Ahirim Sensin-Dilek Taner Sevdası(Gönül Dağı)

YAZAR: Ayça Ela Erdoğdu

Anadolu var olduğu andan itibaren birçok aşka şahit olmuş bazen o aşıkların acılarıyla gözyaşı dökmüş bazen de mutlulukları karşısında çiçekler açmıştır. Milyonlarca aşka tanıklık eden bu coğrafya da bazı aşklar gizli kalmıştır tıpkı Dilek ve Taner’in aşkı gibi. Onları bu kadar özel kılan acılarını acımız, mutluluklarını mutluluklarımız kabul etmememizin bir sebebi vardı çünkü onlar bizdik. Hepimiz aslında birer Dilek ve Taner olduğumuzu fark ettik dertleri dertlerimizle aynı, hayalleri hayallerimize benziyordu. Evleri evlerimizdi ve en önemlisi aileleri gerçekten bizim ailelerimizin aynısıydı. Şu an üçüncü sezonuyla ekranda ve hâlâ izlenme oranı gayet güzel çünkü seyirci kendini gördüğü adeta bize Yeşilçam zamanlarını anlatan bir dizi Gönül Dağı. Gönül Dağı hayatın ta kendisi…

Anadolu’nun insanı sevdiğini kalbinin en özel köşesinde taşır. Hatta biz buna aşk derken onlar “sevda” der. Sonu yoktur çünkü sonsuzdur. Dilek Taner için hep sonsuzdu. Gelme ihtimali yokken de seviyordu, geldiğinde yanında başkasını gördüğünde de, kızdığında ya da üzüldüğünde de seviyordu. Sevginin aması, sevdanın şartı olmazdı. Taner için Dilek’ini görmek hayalken, onunla evleneceğini hayal bile edemezdi ama oldu işte. O sevdasına kavuştu ama hayat bu ya Taner’in en büyük sınavı yine sevdasından olacaktı. Bir insan sevdiğini toprağa verdiğinde kalbindeki boşluk ve ruhunun hapsolduğu karanlıktan yine o sevdanın yaktığı tek mumla çıkarsın. Tıpkı Taner gibi…

Gönül Dağı’ndan düşen taşlar hepimizin yüreğindeki biriken o ağırlıkların bir temsiliyken Dilek ve Taner’in o masum, nahif aşkları özlediğimi “aşk”ı gösterdi bize. Daha aşkın ne olduğunu bilmeden sevdi diyorlar ya hani Taner için bu aşkın en güzel tanımı bence. Neden, nasıl aşık olduğunu bilmeden sevdi Taner ve sadece bekledi, geleceğine dair tutunacağı ümitlerinden başka hiçbir şey yoktu yoksa. Taner, Dilek’ini ilk kaybettiğinde onu ulaşabilmek için bile onun hayallerine tutunan, imkansızlıklar içinde mücadele etmekten vazgeçmeyen, umudunu kaybetmeyen cesur, mert bir Anadolu delikanlısı. Yıllarca amcasının oğullarıyla hayatlarını biraz da olsa iyileştirmek için çabalarken kimseye yaranamayan ve ilk yaşadıkları olumsuzlukta herkesin alay konusu olan amcaoğulları buna rağmen birbirinin en büyük destekçisi. Taner’in bu kadar uğraşmasının da tek sebebi ise çocukluk aşkı Dilek pilot olmak istiyor diye bir uçak tasarlayıp onu görme umuduyla çalışıyor her ne kadar buna inansa da bir yandan çok uzak bir ihtimal olduğunun da farkında. Yine de “Ya bir gün” demekten alıkoyamıyor kendini.

Babasız kalmış erken yaşta büyük sorumlulukları altına girmiş annesi, ablası ve yeğenleri için kendini feda etmiş bir adamken talihi hiç ummadığı bir anda yıllardı beklediği dileğini ona getirmek için küçük sürprizleri olduğunu bilmiyordu tabii. Taner yaşadığı yerde bir sürü zorlukla mücadele ederken Dilek ondan kilometrelerce ötede farklı zorluklarla içindeki boşluk hissiyle yaşamaya çalışıyor. Babası olmayan bir öğretmen kızı Dilek ve bu sebepten oradan oraya sürüklenerek geçmiş hayatı ve en büyük arzusu da bir yere ait olmak. Ben Dilek’in bir yere ait olma isteğini o kadar iyi anlıyorum ki. Bir yere ait olamamak demek çevrende “aile” olarak görebileceğim kimsenin olamaması demektir, sürekli değişen çevre belirli bir süreden sonra kişiyi derin yalnızlıklara iter tıpkı Dilek’i ittiği gibi. Kendi yaşadığı bunca zorluğa ek bir de annesinin hayatına ettiği müdahalelerle hayalindeki işi bile yapamayan bir kız Dilek hatta sevmediği bir adamla nişanlıydı ta ki içindeki en büyük boşluğun açıldığı yere gidene kadar.

Gedelli içinde kalbi birbirinden güzel insanlarla dolu bir Anadolu toprağı ve kalbi yarım iki gencin masalının mekanı. Dilek ve Taner yıllar sonra bir yanlış anlaşılma sonucu karşılaştıklarında hayatlarının bu denli değişeceğini bilemezdi. Birbirlerinin diğer yarısıydı onlar ama her şeyden önce yakın arkadaşlardı. Hayata bin bir zorlukla tutunan bu iki kalp birbirlerine de acılarıyla tutunmuştu bundan şüphe yok. İki babasız küçük kalp birbirlerine böyle tutunmaya başladılarsa da birbirine eklenen halkalarla koca bir zincire dönüştürdüler bu bağı.

Yaşadıkları hayat gibi aşkları da birçok zorlukla doluydu mutlu olmak onlar için hiç kolay olmayacaktı, olmadı da zaten. Önce anneleriyle mücadele etmeleri gerekti zira Taner’in annesi oğlunu götürecek diye Dilek’i, Dilek’in annesi ise kızı hayallerinden vazgeçecek diye burada daha fazla durmasını istiyordu. Gülsüm öğretmen, Taner’in annesine göre hep daha ılımlıydı ama her anne gibi kızının üzüldüğünü gördüğü anda da müdahale etmekten geri kalmadı. İki anneyi de anlıyorum ama kimse birbirini seven o kalplerin yerine tam olarak koymadı kendini. Dilek ve Taner’in aşkı engelli koşu gibiydi bir engeli atlatıyorlar başkası çıkıyordu yorulsalar da çıkmaza girdiklerini düşünseler de aşkları için savaşmaktan asla vazgeçmeyen bu iki güzel aşık rol model seçilebilecek kişilerdi.

Birbirleri için hiç korkmadan fedakârlık yapabilen, savaşan konuşmadan birbirini de anlayan masal kahramanlarımız için vuslat vakti yaklaşmış ve gökten üç elma düşmüştü. Küçüklükten beri birbiri için çarpan kalpler artık bir yastıkta kocayacak ve aşklarıyla kocaman bir aile kuracaklardı. Kurdular da ne kadar kısa sürse de bu aşk dolu yuvanın varlığı Taner’in hayaline kavuştuğunun ispatıydı ama maalesef bu güzel günler bir ömür boyu sürmedi. Prens ve prenses sonsuza kadar mutlu yaşayamadılar. El ele sırt sırta bir sürü zorlukla mücadele eden ve savaşabilecek olan bu aşıklar ecel ile olan savaşı kaybettiler.

Masalların sonunda üç elma düşer ve sonsuza kadar mutlu yaşarlar o elmalar Dilek ve Taner içinde düştü ancak maalesef sonsuza kadar sürmedi mutlulukları. Hayatlarının en güzel günlerinden biri olacak olan o gün en büyük kayba tanık olmuştu. Şüphesiz ki Dilek ve Taner oğullarına kavuşacakları günü böyle düşünmemişti hele Taner canının bir parçasına kavuşurken ruhunun büyük bir kısmını toprağa emanet edeceğini bilemezdi. Bu sahnede hepimiz ağladık kabul ediyorum ama çok ince bir durum da vardı aslında “Hayat bir denge oyunu birileri doğarken birileri ölüyor” bu yüzden sezon başında Ali “Bir insanın doğduğu gün annesi ölmemeli” dedi muhakkak. Gönül Dağı’nın Dileği masal prenseslerini kıskandıracak bir aşk yaşadı ve sevdiği adama canından bir can emanet edip bedenen ayrıldı yanlarından ama kanatları her zaman ikisinin üstünde olacak bundan şüphem yok. Ve eminim ki Taner’de tek sevdiğinin emanetine gözü gibi bakacak.

Yazımın sonuna gelirken Berk Atan ve Gülsim Ali’nin oyuncuklarına değinmeden geçemem. Berk’in içinde yer aldı her diziyi izleyen biri olarak söyleyebilirim ki “Taner” rolü ile oyunculuğunun altın çağında şu an. Her rolünün hakkını veren ve duyguyu geçirebilen bir oyuncuydu ama özellikle sezon finalinde Taner’i oynamadı Berk, Taner oldu. Kendi içinde Taner’i öyle güzel işleyip oluşturdu ki kendisini tebrik ederim. Gülsim Ali ise duru güzelliğiyle bu dizi ve Dilek rolü için biçilmiş kaftandı şüphesiz. Dilek’i ilmek ilmek işleyerek büyük bir özveri ile ortaya çıkardı. İzlediğim her bir sahnede Dilek’in tüm duygularını seyirciye yansıtmayı da başardı, Dilek’in ölümü herkesin bir yakınını kaybetmiş gibi üzülmesine sebep oldu şüphesiz. Dilek’in Gönül Dağı hikayesi bitse de biz Gülsüm Ali’yi yeniden izlemek için sabırsızlanıyoruz. Ve Gönül Dağı’nın Dilek’i “ Bizim kırılgan naif çiçeğimiz aklın oğlunda kalmasın emanetin başta Taner sonrasında tüm ailenin kıymetlisi”.

Sizi asla unutmayacağız Bozkırın imkansız ve nahif aşıkları…

Bir dizi yapmak ekip işidir ve Gönül Dağı ekip olmanın ötesinde bir aile olduğunu hep hissettirdi. Hayatın bizzat kendisi olan dizi 7’den 70’e herkesin izlerken kendinden bir hikaye bulduğu senaryosuyla her cumartesi izleyicisini ekrana kitlemeye devam ediyor. Senarist Ferhat Bey başta olma üzere tüm ekibin emeğine ve yüreğine sağlık.