GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Gelsin Hayat Bildiği Gibi,8.bölüm)

Hayata her zaman başka çerçevelerden bakmamız gerektiğini, yaşananların her yerde çok farklı anlamlar ve sebepler içerdiğini biliriz çünkü. Bu sebepten dolayı gözlerimizi bu sefer Olimpos’tan çeviriyoruz. Yüce Olimpos Dağı’nın zirvesinde yaşayan tarihin en enteresan çifti Zeus ve Hera’ylayız. Hepimiz biliriz ki Zeus tanrıların tanrısıdır ve oldukça güçlüdür, herkes ondan korkar, sesini bile çıkaramaz tek bir kişi hariç Hera. Hera tarihte görebileceğiniz en güçlü kadın figürlerinden biridir öyle güçlüdür ki kocası Zeus’u devirdiği bile olmuştur ki Hera’nın iktidarı her zaman kocasınınkinden fazladır. Hera dendiğinde hepinizin aklına büyük ihtimalle sadece “kıskançlığı” gelse de derinlerde Hera’yı Hera yapan bambaşka güçler vardır.

Hera, oldukça zeki, çok güçlü, çok inatçı, Olimpos’un ise en güzel ikinci kadınıdır. Zenginliğini anlatmaya kelimeler yetmezken bu zenginliğin kendisine getirdiği gücün farkında olan Hera ağırbaşlı ve vakur bir kadındır aynı zamanda. Bu saydığım özelliklerin yanında inanılmaz kinci ve kıskançtır ki Zeus gibi bir adamla evli olup da öyle olmamasını beklemek çok saçma olur. Zeus’un çapkınları malum bunlara rağmen Hera kocasına oldukça sadıktır, aşıklarını hep reddeder. Zeus, Hera ile evlenebilmek için küçük bir oyun oynar ve kendisini kuşa dönüştürür durumu anlayan Hera, isteğini kabul edeceğini ancak kendisiyle evlenmesi gerektiğini söyler. Keskin bir zekası olduğunu söylemiştim bu zeka ve intikamcı yapısından dolayı kocası Zeus bile kendisinden korkar. Korkmasına korkar da yine de bildiğini okur ve sonra Hera’nın gazabından payına düşeni alır. Hepimizin bildiği o meşhur savaş Truva bile Hera’nın kıskançlığı ve kindarlığı yüzünden ortaya çıkmıştır. Hera bekler bekler ve en uygun zamanda intikamını alır. Zeus ve Hera dünyada bulunan tüm kadın ver erkeklerin tüm olumsuz özelliklerinin vücut bularak tanrısallaşmasına benzer. Sürekli bir savaş ve inatlaşma halinde olan bu karı koca yine de birbirlerinden kopamazlar tanıdık geldi değil mi? Tıpkı sürekli didişen ve inatlaşan Sadi ve Songül gibi.

Nefeslerin tutularak izlenmeye başladığı ilk sahne de aslında o kadar güzel mesajlar var ki sadece sakince düşünmek gerekiyor. Geçen hafta sizlere Sadi ve Yaver’in asker arkadaşı olduğundan şüphelendiğimi söylemiştim ve bu hafta bunun doğru olduğunu öğrendik Emin Onbaşı… Bu kesin bilgiden sonra omzunda kan grubunun dövmesi olduğu bilgisini elde ediyoruz ki bu kilitli kasanın şifresi için büyük ipucu, neden mi? Normalde herkesin bildiği gibi bu tür bilgiler künyelerinde yazar askerlerin ancak bordo bereliler, mavi bereliler, komandolar da durum farklı olur vücutlarına dövme olarak da yazılır çünkü gizli görevde olabilirler, patlama da çatışma da künye zarar görebilir bu durumda en net çözüm dövmedir. Bu çok ama çok önemli bir nokta. Emin mafya olmadan önce de oldukça önemli bir konumdaymış ve görev esnasında yaralanıyor. Bu konumda olan görevi için belki de canını ortaya koyan Emin ne oldu da bu yoldan ayrılıp mafya oldu?

Nasıl mafya olduğu hususunda tartışılacak konular fazla olsa da Sadi’nin artık kalbinin kime ait olduğu çok net ortada diye düşünüyorum. Hastalandığı anlarda ilaçların etkisiyle uyuyakalan Sadi Payaslı uyuyakalmadan önce karşısında gördüğü eski sevgilisini değil de Songül’ü sayıklayarak uyanması bu tartışmaları da bitirdi bence. O sahnelerde sizleri bir çok şey rahatsız etse de Sadi’nin asker geçmişi ve hayatındaki kadının kim olduğunun artık net bir şekilde vurgulandığını düşünüyorum ben. Zira birinin kalp atışlarını steteskopla dinlemeden duymaya çalışan, Songül bir kere gülünce iyileşen bir çift varken ortada çok da fazla tartışmamıza gerek yok sanırım, değil mi? Sadi geçmişini geride bırakırken yeni duygularıyla gelişiyor, değişiyor ve sanırım yakında sadece Songül’ün aşina olduğu bambaşka bir adama dönüşecek. Bunun en bariz örneği Sadi artık hayatına tek başına devam etmek istemiyor, var mı daha ötesi?

Zaman içinde herkes ve her şey değişime uğrar ki bu zamanın ne kadar uzun ya da ne kadar kısa olduğunun da bir önemi yoktur aslında. Sadi şu an da içinde bulunduğu hayata öyle hızlı adapte oldu hatta öyle çok benimsedi ki bir gün önce kurşun yemesine, dikişleri taze olmasına rağmen “Okuluma, çocuklarıma gideceğim. Çocuklarım bensiz ne olur?” diyor ilk bakışta basit bir cümle olsa da anlamı ve hissiyatı çok derin. Sadi sanki yıllardır öğretmenmiş gibi benimsemiş bu hayatını, geçmişini silmiş bugünü ve yarınına odaklı yürüyor yolunda. Öğretmenliğini benimseyiş şekli okula gidemediği sürede bile insanların yokluğunu hissedeceği boyutta. Sadi bir zamanlar ne yaşadı ya da onun bugünlere bu denli bağlanmasını sağlayacak ne badireler atlattı bilmemiz çok mümkün olmasa da artık “Emin” olmaktan vazgeçtiğini net olarak söyleyebilirim. İçinde taşıdığı bu hayatını ve tabii ki bu hayatın içerisindeki en kıymetlisi olan Songül’ü kaybetme korkusunun yanı sıra bir de onu koruyamama korkusu eklendi iyi mi? Sadi’yi belki de Songül’e karşı en sert haliyle gördük ama bir bakın ki Sadi ne yaptıysa Songül yanında sapasağlam olsun diye yaptı.

Sadi’nin ikinci hayatı onun için bir elmas kadar kıymetli, bir ipek kadar narin. Onu hep korumaya çalışsa da aslında bu sahip çıkmaya çalıştığı hayatı sadece kendisi için sevmiyor. Onu da tek kişilik değil iki kişilik yaşıyor. Hayatında ki bu ikinci şansın merkez noktasında Songül var. Her ne kadar ben bu romantik sözleri söylesem de Sadi alaturka bir adam. Öyle çat çat seni seviyorum diyemiyor ama artık içindeki duyguları da bastıramıyor. Songül güvende olsun diye çabalarken onun sürekli hayatını riske atması Sadi’nin kırmızı alarma geçmesini sağladı. Bu hafta ilk defa Songül’e sinirlenen, kızan bir Sadi gördük. Bazılarınız bu tavrına kızsa da Sadi açısından olaya baktınız mı? Sadi korkusundan bu kadar sert davrandı Songül’e çünkü içinde bastıramadığı büyük bir korku var. Songül’ü kaybetmekten deli gibi korkuyor, ona bir şey olmasından, ufacık bir zarar görmesine bile dayanamıyor. O içinde şüpheyle yaşamasın diye kendi kafasına sıkacaktı bu adam basit bir kızma değildi bu. Öfkesinin bir kısmı da kendisine aslında Sadi’nin, karısını koruyamamış olmanın verdiği acı, pişmanlık. Sadi demek Songül demek artık ve onun saçının bir teli için dünyayı yakar tereddüt bile etmeden. Sadi, karısını korumak için bu kadar uğraşırken Songül’ün kendini düşünmeden tehlikeye bu kadar rahat atlıyor olması da hem korkutuyor hem kızdırıyor, aşk işte. Songül her hatasında karşısında yaprak gibi titrerken aslında sevgiye hiç alışık olmadığını da tekrar görmüş oldum. Adam onu koruyamadığı için sinirlenirken, Songül hata kovalıyordu. “Dokuz canım olsa dokuzunu da senin için veririm” bir aşk ilanı, bir sevgi yansıması olsa da Songül’ün bunu anlaması biraz zaman alacaktır. Zira şu aşamada iletişim kurma noktasından çok uzaktalar. Sadi Songül’ü güvende tutma hususunda, Songül de Sadi’nin hayatını kendi hayatı önüne koyma hususunda takılı kaldıkları için karşılıklı olarak birbirlerini yıpratmaya devam ediyorlar.

Sadi kendi içinde koruma, kaybetme, korku duygularıyla boğuşurken Songül kendi içindeki kaosta kaybolmak üzere. Sadi’yi kanlar içinde gördüğünde bir travması tekrar ve ağır bir şekilde tetiklendi, arabası denizden çıktığında kızarak korkusunu belli eden Songül bu sefer açıkça onu kaybetmeye dayanamayacağını söyledi çünkü içindeki ilk savaş bitmiş ve duygularını kabullenmişti Songül. Sadi’ye aşıktı ve bunu artık inkar edecek gücü yoktu, sevgisini yeni yeni kabullenen bu genç kadın şimdi sevdiği adamla sınanıyordu. Farkındaysanız normal de Sadi, Songül’e bu kadar sert yapsa Songül’de aynı tonda sert çıkardı ama biliyordu içten içe kocasının haklı olduğunun, kendi de iki kere Sadi’yi kaybetme korkusu yaşamıştı ve benzer tepkiler vermişti. Bu yüzden kendini anlatmak için, affettirmek için çabaladı ve içinde bulunduğu keşmekeşten onu üç olay çıkardı ki bence en büyüğü gördüğü kabustu. Tıraş sahnesinde kolu yüzünden tıraş olamayan kocasını görmesi ilk darbeydi çünkü o Sadi’yi yanında hep dimdik, sapasağlam ve güçlü gördü böyle olmasının da kendisinin suçu olduğunu düşündü. İkinci darbeyi ise okula gitmek için yaşadığı heyecan ve kapıda yaptıkları konuşmaydı. Ve son darbe olan kabusa gelirsek adım kadar eminim ki Sadi’ye bir şey olduğunu gördü ki gitti nefesini ve nabzına baktı Songül anlamıştı, kocası bu hayata, ikinci şansına sıkı sıkı sarılmıştı ve kendisi onu korumakla yükümlüyken aksine daha çok tehlikeye atıyordu. Artık acıda olsa bir şeylerin farkındaydı Songül, Sadi’ye zarar veriyordu.

Sadi, Songül için tek bir özne değil hayatında ki. Songül için Sadi yeri geldiğinde babasının yanında ki gibi güvende hissettiği yer, kimi zaman sohbet edip eğlenebildiği arkadaşı ve yeri geldiğinde de sevdiği adamdı, bir den çok özneydi yani ama Songül anne ve babasını kaybettikten sonra kendine tek bir amaç edinmiş o da bu olayı çözmek. Bunun için polis olmuş, her tehlikeyi göze almıştı bu yüzden işin sonunun iyi bitmeyeceğini düşünüyordu, Songül bu cinayet çözmek için belki de hayallerini yaktı ve bu amaca odaklanarak tek bir sebeple yaşadı  şimdi ise Sadi ona başka bir sebep verdi kendini. Girdiği bu yol oldukça tehlikeliydi ve Sadi’nin yanında kalarak onu da tehlikenin ortasında bırakıyordu. Songül, Hera demiştim ya işte bu yüzden bir yanı güçlü, inatçı kafasına koyduğu işi bitirmekte kararlı sonu ne olursa olsun ama bir yandan da sevdiği adamı korumak için ondan vazgeçecek kadar fedakâr. Ne kendine yıllardır verdiği sözden vazgeçebildi ne de aşkından, gitmek her zaman vazgeçmek değildir bunu unutmayın.

Benim modern dönem Zeus’um ve Hera’m aslında öyle güzel, öyle naif bir aşk yaşıyorlar ki bizi de bu çekiyor onlara. İkisi de birbiri için birden fazla anlam içeriyor önce hayatları karıştı birbirlerine zamanla da kalpleri karışıp bir oldu. Sadi hayatındaki en büyük ikilemleri, geçmiş ve bugün arasındaki korkularını yaşarken bir de başına Songül’ün incinmesi korkusu çıktı iyi mi? Yeni hayatına bu kadar bağlıyken o hayatı Songül’süz yaşamak istemediği için okul ve karısı arasında gidip gelirken, üstündeki ahla da yaşamaya çalışıyordu. Sadi o gülü verirken ” Beni korumak istiyorsan, kendini koru!” dedi. Aslında bu cümle net bir şekilde ” Senin canın, benim canım” demenin başka bir versiyonuydu ve Songül de bunu anladığı ve daha da fenası ailesinin intikamı, Sadi ve ona vereceği zararı düşünürken duygularının altında küçüldü, minicik kaldı. Halbuki bu korku bedenine düşmeden kendince ne de güzel gösteriyordu sevgisini. İlk defa kocasına sütlaç yaptı mesela , mutlu olsun diye, gece boyu başında bekleyip ateşi çıktı mı, ağrısı var mı? Korkusuyla yaşadı Songül gibi güven sorunu olan kadınlarda açıkça söyleyemezler sevgisini ama “Kocama sütlaçta mı yapamayacağım ya” diyerek itiraf eder.

Songül sevdiklerine zarar vermektense Ikarus misali güneşine uçup, kanatlarını yakıp, kendini yok edecek kadar sevdiği insanlara tutunan bir kadın.  Songül bu yola öyle bir baş koydu ki oradan sağlam çıkmayı dahi düşünmedi. Bir tarafta kocasına sütlaç yapan bir kız olsa da içinde yanan aleve de engel olamıyor. Bunu şu bombalı arabada net olarak gördük. Sadi’nin “Deli karım” dediği kadar var. Ailesiz büyümek Songül’de ne kadar derin bir yara açtıysa artık, bu yolda ölür ama geri dönmez diye düşünüyorum. Zira aslında Songül’ün geçen bölüm Sadi ile vedalaşmak için araması, bu hafta bombalı arabada olmak istemesi gibi durumlardan zaten bu savaştan sağ çıkmak gibi bir niyeti olmadığını da ortaya koydu. Bugüne kadar da etrafını azalta azalta bu şekilde yürümüş ama bu sefer kolay değil. Sadi onu yalnız bırakmıyor, onunla ölüm arasında dimdik duruyordu. İşte bu sebepten Songül sevdiği adamı bırakmak zorunda çünkü girdiği yolda başka bir ihtimal düşünmüyor. Sadi yaşasın diye mücadelesini vermek için arkasına bile bakmadan çekti, gitti…

Sadi ve Songül akıllarına bile gelmeyecek şekilde birbirlerinin hayatlarına karıştılar. Bu son oalnlara kadar geldiği gibi yaşasalar da Songül Sadi’nin yaptıklarının ardından, Sadi de karşısında her olayda kuş gibi çırpınan karısını görünce aşk da sevgi de kendini belli etti ama Songül’ün içindeki ateş onu damla damla tüketiyor. Ne yaparsa yapsın buna mani olamadı ve bu durumun sevdiği adama zarar vereceğini düşünen Songül tüm hislerini bir mektuba akıtarak Sadi’nin kalbine akıttı. Sadi’nin sevgisini açıkça söyleyeceği an gelecek ama henüz değil çünkü Sadi üstünde bir “ah” olduğunu ve bundan dolayı da Songül’ü mutlu edemeyip, üzmekten korkuyor. Vicdanını tamamen temizlediği an Sadi tüm varlığıyla Songül’ün ruhunda, hayatında ve kalbinde olacak, ellerini tutacaktır bundan şüpheniz olmasın.

Sadi ve Songül kendi dünyalarında yan yana başladıkları yolda şimdi kol kola yürürken üstlerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan Derya faktörü var. Söylediklerimin hâlâ arkasındayım Derya’nın iyi bir kadın olduğunu yaptığı hareketlerden dolayı artık düşünmüyorum. Derya’da kontrolcülüğün dışında tehlikeli derece de bir benmerkezcilik var ve açıkça söylüyorum ki Derya, Sadi’yi sevmiyor. İçinde sadece kin, hırs ve öfke var. Sevmediğinden ilk olarak Sadi’nin kaza yaptığı sanıldığı anda şüphelendim çünkü aşırı sakindi ama bu bölüm adam kan kaybederken laf sokmakla uğraşmasıyla emin oldum. Sizi terk edip gitse de eğer bir adamı hâlâ seviyorsanız orada Derya’nın yaptığı hareketleri yapmazsınız, Songül kendinden geçmiş şekilde korkarken Derya ne yapıyordu?.. Derya’nın sözde kırdığı potlarda yalan kadınca bir hisle bilerek onları söyledi, Songül o an korkudan kendini kaybetmiş olmasa o söylediklerinden işkillenirdi, hangi kadın olsa şüphelenir ki amacı buydu. Derya’nın onlara yardım etmesinin sebebi de ona borçlu kalmasını istediğiydi böylece Sadi’yi daha da huzursuz edecekti. Sevdiği adam ölümden dönmüş olacak ve bir kadın arkadaşıyla evde onunla kendisinden yardım isteyen Songül’ün travmalarını gayet hafife alarak dondurma yiyerek dedikodu yapacak, ben böyle bir aşka inanmam kusura bakmasın.

Bu konuda değinmek istediğim bir diğer önemli nokta ise şu. Ben Sadi’nin, Derya’yı anlatmamasını anlayabiliyorum. Sadi hâlâ onu sevdiği için anlatmamazlık yapmıyor geçmişte kalan bir şey yüzünden Songül’ü kaybetmekten, gitmesinden korkuyor ki bu korku mektupla terk edilmesinden sonra daha da artacak. Peki Derya neden susuyor? Tamamen Songül’ün onu arkadaşı olarak görmesi bazı sebeplerden işine geliyor çünkü içinden “bende olmayıp onda olan ne?” sorgulamasını rahatça yapabiliyor. Derya çok tehlikeli olsa da ondan daha etkili olan arkadaşı olan kadın. Meltem’in düşünce yapısı çok ama çok tehlikeli bu kıza karşı tetikte olmak lazım. Bu olay gün yüzüne çıktığında Songül’ün gazabı büyük olacak ama belki sakinleştiğinde Sadi’nin korkusunu anlayacak lakin Derya’nın salak yerine koyup kandırmasını asla anlayıp kabullenemez ve Derya bu durumda iyice küçülecek karşısında. Sadi ve Derya arasında tek bir bağ var o da Mert, onun dışında hiçbir şey yok, olamaz da.

Mert aynı babası gibi kendine verilen bu ikinci şansı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışırken ablası yüzünden Gizem ile içine düştükleri bu durum kafasını iyice karıştırmış durumda ve içten içe onu tüketiyor. Mert, onları bu duruma getirenin ablası olduğunu öğrendiğinde ikili arasındaki bağ kopma raddesine girecek büyük ihtimalle çünkü Mert artık son kaçış rampasında. Kan kanı çekiyor dedikleri bu olsa gerek Mert giderek Sadi’yi daha çok seviyor ve yakın görüyor. Ablasının bu tavırları da sanki onu daha çok yakınlaştırıyor gibi Sadi’ye.

Şimdi demeyeyim diyorum ama Gizem, Mert ve Sadi Songül benzerliği sizin de dikkatinizi çekti mi? İki kadın da sevdikleri insanlar için kendilerini ateşe attı. Songül gitti, Gizem Araz’ın elini tuttu. Bir şey demek istemesem de bu iki adamın benzerliğini de artık görmeden edemeyeceğim. Sadi Songül’ü geri alır da Mert için bu o kadar kolay olmayacak gibi, siz ne dersiniz?

Bu arada bu hafta bir Araz’dan biraz bahsetmek istiyorum. Karabayır Lisesi’nin asi ve kötü çocuğu Araz’ın güce olan tutkusu bence onun nasıl biri olduğunu anlamamızı engelliyor. Gizem incinmesin diye kendini yakacak kadar seven birinin bu kadar kötü olmasını güçle açıklayabiliyorum. Ancak Mustafa Açılan’ın yarattığı Araz’a bayıldığımı söylemek zorundayım. En başta biraz uzak olsam da bölümler ilerledikçe, Araz açıldıkça en keyifle izlediğim karakterlerden oldu. Bunda oyuncunun da büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Emeklerine sağlık olsun o zaman, böyle devam.

Yazımın sonuna gelmeden önce söylemek istediğim bir şey var. Melek konusuyla ilgili düşüncelerimi iki haftadır yazıyorum o yüzden bu hafta bir şey söylemeyeceğim çünkü değişen bir şey yok ancak bu işin sonunda Celal hakettiği cezayı almazsa o zaman gerçekten susmam bu tür olaylardan toplum olarak yeterince canımız yandı, yanıyor çünkü. Bu olaya Sadi ne zaman dahil olacak ve Celal’ mor reçetesini yazacak merak ediyorum.

Bu hafta şahane sahneler izlediğimiz, çok güzel bir bölümü geride bıraktık. Özellikle de ekranlarda yeni bir trio dönemi başladığını da gururla söylemem gerekiyor. İzlerken kahkahalarıma engel olamadığım, çok özel sahneler izledim. Umarım dizimizde Yaver’i daha çok görürüz , çünkü kendisi artık dizinin en büyük enerji kaynaklarından biri oldu bence.

Haftaya tekrardan görüşmek dileğiyle, umutla kalın.