Bir Direniştir Yaşamak (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 2.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT

Hayat çok garip değil mi? İnsan hep savaşır, mücadele eder. Doğamızdan gelir bu, savaşmak zorundayız ama işte hayat da bu zamanlarda biraz kolaylık sağlasa fena olmazdı ancak sağlamaz. Her zaman en zoru insanın karşısına çıkıverir. Ya da Murphy denen arkadaşın bize söylediği bu ve laf aramızda kendisi asla yanılmadı. Mert, Melek, Aylin, Can ve Zülfikar ikinci şansları için çıktılar o cezaevinden ama daha büyük ve daha tehlikeli bir hapishaneye düştüler. Belki de hayatlarındaki en büyük mücadeleyi de burada verecekler. Doğruyla yanlış, kolayla zorun iç içe geçtiği bu cehennemde ne şanslılar ki onların şu anda yürümek zorunda kaldığı, bıçak sırtı seçeneklerin olduğu yolu çift tur dönmüş biri var : Coğrafya öğretmenleri Sadi Payaslı!

Yedi Emin ya da yeni adıyla Sadi Payaslı kendini İstanbul’da hayal ettiğinin de ötesinde bir hayatın tam ortasında buldu. Bir yanda yanı başında tatbikat çavuşu gibi duran Songül, diğer yanda eski hayatının yolcusu bir okul dolusu çocukla eski ve yeni hayatı arasında sıkıştı kaldı. Sadi’nin kafasında ne vardı bilmiyorum ama o küçük kızın kaybından sonra kendi içinde büyük bir çatışma yaşadığını hissediyorum. O küçük kızı kurtaramadı ama karşısına beş tane gencecik, bir şekilde kader mahkumu olmuş çocuk çıktı. Sistem onlar karanlık tarafı seçmeye zorlasa da onlar şimdilik ışık olan tarafta kalmaya çalışıyorlar. Yanlış tercih yapmalarının çok kolay olduğu bir çağda olan bu çocukların neyi kaybedecekleri aslında tam önlerinde duruyor. Sadi yanlış tercihleri yüzünden bugün henüz aidiyet hissetmediği ancak adapte olmaya çalıştığı bir hayatın içerisinde yaşamaya çalışıyor. Bu kolay olmasa da eski halinden de mutlu görünen bir adam olan Emin için yeni hayatında eline düşen beş fidanın kendi tercihlerini doğru şekilde yapmaları önemli ki okul onların üstüne gittikçe ben inanıyorum ki Sadi Hocaları havalandırma ekibini yalnız bırakmayacak.

Sadi Payaslı yanlış tercih nedir çok iyi bilir. Daha önce yaşamayı tercih ettiği hayat onu bir aileden etti. İçinde kalmak istediği dünya yüzünden Derya’dan vazgeçti bir kere, var mı daha ötesi? Aralarındaki ikili ilişkinin seviyesini bilmiyorum ama çok da güçlü olduğunu zannetmiyorum. En azından Sadi tarafında henüz Derya’ya ilişkin tek bir anı kırıntısı bile görmedim. O şu anda daha çok yeni hayatına ve de Songül’e adapte olmaya çalışıyor diye düşünüyorum.

Kendisinin adapte olması bu kadar zorken, daha hayatın başında korkunç olaylar yaşayan çocuklar nasıl adapte olsun? Hele de onları mahvetmek isteyen bunca insan varken. Çocukların kimliğinin ifşa olması sonrasında Sadi’nin onlara daha da kol kanat germesi gerektiğini düşünüyorum. Tabii tek kollaması gereken kişiler bu çocuklar değil, Songül de Sadi’nin yanı başında onun hayatında kendine yer açanların başında geliyor, söylemişti dersiniz…

Songül demişken, üstüne çok fazla düşündüğüm bir karakter olduğunu söyleyebilirim. Asayişin göz bebeği olan Songül, İstanbul’da trafik şubede çalışmak istedi. Müdürü zorlasa da neden orada olduğunu söylemek istemeyen Songül’ü içten içe yiyip, bitiren bir şey var. Songül aslında İstanbul’a tayin olmak için elinden geleni yapınca ben de önemli bir şubede iş yapacak diye düşünürken, birden trafikte görünce şüphelerim iyice arttı. Songül’ün geçmişiyle ilgili büyük bir sırrı var ve her aile konusunda buğulanan gözlerinden bu meselenin oraya bağlanacağını düşünüyorum. Ayrıca kriminal insanlardan da ölesiye nefret eden bir yapısı yok. Öyle olsa Sadi’yle  yarışma halinde de olsa böylesine tatlı bir iletişim kurmazdı. Şimdilik Sadi’yi korumakla yükümlü olsa da ileride aralarındaki ilişkinin boyut atlayacağını düşünüyorum. Elimde bir veri olmasa da Songül Sadi’yi asla yargılamıyor. Suç geçmişini önüne koymuyor, yani onun ikinci şansını kafasında demoklesin kılıcı gibi sallandırmadığı gibi Emin’i ona asla hatırlatmadı. Sanki Songül için hep Sadi’ydi de, numaradan evcilik oynuyorlar gibi bir izlenimleri var ve yine bana sorarsanız Songül bu durumdan gayet memnun arkadaşlar benden söylemesi.

Songül karakter olarak henüz çok anlaşılır olmasa da onunla ilgili çok belirgin iki ayrıntı var : Birilerinin ona sahip çıkması hoşuna gidiyor, ikincisi de karşısındaki kim olursa olsun yardım istemiyor. İlk olarak şu sahip çıkılma meselesiyle ilgili konuşmak istiyorum. Sadi, Songül’ü buldu, adamı dövdü, sonra da gitti ona kocaman taşlı bir yüzük aldı ve Songül gibi adamın elinden tantuni bile yemeyen kadın kabul etti. Buradan oyun oynamak zorundalar anlamı çıkabilir ancak o kadar basit değil. Sadi ne derse desin kafasına göre bir yüzük seçip, gidebilirdi ama yapmadı. Sadi’in ona kendince sahip çıkması, artık hayatındayım demese de varlığını barbarca da olsa göstermesi bence hoşuna gitti. Hayatını yalnız yaşayan bir kadın olarak belki de uzun zaman sonra hayatında numaradan da olsa birinin olması yoluna gitmiştir bilemiyorum ama yine de Songül’ün kimseye eyvallah etmeyen hali başını birazcık ağrıtabilir bence.

Songül’le ilgili değinmemiz gereken ikinci mesele de kimseden yardım istememesi durumu. Şimdi komiserim İstanbul’a atanmak isterken müdürüne bile nedenini söylemedi. Belli ki ailesini kaybetmiş, babası polis ve birden bire trafik şubede çalışmaya başladı. Bariz bir derdi var ama kimseye diyemiyor. Zaaflarını, sevdiği şeyleri kimseye anlatmıyor. Mesela et yemeyi seviyor, Sadi ona yaptı ancak yemedi, gitti dışarıda yedi. Basit hareketlerden bir insanı çözersiniz. Songül’ün kazanma gibi, güçlü durmaya çalışma gibi bir derdi var. Ben yarışa girersem kazanırım, canım bir şeyi yemek isterse gider yerim, bir şey yapacaksam tek başıma yaparım gibi düşünüyor ama bu davranışı çok yanlış. Bir insanın tek başına yapacağı şeyler çok sınırlıdır. Bana sorarsanız Songül’ün derdi neyse o sorunun çözüm anahtarı, Sadi’nin avucunun içinde gibi duruyor, benden söylemesi.

Songül gibi yardım isteyemeyen başka kim var biliyor musunuz? Havalandırma ekibi. Bu çocuklar da asla yardım istemiyor, başlarına geleni kendileri çözmeye çalışıyor. Buna verilecek en bariz örnek de Melek diye düşünüyorum. Melek’in başına ne geldiyse bunun sadece dayak, kötek olmadığını hissediyorum ben. O üvey baba bu çocuğa çok korkunç bir şey yaptı bence çünkü Melek odasının kapısını kilitliyor. Adam sakat olmasına rağmen hala korkuyor. Melek istismar edilmiş olabilir. Bütün tavırları, beden dili bunu gösteriyor ve ben o sahneleri izlerken gözyaşlarıma hakim olamadım. Dışarıda onlarca Melek var ve o çocukların bir çoğu buna susuyor. Kim bilir? Belki Zülfikar’da olduğu gibi Sadi hocası Melek’in de ürkekliğini, kaybedişini ve uğradığı zulmü görür, ne dersiniz? Ya da Aylin’in çaresizliğini, Can’ın yorgunluğunu görür. Mert’in sıkışmışlığını görmeye başlasa da onun boğuştuğunu fark eder belki. Çünkü havalandırma ekibi Karabayır’ın soğuk duvarları arasında boğuluyor, birinin pencereyi açması lazım…

Sadi Payaslı bu hafta o çocuklar için ilk adımı attı ve Zülfikar’ın kardeşine musallat olan torbacıya hak ettiği mor reçeteyi yazdı. Liselerin bugünkü en büyük sorularından olan uyuşturucu tacirlerinin aslında nasıl burnumuzun dibinde olduğunu gösteren bu sahneyi sevdim ama daha da önemlisi kimsesiz oldukları sanılan çocukların arkasında gölgeden de olsa bir kahraman öğretmen geziyor.

Sadi bir yandan Zülfikar’a yardım ederken, diğer yanda Araz ve çetesinin hedefi halinde gelen Can’a da yardım etti. Şimdi tek tek saymayacağım ama Sadi’nin bu çocukların hayatındaki fonksiyonun çok önemli olmaya başladığı bir döneme giriyoruz. Kendisi gibi ikinci şans verilen bu çocukların kaybetmemesi için onlara yöneltilen silahların indirilmesi gerekiyor. Zorba öğrencilerin, umursamaz idarecilerin olduğu bu okulda havalandırma grubunun başlarını belaya sokmadan devam etmeleri çok zor. Sadi’nin okuldaki varlığı ve hatta bu çocukların ayakta durması için Songül’ün varlığı bile önem arz ediyor. İkinci şansı ne demek olduğunu en iyi bilen öğretmen öğrencilerinin de bunu kaybetmemesi için elinden geleni yapacaktır, biliyor ve hissediyorum.

Şimdi yazımı bitirmeden önce bahsetmek istediğim bir Mert-Derya – Sadi üçgeni var. Anladığım kadarıyla Derya terk edildiğinde hamileydi ve yine yanılmıyorsam bu çocuğun babası Sadi yani daha doğrusu Emin. Buraya kadar tamam ama ben Derya’nın zaten Emin’le bir hayatta kalabileceğine inanmıyorum. Derya şu ana kadar bana verilen doneyle konuşacak olursam korkak bir yapısı var. Babasız çocuk büyütmektense, onu kardeşim diye kandıracak kadar korkak gibi duruyor. Emin’e söylememesini anlıyorum ama Mert’ten saklamasını pek anlamıyorum. Eminim çok geçerli sebepleri vardır ama terk edilen ilk kadın da değildi. Oğlunun hayatından endişe duydu desem bu korku Emin varken de olması, ilişki yaşamaması gerekmez miydi? Bence orada Derya’nın korkması, sinik olması var ama çok da iddialı olmak istemiyorum. Ayrıca Emin neden bıraktı, mektupta yazanlar kadar mı bilmiyorum ama Sadi’yi bakınca aslında etrafındaki insanlara sahip çıkan bir yapısı olduğunu görüyorum.

Sadi Payaslı aşık olabilecek biri mi yoksa Songül de onun için hayat ortağı olarak mı kalacak bilmiyorum ama Songül’ün Sadi’nin yanında her şeyi bilerek kalmasının, iş için bile olsa onu hayatına da ortak etmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Araba ve yüzük meselesi bunun ispatıdır. Tehlike anında da yanında dimdik duran bir yoldaşı var Sadi’nin, belki de ilk kez onu koruyan biri var… Bu durum onların arasında neye sebep olur bilmiyorum ama bence güzel bir gönül birliği izleyeceğiz diye hissediyorum, umarım yanılmam.

Sadi’nin geçmişi, bugününü etkileyecek özellikle de Songül’ü. Suç örgütü liderlerinden biri Sadi’nin hayatta olduğunu biliyor ve Sadi’nin korumak zorunda olduğu tek şey kendi canı değil. Her ne kadar Songül onu korumakla görevli olsa da aslında Sadi de onu korumak isteyecektir çünkü aralarındakini gerçek evlilik sananların ilk hedefi korkulan Yedi Emin değil, onun çevresi olur… Umarım ben yanılırım ama sanmıyorum.

Sadi, Songül ve beş fidan için mücadele daha yeni başlıyor. Sakın unutmayın, bir direniştir yaşamak… 

Bu hafta benden bu kadar arkadaşlar. Haftaya Ela ERDOĞDU sizler için dizimizi yorumlamaya devam edecek, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.