Bazı diziler vardır onlara sadece bir televizyon projesi demek yetmez. Çok daha ötesindedir. Hayat Şarkısı da o dizilerdendi. Kendi adıma, çok sıcak, çok samimi ve her şeyin ötesinde her rengi gördüğüm bir diziydi.
Hayat Şarkısı yayınlandığı dönemde insanların gönlünde taht kuran bir diziydi. Mahinur Ergun’un kaleme aldığı dizinin yönetmen koltuğunda son yılların başarılı yönetmeni Cem Karcı oturuyordu. Burcu Biricik, Birkan Sokullu, Pelin Öztekin ve Olgun Toker gibi genç jenerasyonun sevilen isimlerini buluşturan dizi Ahmet Mümtaz Taylan, Osman Alkaş ve Seray Gözler gibi duayen oyuncuları da kadrosuna katarak daha başlamadan rakiplerine göz dağı veriyordu. Dizinin başarısının sırrı aslında anlatılan hikayenin temiz ve samimi bir dille ekrana taşıması olduğunu söyleyebilirim. Merkezinde Cevher Ailesi ve onların etrafında dönen hikayeleri temel alsa da Hayar Şarkısı’nın bu denli sevilmesinin ve tabir-i caizse fenomen olmasının tek sebebi bu değil. Dizi uzun yıllar sonra ekranda hem biraz kötücül hem de tatlı bir kadının insanlar tarafından çok sevilmesi den dolayı büyük kitlelere ulaştı : Hülya Cevher!
Hülya, en kısa tanımıyla farklı bir kadındı. Ekranda görmeye alışkın olduğumuz insanlardan değildi. Biliyorsunuz genelde aşk, aile temalı dram dizilerinin kadınları saf, masum, kafası öyle entrikalı işlere çalışmayan, savaşmadan kazanan tipler olur. Bence Hülya Cevher’e duyulan sevgi ve aslında saygının temelinde onun asla bu kadınlardan olmaması yatıyordu. Öncelikle Hülya asla saf bir kız değildi. Aksine gözü açık, zehir gibi kafası olan çok zeki, stratejik zekaya sahip bir kadın. Söz konusu ailesi, aşık olduğu adam olduğunda gözü hiç bir şeyi görmeyen Hülya elini çamura sokmazdı tüm dünyayı kahverengiye boyardı ki üstüne bulaşan lekeler görünmesin. Uzaktan baktığında kendi çıkarları için yaşayan, kimseye değer vermeyen aslında kendi hayatını korumaya çalışıyor gibi görünen Hülya, çocukluğundan beri özlemini çektiği bir şey için savaş verdi : Aile!
Hülya sarhoş bir baba, hasta bir anne ve kendinden vazgeçen zayıf bir ablanın eteğinin altında büyümüş, hayatı boyunca her şeyle tek başına mücadele etmiş bir kadın. Onu ilk bölümlerde izlediğimde içimden kimse doğuştan böyle olmaz, bir sebebi olmalı dediğimde Hülya’nın korkunç geçmişi karşıma çıktı. Hani derler ya her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır. Her acılı ve parçalanmış kadının arkasında da bir erkeğin zalimliği vardır. Cem’in yaptıklarından sonra kendi hayatını Mahir’le birlikte yoktan var eden Hülya aslında kötü biri değildi sadece hayat bir süre onu böyle olmaya itti. Geçmişi, sakladıklarının altında ezilse de, kendinden olmayanlara bile ailesi gibi sarılsa da onun asla vazgeçmemesini Kerim’e duyduğu aşk sağladı. Daha küçücük yaşında gözlerine aşık olduğu, evlenmeyi kafasına koyduğu adamdı, o. “Büyüyünce seninle ben Evlenicem!” demişti. Dediğini de yaptı. Hayatta en çok istediği güzel yuvasını dünyanın en zor adamıyla kurmak istedi. Hülya belki bu aile için çok uğraştı ama en büyük savaşını hep Kerim’e karşı verdi.
Kerim Cevher, ailenin altın çocuğu. Zeki,çalışkan, idealist bir bilim adamı. Hayatı ilimden ibaret sanan, çocukluğundan bu yana sürekli olarak çalışan ama duygularını asla dinlemeyen aşırı sert bir adamdı, Kerim Cevher. Aslında onu Hülya’dan önce ve sonra diye ikiye ayırmak lazım diye düşünüyorum. Hülya’ya aşık olmadan önce Kerim kendinden başka kimseyi düşünmeyen, kendi istekleri uğruna yaşayan bencil bir adamdı. Hülya onu deyim yerindeyse baştan yarattı. İlk olarak da o içinde sakladığı tatlı, sevecen ve aslında herkese sarıp sarmalayan sıcacık bir adama dönüştü. Nasıl ki Hülya yalnızlığını, kimsesizliğini Kerim’le aştı bu,Kerim de içinde sakladığı o güzel adamı sevdiği kadın sayesinde ortaya çıkardı. Daha güzel ve mucizevi bir şey bilmiyorum ben.
Bir erkek sadece iki durumda değişir : İlki aşık, diğeri baba olduğunda. Kerim önce baba oldu. Mehmet’le öyle güzel bir bağ kurdu ki bu ona aile olmanın, hayatın sadece ideallerden ibaret olmadığını öğretti. Sonra aşık oldu ve bir ailenin sorumluluğunu almayı öğrendi. Önceden tek kişilik yaşadığı hayatı, Hülya sayesinde kalabalıklaştı. Kerim bu süreci hemen kabullenmedi aslında. Önce reddetti. Sonra kaçmak için sürekli kendine bahaneler buldu, uzaklaşmak, eski rahat hayatına dönmek istedi. Bunu yaparken de tek yaraladığı Hülya değildi. Anne ve babasını, hatta abisini bile paramparça ettiği zamanlar oldu.
Kerim’in Hülya ile bu kadar sorun yaşamasının sebebi aslında hiç bir zaman sorunlarla uğraşmaması oldu. Diziyi dikkatli takip edenler Hülya’nın Cem’le geçmişi ortaya çıktığında Bayram’ın oğluna “Biz senin ayağına taş değmesin diye uğraştık, bak bu kadar insan peşinden koştuk! Allah senin bu eksiğini Hülya ile tamamladı!” sözlerini hatırlayacaktır. Bence de çok doğruydu bu tespit. Kerim her şeye sahip,şanslı bir insan. Ailesi var, onu dünyadaki herkesten çok seven bir karısı ve en önemlisi ona sahip çıkan insanlar var. Hülya’nın bu şansı hiç olmadı ve Kerim’e birlikte onun da artık bir ailesi var. Cevherler Hülya’ya öz aile oldular, var mı daha ötesi?
Hülya ve Karim ne yaşanırsa yaşansın, ne kadar parçaya bölünseler de o kadar kuvvetli birleştiler. Hülya ve Kerim ilişkileri boyunca birbirlerine birçok şey öğrettiler diye düşünüyorum. Hülya Kerim’e dolu şey öğretti de Kerim bir şey katmadı mı? Her şeyin ötesinde korumasız, kimsesiz bir kız olan Hülya’nın şimdi kocaman bir ailesi varsa son anda ondan vazgeçmeyen Kerim sayesinde var. Kerim, bütün korkularını yendiğinde karısına ve çocuklarına masalsı bir saray inşa etti. Orada yepyeni, tüm kötülüklerden uzak bir dünya kurdular. Bunu da herkese ve her şeye rağmen başardılar.
Beni düzenli okuyanlar, sınanmayan aşka aşk demeyeceğimi bilirler. Bu dizide sınanıp da kazanan aşklar vardı : Kerim ve Hülya ya da Bayram’la Süheyla gibi… Bir de çok sevseler de sevginin yetmediği bir ilişki vardı : Hüseyin ve Melek! Onların aşkı baştan olmazdı aslında çünkü ikisi de hayallerindeki insanları sevdiler. Yine de onlar da büyük bir cenderenin içinden geçti. Çok ağır şeyler yaşandı ve yazık ki onların aşkı bu savaşı kaybetti. Melek gitti, Hüseyin gerçekten sevdiğine inandığı kadına ve ailesine döndü. Onların hikayesi ne yazık ki mutlu sonla bitmedi.
Hikayeleri mutlu sonla bitmeyen bir ilişki daha vardı ve onların vedası beni yerle yeksan etti. O da Mahir ve Hülya’nın ayrılıkları, ayrılmak zorunda kalmaları beni çok üzmüştü. İki insan birbirine arkadaş olabilir, sırdaş ya da can dost olabilir ama bunlar bir yerden sonra bir şekilde zayıflayabilen ilişkiler diye düşünüyorum. Peki ya suç ortaklığı? İşte onda sapasağlam bir ilişki lazım. Hülya ve Mahir’in ilişkisi buydu diye düşünüyorum. Arkadaşlıkları, dostlukları aile bağı kadar kuvvetliydi. Hülya ne zaman yere düşse, ne zaman canı sıkılsa Mahir hep oradaydı. Bir kere bile onun elini bırakmadı. Üzüldü, canı sıkıldı hatta hayatı tehlikeye girdiğinde bile hep Mahir vardı ama işte Mahir için bir noktadan sonra veda vaktiydi. Hülya’nın sonunda mutlu olduğunu anladığı anda Mahir kendi yoluna gitse de ben emimim. Bahar, Emine ve Mehmet’in Mahir dayıları var. Onları asla yalnız bırakmaz. İlk mezuniyetlerinde, ilk aşık olduklarında onlara akıl verecek biri lazım olduğunda, Mahir yuvasına dönmüştür diye düşünüyorum. Hayal bu canım, ben böyle hayal ettim ve oldu bence.
Açıkçası sabaha kadar yazsam, yazarım biliyor musunuz? O zamanlar yorum yazmadığım için en hayıflandığım işti bu dizi ondan biraz abartmış olabilirim.
Hayat Şarkısı, birbirini gerçekten seven, kocaman bir ailenin hikayesiydi. İçinde her rengi barındırdı. Biz Cevher Ailesi ile yeri geldi ağladık, yeri geldi güldük ve yeri geldi çok duygulandık. Bize her duyguyu sonuna kadar geçirdiler. Bu sebeple onlardan ayrılmak bizler için hiç kolay olmadı. Her şeyleri o kadar güzeldi ki insan izlemeye doyamıyordu. Ne diyelim bu ekranlardan BİR CEVHER AİLESİ GEÇTİ!
Veeee tabii ki bu diziyi çok sevmemizi, aşklarının tutkusunu iliklerimize kadar hissettiğimiz Hülya ve Kerim! O kadar güzel ve her anı dolu dolu bir aşk yaşadılar ki ekranın öteki yanından hissettik bu güzel sevgiyi. Tabi bunda Burcu Biricik ve Birkan Sokullu’nun müthiş uyumunun etkisi yadsınamaz.
Hülya ve Kerim Cevher aşkın en deli ama en güzel hallerini bize iki sene boyunca izlettirdi. En sonunda da minik ve güzel aileleriyle şimdi sanırım Mehmet ve Bahar’ın ilk mezuniyetleri için koşturuyorlardır.
Belki bir gün “Yeniden Hayat Şarkısı” adıyla geleceklerine bir kupleyi bizlere çok görmezler.
Bu kadardı, dedim ya sabaha kadar yazarım da yetsin şimdilik. Tüm Hayat Şarkısı ekibini yürekten kutluyorum ve umarım onları tekrar bir arada görebiliriz.
Bir sonraki Unutulmayanlar köşemizin bir başka konuğunda görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.