının çok büyük bir kısmını yalnız geçirdi ama hayat ona bunu Sadi gibi seven bir adamla ödedi. Herkese aynı tarife maalesef ki yazılmıyor. Nevzat ve Araz gibi…

İnsanların kişiliklerinde en büyük izleri bırakıp hayata bakış açılarını belirleyen evre şüphesiz ki çocukluk yıllarıdır. Bu zaman iyi veya kötü fark etmez yaşadığınız her şey gelecekti sizi inşa eder. Bu durumu en iyi ifade eden cümle Şeker Portakalı’nda geçiyor sanırım “Çocuk yüreği unutur ama asla affetmez” okuduğum andan itibaren bende derin izler bıraktı. Beynimizin yapısı gereği bazı yaş aralıklarını hatırlayamıyor olmamız normal ancak yaşanan iyi veya kötü fark etmez bir olayı unutmaz. Ben çok iyi hatırlarım mesela öfkem canlıdır, özlemi de olaya göre değişir. Olayı yaşadığınız zaman afettim sanırız ama affedememişizdir tıpkı Nevzat’ın annesini affedemediği gibi. Ben onu o kadar iyi anlıyorum ki o öfkesini, hırçınlığını çünkü canı çok yanıyor ve canı yanan bir insan canını yakanın canını yakmak ister kim ne derse desin. Nevzat ve Araz çok zor bir aile içerisinde büyümüşler ki bu ailede bir süre sonra dağılmış zaten. Buradan büyüklerimize sesleniyorum “çocuklarını döverek terbiye edemezsiniz, şiddet çözüm değildir ve anadır, babadır döver de sever de”, “şiddet gösteriyor ama sizi çok seviyor” diye bir şey yok olamaz! Böyle yaparak siz çocuklarınızı kendi ellerinizle parçalıyorsunuz. Böyle bir yol izlediğinizde çocuğunu ya hiçbir şekilde hakkını aramayan pasif bir insan olur ya da tam tersine asi bir insan olur. Araz ve Nevzat ikinci duruma örnek, babaları zamanında kemerle dövmüş olmasına rağmen “Öyle severdi” bizi diyorlar çünkü onların yıllarca bilincine kodlanan bu. İki kardeş birbirlerine mesafeli görünseler de aşırı derin bir bağları var sevgi gösterilmeden büyümüşseniz göstermeyi de bilmezsiniz durum bu.

Nevzat’ın kardeşine bunu yapana hesap ödetmek istemesi bence “El alem ne der” mantığından çok yaşadığı kaybetme korkusuyla başa çıkamamasından kaynaklanıyordu. Bu korkuyla bocalayacağı sırada kendisinin değimiyle “koruyucu meleği” olan Sadi korudu. Bazı anlar olur bizi kendimizden birisinin koruması gerekir Sadi ve Yaver bunu yaptılar Nevzat’a. Sadi’nin Nevzat ile yaptığı konuşma çok dokunaklı ve anlamlıydı, benim kardeşim yok belki anlayamam ama en yakın arkadaşımı yalnız bırakmamak uğruna bende her şeyi yaparım. Sadi’nin tek derdi Nevzat düzgün davransın da Araz da düzelsin değil ki Nevzat kendisi de bu öfkeden kurtulup hayatını toplasın, zarar görmesin istiyor. Nevzat bildiğiniz gibi Sadi’ye aga diyor, tıpkı Yaver gibi. İkisinin de hayatında örnek aldıkları, belki de sözünü dinledikleri tek insan, o. Onları anlıyor, yalnız asla bırakmadı. Araz’ın nasıl bir abiye ihtiyacı olduğunu da biliyordu Sadi. Kendisi de Yaver sayesinde bunu belki öğrendi. Ona ömrünce abilik yaparak, tecrübeyle anladı. Bu yüzden Nevzat ayağa kalkmak zorunda. Nevzat iyileşir yaralarını sararsa Araz da iyi olur çünkü kardeş olmak bunu gerektirir.

Araz, bizim hırçın kelebeğimiz hepimizi çok korkutsa da aramıza nihayet döndü, izlerken fark ettim ki çok özlemişim. İzlerken bir diğer dikkatimi çeken ise Araz’ın ne kadar değiştiği idi. Evet hâlâ asi ama iyileşiyor Araz. Ağabeyine engel olmaya çalışması, okuldaki tavırları, Aylin tamirhaneye geldiğinde ekibine ve ağabeyine karşı Aylin’i koruması bizim ilk tanıdığımız Araz olsa bence daha farklı olurdu. Belki Araz bile farkında değil Sadi Hocasının onu nasıl değiştirdiğinin, nasıl iyileşmeye başladığının ama ilk bölümlerdeki Araz’ın Aylin’i takip edip evine bırakayım geç oldu diyeceğini, söyleseydin mahallenin en iyi evini bulurdum diyeceğini hatta özür dileyeceğini bile düşünmezdim. Ama oldu biz Araz’ın içinde en derinler de kalan hâlini görmeye başladık. Değişmeyen bazı huyları elbet var ki zaten bir insanı tamamen değiştiremezsiniz kendi istemezse hiç olmaz zaten Araz içten içe istiyor demek ki bazı yönleri giderek törpüleniyor. Net söylemek istemiyorum ama Araz yavaş yavaş Gizem’i unutuyor gibi gelmeye başladı özellikle Aylin ile sohbet ederken gelen Mert ve Gizemle konuşurken ki tavrından. Araz büyümeye, olgunlaşmaya başladı çünkü. Araz’ın hayata karşı hep bir savaşı vardı şimdi Aylin’de hayata tek başına savaş açtı. Ne yaşarsa yaşasın pes etmeden savaşıyor, boyun eğmiyor ve artık susmuyor. Babasıyla telefonda yaptığı konuşma beni çok duygulandırdı zaten masumken bedel ödemişti bir de tek başına bırakılmıştı. Aylin ve Araz aileden yaralı iki kalp birbirlerine şifa olur mu dersiniz? İzleyip hep birlikte göreceğiz bunun cevabını.

Araz ve Aylin cephesi böyleyken Mert ve Gizem arasında neler olduğunu ben şahsen anlayamıyorum. İki haftadır daha dikkatli inceliyorum ilişkilerini de pek sevgili diyemem sanırım. İki sevgiliden ziyade iki çok yakın arkadaş gibiler sanki bir şey eksik aralarında ama ne? Zülfikar ve Melek de öyle bir durum yok sevgili oldukları gayet belli oluyor ama Gizem aralarına sonradan girdiği için mi böyle çekingen yoksa başka bir durum mu var bilmiyorum ama ilişkilerinde bazı eksik noktalar var, sonları nasıl olacak onları nasıl bir yok izliyor çok merak ediyorum açıkçası.

Dizimizin son sahnesi öyle bir yerde bitti ki hepimiz bir an önce Perşembe olsa da izlesek diye bekliyoruz. Can’ın sesleri ayıklamasıyla Songül artık sonuca her zamankinden çok ama çok daha yakın. Öğrendikleri karşısında nasıl bir yol izleyecek neler yapacak bende dört gözle bekliyorum. Bakalım önüne hangi taşlar yıkılacak çok merak ediyorum çünkü büyük patron o kaseti gözleri önünde yaktırdı bu yüzden kurtuldum sanıyor ama ummadık taş baş yardı ve Sadi içine doğmuş gibi kopyasını çıkarttırmıştı. Servet bundan habersiz yaşamaya devam ededursun ama sanırım bu zaman çok uzun olmayacak onun için.

Bu haftada yazımı bitirmeden önce değinmek istediğim kalbime taht kuran bir sahne var. 10 Kasım Atatürk’ü anma… Şu an düşündüğümde dahi gözlerimin dolmasına engel olamıyorum oldukça duru ve çarpıcı bir sahneydi. Öğrencinin koluyla fotoğrafın tozunu alması, gözleri dolu dolu bakması, “Atatürk sevilmez mi?” deyişi Sadi’nin “çocuk” demesi… Bu dünyadan çok büyük insanlar geçti hepsi tarihe iz bıraktılar şüphesiz ama Mustafa Kemal Atatürk çok başka o tarihe değil kalplerimize altın harflerle yazıldı. 35 ülkede heykeli bulunan ebedi başkomutan, tüm dünyanın saygı duyduğu, bizimse hasretiyle yüreğimizin yandığı canım Atam aramızdan bedenen ayrılalı tam 84 yıl olsa da sen hâlâ yaşıyorsun çünkü fikirler asla ölmez.

Seni ve fikirlerini özümsediğimiz kadar da özledik baba…Işıklar içinde uyu

 

 

 

Sensiz Olmaz ( Gelsin Hayat Bildiği Gibi,16.bölüm)

YAZAR: A. Ela ERDOĞDU 

 

Masallara inanır mısınız? Ben çok inanıyorum. Onların büyülü dünyasına, iyilerin hep kazanacağına, oradaki aşklara, kimsenin kimseyi çıkarsız sevdikleri bir evrene çok ama çok inanıyorum. Gelsin Hayat Bildiği gibi izlerken de kendimi bazen bir aksiyon romanında bazen de bir peri masalının içerisinde hissediyorum. Bu yüzden size bir şey anlatacağım, hazır mısınız?

Dünya dönmeye başladığı andan itibaren her şey belirli bir denge üzerine kuruludur ve bu denge hep zıtlıklarla sağlanır. Aydınlık ve karanlık, güzel ve çirkin, iyi ve kötü bir diğeri olmadan diğerinin anlamını yitirdiği yadsınamaz bir gerçek. Şimdi size bir masalı hatırlatmak istiyorum ki bu masal benim çocukken sabah ve akşam izlediğim bir çizgi filmdi “Güzel ve Çirkin” bu çizgi filmi bilmeyen yoktur aranızda. Prens Adam bildiğiniz üzere biraz bencil ve kibirli birisidir ve bu yüzden bir büyücü tarafından lanetlenir. Ona verdiği “gül” solana kadar kendisinin birini gerçekten sevmesi ve o kişi tarafından da gerçekten sevilmesi gerekir yoksa ölene kadar böyle lanetli kalacaktır. Hiç beklemediği bir anda babası için kendini feda eden Bella ile şatosunda yaşamaya başlar ve bilirsiniz başlarda sürekli didişip dururlar ve farkına varmadan ikisi de birbirlerine kapılırlar. Bunu kabul etmeleri uzun sürer özelle Adam tarafından zira kendisini karanlık, çirkin ve kötü olarak bildiğinden Bella’nın o güzel kalbine de güzelliğine de layık bulmaz, onun tarafından sevilebileceğini kabullenemez tanıdık geldi değil mi? Bella babasının yanına gittikten sonra şatosu saldırıya uğrar ve asla direnmez Bella olmadan yaşamaksa ölmeyi tercih eder ta ki Bella ona seslenene kadar. Bella’nın varlığından aldığı güçle saldırıdan kurtulur Adam. Yani Adam’ın hayatı Bella’dır tıpkı Sadi’nin hayatının Songül olması gibi…

Bölüme yüksek bir tansiyonla başladık. Songül o depoda nefes aldığında şüphesiz bir çoğumuz derin bir nefes aldı lakin en büyük nefesi Sadi’nin aldığı tartışmaya kapalı bir nokta. Sadi kriz anlarında soğukkanlı olmasa da gayet soğukkanlı davranabiliyor. Songül’ü o depodan çıkarırken, hastane de kendisine gelmesini beklerken içi içini yese de karısı uyanıp da onu gördüğünde daha da korkup paniklemesin diye dışarıdan soğukkanlı görünebiliyor. Sadi hayatının en korku dolu anlarını yaşarken Songül’ün aldığı o nefesle kendine geldi. Sadi ona nefes oldu. Songül uyandığında “Hoşgeldin kocacım” derken aslında içten içe onu o cehennemden çıkaracak tek kişinin Sadi olacağına o kadar inanıyordu ki daha gözlerini tam açamadan o sözcükler dudaklarından döküldü. Sadi var olduğu sürece Songül’e nefes olacak ve Songül bunu artık çok iyi biliyor.

Songül Sadi’nin onu her şeyden koruyacağını bilse de bilmediği dışarıda bekleyen bir sırtlan olduğuydu. Serdar onu öldürmek her şeyi yapıyor ve ne yazık ki Sadi’yle Songül düşmanın kimliğini bilmiyor. Songül bu kadar ölümle dans ederken dışarıdan olacakları görebilecek tek insan da kocasından başkası değil. Sadi artık bir yolun sonundayken bir başka yolunda tam başında artık daha kontrollü olması gerektiğinin farkında ve bunu farkında olduğu kadar da endişeli. Endişesini kontrol etmek zorunda zira panik olursa hata yapar ve bunu çok iyi biliyor bu yüzden yapabildiği kadar serin kalmaya çalışıyor bunun en büyük kanıtı da hastanede Serdar Müdür – Taylan Başkomiser ile arasında geçen sohbetti. Burada küçük bir ayrıntı vereceğim, Sadi yangının kim tarafından çıkarıldığının ortaya çıkacağını söylediğinde Serdar’la olan ufak bakışmasında haini içgüdüsel olarak tespit ettiğini düşünüyorum ancak elini orada çok açık etmedi. Songül’ün durumu buna engel oldu. İnceden inceden Serdar ve Taylan’a ” Dışarıdan yangını izlemek zor olmuştur” diyerek lafı dokundurttuğunda Songül tarafından seslenilmesiyle karısı için daha fazlasını söylemeden sustu zira Taylan’ın söyledikleri ile ortam zaten yeterince gerilmişti. İlk başlarda kendi gergin olan Sadi “Sen doğru olanı yaptın karıcığım” diyerek Songül’ü sakinleştirmeye çalıştı, o sırada önemli olan tek şey Songül’ün hala onunla olmasıydı ama ben Sadi’nin Serdar’ı unutacağını asla düşünmüyorum. Zaten kişilik olarak hoşlanmadığı Serdar’ın dahli olan üçüncü vakayla birlikte Sadi’nin onunla ilgili daha dikkatli olacağını düşünüyorum. Özellikle Songül’ün ona düşkünlüğünü düşünecek olursak Sadi için daha da huzursuz günlerin kapıda olduğunu söyleyebilirim. Aşk böyle değil midir zaten, artık tek kişilik değil iki kişilik yaşamaya başlarsın. Sadi’yse bir tek kalp atışında yaşıyor ve o kalp durmasın diye kendi kalbini de gözünü kırpmadan feda edecek kıvama geldi.

Hepimizin hayatında öyle anlar olur ki bildiğimiz benliğimize ters olayların içine girer, kendimizin dahi kendimizden beklemediği hareketler yaparız. Sanki içimizde başka bir ben var ve o onları yapmış gibi gelir. O gizli “ben”e  ya aşık oluruz ya da ondan tamamen kaçarız tıpkı Sadi’nin ikinci şansına başladığı andan itibaren içindeki Yedi Emin’den kaçtığı gibi. Sadi’nin geçmişi hâlâ yerin altında biz göremiyoruz ama o geçmişi unutmaya çalıştığını içindeki Yedi Emin’i belli etmemeye çalışmasından anlamak zor değil zira Yedi Emin Sadi’nin yumuşak karnı. Yedi Emin olarak büyük bir gücü elinde tutuyordu büyük ihtimalle düşmanı da korkanı da çoktu ama Emin korkmuyordu ama Sadi korkuyor kendisi için değil karısı için. Sadi aslında o gözlükleri takıp etrafta caka satmaktansa gündüzleri okulunda olup, geceleri de Songül’ün dizinin dibinde elma soymayı etrcih edeceği bir hayat düşlüyor ancak izin vermiyorlar. Bir ölüm karanlığı an be an Songül’ün üstüne çöküyor ve onu oradan Sadi’nin aydınlığında kurtaramaz. Sadi, öğretmen olarak bunu yapamaz ama 7 Emin olarak yapabilir. Onun bağlantıları, gücüyle bunu başarabilir bu yüzden de şimdilik bazı tövbelerini bozdu. Gölge bir düşmana karşı gölgelerde dolaşması gerek ama bunu koyu mavi ceketiyle değil, siyah deri ceketi ve zifiri karanlık gözlükleriyle yapabilir. Çünkü tam olarak kimliğini bilmediği bir düşman var karısını defalarca öldürmeye çalışan ve şu an Sadi olarak gücünün her şeye yetmeyeceğinin farkında tam olarak Emin’e dönmek istemese de bu kendi kontrolüne olmadan olacak gibi görünüyor çünkü hayatı karısının ekseni etrafında dönen bir adamı onun canıyla sınamak biraz yürek ister gibi sayın büyük patron.

İsmini çok uzun zamandır duyduğumuz ancak cismen yeni yeni karşılaştığımız büyük patron Servet Bey. Oldukça heybetli, güçlü ve zeki bir adam ama yüzünde büyük bir maskeyle yaşıyor. Belki de hayatındaki insanların çoğu gerçek Servet’i bilmiyor. Herkesin bildiği Servet büyük bir oyuncak mağazasının başı ama bu görünen tabii… Tek bu kolda nam yapan bir adam olmadığını geçen haftaki telefon konuşmasından anladık yani büyük bir güç sahibi piyasanın zirvesinde. Çok sevdiğim bir söz vardı zirveye çıkmak kolaydır asıl zor olan zirvede kalmaktır zira güç ve en iyi olmanın getirdiği ego burnunuzun ucunu bile görmenizi engeller. Zirvedeyken kendini en iyi sandığından en zekide sensindir bu egonun getirdiği körlükle defalarca öldürmeye çalıştığı kızın her defasında nasıl kurtulduğunu öğrenmeye teşebbüs etmiyor. Çünkü kendince harika planlardı ve şans eseri kurtuluyordu eğer egosunu bir kenara bırakıp Songül’ü eski bir meseleden kalan bir pürüz olarak görmekten vazgeçip tekrardan araştırsa çoğu sorusunun cevabını bulacaktır. Yalnız burada bir çengel atmam lazım. Servet istese Songül’ün kendisine ulaşmasını bir parmak hareketiyle engeller. Tayinini çıkartır. Ki trafik şubede ona ulaşması mümkün değildi. Nejat’ın hatasının ardından tüm ortaklarını yok etti. Peki Songül kimin hatasının bedelini ödüyor? Servet büyük ve karanlık bir adam ve acımasının olmadığı küçük bir çocuğun bile ölüm emrini vermesinden anlayabiliyoruz. Böyle karanlığın içinde olan bir adamın da Yedi Emin’i tanımaması bana pek mümkün değil. Bu iki güç merkezi adam birbirlerini tanıyorsa eğer Yedi Emin’in tersinin ne kadar kötü olduğunu da muhakkak biliyordur. Ve Songül’ün arkasında heybetli ve güçlü bir şekilde duran bu dağın Yedi Emin olduğunu öğrendiğinde biraz egosunu geriye bırakmasını tavsiye ederim zira tam dört kere onun her şeyi olan karısını öldürmeye çalıştı. Farkında olmasa da büyük bir kasırga bekliyor Servet Bey’i.

Büyük başın derdi büyük olur sözünü hepiniz duymuşsunuzdur. Songül tam dört keredir Serdar Müdürün tuzaklarından kurtuluyor ancak artık Serdar da  bence yavaş yavaş korkudan tutuşmaya başladı. Tam dört keredir Servet’in kendisine verdiği işi batırıyor bunun korkusu var üstüne bir de Organize şubeye geçtiğinden beri başı beladan kurtulmayan Songül cephesinden de “Acaba benden şüphelenmeye başladı mı?” endişesi var. Özellikle de hastanede olan konuşmalardan sonra iyiden iyiye tedirginleşti. Hastanede Taylan emre itaatsizlikle suçladı Songül’ü ancak ona emri veren Serdar’dı. Yani Serdar’ın foyası Songül ve Taylan’ın bir baş başa konuşmasına hatta kavga etmesine bakıyor. Songül şu anda Taylan’a odaklanmış olduğundan Serdar’ı görmüyor. Songül babasının yadigarından şüphe etmiyor ama onu gördüğü ilk andan beri gözü tutmayan organik seven MEB’den Sadi için aynısını söyleyemeyiz sanırım. Serdar Müdür çekirge misali zıplıyor bir sıçrama, iki sıçrama, üç sıçrama ve dört sıçrama bence de diken üstünde yaşamakta gayet haklı.

Sadi karısının etrafında bulunan her türlü canlıdan şüpheleniyor şu an ve onu korumak için her yolu korkusuzca yürür. Bu konuda en büyük yardımcıları da başta Yaver ve başsavcı oluyor şüphesiz. Başsavcı ve Sadi arasındaki konuşmaları dikkatle dinlediniz mi? İkisi arasında geçen konuşmalar oldukça sıradan ve hanımcılık etrafında dönse de Sadi onunla konuşurken gayet açık bir şekilde tüm düşüncelerini pat pat söylüyor. Bu bölüm adamın gözüne baka baka “Köstebeği bulduğumda öldüreceğim” dedi ve Başsavcı bu cümleyi hiç sorgulamadı bu da bana Başsavcının aslında Sadi’nin tüm geçmişini bildiğini düşündürüyor. Geçen hafta başkomiser, Sadi ve kendisi konuşurken “Bu kadarını bilmeniz yeterli zaten” demişti o zaman şüphelenmeye başlamıştım şimdi de Sadi’nin bu ifadesine şaşırmaması düşüncemi destekliyor gibi çünkü bir coğrafya öğretmeninin bir başsavcıya böyle bir cümleyi kurması bence şüphe uyandırırdı. Sadi Emin olarak gerekeni yapacak ve anladığım kadarıyla dosyaları kapatmak da savcıya kalacak diye düşünüyorum.

Hepimizin sürekli etrafımızda duyduğumuz ve okuduğumuz bir cümle vardır “Hayat sen planlar yaparken başına gelenlerdir” bu durum Sadi ve Songül’e çok uyuyor bence. Sadi gülüşüne âşık olduğu, onu unutması için kendini kaybetmesi gereken karısını korumaya, saçının teline zarar gelmesini önlemeye çalışırken sürekli bir tehlike beliriyor. Kırdarlar tek başına onu endişeye boğarken geçmişinden ansızın gelen bir tanıdık olan Başhekim Kıvanç’ın varlığı da kendisini oldukça tedirgin ediyor. Geçmişte gelen bu tanıdık da karanlık taraftan çünkü kendisi de bizde Kıvanç Bey’i organ mafyası olarak tanıdık. Bildiğiniz üzere Sadi görür görmez şüphelenmişti ama Kıvanç kabul etmemişti ama bu hafta ikili arasında geçen gergin diyaloglar bu ikilinin eskiden birbirlerini tanıdığı izlenimini yaratmıştı ki bunun doğruluğunu zaten gördük bu konuya daha sonra değineceğim. Doktor Kıvanç hakkında şu an çok az şey bilsek de yaptığı konuşmalardan onun da ikinci bir şans ile Karabayır’a geldiğini düşünüyorum. Geçmişi karanlık ve sırlarla dolu nasıl bu yola girdi bilmiyoruz ama şu an için kendisinin kötü bir adam olduğunu sanmıyorum. Sadi ile Araz’ın başında yaptıkları konuşmada “ikinci şansın” önemini boşunu vurgulamadı bence. Kaldı ki zaten kötü niyetli biri olsaydı Sadi’nin ipliğini çoktan pazara çıkarmıştı. Neden dursun ki? Adamın geçmişini bilmesi şöyle dursun aleni olarak da göz dağı verdi. Kıvanç ve Sadi arasında neler yaşanır bilinmez ama ben bu oyunun daha yeni başladığını düşünüyorum.

Sadi bu kadar cephede savaşırken, Songül de kendi içinde kıvranıyordu. Geçmişin izleri bir gölge gibi her birimizi takip eder bazen o izde boğuluruz bazen o ize sarılır ve bazen o izin bıraktığı öfke yüzünden savaşırız. Hayatımız büyük bir savaş alanı ve asla bir kazanan olmuyor çünkü savaş çanları her daim çalıyor. Sadi karanlık geçmişinden kaçarken Songül onun tam aksine geçmişine sıkı sıkı sarılmış vaziyette. Sarılmayıp da ne yapsın ki zaten o geçmişte annesi var o geçmişte babası var, güzel anıları ve çocukluğu var. Songül için Hera benzetmesi yaptığımı hatırlarsınız hepiniz Songül artık benzemenin bir tık üstü Hera olmaya başladı bence. Neden mi böyle düşünüyorum hemen hemen açıklayayım. Bu kız bir buçuk, iki aya yakın olan bir zaman aralığında 2 kez bombalı saldırıya, 1 kere pusu ve 1 patlama olmak üzere dört kere ölümden döndü. Normal bir insan bu olaylardan sadece birini kısa bir zaman diliminde bu kadar yaşasa büyük ihtimalle akıl sağlığını kaybederdi, ben kendimi düşünüyorum delirirdim büyük ihtimalle ama Songül ne kadar yorgun ne kadar bitik olsa da kendini asla bırakmıyor. Bıraksa da Sadi’nin onun düşmesine izin vermeyeceğini biliyor ama hayatı boyunca kendisinden başka bir dayanağı olmayan birisi için bu kolay değil. En güçsüz anlarında kocasının ona gülümsemesi, bırakmayacağını söylemesi yetti de arttı bile. Sadi ” Seni unutmam için kendimi unutmam lazım” dedi. Songül tam da buna sığındı zira artık yalnız değil. Kendini sarmalamak zorunda değil çünkü her düştüğünde elinden tutup kaldıran bir insan var. Yine de hepimiz insanız, hele de mutluluğu yakalamışsak hiç bir şeyden korkmasak bunu kaybetmekten korkarız. Songül de bundan korkmaya başladı ama Hera demiştim değil mi? Songül’ün tüm korkuları gün yüzüne çıksa da onları bastırmaya çalışıyor çünkü korkularına teslim olursa düşer ve o düşerse Sadi’de onunla düşer. Songül’ün bu zamana karşı oluşturduğu zırhı artık tamamen düştü ve Sadi bunu ona hissettirmese de farkında. Songül o kadar uzun süre yalnız kaldı ki evde ağlarken kendine nasıl sarıldığını gördünüz değil mi? Ama artık buna ihtiyacı yok. Onu hayatının tam merkezine koyan, ona kuzey yıldızım, yörüngem diyen bir adam var. Songül hayatında ilk kez sahiplenilmeyi, aşık olmayı ve daha da önemlisi bir insanın hayatındaki en önemli kişi olmanın huzurunu yaşıyor. İleride olacakları biliyorum ama inanın ancak kayanın üstünden tozu alıp götürür. Bu aşkı kimsenin kolay kolay yıkabileceğini düşünmüyorum.

Her babalar çocukları için şüphesiz ki en büyük kahramanıdır ama kız çocukları için durum daha farklı ve derin oluyor. Biz kız çocukları için babalarımız kahramanımız olmak dışında aynı zamanda da ilk aşkımız oluyor bu sebeple onların bizde bıraktığı iyi veya kötü her iz bizim geleceğimizi şekillendiriyor. Songül için de babası onun kahramanı bunu söylemekten gurur duyuyor, o hâlâ babasına aşık küçük bir kız çocuğu. Hayatının en zor dönemlerinde olan Songül Ankara’dan gelen telefonla bir darbe daha adlı. Babasından kalan son yadigâr olan halası da gitmişti ve artık kocasından başka tutunacak dalı kalmadı. Eniştesinin verdiği ve Songül için kaşıkçı elmasından bile daha değerli olan kutunun içinden çıkan eşyalar arasında benim en dikkatimi çeken hiç şüphesiz “Karamazov Kardeşler” oldu. Okuyanlar bilir bilmeyenler için söyleyeyim bu kitapta kötü bir baba ve dört oğlunun hikayesi anlatılır. Bu kitabın babasının en sevdiği kitap olması ve Songül’ün sonunun kendisininki gibi olmasından korkması ve son olarak videoda duyduğumuz konuşmalar biraz kafamı bulandırmadı değil. Servet’in hataya komple karşılık vermesi sonra da bu elimize geçen doneler beni bir acabaya sürükledi. Bu kitap ve video bizlere verilmedi diye düşünüyorum ama çok da emin değilim izleyip göreceğiz.

Sadi ve Songül bir elmanın iki yarısı, bir fidanın güller açan dalları şüphesiz ki ama bu yola ilk çıktıkları zamanları düşünce büyük bir tebessüm oturuyor inanın yüzüme. Yan yana iki farklı yolda yürüyen yabancılardı şimdi aynı yolda el ele can cana aynı hedefe yürüyen ayrı bedenlerde tek kalpler. Sadi ve Songül ilişki evrelerinin hepsini tamamladı artık birler, bütünler ikisi de birbirlerinin her şeyi, onlar artık bir ayrı değil. İlişkilerini yollarına koysalar da bunca koşturmaca arasında birbirlerine sığınsalar da bazı konularda açık yaraları hâlâ mevcut durumda bunu da en açık Havva bebek sahnesinde gördük. Ne Songül’ün anneliğin hazır olmamakla ne de Sadi’nin babalığa hazır olmamak gibi bir durumu yok ama Songül annesiyle az vakit geçirebildiğinden bir “anne” nasıl olarak bilmiyor, Sadi ise kendini hâlâ güzel olan hiçbir şeye layık görmüyor bu yüzden “mafya babası” şakası aslında şaka olmanın ötesindeydi. Aslında ikisi çoktan aile oldular ve bu ailenin büyümesine de çok hazırlar. Sadece yapabilir miyiz korkusu var. Bu bebekle aslında biz gelecekten de bir hayal kutusu izledik diye düşünüyorum. O kutu açıldığında şu andaki karanlıktan asla etkilenmeyen bir Sadi, anne olmaya çok hazır bir Songül gördüm ben. Bebekleriyle konuşurken de, ondan ayrılmak istemediğinde de o yüzündeki ifade aynıydı. Songül, Sadi’ye ” Sence benden anne olur mu?” diye sorarken aslında Sadi’nin onu anne olarak görüp görmediğini merak ediyordu. Aradaki bazı şeyler de hallolduğunda çok iyi bir aile olacaklarına eminim. Sadi her ne kadar içindeki karanlığın buna engel olacağını sansa da o çoktan aydınlığa yürüdü, sadece buna inanması lazım.

Sadi tam bir eski zaman adamlarından gibiymiş gibi geliyor mu size de ? Kaşrısındaki kadına öyle bir saygı duyuyor ki ondan izin almadan elini bile tutmuyor, asla yalnız bırakmıyor. Halasının ölümüyle canı yanan Songül Sadi’nin özel durumu için Ankara’ya tek gitmek istedi ama nafile. Sadi karısını böyle bir günde ölümü pahasına bırakmaz ki Songül’ün içinde bulunduğu tehlikeli durumu düşünecek olursak bu mümkün değil. Songül’ün tüm itirazlarına rağmen arabanın orada bekleyen Sadi’nin “Bin hadi” demeden arabaya binmemesi bu çok özel bir hareket evet karısı evet aralarında bir şeyler var ama onun özel alanına onun onayı olmadan adım atmıyor, Sadi. Sadi böyle ince davranışlarla Songül’e o kadar derinden hissettiriyor ki sevdiğini Songül’e bin kere “seni seviyorum” demesine bedel geliyor. Aynı incelik Songül’de de var Busenaz’ın mezarında söylediği her bir cümle Sadi’yi o an orada huzurlu kılmak için değildi. Songül orada Sadi’ye aslında ikinci şansını nasıl güzel kullandığını, çocuklarına nasıl umut olduğunu aslında başardığını söyledi. Daha da önemlisi belki o mezarda kendini yitirecek bir adama yeniden umut oldu. Kızlarından, ismini kaybedilen bir bebeğin adını verecek kadar da Sadi’nin acılarını yüreğinde hissediyor, Songül. O anda bile onun ruhunda mutluluğa sebep olabildi ki bunu herkes yapamaz. Songül Sadi’nin mutuluk sebebi ve evet bunu her hareketiyle gösteriyor. En acılı anında bile ona hep gülüyor ve Sadi’nin de gülmesine sebep oluyor. Her zaman söylerim bazen hissettirmek söylemekten bin kat daha gerçektir.

Sadi ve Songül’ün aşkı şüphesiz çok duru, nahif ve gerçek ama her aşk ve her aşık gibi ödemeleri gereken bedeller, geçmeleri gereken sınavlar ve bu bence çok yakın bir zamanda. Evet bahsettiğim tam olarak Derya konusu. Şunda hiçbir açık kapı bırakmadan söylüyorum ki Sadi’de Derya diye bir olay kalmamış ne vicdan azabı ne de başka bir şey tamamen silmiş. Derya onun için artık sadece ve sadece öğrencisi Mert’in ablası ve çok sevdiği karısının arkadaşı. Sadi aslında çok zeki bir adam. Derya’nın durumunun gayet farkında ama artık Derya da farkında. Bir mektupla ” Beni öldü bil!” diyerek kendisini terk eden adamın, bir başkasına “Sen nereye ben oraya, ben tüm biletleri yaktım. Seni unutmam için kendimi unutmam lazım…” gibi sözler sarf etti. Bu da bana aslında geçmişte sevenin sadece Derya olduğunu gösteriyor. Sadi değer verse de bence ilk kez Songül’e aşık oldu ve hayatını ona adadı. Derya da bu gerçeği kendi kulaklarıyla duydu.  Bu mesele artık kapandı ama Songül öğrendiğinde neler olacak? İşte onu da bekleyip, görelim.

Payaslılar’ın hayatı aksiyon filmleri gibi ilerlerken Kelebekler ve Gelincikler’in de onlardan pek bir farkı yok. Şüphesiz ki gençlerin hikayesinde Araz’ın vurulması hepimizi derinden sarstı ve dört gözle uyanmasını bekledik. Araz uyurken etrafında çok şey oldu belki çoğunuza göre Gelincikler vicdan azabı vb. duygularla ordaydılar ama bence tek sebep o değil. Hepsi Araz için korktu, üzüldü ve iyi olması için dua etti. Sevda’nın sözlerini aldırmadılar çünkü acısını anlayabiliyorlardı belki onlar kadar değildi ama kendi kalpleri de acıyordu. Ama Aylin için durum çok daha farklıydı. Kardeşi için üstlendiği suçun bedelini kendi günahsız yere ödemişken şimdi de onu korumaya çalışırken Araz ödemişti. Şüphesiz bu durum sadece bu yüzden bu kadar üzmedi onu iki tarafta kabul etmese de aradaki buzlar bence yavaş yavaş eriyor ve birbirlerine değer vermeye başlıyorlar. Şimdilik Araz’ın durumu iki gurubu keskin bir şekilde ayrılmış gibi gösterse de aslında içten içe birbirlerine de alıştılar. Herkes hastanede Araz’ı beklerken tek dilekleri arkadaşlarının uyanmasıydı.

Liselilerin arasında en güçlü olarak gösterebileceğim iki kişiyi sorsanız Aylin ve Gizem derim. Aylin babasının onca ısrarına, onca sözüne rağmen o eve dönmedi altın tepsideki hayatını ittirdi ve kendini evini tuttu, iş bulup çalışacağını da söylüyor yani hayata “Ben senden korkmuyorum, buradayım her şeye rağmen savaşıyorum, varım” diyor halbuki istese babasına istediğini yaptırır çünkü Oğuz Bey kızlarına aşık. Aylin babasına biraz ağlasa, Esra’nın yaptığı birkaç olayı anlatsa Oğuz’un affedeceğini sanmam çünkü bahsettiğimiz adam Aylin eve gelmezse onu boşayacağını açık açık söylemişti. Aylin bunları yapmaktansa kendi gücünü eline almayı seçti gurur duyulası bir karar. Gizem ise ilk bakışta Aylin’e göre daha iyi bir konumda görünüyor ama bence daha karışık. Aylin üvey annesine karşı mücadele ederken Gizem kendi annesine karşı mücadele ediyor bu zor bir durum. Bir başkası olsa beni büyütmek için o kadar uğraştı deyip annesine boyun eğip her dediğini yapar belki ama gizem öyle değil. Gizem’i de henüz tam anlamıyla görebildiğimizi sanmıyorum o kendini var edebilmek ve kimseye muhtaç, bağlı olmadan hayatını yaşamanın peşinde. Bu iki güçlü kızımızın arası şu an gergin olsa da günün sonunda iyi arkadaş olabileceklerini düşünüyorum.

Araz sessiz sakin uyurken belki de yılların yorgunluğunu atarcasına uyurken hepimiz onun gözünü ne zaman açacağını bekledik. Bu tür durumlarda duygusal bağın önemli olduğunu söylenir öyle de oldu onunla konuşan onca arkadaşına rağmen babasının “oğlum” demesini nerede olursa olsun duyup geldi Araz, nasıl gelmesin ki yıllardır bekliyordu belki de bunu duymak için. Araz bilmese de arkadaşları dışında onun için meraklanan dört gözle onun iyi haberini bekleyen Sadi hocası da onu hiç yalnız bırakmadı. Uyandığını duyar duymaz da hastaneye koştu kelebeğini görmek için ve Sadi’yi gördüğünde Araz’ın gözlerinin güldüğünü ben gördüm çünkü Araz belki de hayatında ilk defa “Ben yalnız değilim, beni gerçekten seven insanlar var” diyebildi. Şüphesiz kendi ekibini görmek de mutlu etti onu ama bunu beklerdi zaten en büyük sürpriz Sadi Hocası ve elinde geçmiş olsun çiçekleriyle gelen Aylin’di. Belki Araz ile konuşamadı ama oraya gelmiş olması bile Araz için çok anlamlıydı. Araz’ın özünde iyi bir çocuk olduğunu hep söyledim, hep de söyleyeceğim çünkü bu çocuk kötü olsa kendine gelir gelmez Aylin’in iyi olup olmadığını sormazdı, ben içinde Aylin’e karşı bir öfke olduğunu da sanmıyorum ki bu sebeple ekibini de o sakinleştirecektir bu konuda. Aramıza tekrardan hoş geldin hırçın kelebek.

Dizimiz gerilimi oldukça yüksek bir sahnede veda etti. Henüz bizim bilmediğimiz bir geçmişte birbirini tanıyan iki “baba”nın yüzleşmesini soluksuz izledik. Sadi’nin Kıvanç’a olan tavrı bence karısının ve çocuklarının etrafında bulunuyor olması zira neden burada olduğunu bilmiyor. Unutmayın ki insan bilmediği her şeyden korkar çünkü bilmediğiniz de koruyamazsınız. Başhekim Kıvanç’ın kötü bir adam olmadığını düşünmüyor oluşumun diğer sebebi ise şu yukarıda söylediğim gibi tıpkı Sadi gibi Kıvanç da görür görmez onu tanıdı ama hiçbir şey yapmadı. Oysaki niyeti kötü olsa tabiri caizse Sadi’nin ipliğini çoktan ortaya dökmüştü ve ortada ne tanık koruma ne de başka bir şey kalmıştı ama sustu, sakladı. Kozlarını açık açık paylaşana kadar sürekli ikinci şanslardan ve insanların değişebileceğinden bahsetti. Bence alttan alta “Bak ben de sen gibi değiştim ne senin ne de sevdiklerin için tehlike değilim” demeye çalıştı bilemiyorum çünkü giz bir karakter. Bu sahneden hareketle merak ettiğim bir şey var. Bu iki adam geçmişte nerede, nasıl tanıştı? Belki tüm sorularımızın cevabı burada gizlidir, kim bilir. Bir diğer önemli nokta ise Sadi’nin “Yedi Emin”e özel eşyalarını -altın kolye, altın saat- Clark Kent gibi birden kıyafetlerinin altından çıkarması oldu. Benim bundan anladığım Sadi’nin içindeki Emin ile barıştığıdır.

Kıvanç ve Sadi arasındaki oyunun ilk perdesi berabere bitti. İkincisi içinse ben çok heyecanlıyım. Kıvanç Songül’e dokunmadığı sürece hayatını garanti altında tutacak ama Sadi de onu hayatlarından uzak tutmak isteyecektir. İkinci şanslarına böylesine tutunan iki adam belki bir gün el de sıkışırlar, siz ne dersiniz?

Haftaya yeniden görüşünceye kadar umutla kalın…

PARAMPARÇA (Gelsin Hayat Bildiği Gibi,15.bölüm)

YAZAR: A. Ela Erdoğdu

İnsan şüphesiz ki yaşadığı evrenin en büyük yansıtıcısı. İçinde gizlediği iyilikte, kötülükte, vahşilikte, uysallık da doğanın yansıtıcıyken insanı ayıran en önemli özelliği kendini gizleyebilmesi. Hayvanları, bitkileri düşünün üzüldüklerinde belli ediyorlar gizleyemiyor ama insan öyle değil sana ne göstermek isterse onu gösteriyor. İçi paramparça olsa dahi sana büsbütün bir kaya gibi gösteriyor. Yıkılmadım bak ayaktayım diyor ama sessiz çığlıklar içini parçalıyor tıpkı Sadi’de olduğu gibi.

Sadi bugüne kadar Songül’ü ölümün kenarından çoğu kez aldı ama hepsinde tedbirliydi bu sefer ise Songül’ün ölüm ile burun buruna geldiğini tesadüf eseri öğrendi ve yetişemeyebilirdi. Songül’ünü kurtaramayabilirdi işte bu Sadi için bardağı taşıran son damla oldu. Songül’ün daha da korkmaması için bir bahane uydurarak ondan uzaklaşarak Yaver’in yanına gidiyor bu basit bir hareket değil. Sadi bugüne kadar her olayda otokontrolünü mükemmelen sağladı. Songül’ün baskın yediği günden bugüne kadar her olayda oldukça sakindi ama bu sefer durum çok farklı. Sadi, Songül’ün bomba dolu bir araca bindiğini bile bilmiyordu. Bu sebeple bu defa “Hallederiz karıcım!” diyemedi çünkü neredeyse Songül ellerinden kayıp gidiyordu. Tesadüfen Songül koltukla oynamasa, tesadüfen anlamasa belki de artık hayatta bile olmayacaktı. Bunun düşüncesi bile Sadi’yi delirtmeye yetti de arttı bile. Yaver’e söylediği cümleler sinirle söylenen cümleler değildi “Yedi Emin’im lan ben” Sadi’nin ağzından ilk defa bu cümleyi duyduk. Sadi için matruşka misali Emin ile iç içe diyordum ya artık durum değişti artık Emin ve Sadi iki ayrı kimlik değil, birleştiler. Emin ve Sadi artık bir bedende yaşayan iki yabancı değil ikisi artık bir.  Yeni kimliğine geçtiğinde eski bağlantılarıyla, eski hayatıyla asla bağlantı kurmamaya tövbe eden Sadi Payaslı bunu da çöpe attı. Onun için hayat demek olan karısı için her şeyi yapacak kıvamda, Sadi. Tabiri caizse şu an freni patlamış kamyon gibi Songül’e bunu yapanların üstüne gidecek Sadi. Geçtiğimiz bölümlerde Sadi “Onlar bizi bilmiyor ama biz onları biliyoruz, öndeyiz” demişti bu denge değişmişti ancak şu an tekrar Sadi Payaslı tekrar öne geçti çünkü isim olarak bilmese de Kırdarlar’ın üstünde bir isim olduğunu biliyor ama Servet’in henüz Songül’ün arkasında bir dağ gibi duran Sadi’den haberi yok. Sadi bu olaydan sonra kesinlikle çok çok daha dikkatli olacak.

Sadi için Songül’ü “koruma alanında” tutmaya çalışıyor demiştim artık çok daha farkında Sadi Songül’ü bu alanda tutmanın ne kadar zor olduğunu tam olarak kavradı ve artık kimseye tahammül edemiyor. Başkomisere bu bölümde oldukça sert bir şekilde ama üstü kapalı “Karım hayatta bundan önemli ne olabilir, neyi sorguluyorsun?” dedi ve Songül bu sefer uyarmadı. Şimdi bu sahne aslında birçok mesajı da içinde barındırıyordu. Semih üstten üstten konuşarak aslında Songül’e bir bakıma ” Canın pahasına o bilgiyi getir demeye çalışırken bu operasyonda o kadar da üst seviyede olmadığını anladım.  Başsavcı Sadi’nin yılan operasyonundaki konumundan asla bahsetmemiş. Bence Semih biraz ego yapmaya başladığı anda Sadi karşısına dikildi. O tüm bu dünyaya karısının nefes sayısını artırmak için girmişken, iki terfi için kimsenin hele hele de operasyonda asla insiyatif almayan gölge bir komiserin onun hayatını riske atmasına izin vermez ki kısacık konuşmada bunu Semih başkomiser de öyle güzel anladı ki itiraz dahi edemedi. Zaten sonrasında yapılan üçlü toplantılar, başsavcının bizzat operasyonun merkezinde olduğunu söylemesine şaşırmadım ama bir cümle dikkatimi çekti. Savcı bazı şeylerin gizli kalması gerektiğini söyledi. Bence o da Sadi’nin geçmişini gayet iyi biliyor. Bu da bana artık tanık koruma programının çok da önemli olmadığını gösterdi. Arık önemli olan tek mesele Kırdarları çözmek ve Songül’ü korumak, işte o kadar.

Yukarıda Sadi ve Emin ruh olarak birleşti desem de şimdilik Sadi bunu Songül’e gösteremez. Bu sebeple evde sanki karısından öpücük koparmaya çalışan koca rolünü mükemmelen oynuyor. Daha önce Songül onun ikinci şansını engellediğini düşünerek gitmişti. Bu defa Sadi buna asla izin vermeyecek, bu yüzden de aslında Songül’e bir maskeyle, içindeki fırtınaları gizlediği, acılarını, korkularını göstermediği bir maskeyle dolaşıyor. Büyük patlamadan sonra ruh hallerine pek anlam veremesem de aslında bazen davranışlar sözlerden daha etkilidir. Songül saldırı gecesini odasında değil salonda geçirdi. Sadi ise bir koltuğun tepesinde oturarak, karısının başucundan ayrılmadı. Aslında bu tavır bile Songül’ün korkusunu, Sadi’nin de o rahat uyusun diye yanından ayrılmayışının çok net ispatı diye düşünüyorum.

Sadi bu hayatta iki yerde güçlü, vakur maskesini hiç çıkarmıyor. Biri Songül’ün yanında, diğeri de çocuklarının yanında. Sadi’nin öğretmen ceketini üstüne geçirip, hep yanında olmaktan mutlu olduğu tek insanlar onlar zaten. Arabanın üstünde nasıl ki Songül’le tatlı tatlı didişiyorsa, her ne olursa olsun çocuklarını da hep aklının bir tarafında, kalbinin en güzel köşesinde saklıyor. Her ne kadar kelebekler şimdilik hocalarına küsmüş olsa da hepimiz biliyoruz değil mi? Meb’ten Sadi Payaslı en yakın zamanda bu eksikliği telafi edecek, kelebeklerinin de yüzünü güldürecektir.

Sadi’yi bu haftaki kadar zorlanırken hiç görmedim desem yeridir. Songül’ün altında patlayan bomba onu tamamen teyakkuza geçirdi. Bütün bağlantılarıyla tüm tövbelerini bozan Sadi için artık Servet’e ulaşmak hayat, memat meselesi. Servet Songül’ün ölüm emrini vermişken başka da çaresi yok zaten. Sadi, bir yanda Songül’ü eski bağlantılarını kullanarak güvende tutmaya çalışırken diğer yanda da sıradan hayatından kopmamaya çalışıyor ama bu hiç kolay değil. Emin karanlık, Sadi ise aydınlıkta ama bazen hiç istemsek de o karanlığa dalmak zorunda kalırız. Hayatın kanunudur, bu. 7 Emin olarak hayatın birçok tarafında çuvallayan bir adam bir kadının ellerinde yeniden hayata döndüğü ikinci şansını bulduğu yeni kimliğini yaşayıp, eskiye nefretle bakarken o ikinci şansı da içinde öldürmeye çalıştığı adam sayesinde kurtaracak. Ben buna yürekten inanıyorum. Sadi Songül’e öyle bir sarıldı ki değil Servet feriştahı gelse onları ayıramaz bence, ben buna yürekten inanıyorum.

Karısını hayatta tutmak, onu korumak, öğrencilerine faydalı bir öğretmen olmaya çalışmak için uğraşırken bir yandan da Derya ile ilgili durumlar var. Sadi’nin hafızasının oldukça iyi olduğu vurgulanıyor ama geçmişi hatırlarken bazen zorlanıyor bu geride bırakmaya çalıştığı hayat ile ilgili tüm bağları koparmak istemesinden kaynaklıdır belki bilemem ama Kıvanç’ı gördüğü an kafasına bir soru işareti düşmüş ki Yaver’e araştırttı. Burada şunu belirtmek isterim ki Derya her ne kadar Sadi onu kıskandığı için böyle şeyler söylüyor sansa da ortada şöyle bir durum var. Derya, Emin’i bu kadar iyi tanıyorsa bu adamın boşa konuşmayacağını bilmesi gerek yani uyarıyorsa mutlaka bir sebebi olduğunu tahmin etmeli. Bu uyarı kıskançlıktan değil tamamen insancıl ve korumacı tavrından kaynaklanıyor. Derya, Mert’in ablası ve Songül’ün de arkadaşı şu anda ve bu durumda Kıvanç, Songül’ünde hayatında yakınlarında olacak demektir aynı zaman da Mert’in de bu uyarma bundan kaynaklı bence. Sadi ile Derya meselesi açık bir konumda yani mektupla terk ederken “Emin’i öldü bil” diyen adam bu sefer gözlerinin içine baka baka kendinden gayet emin bir şekilde “Emin öldü artık yok” dedi bu hesaplarının kapandığının en büyük kanıtı niteliğinde ama Derya kendi hayatında bence oldukça mutsuz ve kendi bu kadar mutsuzken Sadi’nin bu kadar güzel ve mutlu bir hayat yaşıyor olmasını sindiremiyor.

Derya ilgi görmeyi seviyor son birkaç bölümdür bunu gayet açık görebiliyorum ne zaman Meltem bir ima yapsa yüzü gülüyor, elbette her kadın beğenilmekten mutlu olur ancak Derya’da şöyle bir durum var o hayatının bir döneminde sıkışmış ve oradan çıkamıyor bu yüzden Sadi’nin bu uyarısı sonrası Kıvanç Beye daha çok yakınlaşacak gibi hissediyorum. Sevdiği için değil sırf inat olsun diye. Sadi her ne kadar Kıvanç Bey için uyarıda bulunsa da şu an ben kendisinden kötü adam kokusu almıyorum, neden mi? Bu adam eğer saklayacak bir durumu varsa rahatça konsere gidip kalabalığa karışabilir mi? Tam olarak bir şey söylemek zor çünkü net bir veri yok elimde zaman içinde göreceğiz Doktor Kıvanç Beyin nasıl biri olduğunu. Yine de ben nedense onun da aynı Sadi gibi ikinci şansını bir çift ela gözde bulacağını düşünüyorum. Kıvanç bana kötü biri imajı asla çizmiyor ve umarım bu hususta yanılmam.

Diziyi izlerken bazı karakterlerin omuzunda ben birer soru işareti görüyorum açıkçası sizde de durum böyle mi bilemem. Şu an benim Kıvanç’dan başka omuzlarında iki soru işareti gördüğüm karakter daha var biri şüphesiz Rıza. Rıza şu an bir iş adamı ve Gizem’in annesinin patronu konumunda görünse de nedense ben daha derinlikli biri olduğunu düşünüyorum. Kafamda birkaç fikir var ama en ağır basanı bu bölümde Servet’in konuşmalarıyla daha da baskınlaştırdı fikir. Servet bir oğlu ve torunu olduğunu, torunu doğduktan sonra değiştiğini söyledi. En sonda torununu okuldan alacağını tüm bunları ve Rıza’nın telefon konuşmaları, işinin henüz gizli olması sebebiyle bu ikili baba-oğul çıkabilir diyor. Ama sadece bu kadar bilgiyle de net bir şey söylemek istemem zira her an bir rüzgâr esebilir ve bambaşka yerlerde bulabiliriz kendimizi. Diğer soru işaretli omzu olan kişi de şüphesiz ki Taylan benim için aşırı gizemli bir tip kendisi izlerken beni bile geriyor ama onunla ilgili de bazı durumlar var. Songül Organizeye geldiğinden beri herkes Taylan’ın huysuz olduğunu söylese de Taylan’ın sadece Songül ile uğraşıp onun her hareketini sorguladığını fark ettiniz mi? Taylan’a biri bir dosya verdi ve kimse bu dosyanın içeriğini bilmiyor aynı zamanda operasyonda depodan bir hard disk aldı bunlar şüphe uyandırıcı. Aynı zamanda Songül’ü bu kadar yakın markaja almasının sebebi Serdar Müdür ile çok yakın olması da olabilir. Taylan’ın tüm bu gizemi ve yaşanan son olaylardan baz alarak kendisinin de bir “tırşik çorbası” severdir kim bilir.

Ortalık bu kadar Bizans oyunları ile doluyken, kim kimin tarafında belli değilken herkes yüzüne taktığı maskeyle çok güzel gizleniyor tıpkı Serdar Müdür gibi. Songül’ün “Yılan” operasyonunda aradığı kişinin “ağabey” dediği müdürü olduğunu anlaması oldukça zor çünkü Songül onda anne ve babasının yetiştirmiş olduğu iyi bir polise ve onların yakını olarak sonsuz güveniyor ve bildiklerini anlatmaktan gocunmuyor. Sadi ilk gördüğünden beri hazzetmediği Serdar Müdür’den bence artık şüphelenmeye de başladı ve üstü kapalı olarak Songül’e söylese de Songül bu durumu Serdar ağabeyine konduramadığından göz ardı ediyor gibi çünkü onun asıl düşündüğü köstebek Taylan. İkisi de birbirine karşı öyle dik böyle düşünmesi de gayet normal, kimse onun yargılayamaz.

Serdar, Servet’e bağlı ve Servet hiç bir şekilde bilinmiyor. Hatta anladığım kadarıyla iş yaptığı birçok insan da onun aslında kim olduğundan bihaber. Şimdi bana şizofren misin demezseniz bazı tespitlerde bulunmak istiyorum. Hatırlıyor musunuz, Sadi gençliğinde bu organizasyonla bir araya gelmişti. Yani küçük bir işti ama bir şekilde değdi. Sonrasında da baya büyüdü ve büyük 7 Emin oldu. Ankara’ya çöreklenen tüm suç örgütlerini, büyük başların isimlerini verdi. Ben açıkçası bu iki adamın birbirini tanıdığına eminim. Servet zaten öldü biliyordur ama Sadi de onu gördüğünde net bir şekilde uyanacak mevzuya diye düşünüyorum. Sadi içindeki adamı daha fazla tutamaz zaten. Hem mahallede hem de Songül’ün tam arkasında bir gölge gibi doğruları yaparken hayatındaki insanları da korumaya devam edecek. Tıpkı modern zamanların Robin Hood’u gibi…

Yetişkinliklerin dünyası bu kadar keşmekeşken gençlerin hayatında da hayat gayet karışık. Team Gelincik ve Team Kelebek üyelerinin hepsinin bir yarası var aralarındaki tek fark ise gelincikler yaralarıyla yaşamayı kabullenmiş kelebekler ise yaralarına sebep olan hayata baş kaldırmış durumda. Birbirlerine hem bu kadar benzer hem de bu kadar zıt olmaları tamamen bundan kaynaklanıyor ancak aralarına yıldırım gibi düşen Sadi Hocaları onları bir yapmayı başarabilir belki de. Sadi, Karabayır Lisesi’ne geldiğinde ona en çok sorun çıkartan şüphesiz kelebeklerdi ancak bu bölümde “Hocam bizi neden çağırmadınız?” diye sordular bu basit bir soru değildi içten içe kırılmışlar çünkü her ne kadar anlaşamasalar da belki de hayatlarında ilk defa Sadi onların birer birey olduğunu bilerek davranan, onları gerçekten dinleyen kişiydi ve onu kabullenmeye, sevmeye başlamışlardı çünkü insan sadece sevdiği kişiye kırılır. Team Gelinciklerin hepsinin yarasını biliyoruz ancak Team Kelebek tam bir sır küpü aralarında en çok bilgiye sahip olduğumuz Araz için bile neredeyse bilmiyoruz gibi ama bu bölüm hepsinin aileden yaralı olduğunu gördük Nevzat’ın tamirhanesinde. Bir çocuk aileden yara alarak büyürse eğer hayatla olan savaşı bitmez her zaman devam eder. Kelebeklerin hiçbiri özünde kötü çocuklar değil ama duyurmaya çalıştıkları bir dertleri var ve bunu duyan kişi de Sadi olacak gibi.

Kelebeklerin başı Araz aslında kalabalıkların içindeki yalnız tıpkı Songül gibi. Baktığınızda geniş bir arkadaş grubu, ağabeyi var ama onu anlayan hiç kimse yok her şey ile tek başına mücadele etmek zorunda. Araz’ın, Gizem’e olan bu sevgisinin annesi tarafından terk edilmiş olduğu tahmin ettiğimiz bir şeydir çünkü insan beyni böyle çalışır. Araz aslında bembeyaz ışıl ışıl bir çocuk ama onu karanlığa zincirlemişler yani Araz kötü biri değil. Sınıf basıldığında herkes geriye kaçarken Araz kendini siper etti bir an bile düşünmeden ve asıl Aylin’i vermeyen de oydu. Şüphesiz ki bu hamlesi herkesi şaşırttı zira gelinciklerle olan durumları düşünülürse ama yapmadı Araz’ın bu hareketinden benim anladığım “Biz içimizde sorun yaşasak da dışarıdan kimse bize dokunamaz”. Araz’ın yaptığı tıpkı Sadi’nin anlattığı mahalle ağabeylerinin yani halk kahramanlarının yaptığı gibiydi mahalle ağabeyleri de mahallede sorunlar olsa da kimsenin onlara zarar vermesine izin vermezdi.  Bende Araz’ın uyanmasını dört gözle bekliyorum açıkçası

Karabayır hastanesinde herkes Araz’ın uyanmasını beklerken bir başka saatli bombada çalışmaya başladı. Mert, Sadi ve Derya’yı konuşurken duydu ve meşhur Emin’i hocasının bildiğini de öğrendi. Mert, Sadi’yi çok seviyor ve çok saygı duyuyor ablasının büyük aşkı Emin’i konuşacak kadar hatta. Bu konuşma sonrasında Songül ablasının da Emin’i bildiğini öğrendi ama aslında Songül’ün hiçbir şeyden haberi yok. Mert’in Emin’i bu kadar merak edip araştırması beni biraz germiyor değil açıkçası çünkü bu konu bir saatli bomba ve sayaç tik tak tik tak geri saymaya başladı asıl merak ettiğim bu sayımın nerede ve nasıl biteceği, merakla bekliyorum.

Sadi daha Derya ve Emin meselesinin stresini atamadan hayatında duyacağı en kötü sözleri duydu: Sadi ben yanıyorum! Serdar sonunda Songül’ü istediği tuzağa tereyağından kıl çeker gibi çekmişti. Sadi aslında sadece yangın diye düşünürken birden kendisini patlayan bombanın yanında buldu. Songül için artık geri sayım başlamıştı ve Sadi bunun çok farkındaydı. Sadi ve Azrail bir yarışa girdi. Açıkçası ben bu sahnede kahroldum zira Songül yıllar sonra hayata yeniden sevdiği adamla tutunurken, Sadi de ikinci şansına sımsıkı sarılmıştı. Songül’ün kalbi durduğunda belki de Sadi ona hep duymak istediği o cümleleri kurdu: Aşkım, bizim daha kızımız olacaktı. Bugüne kadar bırakın baba olmayı, evlenmeyi bir hayat hayali bile kurmayan bir adam aşkla aile hayalleri kurdu. Songül, Sadi’nin her şeyi ve bu olayla birlikte de artık Servet için diyecek sözüm yok. Kendine fiyakalı bir mezar taşı bulsun.

Yazımın sonuna gelmeden önce değinmek istediğim iki konu var izninizle. Bölümle ilgili yapılan bazı eleştirileri görüyorum, herkesin düşüncesine saygım da var ama şöyle bir durum olduğu unutuluyor gibi geliyor. Dizimizde bir ana olay ve yan olaylar var, başrollerin hikayesi bu kadar tempolu akarken bunu destekleyen yan hikayelerin aynı tempoda olması sorun yaratır. Ben bu bölümün geçiş bölümü olduğunu düşünmüyorum çünkü senaryo matematiği tek düzelikten ziyade inişli çıkışlıdır. Bir tarafta tempo, aksiyon varsa diğer taraftan bu dengelenmek zorunda bu dengelemede bu bölüm Melek’in hikayesiyle yapıldı. Melek’in hikayesinde küçükte olsa ilerleme aldık bu bölüm aslında nasıl mı? Celal telefondan Melek’e mesajlar attı, Havalandırma evde kalmadığını öğrendi bu konu sona yavaş yavaş yaklaşıyor tıpkı hayatında içinde olduğu gibi. Gerçek hayatımızda böyle bir durum sizce hemen sonuçlanıyor mu? Hiç sanmam unutmayalım ki dizideki her bir karakterimiz aslında hayatın içinden, her gün yanından geçtiğimiz kişiler. Bu yüzden ara ara bizler onların hayatına da konuk olacağız ki bu büyülü ikinci şans masalı hiç bitmesin….

Bir diğer değinmek istediğim konu ise Sadi Hoca’nın 29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI ile ilgili yaptığı konuşmaydı. Sade ama etkili bir sahneydi bence bir kere çok güzel yerden değindiler konuya  “miras”dan  dürüst olalım hangimiz büyüklerimizden bize şöyle güzel bir miras kalsa da hayatımız kurtulsa demiyoruz? Şüphesiz hepimiz diyoruzdur ama aslında atalarımızın bize ne kadar bir miras bıraktığını kaçırıyoruz hep. Bize en büyük miras altında özgürce yaşadığımız, kimseye boyun eğmeden başımız dik yürüdüğümüz bu topraklardır. Böyle özel bir günde bize böyle sahneler izleten, gözlerimizi doldurup sorgulamamızı sağlayan Gelsin Hayat Bildiği Gibi ekibine çok teşekkürler.

Haftaya yeniden görüşünceye dek umutla kalın.

Sen Benim Diğer Yarımsın (Gelsin Hayat Bildiği Gibi,

YAZAR: A. Ela ERDOĞDU

Nefes almaya başladığımız andan itibaren bir koşturmaca içerisine giriyoruz. En büyük çabamız ise yaşayabilmek için. Hayat herkes için zor olsa da biz kadınlar için yaşam çok daha zor oluyor. Kadının bu coğrafyada hayatta kalmasının bile mucize olduğu bir dönemden geçiyoruz. Her gün bir şiddet haberi ile uyanırken, her gün bir taciz veya tecavüz duyarken bir kadın olarak direnmeye devam ediyoruz ama bu savaş bizden de çok şey götürüyor.

Kimsenin hayat mücadelesini hafife almıyorum elbet ama hepimizin bildiği bir gerçek var ki günümüz şartlarında kadınlar daha yoğun bir mücadele ile yaşamaya çalışıyorlar. Tıpkı Songül, Gizem, Aylin ve Melek gibi. Hepsi hayatın acımasız rüzgârında savrulmadan ayakta kalmaya çalışıyorlar. Melek tacizci bir babadan annesine rağmen kurtulmaya çalışırken, Gizem kendisini para kapısı olarak gören annesinin psikolojik şiddetine maruz kaldı. Songül ve Aylin’se küçük yaşında hem yetim hem öksüz kalan ve buna rağmen devam etmeye çalışıyorlar.  Hepsi ayrı birer masal kahramanıyken bir karabasan hapsedilmişler.

Songül’ün hayatı yetim kaldığı andan itibaren çok büyük bir şekilde değişerek bir bilinmeze girdi büyük ihtimalle. Nerede, nasıl büyüdü henüz bilmiyoruz ama nasıl yaşadıysa büyük bir iz bırakmış Songül’de. Songül aslında büyük bir çelişki hem çok büyük güven sorunları yaşayan bir kadın hem de birine güvendiğinde koşulsuz güveniyor, bir arası yok bunun ki kimse de bunun için onu suçlayamaz. Bir kadın olarak tek başına devam etmesi zorken bir de üstüne ailesi ondan bir örgüt tarafından koparıldı. Büyük ihtimalle de Songül aslında bugüne kadar içindeki öfkeyle yaşadı ve hayatta kaldı. Onunla ilk tanıştğımızda Sadi ile özellikle hep kavgacı bir dille konuşuyordu. Sürekli kızgındı, agresifti. Yatarken kapısını kapatıyor, hayatını kapana kıstıran mesleğine bile odaklanamadı. İşte bütün bunları düşünecek olursak Songül en başta Sadi’ye alışmayı da sevmeyi de kendi kafasında reddediyordu. Sonrasında bu adama aşık olunca, yaşadığı duyguyla birlikte Songül’ün ruhundaki renkler ortaaya çıktı. Sevgi boşluğu olan insanlar normalde bunu negatif olarak yansıtırlar ama Songül’de bu durum öyle işlemedi. Aksine daha da sevgisini yansıtan birine dönüştü. Mesela normal şartlarda Meltem’i yere sererdi ama Derya’Dan ötürü sesini çıkarmadı. O sevdiği insanları hayatlarındaki her şeyle kabul eden bir kadın ve bu huyu onun canını çok yakacak.

Güzel kalpli komiserimiz bu huyu yüzünden ailesinin katiline sarılıyor, var mı daha ötesi? Ailesini o kadar özlüyor ki Serdar’ı hemen bir ağabey olarak görmeye başladı. Songül, Serdar Müdürden asla şüphelenmedi, hiçbir şeyi sorgulamadı çünkü ona bakınca gördüğü tek şey anne ve babasıyla zaman geçirmiş, anne ve babasının imzasını taşıyan bir aile dostu. Ailesini onda görmenin, onların tanıdığı biriyle olmanın mutluluğuyla bazı şeyleri görmüyor, görse de umursamıyor belki de. Halbuki depodaki sahnede Serdar olmasa Nejat bülbül gibi şakıyacaktı ancak ailesinden dolayı Songül hayatını kurtardı olarak gördü bu meseleyi. O fark etmese de Sadi bu durumdan şüphelendi bence. Şöyle ifade edeyim spesifik bir olayda şüphesi olmasa da tecrübesi yüzünden adamdan hoşlanmıyor. Bir iki olay daha yaşanırsa Sadi’nin listesine girer diye düşünüyorum. Songül, Sadi ile olan ilişkisinde de onun hareketlerini sorgulamadan sadece güveniyor.  Ona aşık oldu ve konu kendiliğinden kapandı. Serdar’a aynı mantıkla bakıyor şu anda. Bence bunun en büyük sebeplerinden biri Songül artık yalnız kalmak istemiyor diye düşünüyorum.

Hayatı boyunca yalnızdı Songül büyük ihtimalle hayatında kimse yoktu demiyorum ama bazen kalabalıklar içinde de yalnızsındır ama hayatında ilk kez Songül bir kalabalıkta ve yalnız değil. Songül ve Yaver’in ilişkisini düşünelim ilk geldiğinde evden kovduğu adamı artık kahvaltıya çağırıyor Songül. Bunu yapmasının tek sebebi Yaver’in Sadi için çok önemli olması da değil üstelik artık Songül için de Yaver bir kardeş. Eskiden Sadi ve Songül’ün özel hayatıyla ilgili yaptığı şakalara kızan Songül şimdi üstü kapalı ya da direkt karşı bir şakayla karşılık veriyor. Songül aslında Sadi ile çıktığı bu mecburi yolda kaybettiği ailesini daha büyük bir şekilde kurmaya başladı ama yavaş yavaş farkına varıyor gibi. Sadi ve Yaver’e şakalarının karşılığını şaka yoluyla verdiğinde ikisinin de korkusunu görünce yaptığına üzüldüğünü düşünüyorum. Evet, belki Sadi’nin korkacağını biliyordu ama Yaver’in bile nasıl korktuğunu görünce biraz ileri gittiğini hissetti. Amacını anlatmaya çalışsa da iki adamın da hayatının merkezi olduğundan habersiz olduğundan habersiz kalakaldı orada.

Songül işinde büyük bir riskin içinde olduğundan Sadi’nin değimiyle ölümle dans ettiğinden habersiz bir yandan da “Yılan” operasyonu için koşturuyor ve tıpkı kendisi gibi Başkomiseri de Sadi’nin her şeyden oldukça uzakta olduğunun rahatlığı var. İşindeki bunca soruna rağmen özel hayatında mutlu ve huzurlu olmanın verdiği konforlu alanında gayet neşeli bıcır bıcır kalmaya devam edebiliyor Songül. Kocasına, kardeşi gibi gördüğü Yaver’e takılıyor ve kocasına gayet açık mesajlarla dolu şaka yapabiliyor. Songül kafasında her şeyi artık net olarak bitirdi ve bu evliliğin gerçek bir evlilik olduğunu hissetti. Sadi ile olan ilişkisi bu zamana kadar flört aşamasındaydı ama bu hafta flörtten sevgililiğe geçildiğini bariz bir şekilde gördük. Sadi’ye yaptığı banyo şakası, Yaver’e “temas var ya hemen gel” demesi basit ve öylesine söylenen cümleler değildi. Geçen hafta yaptıkları konuşmaya binaen Sadi’ye hazırım demeye çalıştı Songül bence. Songül hayatının en zor ama belki de en mutlu döneminde ve bunda şüphesiz Sadi temel faktörü oluşturuyor.

Songül bu kadar mutlu, kocasıyla her şeyin üstesinden geleceğinden eminken Sadi karısına yansıttığının üstüne içten içte korkudan kıvranıyor bence. Evet ilk başlardaki gibi korkusunu net bir şekilde yansıtmıyor ama hissettiği korku fırtınasını içine hapsetmiş durumda. Bir çocuğun ölümüne sebep olduğu için vazgeçtiği hayata bir nevi geri döndü Sadi. Burada tek sebep kendisine iş birliği çağrısı yapan devletine yardımcı olma isteği yok “Kartal ateşi” operasyonun dahil olmasının en büyük sebebinin Songül’ü korumak için kabul ettiğini düşünüyorum çünkü kartallar burnunun ucunu göremeseler de 5 km uzakta ne olup bittiğini net bir şekilde görürler. Baş savcıdan aldığı bu kolyeyle Sadi Bir tık büyük güç eline geçirdi çünkü artık polislik bir duruma bulaştığında kolye sayesinde çözecek. Yine de operasyonun adına bile şaşırmaması bende acaba bu adam daha önce en azından ismini duydu mu diye düşündürdü. Sadi her ne kadar karısı için bu yollara girse de her şeyi bilip de dahil oluyor gibiydi. Bu gücü de karısını korumaktan başka bir şey için kullanmayacak gibi duruyor, yani en azından şimdilik…

Sadi şu an hayatta olduğu konumdan çok mutlu ama içindeki korku ona nefes aldırmıyor. Sizlerle dikkatimi çeken bir durumu paylaşmak isterim. Eskiden sabahları Sadi ve Songül odalarından aynı anda çıkar ya da Songül çıkıp Sadi’ye seslenirdi ama bir süredir Songül kalkıp odadan çıktığında Sadi ya temizlik yapıyor ya mutfakta ya da kahve içiyor salonda biz uzun zamandır bu odadan çıktığını görmedik bence Sadi içindeki korkudan kaynaklı doğru düzgün uyuyamıyor gibi geliyor. Ne kadar doğru bilemem tabi belki de hepsi birer tesadüftür bilemeyiz. İkinci önemli husus ise Songül’ün yaptığı şaka da gizliydi bence onu öyle yerde gördüğünde korksa da büyük bir soğukkanlılıkla Yaver ile profesyonel bir şekilde müdahale etti. Ve bayıldığında bu kadar korkan bir adamın Songül’e gelecek en ufak bir zararda nasıl yaşayan bir ölü olacağını düşünmek zor değil sanırım. Sadi’nin bu tavırları biraz abartı gelse de karısını 1 kez bombalı, 2 kez de silahlı çatışmadan alan bir insan için az bile tepki veriyor. Songül, Sadi’nin her şeyi şu anda, devam etmesinin tek sebebi de Songül. Onun hayatının risk altında olması Sadi2yi yeni hayatına adapte olmaktan alıkoyan tek şey. Bu sebeple belki de kafasını çevirip bakmayacağı dünyaya balıklama daldı. Böylelikle Songül’ü hem hayatta tutuyor hem de olayları kontrol edebiliyor.  Sadi, Songül’ü kaybederse kendini kaybeder bundan şüphe yok.

Başsavcı ve Sadi’nin iş birliğini baz alarak Yedi Emin’in geçmişinin bizim sandığımızdan daha karışık ve büyük olduğunu düşünüyorum. Yeni bir hayat yaşamak için devlet ile iş birliği yapan bir mafya babasına böyle bir operasyon için el sıkışmak? Sadi, Yedi Emin iken çok ama çok etkili bir adammış izlenimini verdi bana evet elimde net bir veri yok ama sadece mafyanın emanetçisi olan bir adam birçok alanda bu kadar uzman olması kafamı kurcalıyor. Sadi’nin her anlamda geçmişi büyük bir giz hem mafya hayatı hem bireysel. Bu adam hiç doğum gününü kutlamadığını söyledi bu büyük bir şey çünkü hiçbir şekilde hiçbir zaman doğum gününü kutlamayan biri ancak doğduğundan mutsuz olan birinin yapacağı bir şeydir. Sadi belki de “Benim doğumum kutlanacak bir şey değil” düşüncesinde belki altında başka bir sır saklı bu sırra belki de Yaver bile bilmiyor.

Sadi için araftan çıktı cennete ulaşmak için yürüyor demiştim ya cennete vardı ama her an kaybedebilir çünkü onun için cennet Songül demek. Derya’nın Sadi için büyük bir vicdan azabından başka bir şey olmadığını, bir duygu beslemediğini defalarca dile getirsek de bu hafta bunun bize gösterildiğini düşünüyorum. Sadi ilk defa Derya’yı gördüğünde dağılmadı, gözlerini kaçırmadı aksine bakışlarıyla “Sen neden buradasın?” der gibiydi. Sadi açıkça Songül’e onunla arkadaşlık etme diyemez ama Derya içinde bulundukları durumu bilerek bu durumu devam ettiriyor. Özellikle de Kıvanç’ı üstüne bastıra bastıra tanıştırması ve de bütün gece onunla dans etmesi artık Derya’nın bu meseleyi çocuğunu koruma gayretinden çok takıntı haline getirmesine bağlıyor. Sır ortaya çıkmasın isteyen insan şüphe yaratmak bile istemez ama sanki Derya bunu bile umursamaz gözükmeye başladı.

Bu zamana kadar bir kadın olarak Derya’nın yaşadığı durumu ve duygularını anlamaya gayret ettim ama bu hafta yaptıklarını ben gerçekten anlayamıyorum. Evet Derya kötü biri değil ama sinsi bunu Songül’e yardım için eve gelmesinden, doğum gününde Sadi konuşurken ki mimiklerinden anlamak mümkün. Songül’ün davetini kibarca reddedilecek konumda Derya çünkü bir hayatı var ama bunu yapmadı aksine bilerek orada olmak istediğini düşünüyorum çünkü Derya kıskanıyor. Kendisinde olmayıp da onda olan şeyin ne olduğunu merak ediyor. Burada şunu sorguluyorum aslında yıllardır unutamadığı bu adamın doğum gününü kutlamamış hadi geçtim bir küçük hediye bile almamış adama. Kendi yıllardır bir küpe saklıyor Sadi aldı diye peki sen neden bir küçük hediye almadın. Almayı geçtim kendi bandanasını bile verebilirdi ama yapmamış. Bu durum biraz kafa karıştırıcı buluyorum açıkçası. Bir diğer durum ise Derya’nın kontrolcülüğünden dolayı yaşam alanına kimseyi alamadığını düşünüyorum, Meltem ne zaman birilerinin ona ilgi gösterdiğinden bahsetse bundan mutlu oluyor. Derya bence odakta olmayı seven biri ve Emin’i unutamamasının sebebi de onu bırakıp giderek başka bir hayat kurup mutlu olması bunu hazmedemiyor gibi.

Songül her şeyden bir haber olsa da Sadi aslında çoktan durduğu yeri Derya’nın yüzüne çarpacak şekilde belli etti. Doğum gününde yaşananları düşününce zaten durum net bir şekilde kendini gösteriyor. Derya Sadi için yabancı bir yüzden ibaret olduğunu anlamasa da Sadi’nin tavrı bunu bize hissettirdi. Daha doğum gününün başında, duygularını belli etmek konusunda pek de başarılı olamayan Sadi, herkesin içerisinde neredeyse karısına ilan-ı aşk etti. Songül’ü bir an olsun bırakmaması, yanında olması, gözleri ve beden diliyle konuşmasına bile gerek olmadan gösterdi diye düşünüyorum. Songül orada ” İyi ki doğdun hayatıma ” dediğinde hayatında yaptığı en doğru tespiti yapmış olabilir. Emin’ken nasıl bir hayatı vardı bilmiyorum ama Yaver dışında kimsesi olmadığını düşünüyorum. Şimdiyse ona aşık bir karısı, yaveri, öğrencileri, arkadaşları var. Songül, Sadi’nin hayatına öyle güzel bir yerden dokundu ki sonsuz yalnızlığı büyük bir aileye kavuşmasıyla sona erdi.

Sadi’nin doğum gününde dağılacağını düşünüyordum ama artık onda vicdanen de bir sıkıntı kalmadığını görüyorum. “Benim dünyam karım, dünyamı sarmalamak istiyorum” diyen Sadi artık o dünyayı iki eliyle sarmalıyor. Orada çalan şarkının söyledikleri bile onun için önemli olmadı. Sadi kollarının arasına aldığı dünyasıyla, can yoldaşı ve arkadaşları, öğrencileriyle çok mutlu. Bu huzur biraz sarsılsa da ikisinin aşkının gücüne de bu belayı da def edeceklerine ben yürekten inanıyorum. Bilirsiniz sizi yıkmayan şey sadece güçlendirir. Zira Sadi artık onun kalbini bilen, tanıyan insanların yanında, olması gerektiği gibi…

Derya geçmişinden olup da Emin’i bu kadar tanımazken belki de Sadi için geçmişinin en güzel yanı olan Yaver her zaman yanında. Sadi’nin geçmişinin ayaklı tarihi ve belki de kara kutusu kendisi ama bu kutlamama olayını belki o bile bilmiyor. Yaver hayatını Sadi’ye adamış durumda aralarında ağa-çalışandan öte bir kardeşlik bağı var kesinlikle. Sadi teslim olurken ağlayışı, onu takip edip buluşu, hâlâ onun için hayatını riske atabilmesi bunu kanıtlar nitelikte. Ayrıca bir garip durum daha var ki Yaver Derya’yı tanımıyor. Adamın kalp atış sayısını bilen biri olarak Sadi dağıldığında bile mi konuşmadı yahu? Ki baktığında yenge olayına çok da sıkıntılı olan biri de değil. Şimdi laf aramızda kalsın ama Derya bu aşkı içinde büyütmüş gibi gelmeye başladı. Yaver’in adını bile bilmiyor olması bana çok da mantıklı gelmiyor. Yaver ki Sadi’nin az önce dediğim gibi kara kutusu. Onu da kutuya atıverirdi. Songül’e bakışlarına baksanıza, neredeyse içine sokacak kadar seviyor.Yaver de tıpkı Songül gibi başlarda ağası için Songül’ü hayatına alsa da şu an durum onun için de çok başka. Yaver, Songül’ü çok seviyor. Songül onun için “yenge” olmanın ötesine geçti kız kardeşi gibi ve tıpkı Sadi gibi ona bir şey olacak diye aklı çıkıyor, en az onun kadar endişeli. Yaver, Sadi ile girse de hayatlarına o da bir hayat edinmeye başlıyor bence ona da “ship” yapılması, çocuklarla aynı ortama girmesi gibi birçok örnek var. Yaver bence artık Songül için Sadi’den sonra hayatının en önemli kişilerinden ki Songül için de durum böyle.

Tüm bu hayat mücadelesinin içinde kapılarını kapatıp da evlerinde birbirlerinin yanında huzur bulan Songül ve Sadi Payaslı çifti aşklarını en güzel ve içten şekliyle yaşayarak birbirlerinde nefes alıyorlar. Songül işte Sadi’de ona bir şey olacak korkusuyla tüm gün diken üstündeyken evde birbirlerini gördüklerinde tüm her şey dışarıda kalıyor  “kıskançlıkları” hariç tabii ki. Sadi’nin ne kadar kıskanç olduğunu biliyoruz ve son zamanlar da Songül’ün kıskançlığının da ondan az olmadığını görüyoruz. Ne demişler kalp sevdiğine çeker. Songül artık kıskandığında Sadi’nin tepkilerini veriyor “Ayselciğim?” gibi mesela. Sadi’nin doğum gününü kutlamadığında Songül’ün ne kadar üzüldüğünü gördük temelde bu doğum gününü organize etme sebebi her ne kadar Aysel’e ne kadar mutlu olduklarını göstermek olsa da tahminimce tek sebep bu değil. Songül zamanda bir sebebi olduğunu bile Sadi’nin doğum gününü kutlamaz ama kocasını mutlu etmek de istiyor. Aysel bahane kocamı mutlu etmek şahane gibi bir durum olabilir. Organizasyonu yaparken fark ettiniz mi Sadi’nin değer verdiği herkesi topladı, aralarında sadece Mert’i tanımasana rağmen tüm gelincikleri de çağırdı. Songül, kocasının öğrencileri ile tanışarak hem onların hayatına dahil oldu hem de kocasının hayatını. Gelinciklerin yaptırdığı pankarttaki yazı “Seni tanımayan yaslı iyi ki doğdun Sadi Payaslı” ama yine tekrar edeceğim Songül “Hayatıma iyi ki doğdun” dedi işte bu cümle Sadi için birçok sevgi sözcüğüne bedel bana sorarsanız. Bazı şeyler göstermekten ziyade hissettirmektir zira.

Bu arada çok tartışmalara sebep olduğu için şu küçük Aysel’cikle ilgili bir iki kelam etmem gerekiyor. Aysel aslında hepimizin hayatında olan kadınlardan. Kötü bir hayatı var ve başkalarının hayatlarına da bu yüzden saygı duymuyor. Sadi’yi gözüne kestirse de herkes Songül’ün tepkisini abartı buldu. Ben bulmadım. Songül gayet kadınca bir tepkiyle Aysel’e “Uzak dur!” dedi. Evliliğinin mutlu olduğunu, varlığından haberdar olduğunu kadınca gösterdi. Umarım anlamıştır zira gerçek sevgiyle kurulan bir yuvayı yıkmak için ördüğü atkıdan fazlasına ihtiyacı var.

Hepimiz yılladır şu cümleyi duyuyoruz “Sevgi neydi? Sevgi emekti.” Eskiden bu sözü çok anlamazdım insan sevince gözü bir şey görmez sanırdım ama öyle olmadığını anlıyorum. Ve sevgi emektir sözünü en iyi gelinciklerin hayatında görüyoruz. Bu hafta gelinciklerin sahnelerini ben çok sevdim özellikle Melek’in sahnelerinde. Ben bu zamana kadar Aynur’u anlamaya çalıştım ama artık anlamıyorum daha doğrusu bir annenin kızına bu kadar kör ve sağır olmasını anlamıyorum. Anne demek bu hayatta ne olursa sığınabileceğin yuva demektir ama Aynur kızını evden kovdu hem de inkar ettiği o Celal yüzünden ben bunu anlamıyorum izlerken de sıkıca sarılmak istedim Melek’e. Melek bundan sonra ne yapacak bilmiyorum ama olacakları çok merak ediyorum.Melek öz annesiyle bunları yaşarken bir tarafta Esra sorunu ile boğuşan Aylin var. Aylin onun üzülmesinden korkan babası ile onu dışlayan Esra arasında sıkışıyor. Henüz tam anlamıyla rest çekecek bir durumda olmasa da tüm zorluklara rağmen kendi evini tutup ayaklarının üstünde durmaya başladı bile kim bilir belki Melek’i de yanına alır bir gün. Oğuz bu durumdan pek hoşlanmayacak bence çünkü aslında Sanem’in babası olan Aylin’in sahte gerçek babası onu çok korkutuyor. Esra’nın aksine Oğuz Aylin’i çok seviyor çünkü. Dizide bizi sinir eden annelerimiz kadar sıkıca sarılıp ellerini öpmek istediğim anneler de var tıpkı Mahur ve Gülseren gibi. Bu iki yüce gönüllü anne yaşadıkları tüm zorluklara rağmen evlatlarına sımsıkı sarılmış ve mutlu olmaları için her şeyi yapan fedakâr anneler tıpkı Nevzat’ın Araz’a anlatmaya çalıştığı gibi. Annelik zor bir durum ve sırf doğurabildiği için herkesin de anne olamadığını görüyoruz hayatın satır aralarında gördüklerimiz gibi.

“Anne” demek muhakkak ki hepimiz için bu hayattaki en değerli varlığımız anlamına geliyor ama bazılarımızın da en büyük yarası olabiliyor tıpkı Araz ve Nevzat gibi. Bu iki kardeş hem aynı hem farklı aslında. Nevzat’ın hayata bu kadar öfkeli oluşunu anlayamıyordum başlarda ama son iki haftadır çok iyi anlıyorum. Nevzat annesinin onları terk edişini görmüş, terk edilişini izlemiş ve bu onu hayata karşı oldukça öfkeli ve saldırgan bir hâle getirmiş. Bu öfkeyle hem kendini hem kardeşini büyütmüş ama annesine öyle bir öfke var ki doğru ya da yanlışlığı tartışılsa da Araz’dan gelen mektupları saklamış. Araz’ın daha fazla üzülmemesi için mektupları yakarken “Araz’ı daha fazla zehirlemene izin vermeyeceğim” dedi belki de Nevzat neden gittiğini biliyor mu diye düşündüm açıkçası ama koca bir soru işareti tabii. Mektupları yakıp kardeşini korumaya çalışırken yakalandı Araz’a. Araz’a hepimizin kızdığı zamanlar oldu yalan yok ama hep bir şeyler eksik gibi gelirdi Araz’da öyle de oldu. Araz hâlâ annesinin onu terk ettiği yaşta kalan bir çocuk. Araz aslında iyi bir çocuk ve geçen hafta Sadi Hocasının söyledikleriyle de annesiyle yüzleşmeyi şu an her şeyden çok istiyor. Belki yüzleşmek belki de sıkıca sarılmak için ama bulamıyor annesini, ondan kalan son ize gitse de karşısında bir enkaz buldu. Araz onu büyüten ağabeyinin öfkesi ile hayata tutunduğundan onun gibi uzaktan bakıldığında bir arkadaş grubu var gibi ama aslında kimsesiz ve yapayalnız onu anlayan kimse yok. Araz’ın içindeki iyilik gün yüzüne çıkacak ama tutunacak sıkı bir dala ihtiyacı var. Yoksa bu yalnızlık onu iyice karanlığa hapsedebilir.

Şu an için iki düşman olarak gördüğümüz Araz ve Mert’in birbirlerine ne kadar benzediğini fark ettiniz mi? Mert de en az Araz kadar yalnız sayılır, bir ablası var ama çoğunlukla onu anlamıyor, sevgilisi var ama birbirlerini anlamıyorlar. Gizem ve Mert birbirlerine iyi gelecekler belki de zamanla ama şu an için ikisi de birbirini tam olarak anlamıyor. Gizem içinde bulunduğu hayat koşullarına göre davranıp hayata tutunmaya çabalıyor Mert ise bir canı kurtarmaya çalışırken olan hata yüzünden yaşanan durumun yükü altında hayata tekrar uyum sağlama çabasında. Bu durum sürekli karşısına çıkarak geleceğe dair umutlarını kırıyor belki de ama şu an için Gizem ve Mert iyi gelmekten çok birbirlerini yoruyorlar gibi görünüyor. Mert’in Araz’dan tek farkı ise onu gerçekten seven arkadaşlarının olması, bu büyük bir şans.

Şans… Herkes için farklı anlamlar taşısa da Sadi ve Songül için şüphesiz ki birbirleri en büyük şansları bunu son sahnede daha da hissettim. Songül’ün bombayı fark edince kendi için değil etrafındaki diğer insanlar için korkması, Sadi’nin duyduğu gibi fırlayarak karısına doğru yola çıkması, korkudan deliye de dönse Songül’ü korkutmamak için sakin kalıp onu sakinleştirmeye çalışması. Bölüm çok heyecanlı bir noktada biterken dikkatimi çeken iki şeyi söylemeden geçemeyeceğim. Sadi arabasını Songül’ün arabasının yanına onu kapatacak şekilde koyarak büyük ihtimalle bombanın etkisini kırmaya çalıştı ama bu da yetmedi kendisi de Songül’e sarıldığında kendisini siper etti. Sadi’nin kendi hayatını değil de karısının hayatını daha çok umursadığını çok net bir şekilde görmüş olduk. Sahnenin devamında neler olacak bende merakla bekliyorum.

Yazıma son vermeden önce değinmek istediğim ve teşekkür etmek istediğim bir konu var izninizle. Dizimizde her hafta bazen detaylarda bazen de açıkça Cumhuriyetimizin kurucusu Başöğretmen ve Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e değiniliyor olması benim çok hoşuma gidiyor ve itiraf etmeliyim ki gözlerimin dolduğu da bir gerçek. Bazen Sadi Hocanın çalışma masasında baş köşede görüyoruz Atamızı bazen Atatürk’ün geleceği emanet ettiği gençlerin, geleceği yetiştireceğini söylediği öğretmenlerine Başöğretmenin fotoğrafı hediye edilirken bu televizyonlarda izlemeyi özlediğimiz sahneler şüphesiz ki. Atatürk’ümüzü bu kadar özlediğimiz, Cumhuriyet’in değerini daha da kavradığımız bu dönemlerde bize böyle kalbe dokunan sahneler izleten çok sevgili Gelsin Hayat Bildiği Gibi ekibine teşekkürü bir borç bilirim. Yazımı Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüyle sonlandırmak isterim.

“Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır.”

Seninle Her Şeye Varım Ben ( Gelsin Hayat Bildiği Gibi,13.bölüm)

YAZAR: A. Ela ERDOĞDU

Her insan içinde bir mucize barındırır aslında ama bu mucizenin farkında olmadan hayatı içinde bir yerlerde geleceğini düşünür. Ne zaman ki asıl mucizenin kendisi olduğunu anlar o zaman hayatını gerçekten yaşamaya başlar. Zor zamanlar geçtiğimiz her an “şimdi şöyle güçlü olsaydım bunlar olmazdı” deriz hepimiz insanız nihayetinde hata yapmak doğamızda var ama önemli hatadan çıkardığımız ders ve bu dersi o anlarda güçlü olmayı dileyerek değil asıl gücün her koşulda kendi içimizde yattığını anladığımızda elde ederiz. Asıl güç kendini farkına varmaktır, eksiğinle, yaralarınla, acılarınla, mutluluklarınla kısacası seni sen yapan her şeyle bütünleştiğinde ulaşacaksın. Bu aşamaya gelene kadar kanamayan yerin kalmayacak ama acıdan gözyaşlarının aktığı yanaklarında gülümsemekten oluşacak çizgilerin de zamanı gelecek tıpkı Songül’de olduğu gibi.

Songül daha küçük bir kızken hayattan alabileceği en büyük yarayı aldı; anne ve babasının öldürülmesiyle bu hayatta tek başına kaldı. Yarası derin, acısı tarifsizdi ama zamanla gözyaşlarını kalbine akıta akıta bir zırh giydi üstüne. Kendi gözyaşlarıyla ördüğü bu zırh onu güçlü, kararlı ve dimdik durabilen bir kadın hâline getirdi yani zamanla zırhıyla bütünleşti bir oldu. Unuttuğu bir şey var ki her zırhın zayıf bir noktası vardır. Onun zırhının zayıf noktası da sevgi. Songül bence anne, baba sevgisi dışında çok da sevgi görmüş bir kadın değil hatta iddialı olmak da istemiyorum ama bence hiç sevilmemiş. Ya da sevildiğini ona kimse hissettiremedi. Her şeyin bir miladı vardır derler ya, Songül için de var: Sadi ile yollarının kesişmesi. Bu noktaya kadar yapayalnız bir kadındı diye düşünüyorum. Hatırlar mısınız biz onunla ilk tanıştığımızda oldukça öfkeli ve gergin bir insandı. Birçok insanın gülüşüne methiyeler dizdiği bir kadının gülüşünü nadir görürdük. Songül o zamanlar görev bilinciyle yaşıyordu. Sadi de onun için sadece bir görevdi. Koruması gereken ama çok da yaklaşmaması gereken tanığıydı ama öyle olmadı. Sadi yavaş yavaş yıktı Songül’ün etrafına dizdiği duvarları. Sahte evlilik teklifi hikayesiyle inmeye başlayan duvarlardan geriye hiç bir şey kalmadı ama şimdi de başka bir sorun var. Songül belki de ilk kez böylesine sevildiği için sevdiği adama karşı tüm bağışıklığını kaybetti. Onun gözünün içine bakıyor, mutluluktan gözlerinin içi gülüyor ve tüm bunların tek bir sebebi var: Sadi Payaslı!

Sadi ile girdiği bu yolda kendini daha çok farkına varmaya başladı bence Songül ve bilmem farkında mısınız her konuda kendinden çok emin olan Songül “bazı” konularda sürekli Sadi’den onay bekler durumda. “Ben istesem dergi kapağı da olurum, olurum değil mi?”, “Gerçekten güzel olmuş mu?” gibi birçok cümle duyuyoruz Songül’den peki neden hiç düşündünüz mü? Songül işi ve diğer konularda gayet özgüven sahibi, kimsenin onayını ya da takdirini beklemiyor. Hatta işi hususunda o kadar özgüven sahibi ki elleri bağlıyken bile geri adım atmadan hedefini indiriveriyor. Sadi işine karışmaya kalktığında karşısında beton gibi güçlü bir kadın gördü. Songül orada ne istediğini, nasıl yapması gerektiğini çok iyi bilen bir kadın ama iş duygusal meselelere hele de  Sadi’ye gelince bocalamaya başlıyor. Bunun temelinde yatan asıl sebep annesiz ve babasız büyümesi çünkü Songül bir insanın asıl ihtiyacı olan sevgiyi alamadan büyümüş yaralı bir küçük kız çocuğu hâlâ. Daha önce defalarca Sadi’nin, Songül’ün hayatında birden çok ögeye tekâmül ettiğini söylemiştim ve özlemini duyduğu sevgiyi gördükçe zırhı dağılmaya başladı ve bazen küçük bir kız çocuğunun babasından görmeyi beklediği onayı, bir kadının sevdiği adam tarafından beğenildiği cümleleri duymak istiyor. Her kadın sevdiği adamı kıskanır bunda bir anlaşalım ama Songül’ün kıskançlığının bir tık fazla olduğunu “aşçı ve hizmetli” sahnesinde gördük değil mi? Tokalaşmalarına bile izin vermedi ve sonrasında sorduğu soruları da baz alarak söylüyorum ki Songül’ün kendini bu kadar sorgulayıp güzel olmadığını düşünmesinin ardında geçmişinde yaşadığı ve özgüvenini kıran bir olay var. Elimde net bir bilgi yok ama bazı tahminlerim var eğer Songül geçmişte yaşadıysa ve bu ilişkide ihanete uğramış ya da psikolojik şiddet görmüş olma ihtimali var. İşi, hayatı ve insan ilişkilerinde bu kadar kendine güvenen bir kadının konu özel hayatına gelince bu kadar ürkek olmasının sebebi bunlar olabilir.

Songül’ün geçmişinden kalma çok yarası var belki evet ama bazı yaraları çiçek açmaya başladı farkında mısınız? Sadi’nin ona karşı olan sevgisinden emin oldukça hareketlerini “tanık koruma programına” saklanmadan göstermeye başladı. Kıskançlıkları ve meraklarını açıkça yansıtıyor ve bu durum bence içten içe Sadi’nin de hoşuna gidiyor. Songül’ün de her bir repliği, konuştukları oldukça derin anlamlarla yazılıyor öyle rastgele değil yani? Eskiden trafik şubede konu kocasından açıldığında üstü kapalı şeyler söylüyordu ama organizedekilerle kahvaltı yaparken “Canım o benim kıyamam”, “Kocamı özlediğim bir arayayım” diyebiliyor Songül artık kendinden, duygularından ve durmak istediği yerden oldukça emin artık Sadi onun “sahte kocası” değil Sadi onun gerçekten kocası. Kafasında bitirmiş Songül bu “sahte ve zorunlu” bir evlilik olduğunu o şu an gerçekten sevdiği adamla evli bir kadın ve bu durumdan oldukça mutlu. Songül’ün sürekli birilerini evlendirme çabasına hepimiz gülsek de bunun arkasında çok güzel bir mesaj var. Etrafınızdaki evli çiftleri düşünmenizi istiyorum sizden. Fark ettiyseniz evliliğinde mutlu ve huzurlu olanlar size de mutlaka evlenmeniz gerektiği ile ilgili cümleler kurarken evliliğinde mutsuz olanlar ise evlenmemeniz konusunda tavsiye verirler. Songül kendi evliliğinde yaşadığı mutluluktan dolayı çevresindekilerin de bu mutluluğa ulaşmalarını istiyor komedi olsun diye yazılan durumlar değil yani bu durum. Songül, Sadi ile hayatının hiçbir döneminde yaşamadığı bir durumda şu an bu zamana kadar tek başına olan, yanında tek bir yakın arkadaşı olmadan yaşayan bu kadının bir anda çevresinde insanlar belirdi. Songül’ün diğer bir özelliğiyse ” Sevdiğimin sevdiğini ben de severim” mantığında ilerlemesi. Yaver, Sadi’nin en yakınındaki insan, bu yüzden onu hemen sarmaladı. En yakın arkadaşım dediği Derya’nın kardeşini, kendi kardeşi gibi görmeye başladı. Songül’ün sevgi açlığı, içinde tek başına insanlara büyüttüğü sevgiyi dağıtmaya çalışmasını içim burularak izliyorum.

Sadi, Songül için ” Benim dünyam karımın etrafında dönüyor!” demişti ama Songül’ün dünyasının kendisi olduğunun halen farkında değil. Sadi ile gelen her şeyi seviyor bu kız. Mesela Yaver’i ele alalım onun çıkıp geldiği ilk zamanlar ne kadar karşıydı hem ona hem de varlığına ama zamanla Sadi için ne kadar değerli olduğunu fark etti, fark ettikçe de Yaver’i hayatına aldı ve onun “yengesi” olduğunu kabul etti. Artık Yaver de Songül için hayatının önemli bir yerinde. Yaver’e bir şey olsa Songül en az Sadi kadar paramparça olur çünkü onu da eminim erkek kardeşi gibi görüyor.

Yaver’den sonra Mert’i düşünelim Mert de hayatında önemli bir yerde hem en yakın arkadaşı gördüğü Derya’dan hem de kocasının öğrencisi olduğu için. Gizem’i ilk görüşüydü bu hafta Songül’ün ona rağmen hemen kanı ısındı “Boncuk” diyeceğim sana dedi, işlerini halletmelerine yardımcı oldu üstüne üstlük ship bile yaptı. Bunlar öylesine olan şeyler değil sevdiği adamın hayatında yeri olan, değer verdiği şeyleri ne kadar benimsediğini gösterir. Songül ürkek davransa da bu ilişkiden oldukça emin ama çanlar çalmaya başladı bu hafta hayatta en büyük çizgisi dürüstlük olan, sevdiği adamın dürüstlüğünden emin olan Songül büyük bir depremle karşılaşmak üzere bu depremden sağ çıkmasına çıkarız da yaralarımızın durumunu henüz tahmin edemiyorum.

Hayat inişli çıkışlı bir yol biz tam yol bitti dediğimiz anda daha dik yokuşlardan oluşan yeni bir yol olduğunu görüyoruz. Songül şu an önündeki dik yokuşlu yolu göremese de Sadi bu yolun oldukça yakınlarında olduğunu biliyor. Bu bölümde gördüğümüz Sadi geçtiğimiz haftalara nazaran daha rahattı bu rahatlama hem devletle iş yaptığından Songül’ü daha rahat koruyacağını düşünmesi hem de Yaver’in dinlediklerinin Songül’den önce kendisinin öğrenmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Tedirginliği azalmış gibi görünse de korkusu giderek artıyor çünkü Sadi Songül’ü “Sadi Payaslı’nın kontrol alanında” her türlü koruyabileceğinden emin ancak karısı bu alandan zaman zaman çıkıyor işte bu durum Sadi’nin en büyük çıkmazı ki bu yüzden başsavcı ile görüşmesini gizli tuttuğunu düşünüyorum. Sadi aslında tüm bunları Songül’den saklamak niyetinde değil ama onun odağında iki temel konu var: Karısının sağlığı ve mutluluğu. Hatta bu mesele öyle bir takıntı haline geldi ki artık yalanlar da söylemeye başladı. Derya meselesinde söylediği yalanlar Sadi’nin ayağına dolanmak üzere ama bir mesele daha var ki işte orada aslında tüm çarşı karışacak gibi duruyor: Serdar Müdür!

Sadi Payaslı’yı bir tık tanıyorsam çoktan Serdar Müdür’den nefret etmeye ve dahası bir gözünü onun üstüne dikmeye başlamıştır. Songül onunla irtibata geçtiğinden bu yana bir suikast girişimi, iki sahte operasyon Sadi’nin gözünden kaçıracağı bir şey değil ki böcek sayesinde Nejat’ın içeriden birileriyle irtibatta olduğunun da farkında. Serdar’la bence henüz bir bağlantı kurmadı ama bence o bağlantıyı kurması da uzun sürmeyecek. Bu arada ben adım kadar eminim artık Serdar’ın bir şeyler karıştırdığından zira her şeyin bu kadar merkezinde olup da bu kadar uzağında olamazsın. Hele de büyük patronun Songül’ün ölüm emrini verdiğini düşünecek olursak Serdar’ın ne yapıp, edip bunu halletmeye çalışacağını düşünüyorum. Taylan da operasyonda tuzağa düşmese onun da katkısı var mı diyebilirdim ama ben onun da yılan olduğunu sanıyorum.

Taylan hususunda hala bazı verilere ihtiyacım var ancak Kırdar Lojistik’in başındaki esas patron sonunda yüzünü gösterdi. nejat gibi bir beceriksizin oluşuma liderlik etmesi de diğerlerinin ondan korkması da bana saçma geliyordu. Daha Songül’ü alamayan Nejat nasıl koca bir operasyona konu olsundu derken karşımıza büyük patron çıktı. Daha çocuk yaşta ölüm emrini verdiği Songül için bu tehdidi tekrar ederken o işlerin daha da karışacağını hissediyorum. Büyük patron o şirketin ardında terör dahil birçok suç eylemini gerçekleştirirken, yoluna çıkan herkesi neredeyse sülalesiyle ortadan kaldırarak yakalanmamayı başarmış. Anladığım kadarıyla Nejat’ın merhamet ettiği Songül küllerinden doğup yollarına çıkınca, büyük patron yeniden ölüm emrini verdi. Nasıl ki Songül bu işin ardındaki esas adamı bilmiyor, ehhh patron da Sadi’yi bilmediği için çok da güvende sayılmaz. Şimdilik…

Sadi, Nejat’ı paket etmek için kolları sıvarken yoluna yine karısı çıktı. Sadi tüm adımlarını atarak bu oyunu oynarken, Songül’ü de en az zarar göreceği şekilde oyuna dahil etmek istiyor. Bu sebeple işin sıkıntılı kısmını halledip, öyle haber verecekti. Dedim ya her şeyi onun güvenliğini düşünerek yapıyor ama işte bir şekilde de bazı durumlara engel olamadı. Songül düşmana o kadar yakın ki bu işten zarar görmeden çıkması benim fikrime göre çok zor. Büyük patron kirli çalışıyor ve Sadi’nin gücü bu defa onu korumaya yetmeyebilir. Nejat’la olan yüzleşmeye engel olamadığı gibi…

Songül Payaslı sonunda can düşmanı saydığı adamla karşı karşıya geldi. Her şeyin bittiğini, belki de eski sıkıcı hayatına döneceğini düşündüğü anda Nejat o sihirli cümleleri kurdu: “Bu işin başındaki ben değilim!” Songül ve Sadi için hatta çevrelerindeki herkes için kartlar yeniden karılıyor. Büyük patron Songül için gelirken Sadi onu koruyabilir mi bilmiyorum ama birileri Sadi Payaslı’ya söylesin, Songül’ü kurşunlar, bıçaklar ya da bombalar onun kadar incitemez.

Sadi bir yanda karısını korumaya çalışırken diğer yandan da onun hayatında artık ” sahte bir koca” olarak kalmak istemiyor. Sakladığı sırrın bunun engeli olacağını düşündüğü, Songül öğrenirse yaralanır, onu terk eder korkusuyla devam ettirdi. Halbuki söylese bir iki tavır dışında asla sorun olmayacak bir şey mesele halini almak üzere. Sadi de aslında Songül ile aynı durumda. Yalnız bir adam ve artık yalnız olmak istemiyor. Bir kadına aşık oldu, dünyasını ona verdi ve  onunla aile olmanın, yakın olmanın derdinde. Bu hafta yaptığı her şeyi Songül’ün kalan son duvarını indirmek için yaptı.  Bunu yapabilmek adına da Sadi, Songül’ü mükemmel bir şekilde gözlemliyor. Kendisi aşkından oldukça emin minicik bir tereddüttü yok ancak Songül’ün ürkek tavırlarının da farkında onu daha da ürkütmemek için ağırdan alıyor bazı şeyleri. Samet ve aşkitoşkosu üzerinden binaen yaptıkları konuşmada Sadi, Songül’ün içinde bulunduğu noktayı kavradı henüz bazı şeyleri yaşamaya hazır olmadığını, bu tür durumların aslında ne kadar özel anlar olduğunu konuşmalarından aldı Sadi ve cebine attı, bekleyecek ve beklerken de baskı hissetmemesi için oldukça dikkatli davranacak. Sadi bu hayata küçük bir kız için başladı başka bir kız çocuğu için tutunuyor diyorum ya bunu şu şekilde yenilemek istiyorum izninizle Sadi bu hayata küçük bir kız çocuğu için başladı, başka bir kız çocuğu için tutu ama Sadi’yi Sadi yapan Songül oldu bu demektir. Songül gitse ya da başına bir şey gelse Sadi’nin içinden çıkacak olan Yedi Emin şu an da MİT ile iş birliği yapan değil eski karanlık Emin olur ve kimse engelleyemez onu. Songül giderse Sadi biter. Bu tartışmaya kapalı. Sadi artık yeni hayatını benimsediği noktada sevdiği kadınla gelecek hayalleri kuruyor ve kurduğu bu hayallerin gerçek olmasını ümit ediyor. Bu hayallerin gerçek olması için de her şeyi yapacağını elini taşın altına koymayı bırakın sırtlanacağından hiç şüphem yok ancak Sadi şu an bir uçurumun kenarından Songül’ün ona ne kadar güvendiğini farkında çünkü Sadi’nin kendisinden sakladığı bir şey ortaya çıktığında “Bir bildiği vardır ki söylememiş” modunda ya geçen hafta çatışma alanına geldi sorgulamadı, bu haftada gördüğünde şaşırsa da bu durum sorgulamadı bu çok ama çok tehlikeli bir durum çünkü artık bu hafta Sadi ona yalan söylemeye başladı ve bu Songül’ü ileride mahvedecek bunun korkusuyla Derya’yı unutmuş gibi yaptı ama kendi bacağına sıktı farkında değil. Unutmayın ki güvenmeyi bilmeyen biri size güvenir de tekrar yaralarsanız onu bu büyük bir yıkım olur, Songül’ün yıkılacak güveninin enkazından Sadi onu çıkarır da bu nasıl olur bilemiyorum.

Sadi ve Songül artık evli bir çift ilişkileri bu noktada ikisi de hayatlarını yoluna oturtmuş ve günlük hayatlarındaki olayları birbirlerine anlatıyorlar. Oturduğu kafedeki adama kadar anlatıyor Sadi, karısına onunla her şeyi paylaşıyor, Songül büyük bir sevgi ve gururla kocasını anlatıyor, özlüyorum diyor. Birbirlerinin hayatında olup biten her şeyi bilmek bir şeyler paylaşmak istiyorlar. Songül, Sadi’nin gelecek ile ilgili kurduğu hayallerindeki yerini öğrenmeye çalışıyor ve içten içe o hayallerde olmak için can atıyor ama her aşk sınanmaya mahkumdur ve onların aşkı henüz sınanmadı. Sınandıkça güçlenen bir aşkı siz isteseniz üçüncü kişi olarak yıkamazsınız her bir sınama onların ruhlarındaki düğümü güçlendirir. Sadi ve Songül belki de en büyük sınavlarına geldiler ve hafiften alarm da çalmaya başladı. Hayatlarının altından geçen fay hattı hafif çatlamaya başladı ve patlaması yakındır.

Artık dizide çanlar çalmaya başladı ama kimin için çalıyor? Kimi yaklaşan tehlikeye karşı uyarmaya çalışıyor? Cevap açık bir şekilde ortada tabii ki Derya ve Sadi için. Derya’nın geçtiğimiz zamanlarda çok sinsi hareketleri olmuştu ama Derya kötü bir kadın değil bence sadece geçmiş ve günü arasında sıkışmış ve bocalayan bir kadın. İlk zamanlardaki hâline göre de oldukça toparlanmış durumda. Kıskançlıktan kaynaklanan sinsiliği kayboldu ve karakol sahnesinden de rahatça anlayabileceğimiz üzere Derya da tıpkı Songül gibi Songül’ü gerçekten arkadaşı olarak kabullenmiş durumda ancak şöyle bir handikap var ki o da Derya’nın çok kolay bir şekilde yalan söylüyor oluşu. Emin’i geride bıraktığını ama anılardan kurtulmanın kolay olduğunu söylese de apaçık yalan söylüyor. Bir insanı unuttuysanız içinizde olan her duygu bittiyse onunla ilgili şeyleri hayatınızdan çıkarmakta kolaydır ama bitmediyse aynı Derya gibi bazı bahaneler uydururuz. Derya hayatının en zor ve acımasız dönemine girmek üzerek çünkü Songül öğrendiği zaman onunla yüzleşmesi çok ağır olacak, neden mi? Çünkü ilk öfke anıyla anlamasa da sular biraz durulduğunda Sadi ile empati yaparak onun kaybetme korkusuyla ona anlatamadığının anlayabilir, “Ben olsam ben de böyle yapardım belki” der ama Derya farklı çünkü insan arkadaşına her koşulda güvenebilmek ister. Songül uzun zaman sonra belki de ilk defa böyle içten “arkadaşım” dediği insandan alacağı bu darbe sonrası Derya için hayat kolay olmayacak. Derya için yolun sonu çok yakın ve tamamen tahminimi söylüyorum yakmaya kıyamadığı o defter canlarını çok yakacak.

Karabayır’da büyüklerin dünyasında cadı kazanları kaynamaya devam ederken gençlerimizin hayatları da pek kolay ilerlemiyor. Şüphesiz hepimiz Araz ve Sadi Hocanın sahnesini izlerken böyle bir öğretmenimiz olsa her şey çok farklı olabilirdi diye düşünmüşüzdür. Araz ve Sadi’nin arasındaki ilişkinin zamanında pozitif bir yönde evrileceğini söylemiştim. Dışarıdan bakıp bir insanı yaftalamak çok kolaydır Araz’ın özünde yaralı bir çocuk olduğunu başlarda düşünüyordum yavaş yavaş elimde toplanan bilgilerle konunun “annesi” ile ilgili bir durum olduğunu söylemiştim.  Sadi henüz bunu bilmiyor ama Araz’ın içindeki o yaralı çocuğu gördü ve onunla bir ağabey gibi konuştu. Araz aslında Sadi’nin söylediği her şeyi çok güzel anladı ve bence içten içe de hak verdi bu durum söylenenleri onaylayacağı anlamına geliyor. Araz gibi yıllarca her şeye baş kaldırarak yaşamış, savaşmış bir çocuğu değiştirmeniz kolay olmaz ve Sadi’de bunun farkındaydı. Araz aslında aydınlık bir çocuk ama karanlığa hapsedilmiş ve o karanlıktan çıkmak için çabaladıkça daha da kayboluyor içinde. Erkek çocukları için anneleri ilk aşkıdır ve onunla olan ilişkisi çocuğun gelecek hayatını da etkiler annesi tarafından terk edilmiş bir çocuk olan Araz’ın Gizem’e olan bu takıntısı da buradan kaynaklanıyor. Kraliçenin etkisinde kalmış yaralı bir prens o ve onu bu yaralardan kurtaracak olan sevgi belki de hiç ummadık bir şekilde hayatına girmek üzere. Sadi ile yaptığı konuşma sonra annesiyle olan meseleyi çözmeyi gerektiğini farkına daha çok vardı Araz, Araz’ı bu karanlıktan kurtaracak olan sevgi bir ağabey gibi bir baba gibi onu seven ve anlayan Sadi Hocası olacaktır belki kim bilir. Araz ve Sadi bazı konulardan birbirine oldukça benzediklerinden dolayı Sadi, Araz’ı anlayıp hayatına dokunabiliyor ama bence şu an asıl kurtarılması gereken kişi Melek. Melek şu an kendisinin dahi farkında olmadığı çok büyük bir tehlikeyle karşı karşıya ve bu mesele ne zaman Sadi Hoca tarafından öğrenilecek ve nasıl çözülecek merak ediyorum. Sadi tüm öğrencileri için elinden geleni yaparken kız öğrencileri için daha farklı bir çaba gösteriyor, kız çocuklarının ülkenin geleceği olduğunu söyleyen Sadi Payaslı böyle bir durumda neler yapar siz düşünün.

Yazımın sonuna gelmeden önce değinmek istediğim iki sahne var ki bence tartışmasız Araz ve Nevzat ile Sadi’nin kız babası olmak ile ilgili söyledikleriydi. Bu bölüme kadar Nevzat’a belki çok kızdık, Araz’a çok kızdık ama onların yaralarını görünce sımsıkı da sarılıp dertlerine ortak olmak istedik. Nevzat annesi gittikten sonra babaları da hastalanınca erkenden büyümek zorunda kalmış kardeşini hayatla savaşarak büyütmüş bir adam. Doğru yöntemlerle büyüttü demiyorum ama kendi tam büyümeden birinin sorumluluğunu almış üstüne, okutmuş bu yaşa getirmiş. Nevzat, Araz’a bu işleri yaptırsa da okula gönderiyor farkında mısınız? İstese belirli bir yaşa kadar gönderir sonrasında göndermezdi bence içten içe bir ağabey olarak kardeşinin kendini kurtarmasını ve yaşadıkları bu hayatı geride bırakmasını istiyor. Araz gibi sevgisiz büyüdüğü için de sevgisini kardeşine gösteremiyor sürekli bir patron-çalışan ilişkisi var gibi aralarında ama çok daha derinden bağlılar birbirlerine, ikisi de birbiri için her şeyi yapar. Nevzat annesini içinde öldürerek yoluna devam etmiş, Araz ise hep bir umut annesinin yolunu gözlemiş kıyamamış içinde onu öldürmeye. Ağabeyi ile yaşadığı o sarsıcı yüzleşmede aslında annesinin gittiği yaşa büründü belki de Araz’ı ilk defa bu kadar masum gördük. Ağabey kardeş iyileşecekler ama yaşadıklarının izleri onlarda şüphesiz ki kalacaktır. Sahnede karşılıklı devleşerek bize tüm duyguları en derinlerimizde hissettiren Mustafa AÇILAN ve Fatih ÇETİNTAŞ mükemmel bir oyunculuk sergilediler. Sanki ikisi de bu rol için yaratılmış gibi ruh verdiler Araz ve Nevzat!a emeklerine yüreklerine sağlık.

Dizimizde her daim değinilen ve bence toplumumuzun kanayan yaralarından olan kız çocukları ile ilgili sahneler bir kız çocuğu olarak beni hep derinden etkiliyor. Bu bölümde Sadi’nin “Kız babası” olmak adlı konuşmasını babamla birlikte dinledik ve eminim çoğu kişi de aynı benim gibi kafasını kaldırmadan, babasına bakmadan izledi çünkü babalar bu konuşmayı gözleri dolu dolu izlediler. Sadi’nin de dediği gibi ataerkil bir toplum düzenine sahibiz kız çocukları çoğunlukla ikinci sınıf insan muamelesi görüyor, sen kız çocuğusun yapamazsın, edemezsin diyerek büyütülüyorlar. Şımarır, arsız olur düşüncesiyle babalarından bir gram sevgi görmeden büyüyen bir sürü hemcinsim var. Erkeklere verilen özgürlüğün kız çocuklarından esirgenmesi, babaların bir gün ellerimden uçup gidecek endişesiyle yaptıkları hatalar hepsi toplumumuzda asıl sorunların temelinde yatan şeyler. Babasından göremediği sevgiyi bir erkekte gördüğü an gerçek mi değil mi anlayamadan kaptırıveriyor kendini. Çok sevdiğim bir söz vardır “Perdeleri güneş yıpratır çocuk. Kızları ise babaları.” Sadi kız babası olmak ne demek çok güzel özetledi ve farkındaysanız herkesin gözleri doldu Songül ağladı bile. Ağlamasının iki sebebi vardı ama en ağır basan sebep Sadi’nin anlattığı bu baba- kız ilişkisini hiçbir zaman yaşayamayacak olmasının verdiği boşluk hissi ve acıydı. Aklından muhtemelen “Babam yaşasaydı biz nasıl olurduk?” diye geçirdi, eksikliği daha çok yaktı canını ama bir yanı da sevdiği adamın bu güzel kalbine bir kez daha âşık oldu ve onun ne kadar iyi bir baba olacağını düşündü. Ertan Saban da bir kız babası o yüzden anlattıklarını yaşayarak izleyiciye aktardı. Bu tür örnek teşkil edecek sahnelere çok ihtiyacımız var yazanın da oynayan herkesin de emeğine yüreğine sağlık.

Kız çocuğu demişken…Sadi ilerideki kızına müthiş bir baba olur ama hazır ona vakit varken bir başka kız çocuğunun sessiz çığlıklarını duyması gerekiyor. Melek o evde her gün istismar edilirken, annesine, en yakınına bu sesini duyuramadı. Zülfikar’a diyemiyor çünkü onun katil olmasını istemiyor. Çok tanıdık geldi değil mi? Kadınların daha küçük yaşlarından itibaren maruz kaldıkları kalıplar değil mi bunlar? Melek polise gitse zaten onu yaraladın diyecekler. Annesi kocam da kocam diye umursamıyor bile. Ona inanacak bir tek sevdiği var, o da başına bela açacak diye Melek ne yaşıyorsa içinde yaşamak zorunda. Biz yetişkinler için bile bunu söylemek zorken, 17 yaşında bir çocuktan bunu söylemesini beklemek çok zor. Bu sebeple artık Melek’in meselesine Sadi ve Songül dahil olmalı ve bu çocuğun acısı felakete sebep olmadan bitirilmeli diyorum.

Bu haftalık da benden bu kadar haftaya kadar umutla kalın.

Evim Sensin (Gelsin Hayat Bildiği Gibi,12.bölüm)

YAZAR: A. Ela ERDOĞDU

Olimpos’da kapattığımız gözlerimizi bu sefer Mısır’ın sıcak rüzgarlarında Nil Nehri’nin ferah sularının yanında açıyoruz. Altın gibi kumlarla çevrili Mısır’a hayat veren Nil ve o heybetli hükümdarları bizi karşılıyor. Mısır Mitleri ve Yunan Mitleri arasındaki en büyük fark, Mısır Mitlerinin dayanağının aşk değil güce dayalı olmasıdır. Mısır’da hiyerarşik bir Tanrı Miti vardır Yunanlarda ise Tanrıların Tanrısı Zeus’un bile korkup, çekindiği iki kişi vardır. Mısır Mitlerinde hemen hemen Zeus ile eş değer olarak anabileceğimiz ama bence ondan çok daha güçlü bir Tanrı vardır “Amun Ra” onun gücünün hududu yoktur. Aslına bakarsak “Amun” ve “Ra” iki farklı tanrıdır ama ikisi bir araya gelirler böylece sınırsız bir güç ve “Amun” dinini oluşturur. Buradan ne anlamamız gerekir diye düşünüyorsunuz şöyle açıklayayım. Ra bir savaş sırasında amcası tarafından gözünden yaralanır yara aldığı bu sol gözü daha sonra büyü ile tamamlanır. Evet meşhur “Ra’nın Gözü” nün hikayesi bu ama bizi ilgilendiren kısım burası değil sonrası hepimizin bildiği bu gözün diğer adı “Vicdanın gözü”dür ve yirmi dört saat açıktır. Bizim açık gözle bile göremediklerimizi görür, gözünü açtığında gündüzü kapattığında ise geceyi başlatır. Gündüz iken yeryüzünü gece iken yer altı dünyasını korur. Yani Amun Ra hem yer altının hem yer üstünün koruyucusudur. Şimdi tanıdık geldi değil mi tıpkı Sadi’nin gece gündüz ayırt etmeksizin canından çok sevdiği karısını koruduğu gibi. Sadi, Songül’ün şüphesiz ki Amun Ra’sı.

Sadi için adeta bir matruşka benzetmesi yapmıştım çünkü her hafta ruhundaki bir perdeyi kaldırarak onu daha çok görmemizi ve anlamamızı sağlıyor. Sadi, Derya’yı gördüğü günden beri içindeki tek duygunun “vicdan azabı” olduğunu söylemiştim bu haftaki terapi seansında da bunu bize net olarak verdiler. Sadi daha önce Derya’yı yarı yolda bıraktığı için duyduğu vicdan azabının belki de 3 mislini yaşıyor şu anda. Songül her fırsatta “Kocamın dürüstlüğünü çok seviyorum, sen bana yalan söylemezsin” dedikçe sakladığı sırrın altında küçücük kaldı, Sadi. O, zaten aldığı her nefeste bir vicdan azabı çekerken, ikinci şansını da bu diyetlri ödemek için kullanmaya karar vermişken kalbine yerleşen bir aşk onu tepetaklak etti. Şimdi hem ikinci şansını hem de dünyasının tam merkezine oturttuğu karısının güvenliğini sağlamalı yoksa ne ikinci şansın ne de bu hayatın yaşanılır tek bir anlamı yok. Hayat Sadi’ye öğretmenliğiyle o yoldan sapmış çocuklara yadım etme, Songül’le de yeniden sevme, sevilme şansını altın tepside sundu. Bir ikinci şans daha ne kadar güzel olabilir?

Sadi bu hayata sıfırdan başlasa da “Yedi Emin”i içinde saklamak zorunda kendi için değil gülüşüne aşık olduğu karısını korumak için. İçinde zincirlerle sarılı bir kutuda saklasa da Emin’i, Emin’in karanlığını yok etti. Uğurlu ceketini giyip Emin’e dönüşüyor ama karısını korumak için. Sadi aslında Emin’i saklasa da , o da onun bir parçası ancak o beyaz ve ak olarak gördüğü Sadi olarak çok mutlu. Emin ona içinde kaybolduğu, bedelini çok ağır ödediği hayatı hatırlatıyor. Ancak insan içiyle barışmadan, dışıyla nasıl barışabilir? Sadi’nin sürekli olarak kimlik çatışmasında olmasının sebebi Songül’ün de aslında Sadi’yi sevmesi diye düşünüyorum. Sürekli aksiyonlara da girseler, o karısıyla romantik akşam yemekleri yemeyi seven bir adam. Ancak bilmediğiyse Songül onu bir bütün olarak seviyor. Öğretmen halinden de , bu derileri çektiği halinden de memnun çünkü Sadi’nin ruhunu sevdi. İşte Sadi o ruhu sevmiyor, o karanlık yanı sayesinde Songül’ü aydınlıkta tuttukça, ona da alışacak bence, inanıyorum.

Sadi, her defasında herkese, kendine basit bir coğrafya öğretmeni olduğunu söylese de söz konusu karısı ve onun canı olduğu zaman o herkese gösterdiği uysal öğretmen pozundan çıkarak bir istihbaharatçıya, elinde ful otomatik silah olan insanlara bile  posta koyabiliyor. Bu adamlar Songül’ün Kırdarlara nasıl sızdığını sorgularken asıl oraya sızanın Sadi olduğundan bihaber muhatap olarak meslektaşlarını alırken birden sahneye Sadi çıktı. Hem Songül’ü korudu hem de aslında kendinde bir gözdağı da verdi. Dünyasının karısının etrafında döndüğünü, hayatının merkezinde olduğunu ve aslında gözü karalığını da onların peşine bu adamları takanlara vermiş oldu. Ki ben o kişinin başsavcı olduğuna adım kadar eminim. Payaslılar artık ayrılamaz. Songül’e, Yılan operasyonundakilere bunu anlattı Sadi. Peki ya Serdar müdür? Onunla hesabı çok başka, bunun siz de farkındasınız değil mi?

Sadi Payaslı öğretmen olarak karısıyla yaşadığı bu hayattan oldukça mutlu ancak Songül’ü kaybederse hayatını kaybedeceğini bildiğinden dolayı sürekli diken üstünde. Sadi bu güne kadar izlediğimiz erkek hegemonyasında ki erkeklerden değil karısıyla onun işiyle gurur duyan bir adam bu hafta gelin görün ki karısını çok mutlu eden bu terfi olayına sevinmedi, sevinemedi buna biz şaşırmasak da Songül baya şaşırmıştı çünkü bu zamana kadar Sadi her zaman onu desteklemişti. Sadi işindeki tehlikeden dolayı mutlu olmadığını belirtse de işin arka yüzü çok farklı elbette ki organize riskli ama karısının ne kadar iyi bir polis olduğuna defalarca şahit olan Sadi bu durum için içten içe endişelenirdi ama böyle bir tepki vermezdi. Peki o zaman Sadi neden bu kadar reaksiyon gösterdi? Cevap tek bir isimde :Serdar Müdür.

Sadi, Serdar’ı ilk gördüğü andan itibaren sevmedi. Öncesinde kıskandığını düşünsem de hayır, direkt adamdan haz etmiyor. Songül’e adamları duydun içeride köstebek var derken direkt Serdar’ı hedef gösterdi. Sadi adı gibi biliyor içerideki köstebek kim ancak şimdilik bunu kendi içinde tutmak zorunda çünkü Songül daha ailesinin öldürülmesi gerçeğini hazmedemedi. Bir de bunun yolunu babasının en güvendiği insanlardan birinin açmış olacağı düşüncesi, Songül’ü mahveder.

Serdar, her şeyin göbeğindeki isim. Her yol bir şekilde ona çıkıyor ve Sadi bundan net emin olmasa da hisleriyle de olsa şüpheleniyor. Bu sebeple de başsavcıyla çalışmaya başladı. Şimdi bu sahneden birçok anlam çıkabilir ancak esas çıkarılacak mesele şu : Sadece Kırdarlar değil, daha büyük bir şebeke söz konusu ve Sadi tüm bunların göbeğinde çünkü esas düşman dışarıda değil, içeride. Herkes bilir ki bir suç örgütü eğer içeriden destek almıyorsa çökmesi an meselesidir ama alıyorsa, işte o zaman işler karışır. Yılan operasyonu içeride ve dışarıda örgütün tamamını kapsıyor bence. Sadi bu işbirliğine girdi ama Songül’ün şimdilik haberi yok. Olursa ailesini öldürenlerin burnunun dibinde olması yüzünden hata yapar, hayatını riske atar. Şu anda böyle bir lüksleri olmadığı için Sadi bu oyuna tek dahil oldu. 7/24 tetikte bekliyor zira karısının saçından düşecek olan tek bir tel saç için dünyayı yakar. Kaldı ki Sadi için artık her şey pamuk ipliğine bağlı. Her şey birbirine girdi ve bu seferki durum Ankara’da adres vermesine benzemiyor. Koca bir operasyon, bir yanda Songül bir yanda emniyet, diğer yanda bu operasyon sayesinde düşmanları hayatta olduğunu öğrenebilir ama önemli değil. Songül’ün hayatı her şeyden önemli ve Sadi bunun için kendi dahil herkesi yakmaya hazır.

Sadi’nin Serdar ile ilgili şüpheleri, aşırı korumacı tavrı yüzünden diye düşünülebilir ama bence yersiz değil. Şimdi şu operasyonu bir hatırlayalım : Az kişiyle, keşif deniyor ancak örgüt muamelesi yapıldı. Tesadüfe bakın, Serdar’ın gönderdiği yerde Kırdar Lojistik en büyük rakipleri vardı. Sonrasında da destek ekip bir türlü gelemedi ki, Sadi başsavcı sayesinde Hızır gibi yetişti. Bu adam şimdi nasıl şüphelenmesin? Bence Sadi’nin ilk hedefinde bu müdür var, sadece doğru zamanı bekliyor.

Ortalık Bizans oyunları gibi bir sürü entrikalarla, sırlarla kaplıyken Songül durumun ciddiyetini de Kırdarlar’ın öyle basit bir şirket olmadığını daha da idrak etti. Şimdi buraya kadar her şey güzel ama Songül de tıpkı Sadi gibi geri duracak biri değil. Olaya hayatını tehlikeye atmak noktasından değil, işini yapmak, hedefine ulaşmak noktasından bakıyor. Bu sebeple de uzun zaman sonra Sadi ile ilk ciddi çatışmasını yaşadı. Bugüne kadar hep Sadi’nin Songül’ün zaafı olduğunu söylemiştim ama bu zayıflık kendinden ödün verme olarak karşımıza çıkmadı. Songül söz konusu kendi işi olduğunda, o çizgiyi çok net bir şekilde çizdi. Kocasına, fikirlerine saygı duymasına rağmen kendi hayatına müdahale ettirmedi. Evet belki Sadi’nin niyeti bu değildi ancak gün sonunda aynı koltukta, birlikte bir an yaşadıklarında bu evliliğin kavgaların sonrasında bile yan yana devam ettiğini görebiliyorum. İnsanlar her zaman anlaşmak zorunda değiller ama bazen belki de anlaşamadıkları hususunda anlaşmaları gerekir, siz ne dersiniz?

Sadi ve Songül artık ilişkilerinde farklı bir boyuta geçtiler. Evliliklerini, birbirlerini sarmaladılaer. Terapi sahnesinde çok güzel,çok nahif bir durum vardı. Fark ettiniz mi psikolog birbirlerinde sevdiği özellikleri ve sevmedikleri özellikleri söylediklerinde Songül’ün ona olan kıskançlığının hoşuna gittiğini, onu korumak için her şeyi yapacağını bildiğini söyledi, su sıçratmasını sevmediğini ama ona ev işlerini dayatmadığından duyduğu mutluluğu ama en önemlisi ise ona duyduğu güvenden bahsetti. Aslında ikisinin de evliliklerine bakış açısıydı. Sadi için evlilik her şeyini paylaştığı, fikirlerine saygı duyup gülüşüne aşık olduğu kadınla yaşadığı bir birliktelikken, Songül için kendisini düşünen, güvendiği ve hayatın içinde ona istemediği sorumluluklar yüklemeyen kocasıyla yaşadığı birliktelik olarak çıktı karşımıza. Sadi’nin maddelerinde sorun yok ama yukarıda da bahsettiğim gibi Songül için büyük bir kriz kapının eşiğinde: Derya. Sadi’nin belki de uzun zamandır sızlamayan vicdanı tekrardan sızladı o an Derya’yı ilk gördüğü anı hatırlaması da normal çünkü o zamandan beri Songül’den bir şeyler saklıyor. Sadi artık bu yükün altında ezilirken terapinin akşamında konuyu açmaya çalıştı ve bundan dolayı da ben bu durumu Songül’ün Sadi’den öğreneceğini düşünüyorum çünkü artık dayanamıyor Sadi, patlamak üzere. Hepimizin de bildiği üzere hiçbir sır sonsuza kadar sır kalmaz.

Sadi ve Songül’ün hayatında saatli bir bomba gibi duran Derya kendi hayatında da bir paradoksa sıkışmış durumda. Derya’ya kızdığım anlar oldu elbet ama bir kadın olarak anladığım anlar da oldu Emin’i çok iyi tanıyan biri olarak kendisinin Sadi’nin geçmişinde sadece bir vicdan azabı olarak kaldığının da oldukça farkında. Derya şu an umutsuz bir aşık konumunda ve bu durumdan nasıl çıkacağını açıkçası bende merak ediyorum. Diğer tarafta Mert artık bir “Emin” kişisinin varlığını öğrendi ve bu bir yerlerden işleri iyice karıştırmaya başlayacak gibi. Derya umutsuz bir aşık olsa da Sadi ile bir şey yaşayamayacağının da farkında yarım kaldık derken kastettiği de oğlu ve kendiydi başka anlamlar çıkarıp hemen tansiyonları yükseltmeyelim.

Mert ise bazı konularda tam olarak babasının oğlu mesela sevdiğine olan derin bağı ve güveni aynı babası. Arabada belgesel üzerinden yaptıkları konuşma sıradan bir sohbet değildi. Penguenlerle ilgili Mert’in söylediği üzerine “Bunu bir düşüneyim” demesinden şunu açıkça söyleyebilirim ki Sadi için Songül’den başka bir kadın tanımı yok aklına dahi gelemiyor, Mert’de aynı şekilde Gizem ne yaparsa yapsın direkt tavır takınmak yerine sorup asıl sorunu öğrenmeye çalışıyor. Mert’in Gizem’ e olan sevgisi öyle saf ve naif ki sadece yanında olması bile yetiyor ona ve şundan da eminim ki Mert tıpkı babası gibi Gizem’i hayatları boyunca her şeyde destekleyip, alkışlayacak bir çocuk.

Mert ve Gizem’in ilişkileri hiç kolay olmayacak Gizem’in dediği gibi onun annesi Mert’in ablası derken buna ek bir de Rıza eklenecek gibi. Neden mi böyle söylüyorum çünkü Gizem’in eve bir arkadaşının geldiğini duyduğunda verdiği tepki abartılıydı, tabii ki her insan o yokken evine gelen kim merak eder ama Gizem’in arkadaşı da onun gibi lise öğrencisi olacaktır. Gizem’in her gün okula bırakılmasını istemesi de fazla kontrolcülüğünden kaynaklanıyor. Elimde bir done olmadan konuşmak istemiyorum ama Rıza sanıldığı kadar masum çıkmayacak gibi belki de “Yılan” operasyonuyla ilişkilidir kim bilir?

Bu haftalık benden bu kadar haftaya yeniden görüşünceye kadar ışıkla kalın.

-Ayça Ela ERDOĞRU-

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ateş Hattında (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 11.bölüm)

Yazar: Şeyma BULUT 

Aşk ve savaş yıllarca yazarlar, şairler ve sanatçılar tarafından eserlerine konu edilmiştir. Genelde de aşıkları karşı karşıya modelize ederek anlatılır ama bazen, nadir de olsa iki aşığın sırt sırta mücadelesi de verilir.  Zeus ve Hera gibi dersek yanlış olmaz sanırım. Hera, Zeus’un her zor kararında, savaşında tüm ihtişamıyla onun arkasında duran bir tanrıçaydı. Hatta bazı özellikleriyle Zeus’tan çok daha güçlüydü. Zeus ise zaman zaman ters düştüğü karısının güvenliğini her şeyden üstün görürdü. Hephaistos, Hera’yı tutsak ettiğinde, Zeus onu geri alabilmek için bütün kurallarını çiğnemişti. Sadi ve Songül de tam olarak buradalar, şu anda. Hem iç dünyalarında hem de fiziki dünyada ateş hattının tam ortasında kaldılar ve sırt sırta vererek savaşmaktan başka çareleri yok. İkisi de zaman zaman kuralları çiğnerken Songül doğru yoldan çıkmadan hayatta kalmaya çalışırken, Sadi karısı için iki hayatın arasında mekik dokuyor.Onun için tek kural Songül’ün hayatta kalması oldu. Söz konusu karısının hayatı olduğunda Sadi için her şey önemini yitirdi. Yeni hayatının kurallarını dahi çöpe atarken, Songül de hayata hiç olmadığı kadar tutunmaya çalışıyor çünkü artık yalnız değil…

Geçtiğimiz haftalarda Sadi için artık önemli olanın yeni hayatı olduğunu, bu hayatın tam merkezine de Songül’ü aldığını söylemiştik. Okuldaki öğretmenlerin dediği gibi, onun sırtından artık büyük bir yük kalktı. Vicdanı rahat, yeni hayatında, sevdiği insanla mutlu bir hayat sürmek istiyor ama bu o kadar kolay olmayacak. Belki klişe bir düşünce olabilir ama mutluluğun bir bedeli vardır. O bedel ödenmeden, o sevgi sınanmadan hayat kimseye mutlu son yazmaz. Sadi de şu anda en kritik yerden sınanıyor : Songül! Onun hayatta kalması için neredeyse gece gündüz nöbette. Songül’e giden tüm tehlikeleri tek tek ortadan kaldırırken aslında Sadi’nin kendi hayatıyla ilgili çok da korkuları olmadığı anlaşıldı. Biliyosunuz Osman Baba, Sadi ilk tanık koruma programına girdiğinden buna Sadi’nin peşinde ve Sadi de bunu biliyor. Bir kere bile hamle yapmadı. Osman Kırdarlarla anlaşma masasına oturduğu anda Sadi için her şey önemini yitirdi diye düşünüyorum zira Songül’ün hayatı tehlikeye girdiğinden bu yana iki cinayet işlendi. Önce tetikçileri, sonra da ezeli düşmanını yok etti. Bunu da Songül için yaptı ve tek bir sebebi var : Sadi yeni hayatını Songül olmadan yaşamak istemiyor. O artık eski hayatında değil ancak Songül için gerekirse yeniden siyaha dönebileceğini de gösteriyor. Onun tek isteği Songül’ün iyi olması. Bunun için karısıyla arasındaki tüm engelleri kaldırırken, onu kendisinden alabilecek herkese karşı da korumaya çalışıyor ancak bu sandığı kadar kolay olmayacak zira Songül’ün etrafındaki düşmanlar sadece Sadi tarafında ya da suç dünyasından değil, emniyetin içinde bile var.

Kırdar Lojistik’in güçlü bir şirket olduğunu ve kollarının uzun olduğunu bir süredir biliyorduk ama emniyete kadar uzandıklarını bu hafta öğrendik. Bildiğiniz üzere Songül’ün babası kendi döneminin en iyi polislerinden biriydi ve onu alaşağı etmek için zannımca içeriden birileri kullanıldı. Zaten Nejat “İşimiz yine sana düşebilir” derken bence Metin meselesinden bahsediyordu. Benim de aklıma buradan Songül’ün babasının arkadaşı geldi şimdi ne yalan söyleyeyim. Bir insanı tuzağa düşürmenin en kolay yolu, en yakınından vurmaktır çünkü insan saldırıyı bir tek oradan beklemez. Zaten böylesine bir operasyonun izlerini ancak içeriden kapatabilirlerdi. Kaldı ki daha ilk andan Sadi’nin şüpheli bakışlarını ve Songül’ü onunla yalnız bırakmak istememesini düşünecek olursak bu kedi fare oyununun yeni başladığını düşünüyorum. Songül’ü tehlikeden uzak tutmak isteyen Sadi için de bu kolay değil zira karısı trafik polisi değil ve tehlike anında babasının kızı olarak gözünü kırpmadan kendini tehlikeye atabilecek, girdiği her kavgayı kazanacak güçte bir kadın ve Sadi’nin bu duruma alışmak gibi bir niyeti de yok.

Sadi ve Songül arasında ilk bölümden bu yana çatışma vardı ancak ilk kez Songül’ün işi yüzünden Sadi büyük problem yaşıyor. Bunun sebebi de eril ve gerici bir bakış açısı değil daha çok Songül’ün etrafında her gün daralan ölüm çemberi. Songül’ün örgüt üyeleriyle çatışmaya girmesi aslında Sadi’n de Songül’ü daha iyi tanımlamasına yol açtı. Songül tanıdığı diğer kadınlar gibi narin ve kırılgan biri değil aslında. Daha doğrusu söz konusu suçlular olduğunda, mesleğinin gereğini yapmak olduğunda Songül çelik gibi güçlü, kendine yetebilen bir kadın. Sadi bunu bilmiyor değildi ama onun peşinde olan insanların bu operasyonları kullanarak karısına zarar vereceğinin de farkında olduğundan çok endişeli. Sadi bence Songül’ün bu kadar kendine yeten biri olduğunun daha yeni ayırdına varıyor. Hatırlarsanız onu tren garında ararken “Narin” olarak tanımladı. Aslında Songül hiç narin biri değil ancak Sadi’ye karşı oldukça narin ve kırılgan birine dönüşüyor. Bu sebeple de Sadi oldukça şaşkındı bu hafta ama ondaki en keskin duygu neydi biliyor musunuz? Gururdu, Sadi bu hafta Songül’e hem daha çok hayran oldu hem de onunla gurur duydu. Songül alışmışın dışında bir kadın ve bence biz hala onu tam olarak tanımıyoruz.

Songül Acarerk Payaslı bu hafta bize hem duygusal hem de görsel anlamda bir resital sundu. Kocası onunla gurur duyarken ben de Songül ile ilgili bir çok ayrıntı yakaladım. Bir kadın olarak öncelikle ekranda böylesine kendine yetebilen birini izlemenin keyfi çok başka ve Devrim Özkan da her ayrıntısıyla hayran  olunacak bir karakter yaratmış. Bu hafta onun Songül’ü beni derinden etkiledi. Songül Payaslı tam da Sadi’nin tanımladığı gibi narin ama bir yanı da demir gibi çelikten bir kadın. Bu hafta onu iki kez operasyonda gördük ve ikisinde de şunu söyledim :Sadi olmasa da alnının akıyla çıkardı. Tam bir çetin ceviz. İki operasyonda da çok cesur olduğunu gördüm. Gözünü bile kırpmadı. Gereken neyse onu öyle güzel yaptı ki bence Sadi bile biraz şaşırmıştır. Peki teröristlerle, Kırdarların katilleriyle dövüşen Songül gerçekten de hiç bir şeyden korkmuyor mu? Elbette korkuyor. Şu anda Songül’de hayat bulan iki keskin korku var : Birincisi Sadi’ye kendisi yüzünden bir şey olması, diğeri de onu kaybetmek.

Songül’ün emniyetteki konuşması aslında bende birçok boşluğun dolmasını sağladı. Öncelikle Songül, işine aşk denen bir duyguyla yürekten bağlı bir kız. Sırf bu yüzden de işinin gereğini yaparken asla korkmuyor, ne gerekiyorsa onu yapıyor. Bu bazen sıcak temas denen çatışma da olabildiği gibi bazen de lendi peşine düşen katillerle yakın dövüşe girmek de olabilir. Songül’ün işini yaparken tek motivasyonu da babası Metin Acarerk. Zaten konuşması babasına adanmış baş yapıt gibiydi. Ona layık olmak istiyor. Babası doğru bildiği yoldan şaşmadığı için öldürüldü ve Songül de emin adımlarla onun arkasından yürüyor. Songül büyük ihtimalle bu sebeple bugüne kadar hayatına kimseyi almadı, işini yaparken ardında kimseyi bırakmak istemiyordu diye düşünüyorum. Düşünsenize Songül gibi ince ruhlu, düşünceli ve karşısındaki kalbiyle seven bir kadın aslında çok yalnız. Ödül törenine bile bir tek Sadi geldi. Metin Acarerk iyi bir polis olduğu için ardında gözü yaşlı bir kız çocuğu bıraktı. Büyük ihtimalle Songül de aynı şeyi yaşatmak istemediği için yalnızlığı seçti. İlk bölümlerdeki sertliğini hatırlayınca bu fotoğraf çok daha belirgin hale geliyor. Büyük ihtimalle Sadi’nin de kendisi için bu kadar önemli olacağını hiç düşünmemiş hatta ihtimal bile vermemiştir. Bir süre işimi yaparım sonra da yoluma giderim demiştir ama işte hayat biz planlar yaparken başımıza gelenlerdir. Songül bu adamdan ne zaman kurtulurum derken bir anda kendini mutlu bir yuvanın içinde buldu.

Sadi, Songül için “Atanamamış Al Capone” iken bir anda bir ödül töreninde “Hayatımdaki en önemli insan” konumuna yükseldi. Songül babasının katillerini ararken kimseye güvenmemeyi, yarım bırakmamak için de kendisini yalnızlığa mahkum bırakan biri. Ancak Sadi’nin varlığı ona unuttuğu duyguları hatırlatıyor. Yalnız olmadığını, artık onun da sırtını dayayabileceği bir insan olduğu gibi hisleri yeniden yaşadı. Büyük ihtimalle sadece ailesi varken yaşadığı bu durum, şimdi bir de Sadi ile hayata geçiyor. Artık yalnız olmadığını, hayatında ona değer veren, seven bir insan olduğunu bilerek yaşayan Songül için hayatta kalmak önemli hale geldi. Artık hayatın mutlu tarafında olabilmesi için Sadi gibi bir sebebi var ve o bu inanca tutulmuş gidiyor.

Songül için söylediklerim aslında bir bakıma Sadi için de geçerli. Sadi, Emin olduğu zamanlarda bu hayatın karanlık kısmını yaşıyordu. Bir kız çocuğunun hayattan koparılması üzerine tanık oldu, çeteleri çökertti ama yine de aşk dolu, ya da gerçekten aile olacağı bir hayata düşeceği herhalde aklına bile gelmezdi. Songül onun hayatına girdiğinden bu yana aslında ona karşı bazı duyguları hep besledi, bir tarafıyla da ona tutundu diye düşünüyorum. Kendi deyimiyle “Onun dürüstlüğüne, iyiliğine” vurulmuştu ama bence kendini layık görmüyordu. Kendini çöplükte tanımlayan, Songül’ü de beyaz, narin olarak yorumlayan biri olarak sevilmeyi düşünmemişti bile belki de ama o küçük kız çocuğu ona sadece karanlıktan çıkma yolunu değil, belki de uzun zamandır yaşayamadığı sorgusuzca sevilme, olduğu gibi kabul edilme duygusunu da yeniden kazandırdı. Songül Sadi’yi tüm geçmişiyle kabul etti ki elektrik faturaları yüzünden karısı ona kahraman dediğinde, “Her kahramanın gönlünde başka bir kahraman yatar” diyerek aslında içinde bulunduğu durumu net olarak söyledi. Sadi Songül’e aşık oldu ve eskiden bunu sadece gösterirken artık diliyle de söylemeye başladı. O, karısıyla gurur duyan ama bunu yaparken de onu için her an endişelenen, yine de eşim dediği insanla hayaller kuran birine dönüştü. Onları hep Zeus ve Hera’ya benzetiyoruz ya aslında gerçekten öyleler. Onlar da her koşulda birbirlerine destek olan, asla yalnız bırakmayan, sırt sırta vererek savaşan bir çiftti. Songül ve Sadi de öyle. Günün yarısını didişerek geçirseler de ikisi de artık birbirlerini sevdiklerinin, birlikte olduklarının farkındalar diye düşünüyorum ve Songül’ün Sadi’nin geçmişinin bilmediği kısmına olan merakını da gün geçtikçe artmasına sebep oluyor. Sadi için çok tehlikeli olan bu sulara o girmek istemese de Songül için bir süre sonra en önemli mesele haline gelebilir, benden söylemesi.

Şimdi bir kadın olarak Songül’ün Sadi ile ilgili iki tane sıkıntısını görüyorum. İlkini dans ettikleri sahnede yakalamıştım : Sen kendine kız arkadaş mı yaptın? demişti. Burada aslında hayatında kendisinden başka biri var mı sorgusuyla birlikte, Sadi’nin kendisine olan durumunu da anlamaya çalışıyordu. Ancak bu hafta oynadıkları oyunu düşününce bu durumun Songül için hiç de basit olmadığını düşündüm. Songül bu hafta Sadi karşısında oldukça cesur ama içten içe de oldukça korkak bir tavrı vardı. Songül bence tüm bu oyunu iki soru sorabilmek için oynadı ve bir nebze de aradığı iki cevaptan birine ulaştı. Songül’ün Sadi’nin suç geçmişini bildiğini, birini öldürdüğünü bilmediğini düşünmüyorum ki daha iki gün önce tetikçiyi çatıdan sallandırdı bu adam. Tüm bu oyunun Sadi’nin ilk aşkını öğrenmek ve kendisine karşı olan duygularından emin olmak için oynadı. Sadi’nin ilk sevgilisini sorduğunda, cevap alamayınca biraz kırılsa da rujla daha önce kocasını taklit ederek sorduğu soruya “Ruj sürmeye değer biri olmadı” cevabını aldı. Tabi Sadi akıllı biri, eski sevgili sorusunun ardından bu cevabı vererek hem Songül’e “Sadece sen varsın” cevabını vermiş oldu hem de onunla olduğu sürece doğru ve cesaretli olarak adım atabileceğini gösterdi. Sadi ve Songül ilişkisinin kırılma anlarından biriydi bence o an, belki Yaver sayesinde istedikleri olmadı ama duygusal anlamda artık arada bir duvar kalmadı. Songül mektubunda yazdığı duygularını artık saklamadığını, Sadi de hayatındaki tek kadının Songül olduğunu göstermiş oldu. Her ne kadar birbirlerine böylesine güven duyan ve güvenen iki kişiye dönüşseler de maalesef Derya sırrı ilişkilerinin üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor ve burada Songül’ün koyu kırmızı öfkesinden sadece Sadi değil, Derya da nasibini alacak gibi hissediyorum.

Derya ve Meltem’in oynadığı küçük oyun Songül’ü fazlasıyla rahatsız etti. Evet bunu sözle söylemedi belki ama gözleriyle belli etti diye düşünüyorum. Songül çok dürüst ve yalan söylemeyen biri. Ailesinin ölümü hususunda bile arkadan dolanmayıp, çatır çatır Sadi ile yüzleşmişti. Bu müdürle yemek meselesinde Meltem ve Derya’nın oynadığı oyun sayesinde, Derya’nın kendisine rahatlıkla yalan söyleyebileceğini anlamış oldu. Bu arada ben Derya’yı anlıyorum. Aşırı saçma bir olayın içerisinde ve bir türlü kendini kurtaramıyor. Mert’i saklaması lazım ama bu her geçen gün zorlaşırken, Sadi ile olan geçmişi kendisiyle birlikte herkesi bir çıkmaza sürükleyebilecek vaziyette. Bu geçmişin sırları ortaya döküldüğünde hem Derya hem Songül, hem Sadi ve hatta Mert bile kendisini bir kaosun içerisinde bulacak ve tüm bu olanların arasında Derya’nın oğlunu koruma iç güdüsü olduğunu düşünecek olursak, kıyamet kopmak üzere diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Sadi, Songül ve Derya arasındaki saatli bomba geriye sayadursun, Karabayır Lisesi’nde de hareketli günler yaşanıyor. Can’ın babasının meselesinden sonra iki grup arasında ipler iyice gerildi. Ozan’ın açığa çıkmasının ardından, gelincikler de karşı tarafın muhbirini patlattı ve maçta durum eşitlendi. Şimdi iki taraf da büyük bir kavganın eşiğinde diye düşünüyorum. Bir yanda aynı kıza aşık Araz ve Mert, diğer yanda Araz’ı seven Sevda, iki grubun okuldaki varlık mücadelesi derken birbirlerini anlamaları uzun sürecek diye düşünüyorum. Özellikle de Araz ve Mert arasındaki sular durulmadığı sürece, iki grubun bir araya gelmesinin tek yolunun Sadi’den geçeceğini düşünüyorum. Gelinciklerin hayran, kelebeklerin de korkuyla karışık saygı duydukları öğretmenleri onları ince ince işleyerek bir araya getirebilir yoksa bu kavga daha çoook can yakar.

Araz demişken… Onu biraz grubundan bağımsız düşünmek lazım bence. Daha önceki yazılarımızda Araz’ın derin bir öyküsü olduğunu düşündüğümüzü defalarca kez söylemiştik. Ben bu duruma üç yerde uyandım :Birincisi Araz’ın lahmacununu Sadi’ye uzattığı sahne, diğeri Sevda’nın saçlarına boncuk takması ve Gizem’i incitmeden, çok güzel sevmesi. Araz sevdiği, değer verdiği insanlara hep güler yüzünü, iyi tarafını gösteriyor. Özellikle de Gizem’e karşı kendince bir sevgisi var. Kendince diyorum çünkü Araz’ın sevgi adına bildiği pek bir şey yok. Annesi gittikten sonra deliren bir baba ve tek bildiği kavga olan bir abiyle baş başa kalmış,Araz. Ve babası sevgisiyle aklını kaçırmışken, o hala sevmekten korkmuyor. Halbuki etrafında aşkın delirttiği babası gibi bir örnek varken Araz’ın hala sevmekten korkmaması onun için hala umudun olduğunu göstermiyor mu sizce de?

Araz aslında baksa Sadi’nin kendisine olabilecek en iyi örnek olduğunu görebilir. Sadi onca yıllık karanlığın ardından buldu Songül’ü ve onların savaşı daha yeni başlıyor. Bu hafta şoke eden bir finalle diziye veda ederken, profesyoneller tarafından yolları kesilen Sadi ve Songül’ün oradan nasıl kurtulacağı benim için merak konusu. Aslında ben önce acaba Nejat’ın telefonda konuştuğu emniyetçi mi bir şey yaptı diye düşündüm ama Sadi’nin bundan haberi olurdu. Sadi emniyette de birini gördü, sonra garsona olmadık bir adres verdi ve gün sonunda yolları kesildi. Songül’ü de karşılık vermemesi hususunda durdurdu. Yazının başında Sadi’nin Songül’ü güvende tutmak için her şeyi yapacağını söylemiştim. Osman’ı devreden çıkarması, Kırdarların içine adam sokması derken açıkçası Kırdar Lojistiği de aradan çıkarmak için daha üst düzey bir oyun oynadığını düşünüyorum. Ben hala onun istihbaratçı olmadığını aksine suç dünyasından olup, zaman zaman işbirliği yapan biri olduğunu düşünüyorum. Sadi bu haliyle bizden biri, tüm doğallıyla hayatımızda çok güzel bir yere sahip oldu ama istihbarat başka bir konu olduğu için pek ihtimal vermiyorum ama bakalım senaristlerimiz hikayelerini nasıl açacaklar? Bekleyip, görelim.

Yazımı bitirmeden bahsetmek istediğim iki sahne var : Birincisi Sadi ve Nevzat arasında geçen sahneydi. Sadi’nin, Nevzat’a kadınlara, öğretmenlere, sağlık çalışanlarına saygı duyması gerektiğini anlatırken bir an gözlerim doldu. Bizler savunmasız olduğumuz için değil, bu hayatın içerisinde mücadele verirken, fiziksel olarak güçlü insanların bunu kullanarak bizleri, sağlık çalışanlarını, öğretmenleri hırpalamaması, saygı duyması gerektiğinin altı çok güzel çizildi. Bu arada Nevzat’ın da artık Sadi’ye saygı duymasıyla değişmeye başlayacağını hisseder gibi oldum ama çok da emin değilim.

İkinci sahneyse Yeliz hocamın, müdürle yaptığı konuşmaydı. Kardelen ibaresi bizim dilimize Türkan Saylan ile girdi. İki haftadır onun anılması benim çok hoşuma gidiyor. Bu ülkede Yeliz gibi, Sadi gibi öğretmenler var ama müdür gibi, öğretmenler odasındaki umursamaz, öğretmenliği müfredatı anlatmak sananlar da var. Gelsin Hayat Bildiği Gibi bize aslında eğitimcinin nasıl olması gerektiğini çok güzel gösteriyor. Bazılarının olmak istemediği, emeklilik hayalleri kurup gitmek istediği yer, Anadolunun ücra köşesine yaşayan bir kız çocuğunun en büyük hayali olabiliyor. Yeliz hocanın müdüre haddini bildirmesi de, kardelenlerin yalnız olmadığını göstermesi de çok özeldi. O zaman gelmesin mi Yeliz ve Sadi’den bir kardelen operasyonu?

Bu haftalık da benden bu kadar. Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Hoş Geldin Oyun Arkadaşım (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 10.bölüm)

YAZAR : A. Ela ERDOĞDU

“Bir varmış bir yokmuş” diye başlayan masalları hepimiz ya duyduk ya da okuduk büyürken. O yaşlar da okurken çok dikkatimizi çekmese de büyüdükçe aşık olduğumuz o prenslerin aslında o kadar harika olmadığını yerinde olmak istediğimiz o prenseslerin de o kadar da hayran olunası olmadığını fark ettiğimiz anlar baya yıkıcı oluyor.

Her kız çocuğu küçükken okuduğu o prenseslere özenip prenses olmak, erkek çocukları ise yakışıklı prens olmak ister masallar baştan ayağı gizli mesajlarla doludur. Ağaç yaşken eğilir felsefesiyle bazı şeyleri bilinçlere yavaş yavaş empoze etmenin en güzel örneğidir masallar. Devir değişti artık masalları dinleyen kız çocukları kendi başlarına hiçbir şey yapamayan prensesleri kabul etmiyor, erkek çocukları da tek amaçlarının prensesi kurtarıp onu korumak olduğu tüm yükü tek başlarına sırtlanmaya hayır diyorlar. Hayatı birlikte el ele eşitçe inşa etmeleri gerektiğinin farkındalar.

Bunu neden anlattığıma gelecek olursak Gelsin Hayat Bildiği Gibi bir nevi tüm klasik masallarda ki dayatılan fikir ve figürlere karşı çıkıyor. Öncelikle hepimiz şunda bir anlaşalım arkadaşlar Sadi Payaslı bizim yaz dizilerinde izlediğimiz “beyaz atlı prenslerden” değil açık açık büyük afili laflarla aşk ilanını bu kadar erken bir zaman da beklemeyin. Bazen söylemekten çok daha önemlisi vardır, hissettirmek. Sadi bu konu da çığır aştı Songül’ün şaka yoluyla bile söylediği bir cümle onun için emir konumunda. Sadi için daha önce arafta demiştim ya hani Sadi o araftan çıktı ancak henüz cennete ulaşamadı ve o cennete kavuşmak o kadar da kolay olmayacak.Sadi helalleşip eski defteri kapatmış olsa da bu geçmişin altında ezilmeye devam ediyor. Bu ezilmenin yanında bir de kendi karanlık geçmişi yüzünden kendini Songül’e layık görememe durumu söz konusu bunların hepsi bir araya gelince de bocalıyor çünkü hayatında büyük ihtimalle böyle mengene de sıkışıp kaldı. Birçoğunuzun ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum “Songül mektupla duygularını belli ederken Sadi neden atak yapmıyor?” Ben size hemen açıklayayım çünkü endişeli ve korkuyor. Mektuptan sonra yapacağı her bir davranışın Songül’ün üstünde herhangi bir baskı hissetmesini sağlar, incinir ve üzülür diye korkuyor bu yüzden akışa bırakalım dedi adam, baskı altında hissetmesin diye yoksa Sadi için şu an Songül’ü manipüle etmek çok kolay ama bunu yapmıyor.

Sadi için bu hafta tüm her şeyin değişmeye başladığını gördüm. Düğün alanında tetikçiyi fark ettiği andan itibaren artık her şey değişti. Sadi o çatıya çıktığında sonunda mutlaka birinin zarar göreceği bir mücadeleye girdiğini fark etti mi bilmiyorum ama artık Sadi için öncelikler tamamen değişti. Düğünde “Onlar bizi tanımıyor” Capella’da sizlerle rahatına etmişti ama bir anda ortaya çıkan tetikçi tüm dengeleri ve de Sadi’nin dengesini hiç olmayacak şekilde bozdu. Zira artık ikinci şansım dediği kadının hayatı büyük risk altındaydı. Sadi onu korumak, bunu yaparken de Songül’ü tedirgin etmemesi gerekiyordu ama bu hiç kolay olmadı.

Geçen haftadan bu yana Sadi de yaşanan büyük çaplı değişimin farkında mısınız? Geçen hafta gayet yakın davranan, şakalar yapan adam bu bölüm diken üstündeydi şahsen ben bunu hissettim. Sadi şu an çok gergin ve tetikte bunu nereden çıkardığımı da açıklayayım hemen bu adam geceleri uyumadı arkadaşlar. Ertesi gün işe gidecek ama gözünü bile kırpmadı Songül’ün başında bekledi uyurken, sürekli kontrol etti bu adam bir şeyler öğrendi ama Songül’e belli etmemeye çalışıyor.

Sadi düğünden eve geldiğinde artık tamamen atakta bir adama dönüştü. Songül’e birilerini öldürdüğünü söylerken aslında  çok net bir durumu da fark ettim : Sadi için sevdikleri söz konusu olduğunda ne tanık koruma programı ne de başka bir şeyin önemi kalmadı. Kırdar Lojistik sahneye çıktı ve artık Sadi için korunması gereken kişi karısı, koruyan da kendisi oldu.

Bir şey çok kafamı kuecaladı : Sadi’nin hiç uyumamasına rağmen bundan etkilenmeden hayatına rutin devam edebilmesi de bir enteresan bence hiçbir uykusuzluk belirtisi göstermedi bu da önceki zamanlarda şüphelendiğim “bordo bereli” ve “özel harekatçı” olma sorularını aklımda döndürmüyor değil? Elimde net bir veri olmadığı için soru işareti ile bırakıyorum bu konuyu.

Sadi’nin birkaç repliği dikkatimi çekti bu bölümde Songül “neredeydin” , “nereden” dediğinde hep “Yaverle kahve içtik” falan dedi ama biz bu zamana kadar bu tür sahneleri hep izledik ama bölüm laftaydı bundan mütevellit ben Sadi ve Yaver’in gizli bir işler çevirdiğini daha doğrusu bir araştırma içinde olduğunu düşünüyorum ki Sadi’de bundan sebep bu kadar tetikte ve uyumadan nöbet tutuyor. Kırdar Lojistik durumuna ek bir de nur topu gibi bir Osman Babamız var elimizde ve bu adamı da hafife almayalım derim başımızı çok ağrıtacak. Hâl böyle olunca Sadi Songül zarar görmesin diye onunla sorunlar çözülene kadar arasına mesafe koymak istiyor ama bunu başaramıyor da, kalbe kim söz geçirebilmiş ama değil mi? Songül’ü korumaya uğraşırken kıskanmaya da devam ediyor Payaslı. Hepimiz o fotoğraf sahnesinde gülerken çok küçük bir an oldu ve Sadi “Ben bu fotoğrafı yaptırırken iş yerine gittiğinde özledikçe bakarsın” diye yaptırdım dedi. Bu resim yeni yaptırılmadı demek ki yani Sadi bence çok çok öncesinde vuruldu güzel gülüşlü komiserimize. Songül’ü endişelendiren Sadi’nin bu ikinci şansını onu korumaya çalışırken yakması ama şöyle bir durum var ki Sadi ne Derya ne başkası için bırakmadığı o hayatı küçük bir kız çocuğu için bırakmıştı ve bu hayata başlamıştı ama şimdi başka bir kız çocuğu için bu hayata devam etmek istiyor, Songül için…

Yedi Emin ve Sadi Payaslı matruşka misali iç içeler ve Sadi’nin içindeki Emin kutusundan sadece Songül için çıkıyor. Bu zamana kadar kendi için asla Yedi Emin olmazken her seferinde Songül için Yedi Emin oldu. Sadi’nin uğurlu ceketi, altın saat ve altın kolyesi yok bunlar Emin’e ait ve bu tarz ufak detaylarla onların iç içe olduğunu bize gösteriyorlar. Sadi daha önce “Dokuz canım olsa, dokuzunu da senin için veririm!” demişti. Aslında bu bariz bir ilandı ama canını verecek adam Songül için can da alır. Yalnız burada Songül’ün bir zamanlar çok başarılı bir polis olduğunu da göz ardı ediyor çünkü sahip olduğu hayatın yarısını kaplayan kadınını kaybetmek hiç istemiyor. Bu nedenle henüz tam olarak o duruma gelmediyse bile lüzum görürse Sadi derhal yeniden Emin olur. Sadi için çarşı Pazar karışıkken Songül’de biraz durulmuş gibi sular.

Songül için güven sorunları olan küçük bir kız gizli demiştik ama Songül artık tamamen teslim ve sonuna kadar güveniyor. Eskiden odasının kapısı kapalı uyuyan Songül artık kapısı açık uyuyor, evin salonunda uyuyabiliyor. Güven problemini aştı ama içindeki kaybetme korkusu her geçen gün daha da artarak duruyor, fazlaca benimsedi kocasını. Aslında daha da ilerisinde Sadi bir zaaf halini almaya başladı. Songül, onun her dediğine inanıyor, istediği bir çok şeyi yüzüne karşı olmasa bile harfiyen uyguluyor. Yüzüğünü bile asla çıkarmıyor hatta fotoğrafı ile bile didişiyor kocasının daha ne. Dışarıdan gayet ağır başlı ve ciddi olsa da Sadi’nin yanında küçük bir kız çocuğu oluveriyor bilmem farkında mısınız ama Yaver ile lunaparka gitti diye trip attı. Songül özüne dönüyor onunlayken ve artık Sadi olmadan hayatının tüm renklerini kaybedeceğinin farkında.

Songül bu denli güzel bir hayat yaşarken arkasında tüm bencilliği ve kıskançlığıyla ona arkadaşı gibi davranan Derya’dan habersiz. Ben bir kadın olarak Derya’nın kırgınlığını, öfkesini anlayabiliyorum ama anlamadığım bir nokta var. Evli olduğunu ve umurunda bile olmadığını söylediği eski sevgilisini göreceğini bildiği için okula giderken süslenip de gidiyor işin daha tuhaf tarafı hakkını helal edip, affettiğini söylediği adama laf sokuyor. Ben öfkesini anlıyorum ama affettiğim hatta umurumda olmadığını söylediğim insana laf sokmam bu biraz abes. Artık açıkça da söylüyorum ki Derya ve Emin arasında dillere destan bir aşk yaşandığını da sanmıyorum, neden mi? Varan bir, Emin terk ettiğinde en kötü ihtimalle 26-27 yaşında yani oldukça olgun bir yaşta. Bu yaşta Emin gibi güçlü bir mafyanın sevdiği kadını korumak için terk etmesi tuhaf sorun tehlikeyse tehlike şu an da var ama Songül’ü terk etmiyor aksine daha da yanında olma çabası içerisinde. Varan iki, Derya “Biz büyük bir aşk yaşadık” dediğinde Sadi bunu onaylamadı “Evet yaşadık ama bitti” demedi ağzını bile açmadı bunlardan dolayı inanmıyorum. Yaşandı bitti artık Derya günümüzde yaşamaya başlasa iyi eder zira geçmişe sıkışıp kalmış durumda.

Derya meselesi sadece bu aşamada değil, ilerleyen aşamada da büyük sorun teşkil edebilecek biri. Songül ikisinin geçmişini öğrendiğinde neler yapacak, nasıl bir tepki verecek insanın tahayyül edemiyorum. Derya için aile kurmasını isteyecek kadar samimi duygular besleyen Songül için gerçekler çok ağır gelecek diye düşünüyorum. Songül şu anda bir bulutun içinde, mutlu yaşıyor. Eşiyle eğlenen, gezen, tozan ve bir mücadeleyi birlikte veren Songül için o balon patlayınca ne olacak? Lunaparktaki mutluluğunu hatırlayın. İlk kez birine güvenerek başını omzuna dayayan, ailesi olan kadın olan Songül için sırlar yıkıma sebep olur. Hele de hayatında ailesinden sonra belki de ilk kez birine dayanan bir kadın için Derya gerçeği deprem etkisi yaratır, benden söylemesi.

Sadi, Songül ve Derya’yı geride bırakırken değinmek istediğim hususlar var. Maalesef ki toplumuz dizilerin oldukça fazla etkisinde kalırken dizide çok fazla iyi anlamda rol model alınacak karakterler varken bir de toplumun kanayan yarası olan karakterler var. Sizi bilmem ama dizide ki çoğu aile “toksik” olarak nitelendirdiğimiz türden. Can’ın annesi ve babasını tenzih ederek söylüyorum çünkü Emin’in bir konuşmasıyla Can’ın babası bir şeyleri farkında vardı ve evladına kol kanat germeye başladı. Bu bir öğretmeni mutlu edebilecek şey emin olabilirsiniz. Ama izlerken bana tırnak yedirten Gizem’in annesi Türkan… Allah’ım çocukları böyle annelerden korusun zira en büyük zararı onlar veriyorlar çocuklarına. Sırf zengin biriyle evlensin diye kızını kendinden yaşça büyük biriyle evlendirme hayalleri kurmak ne demek? Biz yıllardı bu topraklarda “başlık parası” ile küçücük yaşta evlendirilen çocuk gelin olaylarıyla uğraşırken Türkan’ın düşünceleri bence tamamen modern başlık parası değerinde. Bir diğer sinirimi bozan hali ise meslek grupları hakkında konuşma stiliydi. Ben, kendim ve diğer meslektaşlarım adına buradan Türkan Hanıma şunu söylemek isterim: “ Bizim bir çocuğu kurtarmak için illa atanmamıza gerek yok hanımefendi bir öğretmen olarak çocuklarını sizin gibi ziyan etmeye çalışan herkesten kurtarır, koruruz siz merak etmeyin.”

Hz. Ali “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” derken kesinlikle Sadi hoca gibi öğretmen arkadaşlarımı kastediyordu. Birçok kişiye basit gelse de Sadi hocanın “Gelincik team” ve “Kelebek team”i birlikte araba yapmaya götürmesi çok özel bir hareketti. Hayatın anlamı her şeyin aynı olmasıyla çıkmaz. Siyah ve beyaz taban tabana zıttır ama birbirlerine de en çok onlar yakışır. Birlikte yaptıkları bu araba bu iki zıt kutbu birbirine yaklaştıracak ilk taştır belki bilemeyiz. Araba yaparken yemek molası verdiğinizde çok ince detaylar vardı, Sadi konuşurken Can’ın Bora’dan ayranı istemesi, Bora’nın vermesi, Can’ın teşekkür etmesi, birlikte aynı masada yemek yemeleri, Zülfikar’ın sesiyle bir şeyler düşünmeleri bunlar çok özel ve değerli şeyler. Çapta küçük ama etkisi büyük.

Yazımı bitirmeden önce bahsetmek istediğim iki durum var : İlki artık birleşen düşmanlar diğeri de naçizane eleştirim olacak.

Gelsin Hayat Bildiği Gibi’de artık yeni bir döneme giriyoruz. Sadi ve Songül’ün düşmanları el sıkıştılar ve büyük bir savaşın ayak sesleri gelmeye başladı. Bir yanda Kırdar Lojistik diğer yanda Osman Baba varken Sadi nasıl olacak da dengede kalabilecek bilmiyorum ama büyük bir hesaplaşma kapıda gibi hissediyorum. Ancak bu beni çok heyecanlandırdı. Aksiyonun zirveye çıkacağı özel bir dönemi yaşayacağız sanırım. Bekliyoruz.

Diğer hususta dizideki montaj ve kurgu hataları. Özellikle Yaver, Songül ve Sadi’nin şakalaşma sahnesinde “Dün lunaparkta eğlendik ya” repliğinin ardından sahnenin gelmesi büyük talihsizlik oldu. Sekanslar arasındaki geçişlerde ciddi kopmalar var ve bunun düzeltilmesi gerekiyor diye düşünüyoruz. Çok sevdiğimiz dizimizin daha iyi olması için naçizane bir eleştiri yapmak istedik.

Bu haftalık da bizden bu kadar. Sürç-i lisan ettiysek affola, her şey çok sevdiğimiz dizimiz için aslında, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Çok zor bir işin altından Yaver, Songül ve Sadi gibi müthiş bir şekilde kalkıyorlar. Haftaya görüşmek üzere….

 

Kalbin Melodisi (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 9.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT

Bana Gelsin Hayat Bildiği Gibidir’in bu bölümünü tek kelimeyle anlat deseler “tango” derdim sanırım. Dans dersinde bu dansı tanımladılar belki ama bu dansla ilgili en önemli bilgiyi es geçtiler. Bu dans aşk, tutku, ihtirasın dansı olarak bilinse de aslında bir başkaldırıdır. Bu yazıyı kaleme alırken “La Melodia Del Corazon” şarkısını dinliyordum. Sözleri o kadar manidar geldi ki bana :

Binlerce aşkım oldu
ve hiç birinde bulamadım
hayal ettiğim tatlılığı
onun yerine tekbulduğum
rezil yalanlar oldu
ruhumu sertleştiren.
Hayata yeniden döndüm
melek yüzün
hayatıma girdiğinde
Ve varlığıma yön verdin
öyle bir yol ki
asla bırakmayacağım

Ne kadar da Sadi ve Songül’ün yolunu anlatıyor değil mi? Sadi ve Songül bugün, dün hatta yarın da bu hayatın içerisinde mücadele eden iki insandı ve şimdi birlikte mücadele ediyorlar. Hatta Songül ve Sadi ilk tanıştıkları andan itibaren bir baş kaldırı ve tutkuyla taşların, çatalların olduğu bir yolda dans ederken bir anda kendilerini dümdüz bir zeminde, çapaksız dans ederken buldular. İki tarafı da apayrı korkular sararken, tüm bölüm aşkın her halini yaşadılar.

Sadi, Songül’e o tek gülü getirip de “Sen kendine dikkat et, ben iyi olurum” dediği an ikili arasındaki ilişki sözsüz olarak başlamıştı ancak ikisinin de tahmin edemeyeceği bir şey oldu ve Songül bu aşktan ilk vazgeçen oldu hem de sevdiği insan daha iyi bir hayat yaşasın diye, ikinci şansını kullanabilir diye yaptı bunu. Songül burada o ikinci şansın kendisi olduğunu, Sadi de bir gün berrak haliyle açık kitap gibi okuduğu kadının gideceğini bilmiyordu.

Sadi tüm geçmiş hesaplarını kapatarak evine gittiğinde belki de hiç bir zaman karşılacağını düşünmediği bir manzara verdı karşısında :Boş ev. Sadi Payaslı’nın buradaki tek hissi arkadaşını kaybetmek olamaz çünkü en zor zamanlarda bile duymadığımız bir kelime çıktı ağzından : Depresyon. Songül’ün ardında bıraktığı boşlukta tek başına otururken, karısının gidişini ilk aşkını terk etmesinden “daha beter” bir durum olarak yorumlarken beni de derin düşüncelere gark etti. Şimdi burası şu anlamda çok önemli, saatler önce ilk aşkından göz yaşları içerisinde helallik alan adam “Biri beni terk eder daha beter olur. Evlenme, aşık olma.” diyorsa geçmiş, geçmişte kalmıştır. Bunun çok net anlaşılması gerekiyor diye düşünüyorum.

Emin ve Derya artık tarihteki yerlerini aldılar. Peki bu helallik meselesi neden bu kadar önemli? İşte ben bunun üzerine biraz düşündüm. Sadi eski kafalı bir adam. Yaver ona ilk Songül’ü sorduğunda “Üstümüzde ah var Yaver!” demişti. Büyük ihtimalle Derya onu affetmezse mutlu olamayacağını düşünüyordu. Zaten Derya’nın karşısında da sadece af dilerken yeni hayatından vazgeçmeye niyetli bir adam yoktu. Hayatı çöplüğe dönen Sadi, hayatındaki kadını geride bırakırken yeni hayatında da ona dönmeyi düşünmedi. Helalliğini alıp, boş evine giderken de belki de içi oldukça rahatlamıştı. Derya “Gerçekten seven bir adam o çöplükten çıkıp, kendine iyi bir hayat kurar” dedi. Sadi eve geldiğinde de Songül’ün veda mektubunu bulduğunda arabasına atladığında gazı maziye değil, geleceğe sürüyorsa eski kalp sızısı, vicdan muhakemesi bitmiş ve bugün ile geleceğine sahip çıkıyor demektir.

Ben dahil bazen Sadi’yi yargılıyoruz. Bu kadar ağırdan almasını, uzaktan kendini belli etmesini veya açık olmamasını… Her şeyini yargılıyoruz. Bir şeyi çok acımasızca unutunca kolay oluyor bence. Sadi çok yorgun bir adam. Hayat yorgunu. Sadi öyle bir hayatın içerisinden çıkıp geldi ki geçmişinde yaşadığını bildiğimiz kısacık olaylar bile beni derinden etkiledi. Daha bilmediğimiz neler neler var kim bilir? Bu yüzden Sadi, Songül’e adım adım yaklaştı, her şeyi, geçmişi halledene kadar da o mesafeyi asla kapatmadı. Onun sevgisinden ben hiç şüphe etmedim. Songül’ün ona inanmamasını ölümle eş değer gören bu adamın sevgisini nasıl sorgulayabilirim ki? Songül’ün gidişinin ardından kendini tren raylarının tam ortasına attı ve ölümü bekler gibi bekledi durmasını. Burada aslında ikidir verdiği bir mesaj var : Sadi için Songül ikinci şans ve onunla ilgili bir çok olumsuzluğu ölümle eş değer görüyor. Onun için kurşunların önüne atlayıp, trenin önünü kesiyor. Bunu yaparken de “Yoldaki makas, çatallar bitti” diyor. Bence bahsettiği çatallardan biri Derya diğeri de treni yaklayamaması, Songül’ün vedasıydı. İkisini de halledince aralarındaki engellerin kalktığını düşündü ve bence de öyle.

Sadi, o treni durduğunda içeride Songül’ü bulup, ikna ederek indirmeyi düşünürken içinde Songül olmayan treni durduğunu düşündü. Şimdi burada iki durum var : Birincisi Sadi o an Songül hızlı trene bindi sanabileceği için aralarındaki bağın sandığı kadar iyi olmadığını, ya da sandığı kadar tanıyamadığını düşündü zira karşısında Songül’ü gördüğünde çok şaşırdı. Diğer yandan Songül’ün tren durduğu anda inmesi, özelikle de Sadi’yi görmeden bunu yapmasının çok özel olduğunu düşünüyorum. Eğer onu Sadi ikna etseydi, gitmeye kararlı, aldığı karardan da geri dönmeyen bir Songül olacaktı karşımızda ve büyük ihtimalle de Sadi için bu kadsr net bir cevap olmayacaktı. Songül her şeye rağmen gidemedi. Başlarındaki onca belaya, tanık koruma programına rağmen gidemedi. “Menengiç almayı unutmuşum, ondan gidemedim” demesiyle aslında Sadi’ye senin olmadığın bir yere gitmek istemiyorum derken, Sadi de arabanın üstünde ona “Seni o kadar iyi tanıyorum ki hiç bir şeye ihtiyacım olmadan, seni her yerde bulurum” mesajını vermiş oldu.

Bilmem fark ettiniz mi ama Sadi ve Songül kendi aralarında bambaşka bir dil geliştirdiler. Söyleyecekleri şeyleri direkt söylemiyorlar ancak öyle bir hareket yapıyorlar ki anlaştıklarını, birbirlerini anladıklarını anlıyoruz. Büyük buluşma sonrası eve geldiklerinde Songül, ilan-ı aşk ettiği videodan kaçma peşinde, Sadi de onu sakinleştirmeye çabalıyordu. Buradaki en önemli mesele Songül’ün duygusal çıkmazını o demeden anlayan bir hayat arkadaşı var. Sadi, karısının kendisine aşık olduğunu da, onsuz devam edemediğinin de gayet farkında. Duruma hakim. Üstüne gitse ters tepeceği için her şeyden önce arkadaş olduklarını vurgularken “Bu yüzük asla parmağından çıkmayacak” derken de, eşi olduğunu, hayatındaki yerinin de arkadaştan öte olduğunu gösterdi.

Peki neden Songül bu kadar ürkek davranıyor? Halbuki mektubunda resmen ilan-ı aşk etti, Sadi de bunun üstüne fazla gitmedi. Biraz burayı açmak istiyorum. Songül, hayatını ailesinin katilini bulmaya adayan bir kadın, başka bir amacı, hayali de yok. En azından yoktu ama şimdi işler değişmeye başladı. Ailesinin katilini ararken zarar görmesin diye terk ettiği adama geri döndü ve şimdi onunla birlikte arayacak o katilleri ama burada çok daha önemli iki ayrıntı var. Sadi de eskiden hayal kurmazdı. Ya hapse girerim, ya tanık koruma programına diyen, eve mekan diye seslenen, zoraki evliliğe dayanmaya çalışan bir adamken karısıyla uzun tren yolculukları düşünen, mum ışığında, deniz kenarında baş başa yemek hayalleri kuran birine dönüştü. İkisi de birbirine hayatın içerisinde, devam ederken, tek amaçla yaşarken kalplerinden gelen “Bir ihtimal daha var…” sesine kulak vermeye başladılar.

Yazımın başında demiştim ya tango bir baş kaldırıdır, Sadi ve Songül ilk günden beri aslında tango yapıyorlar diye, şimdi o tango baş kaldırısına kırmızı rengi ekledi. Biliyosunuz kırmızı aşk ve tutkunun rengidir. Yolun başında bu dansa başladıklarında dik başlı bir şekilde kendi istekleriyle yaşayan iki insan, aşkın perdeye çıkmasıyla ortak bir hayatın içerisinde, müthiş bir uyum, güven ve tutkuyla dans etmeye başladılar. Sadi Songül’ü hayatının tam merkezine alırken, Songül de Sadi’ye her şeyden fazla güvenerek, ona dayanarak yürümeye başladı. Peki ya bu güven yıkılırsa ne olur?

Songül’ün Sadi’ye duyduğu güveni uzun zamandır dile getiriyoruz. Bir kadın olarak, özellikle tüm ailesini kaybetmiş biriyken başkasına güvenmek Songül için çok zor ama o Sadi’ye güveniyor. Çünkü onu seviyor. Ona kalbini açtı, ruhunu açtı. En önemlisi hayatındaki en önemli insanların meselesi için Sadi’yi kendine yoldaş etti ama Derya meselesi açığa çıktığında ne olacak? Songül sırf arkadaşı diye, güzel yuvası olsun diye uğraştığı arkadaşınının kocasının eski sevgilisi olduğunu, hem sevdiği insanın hem arkadaşının hem de bir yabancının sırf Sadi ile evlendiği için ona düşman olduğunu öğrenecek. Şimdi açık olalım kim olsa kendini aptal gibi hisseder. Evet, Sadi o defteri kapattı ama Songül için bu durum böyle olmaz. En güvendiği yerden kırıldığında açıkçası ben korkuyorum. Sadi’ye böyle bağlıyken, Derya’yı böylesine seviyorken bir anda dünyası başına yıkılacaktır. Hele hele bunu Sadi değil de Meltem’den öğrenirse, Songül en derininden, korkunç bir şiddetle yıkılacaktır ve ben sonrasını hayal ederken bile ürperiyorum. Şimdi Sadi’yi de anlıyorum. Hele de Songül çekip gidince onun da korkuları tüm bedenini sardı. Derya’yı Songül’ün öğrenmesinden, Songül’ün kendisinden ayrı bir hayat kurmasından korktuğu için söyleyemiyor. Derya ile “aramızdaki sır oldu” sözü de onu rahatlattı. Meltem tehlikesini de görmediği için önlem alamadı. Derya ve kendi meselesinin konuşulmasını istemiyor mesela. Songül ona birini ayarlarken konu kendisine gelene kadar konuşmadı. Ancak yine laf ona gelince hele de bir şekilde Songül’ün bağı olan biri olunca homurdanmaya başladı. Anladığım kadarıyla Sadi’nin bunu ona söyleme cesareti hiç olmayacak ve ben Songül’ün olanların ardından nasıl toparlanacağını tahmin edemiyorum. Sanırım bir kadın olarak da bu meselede Songül’ü herkesten fazla haklı bulacağım.

Bu olayda aslında Sadi de Derya da saklamakta haklılar. Birincisi eski mesele artık bir önemi yok, ikincisi de işin içinde Mert var ve Derya’nın bunu saklaması kadar doğal bir şey yok. Songül Mert işini bilmediği için büyük tepki verecektir elbet ama bu noktada ben Derya’yı anlıyorum. Evet şimdilik kimse bilmiyor ama bir şekilde öğrenilme ihtimali onu korkutuyor. Bakarsanız Songül ile de çok arkadaş olma derdinde değil ancak kadının bir şey bilmediğini, iyi bir insan olduğunun farkında olduğu için de ona kaba davranmadı. Ancak Derya’nın birilerini korumak, sırları saklamak için sürekli yalan söylemesi başına büyük belalar açacak, benden söylemesi. Mert’ten annesi olduğunu saklaması bir mesele ama başka sakladıkları var. Gizem’e söylediği şeyler, yaptıklarını Mert öğrendiğinde büyük kıyamet kopacak diye düşünüyorum. Araz’ın Kerem olarak yalan söylemesi, Gizem’e söylediği sözler ortaya çıkarsa Mert sakin kalmayacaktır. Bu sebeple Derya bence en azından sevgi adı altındaki şu korumacı, kontrolcü tavrından vazgeçmeli. İnsan bu hayatta neyden kokarsa o başına gelir derler ya, Derya için de bir çok konuda çember daralıyor. Zira sürekli koruma adı altında yalan söylediği bir oğlu ve de henüz fark etmese de Songül ve Sadi’yi geri dönülmez bir şekilde hayatına sokmak üzere olan bir arkadaşı var : Meltem.

Şimdi Meltem karakterine gerçekten akıl, sır ermiyor. İlk andan beri Songül’den nefret ediyor mesela. Hatta Derya o kadar kızmıyor bu kadına ama Meltem maşallah, eline versen bir kaşık suda boğar. Ben bunun üzerine düşündüm ve vardığım sonuç Meltem’in kendisine ait bir hayatı olmaması bence. Derya’nın hayatının içerisinde ve tek düze bir hayat yaşamaktan sıkılmış bir kadın gibi geliyor bana. Hani şu ortalık karışsa da keyfimize baksak derdinde olanlardan diye düşünüyorum. Yoksa senelerdir kendine bakmayan Derya’yı süslemek, giyinmesini sağlamak güya Sadi kıskansın diye ona akıllar vermenin başka bir açıklaması yok. Sadi olmasa belki bu kadar uğraşmazdı bile ve onun bu tavrı iki tarafı telafisi mümkün olmayan bir şekilde yaralamak üzere diye düşünüyorum.

Tıpkı Meltem gibi biri daha var kendine ait olmayan bir hayatı yaşayan : Araz. Yalnız onun durumu biraz farklı çünkü bence Araz kendi tercih ettiği değil, abisinin ona dayattığı, öğrettiği ve yaşamak zorunda olduğu hayatı yaşamak zorunda kalmış. Ben dizinin başından beri iki yönlü görüyorum. Birincisi çetesiyle gücü elinde bulunduran, onun için savaşan ve aslında başka bir iletişim şekli bilmeyen Araz, ikincisi de Gizem’in yanındaki Araz. İlki işte Nevzat’ın ona dayattığı, bildiği tek yaşam şekli olan kavgayı hayatının merkezine alan çocuk. Havalandırma grubuyla kavga etmesinin sebebi de bu. Aslan grubu kendinden plan başka bir grubu istemiyor, bu kadar basit. Peki ya diğer Araz? İşte o başka. Mesela size bir şey sorayım. Siz hiç Araz’ın bir kadına şiddet uyguladığını gördünüz mü? Aylin ona hakaret etti mesela, gıkı çıkmadı. Ya da Melekle doğrudan hiç kendisi uğraşmadı. Gizem, onu terk edince onun gibilerden alışkın olduğumuz “Ya benimsin, ya toprağın” lafları da yoktu. Onu geri almaya çalışma şeklini tasvip etmiyorum ama sandığımız kadar da beter olmadığını düşünüyorum. Hatta Gizem ona iyi geliyor. Evet Gizem’le Mert ayrılsın diye yaptığı çok yanlış ancak bunu da çok abartı bulmadım ben. Araz’ın diğerlerine yaptıkları kötü ama Gizem’le nedense daha iyi birine dönüşebilir ki ben bunun da Sadi ile olacağına inanıyorum. Ölü Ozanlar Derneği’ndeki gibi, Araz ve onun gibilerin ruhunu anlayan Sadi Payaslı belki de bu çocukların tek umududur ha, ne dersiniz?

Sadi sadece öğrencilerinin değil, bir çok mağdurun da umudu olmaya devam ediyor. Mahalledeki çocuklara kurduğu sünnet düğünü bence çok özel bir hareketti. Kaldı ki Songül bile ona bir kez daha aşık olduysa, şaşırmam. Mahalledeki yetim çocukların imdadına yetişen Sadi, yanı başındaki yetim bir kadın olan karısının da hayranlığını yeniden kazandı. Ama Songül ona minnet dışında gururla da bakıyordu. Bir zamanlar insanların kabusu olmuş bir adamdan ikinci şansıyla dönüştüğü kişiye, aslında hep olmak istediği özüne dönüşüne şahit oluyor. Ve daha da güzeli tüm bunlar için Sadi’nin tek ilham kaynağı da karısının ona gösterdiği bir tebessüm o kadar. Hayatınızda daha romantik bir şey gördünüz mü?

Ben de görmemiştim ki son sahneyi izleyene kadar. Sadi, düğün sırasında Songül’ü izleyenleri görünce eline bir beyaz mendil alarak karısını çeken o fotoğraf karesine poz vererek girdi. Şimdi normalde beyaz mendil pes etme olarak algılanıyor olsa da bir anlamı daha var. Liderlik, kontrolün kendisinde olduğunu gösteren bir baş kaldırıdır, bu. Sadi pes etmez. Hele hele söz konusu Songül Payaslı’ysa asla pes etmez. Kendi aşkını baş kaldırı ve tutkuyla kazanan adam, düşmanlarına hiç acımaz, benden söylemesi….

Bu haftalık da benden bu kadar arkadaşlar. Haftaya sevgili Ela koltuğunu geri alacak. Sürç-i lisan ettiysek affola, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Gelsin Hayat Bildiği Gibi,8.bölüm)

Hayata her zaman başka çerçevelerden bakmamız gerektiğini, yaşananların her yerde çok farklı anlamlar ve sebepler içerdiğini biliriz çünkü. Bu sebepten dolayı gözlerimizi bu sefer Olimpos’tan çeviriyoruz. Yüce Olimpos Dağı’nın zirvesinde yaşayan tarihin en enteresan çifti Zeus ve Hera’ylayız. Hepimiz biliriz ki Zeus tanrıların tanrısıdır ve oldukça güçlüdür, herkes ondan korkar, sesini bile çıkaramaz tek bir kişi hariç Hera. Hera tarihte görebileceğiniz en güçlü kadın figürlerinden biridir öyle güçlüdür ki kocası Zeus’u devirdiği bile olmuştur ki Hera’nın iktidarı her zaman kocasınınkinden fazladır. Hera dendiğinde hepinizin aklına büyük ihtimalle sadece “kıskançlığı” gelse de derinlerde Hera’yı Hera yapan bambaşka güçler vardır.

Hera, oldukça zeki, çok güçlü, çok inatçı, Olimpos’un ise en güzel ikinci kadınıdır. Zenginliğini anlatmaya kelimeler yetmezken bu zenginliğin kendisine getirdiği gücün farkında olan Hera ağırbaşlı ve vakur bir kadındır aynı zamanda. Bu saydığım özelliklerin yanında inanılmaz kinci ve kıskançtır ki Zeus gibi bir adamla evli olup da öyle olmamasını beklemek çok saçma olur. Zeus’un çapkınları malum bunlara rağmen Hera kocasına oldukça sadıktır, aşıklarını hep reddeder. Zeus, Hera ile evlenebilmek için küçük bir oyun oynar ve kendisini kuşa dönüştürür durumu anlayan Hera, isteğini kabul edeceğini ancak kendisiyle evlenmesi gerektiğini söyler. Keskin bir zekası olduğunu söylemiştim bu zeka ve intikamcı yapısından dolayı kocası Zeus bile kendisinden korkar. Korkmasına korkar da yine de bildiğini okur ve sonra Hera’nın gazabından payına düşeni alır. Hepimizin bildiği o meşhur savaş Truva bile Hera’nın kıskançlığı ve kindarlığı yüzünden ortaya çıkmıştır. Hera bekler bekler ve en uygun zamanda intikamını alır. Zeus ve Hera dünyada bulunan tüm kadın ver erkeklerin tüm olumsuz özelliklerinin vücut bularak tanrısallaşmasına benzer. Sürekli bir savaş ve inatlaşma halinde olan bu karı koca yine de birbirlerinden kopamazlar tanıdık geldi değil mi? Tıpkı sürekli didişen ve inatlaşan Sadi ve Songül gibi.

Nefeslerin tutularak izlenmeye başladığı ilk sahne de aslında o kadar güzel mesajlar var ki sadece sakince düşünmek gerekiyor. Geçen hafta sizlere Sadi ve Yaver’in asker arkadaşı olduğundan şüphelendiğimi söylemiştim ve bu hafta bunun doğru olduğunu öğrendik Emin Onbaşı… Bu kesin bilgiden sonra omzunda kan grubunun dövmesi olduğu bilgisini elde ediyoruz ki bu kilitli kasanın şifresi için büyük ipucu, neden mi? Normalde herkesin bildiği gibi bu tür bilgiler künyelerinde yazar askerlerin ancak bordo bereliler, mavi bereliler, komandolar da durum farklı olur vücutlarına dövme olarak da yazılır çünkü gizli görevde olabilirler, patlama da çatışma da künye zarar görebilir bu durumda en net çözüm dövmedir. Bu çok ama çok önemli bir nokta. Emin mafya olmadan önce de oldukça önemli bir konumdaymış ve görev esnasında yaralanıyor. Bu konumda olan görevi için belki de canını ortaya koyan Emin ne oldu da bu yoldan ayrılıp mafya oldu?

Nasıl mafya olduğu hususunda tartışılacak konular fazla olsa da Sadi’nin artık kalbinin kime ait olduğu çok net ortada diye düşünüyorum. Hastalandığı anlarda ilaçların etkisiyle uyuyakalan Sadi Payaslı uyuyakalmadan önce karşısında gördüğü eski sevgilisini değil de Songül’ü sayıklayarak uyanması bu tartışmaları da bitirdi bence. O sahnelerde sizleri bir çok şey rahatsız etse de Sadi’nin asker geçmişi ve hayatındaki kadının kim olduğunun artık net bir şekilde vurgulandığını düşünüyorum ben. Zira birinin kalp atışlarını steteskopla dinlemeden duymaya çalışan, Songül bir kere gülünce iyileşen bir çift varken ortada çok da fazla tartışmamıza gerek yok sanırım, değil mi? Sadi geçmişini geride bırakırken yeni duygularıyla gelişiyor, değişiyor ve sanırım yakında sadece Songül’ün aşina olduğu bambaşka bir adama dönüşecek. Bunun en bariz örneği Sadi artık hayatına tek başına devam etmek istemiyor, var mı daha ötesi?

Zaman içinde herkes ve her şey değişime uğrar ki bu zamanın ne kadar uzun ya da ne kadar kısa olduğunun da bir önemi yoktur aslında. Sadi şu an da içinde bulunduğu hayata öyle hızlı adapte oldu hatta öyle çok benimsedi ki bir gün önce kurşun yemesine, dikişleri taze olmasına rağmen “Okuluma, çocuklarıma gideceğim. Çocuklarım bensiz ne olur?” diyor ilk bakışta basit bir cümle olsa da anlamı ve hissiyatı çok derin. Sadi sanki yıllardır öğretmenmiş gibi benimsemiş bu hayatını, geçmişini silmiş bugünü ve yarınına odaklı yürüyor yolunda. Öğretmenliğini benimseyiş şekli okula gidemediği sürede bile insanların yokluğunu hissedeceği boyutta. Sadi bir zamanlar ne yaşadı ya da onun bugünlere bu denli bağlanmasını sağlayacak ne badireler atlattı bilmemiz çok mümkün olmasa da artık “Emin” olmaktan vazgeçtiğini net olarak söyleyebilirim. İçinde taşıdığı bu hayatını ve tabii ki bu hayatın içerisindeki en kıymetlisi olan Songül’ü kaybetme korkusunun yanı sıra bir de onu koruyamama korkusu eklendi iyi mi? Sadi’yi belki de Songül’e karşı en sert haliyle gördük ama bir bakın ki Sadi ne yaptıysa Songül yanında sapasağlam olsun diye yaptı.

Sadi’nin ikinci hayatı onun için bir elmas kadar kıymetli, bir ipek kadar narin. Onu hep korumaya çalışsa da aslında bu sahip çıkmaya çalıştığı hayatı sadece kendisi için sevmiyor. Onu da tek kişilik değil iki kişilik yaşıyor. Hayatında ki bu ikinci şansın merkez noktasında Songül var. Her ne kadar ben bu romantik sözleri söylesem de Sadi alaturka bir adam. Öyle çat çat seni seviyorum diyemiyor ama artık içindeki duyguları da bastıramıyor. Songül güvende olsun diye çabalarken onun sürekli hayatını riske atması Sadi’nin kırmızı alarma geçmesini sağladı. Bu hafta ilk defa Songül’e sinirlenen, kızan bir Sadi gördük. Bazılarınız bu tavrına kızsa da Sadi açısından olaya baktınız mı? Sadi korkusundan bu kadar sert davrandı Songül’e çünkü içinde bastıramadığı büyük bir korku var. Songül’ü kaybetmekten deli gibi korkuyor, ona bir şey olmasından, ufacık bir zarar görmesine bile dayanamıyor. O içinde şüpheyle yaşamasın diye kendi kafasına sıkacaktı bu adam basit bir kızma değildi bu. Öfkesinin bir kısmı da kendisine aslında Sadi’nin, karısını koruyamamış olmanın verdiği acı, pişmanlık. Sadi demek Songül demek artık ve onun saçının bir teli için dünyayı yakar tereddüt bile etmeden. Sadi, karısını korumak için bu kadar uğraşırken Songül’ün kendini düşünmeden tehlikeye bu kadar rahat atlıyor olması da hem korkutuyor hem kızdırıyor, aşk işte. Songül her hatasında karşısında yaprak gibi titrerken aslında sevgiye hiç alışık olmadığını da tekrar görmüş oldum. Adam onu koruyamadığı için sinirlenirken, Songül hata kovalıyordu. “Dokuz canım olsa dokuzunu da senin için veririm” bir aşk ilanı, bir sevgi yansıması olsa da Songül’ün bunu anlaması biraz zaman alacaktır. Zira şu aşamada iletişim kurma noktasından çok uzaktalar. Sadi Songül’ü güvende tutma hususunda, Songül de Sadi’nin hayatını kendi hayatı önüne koyma hususunda takılı kaldıkları için karşılıklı olarak birbirlerini yıpratmaya devam ediyorlar.

Sadi kendi içinde koruma, kaybetme, korku duygularıyla boğuşurken Songül kendi içindeki kaosta kaybolmak üzere. Sadi’yi kanlar içinde gördüğünde bir travması tekrar ve ağır bir şekilde tetiklendi, arabası denizden çıktığında kızarak korkusunu belli eden Songül bu sefer açıkça onu kaybetmeye dayanamayacağını söyledi çünkü içindeki ilk savaş bitmiş ve duygularını kabullenmişti Songül. Sadi’ye aşıktı ve bunu artık inkar edecek gücü yoktu, sevgisini yeni yeni kabullenen bu genç kadın şimdi sevdiği adamla sınanıyordu. Farkındaysanız normal de Sadi, Songül’e bu kadar sert yapsa Songül’de aynı tonda sert çıkardı ama biliyordu içten içe kocasının haklı olduğunun, kendi de iki kere Sadi’yi kaybetme korkusu yaşamıştı ve benzer tepkiler vermişti. Bu yüzden kendini anlatmak için, affettirmek için çabaladı ve içinde bulunduğu keşmekeşten onu üç olay çıkardı ki bence en büyüğü gördüğü kabustu. Tıraş sahnesinde kolu yüzünden tıraş olamayan kocasını görmesi ilk darbeydi çünkü o Sadi’yi yanında hep dimdik, sapasağlam ve güçlü gördü böyle olmasının da kendisinin suçu olduğunu düşündü. İkinci darbeyi ise okula gitmek için yaşadığı heyecan ve kapıda yaptıkları konuşmaydı. Ve son darbe olan kabusa gelirsek adım kadar eminim ki Sadi’ye bir şey olduğunu gördü ki gitti nefesini ve nabzına baktı Songül anlamıştı, kocası bu hayata, ikinci şansına sıkı sıkı sarılmıştı ve kendisi onu korumakla yükümlüyken aksine daha çok tehlikeye atıyordu. Artık acıda olsa bir şeylerin farkındaydı Songül, Sadi’ye zarar veriyordu.

Sadi, Songül için tek bir özne değil hayatında ki. Songül için Sadi yeri geldiğinde babasının yanında ki gibi güvende hissettiği yer, kimi zaman sohbet edip eğlenebildiği arkadaşı ve yeri geldiğinde de sevdiği adamdı, bir den çok özneydi yani ama Songül anne ve babasını kaybettikten sonra kendine tek bir amaç edinmiş o da bu olayı çözmek. Bunun için polis olmuş, her tehlikeyi göze almıştı bu yüzden işin sonunun iyi bitmeyeceğini düşünüyordu, Songül bu cinayet çözmek için belki de hayallerini yaktı ve bu amaca odaklanarak tek bir sebeple yaşadı  şimdi ise Sadi ona başka bir sebep verdi kendini. Girdiği bu yol oldukça tehlikeliydi ve Sadi’nin yanında kalarak onu da tehlikenin ortasında bırakıyordu. Songül, Hera demiştim ya işte bu yüzden bir yanı güçlü, inatçı kafasına koyduğu işi bitirmekte kararlı sonu ne olursa olsun ama bir yandan da sevdiği adamı korumak için ondan vazgeçecek kadar fedakâr. Ne kendine yıllardır verdiği sözden vazgeçebildi ne de aşkından, gitmek her zaman vazgeçmek değildir bunu unutmayın.

Benim modern dönem Zeus’um ve Hera’m aslında öyle güzel, öyle naif bir aşk yaşıyorlar ki bizi de bu çekiyor onlara. İkisi de birbiri için birden fazla anlam içeriyor önce hayatları karıştı birbirlerine zamanla da kalpleri karışıp bir oldu. Sadi hayatındaki en büyük ikilemleri, geçmiş ve bugün arasındaki korkularını yaşarken bir de başına Songül’ün incinmesi korkusu çıktı iyi mi? Yeni hayatına bu kadar bağlıyken o hayatı Songül’süz yaşamak istemediği için okul ve karısı arasında gidip gelirken, üstündeki ahla da yaşamaya çalışıyordu. Sadi o gülü verirken ” Beni korumak istiyorsan, kendini koru!” dedi. Aslında bu cümle net bir şekilde ” Senin canın, benim canım” demenin başka bir versiyonuydu ve Songül de bunu anladığı ve daha da fenası ailesinin intikamı, Sadi ve ona vereceği zararı düşünürken duygularının altında küçüldü, minicik kaldı. Halbuki bu korku bedenine düşmeden kendince ne de güzel gösteriyordu sevgisini. İlk defa kocasına sütlaç yaptı mesela , mutlu olsun diye, gece boyu başında bekleyip ateşi çıktı mı, ağrısı var mı? Korkusuyla yaşadı Songül gibi güven sorunu olan kadınlarda açıkça söyleyemezler sevgisini ama “Kocama sütlaçta mı yapamayacağım ya” diyerek itiraf eder.

Songül sevdiklerine zarar vermektense Ikarus misali güneşine uçup, kanatlarını yakıp, kendini yok edecek kadar sevdiği insanlara tutunan bir kadın.  Songül bu yola öyle bir baş koydu ki oradan sağlam çıkmayı dahi düşünmedi. Bir tarafta kocasına sütlaç yapan bir kız olsa da içinde yanan aleve de engel olamıyor. Bunu şu bombalı arabada net olarak gördük. Sadi’nin “Deli karım” dediği kadar var. Ailesiz büyümek Songül’de ne kadar derin bir yara açtıysa artık, bu yolda ölür ama geri dönmez diye düşünüyorum. Zira aslında Songül’ün geçen bölüm Sadi ile vedalaşmak için araması, bu hafta bombalı arabada olmak istemesi gibi durumlardan zaten bu savaştan sağ çıkmak gibi bir niyeti olmadığını da ortaya koydu. Bugüne kadar da etrafını azalta azalta bu şekilde yürümüş ama bu sefer kolay değil. Sadi onu yalnız bırakmıyor, onunla ölüm arasında dimdik duruyordu. İşte bu sebepten Songül sevdiği adamı bırakmak zorunda çünkü girdiği yolda başka bir ihtimal düşünmüyor. Sadi yaşasın diye mücadelesini vermek için arkasına bile bakmadan çekti, gitti…

Sadi ve Songül akıllarına bile gelmeyecek şekilde birbirlerinin hayatlarına karıştılar. Bu son oalnlara kadar geldiği gibi yaşasalar da Songül Sadi’nin yaptıklarının ardından, Sadi de karşısında her olayda kuş gibi çırpınan karısını görünce aşk da sevgi de kendini belli etti ama Songül’ün içindeki ateş onu damla damla tüketiyor. Ne yaparsa yapsın buna mani olamadı ve bu durumun sevdiği adama zarar vereceğini düşünen Songül tüm hislerini bir mektuba akıtarak Sadi’nin kalbine akıttı. Sadi’nin sevgisini açıkça söyleyeceği an gelecek ama henüz değil çünkü Sadi üstünde bir “ah” olduğunu ve bundan dolayı da Songül’ü mutlu edemeyip, üzmekten korkuyor. Vicdanını tamamen temizlediği an Sadi tüm varlığıyla Songül’ün ruhunda, hayatında ve kalbinde olacak, ellerini tutacaktır bundan şüpheniz olmasın.

Sadi ve Songül kendi dünyalarında yan yana başladıkları yolda şimdi kol kola yürürken üstlerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan Derya faktörü var. Söylediklerimin hâlâ arkasındayım Derya’nın iyi bir kadın olduğunu yaptığı hareketlerden dolayı artık düşünmüyorum. Derya’da kontrolcülüğün dışında tehlikeli derece de bir benmerkezcilik var ve açıkça söylüyorum ki Derya, Sadi’yi sevmiyor. İçinde sadece kin, hırs ve öfke var. Sevmediğinden ilk olarak Sadi’nin kaza yaptığı sanıldığı anda şüphelendim çünkü aşırı sakindi ama bu bölüm adam kan kaybederken laf sokmakla uğraşmasıyla emin oldum. Sizi terk edip gitse de eğer bir adamı hâlâ seviyorsanız orada Derya’nın yaptığı hareketleri yapmazsınız, Songül kendinden geçmiş şekilde korkarken Derya ne yapıyordu?.. Derya’nın sözde kırdığı potlarda yalan kadınca bir hisle bilerek onları söyledi, Songül o an korkudan kendini kaybetmiş olmasa o söylediklerinden işkillenirdi, hangi kadın olsa şüphelenir ki amacı buydu. Derya’nın onlara yardım etmesinin sebebi de ona borçlu kalmasını istediğiydi böylece Sadi’yi daha da huzursuz edecekti. Sevdiği adam ölümden dönmüş olacak ve bir kadın arkadaşıyla evde onunla kendisinden yardım isteyen Songül’ün travmalarını gayet hafife alarak dondurma yiyerek dedikodu yapacak, ben böyle bir aşka inanmam kusura bakmasın.

Bu konuda değinmek istediğim bir diğer önemli nokta ise şu. Ben Sadi’nin, Derya’yı anlatmamasını anlayabiliyorum. Sadi hâlâ onu sevdiği için anlatmamazlık yapmıyor geçmişte kalan bir şey yüzünden Songül’ü kaybetmekten, gitmesinden korkuyor ki bu korku mektupla terk edilmesinden sonra daha da artacak. Peki Derya neden susuyor? Tamamen Songül’ün onu arkadaşı olarak görmesi bazı sebeplerden işine geliyor çünkü içinden “bende olmayıp onda olan ne?” sorgulamasını rahatça yapabiliyor. Derya çok tehlikeli olsa da ondan daha etkili olan arkadaşı olan kadın. Meltem’in düşünce yapısı çok ama çok tehlikeli bu kıza karşı tetikte olmak lazım. Bu olay gün yüzüne çıktığında Songül’ün gazabı büyük olacak ama belki sakinleştiğinde Sadi’nin korkusunu anlayacak lakin Derya’nın salak yerine koyup kandırmasını asla anlayıp kabullenemez ve Derya bu durumda iyice küçülecek karşısında. Sadi ve Derya arasında tek bir bağ var o da Mert, onun dışında hiçbir şey yok, olamaz da.

Mert aynı babası gibi kendine verilen bu ikinci şansı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışırken ablası yüzünden Gizem ile içine düştükleri bu durum kafasını iyice karıştırmış durumda ve içten içe onu tüketiyor. Mert, onları bu duruma getirenin ablası olduğunu öğrendiğinde ikili arasındaki bağ kopma raddesine girecek büyük ihtimalle çünkü Mert artık son kaçış rampasında. Kan kanı çekiyor dedikleri bu olsa gerek Mert giderek Sadi’yi daha çok seviyor ve yakın görüyor. Ablasının bu tavırları da sanki onu daha çok yakınlaştırıyor gibi Sadi’ye.

Şimdi demeyeyim diyorum ama Gizem, Mert ve Sadi Songül benzerliği sizin de dikkatinizi çekti mi? İki kadın da sevdikleri insanlar için kendilerini ateşe attı. Songül gitti, Gizem Araz’ın elini tuttu. Bir şey demek istemesem de bu iki adamın benzerliğini de artık görmeden edemeyeceğim. Sadi Songül’ü geri alır da Mert için bu o kadar kolay olmayacak gibi, siz ne dersiniz?

Bu arada bu hafta bir Araz’dan biraz bahsetmek istiyorum. Karabayır Lisesi’nin asi ve kötü çocuğu Araz’ın güce olan tutkusu bence onun nasıl biri olduğunu anlamamızı engelliyor. Gizem incinmesin diye kendini yakacak kadar seven birinin bu kadar kötü olmasını güçle açıklayabiliyorum. Ancak Mustafa Açılan’ın yarattığı Araz’a bayıldığımı söylemek zorundayım. En başta biraz uzak olsam da bölümler ilerledikçe, Araz açıldıkça en keyifle izlediğim karakterlerden oldu. Bunda oyuncunun da büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Emeklerine sağlık olsun o zaman, böyle devam.

Yazımın sonuna gelmeden önce söylemek istediğim bir şey var. Melek konusuyla ilgili düşüncelerimi iki haftadır yazıyorum o yüzden bu hafta bir şey söylemeyeceğim çünkü değişen bir şey yok ancak bu işin sonunda Celal hakettiği cezayı almazsa o zaman gerçekten susmam bu tür olaylardan toplum olarak yeterince canımız yandı, yanıyor çünkü. Bu olaya Sadi ne zaman dahil olacak ve Celal’ mor reçetesini yazacak merak ediyorum.

Bu hafta şahane sahneler izlediğimiz, çok güzel bir bölümü geride bıraktık. Özellikle de ekranlarda yeni bir trio dönemi başladığını da gururla söylemem gerekiyor. İzlerken kahkahalarıma engel olamadığım, çok özel sahneler izledim. Umarım dizimizde Yaver’i daha çok görürüz , çünkü kendisi artık dizinin en büyük enerji kaynaklarından biri oldu bence.

Haftaya tekrardan görüşmek dileğiyle, umutla kalın.

Sana İnanıyorum Sadi (Gelsin Hayat Bildiği Gibi,7.bölüm)

YAZAR: A. Ela ERDOĞDU

Ağlayarak gözümüzü açtığımız bu dünyada hepimizin amacı mutlu olup bir daha ağlamamak bu yüzden de hep kendimizi merkeze alarak idame ettiriyoruz hayatımızı. Herkes her zaman “önce ben” demesine rağmen iş başkalarına akıl vermek istediğinde “önce o” demeyi nasihat veririz. Yüzyıllardır böyle bu durum ve sizde bu duruma çok fazla tanık olmuşsunuzdur, hepimiz bu cümleyi çok fazla duyduk “Önce ben değil sen de evladım” . Bizlere hep kendimizden çok başkalarını düşünmemiz gerektiği ancak böyle mutlu olabileceğimiz söylendi çünkü bencil olmak mutsuzluk getirirdi ki bana sorarsanız çok da doğru bir düşünce yapısı değildir bu. Sürekli kendini geri plana atan, kendinden önce başkalarını düşünen kişiler zamanla kendi bireysel benliklerini kaybederler, kendileri için değil başkaları için yaşamaya başlarlar bu hayatı. O yüzden belki de bugüne kadar duyduğunuz tüm cümlelerden farklı bir cümle kuracağım sizlere “Önce ben” deyin çünkü kendinizi mutlu etmez, kendinizi önemsemezseniz ne başkasını mutlu edebilirsiniz ne de kendi varlığınızı koruyabilirsiniz bu hayatta. Kendinizi geri plana ata ata zamanla birilerine bağımlı hâle gelir ve tıpkı Ayın, Dünyayı takip ettiği gibi birilerini takip edersiniz. Kendinizi bu hâle getiren sizsinizdir çünkü size hayatınız boyunca başkalarını daha çok düşünmeniz öğretilmiştir.

Kendinizi unutmanıza bazen insanlar bazen yaşadığınız bir olay sonucu dönüştüğünüz benliğiniz neden olur. Öyle bir an gelir ki herkes bu yol ayrımında kalır bu dediklerimden başkalarını asla düşünmemeniz gerektiğini çıkarmayın. Önemseyin, önemseyin elbet ama bunu yaparken kendinizi unutmayın demek istiyorum tıpkı Sadi gibi. Sadi hayatının bu zamanına kadar sadece kendine odaklı yaşamış bundan şüphe elbette yok ama artık hayatında kendi kadar önemsediği hatta çoğu zaman kendisinin bile önüne koyduğu biri var artık “Songül”. Sadi için şu an karısından daha önemli hiçbir şey yok.

Bölüme büyük gerilimle başladık hem de öyle böyle değil o fotoğrafta bir şeylerin olduğunun ve kesinlikle bizim sandığımız gibi bir şey çıkmayacağını söylemiştim geçen haftaki öyle de oldu ama Songül’ün tepkisini Sadi gibi ben de beklemiyordum açıkçası. Songül onla konuşmak isteyince ve “geçmiş” deyince Derya ile ilgili bir konu olduğunu düşündü çünkü bu durumun bir saatli bomba olduğunun gayet farkında ama bomba başka bir yerden patladı. Karısının içinde bulunduğu durumu farkındaydı bu yüzden soğukkanlı ve sakin kalmaya çalıştı ve gözlerine bakarak çok net bir şekilde “Ben yapmadım” dedi. Songül’ün aklı devre dışıydı Sadi’yi duymuyordu. Hem nasıl duyacaktı ki? Songül’ün içerisinde bir yerlerde anne babasına özlem ve onların kendisinden koparılmasına dair duyduğu bir öfke var. Özel hayatını, benliğini unutarak yıllardır bu sırrın peşinde debelenirken belki de hayatında en güvendiği insan olarak gördüğü, aşık olmaya başladığı adam ailesinin katledilmesinin sebebi olabilme ihtimaliyle karşısına çıktı. O anda Songül’ün kulakları sağır oldu, vicdanı sustu. Kalbi bile Songül’e sözünü geçiremedi. Sadi ne yapsa, ne dese kar etmeyecekti zaten. Defalarca masum olduğunu söylemesine rağmen Songül’ün inanmayıp silah çekmesi üzerine dimdik dikildi karşısına yetmedi kendi silahını kafasına dayadı bu aslında Sadi’nin kalbindeki Songül topraklarının giderek nasıl büyüdüğünün işaretiydi. Sadi arkasını dönüp odasına gidebilir, evden çıkabilirdi ama o yapmadı, karısının ona güvenmediğini görmek onun için ölüm gibiydi. Sadi’nin bu hareketinde tek motivasyonu vardı: Songül’ün iyi olması. “Beylik tabancanla birini vurursan sicilin yanar!” sözü basit bir şey değildi. Sadi ya da Emin ya da her ikisi de Songül’ün kendisine zarar vermesine izin veremez. Songül o tetiği çekse birincisi sevdiği bir insana ne olursa olsun zarar vereceği için kahrolacaktı ama daha da önemlisi Sadi’den sonra Songül’ün hayatı da kararacaktı.  Sadi her iki duruma da izin vermeyerek kontrolü eline aldı. Kendi toplu tabancasını çıkardı ve kafasına dayayarak rulet oyunu başlattı. Rulet enteresan bir Rus oyunudur. Ortaya koyduğun amaç uğruna tek toplu silahla ölümüne oynarsın. Sadi de kendi oyununu kurdu. Burada oyunun amacı Songül’ün güveniydi ve bunu hayatı pahasına kazanacaktı. Sadi aslında Songül’ün kendisine asla güvenmediğini hep biliyordu. Hem nasıl güvensin ki? Sadi’nin geçmişi ortada ama bu oyunla o güven konusu kapandı. Songül kendisine inansın diye hayatını ortaya koyan adama nasıl güvenmeyecekti? Güvendi, inandı ve aslında Sadi orada kurşunu değil Songül’ün kendisine güvenini yerine getiren, onu yeniden kendi Songül’ü yapan kadını geri aldığı için öptü ve Sadi sadece karşısında korkarak, ağlayarak “Sıra bana mı geldi?” diyen kadın gülsün diye bile hayatını gözünü kırpmadan feda ederdi. Sadi için artık bu konu kapandı ve varlığının tamamını karısına adadı, aksini düşünmüyorum bile.

Sadi öyle çok seviyor ki kaybetmeyi asla göze alamıyor ama bu konunun Songül için ne kadar önemli olduğunu daha net anladı. Bu konu onun için ne kadar önemli olsa da kendi hayatında çözmesi gereken daha önemli konular var çünkü “Yedi Emin” bulundu. Bir kişiyi ortadan kaldırmaları artık güvende olduğunu değil aksine büyük tehlikenin daha da yaklaştığının kanıtı. Sadi tek başına olsa bu adam onun için dert bile değil. Yanında Yaver’i var, halleder geçer. Ancak artık karısı, öğrencileri ve beyaz bir hayatı var. Emin’le gelen karabasanları da o hayatın içerisinde istemiyor. Onlardan Sadi olarak kurtulamayacak ve elbette Emin’le birlikte Yaver’e de bu dönemde her şeyden çok ihtiyacı var. Songül’e söylemesi gerekir ama onu tehlikeye atmaktansa ölmeyi yeğler Sadi, bu sebeple bu olayı bildiği gibi çözecek. Yaver yeniden Payaslı’nın yanında ama bu ikisi size de bir enteresan gelmedi mi? Arkadaşlar çok dostluk gördüm de böylesi ilk kez çıkıyor karşıma. Yaver ve Emin arasında sarsılmaz bir güven var, bir an bile tereddüt etmiyor ikisi de. Sadi Payaslı’nın hiçbir repliğinin öylesine yazılmadığı aşikâr. Herkes gibi benim de kafamda birçok teori var bunlardan biri Emin ve Yaver’in asker arkadaşı olduğu çünkü birbirine canını defalarca emanet eden insanlar ancak böyle bir güvene sahip olabilir.

Sadi için bu bölüm bazı ekmek kırıntılarının önümüze atıldığı bir bölümdü. En önemli soru da şu: Bir insan nasıl gençlik yıllarını hatırlamaz? Ben şahsen on tane bebek arasından kendi resmimi bulurum ama Sadi bulamadı. Bu sebeple Sadi’nin hayatının bir döneminde başına bir şey geldiğini ya da bir dönemi nasıl başardıysa resetlediğini düşünüyorum. O dosya gelene kadar adam gibi bir veri yoktu elinde.  O zaman bu adamın hafızası yad a baş ağrısıyla ilgili durum nereye bağlanacak? Orasını merakla beklesem de asıl irdelemek istediğim konulardan biri Sadi hiç bir şekilde Songül’le paylaşım yapmıyor. Onu koruyan bir polis olmasına rağmen hem de çünkü Songül’ü polis olarak değil karısı olarak görüyor.  Sadi’nin deşifre olmuş olmasıyla ilgili asıl çekincesinin kendisi olmadığını düşünüyorum dönüp dolaşıp işin Songül’e gelmesi ve onun zarar görmesi kesinlikle daha büyük korkusu çünkü onlar bu evliliğin sahte olduğunu bilmiyorlar ve Yedi Emin’e zarar verebilmek için de her yolu deneyecektirler o yüzden Sadi peşindeki bu adamlarla ilgili sorununu çözmeden başka bir konuya yoğunlaşmak istemiyor ama karısını da savunmasız bırakacak değil ona hissettirmeden koruma kalkanını kurdu bile. Özel hayatı bu kadar çetrefilliyken okulda da sorunlar bitmiyor beş gelincik şu an Sadi’nin kanatları altında ve hocaları olarak Sadi elinden geleni yapıyor.

Sadi cephesinde işler bu haldeyken Songül’ün cephesinde işler çok daha zorlaştı. Ailesinin ölümün cinayet olduğunu çözmüşken Sadi’yi o fotoğrafta görmek onu darmaduman etti zira bunun olmuş olması demek güvendiği bir dağın daha batması demekti çünkü Songül güven problemi olan bir kadın.  Sadi’ye hesap sorarken bile içinden “Yapmadım” de diye tekrar ettiğine eminim bunu duydu da Sadi’den ama kendi iç sesi o kadar yüksekti ancak bir tetik sesiyle kendine geldi ve o an artık tamamen kabul etti. Görev sorumluluğundan falan değildi bu durum Songül artık Sadi’siz yapamaz, ona zarar gelmesine dayanamazdı. Her ne kadar ona güvense de ertesi gün bile fotoğraflara bakmaya devam etti ve bu hareketi Sadi’yi de şüphelendirerek ikili arasındaki yakınlaşmayı bir tık daha arttıracak gelişmeyi yarattı. Sadi olay dosyasını inceledi. Bu Songül için çok büyük bir öneme sahip çünkü hayatındaki biri sırf onun için önemli diye bir konuyu araştırıyor ve sırf ona yalan söylemiş durumunda kalmamak için hemen bir açıklama yapıyor. Sonuçta Sadi “ben değilim” demişti ve inanmıştı. Songül’e gerçeği söylediğinde karşılaşacağı tepkiden korkmadan dürüstçe anlatmıştı durumu. Tamam dedi Songül bu adam bana yalan söylemez bunun huzuruyla uyuduğu gecenin sabahında ona teşekkür etmek için yollar düşünmüş ve beceremese de menengiç yapmaya çalışmıştı. Bir diğer taraftan da içinde bir şeylerin planını kuruyordu o kahveye tekrar gitmeliydi gitti de.

Songül benim gözümde Hera gibi bilirsiniz en güçlü tanrıçadır ve tanrıların tanrısı Zeus bile ondan korkar. Çok güçlü ve keskin bir zekaya sahiptir Hera hatta öylesine zekidir ki Zeus ondan gizli iş yaptığını sanar iken Hera her şeyi bilir, zamanını bekler ve bedelini ödetir. Songül’de bir şeyler için bekliyordu ve bekleme zamanı bitti sıra ödeşmekteydi.  Sadi’den öğrendiklerini de kendi öğrendiklerine ekleyen Songül tekrar kahveye gitti artık avına oldukça yaklaşmıştı Songül en azından öyle sanıyordu avcıyken av olacağını bilmiyordu o dakikalarda. Sona yaklaştığını bilerek emin adımlarla ilerlerken kocası tarafından bir koruma kalkanı içine alındığını bilmiyordu. Çok bilindik bir tuzaktır yolu kapatmak ama av, av olduğunu bilmiyorsa bunun tuzak olduğunu bilmez yemi yutar yani ava giderken av olur Songül gibi.

Pusuya düştüğü anda Songül emniyeti aramadı Sadi’yi aradı bu çok önemli bir unsur. Ailesiyle son kez konuşacak vakti yoktu, olmamıştı o yüzden buna izin veremezdi. Tam yolun sonunda olduğuna inanırken karşısında Sadi’yi görmek daha büyük bir sürprizdi. Gerçi o Payaslı’dan ziyade Yedi Emindi o an ama kendisi kim olursa olsun kimse onun sevdiği kadına zarar veremezdi. Sadi ve Songül… İki kırık kalp iki yarım hayat birlikte tam olmaya başladılar. Gülmeye, eğlenmeye ve birlikte ağlamaya. Şu an için birbirlerinden saklasalar da gerçeği sevgileri giderek güçleniyor ve ikisi de birbirini kaybetmekten deli gibi korkuyor. Sadi’nin vurulduğu o anı bir düşünün, kan kaybediyor ama düşündüğü tek şey Songül. Songül için hastaneye gitmeyi bile reddediyor, Songül ise Sadi yaşasın diye mesleğini, hayatını adadığı kariyerini yakmaya razı yeter ki o yaşasın. Birbirini kaybetmekten korkan iki kalp daima birbirlerinden sınanırlar şu an ilk sınavı geçtiler ama ikinci ve en büyük sorundalar “yaşam”. Songül ikinci kez onu kaybetme korkusuyla ve bu sefer her şey gözlerinin önünde oluyor. Birbirinin sınavı olanlar aynı zamanda birbirinin gücüdür bunu da atlatacaklarından şüphem yok.

Songül şimdi çok ince çizgide. Sadi b2 gğn önce onun gülüşü için kafasına silah dayamıştı, tam 48 saat sonra karısı ve kurşunların arasına gözünü kırpmadan girdi. Songül hiç bu kadar sevilmedi biliyor musunuz? O hala uyurken ” Baba biraz daha uyuyacağım ” diyen bir kız çocuğuydu. Sadi’ye bu kadar düşmesi, bağlanması da bu yüzden. Adamın biri o gülsün diye kafasına silah dayıyor, o nefes alsın diye kendi nefesini feda ediyor. Songül aşık olmasın da ne yapsın siz söyleyin.

Sadi ve Songül bir girdabın içinde oradan oraya savrulurken hayatlarının diğer köşesinde Derya giderek büyük bir sorun halini alıyor. İlk başlarda yaşadığı hayat sebebiyle böyle bir kapalı kutu olduğunu düşünüyordum ama özünde iyi bir insan diyebiliyordum maalesef artık diyemiyorum. Bence Derya tam olarak bir ceviz ağacı gibi, bilirsiniz ceviz ağacı büyük, heybetli bir ağaçtır ama bir sorunu vardır ki bulunduğu toprağı zehirler, çoraklaştırır. Derya da bunu oğluna yapıyor, Mert için yaptıklarını artık koruma içgüdüsü ile yaptığına inanmıyorum kendisinde tehlikeli boyutta bir kontrolcülük var. Kendisinin haberi ve izni olmadan oğlunun hayatında kuş uçmasın, onun istemediği hiç kimse ile görüşmesin istiyor ve farkında olmasa da bu tutumu Mert’i içten içe tüketmeye başlıyor. Yıllardır her derdini paylaştığı ablasıyla bir şeyler paylaşmıyor artık ve bu henüz başlangıç. Derya çok büyük ve affedilemez hatalar yapıyor. Gizem’e olan tavrı çok kötü ve kabul edilemez bir kadın olarak genç bir kadını sürekli aşağılıyor. O da oğlu gibi babasız kalmış, hayatın içinde ayakta durmaya çalışan bir kız çocuğu ancak Derya için önemli değil. Onun daha küçük olduğunu, içinde bulunduğu şartların zorluğunu ve ailesini bilmiyor ki tüm bunlara rağmen ondan özür dilemeye gelen kıza müsaade etmiyor. Şimdi anne olarak onu anlamaya çalışsam da kendi çocuğunu korumak, kollamak başkalarını hele de bu babasız olan bir başka çocuk için yapması kabul edilebilir mi bilemiyorum. Kaldı ki kimseye etik değer dersi verecek durumda da değil. Bu kadar doğrucu davutsa ilk iğneyi kendine batırıp, oğluna gerçekleri anlatsın. Nasıl ki Gizem babasına olan sevgisinden bir şeyleri göremedi, aynı şekilde kendisi de korkusudnan anlatamıyor. Gizem hatta daha üstün vaziyette zira ailesinin hatalarıyla yüzleşip, Mert’ten özür dileyebildi. Derya’nın bu noktada daha anlayışlı olması gerek kanısındayım. Çok yanlış bir yolda bu yolda da büyük kayıplar verecek eğer bu düşünce yapısıyla devam ederse.

Her koyun kendi bacağından asılır derler ama bu bölüm pek de öyle olmadığını gördük. Geçtiğimiz haftalarda da söylemiştim ki dizideki gençlerin en büyük problemi aileleri tarafından ciddiye alınmamaları ve özgür birer birey olduklarının kabul edilmemesi. İlk örnek Mert, Derya her şeyin kontrolünün kendi elinde olmasına o kadar alışmış ki Mert’in düşüncelerini sormak aklına bile gelmiyor. Kendince onu koruduğunu sanıyor ama duygu ve düşüncelerini yok sayarak en büyük cezayı yine oğluna çektiriyor. Araz “Kerem” olup bir sürü şey anlattı ve Derya inandı, “oğlumdan ben daha önce böyle bir isim duymadım”sorgulaması bile yapmadı. Mert ve Derya’nın arası böyle böyle açılacak çünkü artık Mert bu durumu kaldıramıyor. Gizem ile ablası arasında sıkıştığının farkında bile değil şu an çünkü Gizem’e suçsuz olduğunu ispatlamış olmanın verdiği huzuru yaşıyor. Gizem ise Mert ile doğruları görmeye başlamışken, gözlerini açmışken annesi ve babasının ona inandırdıkları şeyler yüzünden itham ediliyor bu çok acı verici bir şeydi. Hatasını farkında olan bir genç varken karşısında onu dinlemeyip, kırmak hiç hoş olmuyor. Gizem o an istese Derya’ya birçok cevap verirdi ama geçmişte yaptığı hata ve Mert’e olan sevgisinden susmayı tercih etti. Mert ve Gizem birbirlerini olgunlaştıracaklar ben buna inanıyorum. Bir diğer aile mağdurumuz ki bence onunkilere aile bile denmez Araz. Ben artık bundan kesin olarak eminim ki Araz özünde iyi bir çocuk içinde bulunduğu şartlar onu böyle olmaya itiyor ve kendi de olduğu yerden mutlu değil. Böyle olmak dışında ne yapabileceğini bilmiyor ama kendine rol model alabileceği, rahatça dertleşebileceği kimse yok ki çevresinde aslında Araz çok yalnız. Mert ile olan sorunu ise Gizem tarafından tercih edilmemiş olması bunu kaldıramıyor. Araz da diğer çocuklar gibi bir uçurumun kenarında ve Sadi hocası eminim ki onun da hayatına dokunacaktır. Sadi şu anda tüm ilgisini havalandırma ekibine vermiş olsa da bana kalırsa Araz ve ekibini de kanatları arasına alacaktır, ben bunu çok da zor görmüyorum.

Sadi işte tam bu yüzdn beyaz tarafta kalmalı. Çocuklarının ona ihtiyacı var ama en çok Songül’ün ihtiyacı var. Songül Sadi’siz yapamaz. O bir ailesini bir de Sadi’yi sevdi aslına bakacak olursanız. Bu yolda birlikte yürümeye gizli bir anlaşma yaptılar. Birbirlerini severek, değiştirerek, iyileştirerek ilerliyorlar. Bu sebeple ben kimsenin, ya da bir olayın onların arasına gireceğine ihtimal vermiyorum. Elbet bir şekilde, koşa kovalaya, itişe kakışa yollarını çizecekler.

Yazıma son vermeden önce özel olarak değinmek istediğim bir konu var çünkü izlerken çığlık atma isteği uyandıracak kadar sıkıldım, sıkıldık. Bunu sadece ben değil hiçbir şekilde sosyal medya kullanmayan ve birlikte diziyi izlediğim ailem de söylüyor, hocam artık lütfen şu  Melek konusunu bir yere bağlayalım. Her hafta aynı şey Melek inandırmaya çalışıyor anne inanmıyor. İlk başlarda hak vermesem de anlıyorum demiştim ama bir anne bu kadar ısrarla kızından aynı şeyi duyup hiç mi şüphelenmez hiç mi kurt düşmez içine ya cidden akıl alır gibi değil. Melek konusunun bir nihayete ermesi gerektiği düşüncesindeyim, umarım en kısa zamanda çözüme kavuşuruz.

Zaman Kapsülü (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 6.bölüm)

YAZAR : A. Ela ERDOĞDU

Dünya dönmeye başladığı andan itibaren kendisiyle birlikte içinde yaşayan her bir canlı da bir maceranın içinde buldu kendini. İlk önceliği hayatta kalabilmekti her bir canlının bu duygu üstüne kuruldu her bir istek, arzu, hırs. Freud’u hepimiz biliyoruz modern psikolojinin kurucusu ve o insan beynini id- ego-süperego olarak ele alır. Tabii ki sizlere bu terimleri tek tek anlatmayacağım değinmek istediğim nokta başka.İnsanın baş kaldırısı kendi içinde başlar anlayacağınız kendi içindeki bu savaşı en üst düzeyde kontrol altına almayı başaran kişi sonra hayat ile olan sınavına yönelir. Duyguların sesini kısar aklın sesini ise açar. Tekrar o soru gelir akıllarımıza “kalp mi” yoksa “mantık mı” bu soruya cevap vermek oldukça zor çünkü bu sorunun cevabı yaşadığımız hayatlar tarafından ilmek ilmek örülür. Sizleri bilemem ama ben mantığı her zaman ağır basanlardanım kalbimin sesine pek güvenmem her şeyin bir sebebi olması gerektiğini ve bir amaca hizmet etmesi gerektiğini düşünürüm duygularımın yönetimi tamamen ele almasına izin vermemeye çalışırım tıpkı Sadi gibi ama ikimizde bunu ne derecede başarabiliyoruz bilmiyorum.

Sadi’nin “Yedi Emin” olduğu zamanlarda duygularını hiçe sayan bir insan olduğunu düşünüyorum tamamen akıl yoluyla yürüyordu bu hayatta çünkü içinde bulunduğu o dünya da mantığını kaybetmen demek hayatını kaybetmek demek olabilir. Bundan mütevellit Emin kalbini bir sandığa kitleyip anahtarı da gömmüştü. Anahtarın yerini kendi bile unutmuştu Derya ile bu Sandık çok hafif aralansa da kilidi kırılamamıştı ta ki Emin, Emin olmayı bırakıp Songül ile karşılaşana kadar. Emin ve Sadi arasında sıkışan bu adamı Songül tek hareketle bugünde tutmayı başaran tek insan olduğu için Sadi olarak duygularını biraz daha önemseyen, onları dinleyen bir adama dönüştü.

Songül, Sadi’nin kalbini gömdüğü o sandığı da anahtarı da buldu ve çoktan açtı o kilidi Sadi’de bunun farkında. Farkında olmasının yanı sıra aynı zamanda da tamamıyla bir kabulleniş de söz konusu, artık hissettiği duygularını tamamen kabul etti. MEB’den Sadi Payaslı, Songül’e büyük ve özel bir sevgiyle bağlı bu sevginin de kapladığı alan her geçen gün artıyor. Songül onun yeni hayatının can damarı ve oradan yiyeceği bir darbede tüm hayatı başına yıkılır. Bundan sebep kendini tam olarak bırakması da söz konusu değil. Sadi şu anda mantık ve duyguları arasındaki o ince bağı koparamaz zira geçmiş hayatı bugünü hala tehdit etmeye devam ediyor. Ancak onun korktuğu tek kişi Derya. Onun bugünü tehdit etmesi Sadi’nin canını fazlasıyla sıktı ve bir süre daha bu durumun değişmeyeceğini düşünüyorum. Sadi, bir kadının daha kendisi yüzünden yara almasına tahammül edemez. Hele de bu kadın onu mazisinin karanlık odalarından elindeki ışıkla çıkarmışken, bunu asla yapamaz. Sadi Payaslı karısıyla aydınlıkta kalmak istiyor ama başarabilecek mi?

Sadi’nin geçmişi ve bugünü arasında sıkıştığını, bir arafta olduğunu söylemiştim ya Sadi o arafı geçti, vicdanını büyük ölçüde susturdu. Sadi’nin geçmişi bir kapsülün içinde saklı ama bu öyle hassas bir kapsül ki yere düşerse dağılacak ve her şey ortaya çıkacak. Sadi bunu istemiyor, kurduğu bu yeni hayatı da, Songül ile olan bu durumunu da kaybetmek istemiyor ama Derya bu kapsülü patlatabilecek bir konumda şu an. Şunda anlaşalım ki Sadi, Derya ile yüzleşmekten korkmuyor gayet de güzel yüzleşir onun korkusu bu sevdiği hayatı daha da önemlisi Songül’ü kaybetmek. Derya’dan kaçmak istese başka bir mahalleye taşınalım demezdi, başka bir ile taşınalım derdi. Onun tek derdi sadece bu yeni hayatını korumak değil Songül-Derya yakınlaşmasını önlemek çünkü bu durum saatli bir bomba ve elbet bir gün patlayacak. Patladığında Songül’ün en az hasarla kurtulmasını istiyor çünkü kıyamıyor. Derya’ya karşı hiçbir duygusu olmadığını Mert’e karşı olan tavırlarından da anlayabilirsiniz. Onun kardeşi olduğunu bile bile mutlu bir evlilik hayatı, karısına aşık bir koca imajı çizmekten çekinmedi eğer bir his olsaydı böyle davranmazdı çünkü Mert’in o evde gördüklerini bir şekilde Derya’nın öğreneceğini tahmin edebiliyordu ve bu konuda hiçbir sakıncası görmüyor. Bu hayatında oldukça mutlu ama üç kişi gizli şu an Sadi’nin içinde. Emin’in yaptıklarının vicdan azabını çeken Sadi, karısını kaybetmekten korkan bir Sadi ve merhametli, babacan Sadi.

Sadi’nin bu hafta Gizem için yaptıkları bence çok ama çok özeldi ve bu tabiri caizse Gizem’i ikinci kez ipten alışıydı. Sadi her şeyin farkında, Gizem’in sıkışmışlığının, çaresizliğinin ve savrulmanın ne kadar da yakınında olduğunun. Yalancı bir anne ve yalancı, şiddet uygulayan üstüne üstlük şu an hapiste olan bir babanın elinde giderek kaybolduğunun. O yüzden bu çabası çünkü biliyor Gizem’in okul hayatı bitse önünde çok bir seçeneği kalmayacak heba olup gidecek, bir insan olarak buna gönlü razı gelmiyor, koruyor kolluyor onu. Gizem için aileyle konuşurken “kız çocuğu” olmasının üstünde durması belki bir kısmı şaşırtsa da orada bence alttan alta bir sosyal mesaj vardı. Toplumumuzda maalesef bir kadının tam olarak var olabilmesi için kendi hayatının iplerinin kendi elinde olması gerekiyor eğer ki kendi ayaklarının üstünde tam olarak duramazsan annen, baban, ağabeyin kısacası ailen ve o meşhur elalem tetikte bekliyor olur. Eğer ki Gizem bu olaydan kurtulamasaydı annesi ve babasının yanında savrulacaktı Sadi bunun için elini taşın altına koymaktan asla gocunmadı.

Sadi sadece bunun değil, Gizem’in içine düştüğü aşk karmaşasının da farkında. Mert’i ilgisi, Araz’ın ilgisi, hepsinin farkında. Mert’e olan durum çok göz önünde olmamasına rağmen bunu gözünden kaçırmadı ama Gizem’in kurtuluş bileti bu iki deli oğlanın değil, Sadi hocasının ellerinde. Gizem özellikle de babası cezaevinden çıktıktan sonra çok daha hassas bir çizgide yaşayacak, bu sebeple de Sadi’nin kanatlarına ihtiyacı var. Yoksa Araz gibiler yüzünden daha da sorunlu bir hayat onu bekliyor. Karakolda yaşananlar da bunun ispatıdır diye düşünüyorum.

Gizem ile olan bu olay sayesinde Songül ile Sadi arasındaki bazı gelişmeleri de net bir şekilde görmüş oldum. Songül artık Sadi’ye güveniyor hem de fazlasıyla. Bir konuşma sonunda emniyette işleri oyalayıp ona zaman kazandırdı her ne kadar söyleşende bu olayı çözeceğinden de oldukça emindi. Songül aslında bir kardelen çiçeği bana göre, bilirsiniz kardelen kara ve tüm o zorlu koşullara rağmen çiçek açarlar tıpkı Songül gibi. Anne ve babasını kaybetmiş bir çocuk için şartlar ne olursa olsun hayat kolay olmaz, akıp gitmeye devam etmez ama o tüm bunlara rağmen dimdik durmayı, kafasına koyduğunu yapmayı başarmış bir kadın. Songül öyle güçlü ki, onun nazını çekecek, onunla ilgilenecek kimsesi de yok. Mert ablasıyla olan hikayesini anlatırken birden buruklaşmasından da net görülüyor. Songül’ün gözlerinde şu var :Ben bu hayata tek başıma kafa tuttum,ayakta kaldım. Sadi’nin yaptığı tantuniyi bile yemeden, kendine alması bile Songül’ün tek başına bir şeyleri yapma durumunun net göstergesidir. Bu sebeple de ailesinin ölümünün peşine kendisi düştü. Buradaki ince çizgiyse şu: Songül bu kez tek başına olmak için değil, Sadi’nin geleceği için söylemedi. Aksi halde geçmişinin karanlık sayfaları gün yüzüne çıkarken bence en çok Sadi’ye ihtiyacı var. Zira o içini kemiren soru nihayet cevaba kavuştu. Yıllardır içinde bir şüpheyle yaşayan Songül artık şüphelerinde yanılmadığının farkında. Annesi ve babasının ölümün bir kaza olmadığını çözdü, yalnız başına. Hepimiz “Sadi’ye söylese daha rahat çözerdi” demişizdir mutlaka içimizden ama söyleyemezdi çünkü Sadi ne kadar Songül’ün zarar görmesinden korkuyorsa aynısı Songül içinde geçerli. Bu işin alengirli olduğunun ve Sadi’nin kimliğinin ortaya çıkma riskini göze alamayışından ona güvenmediğinden değil yani. Güven konusunda hiçbir sorunu kalmadı artık.

Songül, Sadi’ye güveniyor. Bu su götürmez bir gerçek artık. Songül için Sadi hayat arkadaşı ve bu konu her şeyiyle ortada. Hep diyorum ya Sadi, eşi olarak kabul ediyor diye, aynısı Songül için de geçerli. Artık bu evlilik kağıt üzerinde olmaktan çok uzaklaşıp, gerçeğe evriliyor. Bakınız kıskançlık müessesesine… Bugüne kadar Sadi Hocanın kıskançlıkların çoğu kez tanık olduk ama bu hafta ilk defa Songül’ün kıskançlığını izledik. Bu artık Songül’ün görevin arkasına gizlenmeden yavaş yavaş kendi içindeki duyguları kabullenişinden kaynaklı. Bir şeyler var ama tıpkı Sadi gibi o da emin olamıyor sevildiğine.Sadi aslında her hareketinde karşı tarafa net sinyaller verse de, Songül bunları henüz anlayamayaz. Songül onunla daha önce konuşacağında Sadi’nin gelmemesiyle ilgili konuşmadı ama net bir algısı oluştu : Beni o şekilde görmüyor. Sadi ne yaparsa yapsın, şu anda bu algıyı kırmasının tek yolu Songül’le açık açık konuşması. Sadi de şu aşamada bu konuşmayı yapamaz çünkü Derya’yı hayatından söküp atmaya çalışıyor. Daha doğrusu Songül’ün hayatından. Sadi’nin bu tavırları şimdilik dikkat çekmese de gerçek ortaya çıktığında Songül ve Sadi ilişkisini dibinden patlatacak kadar güçlü olacak. Dürüstlüğüne aşık olduğu kadını en hassas noktasından vurmak üzere ve işin kötüsü de bunun farkında bile değil.

Sadi, Derya’yı Songül’ün hayatından çıkarmaya çalışırken bu kadının yalnızlığını görmüyor. Kendisinin bile yaveri var ancak Songül’ün dertleşeceği kimse yok. Baksanıza Derya ile iki kere sohbet etti diye arkadaş olarak benimsedi çünkü buna ihtiyacı var, birileriyle bir şeyler paylaşmaya, sohbet etmeye diyeceksiniz ki Sadi ne güne duruyor. Aşk başka arkadaşlık bambaşka, tabii Sadi ile de paylaşıyor bir şeyler ama Derya ile paylaşacakları daha farklı olur. Derya içten içe Songül’ü kıskansa da ona karşı kötü bir davranışı yok çünkü suçlu o değil bunun farkında. Songül, Sadi ile ilgili kendi içinde birçok duvarı yıkarken ona karşı bu sır ortaya çıktığında hepimiz sığınaklara kaçmak zorunda kalacağız çünkü Songül’ün bu hayatta yok sayamayacağı şey ona yalan söylenmiş olması. Belki şu an ona söylenen bir şey yok ama hiçbir şey söylenmediğinden de iki taraf birbiriyle karşılaşmamak için sürekli yalan söylüyor bu durum ortaya çıktığında salak yerine konmuş olmanın ve kalp acısının da etkisiyle bizleri ve Sadi’yi zor zamanlar bekleyecek.

Sadi ve Songül benim için nam-ı değer “Red Kitt ve Düldül” bilirsiniz bu ikili de sürekli atışır ama birbirinden ayrı, birbirlerine sataşmadan duramazlar, tanıdık geldi değil mi? Bu yola çıktıkları andan itibaren her an didiştikleri doğru ki Sadi bundan büyük bir keyif alıyor, Songül ona sataşsın diye her yolu da deniyor bunu da açıkça gördük. İlk başlarda bu didişmeler birbirlerine sinir oldukları için olsa da şimdi tamamen sevgiden, bir şeyleri paylaşmış olmanın getirdiği özel bağdan. İnsan en çok sevdiğine sataşır diye boşuna dememişler sonuçta. Birlikteyken sürekli didişseler de ikisi de bir diğeri yokken onunla ilgili düşüncelerini açıkça ve oldukça samimi bir şekilde dile getirmekten çekinmiyor.
Atanamamış All Copone ve Kara mamba beraber çıktıkları bu yolda en başta ayrı iki yolda yan yana yürürken hayat onların yolunu çoktan bir yol haline getirmiş durumda. Bu yol ayrılır mı bilemem ama çok taşlı ve engebeli onu çok net biliyorum.

Sadi ve Songül birbirlerine çok benziyorlar. İkisi de birbirinin üzülmesine ve zarar görmesine tahammül edemezken Songül’ün, Sadi’nin bulunup ölümün kıyısından son anda döndüğünü duyunca vereceği tepkiyi çok merak ediyorum büyük ihtimalle korkudan deliye döner bu sebeple Sadi söylemez gibi geliyor. Hayat yollarını çok çok önceden birleştirmiş bunu büyük bir şok yaşayarak son sahnede gördük hepimiz. Kabul edelim ki o fotoğrafta Sadi’yi görünce hepimiz neye uğradığımızı şaşırdık ama şöyle bir şeyi gözden kaçırmamak gerekiyor. Birinci bölümden itibaren üstüne basıla basıla Emin’in “Polis ve asker ile asla çatışmaya” girmediğiydi bu önemli bir nokta. Sadi’nin direkt olmasa da dolaylı olarak bu olayla bir ilgisi var ama nasıl? Korktuğumuz gibi bir durum söz konusu olmadığına eminim çünkü Yedi Emin tüm mafya babalarından oldukça farklı bir adam. İşin içinde bir handikapı var ama çözeceğiz.

Yazıma son vermeden önce değinmek istediğim iki husus var söylemezsem gerçekten çatlarım çünkü patlamak üzereyim. Melek olayı resmen bir kısır döngü oldu asla bir arpa boyu yol alamıyoruz sürekli ama sürekli aynı şey ve bu gerçekten biraz sıkıcı olmaya başladı. Artık bu olayın akması gerektiği düşüncesindeyim.

Bu arada bu hafta Devrim Özkan ve Ertan Şaban’ı karşılıklı sahnelerindeki oyunları, birbirlerinin senkronize etmeleri çok iyiydi. Özellikle de Devrim Özkan’ın sahnelerde mimiklerini abartısız kullanışı, Ertan Şaban’ı doğal, akışkan oyunculuğuyla birleşince ortaya seyir zevki çok yüksek sahneler çıktı. Emeklerine sağlık.

Bir diğer husus ise Sadi Payaslı ve 30 Ağustos sahnesiydi tüm samimiyetimle söylüyorum ki tüylerimin diken diken olmasının yanında gözyaşlarımda sel oldu, içimde bir şeyler yandı sanki. Öyle özel ve öyle güzel bir sahneydi ki… Anlatılan hikaye, Sadi’nin anlatışı, arkada dönen Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal’in görüntüleri… Böyle sahneleri izlemeyi öyle özlemişim ki tekrar tekrar kaç kere izledim, ekranlarda böyle bir sahne ne zaman oldu en son bilmiyorum. Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal’e olan ve her geçen gün özlemimizin, sevgimizin ve saygımızın dalga dalga arttığı bu günlerde kalbimizde aynı İzmir’in dağlarında olduğu gibi kalbimizde de çiçekler açtırdı. Bu ülkenin bir genci olarak teşekkürler Gani Hocam ve teşekkürler Gelsin Hayat Bildiği Gibi ekibi…

ARAF (Gelsin Hayat Bildiği Gibi,5.bölüm)

YAZAR: A. Ela Erdoğdu

Bir efsaneye göre insanlar ilk yaratıldıkları zaman birbirini tamamlayan bir küre halinde mükemmel bir uyum içerisindeymiş ama bunu kendine büyük bir tehdit olarak gören Zeus insanları “kadın” ve “erkek” olarak iki yarım küreye bölmüş bu olay sonucunda birbirinden ayrılan bu varlıklar eksik kalmışlar, yaşadıkları süre boyunca kendilerini tamamlayacak diğer yarılarını aramaya başlamışlar. Bundandır hayatının aşkını bulanların “şimdi tamamlandım sanki” demeleri. Aşk.. Öyle çok duyguyu ve oluşu içinde barındırıyor ki bu yüzden çözmesi de yaşaması da oldukça zor. Aşk bir savaş halidir, durmayan, bitmeyen ama ne de vazgeçebildiğin bir savaş. Aklın ile  kalbin savaşı ve hangisi kazanırsa kazansın kaybedenin  mutlaka senin olduğun bir savaş. Hep duyarız bu klasik cümleleri “Onca şeyi yaşayıp nasıl hâlâ o adamlasın”, “O kadını nasıl affettin” vb. uzar gider bu cümleler. Cümleler kalıp değiştirir, özne değiştirir, anlam bile değiştirir belki ama asla cevabı değişmez “Aşk”

Aşk bir karadeliktir asla sırrını çözemezsiniz ki zaten çözerseniz de tüm büyüsünü kaybeder. Kimine göre aşk fedakarlıktı, kimine göre cesaret kimine göre delilik… Herkes kendine göre tanımlayıp yaşıyor aşkını bana gelecek olursanız aşk güçtür. Diğer yarınla birlikte üstüne gelen her şeye kafa tutup direnmektir. Onun için ondan vazgeçmek aşk değildir onun için onunla tüm zorluklara göğüs germeye hazır olmak demektir gerekirse bu uğurda beraber gözyaşı da dökebilmektir tıpkı Songül ve Sadi gibi. Sadi ve Songül birlikte çok zor ve acılarla dolu bir yolda yan yana yol arkadaşı olarak yürüyorlar yani en azından şimdilik bu yoldaşlığın adı hayat arkadaşlığı diyebiliriz. Ancak onları bu derece yakınlaştıran kuvvet ikisinin de her konuda birbirlerine karşı dürüst olmalarıydı ancak bu durum değişiyor. Özellikle de Sadi kanadında sırlar baş göstermeye başladı ve bu Songül gibi zor güvenen bir insan için ilerleyen aşamalarda ciddi sıkıntılara, kritik kararlara sebep olacak bir durum diye düşünüyorum.

Sadi bugüne kadar hiçbir konuda hiçbir duygusunu ve fikrini Songül’den gizlemedi ama bunu yaparken de onu incitmemeye oldukça özen gösterdi. Ben Sadi’yi içinde bulunduğu o sıkışmışlığı ama en önemlisi de vicdan azabını çok net anlıyor ve görüyorum. Sadi şu an kendi yarattığı cehenneminde yani geçmişinde büyük bir ateşin ortasında hem de tam bu ateşten çıkmak üzereyken ki böyle bir durumda çektiği acı daha büyük oluyor. Sadi vicdan mahkemesinde hayatının en büyük yüzleşmesini yaşıyor ve kendine en ağır cezayı vereceğinden hiç şüphem yok zira kendine çok acıması olan bir karakter değil kendisi. Sadi eski hayatını yaşarken en sevdiği insanı geride bırakarak bir hayatı tercih etti. O hayatın içine sokamayacağını düşündüğü kadını korumak için bırakmış olsa da, hayat tercihlerimizle şekillenir. Emin, Derya’yla mutlu bir hayatı tercih edebilirdi ama yapmadı. Belki buna bin tane sebep sunulabilir ancak Emin’in istediği an o hayattan nasıl sıyrıldığını gördüğümde çok da imkansız olmadığını anladım. Bir zamanlar Derya ve yaşadığı hayat arasında kalan Emin o karanlık dünyayı tercih ederek Derya’dan uzaklaştı. Seneler sonra yeniden tertemiz bir sayfa açmaya karar verdiği kavşakta karşısına çıktı ve aslında bu hayatın bir hesap kesme biçimidir biliyor musunuz? Temiz sayfa açılabilir ancak orada yeni bir hayat kurmak için eskisinin bedelini ödemek zorundasındır. Sadi de tam bu noktada. Eskinin bedelini ödemek zorunda ve bu defa kaybedeceği şey kendi beyaz sayfası da değil. Sadi, Songül’le yepyeni, bembeyaz bir sayfa açacağı günün akşamında gördü Derya’yı. Doğal olarak da darmadağın oldu ama mesele sizlerin gördüğünden bir tık farklı diye düşünüyorum.

Kafaları karıştıran, kafanızda bin bir türlü tilkinin dolaşmasına sebep olan şeyi biliyorum ancak tüm samimiyetimle söylüyorum ki içiniz ferah olsun Sadi’nin şu an içinde bu kadar sıkışmasına sebep olan şey çektiği bir vicdan azabı ve silmeye çalıştığı Yedi Emin’i belki de  tanıyan en büyük tanıkla karşılaşmış olmak. Sadi, Derya’ya karşı pişmanlık -ki bu vicdan azabından kaynaklı bir pişmanlık- başka bir duygu beslemiyor, besleyemez çünkü o dününü çoktan yaktı, sildi hatta unuttu ama her ne olursa olsun insanın kalbinde, ruhunda iz bırakan şeyler olur tıpkı “ilk aşklar” gibi. Derya, Sadi’nin ilk aşkı ve ilk kalp yarası ona karşı “aşk” anlamında bir duygu olması da bir izi, anısı mutlaka olacaktı çünkü özeldi.Derya ve Sadi ilişkisiyle ilgili en güzel açıklama canımız Sadi’nin güzel karısı Songül’e söylediği gibi “Dün dünde kaldı” olur, onlar için başka bir yol yok. Olsa olsa çocukları için görüşmek zorunda kalan iki ebeveyn olur ki bunun için de epey bir yolumuz var, tünel sonunda ışık henüz hissedilmedi bile.

Sadi meyhanede baloncu ile konuşurken aslında çok güzel özetledi ve bize seçimini anlattı. Derya ilk göz ağrısıydı, başka bir hayatı olabilecekken vazgeçip geride bıraktığı kişiydi ama Songül’ü anlatırken, ona olan duygularını anlatırken içinde bir korku da vardı “Ya beni sevmezse” çünkü Sadi kendini Songül’e ve onun sevgisine layık görmüyor çünkü ne kadar geride bırakmış olsa da kendini kirli, siyah görüyor ama Songül öyle mi? Songül, Sadi için pür-ü pak, tertemiz ve saf hâl böyle olunca da onu sevebileceğine inanmıyor ve Songül tarafından sevilmemekten, onu incitmekten de çok korkuyor. Sarhoş insanlar yalan söyleyemez, hareketlerini, akıllarını kontrol edemezler bu yüzden de en dürüst oldukları andır. Fark ettiniz mi bilmem ama Sadi o zil zurna haliyle Derya’nın evini değil Songül ile yaşadığı evi tarif etti, Songül’ün sarılmasıyla “çok mu özledin karıcığım” dedi, sarhoş haliyle bile güzelliğini övüp onu kıskandı. Songül, onun hayatında artık bir mihenk taşı onsuz olmayı düşünemez bile Sadi. Sadi’nin Songül için yaptığı hiçbir hareket boşuna, anlamsız değil Sadi Songül’ü gerçekten karısı olarak benimsedi. Zaten bu ilk bölümden beri böyle değil mi? Sadi Songül’ün “kağıt üstünde” olarak tanımladığı hayatın içerisinde ve onu yaşıyor. Songül’e bir başkası bakmasın istiyor, eve geç kalınca endişelenip sokaklara dökülüyor. Yeni hayatına girdiğinde ne eski hayatı ne de kalp ağrısı aklına gelmezken, sırf mutlu olsun diye insanlara yalandan da olsa aşk masalı anlattı. Bakın orada o masalı anlattığında da Sadi aslında Songül’ü ilk gördüğündeki hislerini söylemekten de çekinmemişti. Peki Sadi tüm bunları neden yaptı? Songül mutlu olsun diye, bu kadar basit.

Sadi geçmişinden gelen vicdan yüküyle Songül’ü de mutsuz etmekten, üzmekten korkuyor onun mutsuz olması Sadi için her şeyden önemli ve çözmesi gereken en öncelikli sorunu. O sabah kendi derbeder hâlde olmasına rağmen önceliği Songül’ün o paniği, korkusunu ortadan kaldırmak için çabaladı. Derya’nın hayatını mahvetmiş olmanın verdiği korku ve vicdan azabına bir de Songül’ü bu denli harap etmesi eklenmişti. Sadi şu an hayatının en büyük yol ayrımında Sadi şu an arafta. Araf’ın sonunda cennet var zira cehennem kendisinin geçmişi. Sadi’nin yaşadığı bu durumdan ve pişmanlığını gayet farkında bu yüzden de konuyu çok uzatamadı belki de. Sadi ve Songül adeta bir mıknatıs gibi birbirlerini hareket ettirse de Sadi’den ve herkesten sakladığı bir Songül var.

Güçlü, dimdik ve gözü kara Songül bir de perdelerin arkasında gizli ürkek, korku dolu bir kız çocuğu var. Aldığı o kaza haberi ile derinlerinde bir travması tetiklendi bunu tanıtımlarda gördüğümüz için rahatlıkla söylüyorum ki ailesini kaybetmesi… Songül hayatının cehennemini o 1 saat içerisinde yaşadı. Açıkçası tanıtımı görmeseydim baya baya abartılı gelecekti bu sahne bana yani neden bu kadar büyük tepki verdiğini anlayamadım. Sadi’den etkilendiğini, onu sevdiğini biliyorum ama kendini kaybetme noktasına gelmesi bana biraz enteresan geldi. O tanıtımdaki küçük kağıt ise beynimde ışıkları yaktı. Songül’ün zaten bir travması var ki oradaki kazaya da sıradan bir kaza gözüyle bakmadı. Sadi’ye zarar verdiklerini, öldüğünü düşündü. Buradan da Sadi, Songül ikilisinden sadece Sadi’nin gelecek umutları olmadığını görmüş olduk. Songül de aynı Sadi gibi gelecek görüyor ve kaybetmek istemedi. Songül yalnız bir kadın ve şu anda yol arkadaşlığı yaptığı, evlenmek zorunda olduğu için göz yaşı döktüğü adamı kaybetmekten deli gibi korkuyor. Korkması da şöyle dursun Songül’ün de Sadi’nin kendisini sevdiğine inanmadığını düşünüyorum. Aksi halde ertesi sabah ilk soracağı soru:” Dün akşam beni neden yalnız bıraktın?” olurdu. Songül’se tamamen başka bir noktadaydı diye düşünüyorum. Sadi ve Songül birbirlerine bu hususta çok benzemekle birlikte ben Songül’ü geçmişte dahi sevildiğine pek ihtimal vermiyorum. Onun gibi başarılı, güzel ve güçlü bir kadının güzellik, sevildiğini gösterme hususlarındaki çabası bende bu hissi uyandırdı. Bu da Sadi ve Songül arasındaki en önemli benzerlik olarak karşımıza çıkarken, haftalar geçtikçe Songül’ün üstündeki sis perdesini de kaldırmaya başladık. Songül’ün neden ısrarla trafik şubeye gelmek istediğini çözemiyorduk böylece bunu da çözmüş olduk. Tek amacı ailesinin şüpheli ölümünü aydınlatıp huzura ermekti. Bu yolda yolunun Sadi gibi biriyle kesişmesi onun için hem büyük bir şans hem de kendini ve hayatı sorgulaması için büyük bir şans oldu.

Sadi ve Songül birbirini tamamlayan iki küre, ikisi de sevilmemekten korkuyor. İkisi de kendini sevgiye, güzelliklere layık bulmayan iki yaralı kuş, bildikleri, bilmedikleri gerçekleriyle birbirlerine merhem olup mutluluğa yürüyeceklerine inancım tam. Buna aşk mı kader birliği mi yoksa başka bir şey mi dersiniz ben pek bilemem ama bildiğim bir şey varsa o da Sadi’nin iki kadın arasında değil iki hayat arasında sıkıştığıdır. Sadi hangi kadınla olsam diye düşünmüyor, hatta aklından bile geçtiğini sanmıyorum. Öyle olsa bir şekilde Derya’nın karşısına çıkardı. Mert’e soru sormasının da Derya’yı izlemesinin de arkasında yatan sebebinin bir şekilde orada hayat kıpırtısı görmek istemesinden bence. Yoksa seneler sonra, güvenli bir hayatın içerisinde neden Derya’nın karşısına çıkmasın ya da en azından özür dilemesin değil mi? Halbuki o hayatının geleceğinde Songül’ü görürken eski kalp ağrısının vicdanını en ağır şekilde yaşıyor. Sadi ne yapar bilmiyorum ama Derya’nın şu anda gündeminde çok başka meseleler var ona eminim.

Derya karakter olarak çok farklı biri bence ve çok da iyi bir insan. O katran karası gecede Songül’ün yanında olması, ona destek olurken bencil davranmaması çok ince bir hareketti diye düşünüyorum. Derya kötü biri olsa Emin’i karısına anlatırdı, bu çok zor değil arkadaşlar. Çıkar çatır çatır konuşur ama yapmadı. Songül, kocası için sinir krizi geçirirken ona omuz verdi, yanında oldu. O geceki davranışları ve sonrasında da sadece 2 damla yaş görmemiz Derya’nın da aşk hususunda Sadi’den farklı bir yerde olmadığını düşünüyorum. İlla ki bir sevgi var, hatta tercih edilmemenin öfkesi de olduğuna eminim. Ben de bir kadınım, bu beni şaşırtmaz ama yine de ben Derya’nın Songül kadar şiddetli bir şey hissettiğini şu aşamada düşünmüyorum.

Bir yanda yaralı Songül bir yanda kapalı kutu Derya… Derya oldukça kapalı kutu ve çözemediğimiz çok büyük sırlar var. Emin konusunda hep geçmişte kaldığı vurgusunu yapsa da Emin hâlâ içinde bir yerlerde yaşatıyor. Derya bu zamana kadar kendinden bile gizleyerek yaşatmış Emin’i içinde yıllardır nasıl yaşatmasın ki oğluna bakınca göreceği kişi o. Şu an her ne kadar onu yıllar önce mektupla terk eden adamı görmenin şoku içerisinde olsa da şu an Sadi’nin tekrar karşısında olmasından daha büyük dertleri var. Mert gibi, bu zamana kadar sözde abla- kardeş arasında büyük ihtimalle bu kadar büyük çaplı gerginlikler yaşanmamıştır ama şu an abla-kardeş arasında da büyük bir yol ayrımındayız. Derya yıllardır saklı tuttuğu bir ton sırla kardeşi ve Emin arasında kaldı.Derya şu an bir kadının kendi içinde yaşayacağı iç bunalımı yaşıyor. Mektupla terk edilmiş ve onu terk eden adama deli gibi aşık bir kadını, mutlu düğün fotoğraflarını gördü bu durumda neden ben değil de o sorularını kendi içinde sorgulasa da bunu ikinci plana atmasını gerektiren Mert sorunu var.

Karabayır’da ipler gittikçe geriliyor, sırlar gittikçe sona yaklaşıyor kim nasıl nereye savrulacak bilmiyoruz, gergin bekleyiş sürüyor. Mert’in Songül ve Sadi’nin evine gelmesi neleri değiştirecek bilmiyorum ama bazı taşların artık yerinden oynayacağına eminim.

Yazımı bitirmeden önce bahsetmek istediğim iki durum var. İlki Devrim Özkan ve Songül birleşimi. Bu hafta Devrim Özkan izlerken beni mıh gibi koltuğuma çiviledi. Yarattığı Songül’ün her bir ayrıntısını öyle incelikle düşünmüş ki sanki Songül’ü yıllardır tanıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Sesinin titretmesinden, beden diline kadar her şeyiyle ince ince veriyor bize. Özellikle de sahildeki sahnede karısıyım diye girerken sesinin çaresizliğinden, ben de polisim demesiyle o ses tonunun hafif sertleşmesiyle , Derya’ya döndüğünde yeniden o çaresiz kadına dönüşmesi ve bunu tek bir mimik dahi kaçırmadan başarmasına şapka çıkardım. Gani Müjde’nin dediği gibi önümüzdeki 10 yıl boyunca adını sıklıkla duyacağımız özel bir aktris kendisi. İyi ki bizim Songül’ümüz o oldu, iyi ki…

Gelelim yılların duayenine. Ertan Saban her hafta bizi kendine hayran bırakırken, aslında ekranda oyunculuk dersi verdi. Son yıllarda bizim ülkede beni çok yoran bir konu var: Fazla mimik ve jestin iyi oyunculuk olduğu yanılgısı. Ertan Saban daha ilk sahnesinde tek hareketle bize Sadi’nin yaşadığı şoku , hayal kırıklığını iliklerimize kadar hissettirdi. Bu durum tüm bölüm boyunca, sarhoşken, sonrasında da devam etti. Açıkçası ben böyle oyunculukları ve daha da önemlisi Ertan Saban’ı çok özlemişim. Her hafta bize oyunculuk resitali sunmasını heyecanla beklerken, Sadi’nin yolculuğuna onun ruhuyla ortak olmak paha biçilemez. Sadi Payaslı’yla uzun süreler birlikte olmak istiyoruz… Emeğine, gönlüne bereket.

Aslında bu bölümle ilgili söylenecektim ama Ertan Saban’ın hastalığı, bölümün revize edilmek zorunda kalması yüzünden reji ve senaryo ekibine kıyamadım. Haftaya kapatırız arayı, herkesin emeğine sağlık.

Haftaya tekrardan görüşmek üzere inançla kalın.

BUZ DAĞI (Gelsin Hayat Bildiği Gibi,4.bölüm)

YAZAR: A.Ela Erdoğdu

Güç, savaşlar, aşk, dün, bugün ve yarın… Herkesin bu hayatta uğurunda mücadele ettiği, mücadele etmekten yorulduğu ve teslim olduğu bir hayat var. Mücadele ederken en büyük hedef “en güçlü” olmak çünkü en güçlü sen isen ne sana ne de sevdiklerine kimse dokunamaz hatta bırak dokunmayı bu düşünceyi aklından bile geçiremez. Bu yüzden anne karnından başlarız hayatla savaşmaya, orada başlarız tutunmaya ve son nefesimizi verene kadar bu savaş durulmadan giderek güçlenerek devam eder. Sen tamam yıkılmadım ayaktayım derken o topuyla tüfeğiyle dayanır kapına “Hadi bakalım şimdi de kal ayakta” der adeta ve bu adeta bir paradoksa dönerek sonu gelmeden devam eder. Bu kadar mücadeleye rağmen yine de hepimiz uğruna mücadele edeceğimiz, hayata tutunacağımız bir dal buluruz kendimize, bulmak zorundayız çünkü yoksa direncimizi kaybederiz. Bu dal kimi zaman ailen olur kimi zaman da aşkındır.

Aşk… Ne kadar büyük bir bilinmez değil mi? Yıllarca hepimiz ne aşk hikayeleri okuduk, ne aşk hikayeleri izleyip, dinledik ama gerçekten aşk uğruna ölümü göze alabileceğimiz kadar önemli mi? Ya da her aşk uğrunda kendini feda etmeye değer mi? Aşk dediğimizde maalesef herkesin aklına iki kişinin birbirine duyduğu sevgi geliyor, insan işine de aşık olabilir, insan hayata, dünyaya, güzelliğe de aşık olabilir tıpkı Sadi gibi. Sadi iyiye, güzelliğe ve insanlara çok özel bir bağla sevgi besliyor. Sadi’nin o kadar özel ve güzel bir kalbi var ki birini ya da bir şeyleri benimsediği zaman onların iyi olması için elinden geleni yapan, elini taşın altına koyan bir adam ve bundan asla gücenmiyor. Bunu Karabayır Lisesi’nin tarihine altın harflerle yazılan “veli toplantısından” da anlayabiliriz. Üşenmedi, gücenmedi elinden gelenin en iyisini yapıp oradaki her bir gencin hayatına dokunmaya çalıştı. Onları kurtarıp zamanında kendi düştüğü o yanlış yola girmesini engellemek çünkü Sadi’nin şu an sıkıştığı şey geçmişi ve bugünü. Her ne kadar o geçmişi silip Yedi Emin’i öldürse de bir yerden bir şeyler onu geçmişe götürüp getiriyor. Yaverin çıkıp gelmesi bile ona geride bıraktığı hayatı hatırlatacak bir olayken ondan öğrendikleri Yedi Emin’i tam öldürmesinin henüz zamanı gelmediğini hatırlattı ona çünkü koruması gereken insanlar vardı, değer verdiği, önemsediği kişiler.

Sadi, Emin olduğu zamanlarda içine gömdüğü her bir duygusunun kilidini yavaşça açtı ve serbest bıraktı. Sadi’nin aslında ne kadar pamuk kalpli, vicdanlı, vefalı ve duygusal bir adam olduğunu görüyoruz. Duygularını gizlemiyor farkında mısınız? Songül ile film izlerken gözleri doldu hatta ağladı bile diyebiliriz ama klasik bahanelerin arkasına saklanmadı, ağladığını kabul etti her ne kadar farklı bir sebep söylese de ,Sadi artık bazı şeylerin çok net farkında olmaya başladı ve bu fark ettiği duyguları yansıtmaktan hiç çekindiğini düşünmüyorum ben. Sadece Songül ile de alakalı değil bu durum öğrencileri için de durum aynı ama Songül ile olan durum bir tık daha farklı . Sadi, Songül’ü sahiplenmenin de ötesinde onun için öyle korkuyor ki zarar görecek, canı yanacak, üzülecek diye bunu eve adeta hastane açar gibi alışveriş yapışından açıkça anlıyoruz. Duygularının farkında olup buna göre davranan Sadi, Songül cephesinde ne olup bittiğinin pek farkında değil çünkü Songül’ün kendisi de kendi içinde büyük bir savaş içerisinde.

Songül bizim cevval, korkusuz ve deli dolu canımız komiserimiz de kendi içinde büyük bir savaş içinde. İçinde değişen filizlenen duyguların farkında ama bir yandan da bunu kabullenmeye henüz hazır değil. İçinde filizlenen bu duyguları görev için büründüğü “Sadi’nin karısı” olan  Songül’e yüklese de gerçek apaçık ortada. Sadece bunu ne zaman kabul edeceği soru işareti. İkisinin cephesinde de bir duygular var ama bu duygulardan da öte Sadi ve Songül’ün aralarında çok güzel bir arkadaşlık oluşmaya başladı. İlk başlarda Sadi ile minimum iletişim halinde olmaya çalışan Songül şimdi birlikte bir şey yapmak için öneriler atıyor ortaya ve birlikteyken aslında çok eğleniyorlar. İkisinin ilişkisi “Red Kit ve Düldül” gibi didişerek anlaşıyorlar ama bunu yapmadan da duramıyorlar. Şu an aynı evin içinde iki iyi dost olarak ilerliyor ama bu ne kadar böyle gider bilmiyoruz.

Sadi ve Songül arasında oluşmaya başlayan her bir duygunun ortaya çıkması Sadi’nin ellerinde bence çünkü Sadi, Songül’ü her zaman daha iyi analiz etti ve Songül’den herhangi bir itiraf geldiği takdirde buna göre hareket eder ama… Unuttuğumuz bir şey var ki Sadi bir buz dağı ve biz bu buz dağının sadece çok ama çok küçük bir kısmını görüyoruz. Sadi ve Songül o filmi boşuna beraber izlemediler, izledikleri filmi anlamayan yoktur sanırım. Basit bir romantik film değildi ve benzer bir olay vardı. Sadi’de izledikten konuşurken gerekli mesajı verdi Songül’e “Ben yarı yolda bırakmam” dedi cümleleriyle. Peki Sadi, Songül’e bu kadar güven vermeye çalışırken bir mektupla bir kadını nasıl terk etti? Hatırlarsanız geçtiğimiz haftalarda Songül evlilik ile ilgili bir şey söylediğinde Sadi gözlerini kaçırmış sonrasında da odasına girmişti, tüm her şeyi bırakıp yeni bir hayata başlamaya bir çocuğun ölümüyle karar vermişti hâl böyle olunca düşünmeden edemiyorum geçmişte herhangi bir kaybı mı var? Bu hikayenin buz dağı Sadi yani gemiyi ya batıracak ya da batmasını kendini eriterek engelleyecek.

Çember giderek daralıyor ve Pandora’nın kutusu her hafta biraz daha azalıyor. Elimizde hiçbir karakter için dolu dolu envanter olmasa da örmeye başladık bazı şeyleri. Bu hafta en çok Derya ile ilgili bilgi daha doğrusu bilgi kırıntısı elde ettim. Derya kesinlikle kayıp bir karakter kendi içinde kaybolmuş durumda. Onunla ilgili kafamda iki tane cevapsız soru var. Emin’i unuttuğunu söylüyor ama onu gördüğünde o kadar dağılıyor, yıkılıyor ben anlamadım açıkçası. Bir diğeri de sürekli yer değiştirmiş olması sizce de garip değil mi? Bir hemşire için sürekli yer değiştirmesi, Mert’in söylediklerini de düşündükçe benim kafamda çok soru işaretleri bıraktı açıkçası. Mert ve ablası arasında ipler giderek gerilmeye başladı çünkü Mert kader ortaklarından, kardeşi gördüğü insanlardan uzaklaşmak kopmak istemiyor. Kendine yeni bir hayat kurmaya başladığı bu ikinci şansı kaybetmek istemiyorken ablasından anlam veremediği bu tepkileri de çözümseyemiyor Mert.

Yıllardır abla-kardeş, arkadaş olan Mert ve Derya arasında bir çıkmaza doğru gidiliyor. Her şeyini paylaştığı ablası onu dinlemiyor ve bastırmaya çalışıyor hâl böyle olunca kendini iyiden iyiye yalnız hissederken Mert yanı başında dağ gibi dimdik bir figür yükseliyor. Büyük saygı duyduğu coğrafya hocası Sadi Payaslı… Sadi’nin bir iki cümlesiyle ikna olup hemen derdini tüm içtenliğiyle ve güvenerek anlatıyor Mert. Halk arasında bir laf vardır ya “Kan çekiyor” diye tam olarak bunu yaşıyorlar belki de, Mert öğretmenine çok güveniyor ona bir yol göstereceğine bir ışık olacağına inanıyor çok çok daha önemlisi onun isteklerine saygı duyması hoşuna gidiyor. Bu o yaştaki çocuklar için oldukça önemli şeyler.

Mert kendini hocasına anlatırken ablasına bir türlü anlatamıyor. Derya, Mert ne kadar çırpınırsa çırpınsın oğlunun sesine kulaklarını tıkıyor. Şimdi kendi korkuları mı yoksa Sadi’nin öğrenmesinden duyduğu üzüntü mü bilmiyorum ama bence kendi korkuları daha ağır basıyor. Halbuki cezaevine girmeden önceki Mert’le şimdiki Mert aynı olamaz. Mert, kardeşlerini yarı yolda bırakmak istemiyor ama Derya o kadar kendine odaklı ki Mert’i duymadı bile. Tek istediği Sadi gerçekleri öğrenmeden Mert’in okuldan alınması ama ben bir şey diyeyim mi? Mert’i birey olarak dinlememesi ve yok sayması ikisi arasındaki ilişkinin boyutunu çok farklı bir yere götürme potansiyeline sahip çünkü Mert’in gözlerini açan, onun fikirlerine saygı duyan Sadi Payaslı gibi bir öğretmeni var.

Akılları ermeye başladığı andan itibaren her çocuğa istisnasız özgür bir birey olduğu, fikirlerini söylemekten çekinmemesi gerektiği öğretiliyor ama uygulamaya gelince tam bir fiyasko kimse kusura bakmasın. Son yıllarda “bilinçli ebeveyn” olmak diye bir kavram türedi bu da kocaman bir yalan çünkü bir şeyler okuyarak ya da okumadan çocuk yetiştiren her ailenin kabul etmediği bir şey var  ÇOCUKLARININ KENDİLERİ OLMADIĞI. Evet maalesef ki bu durum böyle ve bu tamamen geçmişten getirilen düzenle alakalı “Anne-baba varken çocuğa laf mı düşer” düşer efendim düşer çünkü o sizden ayrı bir birey ve aklî olarak ergin bir birey kendi kararlarını verebilir ama fark ettiyseniz ne Mert ne Gizem ne Aylin ne de Melek kendi kararlarını alabiliyor hep bir şekilde bastırılıyorlar. Onların kendilerini var etmelerine engel olunuyor.

Sadi Hoca boşuna veli toplantısı yapmadı, tek derdi cezaevinden gelen çocuklara olan tutumu kırmak değildi. Maalesef ki bu toplantıdan sonra onu tek anlayan aile Can’ın ailesi oldu. Can’ın babası beni öyle duygulandırdı ki bu bölümde çünkü çok iyi anlamıştı Sadi’yi oğlundan daha önemli değildi ya hiçbir şey, olamazdı da. Sıkıca sarıldı oğluna ben buradayım oğlum dedi kendince işte bu Can için en büyük özgürlüktü. Dizideki aileler üzerinden bir öğretmen olarak bu yazıyı okuyan ailelere sesleniyorum çocuğunuz siz değil o ayrı bir birey sizin istediğiniz gibi biri olmak zorunda değil. Siz ailesi olarak onları “kendi” olmak istedikleri şeyi yapabilmeleri için yönlendirip destek olacaksınız. Bu sözü söylemeden bu paragrafı noktalamak istemiyorum Piaget der ki “Çocuklar büyüklerin minyatürü değildir”…

Yazımın sonuna gelirken değinmek istediğim iki kişi var değinmezsem çatlarım. Melek ve Gizem’in annesi… Çocuklarına iyilik ettiğini sanarken en büyük kötülüğü yapan kişiler. Melek’in annesi için onaylamasam da anlıyorum demiştim ya bu bölümde aynısıydı. Melek’in annesi klasik bir Türk annesi farkında mısınız? Başında kocası olsun, evi olsun yeter daha ne değil mi? Koca varsa tamam her şeyin gerisi gelir en önemli şey bu ama hiç düşünmüyor ki benim kızım ne istiyor, benim kızımın derdi ne? Melek’e kurduğu bir cümle vardı ki benim içimi yaktı o kız seni kurtarmak için kendi hayatını yaktı da sen anne olarak o cümleyi nasıl kurdun ben anlamıyorum bu annelik değil. Bir diğer anne Gizem’in annesi bir insanın suçsuz olduğunu bile bile kocam başımda kızım babasının yanında olsun diye diye yaktı Mert’i bunu anlamak çok zor değil. Kızına bu konuyla ilgili bir sürü yalan söyledi Gizem babasını bir melek sanarak hayatına devam etti ama kalbine ekilen şüphe tohumu giderek büyüyor Gizem’in ve tam anlamıyla bu şüpheyi içinden atmasına çok çok az kaldı. Tüm çocuklar için geçerlidir bu durum ebeveynlerden yara aldıysan hiç kapanmayan hayatın boyunca sızlayan bir yaran olur ve bu iki anne kendileri bile isteye açıyor bu yaraları yazık çok yazık…

Son sahneyi söylemeden geçmek olmaz tabii ki…Havalandırma ekibi kendi cehennemlerinde savrulurken Sadi de bu çocuklar sayesinde belki de en unutmak istediği mazisiyle yüzleşmek zorunda kaldı. Mert’in okulu için ablası Derya ile görüşmek isterken, eski sevgilisini karşısında buldu. Sadi Payaslı için kırılma anı olacak bir durumdu bence çünkü Derya’yı gördüğünde şok oldu. Öğrencisinin velisiyle görüşmek isterken, onun Emin kimliğini bilen biriyle görüşmek durumunda kalmasını nasıl kurtaracak bilmiyorum ama Sadi’nin bu karşılaşmadan fazlasıyla etkileneceğini düşünüyorum. Özellikle de Songül’le içinde bulunduğu durumu düşünecek olursak Sadi Payaslı için zor günlerin kapıda olduğunu belirtmek durumundayım.

Bir yanda Songül, diğer yanda Derya. Biri geçmişi, diğeriyse onu aydınlıkta tutmak isteyen geleceği. Sadi’nin daha önce bir kadından kaçması ancak şimdi bir kadınla yaşarken, onu önemsemesi, isteklerine değer vermesi gibi değişimleri de düşünecek olursak benim kanaatim Sadi’nin şu aşamada bugünde kalmak isteyeceği yönünde oldu. Sadi gibi bir adamın gerçekten sevdalı olduğu bir kadın olsa bir başka kadına duygularının oluşması ihtimali bana çok mantıklı gelmedi. Aradan yıllar geçmiş diyebilirsiniz ama tüm mafyayı, organize liderleri elinde tutan Emin, Derya’yı mı gözden kaçıracaktı. Derya için geçmiş pişmanlıkları olabilir ama ben aşk gibi bir durumun olduğu kanaatinde değilim yine de yazan kalemler ne diyecek hep birlikte görelim.

Yazıma burada son veriyorum, haftaya görüşmek üzere.

Gelincikleri Öldürmeyelim (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 3.bölüm)

YAZAR : A. Ela ERDOĞDU

İnsanlık var olduğu andan itibaren hep güç ile var olma çabası içerisinde oldu. Bilmediği her şeyden önce korktu sonra onu öğrendi, onu alt etmeyi ya da kontrol etmeyi öğrendi ve mutlak kazanan olma yolunda emin adımlarla ilerledi nihayetinde de mutlak kral insanlık oldu. Zaman ilerledi, insanlık bilgilerini sonraki nesillere aktardıkça daha da güçlenen insanlığın korkusu bilmediği şeylerden elde edemediği şeylere kaydı. Elde edemedikçe korktu, korktukça hırçınlaştı ve hırçınlaşınca dünyada kötülük var olmaya başladı. Elde edemediklerinden korktu çünkü elde edemediği için kendisini güçsüz hissetti. Sanki kendisi değildi asırlar önce ağaç ve mağara kavuklarında yaşayan ama zaman işte, zaman çok şey eksiltiyor doğru ama zaman en çok insanlığın insan tarafını götürüyor.

İlk bakışta hemen hemen herkesin “insanlığını kaybettiğini” düşündüğü kişi kesinlikle Emin olmuştu çünkü kendisi eski bir mafya ama asla öyle değil bu hikayede en insan olan Emin. Önyargı ve sorgulamama bizim toplumumuzun en ama en büyük sorunu. Ki biz bu sorunları bu bölümde o kadar hayatından içinden örneklerle gördük ki Araz ile çetesinin velilere yaptıkları şov ve velilerin doğrusunu işin aslını astarını bilmeden hemen galeyana gelerek beş tane pırıl pırıl gencecik gence söyledikleri. Bu kadar basit işte bir insanın hayatını karalayıp onu yaftalamak bir ömür karanlığa mahkum bırakmak. Sadi Hoca veli toplantısı istediğinde müdürün cevabı çok acı vericiydi birkaç öğrencinin lafıyla galeyana gelen veliler çocuklarını sormak için bir kere bile okula gelmemiş ancak söz konusu hayatta ki ikinci şanslarını en iyi şekilde kullanmak isteyen gencecik çocuklara bir ton laf . Önce dönüp kendilerine bakmalarını tavsiye ederim.

Yazının başında da belirtmiştim buradaki en “insan” Sadi diğerleri gibi işine geldiği gibi değil mutlak gerçeğin peşinde. Gizem’in bir önceki dersinde yaptığı konuşmadan sonra herkes hemen dosyaların Gizem’in çıkmasına şaşırmamışken Sadi bir sözüyle inandı Gizem’e çünkü insan insanı gözünden tanırdı. Buna rağmen Sadi’den başka kimseye inandıramamıştı masumiyetine belki de Mert’i anlamaya başladığı ilk an bu andı. Mert de kendisine en başından beri masum olduğunu anlatıyor ama kendisi ısrarla dava sonucunu söylüyordu. Sadi hocanın insanlıklarını hatırlatmasıyla belki uzaklaştırma ile kurtuldu ama yine de suçsuzdu. Gizem aslında bakıldığında kötü biri değil sadece o kalabalığın içinde uyum sağlayayarak ayakta durmaya çalışıyor. İlk geldiğinde Mert ve diğerlerini okula ifşa edebilirdi ama yapmadı. Aslına bakacak olursak Gizem’in derdi kendiyle, hayatla çünkü yarım akıllı bir anne, suça eğilimli tonla insanın arasında tek başına mücadele etmeye çalışıyor. Mert ilk kez onunla aynı frekanstan konuşmayı başardığında Gizem’in de içine şüphe tohumlarını ekmeyi başardı.

Şüphe çok enteresan bir şeydir. İnsanı içten içe kemirir. Mert evlerinin Gizem’den özür dilemeye geldiğinde, onun kafasını iyice karman çorman etti ve daha da iyisi Gizem artık annesinin söylediklerinden şüphelenmeye başladı. Gerçekten haksızlık mı yapıyordu Mert’e kendisi kocaman bir yalana mı hapsolmuştu bunca zaman ama artık anlamıştı doğru cevapları kimdin bulacağını biliyordu. Hiç beklemeden harekete geçerek Mert’in evine gitti ama bir sürprizle karşılaştı bakalım bu karşılaşma nelere sebep olacak.

Gizem belki de bu hayatta en güvendikleri tarafından bir yalanın için hapsedilmişken diğer tarafta gerçekler yüzüne ağır darbeler şeklinde vurulduğu halde kabul etmeyen reddeden bir insan var. Bir anne… Yıllarca hepimize annelerin çocukları için yaptığı fedakarlıklar, çocuklarına duydukları sevgi ve şefkat anlatıldı ama bunları biz Melek’in annesinde göremiyoruz. O kadar eminim ki Melek- annesi ve Celal sahnelerini izlerken hepiniz sinirden ya elinizi ya yastıkları sıkarak izliyorsunuz, ben öyleyim çünkü. Nasıl diyorum ya nasıl bir anne kızına inanmaz ve bu kadar kör olabilir. Sinirleniyorum asla ve asla onaylamıyorum belki yaptıklarını ve tavrını ama anlıyorum o kadını çünkü etrafımızda o kadar çok böyle anne var ki. Köşeye sıkışmış çaresiz bir kadın annesi, babasına ne oldu bilmiyoruz Melek’in tek bildiğimiz fotoğraf karesi… Annesi kendince Melek’in bir babası olsun, ona sahip çıksın derdinde ama anlamadığı o babanın sahip olmaktan anladığıyla annesinin inandığı aynı değil. Geçen bölüm Melek ile konuştuğu sahneden sonra bu hafta duyduklarını inkar etmesini yadırgamadım içine bir ateş düştü ama yine kızı için en doğru bildiğini yapıyor kendince. Kızına bir ev ve düzenli bir hayat verebiliyor o yüzden üç maymunu oynamak zorunda ama nereye kadar böyle devam eder merak ediyorum açıkçası büyük ve etkili bir patlama olacağından şüphem yok çünkü anahtar kayboldu diye kapısına sürgü takan bir kız kolay ve basit bir travma almamıştır. Celal’in gerçek yüzünün ortaya çıkmasını dört gözle bekliyor olacağım.

Bunca yaşadığı olayın arasında Zülfikar bir dayanak sığınacak liman oldu Melek’e saf bir sevgiyle baharlar geldi yüreğine birbirlerini öyle masum seviyorlar ki birbirlerine iyi geleceklerinden şüphem yok. Sevgi böyle bir şey çünkü iyileştirir insanı. Siz de fark ettiniz mi, Melek Zülfikar’ın sevgisine çok şaşırıyor. Her defasında bir kalıyor öyle ama bu alışkın olmadığından. Büyük ihtimalle bu kız gerçek, karşılıksız ve önceliksiz sevgiyi hiç tatmadı. Melek bu hikayede beni en çok etkileyenlerden biri. Zülfikar ona yaklaştığında irkilerek geri çekildiğinde istismar teorime bir delil daha eklense de içimden hala dualar ediyorum. Melek tam kalbinden yaraları ve anladığım kadarıyla onun merhemi de Zülfikar olacak.

Sevgi iyileştirir iyileştirmesine de bazen de öyle büyük yaralar açar ki insan kendi bile fark etmez. Gizli derin yaralardır bunlar ve kabuk bağlasa da en ufak bir darbe de tekrar kanamaya başlar. Tıpkı Songül’de olduğu gibi, kendisi oldukça güçlü, başarılı ve kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış bir kadın olsa da oldukça derin yaraları olduğu da aşikâr. Aile konusunda hâlâ gizini çözemediğimiz bir sır var ama bence bu hafta bir yaranın daha üstü açıldı Songül ile alakalı. Ailesi ile ilgili bir konu açılınca buğulanan o gözler bu hafta Sadi’nin öylesine komşu teyzeye söylediği bir sözle tekrar doldu. Benim fikrimce Songül sevileceğine inanmayan küçük bir kız. Gün içinde Sadi ile bu konuyla ilgili konuşurken, mutfaktaki konuşmalarından sonra teyzeye anlattıklarını dinlerken ağlaması ve sonra Sadi’ye sarılıp teşekkür etmesi. Songül içinde küçük bir kız çocuğu saklıyor ve bu kızın içinde büyük korkular var. Belki henüz doğru insana rastlamadığı için belki de kendi yarasını kendi kanattığı için ama tüm yaralarının devasının Sadi’de ve onla paylaşmaya başladığı bu heyecanlı ve gerilimli hayatında bulacağına eminim.

Songül içinde kocaman sevgi dolu bir kalp taşısa da gerildiği ve sinirlendiği zaman çam devirebiliyor. Ancak Songül bunu kötü niyetinden ya da Sadi’ye karşı güç gösterisine çevirmek istediğinden dolayı yapmadı. Songül’ü gördüğümüz ilk andan itibaren Emin’e olan tavırlarını hiç dikkatlice inceleyip bir süzgeçten geçirdiniz mi? Songül, Emin’i hiçbir zaman yargılamadı, geçmişini yüzüne vurmadı aksine tüm gerginliği geride bırakmaya çalıştığı hayat yüzünden sıfırdan açtığı bu hayat tarzına ve ona zarar gelmesinden korkmasından kaynaklanıyor. Geçmişten gelen misafirin Sadi’yi yeniden Emin olma yoluna iteceğinden ya da karanlık geçmişinin ortaya çıkıp da ikinci şansını yok etmesinden korktu. Açıkçası Songül, Sadi’nin ikinci şansına Sadi’den bile fazla değer veriyor bence. Onu bugünde tutmak için tam anlamıyla mücadele etmeye başladı. Geçmişi, pişmanlıkları, karanlığı onu bugünden koparmasın diye her daim yanında ve destek olmaya davam ediyor. Songül Sadi’ye “Seni önemsiyorum!” demese de olur arkadaşlar.

Sadi, Songül’ü daha net çözümleyebiliyor ona göre. Ailesinden gelen bir travması olduğunu biliyor bu konuda oldukça dikkatli ama bence bu bölüm bir de Songül’ün “sahiplenilme” duygusuna olan ihtiyacını oldukça net bir şekilde anladı. İlk başlarda ne dese “Ne gerek var?” vb. şeklinde itirazlar eden Songül gelinlik, fotoğraf çekimi, komşuyla yapılan sohbet, poligonda yaşananlar… Songül, Sadi tarafından sahiplenildikçe içinde bulunan bu eksik duygusal boşluk tamamlanıyor. Birbirlerini her anlamda tamamlayacak iki kişi onlar aslında hem aynı hem değil, hem dert hem derman birbirlerine önlerinde uzun ve engellerle dolu bir koşu var. Bu koşu da duygularına ilk kim teslim olur bilinmez.

Songül, karşısındakine çıkıp da “Ben sana aşık oldum!” diyecek bir kadın değil ancak onunla ilgili çok daha hayati bir konu var: Songül özgüven hususunda sorunları olan bir karakter. Sadi’nin ona şaka yollu “Gelinliği giyince bir tık daha güzel oldun” demesine öyle takıldı ki evlenme teklifi meselesinde bile olayı oraya yordu. Aslında bunun altında beğenilmeme, istenmeme gibi olgular var. Songül ne yaşadı bilmiyorum ama bu hususta bir travması ya da geçmeyen bir sıkıntısı olduğunu düşünüyorum. Sadi’nin anlattıklarından çok etkilendi, sahiplenilmek zaten hoşuna gidiyor ama ufak bir ayrıntı daha vereceğim. Sadi’nin Songül’ü gördüğü anı bir gelinlikle tanımlaması, fotoğraf çekimi yaptıkları günün akşamı bunu söylemesi ve geçerek bir anıyla anlatması aslında Songül’le ilgili düşüncelerinin de özetiydi. Gerçekten o kadar etkilendi mi bilmiyorum ama Sadi’nin Songül’ü sahiplenmesi, onun isteklerine kafasını çevirmemesi ikisinin ilişkilerinin de nasıl gelişeceğini gösteriyor. Sadi kıskançlık ve korumacılık, Songül de hayranlık ve hoşlantı arasında gidip geliyor. Bakalım ilk kim beyaz bayrağı çekecek göreceğiz.

Bu arada söylemezsem dilim şişer. İkidir Sadi Payaslı’yı karısını kıskanırken, başka adamlara ayar verirken görüyoruz. Şimdi bu aşk mı yoksa barbarca bir ” Benim karım!” mevzusu mu bilmiyorum ama o kadar olduğunu sanmıyorum. Öyle olsa bir şekilde Derya’dan da haberi olurdu. Bir erkek olarak kıskanıyor gibi ama işi kromozomundan getirdiği bir savaşa çevirmekten de geri durmuyor. Songül zaten zevkten dört köşe orası ayrı ama bir polis olarak Sadi’nin başkası yanında ona silah öğretmesi ve başka bir polisle yarışmasına izin de verdiğine göre ikisinden hangisinin duygusal anlamda savaşı kaybedeceğini merakla beklemeye başladım.

Sadi Payaslı’yı üçe ayırmamız lazım. Öğretmen Sadi, Songül’ün kocası Sadi ve kahraman Sadi. Biz şimdilik rotamızı Karabayır Lisesi’ne bir çevirelim mi?

Öğretmen nedir? Dört yıl boyunca eğitim fakültesinde eğitim alıp ardından diploma alan kişi mi yoksa bu konuyla ilgili hiçbir bilgisi olmadığı hâlde sürekli öğrencileri için didinip duran, çabalayan onları koruyup kollayan mı? Bence cevap oldukça belli değinmeden geçemediğim bir nokta var ki Karabayır Lisesinde görmüş olduğunu öğretmen türleri maalesef gerçekler hem Sadi gibi olanlar hem de diğerleri. Aman benim başım belaya girmesin, ben yanacağıma onlar uğraşsın diyenlere öğretmen diyemem ben kusura bakmayın.

“Öğretmen” deniyorsa sana gerekirse öğrencilerin için kendini de yakacaksın, uykusuz da kalacaksın, olumsuz sonuç alsan da çabalamaya devam edeceksin çünkü geleceği oluşturan hayat damarları senin ellerinde. Fakülte bitirmekle öğretmen olunmadığını Sadi veli toplantısından o kadar iyi gösterdi ki. Birkaç kişinin lafıyla gaza gelen “düşünceli” ebeveynler hemen saldırı moduna geçti ama Sadi hoca bu hayatta herkesin bilmesini gerektiğini düşündüğüm “Gelincik” hikayesiyle hepsine gereken mesajı verdi. Anlatırken ne kadar duygulandığı da gözlerimden kaçmadı belki ona bir şey anımsattığı içindir belki içinde bulunduğu durumdan ama Sadi aslında duygusal bir adam. Bunu yaverini düşünmesinde, endişelenmesinden, öğrencilerinin derdini kendi derdi gibi benimsemesinden ve Songül’ün yüzü biraz düşse kendinde hata aramasından anlayabilirsiniz. Hayatını sıfırladı belki ama eski alışkanlıklardan kolay kurtulamıyor; peşine takılan adamlarla bile ilgilendikten okuldan uzak durmasını söylemesi kendinden çok değer verdiklerini düşündüğünün en büyük kanıtı. Yedi Emin’den Sadi’ye geçmeye çalıştığı bu dönemde peşinde olan düşmanları da onu buradan sınamaktan hiç çekinmeyecekler işte asıl iş orada belli olacak. Sevdiklerini korumak için tekrar Yedi Emin mi olacak yoksa bu duruma MEB’den Sadi Payaslı gibi mi çözüm getirecek zaman gösterecek.

Dizide her şey domino etkisi gibi tek tek ortaya çıkmaya başlıyor. Gizli saklı her şey tam olarak ne zaman ortaya çıkar bilemem ama geçen hafta Emin-Derya geçmişi ortaya çıkmıştı bu hafta Derya yıllar sonra Emin’i karşında gördü. Bundan sonra ne yapacağını d kestirmek zor çünkü oldukça ürkek bir karakter ve fazla sır küpü. Derya- Mert – Sadi cephesinde neler olacağını bende sizler gibi merakla bekliyorum.

Haftaya tekrar görüşmek dileğiyle kendinize iyi bakın ve umut etmekten asla vazgeçmeyin

Ayça Ela ERDOĞRU

 

 

 

Bir Direniştir Yaşamak (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 2.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT

Hayat çok garip değil mi? İnsan hep savaşır, mücadele eder. Doğamızdan gelir bu, savaşmak zorundayız ama işte hayat da bu zamanlarda biraz kolaylık sağlasa fena olmazdı ancak sağlamaz. Her zaman en zoru insanın karşısına çıkıverir. Ya da Murphy denen arkadaşın bize söylediği bu ve laf aramızda kendisi asla yanılmadı. Mert, Melek, Aylin, Can ve Zülfikar ikinci şansları için çıktılar o cezaevinden ama daha büyük ve daha tehlikeli bir hapishaneye düştüler. Belki de hayatlarındaki en büyük mücadeleyi de burada verecekler. Doğruyla yanlış, kolayla zorun iç içe geçtiği bu cehennemde ne şanslılar ki onların şu anda yürümek zorunda kaldığı, bıçak sırtı seçeneklerin olduğu yolu çift tur dönmüş biri var : Coğrafya öğretmenleri Sadi Payaslı!

Yedi Emin ya da yeni adıyla Sadi Payaslı kendini İstanbul’da hayal ettiğinin de ötesinde bir hayatın tam ortasında buldu. Bir yanda yanı başında tatbikat çavuşu gibi duran Songül, diğer yanda eski hayatının yolcusu bir okul dolusu çocukla eski ve yeni hayatı arasında sıkıştı kaldı. Sadi’nin kafasında ne vardı bilmiyorum ama o küçük kızın kaybından sonra kendi içinde büyük bir çatışma yaşadığını hissediyorum. O küçük kızı kurtaramadı ama karşısına beş tane gencecik, bir şekilde kader mahkumu olmuş çocuk çıktı. Sistem onlar karanlık tarafı seçmeye zorlasa da onlar şimdilik ışık olan tarafta kalmaya çalışıyorlar. Yanlış tercih yapmalarının çok kolay olduğu bir çağda olan bu çocukların neyi kaybedecekleri aslında tam önlerinde duruyor. Sadi yanlış tercihleri yüzünden bugün henüz aidiyet hissetmediği ancak adapte olmaya çalıştığı bir hayatın içerisinde yaşamaya çalışıyor. Bu kolay olmasa da eski halinden de mutlu görünen bir adam olan Emin için yeni hayatında eline düşen beş fidanın kendi tercihlerini doğru şekilde yapmaları önemli ki okul onların üstüne gittikçe ben inanıyorum ki Sadi Hocaları havalandırma ekibini yalnız bırakmayacak.

Sadi Payaslı yanlış tercih nedir çok iyi bilir. Daha önce yaşamayı tercih ettiği hayat onu bir aileden etti. İçinde kalmak istediği dünya yüzünden Derya’dan vazgeçti bir kere, var mı daha ötesi? Aralarındaki ikili ilişkinin seviyesini bilmiyorum ama çok da güçlü olduğunu zannetmiyorum. En azından Sadi tarafında henüz Derya’ya ilişkin tek bir anı kırıntısı bile görmedim. O şu anda daha çok yeni hayatına ve de Songül’e adapte olmaya çalışıyor diye düşünüyorum.

Kendisinin adapte olması bu kadar zorken, daha hayatın başında korkunç olaylar yaşayan çocuklar nasıl adapte olsun? Hele de onları mahvetmek isteyen bunca insan varken. Çocukların kimliğinin ifşa olması sonrasında Sadi’nin onlara daha da kol kanat germesi gerektiğini düşünüyorum. Tabii tek kollaması gereken kişiler bu çocuklar değil, Songül de Sadi’nin yanı başında onun hayatında kendine yer açanların başında geliyor, söylemişti dersiniz…

Songül demişken, üstüne çok fazla düşündüğüm bir karakter olduğunu söyleyebilirim. Asayişin göz bebeği olan Songül, İstanbul’da trafik şubede çalışmak istedi. Müdürü zorlasa da neden orada olduğunu söylemek istemeyen Songül’ü içten içe yiyip, bitiren bir şey var. Songül aslında İstanbul’a tayin olmak için elinden geleni yapınca ben de önemli bir şubede iş yapacak diye düşünürken, birden trafikte görünce şüphelerim iyice arttı. Songül’ün geçmişiyle ilgili büyük bir sırrı var ve her aile konusunda buğulanan gözlerinden bu meselenin oraya bağlanacağını düşünüyorum. Ayrıca kriminal insanlardan da ölesiye nefret eden bir yapısı yok. Öyle olsa Sadi’yle  yarışma halinde de olsa böylesine tatlı bir iletişim kurmazdı. Şimdilik Sadi’yi korumakla yükümlü olsa da ileride aralarındaki ilişkinin boyut atlayacağını düşünüyorum. Elimde bir veri olmasa da Songül Sadi’yi asla yargılamıyor. Suç geçmişini önüne koymuyor, yani onun ikinci şansını kafasında demoklesin kılıcı gibi sallandırmadığı gibi Emin’i ona asla hatırlatmadı. Sanki Songül için hep Sadi’ydi de, numaradan evcilik oynuyorlar gibi bir izlenimleri var ve yine bana sorarsanız Songül bu durumdan gayet memnun arkadaşlar benden söylemesi.

Songül karakter olarak henüz çok anlaşılır olmasa da onunla ilgili çok belirgin iki ayrıntı var : Birilerinin ona sahip çıkması hoşuna gidiyor, ikincisi de karşısındaki kim olursa olsun yardım istemiyor. İlk olarak şu sahip çıkılma meselesiyle ilgili konuşmak istiyorum. Sadi, Songül’ü buldu, adamı dövdü, sonra da gitti ona kocaman taşlı bir yüzük aldı ve Songül gibi adamın elinden tantuni bile yemeyen kadın kabul etti. Buradan oyun oynamak zorundalar anlamı çıkabilir ancak o kadar basit değil. Sadi ne derse desin kafasına göre bir yüzük seçip, gidebilirdi ama yapmadı. Sadi’in ona kendince sahip çıkması, artık hayatındayım demese de varlığını barbarca da olsa göstermesi bence hoşuna gitti. Hayatını yalnız yaşayan bir kadın olarak belki de uzun zaman sonra hayatında numaradan da olsa birinin olması yoluna gitmiştir bilemiyorum ama yine de Songül’ün kimseye eyvallah etmeyen hali başını birazcık ağrıtabilir bence.

Songül’le ilgili değinmemiz gereken ikinci mesele de kimseden yardım istememesi durumu. Şimdi komiserim İstanbul’a atanmak isterken müdürüne bile nedenini söylemedi. Belli ki ailesini kaybetmiş, babası polis ve birden bire trafik şubede çalışmaya başladı. Bariz bir derdi var ama kimseye diyemiyor. Zaaflarını, sevdiği şeyleri kimseye anlatmıyor. Mesela et yemeyi seviyor, Sadi ona yaptı ancak yemedi, gitti dışarıda yedi. Basit hareketlerden bir insanı çözersiniz. Songül’ün kazanma gibi, güçlü durmaya çalışma gibi bir derdi var. Ben yarışa girersem kazanırım, canım bir şeyi yemek isterse gider yerim, bir şey yapacaksam tek başıma yaparım gibi düşünüyor ama bu davranışı çok yanlış. Bir insanın tek başına yapacağı şeyler çok sınırlıdır. Bana sorarsanız Songül’ün derdi neyse o sorunun çözüm anahtarı, Sadi’nin avucunun içinde gibi duruyor, benden söylemesi.

Songül gibi yardım isteyemeyen başka kim var biliyor musunuz? Havalandırma ekibi. Bu çocuklar da asla yardım istemiyor, başlarına geleni kendileri çözmeye çalışıyor. Buna verilecek en bariz örnek de Melek diye düşünüyorum. Melek’in başına ne geldiyse bunun sadece dayak, kötek olmadığını hissediyorum ben. O üvey baba bu çocuğa çok korkunç bir şey yaptı bence çünkü Melek odasının kapısını kilitliyor. Adam sakat olmasına rağmen hala korkuyor. Melek istismar edilmiş olabilir. Bütün tavırları, beden dili bunu gösteriyor ve ben o sahneleri izlerken gözyaşlarıma hakim olamadım. Dışarıda onlarca Melek var ve o çocukların bir çoğu buna susuyor. Kim bilir? Belki Zülfikar’da olduğu gibi Sadi hocası Melek’in de ürkekliğini, kaybedişini ve uğradığı zulmü görür, ne dersiniz? Ya da Aylin’in çaresizliğini, Can’ın yorgunluğunu görür. Mert’in sıkışmışlığını görmeye başlasa da onun boğuştuğunu fark eder belki. Çünkü havalandırma ekibi Karabayır’ın soğuk duvarları arasında boğuluyor, birinin pencereyi açması lazım…

Sadi Payaslı bu hafta o çocuklar için ilk adımı attı ve Zülfikar’ın kardeşine musallat olan torbacıya hak ettiği mor reçeteyi yazdı. Liselerin bugünkü en büyük sorularından olan uyuşturucu tacirlerinin aslında nasıl burnumuzun dibinde olduğunu gösteren bu sahneyi sevdim ama daha da önemlisi kimsesiz oldukları sanılan çocukların arkasında gölgeden de olsa bir kahraman öğretmen geziyor.

Sadi bir yandan Zülfikar’a yardım ederken, diğer yanda Araz ve çetesinin hedefi halinde gelen Can’a da yardım etti. Şimdi tek tek saymayacağım ama Sadi’nin bu çocukların hayatındaki fonksiyonun çok önemli olmaya başladığı bir döneme giriyoruz. Kendisi gibi ikinci şans verilen bu çocukların kaybetmemesi için onlara yöneltilen silahların indirilmesi gerekiyor. Zorba öğrencilerin, umursamaz idarecilerin olduğu bu okulda havalandırma grubunun başlarını belaya sokmadan devam etmeleri çok zor. Sadi’nin okuldaki varlığı ve hatta bu çocukların ayakta durması için Songül’ün varlığı bile önem arz ediyor. İkinci şansı ne demek olduğunu en iyi bilen öğretmen öğrencilerinin de bunu kaybetmemesi için elinden geleni yapacaktır, biliyor ve hissediyorum.

Şimdi yazımı bitirmeden önce bahsetmek istediğim bir Mert-Derya – Sadi üçgeni var. Anladığım kadarıyla Derya terk edildiğinde hamileydi ve yine yanılmıyorsam bu çocuğun babası Sadi yani daha doğrusu Emin. Buraya kadar tamam ama ben Derya’nın zaten Emin’le bir hayatta kalabileceğine inanmıyorum. Derya şu ana kadar bana verilen doneyle konuşacak olursam korkak bir yapısı var. Babasız çocuk büyütmektense, onu kardeşim diye kandıracak kadar korkak gibi duruyor. Emin’e söylememesini anlıyorum ama Mert’ten saklamasını pek anlamıyorum. Eminim çok geçerli sebepleri vardır ama terk edilen ilk kadın da değildi. Oğlunun hayatından endişe duydu desem bu korku Emin varken de olması, ilişki yaşamaması gerekmez miydi? Bence orada Derya’nın korkması, sinik olması var ama çok da iddialı olmak istemiyorum. Ayrıca Emin neden bıraktı, mektupta yazanlar kadar mı bilmiyorum ama Sadi’yi bakınca aslında etrafındaki insanlara sahip çıkan bir yapısı olduğunu görüyorum.

Sadi Payaslı aşık olabilecek biri mi yoksa Songül de onun için hayat ortağı olarak mı kalacak bilmiyorum ama Songül’ün Sadi’nin yanında her şeyi bilerek kalmasının, iş için bile olsa onu hayatına da ortak etmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Araba ve yüzük meselesi bunun ispatıdır. Tehlike anında da yanında dimdik duran bir yoldaşı var Sadi’nin, belki de ilk kez onu koruyan biri var… Bu durum onların arasında neye sebep olur bilmiyorum ama bence güzel bir gönül birliği izleyeceğiz diye hissediyorum, umarım yanılmam.

Sadi’nin geçmişi, bugününü etkileyecek özellikle de Songül’ü. Suç örgütü liderlerinden biri Sadi’nin hayatta olduğunu biliyor ve Sadi’nin korumak zorunda olduğu tek şey kendi canı değil. Her ne kadar Songül onu korumakla görevli olsa da aslında Sadi de onu korumak isteyecektir çünkü aralarındakini gerçek evlilik sananların ilk hedefi korkulan Yedi Emin değil, onun çevresi olur… Umarım ben yanılırım ama sanmıyorum.

Sadi, Songül ve beş fidan için mücadele daha yeni başlıyor. Sakın unutmayın, bir direniştir yaşamak… 

Bu hafta benden bu kadar arkadaşlar. Haftaya Ela ERDOĞDU sizler için dizimizi yorumlamaya devam edecek, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

 

 

PAYASLI RÜZGARI (Gelsin Hayat Bildiği Gibi,1.bölüm)

YAZAR : ELA ERDOĞDU

Yepyeni bir macerayla karşınızdayım. Gelsin Hayat Bildiği Gibi daha tanıtımları dönmeye başladığında beni tavlayan bir iş oldu. Klasik okul ve öğrenci temalı dizilerden farklı olacağını, bir DERDİ olacağını hissetmiştim. Yazan Gani Müjde olunca insanın aklına başka bir şey gelmesi de mümkün değil. Hocamızın yanında çocukluk yıllarımdan bu yana hayranlıkla izlediğim Ertan Saban,Özge Özberk ve yeni dönemin yetenekli oyuncularından Devrim Özkan’ı görünce otomatik olarak ekran karşısındaki yerimi aldım.

Gelsin Hayat Bildiği Gibi tam olarak hayatta ikinci şansı olanların hikayesini ekrana taşıyacak. Çeşitli sebeplerle cezaevine girmiş ve şartlı tahliye ile yeni bir şans tanınan çocuklarla bir küçük kızın ardında bıraktığı kanlı oyuncakla ölümle dans eden Yedi Emin’in hikayesiyle bu insanların etrafında yalnızlığı ve sakladıkları sırlarla belki de herkesin hayatını değiştirecek Songül ve Derya’nın hikayesini izleyeceğiz.

Hayat gökkuşağındaki gibi cıvıl cıvıl renklerden oluşup masalsı bir hayat sunmuyor kimseye kendinden verdiğin tavizler seni ya sen yapıyor ya da seni senden ediyor. Bizi biz yapan şeylerden vazgeçmek yavaş yavaş kendini de yok etmeye başlamaktır çoğu zaman tıpkı Yedi Emin’in yaptığı gibi. Yedi Emin uçsuz bucaksız bir deniz gibi ne sonunu görebiliyorsunuz ne de tam olarak çözüp hakkında bir varsayımda bulunabiliyorsunuz. Sürprizlerle dolu bir adam kendisi ve onu bu kadar cazibeli kılan da kesinlikle bu. Yedi Emin “emanetçi” anlamına gelir yani Emin mafyanın emanetçisi. Kimin nerede, ne zaman, ne yaptığını bilmesi bu yüzden.  Emin gibi adamlar aslında ihanet etmez, kimseyi satmaz ama bazen bir şey gerekir. Bir bombanın piminin çekilmesi, kaldırılamayacak ya da üstünden geçilemeyecek olayların yaşanması gerekir ki insan kendisini sorgulayabilsin. Emin de bunu yaşadı. O küçücük kızın kanlı oyuncağı Emin için kırılma anı oldu. Polisin yıllarca aradığı ancak yüzünü bile görmediği adam gelip teslim olduğunda hem Ankara’nın hem de Songül’ün hayatı değişmek üzereydi sadece o anda kimse bunu farkına varmadı.

Emin kendi içinde bulunan zıtlıkların uyumunu yeni hayatında da devam ettirecek farkında olmadan devam ettirecek. Emin onu “Yedi Emin” yapan her şeyden vazgeçerek onu öldürüp Sadi Payaslı’yı yarattı. O artık Karabayır Lisesi’nde bir Coğrafya Öğretmeni. Karabayır Emin’in geri de bırakmak istediği her şeyi içinde bulunduran bir yer. Belki bilerek ayarlandı belki de tesadüf buraya gelmesi bilemiyoruz henüz ama Karabayır şimdi ki hayatının sınavı olacak orası kesin ya “Yedi Emin” olacak ya da “Sadi Payaslı” keskin virajlarla dolu bir yol bekliyor Emin’i. Keskin virajlarla dolu bu yolda yalnız yürümüyor ama arkasında yürüyen beş genç daha var Emin’in. Onunla benzer şekilde bir proje kapsamında şartlı tahliye olan bu gençlerin de Karabayır’da olması biraz garip sanki. Her türlü sorundan uzak durması gereken bu gençler sorunun tam ortasına düştü. Payaslı ve çocukların buraya gelmesi de kaderin ördüğü bir yoldur. Hayat bazen bizlere hatalarımızı yanlışlarımızı düzeltme, tamir etme imkanı verir. Sadi de bunca suça meyilli çocuğun olduğu okula giderek aslında onlara belki de zamanda yolculuk yaptıracak kadar yardımcı olabilir. Onlara bir pencere açıp, gerçekten istemediği halde oraya sürüklenen bir insanı bile çekip alsa geçmişinin ve vazgeçtiklerinin bir anlamı olacaktır.

Emin, Emin yapan şeylerden vazgeçerken Mert onu mert yapan şeylerden vazgeçmiyor. Mert de aslında kader kurbanı olan o çocuklardan biri. Ne yaparsa yapsın, nasıl yaparsa doğru bildiğinden şaşmayan bir genç. Mert’i o cezaevine bir kadına yardım etme isteği soktu. Sokakta dayak yiyen ancak kimsenin kurtarmak istemediği birine yardım ettiği için cezalandırılanlardan oldu. Hikaye size tanıdık geldi değil mi? Kadir Şeker olayının bu şekilde ekrana gelmesi beni ziyadesiyle memnun etti. Mert o kadar yalanın, yanlışın içerisinde doğru kalmayı başaran bir çocuk. Hayat onu da çok farklı şekilde sınıyor. Bir kadına yardım etmek istediği için cinayet işleyen Mert, öldürdüğü adamın kızıyla aynı okulda hem de zorbaların olduğu bir okulda okumak zorunda kaldı. Kızımızla ilk karşılaşması oldukça sert geçerken sadece doğru bildiği şekilde davranmaya devam eden Mert için bu hiç kolay olmayacak. Mert’in hayatının tamamı koca bir yalanın üzerine kurulu: Ablası sandığı Derya onun öz be öz annesi.

Derya karakter olarak bizi fazlasıyla zorlayacak diye hissediyorum. Erkek kardeşim dediği Mert, onun öz oğlu. Bir sebepten dolayı Derya Mert’e annesi olduğunu söylememiş. Şimdi buradan dolu hikaye çıkarabilirim ama hepsi havada kalır. Derya bu yalanı Mert’in babasından ötürü söylüyor ancak babasının kim olduğunu henüz bilmiyoruz. Elbette herkesin aklına gelen o isim benim de zihnimde haykırıyor ancak elimizde bu hususta tek bir veri bile yok. Tıpkı Songül’ün neden İstanbul’a gelmek istediğiyle ilgili bilgimiz olmaması gibi.

Songül Komiser, sebebini bilmediğimiz bir nedenden tek başına İstanbul’a gelmek için uğraşırken birden kendini Sadi Payaslı’yla evli olarak buldu. Songül oldukça sert, köşeleri olan bir kadın. Cesur olduğu gözlerinden belli hem de yani yılların mafya emanetçisiyle aynı evde yaşıyor ve kadın daha gözünü bile kırpmadı. Songül işini seven bir polis ama onunla ilgili sır perdesi aralandığında o sert duruşun altında eksik kalmış bir kadın olduğunu düşünüyorum. Songül polis bir babanın polis kızı… Ailesini kaybetmiş hüzünlü bir kız çocuğu aslında.

Songül güçlü bir kadın bunu her düşüncesini üstlerine dahi açıkça söylemesinden, Sadi’ye verdiği cevaplardan anlayabiliyoruz. Şu an için Sadi ile didişme üzerinden ilerleyen bir ilişkileri var. Her düşündüğünü her duygusunu olduğu gibi dışarı vuran Songül ne zaman konu ailesine gelse içine kapanıyor, sessizleşiyor. İstanbul’a gelmekten en azından bu şekilde gelmekten hoşlanmıyor sorun Sadi ile gelmesi de değil kafasındaki plan neyse onu bu şekilde yapamayacağını biliyor. Songül’ün kafasında ne var bilmiyorum ancak Sadi’yle bu planın tamamen ters olduğunu düşünüyorum. Polis için görev görevdir ancak Songül yarım kalan bir iş var da onu tamamlayamadı gibi renk veriyor. Sadi’ye sürekli olarak ters tarafını gösterse de zamanla bu ikilinin arasındaki ilişkinin daha derin bir şekilde gelişeceğini düşünüyorum. Sadi geçmişinden kaçan bir karakter ama Songül bence onda da geçmişle ilgili başka şeyler var. Ailesiyle ilgili meselede bir an durgunlaşıp sonra yüz hatlarının sertleşmesi ve sonrasında yüzünde beliren o duygusuz ifadeyle Ankara’da örgüt liderleri toplanırken bazı anlarda yüzünün aldığı ifadeden Songül’ü polis yapan sebepleri düşünmemi sağladı. Senaryo oraya henüz evrilmedi ama Songül bizi oldukça sarsacak diye düşünüyorum.

Songül hatta şimdiden Sadi’yi sarsmaya başladı. Ona sürekli ters davranması, hep dikine gitmesi ve Sadi’nin zaman zaman delirme noktasına gelmesini keyifle izledim. Sadi öfke kontrol sorunu olan biri değil bu yüzden Songül’ü şimdilik alttan alıyor ancak onun da başı derde girmek üzere. Ele verdiği adamlardan biri onun yaşadığını öğrendi. Geri kalanın da öğrenmesi an meselesidir. Sadi bir yandan yeni hayatını kurarken, geçmişin hayaletlerini de kafasından atmak zorunda kalabilir. Sadi korkusuz ve tehlikeli biri ve aynı zamanda değerleri olan, çocuklara zarar vermeyen, insanlara direkt kötülük yapma amacı olmayan biri ki bunu okula ilk girdiği andaki hareketinden de gayet rahat anlayabiliriz.

Sadi Payaslı rüzgarı Karabayır Lisesi’nin her yanını sardı ancak tufan da kapıda. Okulun görüp görebileceği en sert ve değişik öğretmen olma yolunda ilerlerken okulun serserileriyle de zor bir mücadeleye girişecek diye düşünüyorum. Herkesin yeni hayatının başlangıç noktası olan Karabayır kaç hayatı değiştirecek kaç ışığı söndürecek bekleyip görelim…

Dizimizi genel olarak ele alırsak çok kaliteli hatta bu işin pirî diyebileceğimiz bir adamın Gani Müjde’nin kaleminden çıkan bu senaryo ince ince tüm detaylar göz önüne alınarak işlenmiş. Dizi öyle oturdum yazdım değil bu oldukça belli büyük bir emek var, rejisi, senaryosu, kast oluşumu, müziklerin seçimi hepsi insana ince ince işleyecek şekilde oluşturulmuş. Sahne geçişleri, çekim açıları oldukça güzel ki yönetmen de Altan Dönmez zaten söyleyecek bir şey kalmıyor insana. Bildiğim tek şey Gani Müjde bizi ter köşeden ters köşeye sürükleyecek ama bunu nasıl yapacak acaba? Ben ilk bölümü çok beğendim ama beni can evimden vuran sahne şüphesiz “Atatürk” sahnesiydi böyle küçük detaylar bile beni benden alıyor.