ARAF (Gelsin Hayat Bildiği Gibi,5.bölüm)

YAZAR: A. Ela Erdoğdu

Bir efsaneye göre insanlar ilk yaratıldıkları zaman birbirini tamamlayan bir küre halinde mükemmel bir uyum içerisindeymiş ama bunu kendine büyük bir tehdit olarak gören Zeus insanları “kadın” ve “erkek” olarak iki yarım küreye bölmüş bu olay sonucunda birbirinden ayrılan bu varlıklar eksik kalmışlar, yaşadıkları süre boyunca kendilerini tamamlayacak diğer yarılarını aramaya başlamışlar. Bundandır hayatının aşkını bulanların “şimdi tamamlandım sanki” demeleri. Aşk.. Öyle çok duyguyu ve oluşu içinde barındırıyor ki bu yüzden çözmesi de yaşaması da oldukça zor. Aşk bir savaş halidir, durmayan, bitmeyen ama ne de vazgeçebildiğin bir savaş. Aklın ile  kalbin savaşı ve hangisi kazanırsa kazansın kaybedenin  mutlaka senin olduğun bir savaş. Hep duyarız bu klasik cümleleri “Onca şeyi yaşayıp nasıl hâlâ o adamlasın”, “O kadını nasıl affettin” vb. uzar gider bu cümleler. Cümleler kalıp değiştirir, özne değiştirir, anlam bile değiştirir belki ama asla cevabı değişmez “Aşk”

Aşk bir karadeliktir asla sırrını çözemezsiniz ki zaten çözerseniz de tüm büyüsünü kaybeder. Kimine göre aşk fedakarlıktı, kimine göre cesaret kimine göre delilik… Herkes kendine göre tanımlayıp yaşıyor aşkını bana gelecek olursanız aşk güçtür. Diğer yarınla birlikte üstüne gelen her şeye kafa tutup direnmektir. Onun için ondan vazgeçmek aşk değildir onun için onunla tüm zorluklara göğüs germeye hazır olmak demektir gerekirse bu uğurda beraber gözyaşı da dökebilmektir tıpkı Songül ve Sadi gibi. Sadi ve Songül birlikte çok zor ve acılarla dolu bir yolda yan yana yol arkadaşı olarak yürüyorlar yani en azından şimdilik bu yoldaşlığın adı hayat arkadaşlığı diyebiliriz. Ancak onları bu derece yakınlaştıran kuvvet ikisinin de her konuda birbirlerine karşı dürüst olmalarıydı ancak bu durum değişiyor. Özellikle de Sadi kanadında sırlar baş göstermeye başladı ve bu Songül gibi zor güvenen bir insan için ilerleyen aşamalarda ciddi sıkıntılara, kritik kararlara sebep olacak bir durum diye düşünüyorum.

Sadi bugüne kadar hiçbir konuda hiçbir duygusunu ve fikrini Songül’den gizlemedi ama bunu yaparken de onu incitmemeye oldukça özen gösterdi. Ben Sadi’yi içinde bulunduğu o sıkışmışlığı ama en önemlisi de vicdan azabını çok net anlıyor ve görüyorum. Sadi şu an kendi yarattığı cehenneminde yani geçmişinde büyük bir ateşin ortasında hem de tam bu ateşten çıkmak üzereyken ki böyle bir durumda çektiği acı daha büyük oluyor. Sadi vicdan mahkemesinde hayatının en büyük yüzleşmesini yaşıyor ve kendine en ağır cezayı vereceğinden hiç şüphem yok zira kendine çok acıması olan bir karakter değil kendisi. Sadi eski hayatını yaşarken en sevdiği insanı geride bırakarak bir hayatı tercih etti. O hayatın içine sokamayacağını düşündüğü kadını korumak için bırakmış olsa da, hayat tercihlerimizle şekillenir. Emin, Derya’yla mutlu bir hayatı tercih edebilirdi ama yapmadı. Belki buna bin tane sebep sunulabilir ancak Emin’in istediği an o hayattan nasıl sıyrıldığını gördüğümde çok da imkansız olmadığını anladım. Bir zamanlar Derya ve yaşadığı hayat arasında kalan Emin o karanlık dünyayı tercih ederek Derya’dan uzaklaştı. Seneler sonra yeniden tertemiz bir sayfa açmaya karar verdiği kavşakta karşısına çıktı ve aslında bu hayatın bir hesap kesme biçimidir biliyor musunuz? Temiz sayfa açılabilir ancak orada yeni bir hayat kurmak için eskisinin bedelini ödemek zorundasındır. Sadi de tam bu noktada. Eskinin bedelini ödemek zorunda ve bu defa kaybedeceği şey kendi beyaz sayfası da değil. Sadi, Songül’le yepyeni, bembeyaz bir sayfa açacağı günün akşamında gördü Derya’yı. Doğal olarak da darmadağın oldu ama mesele sizlerin gördüğünden bir tık farklı diye düşünüyorum.

Kafaları karıştıran, kafanızda bin bir türlü tilkinin dolaşmasına sebep olan şeyi biliyorum ancak tüm samimiyetimle söylüyorum ki içiniz ferah olsun Sadi’nin şu an içinde bu kadar sıkışmasına sebep olan şey çektiği bir vicdan azabı ve silmeye çalıştığı Yedi Emin’i belki de  tanıyan en büyük tanıkla karşılaşmış olmak. Sadi, Derya’ya karşı pişmanlık -ki bu vicdan azabından kaynaklı bir pişmanlık- başka bir duygu beslemiyor, besleyemez çünkü o dününü çoktan yaktı, sildi hatta unuttu ama her ne olursa olsun insanın kalbinde, ruhunda iz bırakan şeyler olur tıpkı “ilk aşklar” gibi. Derya, Sadi’nin ilk aşkı ve ilk kalp yarası ona karşı “aşk” anlamında bir duygu olması da bir izi, anısı mutlaka olacaktı çünkü özeldi.Derya ve Sadi ilişkisiyle ilgili en güzel açıklama canımız Sadi’nin güzel karısı Songül’e söylediği gibi “Dün dünde kaldı” olur, onlar için başka bir yol yok. Olsa olsa çocukları için görüşmek zorunda kalan iki ebeveyn olur ki bunun için de epey bir yolumuz var, tünel sonunda ışık henüz hissedilmedi bile.

Sadi meyhanede baloncu ile konuşurken aslında çok güzel özetledi ve bize seçimini anlattı. Derya ilk göz ağrısıydı, başka bir hayatı olabilecekken vazgeçip geride bıraktığı kişiydi ama Songül’ü anlatırken, ona olan duygularını anlatırken içinde bir korku da vardı “Ya beni sevmezse” çünkü Sadi kendini Songül’e ve onun sevgisine layık görmüyor çünkü ne kadar geride bırakmış olsa da kendini kirli, siyah görüyor ama Songül öyle mi? Songül, Sadi için pür-ü pak, tertemiz ve saf hâl böyle olunca da onu sevebileceğine inanmıyor ve Songül tarafından sevilmemekten, onu incitmekten de çok korkuyor. Sarhoş insanlar yalan söyleyemez, hareketlerini, akıllarını kontrol edemezler bu yüzden de en dürüst oldukları andır. Fark ettiniz mi bilmem ama Sadi o zil zurna haliyle Derya’nın evini değil Songül ile yaşadığı evi tarif etti, Songül’ün sarılmasıyla “çok mu özledin karıcığım” dedi, sarhoş haliyle bile güzelliğini övüp onu kıskandı. Songül, onun hayatında artık bir mihenk taşı onsuz olmayı düşünemez bile Sadi. Sadi’nin Songül için yaptığı hiçbir hareket boşuna, anlamsız değil Sadi Songül’ü gerçekten karısı olarak benimsedi. Zaten bu ilk bölümden beri böyle değil mi? Sadi Songül’ün “kağıt üstünde” olarak tanımladığı hayatın içerisinde ve onu yaşıyor. Songül’e bir başkası bakmasın istiyor, eve geç kalınca endişelenip sokaklara dökülüyor. Yeni hayatına girdiğinde ne eski hayatı ne de kalp ağrısı aklına gelmezken, sırf mutlu olsun diye insanlara yalandan da olsa aşk masalı anlattı. Bakın orada o masalı anlattığında da Sadi aslında Songül’ü ilk gördüğündeki hislerini söylemekten de çekinmemişti. Peki Sadi tüm bunları neden yaptı? Songül mutlu olsun diye, bu kadar basit.

Sadi geçmişinden gelen vicdan yüküyle Songül’ü de mutsuz etmekten, üzmekten korkuyor onun mutsuz olması Sadi için her şeyden önemli ve çözmesi gereken en öncelikli sorunu. O sabah kendi derbeder hâlde olmasına rağmen önceliği Songül’ün o paniği, korkusunu ortadan kaldırmak için çabaladı. Derya’nın hayatını mahvetmiş olmanın verdiği korku ve vicdan azabına bir de Songül’ü bu denli harap etmesi eklenmişti. Sadi şu an hayatının en büyük yol ayrımında Sadi şu an arafta. Araf’ın sonunda cennet var zira cehennem kendisinin geçmişi. Sadi’nin yaşadığı bu durumdan ve pişmanlığını gayet farkında bu yüzden de konuyu çok uzatamadı belki de. Sadi ve Songül adeta bir mıknatıs gibi birbirlerini hareket ettirse de Sadi’den ve herkesten sakladığı bir Songül var.

Güçlü, dimdik ve gözü kara Songül bir de perdelerin arkasında gizli ürkek, korku dolu bir kız çocuğu var. Aldığı o kaza haberi ile derinlerinde bir travması tetiklendi bunu tanıtımlarda gördüğümüz için rahatlıkla söylüyorum ki ailesini kaybetmesi… Songül hayatının cehennemini o 1 saat içerisinde yaşadı. Açıkçası tanıtımı görmeseydim baya baya abartılı gelecekti bu sahne bana yani neden bu kadar büyük tepki verdiğini anlayamadım. Sadi’den etkilendiğini, onu sevdiğini biliyorum ama kendini kaybetme noktasına gelmesi bana biraz enteresan geldi. O tanıtımdaki küçük kağıt ise beynimde ışıkları yaktı. Songül’ün zaten bir travması var ki oradaki kazaya da sıradan bir kaza gözüyle bakmadı. Sadi’ye zarar verdiklerini, öldüğünü düşündü. Buradan da Sadi, Songül ikilisinden sadece Sadi’nin gelecek umutları olmadığını görmüş olduk. Songül de aynı Sadi gibi gelecek görüyor ve kaybetmek istemedi. Songül yalnız bir kadın ve şu anda yol arkadaşlığı yaptığı, evlenmek zorunda olduğu için göz yaşı döktüğü adamı kaybetmekten deli gibi korkuyor. Korkması da şöyle dursun Songül’ün de Sadi’nin kendisini sevdiğine inanmadığını düşünüyorum. Aksi halde ertesi sabah ilk soracağı soru:” Dün akşam beni neden yalnız bıraktın?” olurdu. Songül’se tamamen başka bir noktadaydı diye düşünüyorum. Sadi ve Songül birbirlerine bu hususta çok benzemekle birlikte ben Songül’ü geçmişte dahi sevildiğine pek ihtimal vermiyorum. Onun gibi başarılı, güzel ve güçlü bir kadının güzellik, sevildiğini gösterme hususlarındaki çabası bende bu hissi uyandırdı. Bu da Sadi ve Songül arasındaki en önemli benzerlik olarak karşımıza çıkarken, haftalar geçtikçe Songül’ün üstündeki sis perdesini de kaldırmaya başladık. Songül’ün neden ısrarla trafik şubeye gelmek istediğini çözemiyorduk böylece bunu da çözmüş olduk. Tek amacı ailesinin şüpheli ölümünü aydınlatıp huzura ermekti. Bu yolda yolunun Sadi gibi biriyle kesişmesi onun için hem büyük bir şans hem de kendini ve hayatı sorgulaması için büyük bir şans oldu.

Sadi ve Songül birbirini tamamlayan iki küre, ikisi de sevilmemekten korkuyor. İkisi de kendini sevgiye, güzelliklere layık bulmayan iki yaralı kuş, bildikleri, bilmedikleri gerçekleriyle birbirlerine merhem olup mutluluğa yürüyeceklerine inancım tam. Buna aşk mı kader birliği mi yoksa başka bir şey mi dersiniz ben pek bilemem ama bildiğim bir şey varsa o da Sadi’nin iki kadın arasında değil iki hayat arasında sıkıştığıdır. Sadi hangi kadınla olsam diye düşünmüyor, hatta aklından bile geçtiğini sanmıyorum. Öyle olsa bir şekilde Derya’nın karşısına çıkardı. Mert’e soru sormasının da Derya’yı izlemesinin de arkasında yatan sebebinin bir şekilde orada hayat kıpırtısı görmek istemesinden bence. Yoksa seneler sonra, güvenli bir hayatın içerisinde neden Derya’nın karşısına çıkmasın ya da en azından özür dilemesin değil mi? Halbuki o hayatının geleceğinde Songül’ü görürken eski kalp ağrısının vicdanını en ağır şekilde yaşıyor. Sadi ne yapar bilmiyorum ama Derya’nın şu anda gündeminde çok başka meseleler var ona eminim.

Derya karakter olarak çok farklı biri bence ve çok da iyi bir insan. O katran karası gecede Songül’ün yanında olması, ona destek olurken bencil davranmaması çok ince bir hareketti diye düşünüyorum. Derya kötü biri olsa Emin’i karısına anlatırdı, bu çok zor değil arkadaşlar. Çıkar çatır çatır konuşur ama yapmadı. Songül, kocası için sinir krizi geçirirken ona omuz verdi, yanında oldu. O geceki davranışları ve sonrasında da sadece 2 damla yaş görmemiz Derya’nın da aşk hususunda Sadi’den farklı bir yerde olmadığını düşünüyorum. İlla ki bir sevgi var, hatta tercih edilmemenin öfkesi de olduğuna eminim. Ben de bir kadınım, bu beni şaşırtmaz ama yine de ben Derya’nın Songül kadar şiddetli bir şey hissettiğini şu aşamada düşünmüyorum.

Bir yanda yaralı Songül bir yanda kapalı kutu Derya… Derya oldukça kapalı kutu ve çözemediğimiz çok büyük sırlar var. Emin konusunda hep geçmişte kaldığı vurgusunu yapsa da Emin hâlâ içinde bir yerlerde yaşatıyor. Derya bu zamana kadar kendinden bile gizleyerek yaşatmış Emin’i içinde yıllardır nasıl yaşatmasın ki oğluna bakınca göreceği kişi o. Şu an her ne kadar onu yıllar önce mektupla terk eden adamı görmenin şoku içerisinde olsa da şu an Sadi’nin tekrar karşısında olmasından daha büyük dertleri var. Mert gibi, bu zamana kadar sözde abla- kardeş arasında büyük ihtimalle bu kadar büyük çaplı gerginlikler yaşanmamıştır ama şu an abla-kardeş arasında da büyük bir yol ayrımındayız. Derya yıllardır saklı tuttuğu bir ton sırla kardeşi ve Emin arasında kaldı.Derya şu an bir kadının kendi içinde yaşayacağı iç bunalımı yaşıyor. Mektupla terk edilmiş ve onu terk eden adama deli gibi aşık bir kadını, mutlu düğün fotoğraflarını gördü bu durumda neden ben değil de o sorularını kendi içinde sorgulasa da bunu ikinci plana atmasını gerektiren Mert sorunu var.

Karabayır’da ipler gittikçe geriliyor, sırlar gittikçe sona yaklaşıyor kim nasıl nereye savrulacak bilmiyoruz, gergin bekleyiş sürüyor. Mert’in Songül ve Sadi’nin evine gelmesi neleri değiştirecek bilmiyorum ama bazı taşların artık yerinden oynayacağına eminim.

Yazımı bitirmeden önce bahsetmek istediğim iki durum var. İlki Devrim Özkan ve Songül birleşimi. Bu hafta Devrim Özkan izlerken beni mıh gibi koltuğuma çiviledi. Yarattığı Songül’ün her bir ayrıntısını öyle incelikle düşünmüş ki sanki Songül’ü yıllardır tanıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Sesinin titretmesinden, beden diline kadar her şeyiyle ince ince veriyor bize. Özellikle de sahildeki sahnede karısıyım diye girerken sesinin çaresizliğinden, ben de polisim demesiyle o ses tonunun hafif sertleşmesiyle , Derya’ya döndüğünde yeniden o çaresiz kadına dönüşmesi ve bunu tek bir mimik dahi kaçırmadan başarmasına şapka çıkardım. Gani Müjde’nin dediği gibi önümüzdeki 10 yıl boyunca adını sıklıkla duyacağımız özel bir aktris kendisi. İyi ki bizim Songül’ümüz o oldu, iyi ki…

Gelelim yılların duayenine. Ertan Saban her hafta bizi kendine hayran bırakırken, aslında ekranda oyunculuk dersi verdi. Son yıllarda bizim ülkede beni çok yoran bir konu var: Fazla mimik ve jestin iyi oyunculuk olduğu yanılgısı. Ertan Saban daha ilk sahnesinde tek hareketle bize Sadi’nin yaşadığı şoku , hayal kırıklığını iliklerimize kadar hissettirdi. Bu durum tüm bölüm boyunca, sarhoşken, sonrasında da devam etti. Açıkçası ben böyle oyunculukları ve daha da önemlisi Ertan Saban’ı çok özlemişim. Her hafta bize oyunculuk resitali sunmasını heyecanla beklerken, Sadi’nin yolculuğuna onun ruhuyla ortak olmak paha biçilemez. Sadi Payaslı’yla uzun süreler birlikte olmak istiyoruz… Emeğine, gönlüne bereket.

Aslında bu bölümle ilgili söylenecektim ama Ertan Saban’ın hastalığı, bölümün revize edilmek zorunda kalması yüzünden reji ve senaryo ekibine kıyamadım. Haftaya kapatırız arayı, herkesin emeğine sağlık.

Haftaya tekrardan görüşmek üzere inançla kalın.