Kalbin Melodisi (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 9.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT

Bana Gelsin Hayat Bildiği Gibidir’in bu bölümünü tek kelimeyle anlat deseler “tango” derdim sanırım. Dans dersinde bu dansı tanımladılar belki ama bu dansla ilgili en önemli bilgiyi es geçtiler. Bu dans aşk, tutku, ihtirasın dansı olarak bilinse de aslında bir başkaldırıdır. Bu yazıyı kaleme alırken “La Melodia Del Corazon” şarkısını dinliyordum. Sözleri o kadar manidar geldi ki bana :

Binlerce aşkım oldu
ve hiç birinde bulamadım
hayal ettiğim tatlılığı
onun yerine tekbulduğum
rezil yalanlar oldu
ruhumu sertleştiren.
Hayata yeniden döndüm
melek yüzün
hayatıma girdiğinde
Ve varlığıma yön verdin
öyle bir yol ki
asla bırakmayacağım

Ne kadar da Sadi ve Songül’ün yolunu anlatıyor değil mi? Sadi ve Songül bugün, dün hatta yarın da bu hayatın içerisinde mücadele eden iki insandı ve şimdi birlikte mücadele ediyorlar. Hatta Songül ve Sadi ilk tanıştıkları andan itibaren bir baş kaldırı ve tutkuyla taşların, çatalların olduğu bir yolda dans ederken bir anda kendilerini dümdüz bir zeminde, çapaksız dans ederken buldular. İki tarafı da apayrı korkular sararken, tüm bölüm aşkın her halini yaşadılar.

Sadi, Songül’e o tek gülü getirip de “Sen kendine dikkat et, ben iyi olurum” dediği an ikili arasındaki ilişki sözsüz olarak başlamıştı ancak ikisinin de tahmin edemeyeceği bir şey oldu ve Songül bu aşktan ilk vazgeçen oldu hem de sevdiği insan daha iyi bir hayat yaşasın diye, ikinci şansını kullanabilir diye yaptı bunu. Songül burada o ikinci şansın kendisi olduğunu, Sadi de bir gün berrak haliyle açık kitap gibi okuduğu kadının gideceğini bilmiyordu.

Sadi tüm geçmiş hesaplarını kapatarak evine gittiğinde belki de hiç bir zaman karşılacağını düşünmediği bir manzara verdı karşısında :Boş ev. Sadi Payaslı’nın buradaki tek hissi arkadaşını kaybetmek olamaz çünkü en zor zamanlarda bile duymadığımız bir kelime çıktı ağzından : Depresyon. Songül’ün ardında bıraktığı boşlukta tek başına otururken, karısının gidişini ilk aşkını terk etmesinden “daha beter” bir durum olarak yorumlarken beni de derin düşüncelere gark etti. Şimdi burası şu anlamda çok önemli, saatler önce ilk aşkından göz yaşları içerisinde helallik alan adam “Biri beni terk eder daha beter olur. Evlenme, aşık olma.” diyorsa geçmiş, geçmişte kalmıştır. Bunun çok net anlaşılması gerekiyor diye düşünüyorum.

Emin ve Derya artık tarihteki yerlerini aldılar. Peki bu helallik meselesi neden bu kadar önemli? İşte ben bunun üzerine biraz düşündüm. Sadi eski kafalı bir adam. Yaver ona ilk Songül’ü sorduğunda “Üstümüzde ah var Yaver!” demişti. Büyük ihtimalle Derya onu affetmezse mutlu olamayacağını düşünüyordu. Zaten Derya’nın karşısında da sadece af dilerken yeni hayatından vazgeçmeye niyetli bir adam yoktu. Hayatı çöplüğe dönen Sadi, hayatındaki kadını geride bırakırken yeni hayatında da ona dönmeyi düşünmedi. Helalliğini alıp, boş evine giderken de belki de içi oldukça rahatlamıştı. Derya “Gerçekten seven bir adam o çöplükten çıkıp, kendine iyi bir hayat kurar” dedi. Sadi eve geldiğinde de Songül’ün veda mektubunu bulduğunda arabasına atladığında gazı maziye değil, geleceğe sürüyorsa eski kalp sızısı, vicdan muhakemesi bitmiş ve bugün ile geleceğine sahip çıkıyor demektir.

Ben dahil bazen Sadi’yi yargılıyoruz. Bu kadar ağırdan almasını, uzaktan kendini belli etmesini veya açık olmamasını… Her şeyini yargılıyoruz. Bir şeyi çok acımasızca unutunca kolay oluyor bence. Sadi çok yorgun bir adam. Hayat yorgunu. Sadi öyle bir hayatın içerisinden çıkıp geldi ki geçmişinde yaşadığını bildiğimiz kısacık olaylar bile beni derinden etkiledi. Daha bilmediğimiz neler neler var kim bilir? Bu yüzden Sadi, Songül’e adım adım yaklaştı, her şeyi, geçmişi halledene kadar da o mesafeyi asla kapatmadı. Onun sevgisinden ben hiç şüphe etmedim. Songül’ün ona inanmamasını ölümle eş değer gören bu adamın sevgisini nasıl sorgulayabilirim ki? Songül’ün gidişinin ardından kendini tren raylarının tam ortasına attı ve ölümü bekler gibi bekledi durmasını. Burada aslında ikidir verdiği bir mesaj var : Sadi için Songül ikinci şans ve onunla ilgili bir çok olumsuzluğu ölümle eş değer görüyor. Onun için kurşunların önüne atlayıp, trenin önünü kesiyor. Bunu yaparken de “Yoldaki makas, çatallar bitti” diyor. Bence bahsettiği çatallardan biri Derya diğeri de treni yaklayamaması, Songül’ün vedasıydı. İkisini de halledince aralarındaki engellerin kalktığını düşündü ve bence de öyle.

Sadi, o treni durduğunda içeride Songül’ü bulup, ikna ederek indirmeyi düşünürken içinde Songül olmayan treni durduğunu düşündü. Şimdi burada iki durum var : Birincisi Sadi o an Songül hızlı trene bindi sanabileceği için aralarındaki bağın sandığı kadar iyi olmadığını, ya da sandığı kadar tanıyamadığını düşündü zira karşısında Songül’ü gördüğünde çok şaşırdı. Diğer yandan Songül’ün tren durduğu anda inmesi, özelikle de Sadi’yi görmeden bunu yapmasının çok özel olduğunu düşünüyorum. Eğer onu Sadi ikna etseydi, gitmeye kararlı, aldığı karardan da geri dönmeyen bir Songül olacaktı karşımızda ve büyük ihtimalle de Sadi için bu kadsr net bir cevap olmayacaktı. Songül her şeye rağmen gidemedi. Başlarındaki onca belaya, tanık koruma programına rağmen gidemedi. “Menengiç almayı unutmuşum, ondan gidemedim” demesiyle aslında Sadi’ye senin olmadığın bir yere gitmek istemiyorum derken, Sadi de arabanın üstünde ona “Seni o kadar iyi tanıyorum ki hiç bir şeye ihtiyacım olmadan, seni her yerde bulurum” mesajını vermiş oldu.

Bilmem fark ettiniz mi ama Sadi ve Songül kendi aralarında bambaşka bir dil geliştirdiler. Söyleyecekleri şeyleri direkt söylemiyorlar ancak öyle bir hareket yapıyorlar ki anlaştıklarını, birbirlerini anladıklarını anlıyoruz. Büyük buluşma sonrası eve geldiklerinde Songül, ilan-ı aşk ettiği videodan kaçma peşinde, Sadi de onu sakinleştirmeye çabalıyordu. Buradaki en önemli mesele Songül’ün duygusal çıkmazını o demeden anlayan bir hayat arkadaşı var. Sadi, karısının kendisine aşık olduğunu da, onsuz devam edemediğinin de gayet farkında. Duruma hakim. Üstüne gitse ters tepeceği için her şeyden önce arkadaş olduklarını vurgularken “Bu yüzük asla parmağından çıkmayacak” derken de, eşi olduğunu, hayatındaki yerinin de arkadaştan öte olduğunu gösterdi.

Peki neden Songül bu kadar ürkek davranıyor? Halbuki mektubunda resmen ilan-ı aşk etti, Sadi de bunun üstüne fazla gitmedi. Biraz burayı açmak istiyorum. Songül, hayatını ailesinin katilini bulmaya adayan bir kadın, başka bir amacı, hayali de yok. En azından yoktu ama şimdi işler değişmeye başladı. Ailesinin katilini ararken zarar görmesin diye terk ettiği adama geri döndü ve şimdi onunla birlikte arayacak o katilleri ama burada çok daha önemli iki ayrıntı var. Sadi de eskiden hayal kurmazdı. Ya hapse girerim, ya tanık koruma programına diyen, eve mekan diye seslenen, zoraki evliliğe dayanmaya çalışan bir adamken karısıyla uzun tren yolculukları düşünen, mum ışığında, deniz kenarında baş başa yemek hayalleri kuran birine dönüştü. İkisi de birbirine hayatın içerisinde, devam ederken, tek amaçla yaşarken kalplerinden gelen “Bir ihtimal daha var…” sesine kulak vermeye başladılar.

Yazımın başında demiştim ya tango bir baş kaldırıdır, Sadi ve Songül ilk günden beri aslında tango yapıyorlar diye, şimdi o tango baş kaldırısına kırmızı rengi ekledi. Biliyosunuz kırmızı aşk ve tutkunun rengidir. Yolun başında bu dansa başladıklarında dik başlı bir şekilde kendi istekleriyle yaşayan iki insan, aşkın perdeye çıkmasıyla ortak bir hayatın içerisinde, müthiş bir uyum, güven ve tutkuyla dans etmeye başladılar. Sadi Songül’ü hayatının tam merkezine alırken, Songül de Sadi’ye her şeyden fazla güvenerek, ona dayanarak yürümeye başladı. Peki ya bu güven yıkılırsa ne olur?

Songül’ün Sadi’ye duyduğu güveni uzun zamandır dile getiriyoruz. Bir kadın olarak, özellikle tüm ailesini kaybetmiş biriyken başkasına güvenmek Songül için çok zor ama o Sadi’ye güveniyor. Çünkü onu seviyor. Ona kalbini açtı, ruhunu açtı. En önemlisi hayatındaki en önemli insanların meselesi için Sadi’yi kendine yoldaş etti ama Derya meselesi açığa çıktığında ne olacak? Songül sırf arkadaşı diye, güzel yuvası olsun diye uğraştığı arkadaşınının kocasının eski sevgilisi olduğunu, hem sevdiği insanın hem arkadaşının hem de bir yabancının sırf Sadi ile evlendiği için ona düşman olduğunu öğrenecek. Şimdi açık olalım kim olsa kendini aptal gibi hisseder. Evet, Sadi o defteri kapattı ama Songül için bu durum böyle olmaz. En güvendiği yerden kırıldığında açıkçası ben korkuyorum. Sadi’ye böyle bağlıyken, Derya’yı böylesine seviyorken bir anda dünyası başına yıkılacaktır. Hele hele bunu Sadi değil de Meltem’den öğrenirse, Songül en derininden, korkunç bir şiddetle yıkılacaktır ve ben sonrasını hayal ederken bile ürperiyorum. Şimdi Sadi’yi de anlıyorum. Hele de Songül çekip gidince onun da korkuları tüm bedenini sardı. Derya’yı Songül’ün öğrenmesinden, Songül’ün kendisinden ayrı bir hayat kurmasından korktuğu için söyleyemiyor. Derya ile “aramızdaki sır oldu” sözü de onu rahatlattı. Meltem tehlikesini de görmediği için önlem alamadı. Derya ve kendi meselesinin konuşulmasını istemiyor mesela. Songül ona birini ayarlarken konu kendisine gelene kadar konuşmadı. Ancak yine laf ona gelince hele de bir şekilde Songül’ün bağı olan biri olunca homurdanmaya başladı. Anladığım kadarıyla Sadi’nin bunu ona söyleme cesareti hiç olmayacak ve ben Songül’ün olanların ardından nasıl toparlanacağını tahmin edemiyorum. Sanırım bir kadın olarak da bu meselede Songül’ü herkesten fazla haklı bulacağım.

Bu olayda aslında Sadi de Derya da saklamakta haklılar. Birincisi eski mesele artık bir önemi yok, ikincisi de işin içinde Mert var ve Derya’nın bunu saklaması kadar doğal bir şey yok. Songül Mert işini bilmediği için büyük tepki verecektir elbet ama bu noktada ben Derya’yı anlıyorum. Evet şimdilik kimse bilmiyor ama bir şekilde öğrenilme ihtimali onu korkutuyor. Bakarsanız Songül ile de çok arkadaş olma derdinde değil ancak kadının bir şey bilmediğini, iyi bir insan olduğunun farkında olduğu için de ona kaba davranmadı. Ancak Derya’nın birilerini korumak, sırları saklamak için sürekli yalan söylemesi başına büyük belalar açacak, benden söylemesi. Mert’ten annesi olduğunu saklaması bir mesele ama başka sakladıkları var. Gizem’e söylediği şeyler, yaptıklarını Mert öğrendiğinde büyük kıyamet kopacak diye düşünüyorum. Araz’ın Kerem olarak yalan söylemesi, Gizem’e söylediği sözler ortaya çıkarsa Mert sakin kalmayacaktır. Bu sebeple Derya bence en azından sevgi adı altındaki şu korumacı, kontrolcü tavrından vazgeçmeli. İnsan bu hayatta neyden kokarsa o başına gelir derler ya, Derya için de bir çok konuda çember daralıyor. Zira sürekli koruma adı altında yalan söylediği bir oğlu ve de henüz fark etmese de Songül ve Sadi’yi geri dönülmez bir şekilde hayatına sokmak üzere olan bir arkadaşı var : Meltem.

Şimdi Meltem karakterine gerçekten akıl, sır ermiyor. İlk andan beri Songül’den nefret ediyor mesela. Hatta Derya o kadar kızmıyor bu kadına ama Meltem maşallah, eline versen bir kaşık suda boğar. Ben bunun üzerine düşündüm ve vardığım sonuç Meltem’in kendisine ait bir hayatı olmaması bence. Derya’nın hayatının içerisinde ve tek düze bir hayat yaşamaktan sıkılmış bir kadın gibi geliyor bana. Hani şu ortalık karışsa da keyfimize baksak derdinde olanlardan diye düşünüyorum. Yoksa senelerdir kendine bakmayan Derya’yı süslemek, giyinmesini sağlamak güya Sadi kıskansın diye ona akıllar vermenin başka bir açıklaması yok. Sadi olmasa belki bu kadar uğraşmazdı bile ve onun bu tavrı iki tarafı telafisi mümkün olmayan bir şekilde yaralamak üzere diye düşünüyorum.

Tıpkı Meltem gibi biri daha var kendine ait olmayan bir hayatı yaşayan : Araz. Yalnız onun durumu biraz farklı çünkü bence Araz kendi tercih ettiği değil, abisinin ona dayattığı, öğrettiği ve yaşamak zorunda olduğu hayatı yaşamak zorunda kalmış. Ben dizinin başından beri iki yönlü görüyorum. Birincisi çetesiyle gücü elinde bulunduran, onun için savaşan ve aslında başka bir iletişim şekli bilmeyen Araz, ikincisi de Gizem’in yanındaki Araz. İlki işte Nevzat’ın ona dayattığı, bildiği tek yaşam şekli olan kavgayı hayatının merkezine alan çocuk. Havalandırma grubuyla kavga etmesinin sebebi de bu. Aslan grubu kendinden plan başka bir grubu istemiyor, bu kadar basit. Peki ya diğer Araz? İşte o başka. Mesela size bir şey sorayım. Siz hiç Araz’ın bir kadına şiddet uyguladığını gördünüz mü? Aylin ona hakaret etti mesela, gıkı çıkmadı. Ya da Melekle doğrudan hiç kendisi uğraşmadı. Gizem, onu terk edince onun gibilerden alışkın olduğumuz “Ya benimsin, ya toprağın” lafları da yoktu. Onu geri almaya çalışma şeklini tasvip etmiyorum ama sandığımız kadar da beter olmadığını düşünüyorum. Hatta Gizem ona iyi geliyor. Evet Gizem’le Mert ayrılsın diye yaptığı çok yanlış ancak bunu da çok abartı bulmadım ben. Araz’ın diğerlerine yaptıkları kötü ama Gizem’le nedense daha iyi birine dönüşebilir ki ben bunun da Sadi ile olacağına inanıyorum. Ölü Ozanlar Derneği’ndeki gibi, Araz ve onun gibilerin ruhunu anlayan Sadi Payaslı belki de bu çocukların tek umududur ha, ne dersiniz?

Sadi sadece öğrencilerinin değil, bir çok mağdurun da umudu olmaya devam ediyor. Mahalledeki çocuklara kurduğu sünnet düğünü bence çok özel bir hareketti. Kaldı ki Songül bile ona bir kez daha aşık olduysa, şaşırmam. Mahalledeki yetim çocukların imdadına yetişen Sadi, yanı başındaki yetim bir kadın olan karısının da hayranlığını yeniden kazandı. Ama Songül ona minnet dışında gururla da bakıyordu. Bir zamanlar insanların kabusu olmuş bir adamdan ikinci şansıyla dönüştüğü kişiye, aslında hep olmak istediği özüne dönüşüne şahit oluyor. Ve daha da güzeli tüm bunlar için Sadi’nin tek ilham kaynağı da karısının ona gösterdiği bir tebessüm o kadar. Hayatınızda daha romantik bir şey gördünüz mü?

Ben de görmemiştim ki son sahneyi izleyene kadar. Sadi, düğün sırasında Songül’ü izleyenleri görünce eline bir beyaz mendil alarak karısını çeken o fotoğraf karesine poz vererek girdi. Şimdi normalde beyaz mendil pes etme olarak algılanıyor olsa da bir anlamı daha var. Liderlik, kontrolün kendisinde olduğunu gösteren bir baş kaldırıdır, bu. Sadi pes etmez. Hele hele söz konusu Songül Payaslı’ysa asla pes etmez. Kendi aşkını baş kaldırı ve tutkuyla kazanan adam, düşmanlarına hiç acımaz, benden söylemesi….

Bu haftalık da benden bu kadar arkadaşlar. Haftaya sevgili Ela koltuğunu geri alacak. Sürç-i lisan ettiysek affola, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.