ZEYNEP Göksu-Doğduğun Ev Kaderindir

YAZAR : Şeyma BULUT

İz Bırakanlar’da bir erkek karakter ve insanların gönlüne taht kuran bir çifti yazdıktan sonra ne yazalım diye düşünürken aklıma  güçlü yazılan bir kadın karakter fikri geldi ve onu ararken o kadar yoruldum ki anlatamam size. Ezilen, hor görülen, başkalarının güdümündeki kadınları yazmaya bayılan senaristlerimizin karşısında ay parçası gibi parlıyordu Zeynep… İzleyen herkese hikayesiyle örnek olacak bir kadın olan Zeynep’in de sınavı hep aynı yerden oldu :Kalbi!

Zeynep, daha çok küçücük yaşında çaresizlik, zulüm, hor görülme gibi kavramlarla tanışan bir çocuktu.  Zeynep daha küçücük yaşında parasızlıktan ve bakımsızlıktan canından çok sevdiği abisini kaybetti,eve hapsedildi, okumak istiyor diye dayak yedi, listeyi sabaha kadar uzatırım. Zeynep keşke tüm bunları bir yabancı yüzünden yaşamak zorunda kalsaydı ama ne yazık ki o babasından yaralı bir kız çocuğu ve bunun telafisi yok. Babası, Zeynep’i okumasın diye eve kilitleyen, onda iyileşmesi mümkün olmayan yaralar açan bir adamdı. Evinin parasını kumara, içkiye yatıran Bayram, kızının en büyük kabusu oldu. Sadece okumak isteyen kızını döven, eve kapatan Bayram, Zeynep’i zengin bir aileye sattı ve belki de kızına yaptığı en büyük iyiliği yaptı. Zeynep o kabus evden kurtuldu ama kalbi, özlemi ne oldu derseniz? Bir ömür babasız ve abisiz büyüdü ve tabi ki bu yüzden de hep yanlış seçimler yaptı ta ki Barış’la tanışana kadar…

Zeynep, daha çok küçükken abisine bir söz vermişti : Okuyacak, başarılı olacaktı. İşin açıkçası anne ve babasıyla yaşasaydı en fazla Emine gibi olurdu. Doğduğu ev, annesinin her şeyini babasına adadığı evde ya ablası gibi kaçak ya abisi gibi ölü ya da Emine gibi o sokaklara sıkışan bir kadın olurdu. Zeynep gittiği evde, annesini de kurtarmak için, ona bir hayat verebilmek için didindi durdu. Ama bir tarafı da hep oradaydı. En yakın arkadaşı bile mesela doğduğu evin olduğu yerdeydi çünkü Zeynep köklerinden hiç kopmak istemedi. Peki onun bu tavrını anlayan biri oldu mu? Hayır. Hep anlaşılmak istedi ama ne anneleri ne babası, ne arkadaşı onun ruhunu hiç anlamadı aksine hep yaraladılar, hep en sevdiği insanlar tarafından incitildi Zeynep ama hiç vazgeçmedi, ne ideallerinden ne de hayallerinden asla ödün vermedi. Her güçlü kadını yapacağı gibi…

Zeynep her şeyin sonunda başardı ama bunu yapmak onun adına hiç kolay değildi. En başta Zeynep’in iki tane birbirinden oldukça farklı annesi vardı. Önce Sakine ile başlamak gerekirse aslında hepimizin tanıdığı bir model, o. Tam bir erkek egemen düşünceye teslim olmuş, eski zaman kadınlarından. Teslim olmasın da ne yapsın? Dayak, kötek evlenmiş, hayatını kocasına adamış ama bir türlü yetememiş. Ona hep “Erkek haklıdır, erkek ne derse doğrudur” mantığı öğretildi. Bu yüzden de Zeynep’le hep çatıştı, hep. Bir türlü anlaşamadılar. Zeynep annesini çok sevdi, anladı ama Sakine onu hiç anlamadı. Sakine’ye nazaran Nermin daha anlayışlı ve Zeynep’e özgürlük alanı tanıyan biriydi. Her şeyin ötesine Zeynep hayallerine Nermin sayesinde kavuştu. Baktığında da onu kaderi olarak gördüğü mahalledeki kadınlardan ayrı olmasını, ayaklarının üstünde güçlü bir kadın gibi durmasını da Nermin’den öğrendi ama bir tek kusuru vardı onun da : Kontrolcülük. Açıkçası iki anne de kendince kızlarını çok seviyordu ama ikisi de Zeynep’i kontrol etmek istiyordu. Halbuki Zeynep kendi hayallerine koşarken onlardan sadece yanında olmalarını istedi ama onların kızlarını anlaması abartısız bir ömür sürdü.

Zeynep’in anne sevgisi açısından hiç bir eksiği yoktu. Aslına bakacak olursanız iki annesi de çok seviyordu ama ya baba? İşte Zeynep’i yanlış seçimlere sürükleyen asıl neden hep buydu. Baba eksikliği yüzünden hep yanlış seçimler yaptı. Çünkü erkekleri tanımıyordu. Nermin annesinin kocası da ona eksiklik giderecek şekilde babalık yapmadı, bu yüzden aslında Zeynep erkekleri hiç tanımadığı için önce Faruk sonra da Mehdi’ye tutuldu. Gerçek aşkı ve merhameti tanıdığı Barış’a giden yoldaki onun en büyük hatası da Mehdi oldu.

Ah Mehdi Karaca, ah… Ataerkil toplumun yetiştirdiği, erkeğin güçlü olduğu dünyada yaşayan bir adamdı. Şimdi kabul etmem lazım, Zeynep’i kontrol ettiğini düşündüğü dönemde Mehdi iyi bir eşti. Ya da biz öyle sanıyorduk. Zeynep’in sınavları için hocalarıyla konuşan, mezuniyetine gelen, kaybettiği geleceği karısıyla bulmuştu ama aslında hem kendini hem de Zeynep’i kandırdı. Mehdi, o dünyaya ait değildi. Anlaması da mümkün değildi. Karısının istediği şekilde çalışmasını, istediği şekilde yaşamasını istedi. Zeynep’e kendi hayatını yaşarken Mehdi ona eşlik etsin, isteklerine saygı duysun istedi ama ikisinin durduğu yer çok ayrıydı. Bu yüzden bir süre sonra aralarında aşk olsa bile yetmedi ve Mehdi’nin bir anda Bayram’a dönüşmesi bardağı taşıran son damla oldu. Aslında Zeynep, Mehdi de kaybettiği çocukluğunu bulmak istedi, o masumiyeti geri istedi ama aldığı tek şey Bayram’ın yaşattığı kabuslerın bir benzeri oldu. Zeynep, kendi hayatını yaşadıkça Mehdi şiddetin dozunu daha da artırdı. Bildiği lisan buydu ama Zeynep o lisana asla sevgi gözüyle bakmadı. Bazı kadınlar gibi değişir demedi. Bu adam değişmez, bu sevgi değil dedi ve kapıyı çarpıp çıktı. Bu Mehdi’yi durduramadı aksine işin sonu Zeynep’i kaçırmaya kadar geldi. Ve ikisi arasındaki ilişki kapanan bir kapı ile bitmiş, Barış’ın açtığı araba kapısında Zeynep’i hapsedildiği cehennemden çıkarmasıyla bitti.

Vee Barış Tunahan…. O Zeynep’in hayatına girdiği andan itibaren, o hayatı cennete çevirdi desem yalan olmaz. Abartı hiç olmaz. Zeynep, çocukluğunu kazanmak, abisini onore etmek için, annesi mutlu olsun diye döndüğü mahalleden kaçarken yolu Barış’la kesişti. Pek de iyi bir başlangıç yapmadığı başarılı bir avukat olan Barış, ona özlemini çektiği, eksikliğini hissettiği her şeyi altın tepside sundu. Zeynep, anlaşılmak istiyordu. Hayalleri, umutları, abisi için yapmak istediklerini birileri anlasın istedi ve onun sessiz çığlığını ilk duyan Barış oldu. Karşısında kanatları kırılmış bir kadın olduğunu ama her şeye rağmen uçmak isteyen güçlü bir kadın olduğunun farkındaydı. Zeynep, baba eksikliği yüzünden ona her derdinde yardım edecek biri değil ama sırtını dayayıp, gölgesinde dinleneceği birine ihtiyaç duyduğunda Barış hep oradaydı. Barış, Zeynep’i gördü, anladı ve çok sevdi. O sevgiyi bahane ederek onu hırpalamadj. Kalbinden yaralı sevgilisi onun karşısında her çırpındığında onu sakinleştiren ve hayallerine kavuştuğunda, istediklerini başardığında ona gururla bakan bir adamı, Barış. Zeynep çalışarak, didinerek çalışıp, kazandığı dünyasında yanında dimdik duran, onunla hep gurur duyan bir sevgili, bir yol arkadaşı da bulmuştu. Barış Tunahan için ne denir ki? İyi ki değdi Zeynep’in hayatına, hayatımıza…

Bu ekranlardan bir Zeynep Göksu geçti ve iyi ki de geçti diyorum. Demet Özdemir bütün kadınların idolü olacak bir karakter yarattı. Bir kadının hem duygulu hem de güçlü olacağını gösterdi. Güçlü kadın dediğinde sert, donuk olmamız gerekmediğini, gücün buradan gelmediğini gösterdi. Güç insanın ruhundan gelir ve kendi hayatının kontrolünü eline alan herkes güçlü, buna saygı duyan herkes iyidir. Zeynep iki annesine, Mehdi ve Faruk’a rağmen hayatının kontrolünü elinde tuttu. Bu yaşam onundu, kimsenin söz söylemeye hakkı yoktu. Yanında olmak isteyen, Barış gibi gururla, engel olmadan yanında oldu, diğerleri de öyle ya da böyle çıktı gitti…

Yazıma son verirken şunu demek istiyorum : Bir kadın olarak siz de Zeynep gibi hayatınızın kontrolünü elinizde tutun. O abisine verdiği sözü tuttu, onun için kurduğu bir yardım kuruluşu, onunla gurur duyan eşi, anneleri, arkadaşları var. Ama her şeyden önce Zeynep kendine verdiği her sözü tutarak kendisiyle gurur duymayı başardı. En önemlisi de buydu. Zeynep bize “Önce ben!” demeyi gösterdi. Ekranlarda daha çok Zeynep görmek dileğiyle. Yazana ve özellikle bize böylesine güzel bir karakter sunan sevgili Demet Özdemir’e çok teşekkürler.

Şimdilik benden bu kadar, yeniden görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.