Sen Benim Diğer Yarımsın (Gelsin Hayat Bildiği Gibi,

YAZAR: A. Ela ERDOĞDU

Nefes almaya başladığımız andan itibaren bir koşturmaca içerisine giriyoruz. En büyük çabamız ise yaşayabilmek için. Hayat herkes için zor olsa da biz kadınlar için yaşam çok daha zor oluyor. Kadının bu coğrafyada hayatta kalmasının bile mucize olduğu bir dönemden geçiyoruz. Her gün bir şiddet haberi ile uyanırken, her gün bir taciz veya tecavüz duyarken bir kadın olarak direnmeye devam ediyoruz ama bu savaş bizden de çok şey götürüyor.

Kimsenin hayat mücadelesini hafife almıyorum elbet ama hepimizin bildiği bir gerçek var ki günümüz şartlarında kadınlar daha yoğun bir mücadele ile yaşamaya çalışıyorlar. Tıpkı Songül, Gizem, Aylin ve Melek gibi. Hepsi hayatın acımasız rüzgârında savrulmadan ayakta kalmaya çalışıyorlar. Melek tacizci bir babadan annesine rağmen kurtulmaya çalışırken, Gizem kendisini para kapısı olarak gören annesinin psikolojik şiddetine maruz kaldı. Songül ve Aylin’se küçük yaşında hem yetim hem öksüz kalan ve buna rağmen devam etmeye çalışıyorlar.  Hepsi ayrı birer masal kahramanıyken bir karabasan hapsedilmişler.

Songül’ün hayatı yetim kaldığı andan itibaren çok büyük bir şekilde değişerek bir bilinmeze girdi büyük ihtimalle. Nerede, nasıl büyüdü henüz bilmiyoruz ama nasıl yaşadıysa büyük bir iz bırakmış Songül’de. Songül aslında büyük bir çelişki hem çok büyük güven sorunları yaşayan bir kadın hem de birine güvendiğinde koşulsuz güveniyor, bir arası yok bunun ki kimse de bunun için onu suçlayamaz. Bir kadın olarak tek başına devam etmesi zorken bir de üstüne ailesi ondan bir örgüt tarafından koparıldı. Büyük ihtimalle de Songül aslında bugüne kadar içindeki öfkeyle yaşadı ve hayatta kaldı. Onunla ilk tanıştğımızda Sadi ile özellikle hep kavgacı bir dille konuşuyordu. Sürekli kızgındı, agresifti. Yatarken kapısını kapatıyor, hayatını kapana kıstıran mesleğine bile odaklanamadı. İşte bütün bunları düşünecek olursak Songül en başta Sadi’ye alışmayı da sevmeyi de kendi kafasında reddediyordu. Sonrasında bu adama aşık olunca, yaşadığı duyguyla birlikte Songül’ün ruhundaki renkler ortaaya çıktı. Sevgi boşluğu olan insanlar normalde bunu negatif olarak yansıtırlar ama Songül’de bu durum öyle işlemedi. Aksine daha da sevgisini yansıtan birine dönüştü. Mesela normal şartlarda Meltem’i yere sererdi ama Derya’Dan ötürü sesini çıkarmadı. O sevdiği insanları hayatlarındaki her şeyle kabul eden bir kadın ve bu huyu onun canını çok yakacak.

Güzel kalpli komiserimiz bu huyu yüzünden ailesinin katiline sarılıyor, var mı daha ötesi? Ailesini o kadar özlüyor ki Serdar’ı hemen bir ağabey olarak görmeye başladı. Songül, Serdar Müdürden asla şüphelenmedi, hiçbir şeyi sorgulamadı çünkü ona bakınca gördüğü tek şey anne ve babasıyla zaman geçirmiş, anne ve babasının imzasını taşıyan bir aile dostu. Ailesini onda görmenin, onların tanıdığı biriyle olmanın mutluluğuyla bazı şeyleri görmüyor, görse de umursamıyor belki de. Halbuki depodaki sahnede Serdar olmasa Nejat bülbül gibi şakıyacaktı ancak ailesinden dolayı Songül hayatını kurtardı olarak gördü bu meseleyi. O fark etmese de Sadi bu durumdan şüphelendi bence. Şöyle ifade edeyim spesifik bir olayda şüphesi olmasa da tecrübesi yüzünden adamdan hoşlanmıyor. Bir iki olay daha yaşanırsa Sadi’nin listesine girer diye düşünüyorum. Songül, Sadi ile olan ilişkisinde de onun hareketlerini sorgulamadan sadece güveniyor.  Ona aşık oldu ve konu kendiliğinden kapandı. Serdar’a aynı mantıkla bakıyor şu anda. Bence bunun en büyük sebeplerinden biri Songül artık yalnız kalmak istemiyor diye düşünüyorum.

Hayatı boyunca yalnızdı Songül büyük ihtimalle hayatında kimse yoktu demiyorum ama bazen kalabalıklar içinde de yalnızsındır ama hayatında ilk kez Songül bir kalabalıkta ve yalnız değil. Songül ve Yaver’in ilişkisini düşünelim ilk geldiğinde evden kovduğu adamı artık kahvaltıya çağırıyor Songül. Bunu yapmasının tek sebebi Yaver’in Sadi için çok önemli olması da değil üstelik artık Songül için de Yaver bir kardeş. Eskiden Sadi ve Songül’ün özel hayatıyla ilgili yaptığı şakalara kızan Songül şimdi üstü kapalı ya da direkt karşı bir şakayla karşılık veriyor. Songül aslında Sadi ile çıktığı bu mecburi yolda kaybettiği ailesini daha büyük bir şekilde kurmaya başladı ama yavaş yavaş farkına varıyor gibi. Sadi ve Yaver’e şakalarının karşılığını şaka yoluyla verdiğinde ikisinin de korkusunu görünce yaptığına üzüldüğünü düşünüyorum. Evet, belki Sadi’nin korkacağını biliyordu ama Yaver’in bile nasıl korktuğunu görünce biraz ileri gittiğini hissetti. Amacını anlatmaya çalışsa da iki adamın da hayatının merkezi olduğundan habersiz olduğundan habersiz kalakaldı orada.

Songül işinde büyük bir riskin içinde olduğundan Sadi’nin değimiyle ölümle dans ettiğinden habersiz bir yandan da “Yılan” operasyonu için koşturuyor ve tıpkı kendisi gibi Başkomiseri de Sadi’nin her şeyden oldukça uzakta olduğunun rahatlığı var. İşindeki bunca soruna rağmen özel hayatında mutlu ve huzurlu olmanın verdiği konforlu alanında gayet neşeli bıcır bıcır kalmaya devam edebiliyor Songül. Kocasına, kardeşi gibi gördüğü Yaver’e takılıyor ve kocasına gayet açık mesajlarla dolu şaka yapabiliyor. Songül kafasında her şeyi artık net olarak bitirdi ve bu evliliğin gerçek bir evlilik olduğunu hissetti. Sadi ile olan ilişkisi bu zamana kadar flört aşamasındaydı ama bu hafta flörtten sevgililiğe geçildiğini bariz bir şekilde gördük. Sadi’ye yaptığı banyo şakası, Yaver’e “temas var ya hemen gel” demesi basit ve öylesine söylenen cümleler değildi. Geçen hafta yaptıkları konuşmaya binaen Sadi’ye hazırım demeye çalıştı Songül bence. Songül hayatının en zor ama belki de en mutlu döneminde ve bunda şüphesiz Sadi temel faktörü oluşturuyor.

Songül bu kadar mutlu, kocasıyla her şeyin üstesinden geleceğinden eminken Sadi karısına yansıttığının üstüne içten içte korkudan kıvranıyor bence. Evet ilk başlardaki gibi korkusunu net bir şekilde yansıtmıyor ama hissettiği korku fırtınasını içine hapsetmiş durumda. Bir çocuğun ölümüne sebep olduğu için vazgeçtiği hayata bir nevi geri döndü Sadi. Burada tek sebep kendisine iş birliği çağrısı yapan devletine yardımcı olma isteği yok “Kartal ateşi” operasyonun dahil olmasının en büyük sebebinin Songül’ü korumak için kabul ettiğini düşünüyorum çünkü kartallar burnunun ucunu göremeseler de 5 km uzakta ne olup bittiğini net bir şekilde görürler. Baş savcıdan aldığı bu kolyeyle Sadi Bir tık büyük güç eline geçirdi çünkü artık polislik bir duruma bulaştığında kolye sayesinde çözecek. Yine de operasyonun adına bile şaşırmaması bende acaba bu adam daha önce en azından ismini duydu mu diye düşündürdü. Sadi her ne kadar karısı için bu yollara girse de her şeyi bilip de dahil oluyor gibiydi. Bu gücü de karısını korumaktan başka bir şey için kullanmayacak gibi duruyor, yani en azından şimdilik…

Sadi şu an hayatta olduğu konumdan çok mutlu ama içindeki korku ona nefes aldırmıyor. Sizlerle dikkatimi çeken bir durumu paylaşmak isterim. Eskiden sabahları Sadi ve Songül odalarından aynı anda çıkar ya da Songül çıkıp Sadi’ye seslenirdi ama bir süredir Songül kalkıp odadan çıktığında Sadi ya temizlik yapıyor ya mutfakta ya da kahve içiyor salonda biz uzun zamandır bu odadan çıktığını görmedik bence Sadi içindeki korkudan kaynaklı doğru düzgün uyuyamıyor gibi geliyor. Ne kadar doğru bilemem tabi belki de hepsi birer tesadüftür bilemeyiz. İkinci önemli husus ise Songül’ün yaptığı şaka da gizliydi bence onu öyle yerde gördüğünde korksa da büyük bir soğukkanlılıkla Yaver ile profesyonel bir şekilde müdahale etti. Ve bayıldığında bu kadar korkan bir adamın Songül’e gelecek en ufak bir zararda nasıl yaşayan bir ölü olacağını düşünmek zor değil sanırım. Sadi’nin bu tavırları biraz abartı gelse de karısını 1 kez bombalı, 2 kez de silahlı çatışmadan alan bir insan için az bile tepki veriyor. Songül, Sadi’nin her şeyi şu anda, devam etmesinin tek sebebi de Songül. Onun hayatının risk altında olması Sadi2yi yeni hayatına adapte olmaktan alıkoyan tek şey. Bu sebeple belki de kafasını çevirip bakmayacağı dünyaya balıklama daldı. Böylelikle Songül’ü hem hayatta tutuyor hem de olayları kontrol edebiliyor.  Sadi, Songül’ü kaybederse kendini kaybeder bundan şüphe yok.

Başsavcı ve Sadi’nin iş birliğini baz alarak Yedi Emin’in geçmişinin bizim sandığımızdan daha karışık ve büyük olduğunu düşünüyorum. Yeni bir hayat yaşamak için devlet ile iş birliği yapan bir mafya babasına böyle bir operasyon için el sıkışmak? Sadi, Yedi Emin iken çok ama çok etkili bir adammış izlenimini verdi bana evet elimde net bir veri yok ama sadece mafyanın emanetçisi olan bir adam birçok alanda bu kadar uzman olması kafamı kurcalıyor. Sadi’nin her anlamda geçmişi büyük bir giz hem mafya hayatı hem bireysel. Bu adam hiç doğum gününü kutlamadığını söyledi bu büyük bir şey çünkü hiçbir şekilde hiçbir zaman doğum gününü kutlamayan biri ancak doğduğundan mutsuz olan birinin yapacağı bir şeydir. Sadi belki de “Benim doğumum kutlanacak bir şey değil” düşüncesinde belki altında başka bir sır saklı bu sırra belki de Yaver bile bilmiyor.

Sadi için araftan çıktı cennete ulaşmak için yürüyor demiştim ya cennete vardı ama her an kaybedebilir çünkü onun için cennet Songül demek. Derya’nın Sadi için büyük bir vicdan azabından başka bir şey olmadığını, bir duygu beslemediğini defalarca dile getirsek de bu hafta bunun bize gösterildiğini düşünüyorum. Sadi ilk defa Derya’yı gördüğünde dağılmadı, gözlerini kaçırmadı aksine bakışlarıyla “Sen neden buradasın?” der gibiydi. Sadi açıkça Songül’e onunla arkadaşlık etme diyemez ama Derya içinde bulundukları durumu bilerek bu durumu devam ettiriyor. Özellikle de Kıvanç’ı üstüne bastıra bastıra tanıştırması ve de bütün gece onunla dans etmesi artık Derya’nın bu meseleyi çocuğunu koruma gayretinden çok takıntı haline getirmesine bağlıyor. Sır ortaya çıkmasın isteyen insan şüphe yaratmak bile istemez ama sanki Derya bunu bile umursamaz gözükmeye başladı.

Bu zamana kadar bir kadın olarak Derya’nın yaşadığı durumu ve duygularını anlamaya gayret ettim ama bu hafta yaptıklarını ben gerçekten anlayamıyorum. Evet Derya kötü biri değil ama sinsi bunu Songül’e yardım için eve gelmesinden, doğum gününde Sadi konuşurken ki mimiklerinden anlamak mümkün. Songül’ün davetini kibarca reddedilecek konumda Derya çünkü bir hayatı var ama bunu yapmadı aksine bilerek orada olmak istediğini düşünüyorum çünkü Derya kıskanıyor. Kendisinde olmayıp da onda olan şeyin ne olduğunu merak ediyor. Burada şunu sorguluyorum aslında yıllardır unutamadığı bu adamın doğum gününü kutlamamış hadi geçtim bir küçük hediye bile almamış adama. Kendi yıllardır bir küpe saklıyor Sadi aldı diye peki sen neden bir küçük hediye almadın. Almayı geçtim kendi bandanasını bile verebilirdi ama yapmamış. Bu durum biraz kafa karıştırıcı buluyorum açıkçası. Bir diğer durum ise Derya’nın kontrolcülüğünden dolayı yaşam alanına kimseyi alamadığını düşünüyorum, Meltem ne zaman birilerinin ona ilgi gösterdiğinden bahsetse bundan mutlu oluyor. Derya bence odakta olmayı seven biri ve Emin’i unutamamasının sebebi de onu bırakıp giderek başka bir hayat kurup mutlu olması bunu hazmedemiyor gibi.

Songül her şeyden bir haber olsa da Sadi aslında çoktan durduğu yeri Derya’nın yüzüne çarpacak şekilde belli etti. Doğum gününde yaşananları düşününce zaten durum net bir şekilde kendini gösteriyor. Derya Sadi için yabancı bir yüzden ibaret olduğunu anlamasa da Sadi’nin tavrı bunu bize hissettirdi. Daha doğum gününün başında, duygularını belli etmek konusunda pek de başarılı olamayan Sadi, herkesin içerisinde neredeyse karısına ilan-ı aşk etti. Songül’ü bir an olsun bırakmaması, yanında olması, gözleri ve beden diliyle konuşmasına bile gerek olmadan gösterdi diye düşünüyorum. Songül orada ” İyi ki doğdun hayatıma ” dediğinde hayatında yaptığı en doğru tespiti yapmış olabilir. Emin’ken nasıl bir hayatı vardı bilmiyorum ama Yaver dışında kimsesi olmadığını düşünüyorum. Şimdiyse ona aşık bir karısı, yaveri, öğrencileri, arkadaşları var. Songül, Sadi’nin hayatına öyle güzel bir yerden dokundu ki sonsuz yalnızlığı büyük bir aileye kavuşmasıyla sona erdi.

Sadi’nin doğum gününde dağılacağını düşünüyordum ama artık onda vicdanen de bir sıkıntı kalmadığını görüyorum. “Benim dünyam karım, dünyamı sarmalamak istiyorum” diyen Sadi artık o dünyayı iki eliyle sarmalıyor. Orada çalan şarkının söyledikleri bile onun için önemli olmadı. Sadi kollarının arasına aldığı dünyasıyla, can yoldaşı ve arkadaşları, öğrencileriyle çok mutlu. Bu huzur biraz sarsılsa da ikisinin aşkının gücüne de bu belayı da def edeceklerine ben yürekten inanıyorum. Bilirsiniz sizi yıkmayan şey sadece güçlendirir. Zira Sadi artık onun kalbini bilen, tanıyan insanların yanında, olması gerektiği gibi…

Derya geçmişinden olup da Emin’i bu kadar tanımazken belki de Sadi için geçmişinin en güzel yanı olan Yaver her zaman yanında. Sadi’nin geçmişinin ayaklı tarihi ve belki de kara kutusu kendisi ama bu kutlamama olayını belki o bile bilmiyor. Yaver hayatını Sadi’ye adamış durumda aralarında ağa-çalışandan öte bir kardeşlik bağı var kesinlikle. Sadi teslim olurken ağlayışı, onu takip edip buluşu, hâlâ onun için hayatını riske atabilmesi bunu kanıtlar nitelikte. Ayrıca bir garip durum daha var ki Yaver Derya’yı tanımıyor. Adamın kalp atış sayısını bilen biri olarak Sadi dağıldığında bile mi konuşmadı yahu? Ki baktığında yenge olayına çok da sıkıntılı olan biri de değil. Şimdi laf aramızda kalsın ama Derya bu aşkı içinde büyütmüş gibi gelmeye başladı. Yaver’in adını bile bilmiyor olması bana çok da mantıklı gelmiyor. Yaver ki Sadi’nin az önce dediğim gibi kara kutusu. Onu da kutuya atıverirdi. Songül’e bakışlarına baksanıza, neredeyse içine sokacak kadar seviyor.Yaver de tıpkı Songül gibi başlarda ağası için Songül’ü hayatına alsa da şu an durum onun için de çok başka. Yaver, Songül’ü çok seviyor. Songül onun için “yenge” olmanın ötesine geçti kız kardeşi gibi ve tıpkı Sadi gibi ona bir şey olacak diye aklı çıkıyor, en az onun kadar endişeli. Yaver, Sadi ile girse de hayatlarına o da bir hayat edinmeye başlıyor bence ona da “ship” yapılması, çocuklarla aynı ortama girmesi gibi birçok örnek var. Yaver bence artık Songül için Sadi’den sonra hayatının en önemli kişilerinden ki Songül için de durum böyle.

Tüm bu hayat mücadelesinin içinde kapılarını kapatıp da evlerinde birbirlerinin yanında huzur bulan Songül ve Sadi Payaslı çifti aşklarını en güzel ve içten şekliyle yaşayarak birbirlerinde nefes alıyorlar. Songül işte Sadi’de ona bir şey olacak korkusuyla tüm gün diken üstündeyken evde birbirlerini gördüklerinde tüm her şey dışarıda kalıyor  “kıskançlıkları” hariç tabii ki. Sadi’nin ne kadar kıskanç olduğunu biliyoruz ve son zamanlar da Songül’ün kıskançlığının da ondan az olmadığını görüyoruz. Ne demişler kalp sevdiğine çeker. Songül artık kıskandığında Sadi’nin tepkilerini veriyor “Ayselciğim?” gibi mesela. Sadi’nin doğum gününü kutlamadığında Songül’ün ne kadar üzüldüğünü gördük temelde bu doğum gününü organize etme sebebi her ne kadar Aysel’e ne kadar mutlu olduklarını göstermek olsa da tahminimce tek sebep bu değil. Songül zamanda bir sebebi olduğunu bile Sadi’nin doğum gününü kutlamaz ama kocasını mutlu etmek de istiyor. Aysel bahane kocamı mutlu etmek şahane gibi bir durum olabilir. Organizasyonu yaparken fark ettiniz mi Sadi’nin değer verdiği herkesi topladı, aralarında sadece Mert’i tanımasana rağmen tüm gelincikleri de çağırdı. Songül, kocasının öğrencileri ile tanışarak hem onların hayatına dahil oldu hem de kocasının hayatını. Gelinciklerin yaptırdığı pankarttaki yazı “Seni tanımayan yaslı iyi ki doğdun Sadi Payaslı” ama yine tekrar edeceğim Songül “Hayatıma iyi ki doğdun” dedi işte bu cümle Sadi için birçok sevgi sözcüğüne bedel bana sorarsanız. Bazı şeyler göstermekten ziyade hissettirmektir zira.

Bu arada çok tartışmalara sebep olduğu için şu küçük Aysel’cikle ilgili bir iki kelam etmem gerekiyor. Aysel aslında hepimizin hayatında olan kadınlardan. Kötü bir hayatı var ve başkalarının hayatlarına da bu yüzden saygı duymuyor. Sadi’yi gözüne kestirse de herkes Songül’ün tepkisini abartı buldu. Ben bulmadım. Songül gayet kadınca bir tepkiyle Aysel’e “Uzak dur!” dedi. Evliliğinin mutlu olduğunu, varlığından haberdar olduğunu kadınca gösterdi. Umarım anlamıştır zira gerçek sevgiyle kurulan bir yuvayı yıkmak için ördüğü atkıdan fazlasına ihtiyacı var.

Hepimiz yılladır şu cümleyi duyuyoruz “Sevgi neydi? Sevgi emekti.” Eskiden bu sözü çok anlamazdım insan sevince gözü bir şey görmez sanırdım ama öyle olmadığını anlıyorum. Ve sevgi emektir sözünü en iyi gelinciklerin hayatında görüyoruz. Bu hafta gelinciklerin sahnelerini ben çok sevdim özellikle Melek’in sahnelerinde. Ben bu zamana kadar Aynur’u anlamaya çalıştım ama artık anlamıyorum daha doğrusu bir annenin kızına bu kadar kör ve sağır olmasını anlamıyorum. Anne demek bu hayatta ne olursa sığınabileceğin yuva demektir ama Aynur kızını evden kovdu hem de inkar ettiği o Celal yüzünden ben bunu anlamıyorum izlerken de sıkıca sarılmak istedim Melek’e. Melek bundan sonra ne yapacak bilmiyorum ama olacakları çok merak ediyorum.Melek öz annesiyle bunları yaşarken bir tarafta Esra sorunu ile boğuşan Aylin var. Aylin onun üzülmesinden korkan babası ile onu dışlayan Esra arasında sıkışıyor. Henüz tam anlamıyla rest çekecek bir durumda olmasa da tüm zorluklara rağmen kendi evini tutup ayaklarının üstünde durmaya başladı bile kim bilir belki Melek’i de yanına alır bir gün. Oğuz bu durumdan pek hoşlanmayacak bence çünkü aslında Sanem’in babası olan Aylin’in sahte gerçek babası onu çok korkutuyor. Esra’nın aksine Oğuz Aylin’i çok seviyor çünkü. Dizide bizi sinir eden annelerimiz kadar sıkıca sarılıp ellerini öpmek istediğim anneler de var tıpkı Mahur ve Gülseren gibi. Bu iki yüce gönüllü anne yaşadıkları tüm zorluklara rağmen evlatlarına sımsıkı sarılmış ve mutlu olmaları için her şeyi yapan fedakâr anneler tıpkı Nevzat’ın Araz’a anlatmaya çalıştığı gibi. Annelik zor bir durum ve sırf doğurabildiği için herkesin de anne olamadığını görüyoruz hayatın satır aralarında gördüklerimiz gibi.

“Anne” demek muhakkak ki hepimiz için bu hayattaki en değerli varlığımız anlamına geliyor ama bazılarımızın da en büyük yarası olabiliyor tıpkı Araz ve Nevzat gibi. Bu iki kardeş hem aynı hem farklı aslında. Nevzat’ın hayata bu kadar öfkeli oluşunu anlayamıyordum başlarda ama son iki haftadır çok iyi anlıyorum. Nevzat annesinin onları terk edişini görmüş, terk edilişini izlemiş ve bu onu hayata karşı oldukça öfkeli ve saldırgan bir hâle getirmiş. Bu öfkeyle hem kendini hem kardeşini büyütmüş ama annesine öyle bir öfke var ki doğru ya da yanlışlığı tartışılsa da Araz’dan gelen mektupları saklamış. Araz’ın daha fazla üzülmemesi için mektupları yakarken “Araz’ı daha fazla zehirlemene izin vermeyeceğim” dedi belki de Nevzat neden gittiğini biliyor mu diye düşündüm açıkçası ama koca bir soru işareti tabii. Mektupları yakıp kardeşini korumaya çalışırken yakalandı Araz’a. Araz’a hepimizin kızdığı zamanlar oldu yalan yok ama hep bir şeyler eksik gibi gelirdi Araz’da öyle de oldu. Araz hâlâ annesinin onu terk ettiği yaşta kalan bir çocuk. Araz aslında iyi bir çocuk ve geçen hafta Sadi Hocasının söyledikleriyle de annesiyle yüzleşmeyi şu an her şeyden çok istiyor. Belki yüzleşmek belki de sıkıca sarılmak için ama bulamıyor annesini, ondan kalan son ize gitse de karşısında bir enkaz buldu. Araz onu büyüten ağabeyinin öfkesi ile hayata tutunduğundan onun gibi uzaktan bakıldığında bir arkadaş grubu var gibi ama aslında kimsesiz ve yapayalnız onu anlayan kimse yok. Araz’ın içindeki iyilik gün yüzüne çıkacak ama tutunacak sıkı bir dala ihtiyacı var. Yoksa bu yalnızlık onu iyice karanlığa hapsedebilir.

Şu an için iki düşman olarak gördüğümüz Araz ve Mert’in birbirlerine ne kadar benzediğini fark ettiniz mi? Mert de en az Araz kadar yalnız sayılır, bir ablası var ama çoğunlukla onu anlamıyor, sevgilisi var ama birbirlerini anlamıyorlar. Gizem ve Mert birbirlerine iyi gelecekler belki de zamanla ama şu an için ikisi de birbirini tam olarak anlamıyor. Gizem içinde bulunduğu hayat koşullarına göre davranıp hayata tutunmaya çabalıyor Mert ise bir canı kurtarmaya çalışırken olan hata yüzünden yaşanan durumun yükü altında hayata tekrar uyum sağlama çabasında. Bu durum sürekli karşısına çıkarak geleceğe dair umutlarını kırıyor belki de ama şu an için Gizem ve Mert iyi gelmekten çok birbirlerini yoruyorlar gibi görünüyor. Mert’in Araz’dan tek farkı ise onu gerçekten seven arkadaşlarının olması, bu büyük bir şans.

Şans… Herkes için farklı anlamlar taşısa da Sadi ve Songül için şüphesiz ki birbirleri en büyük şansları bunu son sahnede daha da hissettim. Songül’ün bombayı fark edince kendi için değil etrafındaki diğer insanlar için korkması, Sadi’nin duyduğu gibi fırlayarak karısına doğru yola çıkması, korkudan deliye de dönse Songül’ü korkutmamak için sakin kalıp onu sakinleştirmeye çalışması. Bölüm çok heyecanlı bir noktada biterken dikkatimi çeken iki şeyi söylemeden geçemeyeceğim. Sadi arabasını Songül’ün arabasının yanına onu kapatacak şekilde koyarak büyük ihtimalle bombanın etkisini kırmaya çalıştı ama bu da yetmedi kendisi de Songül’e sarıldığında kendisini siper etti. Sadi’nin kendi hayatını değil de karısının hayatını daha çok umursadığını çok net bir şekilde görmüş olduk. Sahnenin devamında neler olacak bende merakla bekliyorum.

Yazıma son vermeden önce değinmek istediğim ve teşekkür etmek istediğim bir konu var izninizle. Dizimizde her hafta bazen detaylarda bazen de açıkça Cumhuriyetimizin kurucusu Başöğretmen ve Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e değiniliyor olması benim çok hoşuma gidiyor ve itiraf etmeliyim ki gözlerimin dolduğu da bir gerçek. Bazen Sadi Hocanın çalışma masasında baş köşede görüyoruz Atamızı bazen Atatürk’ün geleceği emanet ettiği gençlerin, geleceği yetiştireceğini söylediği öğretmenlerine Başöğretmenin fotoğrafı hediye edilirken bu televizyonlarda izlemeyi özlediğimiz sahneler şüphesiz ki. Atatürk’ümüzü bu kadar özlediğimiz, Cumhuriyet’in değerini daha da kavradığımız bu dönemlerde bize böyle kalbe dokunan sahneler izleten çok sevgili Gelsin Hayat Bildiği Gibi ekibine teşekkürü bir borç bilirim. Yazımı Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüyle sonlandırmak isterim.

“Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır.”