Kupa Kızı ve Sinek Valesi (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 38.bölüm)

YAZAR :Şeyma BULUT

Her insanın hayatında bir kırılma noktası vardır. Değişime uğradığı, kendini yeniden var ettiği bir andır. Bazen izlenilen bir film, tesadüfen görülen bir kuyruklu yıldız bile insanın hayatının kökten değişmesine sebep olabilir. Sadi’nin hayatı bir ölümle, Songül’ün hayatı da ekrandan gördüğü bir çift mavi göz sayesinde değişti. İkisi de çıkmayı hiç düşünmedikleri bir yolda, dönmek istemedikleri bir hedefe doğru yürüyorlar. Buna uzun uzun bir çok şey söylenebilir ancak ben aşkın mucizesi diyorum.

Sadi Payaslı şu anda hayatının en zor dönemini yaşıyor. Belki onca olaya girdi çıktı, ne ölümler, ne ateşler gördü ancak Mert’in varlığını öğrendiği an kadar canı yanmadı diye düşünüyorum. Daha öncesinde, Samet’e sevgilisini isterken oğlu olsa onunla maçlara gideceğini, onunla güzel vakit geçireceğini, bundan uzak olmadığını söylemişti. Sadi aslında baba olmaya hiç uzak biri değil hatta hiç olmamış. Sadi belki kendine bir aile kurmadı ama mesela Yaver’e senelerce babalık yaptı. Büyüttü, bugünlere getirdi. Yedi yaşında kaybettiği çocukluğunu Yaver’de telafi etmeye çalıştı. Bu Sadi’nin içinde öyle bir yer etmiş ki ikinci şansı da çocukluklarını kendi gibi kaybeden genç ruhlara rehber olacağı Karabayır’da başladı. Onlara yardım ettikçe de kendini işe yarar, hayatın içinde kendini daha iyi hissetmeye başladı. Ben tüm bunları babasının kendisine yaptığını, ondan çaldığı çocukluğunun telafisi olarak görüyorum. Sadi sesini çıkamasa da içten içe Derya’ya da kızgın. Kendisini babasının pozisyonuna soktuğu için en azından kızgın ya da kırgın olmasını bekliyorum. Sadi Mert ile koca bir 17 sene kaybetti. Oğlunun ilk yürüyüşünü, ilk emeklemesini, konuşmasını görmedi. Büyüme sancılarını, onun dünyasının oluşmasına katkı sağlayamadı. Halbuki Sadi tüm bunları yapmak için her şeyini feda edecek kadar oğlunu önemsiyor. Şimdi onunla kaybettiği zamanı telafi ediyor. Mert de senelerce içinde taşıdığı boşluğu dolduruyor, içten içe zamanının az kaldığını da düşündüğü için babasına, çevresine kök söktürmesi gerekirken affedici oldu. Annesini de aftetti,abi olacağına sevindi. Mert, hayarının son demlerini özlemini çektiği ailesiyle geçirme fırsatı bulduğu için sadece anın tadını çıkarıyor. Kaybedilmiş bir hayat, yaşananlar Mert’in hızlı büyümesine sebep oldu. Bu da Sadi’nin de bir bakıma şansı oldu diye düşünüyorum. Başkası olsa her ne olursa olsun bu kadar kolay kabullenmezdi. Mert’in zaten çok sevmesi elbette önemli ama burada onun özellikle cezaevinde mutluluğun ne kadar önemli olduğunu bildiği için belki de zamanında kaybedip, şimdi yakaladığı bu huzurun tadını çıkarıyor. Ben Mert’i hep yaşından olgun görüyordum ama şimdi bunu net olarak görüyorum. Sadi’nin buradaki büyük şansı bu olsa da en büyük şansı değil. Onun en büyük şansı kim biliyor musunuz : Songül!

Songül’e bir süredir hayranlıkla bakıyorum. Şimdi düşünsenize seneler sonra hayatınıza birini almak istemişsiniz, aşık olmuşsunuz ve tam bebeğinizi kucağınıza alacağınız zaman kocanın bir başka çocuğu olduğunu öğreniyorsunuz. Hem de iki gün önce kocanıza “Tekrar birlikte olalım” mesajı atan bir kadından olan çocuğunu bağrına basıp, kocasına da oğlunla vakit geçir demez. Açıkçası Songül eğer istese gayet de bu işe set çeker, en azından Sadi’nin çok yüz göz olmamasını sağlardı. Ancak Songül tam tersine, en başından beri Sadi’nin hep yanında oldu. Ona tam destek verdi. Onun iç çatışmasını, acabalarını ortadan kaldırdı. Her fırsatta Sadi’ye nasıl iyi bir baba olacağını söyleyen, onu sarmalayan Songül’ün aslında vermek istediği mesaj çok net : Sen baban değilsin, çocuklarını bırakıp gitmezsin, ben de seni bırakmayacağım. Sadi Mert meselesinin başından beri Songül’ü kıracağından korkuyor. Onu incitmekten, olayları yanlış yorumlamasından çekiniyor. Öyle olmasa oğlunu ilk öğrendiğinde karısına ilk sözü “Seni kaybedemem” olmazdı. Sadi de çok iyi biliyor ki Mert Emin’i bu kadar kolay kabullenmezdi. Eğer oğlunun karşısına 7 Emin olarak çıksaydı bence bu kadar kolay olmazdı. Songül, aşkıyla Sadi’nin içindeki o adamı ortaya çıkardı. “Bir kadın gelir, değiştirir seni” sözü hep klişe gelmiştir ama ben buna çok katılıyorum. Songül, Sadi’yi ehlileştirdi, içindeki olmak istediği o adamı herkese göstermesini sağladı ve sonuç olarak da Sadi belki kendini anlatmak için ömrünü adamak zorunda kalacağı oğluyla kaybedilen zamanı telafi etmeye başladı. Aşkın bir diğer mucizesi işte.

Songül’ün bu hareketi beni çok etikilese de asla şaşırmadım. Kim kaybedilmiş bir çocukluğu, babasının gölgesi olmadan büyümeyi Songül gibi bilebilir ki? Songül’ün Mert’i bu benimseme sebebi de başından beri buydu zaten. Mert’in evlerinde kaldığı ilk gün “Anne ve babamı kaybettim” sözüyle Songül onunla empati yaptı, acısını görmedi, Mert’in gözlerinde kendisini gördü. O günden beri de Mert’i hep çok sevdi, destekledi, sarmaladı. İnsanı en iyi yarasından tanırsın. Songül, Mert’i tam da kendi yarasından tanıdı ve hayatın ona sunduğu en büyük şansın önüne geçmek istemiyor, hepsi bu. Çünkü kaybedilen hayatı yeniden kazanmanın, yeniden büyümenin, kök salmanın önemini de Songül çok iyi biliyor ki gönül bağı ile kurduğu ailesiyle yaşadığı her anda gözlerindeki ışıltı bunun en büyü ispatı.

Songül, Sadi’yle bir aile kurdu ancak Taylan ve Ahmet ona kaybettiği desteği veriyor. Baban gitti mi arkandaki dağ gider, hayata karşı güvenin gider, hayatın içinde daha korumasız olur, etrafına da öyle savunma kalesi dikersin. Songül’ün senelerce yaptığı gibi… Songül, hep bir abisi olsun isterken hayat ona iki tane verdi. Onlarlayken görevinin de hiyerarşinin de önemi yok. Yılan ekibi toplantılarına bile abileriyle yediği öğle yemeği gözüyle bakıyor. Songül için bu çok önemli bir kazanımdı. Hayat ondan aldıklarını geri veriyordu.

Songül için hayat hiç olmadığı kadar güzel artık. Bebeğini kucağına alacak, kocası yanında, abileri onunla birlikte, o daha ne istesin ki? Bir zamanlar yapayalnız bir kadınken, şimdi kocaman bir ailesi var. Üstüne üstlük anne de olacak ki artık gelecek zaman kipiyle konuşmak istemiyorum. Songül artık anne. Bir kadın bebeği rahmine düştüğü anda anne olur. Songül de anne, kendi içinde büyüyen mucizesiyle de çok mutlu. Ömründe yaşamadığı bir cenneti yaşıyor ve gözyaşları artık mutlulukla akıyor. Bundan daha güzel ne olabilir ki?

Songül hiç bir zaman bencil biri olmadı, bebeğiyle ilgili de olamıyor. Mesela aşeriyor ancak bunu Sadi’ye söyleyemiyor. Zira onun şu anda hasta oğluyla ilgilenmesi Songül için çok önemli. Bu yüzden de içinde yaşıyordu ancak Sadi sanki hep bugünleri beklemiş gibi sürekli atakta geziyor. Songül’ün tek kaş hareketi, mimiği, bakışına odaklı yaşıyor ki karpuz meselesine tak diye uyandı. Songül şu anda Sadi oğluyla ilgilensin, kaybettiği zamanı telafi etsin istese de Sadi de kızıyla ilgili her anda varlığını babası olarak göstermek, sevdiği kadını sarmalamak istiyor. Mert elbette Sadi için çok önemli ancak Busenaz’ın varlığı, gelişi Sadi için başka bir anlam taşıyor. Hem kaybedilen bir kız çocuğunun anısı hem de şu andaki varlığını adadığı, aşık olduğu insanla kök salarken, kızının mutluluğun içine doğması Sadi için çok önemli. Bu yüzden Songül ve kızıyla özellikle oğluyla kaybettiklerinin ardından kaza edecek tek bir snı bile yok. Yani Derya ne hayalin içinde bilemiyorum ama hala bazı sanrılar içinde olduğu bir gerçek diye düşünüyorum.

Songül, Sadi’ye gelen mesajın hesabını sorup, Derya ile görüşüp, görülmediğinin hesabını sordu. Mert meselesi dışında, Songül’ün şu ana kadar içinde tutması bile büyük bir başarıydı. Her ne kadar daha önce önemli değil dese de bence Songül’ün içinde ufacık da olsa bir korku var. Bu hikayede fazlalık benim derken aslında kalbinin bu konudaki kırıklığının sesini duyduk. Ben Sadi’nin aşkından da, Songül’ün yerine birini asla koymayacağına eminim. Kendisinin de ifade ettiği gibi Derya bir gençlik meselesiydi ve orada kapandı. Oğluna da hikayeyi yumuşatarak anlatmasının sebebi daha fazla kırılmasın istemekti. Ben aylar önce Sadi’nin kapı önünde, Songül’e anlattığı hikayenin gerçek olduğuna da, Derya’yı artık sevmediğine eminim. Yani değil Derya, tüm dünya istese Sadi için Songül’den sonrası yok. Derya’nın egosunu anlasam da bu gerçeği bir an önce kabul etse iyi olur. Bakın ne anneler var, çocuklarına zarar gelmesin diye fedakarlıklar yapan, kötünün eline düştüğünde bile evladını gözeten. Biz bugüne kadar hep Mert’i konuştuk ancak Mert’ten de berbat hikayeye sahip biri var : Araz!

Araz Demir, hikayenin kötü, acımasız çocuğu. Hırsızlık yapar, kavga eder, hep bir haşarılık peşindedir ancak Araz’ın hikayesi bu kadar değil. Onun bu görüntüsünün arkasında hayatta kalmak için en iyi bildiği şekilde mücadele eden bir çocuk var. Bu şekilde öğrenmiş, başka bir yöntem bilmiyor. Hayatı kavgayla yaşamayı biliyor, abisi dışında ona sahip çıkan olmamış, en derinde annesine büyük özlem besleyen bir çocuk, o. Öyle ki annesinin hikayesine hemen inandı, hemen harekete geçti. Mesela Sadi’nin nasıl bir hoca olduğunu da biliyordu ama ondan yardım istemedi. Bilmiyor ki istesin. Bugüne kadar ona kimse sahip çıkmadı, bu yüzden tek başına o adamların karşısına çıktı.

Araz tüm ezberlerinin bozulduğu bir döneme girdi. Önce aşık oldu, sonra annesini buldu ve şimdi de en zor zamanında Sadi ve Songül ona el uzattı. Araz belki de kendi cenazesine gittiğini düşünürken, Sadi ve Songül sayesinde kaybettiği mutluluğuna kavuştu. Ben hep Araz’ın kendi isteğiyle bu hayatı seçmediğini savundum. Zaten annesiyle yaptığı o konuşma bunun en büyük ispatı oldu diye düşünüyorum.

Araz ve annesi seneler sonra kavuştu. Evlerinde, huzurlu bir hayata başladılar. Araz belki de ilk defa evini yatılacak mekan olarak değil, uyuyacağı ev olarak gördü. Annesi yanında, artık tek başına mücadele etmek zorunda değil. Anneciği ona hırsızlığı bırak dediği anda bıraktı. Mert’e kan vereceğini söyledi. Araz’ın bugüne kadar derdi yanında annesi olan insanlar oldu. Daha önce Can’ın anne keki meselesine verdiği tepkinin de nedeni bu değil miydi? Araz aslında değişmedi, kendini göstermeye başladı. Bu Aylin ile başladı ama şimdi tam anlamıyla kendini gösteriyor diye düşünüyorum. Belki artık onun da değişmesi gereken zaman gelmiştir. Bu yolda onu hep Sadi’ye benzetiyorum ben. Sadi nasıl değişti,Araz’ın da değişimi başladı, hem de en güzel şekilde…

Keşke değişim bir şeylerin çözümüne yetseydi ama yetemedi. Sadi değişti, ülkesi için, karısını korumak için adalet sistemiyle çalışmaya başladı ancak bu yolda bir kayıp verdği. Ahmet Başsavcı ne yazık ki Servet’in hain planı sonucunda şehit düştü. Bu sadece Sadi için değil, Songül için de büyük bir yıkıma sebep olacak. Songül Ahmet’i öz abisi bildi, güvendi, sevdi. Şimdi babasını elinden alan adam kızının dayısını, abisini elinden aldı. Yetmedi gözünü Sadi’ye dikti. Songül için her şeyin büyük sıkıntıya girdiği ve radikal kararlar alacağı bir döneme gireceğini düşünüyorum.

Songül ekip aracında Sadi’yi görünce ilk sözü “açın kelepçeleri oldu.” Bir an bile düşünmedi Sadi’nin bu işte payı olduğunu. Herkes düşünse bile bunu Songül’ün düşüneceğini hiç düşünmüyorum. Sadi’nin kalbini gören tek insan Songül, bu yüzden kocasının bunu asla yapacağını biliyor. Her kupa kızının bir sinek valesi vardır belki ancak Songül’ün sadece valesi değil, hayatında sırtını gözünü kırpmadan dayayacağı bir insan var artık. Bundan büyük mucize olamaz.

Siz de Sadi ve Songül’ü izlerken nereden nereye diyor musunuz? “Bir suç makinesiyle evlenmek benim genç kızlık hayalim miydi?” diyen Songül’den öz abisi yerine koyduğu Ahmet’in ölümünden sonra kocasına tam güven duyan birine dönüşmesi çok özel diye düşünüyorum. Bakın bunu sadece aşk yapabilir. Aşk dışında hiç bir duygu katıksız güveni sağlamaz. Songül, Sadi’ye her şeyden çok güveniyor. Her şeyden çok seviyor ki kendi kızından Sadi’nin şu anda oğluyla ilgilenmesi gerekiyor diyerek vazgeçecekti. Songül’ün sevgisi kendini de aşmış, büyük bir adanmışlık taşıyor. Sadi söz konusu olduğunda Songül için hiç bir şeyin önemi de yok artık. Hastanede demişti ya sevdiklerime zarar gelirse Servet’i yok ederim diye. Önce ailesi, sonra Sadi, sonra Melike şimdi de Ahmet! Ayrıca Servet artık Sadi’nin peşinde. Bu yüzden Songül gemileri ne zaman yakar bilmiyorum ama Taylan Servet’in oyununu ortaya çıkarmazsa olaylar daha da karışacak, benden söylemesi.

Bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Dar Alanda Kısa Paslaşmalar ( Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 30.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT

Mazi sırlarla dolu bir kuyudur. O dipsiz kuyuya sadece sahibi isterse bakar, anlatır. Bazısı için o kuyuda güzel anılar varken bazıları içinse kan ve korku dolu olabilir. Sadi öndeki hayatında sıkışmış bir hayat yaşıyordu, tüm suçlular gibi. Yeniden o dar alana sıkışmaya başladı. Ancak onu bu defa dar alana sıkıştıran şey kendi acılarından başkası değil. Bir yanda Servet, bir yanda yeni kavuştuğu ailesi diğer yanda yılan ekibi. Sadi için hayat bundan sonra da hiç kolay olmayacak gibi, ne dersiniz?

Geçtiğimiz hafta Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ye Servet’in hedef tahtasına koyduğu Gizem’le veda etmiştik.   Sadi ve Songül Servet’i köşeye sıkıştırmayı planlarken, ona giden yolun sonundaki kapının anahtarının Gizem’im elinde olduğundan habersizdiler. Bazı şeyler beklenmedik şekilde olur derler ya tam da böyle oldu. Gizem elindeki anahtarı verince yılan ekibine gün doğdu. Diğer yandan da Gizem için yeni bir hayat şansı doğdu. Gizem, annesi öldükten sonra tamamen dağıldığı bir hayatın içine girdi. Nasıl girmesin? Gizem’in okulda arkadaşlarına yaptığı konuşma çok gerçekti. Annesi babası tarafından öldürülen bir kız çocuğu, o. Hayata güveni tükenmiş, herkese düşman oldu zira koca dünyada tek başına kaldığını sanıyordu. Ta ki kapı aralığından Payaslılar ona göz kırpana kadar. Evet Gizem, birden çıkamadı girdiği girdaptan, bocaladı ancak Sadi ve Songül ile bir bağı olduğunu düşünüyorum. Özellikle de Sadi ile gönülden bir bağı hep vardı Gizem’in, hem de en başından beri vardı bu bağ. Sadi ona hocadan çok baba gibi yaklaştı hep, ne zaman ayağı takılsa hep oradaydı. Servet ve para meselesinde de aynı şekilde davrandı. Buradan bile Sadi’nin kız çocuklarına ve baba olmaya ne kadar düşkün olduğunu görebiliriz. Gizem ve diğer çocuklara açtığı yolu kendi çocuklarına da açacağına yürekten inanıyorum.

Sadi Payaslı için hayat şu anda karısından ibaret. Henüz bir çocuğu olduğunu bilmediği ya da Songül ile ailesini büyütmediği için tüm ömrünü karısına adamış vaziyette. Evet  Yaver de var ancak hayatının başlangıç ve bitiş noktası olarak Songül’ü görüyor. Bunun için biraz geçmişe gitmek yeterli diye düşünüyorum. Sadi, Songül’ü terk ederken “Sadi seni o kadar çok sevdi ki, sen incinme diye seni terk etmeye karar verdi” demiş, Songül’ü terk etmek ölümle eş değer olduğu için kendinden vazgeçmişti. Sadi, Songül’e kavuşmasına rağmen hala sabah onunla uyanmayı hayali olarak tanımlamaya devam ediyor. Sadi’nin geçmişini bilmiyorum ama bugününe dört kolla sarılmış vaziyette ve bu benim aklıma tek bir soruyu getiriyor: Sadi geçmişte ne yaşadı?

Sadi Payaslı’ya baktığımda üç ayrı karakter görüyorum ben : 7 Emin, Sadi hoca ve aşık Sadi. Hepsi birbirine benzese de aslında hiç bir alakaları yok gibi de geliyor bazen. Zira karanlık tarafı ortaya çıktığında bambaşka koyulukta bir ruh görüyorum. Gözlerinde merhametin kırıntısını bile görmediğim, hedef odaklı ve asla acıması olmayan birine dönüşüyor, Sadi. Bunu da sadece iki kez gördüm. Birinde Celal’i öldürdü, diğerinde Servet’in karşısındaydı. Sadi’nin bu hali her zaman ortaya çıkmıyor ancak sevdikleri riske girdiğinde görüyoruz diyebilirim. İlkinde Celal’de Melek’i korumak, bir sapığa kendince gereken cezayı veriyordu, diğerinde de karısını defalarca öldürmek istemiş, karısının ailesinin katili olan adama bakıyordu. Sadi’nin koruma iç güdüsü korunmaya muhtaç herkes için ortaya çıkıyor aslında, Melek, Gizem ve Mert olaylarında gördüm. Onları korumak için elinden geleni yaptı. Öğrencileri için bunu yaparken, karısı için çok daha fazlasını kendi hayatına mal olması karşılığında bile yapacak kadar gözü kara biri çıkıyor ortaya. Sadi’nin içinde büyüyen duyguyu aşk ve sevgi gibi sınırları olan duygularla açıklamak çok zor, ben buna adanmışlık diyorum. Sadi hayatını, her şeyini Songül’e adadı, Songül’ün hayalindeki hayatı yaşaması için her şeyi yapmaya hazır.

Sadi için Servet’in serbest olarak dolaşması büyük bir mesele zira Songül için büyük bir risk oluşturmaya devam ediyor. Servet takıntılı bir tip. Bunun yanında kendi boyundan büyük bir de egosu var. Mesela başına gelen her şey onun aç gözlü olmasından kaynaklı ancak o tüm bu yaşananların sorumlusu olarak Songül ve Sadi’yi görüyor. Acımasız ve her şeyin bedelini ödetme hususundaki davranış şekli de Songül için büyük bir risk oluşturduğundan Sadi için Servet gerçek anlamıyla milli düşman statüsünde. Daha önce defalarca kez ölümden çekip aldığı karısı konusunda bu defa taviz vermemesi gerekiyor. Ancak Sadi de ekip de çok iyi biliyor ki, Servet ile mücadele etmek için yılan ekibi ve bir coğrafya öğretmeninden fazlasına ihtiyaçları var. Servet küçük gördüğü biriyle savaşmaz ancak kendi dünyasının da saygı duyduğu, öfkesinden çekindiği bir adamı ciddiye alabilir. Hatırlarsanız ilk bölümlerde 7Emin için öfkesinden sakının şeklinde bir cümle kurulmuştu. Onları iki ayrı karakter olarak görmüyorum biliyorsunuz ancak tüm kaynakları, ihtişamı ve yer altı dünyasındaki ağırlığı ile Sadi Servet için büyük bir risk, sadece henüz Servet bunun farkında değil.

Sadi, Kırdar Lojistiğin adını ilk duyduğu günden itibaren artık sıradan bir coğrafya öğretmeni olamayacağını da aslında içten içe biliyordu. Ahmet Başsavcı’nın da olaya dahil olmasıyla birlikte kartal ateşi, yılan ekibi derken gündüzleri Dr.Jykell, geceleri de Mr. Hyde olacağı bir hayata da geçeceğinin farkındaydı diye düşünüyorum. Sadi’ yi eski hayatına, Busenaz için vazgeçtiği hayatına, kalp atışında yaşadığı kadın için dönerdi. Yoksa ne eskiye, ne de başka bir şeyde gözü vardı. Ancak Servet’in Songül için yarattığı risk, karısının organize şubede tehlikenin göbeğinde çalışması, onu bırakın Taylan’a sağ gözünden sol gözüne emanet bile edemeyecek halde olan birinin okulda dağları anlatırken Songül’ün operasyona çıkmasını göze alamadı. Bakın izin vermedi ya da kabul etmedi demiyorum. Sadi artık böyle bir adam değil, Songül’e herhangi bir zorbalığı zaten hiç olmadı ancak Songül’ün incinmesne bile tahammülü olmayan Sadi’nin tek yolu bu işe dahil olmaktı. Böylelikle hem karısını göz önünde tutacak hem de Servet gibi bir adamla dokunulmaz kabul ettiği kanun insanları değil kendisi muhatap olacaktı. Yine de bu işte bir şeyler olduğunu düşünüyorum ben arkadaşlar, özellikle de Taylan’ın da Songül’ün bilmediği bazı şeyleri bildiğini düşünüyorum.

Sadi yılan ekibi ve kartal ateşi operasyonun göz bebeği oldu. Onu sürekli hoş görüyorlar. Mesela operasyonda elde ettikleri parayı dağıttı, savcı dahil kimsenin sesi çıkmadı. Yani evet Sadi çok özel bir adam ancak Songül için, öğrencileri için çok özel diye düşünüyorum. Ne zamandır savcılar eski suçlulara bu kadar anlayışlı olmaya başladı? Sadi yavaş yavaş eski hayatına çekilirken, öğretmenliğinden koparken tanık koruma programından da uzaklaştı. Zaten Ahmet de “Görüntüde Songül senden sorumlu olsa da, sen ondan sorumlusun” demişti. Sadi’nin can damarının kim olduğunu, evliliğin formalite olmadığını bilen tek kişi olarak bunu bir şekilde kullandığını düşünüyorum. Eğer bu operasyon sadece Servet ile ilişkili değilse önlerinde uzun bir yol var, onların da Sadi’ye ihtiyaçları var ve onu bu yolda tutacak tek motivasyonu da gördükleri için bir şekilde yanlarında tutuyorlar diye düşünüyorum ben açıkçası. Hala şu kaçırılma meselesinde ikna değilim. Ayrıca savcının bir suçluya böylesine güven duyması da enteresan. Ankara’da savcının İstanbul’a tanık koruma altına alınan birinin kimliğini telefonda söylemesi de enteresan. Hala bir şeylerin çıkacağını düşünüyorum.

Sadi küçük Busenaz’ın ölümünden duyduğu pişmanlık ile eski hayatını geride bırakarak coğrafya öğretmeni Sadi Payaslı olmayı seçti. Burada yapacağı tek şey insanlara, gençlere, muhtaçlara yardım edip, müsait bir zamanda ölmekti. Bunu ben değil, bizzat kendisi söyledi ama Songül’e aşık olunca işler çok değişti. Kendisini sevilmeye layık görmeyen, hayatına bir değer bile biçmeyen Sadi, bir anda kendisini bir kadına çok aşık, onunla aile hayalleri kurarken buldu. Sadi’nin hayatı o kaşık poziyonunda yattığı, iki kolunun arkasında sımsıkı sarıldığı karısından ibaret. Yaver, öğrencileri belki ileride oğlu belki önemli olacak ama Sadi’nin ruhunun en büyük parçası, hatta tamamı Songül ile dolu. Ancak bu öyle bir birleşme hali ki Sadi’nin içindeki tüm iyiliği ortaya çıkarıyor. Sadi Songül ile iyileşiyor, o iyileşip berrak oldukça Songül onun merhametine, güzelliğine aşık oluyor. Siz daha güzel bir döngü gördünüz mü?

Sadi her ne kadar şimdi aydınlıkta olsa da bence her zaman orada değildi. Bir zamanlar hayatı çok da iyi değildi ki biz bunu bir süredir tahmin ediyorduk. Ancak Sadi’nin konuşmak bile istemeyecek kadar hatta hatırlamaktan bile korkacağı bu hikayeyi gerçekten merak ediyorum. Bir insan neden ailesinden bahsedemesin? Geride ancak çok yakıcı bir hikaye olması lazım aksi hali mümkün değil bence diye düşünüyorum. Sadi’nin koruma, kollama içgüdüsü buradan mı geliyor diye düşünmeden edemedim ama sanırım bundan biraz daha karmaşık olabilir. Şimdilik o konu açılmadığı için girmeyeceğim ama bir şeyden çok eminim : Songül, Sadi’nin bir zamanlar kaybettiği her şeyi ona geri veren tek insan oldu diye düşünüyorum…

Sadi’nin koruma ve kollamaya karşı bir içgüdüsü olduğunu hep söylüyorum ancak bu yeni çıkan bir durum değilmiş. Yaver ve Sadi’nin hikayesinden anladığım kadarıyla bu Sadi’de hep olan bir şeymiş. Yaver, Sadi’ye bir şehidin emaneti. Yaver ile arasındaki ilişkinin mafya ve sağ kolu ilişkisinden öte olduğunu gördüm. Orada bir iş ilişkisi değil, bir baba oğul ilişkisi var. Sadi, kendisine emanet edilen çocuğu kendi oğlu gibi büyütmüş, yetiştirmiş. Yaver, Sadi’ye “ağam” diyor. Bu kelime eskiden beri bir çok şey için kullanılmış ama eskilerde saygı duyulan, muteber olan ve sözü geçen erkeklere hitap şekliydi. Yaver de Sadi’ye bu şekilde sesleniyor. Ona büyük bir saygı duyarken en zayıf anında yine kendini ağasının omzuna bırakacak kadar da güveniyor. Yaver gibi Sadi gibi adamlar sadece çok güvendiği insanlara zayıflıklarını gösterir, onlar da sadece birbirlerinin ve Songül’ün yanında bu şekilde duvarlarını indiriyor. Onlar tam anlamıyla aile oldu.

Songül sadece Sadi’ye değil, Yaver’e de aile oldu. Önceleri sadece ağasının hanımı olan Songül şimdi Yaver için bir dost, hatta kardeş oldu. Yaver, ağasından bağımsız olarak çok seviyor, sözünün üstüne söz demiyor, aynı şekilde bağlı ona. Hatta bence Meltem’i sırf Songül istemeyecek korkusuyla diyemiyor bence. Yoksa kız aşkını ilan etti Yaver’e, neden demesin? Meltem bu aileye dahil olur mu bilmiyorum ama Yaver’in kimse için onlardan vazgeçeceğini sanmıyorum. Sonuç olarak Songül hem ağasını hem de kendisini olduğu gibi sevip hayatına aldı, bu yüzden Yaver için Meltem’i açık etmek o kadar da kolay olmayacak diye düşünüyorum. Nihayetinde onu Sadi yetiştirdi, aileden önemli hiç bir şey yoktur kafasıyla düşünüyordur diye düşünüyorum. Meltem nasıl dahil olacak bu aileye bilmiyorum ama Sadi’nin babalık konusunda aslında en başından beri gönüllü olduğunu düşünüyorum. Peki ya gerçek oğlu ortaya çıkınca ne olacak?

Mert, şu anda anne ve babasının hayatında olduğunu bilmeden yaşamaya devam ediyor. Sadi de bir oğlu olduğunu bilmeden yaşıyor. Tüm bunlarıysa Derya uzaktan sakince izliyor ve elini bile oynatmadı. Mert’in savrulmasını, değişen tarzını, üstünde hissettiği sorumluluk yüzünden kendisine odaklanamadığını göremiyor. Zira Mert ablasına sahip çıkıyor, annesi olduğunu bilse durum çok farklı olurdu. Özellikle de ilk günden beri büyük bir hayranlık beslediği öğretmeninin babası olduğunu öğrendiğinde yıkımı çok büyük olacak. Burada tek yıkım da Mert’e ait değil. Sadi de en az Mert kadar üzülecek diye düşünüyorum. Yaver’e baksanıza, aslında içten içe Sadi bunu istemiş. Ki daha önce bir keresinde bir oğlum olsun, maçlara gideyim gibi bir cümlesi vardı. Kızı olsun istese de oğlu da olsun istediğini düşünüyorum. Sadi’nin Mert hususunda Derya’ya sakin kalacağını da sanmıyorum zira oğlunun başına gelmeyen kalmadı. Bu sır ortaya çıkışıyla herkesi perişan edecek diye düşünüyorum. Sadi bir şekilde ayağa kalkar, oğluna sahip çıkar zira onun hayatında onu derleyip, toplayacak, kalbinin kırıklarını elleriyle toplayacak Songül’ü var. Derya ise bu sorunla tek başına yüzleşmek zorunda kalacak diye düşünüyorum. Aslında bu sır nasıl çıkar ortaya derken perde arasından Asuman’ın  çıkagelmesi her şeyi değiştirmeye başladı bile. Derya için çember iyice daralmaya başladı. Burada Songül’ün varlığı herkes için çok değerli bence. Ancak özellikle Sadi için çok önemli olacak zira Sadi’nin bir yıkım yaşayacağını düşünüyorum. Kabullenmesi zor bir durum olsa da Songül onun parçalanmasını önleyecektir.

Songül, bazı şeyler ortaya çıktığında herkesi en iyi anlayacak insan. Mert’i anlar zira o da çok küçükken ailesini kaybetti, acılar çekti. Derya’yı bir kadın olarak anlayacak, Sadi’nin de kalbini zaten bildiği için içine hapsolacağı karanlığı görerek ona yardım edecektir. Songül, Sadi’nin hayatının aydınlık tarafı, bir çok acıyla tek başına mücadele edip bundan sağ çıkmış biri, o. Bu yüzden bu acıları görüp, sarmalayacak herkesi diye düşünüyorum. Baksanıza içine düştükleri her olayda heyecan duyacak bir şey buluyor. Servet kaçtı ama onun peşinde olmaktan mutlu, operasyonda şarkı söylemekten mutlu zira yanında kocası var. Songül ailenin değerini en iyi bilecek insanlardan biri, bu sebeple hem kendi ailesine hem de Sadi’nin içine düştüğü durumdan yara almadan kurtulmasına yardım edecektir. Hatta Mert’i de korur. Bir kişiyi sadece Allah Songül’ün şerrinden korusun : Asuman!

Asuman ilk ortaya çıktığında bir insan kardeşine neden bu kadar kin besler demiştim ancak altından sağlam bir hikaye çıktı. Asuman’ın yarı üvey kardeşini elindeki her şeyi kaybetmesine bağlıyor. Her şeyini kaybettiğini düşünen biri, düşmanının en zayıf noktasını belirler. Derya’nın varı, yoğu, her şeyi Mert. Asuman da bunu çok iyi biliyor. Bu sebeple de ilk saldıracağı kişi Mert olacaktır. Sonrası da kızılca kıyamet bence, Mert annesi tarafından yanı başında yaşarken terk edildiğini öğrendiğinde bunu kaldıramayacak diye düşünüyorum. Tıpkı Araz’ın da kaldıramadığı gibi…

Araz, benzer hikayesinden başlayarak kalbine aldığı Aylin’e her geçen gün daha da fazla tutuluyor. Ancak sadece ona tutuldu. Eski hayatına da davranışlarına da devam etmeye başlaması Aylin’e zarar vermeye başladı. Aylin için arkadaşları her şeyi, yol arkadaşları, kader kardeşleri ve Araz da tam bu noktaya saldırıyor. Doğal olarak Aylin de buna bozulmaya başladı. Açıkçası Aylin’in bu husustaki dik duruşunu takdir ediyorum. Sonuçta birini seviyorsak hayatındaki insanlara da saygı duymamız gerekiyor diye düşünüyorum. Araz’ın sevgi hususunda daha öğreneceği çok şey var ve sanırım ona bunu en iyi öğretecek kişi de varlık içinde yokluğu, ailesi varken kimsesizliği dibine kadar yaşayan Aylin olacak. Kim bilir, belki Araz için de yolun sonunda bir ışık vardır, Araz bunu hala göremese de…

O yolun sonundaki ışığı Araz gibi Sadi de uzun yıllar görmemişti ancak şimdi gülüşünde kaybolduğu bir karısı var. Sadi’nin öyle bir aşkı var ki, eski bir mafya babası olarak siyah derilerle gezerken kendini Çiçek Gazinosu’nda Alev Kızılses’in kemancısı olarak bulup, bundan zerrece rahatsızlık duymadı. Yani onun için Alev’in kemancısı olmak, ya da Şehnaz Gazinosu’nda Sami ve Nurgül olarak sahne al ask da önemli olmazdı bence, yeter ki Songül’ün yanında olsun, onu güvende tutsun yeter. Servet’in alışverişi için kurdukları tezgah ters döndü. Bir anda çatışma ortasında kaldılar. Açıkçası bu sahneden sonra artık oyunun şeklinin değişeceğini ve Sadi’nin oyuna çok daha farklı bir şekilde dahil olacağını düşünüyorum.

Gelsin Hayat Bildiği Gibi’de uzun zaman sonra izlediğimiz en güzel bölümü izledim. Kurgusundan, hikayesine kadar çok iyiydi. Geçtiğimiz haftaların hatalarının ardından sonunda Sadi’nin hikayesinin açılmaya başlaması çok güzeldi. Şimdi hikaye Songül ve Sadi için yeni bir ivme alıyor diye düşünüyorum.

Yazımı bitirmeden önce Devrim Özkan ve Ertan Saban’dan bahsetmek istiyorum. Öncelikle aynı dizide ikisi de birbirinden farklı karakterleri de sanki yeni birer karakter gibi oynarken esas karakterinden kopmadan iyi bir şekilde taşıdılar. Aynı dizi içinde  Ertan Saban kendi karakteri dışında bir çok karaktere can verdi.7Emin başlı başına ağır bir ruh hali, öğretmen Sadi sakin, merhametli, evdeki Sadi oyuncu, romantik bir adam. Sadi görüldüğü üzere içinde bir çok farklı rengi barındıran bir karakter ve Ertan Saban bayağı olmadan bunu müthiş bir doğallık ile ekran karşısına geçiriyor diye düşünüyorum.

Devrim Özkan’a bu hafta özellikle Alev olduğu sahnede bayıldım. Ben Devrim’in sesini çok iyi kullandığını düşünüyorum. Şarkı söylemedeki yeteneğini şöyle dursun, ses kontrolünü çok beğeniyorum. Bir oyuncu için ses kullanımı çok önemlidir. Karakterinin duygusunu sadece replik ve beden diliyle değil ses tonuyla da geçirirsin. Bu hafta özellikle birçok sahnede bu özelliği çok iyi kullandığını söyleyebilirim.

Bütün ekibin emeğine sağlık, haftaya yeniden görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk! (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 27.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT 

Aşk insanın eksik yanlarını, yarım kalanı tamamlama halidir. Aşk insanın ruhuna girdiği an önce o eksik yanı tedavi etmeye başlar. Ben aşkın iyileştirici gücüne inananlardanım. Sadi ve Songül kendi eksik yanlarını birbirleriyle tamamlayarak bir bütün oldular ancak durum bir kişi için başka bir boyuta evrilmeye başladı. O kişi de Sadi’ye başkası değil zira Sadi kendi yuvasını, evini tamamladıkça karşısına şöyle bir korku da çıktı : Ya elimdekileri kaybedersem?

Geçtiğimiz hafta Sadi’nin “Yeminimi tutacağım!” sözleriyle Celal’i ipe çektiği sahnede kalmıştık ve ben bunun sonuçları olacak demiştim. Bu hafta Sadi okula geldiğinde, Melek ona Celal’in ölüm haberini verirken ne gözünde ne de yüzünde gram mimik oynamadı. Melek’e olması gereken oldu derken de ne sesi titredi, ne de herhangi bir pişmanlık emaresi vardı. Kızını koruyan bir baba edası vardı. Yaptığı şeyden gurur duydu mu bilmemem ama bence gayet de memnun diye düşünüyorum. Celal bir çocuk tacizcisi olarak hak ettiğini buldu ve bu olay Sadi tarafından adım adım planlanmış. Mesela olaya intihar süsü verdi ki Ay nur’un başı belaya girmesin, Celal’i öldürdü Melek bir daha asla onunla yüzleşmesin, kendince adaleti sağladı ki Celal başka Melek’lere zarar vermesin ama bu olması gereken miydi? Yani Sadi sevdiği bir başkası zarar göreceği ihtimalinde hep aynı tepkiyi mi verecek yoksa bu sadece bu duruma özel bir durum mu? Açıkçası ben Sadi’nin koruma iç güdüsünün basit bir şey olduğunu sanmıyorum. Oldukça derin bir hissiyatı var ve bence bu sadece Melek’le sınırlı da kalmayacak diye düşünüyorum, çevresinde değer verdiği herkesi korumak isteyen adam bir sonraki tehlike mesela karısına yöneldiğinde daha önce Osman Baba’da olduğu gibi yine aynı şeyi yapacaktır. Yalnız iki olay arasındaki bariz farkı da görmezden gelemem. Osman meselesinde Sadi değil Yaver meseleyi halletmişti, daha sonra Kıvanç’ta da aynısı oldu ancak Celal’ i bizzat kendisi halletmek istedi. Onu kimseye bırakmayıp, yeminim var noktasına kadar geldi, bence bunu biraz irdelemek lazım diye düşünüyorum.

Sadi Payaslı aslında eski kafa model bir adam. Yani her ne kadar günümüzde tanısak da kafası biraz alaturka çalışıyor bence. Celal meselesinde kendisi halletmek istemesine iki türlü bakıyorum ben : Ya bir travması var ya da eskilerin o mahalle kabadayıları gibi kendince suç, suçlu ayrımı yapan bir anlayışı var. Travma varsa, ya da geçmişte bir kişiyi koruyamadığı için kaybetmişse anlarım ama eğer böyle biri yoksa da anlarım. Ben bir hukukçu olarak asla mazur görmesem de bizim ülkede taciz, özellikle çocuğa yönelen tacizde halkın bşr bakış açısı var ve genelde bu suçluları ölüme mahkum etmeyi hak, yerinde bir durum olarak görülür. Bence cezayı devlet, hukuk vermeli ve bu anlayış insanlara empoze edilmeli ancak hala o seviyede değiliz. Sadi ne yemin etti bilmiyorum ama morgtaki sahnede ettiği yeminde ihtiyacı olanlara yardım edeceğini söyleyen bir adamdı ancak bunu yasal olarak yapacağını söylemedi. Sadi’nin bu bakış açısının da değişeceğini pek sanmıyorum. Elinden geldiğince sevdiklerini, masumları korumak isteyecek ve bunu yaparken de yasaları, kendisini önemsemeyecek diye düşünmeye başladım.

Sadi için iki türlü konuşmak mümkün. İlki Celal’i öldürdüğü sahnedeki saf öfkeyle dolu, gözünde gram acıma olmayan bir adam. Öyle ki bir masumun zarar gördüğü yerde, içindeki o öfkeli, net ve yaptığından, aldığı candan gram pişmanlık duymayan 7 Emin’i görürken, diğer yanda evinde pijamalarını giyip, ayıcıklı terlikleriyle karısıyla oda yarışı yapan Sadi’yi gördüm. Baktığında önce “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?” diyorsun ancak içine girdikçe durum anlaşılır oldu. Sadi evine girdiği anda o mutlu alanında ne geçmişi, ne bir kaç saat önce yaptıkları ne de başka bir şeyi umursamıyor. Aksine, orada hem çocuklaşıp, hem de tamamen bir coğrafya öğretmeni gibi hayal ettiği dünyayı yaşıyor,Sadi. Orada Songül ile güne uyanmak, didişmek, kahvaltı yapıp, gülerek evden çıkmak ve okula gitmek onun uğruna geçmişini feda ettiği, karısıyla hep olmak istediği kovuk gibi bence, hani orası onun güvenli, korunaklı alanı diye düşünüyorum.

Sadi için bu hafta en bariz söylenecek şey içinde aynı Songül gibi bir çocuk olduğuydu. İkisinin evdeki oda kavgalarının bir sebebi belki ikisinin de alfa karakterler olarak dediğini yaptırma meselesi olsa da diğeri de aslında Sadi’nin Songül ile bu oyunları oynamaktan aldığı keyif diye düşünüyorum. Bakın çok net bu savaşı Songül bir dudak büzmesine kaybedeceğini bilerek yapıyor. En sonunda kazanan Songül olacak ancak o aşamaya gelene kadar, o odayı güya kazanmak için her şeyi yaptı ancak en sonunda iş yazı turaya geldiğinde yine Songül kazandı. Bu yazı tura meselesinde ne dikkatimi çekti biliyor musunuz? Daha önce de olmuştu, yine aynısını yaptı Sadi, kazanmışken hep Songül’e kaybettin dedi. Her şeyden anlam çıkarmıyorum ama bu iki defa olunca benim aklıma ne geldi biliyor musunuz? Acaba dedim, Sadi bütün bunları Songül ile didişmekten, yarışmaktan aldığı keyif yüzünden mi yapıyor? Ben daha bu adamın Songül’ün karşısında kazandığını görmedim ki yazı tura meselesinde bence isteyerek kaybediyor. Her defasında tura diyor ve o para hep tura gelir. Paşa hep yukarı dese de en büyük şansı olarak gördüğü, Allah’ındır bir lütfu dediği karısı karşısında zafer kazanası yok diye düşünüyorum. Sadi’nin bu hareketi bile aslında tüm hayatının kontrolünü Songül’e teslim ettiğini göstermiyor mu?

Sadi tam anlamıyla hayatını Songül’e adamış vaziyette ve aslında onun istediği gibi biri olmaya çalışıyor. Mesela bunun en bariz örneğini okulda görüyorum ben. Aysel, neredeyse Sadi’nin üstüne taciz boyutuna gelene kadar gidiyor ancak Sadi ne ona kaba davranıyor ne de sınırı geçmesine izin veriyor. Bu da beni Songül ile ilişkisinin başlarına götürdü. Hatırlar mısınız? Sadi, en başlarda oldukça eril bir dille, tavırla yaklaşıyordu Songül’e ve Songül her defasında onu düzeltmek zorunda kalıyordu. Bu bazen kırarak, bazen şaka yoluyla ama bir şekilde Sadi’yi terbiye etti diye düşünüyorum. Yeliz Hoca da zaten bu adama hayran değil mi? Aslında öncesini, doğal halini bilmiyor Sadi’nin, Songül’ün dönüştürdüğü adamı biliyor. Sadi eski haliyle değil ama bu haliyle de ne çok insanın hayatına dokundu, bir yanda Melek, Mert ve gelincikler diğer yanda Gizem derken çocuklarına hep yol gösterici oldu ancak sanırım yakın zamanda Araz’a da bir ayar çekmek zorunda kalacak zira kendisi için çember daralmakla kalmadı, tamamen iç içe geçti.

Bir süredir Araz’a değinmedim zira kendisi oldukça saçma bir hayat tercihi yaparak geçmiş ve gelecek arasında gidip gelmeye başladı. Bir yanda Gizem’e olan takıntısı diğer yanda bir türlü aklından çıkaramadığı Aylin yüzünden iyice karmakarışık bir hayat yaşıyor. Ben açıkçası Araz’a baktığımda kafası karışık değil iki arada kalmış bir çocuk görüyorum. Gizem, Araz için gelincikler gelmeden önceki hayatını temsil ediyor. Tüm gücün kendisinde olduğu, her şeyi kendi konfor alanından çıkmadan hallettiği hayatını hatırlıyor. Aylin ise aslında bir yerlerde Araz’ın yaşamak istediği hayal diye düşünüyorum. Annesini ararken iyi olmak isteyen bir çocuk vardı, annesinden uzak kaldıkça yeniden o kötü kovuğa sığındı. Zira kendini bir tek orada güvende hissediyor, bu yüzden Gizem onun için bu kadar önemliydi. Gizem için o güven alanından çıkmak zorunda değil ancak Aylin için çıkmak zorunda. Bu yüzden Aylin onun için hem çok heyecan verici hem de tehlikeli ki duygularını sadece kendisine ve Aylin’e diyebiliyor. Ancak onun bu git gelleri ona daha yeni güvenmeye başlayan Aylin için çok yıkıcı olacaktır diye düşünüyorum. Zira Mert bir gölge gibi Araz’ın ensesinde ve Aylin’i kaybetmesine sebep olabilir diye düşünüyorum. Araz o güvenli alandan çıkmadığı sürece de Aylin ile istediği hayatı yaşaması oldukça zor görünüyor. Karabayır Lisesi’nde tıpkı Araz gibi kendi güvenli alanında kalan, oradan çıkmaya korkan biri daha vardı ve o biri Araz’dan da önce çıkmaya başladı o alandan: Melek!

Celal öldükten sonra Melek annesine söz verdiği gibi daha da içine kapandı. Ama aslında onun konuşmak istememe sebebi daha önce de bir çok defa dediğimiz gibiydi. Annesinin inanmadığı bir çocuk, neden başkasına anlatsın ki? Bir insan önce en yakınının kendisine inanmasını bekler, bu güvendir. Ancak Melek ilk darbeyi oradan yedi. Aygün ona hiç inanmadı ancak Melek adalet duygusu da gelişmiş bir kız ve konuşmamak onun için büyük bir sorun. Melek mahkemeye çıktığında açık açık başına gelenleri anlatma yolunda ilk adımı attı. Burada gerçekleri nasıl söyler ne yapar bilmiyorum ama Melek artık uzun bir süre tek başına, bu çok net bir şekilde belli oldu.( Yani kurgusal anlamda diyorum yoksa iki celsede Aygün’ü çeker alırım cezaevinden :D) Bence bu yolda Melek’e doğru yolu gösterecek tek kişi de Songül olur diye düşünüyorum. Baktığında benzer hikayeler olmasa da aynı sonuca çıkıyor. İkisi de gencecik yaşlarında yapayalnız kalmış iki kadın, kim Melek’i Songül ablası gibi anlayabilir ki?

Songül de bir zamanlar Melek’in olduğu yerdeydi ve uzun süre tek başına mücadele etmek zorunda kaldı. Hatta Songül’ün hayatında ne bir gelincik ekibi, ne bir Sadi hoca ne de elini tutan Zülfikar’ı vardı. Büyük ihtimalle sadece halası vardı o da okuldan sonra geride kalanlardan oldu. Bu sebeple Songül’ün burada bir rol sahibi olacağını düşünüyorum, belki Melek için de hayatın güzel bir planı vardır, kim bilir?

Songül bu yaşına gelene kadar pek mutlu olmasa da şimdi hayatının en mutlu günlerini yaşıyor. Çok çile çekti belki ama şimdi hayat ona bambaşka bir yönlü gösterdi. Sevdiği, yanında nefes aldığı bir kocası belki de bir zaman sonra hayatını, kalbini, ruhunu akıtacağı bir bebeği de olacak ve aradığı o huzuru bulacak. Sadi onun tüm eksik yanlarını tamamlıyor ve bunu öyle ince ve derinden yaptı ki Songül’ün ayakları yerden kesilmiş vaziyette. Sadi onun tüm hayallerini, tüm arzularını tek tek yerine getirirken bir yandan da ona asla yalnız olmadığı gerçeğini resmen ruhuna nakış gibi işliyor. Songül artık ahşapta yalnız değil, hatta ahşaba da ihtiyacı kalmadı zira tüm hayatını sarmalayan bir adam var ve o adam tüm hayatını Songül’ün yüzündeki tek gülüşe adadı.

Sadi, Songül’ün tüm hayallerini gerçek yapmak için insan üstü bir çaba harcıyor. En basiti, evde bir kıyafet odası, bir yatak odası yaptırdı. Songül nasıl istediyse öyle oldu ki Songül’ün artık Sadi karşısında nutkunun tutulduğunu görüyorum. Hayatında hiç mutlu olmamış, o mutluluğu tatmamış bir kadın olarak şimdiki mutluluk karşısında artık ayakları yere basmıyor diyebilirim. Sadi, aşık olduğu kadının ruhunda ne eksikse tamamlıyor, nereden yara aldıysa oradan tedavi etmeye başladı. Önce ona karşı Songül bir adım attı, o adıma Songül yanıt verdi ve şimdi ikisi kabul ettikleri bir sevginin içinde, huzurlu bir hayat yaşıyorlar.

Sadi, Songül’ün kalp atışında yaşıyor demiştim ya, bence bu tezim her gün daha da güçleniyor. Sadi, Songül’e ne eksikse onu tamamladığı yetmez gibi ona olan sevgisini, hiç tanışma ihtimali olmadığı Songül’ün anne ve babasıyla yaptı. Songül oraya hep tek başına geliyordu. Ya acısını ya mutluluğunu anlatıyordu ama bunu hep tek yaptı. Hiç Sadi’yi çağırmadı ve bence bunun sebebi her duygusunu orada akıtması diye düşünüyorum. Songül kocasıyla mutlu olsa da kalbini hep orada açtı, hep kendini orada anlattı ailesine. Bu sebeple de hep tek gidiyordu ailesine ve bence Sadi burada Songül’e çok net bir mesaj verdi : Artık ben varım. Ailesine sadece ziyaret yapmasını, her şeyini kendisiyle paylaşmasını istiyor diye düşünüyorum. Diğer yandan da Songül için Sadi’nin yaptığı şey çok özel. Songül ailesi gittikten sonra çok eksik kaldı, hayatını tek başına devam ettirmek zorunda kaldı. Sadi’nin bu jesti hem çok sevdiği adamı onların getirerek içinde kalan son eksik parçasını tamamlamış oldu hem de yeniden aile olma duygusunu, sırtını dayadığı bir insan olduğunu hatırladı. Ve en güzeli tüm bunları Songül istemeden Sadi yapıyor. Onun en derin arzularını görüyor ve gerçekleştirmek için çabalıyor, Songül için bu hayat demek, nefes demek. Ama yine de Sadi için yeterli değil. Sadi, Songül’e dünyaları vermek istiyor ve bunun için de ne gerekirse yapacak diye düşünüyorum.

Sadi ve Songül Acarerklerin mezarında birbirlerine tamamen teslim olduktan sonra Servet üstlerine kabus gibi çöktü. Ne Sadi ne de Songül onun varlığından haber olmasa da saldırının Songül’ün ailesinin mezarında olması Sadi için bir işaret olacaktır. Tüm hayatını karısına adayan adam ona yönelecek bir tehdit karşısında neler yapar, nelerden vazgeçer tahayyül edemem belki ama şunu diyebilirim : Sadi, Servet’in hayatta olduğuna emin olduğu anda Celal’in yanında ortaya çıkan Sadi yeniden içinden çıkacak, Songül’ün güvenliği için her şeyi göze alacaktır.

Sadi ve Songül yılan ekibiyle olan toplantıda dedikodu yaparken aslında Sadi ve Ahmet akıllarında bambaşka bir yerdeydi. Saldıranların kim olduğu belli olmasa da bence ikisi de Servet’in ölmemiş olduğunu düşünüyordu ki Songül’e bunu söylemediler. Ben Sadi’nin bunu net olarak öğrendiğinde de Songül’ün haberi olmadan halletmek isteyeceğini hatta ekibi de buna ikna edeceğini sanıyorum. Songül şu anda çok mutlu ve bunun en önemli sebebi de Servet’in bir ölü olması. Sadi de bu huzur bozulmasın diye bir şeyler yapacaktır ancak herkesin gözden kaçırdığı nokta şu :Songül’ün huzurunun sebebi Sadi’den başkası değil ve Sadi dahil kimse bu durumun pek farkında değil gibi hissetmeye başladım. Sadi kendisini Songül için feda etmeye hazır ve bunun en önemli sebebi ne biliyor musunuz? Sadi hala kendini çirkin, Songül’ü de güzel olarak gördüğü için bu olayda da Songül ‘ü yine delirtecek şeyler yapabilir diye düşünüyorum.

Sadi evlerinde birlikte uyumaya hazırlanırken Songül’e prenses ve çobanın masalını anlatmaya başladı. Kendisini o hikayede çoban olarak görüyor zira kendisini bu aşka layık görmüyor hala. Yani bence içinde bir yerlere Songül’ün sevgisini hak etmediğini düşünüyor. Birlikte uyumak, uyanmak, Songül uzağa kaydığında onu yanına çekmesi, Sadi’nin şükür sebepleri hep. Songül’ün onu sevmesi mucize ve bunu yaşarken bir yandan da deli gibi kaybetmekten korkuyor. Sadi’ye göre melek kadar güzel bir şey onu seviyor ki o da tüm dünyasını ona adamak istiyor, hatta gerekirse onun için kendini yok edecek seviyede bile riskler alabilir,Sadi. Peki Songül bunu ondan istiyor mu? Asla. Songül kocası, belki ileride bebeğiyle mutlu, huzurlu ve sakin bir hayat yaşamak istiyor. Sadi’nin kendisini feda etmesini değil, yeni hayatında, kendisiyle temiz bir sayfada yaşasın istiyor ancak bence Sadi bunu pek anlamış değil. Bu hikayede bunu anlamayan diğer bir kişi kim biliyor musunuz? Karabayır Hastanesinin dengesiz baş hekimi Kıvanç.

Kıvanç bildiğiniz gibi takıntıları, sanrıları olan bir doktor. Haftalardır Sadi’yi takıntı haline getiren, Derya’nın onun yanına gidip kendisini terk edeceğini düşünen biri. Bunun için hayatını dahi mahvetmeye başladığının farkında değil. Mesela hastalarına gerektiği gibi bakamıyor, her günü, her anı Derya ile yaşıyor. Ancak tamamen kendinden geçmedi zira aslında Kıvanç da Sadi gibi ikinci şansına tutunmaya çalışıyor. Hatta bu uğurda kire, pise bulaşmadan yaşamaya çalışıyor ve bu durum başına büyük bir bela açtı. Hastanede rüşveti kabul etmeyince olan Derya’ya oldu ve Kıvanç tam anlamıyla bir cenderede sıkıştı.

Kıvanç daha önce sevdiklerini kaybettiği için onları takıntı haline getirerek akli dengesini bozmaya başladı gibi geliyor bana. Zira Sadi’nin karşısına çıkıp, sanki Derya onunlaymış gibi konuşması şüphelerinin zihnine olan etkisine işaret bence. Sadi’nin tavrı, Derya ile ilgili konuşurken buz gibi tavrı sonrası Kıvanç’yan ilacını yeniden alması tesadüf değil. İyi olmadığını biliyor ve mantığına ihtiyacı vardı. Kıvanç bu ruh haliyle ne kadar devam eder bilemem ama en azından hala mantığı yerinde diye düşünüyorum. Aksi halde gelen notun ardından soluğu Sadi ve Songül’ün evinde almazdı.

Derya bir takım insanların eline düştü ve Kıvanç mecburen Sadi ile Songül’ün kapısını çaldı. Bundan sonra ne olur bilmiyorum ama Derya’nın hayatı için istenmeyen bir müttefiklik gelecek diye düşünüyorum. Peki ya Songül? Kıvanç ve Sadi arasındaki geçmişi öğrenecek mi?

Sadi, Songül’ü en ufak hücresine kadar bilirken Sadi hala Songül için gizemini koruyor. Yazının başlığına bir adım sen, bir adım ben, son adım aşk dedim ama sonrası her zaman vardır. Aşka ulaşmak bir sınav sonrasında aşkla sınanmak da gerekir. Songül ve Sadi birlikte bir ev, yuva kurdular. Şimdi o yuva ne kadar sağlam göreceğiz ve ben uzun yıllardır izlediğim en sağlam aşk hikayesi olarak görüp, yorumladığım bu ikilinin önlerine çıkacak her engeli de aşarak P hayal ettikleri tren yolculuğuna, mutluluklarına tüm engellere rağmen çıkacaklarına inanıyorum…

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Kalp Düşünebilseydi Atmaktan Vazgeçerdi(Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 21.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT

Aşk acısının insana mantığını kaybettiren bir duygu olduğunu söylerler. Öyledir de… O bünyeye geldiğinde mantık yerini sadece duygulara bırakır. Aksi de olamazdı zaten zira aşk ve mantık aynı köyden değiller. Toprakları, mayaları farklı diye düşünüyorum. İnsan mantıklı düşünmeye başladığında mesela acısını bile hafifletebilir. Misal, babasını kaybeden biri zaman geçtikte onun yaşlı, hasta olduğunu söyleyerek kendini motive ederek ayağa kalkma sürecini hızlandırabiliyor, en azından acısıyla başa çıkmaya çalışırken hayata devam etmenin yollarını arayabiliyor ama aşkta bu reçete asla işe yaramaz. Birini kaybetmek aşktan beterdir demiyorum asla ama başa çıkma sürecinde insanın kendini ayağa kaldırmak için ölümün hayatın en büyük gerçeği olması noktasında devam edebildiğini, zamanla da acısını azaltabildiğini en azından acıya alışarak hayatına devam edebildiğini düşünüyorum. Songül ailesinin kaybında bunu başarmıştı ama Sadi’de durum böyle olmadı. Zira bu anlarda hissedilen duygu tek başına o kadar güçlü, o kadar tüketicidir ki mantık bu süreçte bizimle olsa inanın kimse aşık olmayı tercih etmezdi. Zira ölüm elimizde değil ama nedense sevmemek elimizde sanırız, acı da bu oranla daha büyük olur. Ancak sevmenin, aşkın nedeni olmaz. Bu yüzden “Ona neden aşıksın?” sorusunun asla bir cevabı yoktur. Gerçek bir aşkın sebebe, misale ihtiyacı olmaz, aşıksın işte, bu kadar basit. Songül ve Sadi de ama ve nedenler olmadan aşık oldular, bağlandılar. O güçlü bir bağ geliştirdiler ki çok güçlü bir fırtına ancak onları sarsabilirdi, öyle de oldu. Gerçeklerin gün yüzüne çıkması Songül’e mantığını, Sadi’ye de sağduyusunu kaybettirdi.

Denizler durulmaz dalgalanmadan derler, Sadi ve Songül de tam olarak bunu yaşadılar. O kadar düz bir çizgide birbirlerine aşık oldular mi fırtına çıkana kadar belki ikisi de bu kadar aşık olduklarının farkına bile varamadılar. Bunun için aslında tonlarca sebep sayabilirim ama sanırım en güçlü argüman şu olacaktır : İnsan bilmediği bir duyguyu tanıyamaz. Songül de Sadi de ilk başta içine düştükleri duyguyu tanıyamasa da tanıdıkça ikisinin de içindeki korku bazı şeylerin hep önüne geçti. Songül daha 12 yaşında hayatında en değer verdiği insanları kaybetti, Sadi de içinde bulunduğu dünyadan dolayı hayatına değer vereceği, seveceği hiç kimseyi almadı zira Songül nasıl ki sevdiklerini kaybetmekten korkuyor, Sadi de kendi karanlığı yüzünden değer verdiği insanları yaralamaktan, onları mutsuz etmekten ve tabii ki onların zarar görmesinden korkuyor. Buna da bir nevi kaybetme korkusu diyebiliriz diye düşünüyorum.

Sadi o felaket akşam yemeği ardından Songül ile konuştuğunda karşısında duygularını kapatmış, ilk tanıdığı günkü gibi ailesinin katillerinin peşinde bir hayata dönmek isteyen bir Songül ile karşılaştı. Bir şeyleri konuşarak düzeleceğini sanarken aslında duvarda açılan gediği de, Songül’ün içindeki fırtınayı da anladığını pek sanmıyorum.

Songül, Sadi ile konuşurken tek bir şey söyledi “Artık özgürsün, benim için sorun yok, sevgiline gidebilirsin!” Bakın bu cümleler basit birer kavga sözcüğü değil. Daha derin, daha yıkıcı anlamları var. Songül apaçık bir şekilde Sadi’ye “Ben senden vazgeçtim!” dedi. Bu o kadar net, o kadar pak bir cümle ki çok da üstüne tartışmamız gerekmiyor. Sadi’yse bunu pek anlamadı. Anlamama sebebi ne biliyor musunuz? Sadi, Songül’ün sadece aldatılma meselesinden dolayı kırıldığını sanıyor. Aylarca ona söylenen yalanların, arkadaşı sandığı insanın, Meltem’in dalga geçmelerinin, kendisinin yüzüne baka baka yalan söylemesinin ve dahi birlikte yaptıkları ilk dansı bile Derya’nın en sevdiği şarkıyla yaptığı gerçeğinin yakıcılığını anlayamadı. Songül sadece aldatıldığını düşündüğü için kırgın değil, en sevdiği, en güvendiği insanın yalan söylemesinden dolayı hayata, her şeye olan güvenini yitirdi. Bu yüzden iki açıklama ile Songül’ün kafasındaki soruları kaldıramadı ama benimkiler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Sadi, Songül’ün kapısının önüne çöküp bazı şeyleri anlatmaya başladığında benim kafamdaki bir çok acaba da ortadan kalktı. Sadi, karakter olarak tam bir kapalı kutu, ne hissediyor, hayattan beklentisi ne, ya da hayata nasıl bakıyor çözmek zor. Zamanla izledikçe, belli konular karşısındaki tutumları, cümle aralarında söyledikleri ya da bir anda sürpriz bir şekilde yaptıkları ile anlaşılabiliyor. Ben Sadi’yi anlamak için hep adım izlerini, arkasında bıraktığı ekmek kırıntılarını topladım. Onunla ilgili yaptığım iki spesifik yorum vardı bugüne kadar :Sadi, Songül’ün kalp atışında yaşıyor ve Sadi Songül olmadan bu hayata devam edemez. O kapı önündeki çaresizliği bu iki tezimin de doğruluğunu ortaya koydu diye düşünüyorum. Sadi, Derya’yı bıraktığında kalbinde öyle büyük bir aşk ya da sevgi yoktu diye düşünüyorum. Orada daha çok sevildiği için ilişkinin içerisinde olmaktan mutluydu ancak sevdiğini sandığı kadına hayatını, gerçeklerini, karanlığını anlatmadı. Usulca çekti, gitti hayatından. O dönemki duygularla yazılan bir mektup var belki ortada ama bugün yaşadığı duygular çok başka. Sadi, Songül’e “45 yıldır seni bekledim” dedi. Bu cümle aslında Sadi’nin şu an yaşadığı şeyin aşkın da ötesinde bir şey olduğunu bize gösteriyor. Sadi’nin yaşadığı aşk, bağlılık, tutku, hayata devam etme inancı ve yaşama isteği olarak söylenebilir. Ve tüm bu duyguları hissetmesine, devam etmesine sebep olan kişi Songül’den başkası değil. Bu yüzden ona her şeyi anlattığında “Sana karıcım diyebilir miyim?” diyecek kadar çocuklaştı, başka türlüsünü bilmiyor ki yapsın. Bu yüzden de tüm dengesi alt üst oldu ancak Songül’ün Sadi’ye inanması için üç dört cümleden fazlasına ihtiyacı var.

Sadi Payaslı’yı bu hafta tanımlayacak bir kelime söyleme hakkım olsaydı, adı çaresizlik olurdu. O kadar aciz kaldı ki olaylar karşısında, ne yapacağını, nasıl toparlayacağını asla bilemedi. Sadi’ ye on tane orduya karşı nasıl savaşması gerektiğini sorsan, sana savaş sanatı üzerine tez verir ama bir kalbi nasıl tamir edeceğini sorduğunda içine düştüğü aciziyete sadece üzüldüm. Bilmiyor ki nasıl düzeltsin? Ayrıca içten içe de bu durumu hak ettiğini düşünüyor. Düşünsenize kendini sadece “mafya babası” olarak kodlayan bir adam var karşımızda. Hatta “MEB’ten Sadi Payaslı” diyerek sürekli eğitimci olduğunu kendine hatırlatan, hiç hak etmediğini düşündüğü bu dünyaya adapte olmaya çalışırken, tüm desteğini de karısının gülüşünden alan bir insandı, Sadi. Bu yüzden tamamen çaresiz kaldı. Eskiden olsa ona bu durumdan nasıl çıkacağını göstersin diye Songül’e bakardı, o da onu içine düştüğü karanlıktan çıkarırdı. Ancak bu defa bu karanlığın sebebi hayatının ışığı olarak gördüğü karısının ona tüm kapıları kapatması oldu. Daha önce Songül, Sadi’siz kalmayı üşüdüğünü söyleyerek ifade etmişti. Nasıl ki Songül sıcaklığına sığındığı kovuğunu kaybetti, Sadi de ışığını kaybedince zifiri karanlığın tam ortasında kaldı.Songül’ün her kırgın, inanmayan bakışı Sadi’yi öldürdü ama ne çare! O kırgın bakışların sebebi ve Sadi yavaş yavaş anladı Songül’ü ne kadar incitip, perişan ettiğini. Kafede Derya ile konuşurken de “İnsan sevgilisinden, eşinden bir şey saklamaz!” diye bunu itiraf ederken de, Derya’dan çaresizce yardım isterken de aslında Sadi’nin girdiği karanlıktan nasıl çıkacağına dair en ufak bir fikri bile olmadığını anladım.

Şimdi Sadi istese yapardı diyebilirsiniz ama durumun o kadar farkında değildi ki, attığı her adım Songül’ü daha da sinirlendirmekten, daha da üzmekten başka bir şeye yaramadı. Neden biliyor musunuz? Kadının yatağının üstüne notlar yazdı, hediyeler aldı, hikayesini anlattı ama mesela özür dilemedi. “Sana yalan söyledim, hatalıyım, özür dilerim!” demedi. Geçmişi anlatırken artık onunla hiç bir ilgim yok, bak ben senin yanındayım da demedi zira bunları dediğini, Songül’ün bildiğini düşünüyor. Daha önce de “Seni seviyorum” dememiş, imalarla, yaptıklarıyla gösterdiğini düşünmüştü ama Songül asla hissedemedi bu sevgiyi, bu yüzden de aldatma durumun hemen inandı. Sadinin en büyük sorunu bu, olayları kendince anlatıyor ancak karşı tarafın beklentisini asla hesaba katmıyor. Halbuki Songül dibe batmış vaziyette, ne yapsa çıkamadı o çukurdan ve bir noktada Sadi’nin bunu görmesini bekledi ancak nafile. Kimse Songül’ün sessiz çığlıklarını, yardım çağrısını duymadı. Zaman geçtikçe o daha da içine kapandı ve artık kontrolünü tamamen kaybetti.

Songül belki de anne, babasını kaybettiğinden bu yana ilk kez bu kadar ağır bir buhran içerisinde kaldı. Doluya koysa almıyor, boşa koysa dolmuyor. Evde kendine hakim olmaya çalıştıkça daha da dibe battı. Aslında gerçekleri yüzlerine çarptıktan sonra rahatlaması gerekiyordu ama Songül daha da beter bir hale geldi. Bir yanı Sadi gerçekten Derya’ya gidecek diye korkarken, diğer yanı en ağır faturayı kendisine kesti. Songül yaşanan olayların ardından faturayı kendisine kesmeye çok müsait bir karakter. Daha önce ailesinin katilini bulamadığında da aynısını yapmıştı, şimdi de yine aynı noktada. Sadi’yi hala çok sevdiği için, ona hala inanmak istediği için kendine çok kızıyor. Mantığı ona “Artık ona inanma!” dedikçe, kalbi ona acı gerçeği en ağır şekliyle hatırlattıkça Songül iyice dibe vurdu zira duygularını hala bastırmak için kendisiyle amansız bir savaşa girdi. Asla kalbiyle, öfkesiyle, duygularıyla yüzleşmek istemiyor ve hal böyle olunca da arafta kaldı.

Songül büyük yüzleşmenin ardından kendini tamamen kapattı. Evde Sadi’yi dinlemiyor hatta onun dediği en ufak bir şeyi bile dikkate almamak için büyük bir mücadele içerisinde. Evde onu sürekli kendini kontrol altında tutmaya çalışırken izledik çünkü biliyor, en ufacık zaafında Sadi o açıktan içeri girer ve yeniden tüm kaleleri zapt eder. Bu yüzden kocasına karşı kendi kalbi ve onun göstermeye çalıştığı aşkla mücadele etti ancak Songül’ün fark edemediği şey şu : Bu verdiği savaş Sadi’ye karşı zafer gibi dursa da, kalbini öldürmeye başladı.

Songül tamamen kontrolünü kaybetti. Bunun en bariz ispatı da emniyette yaşananlar oldu. Songül evde tutmaya çalıştığı öfkesini, iş yerinde tutamadı ve bir faile saldırdı. Şimdi burada artık Songül’ün kendisi olmaktan çıktığını bariz bir şekilde söyleyebilirim. O böyle biri değil, aksine işi konusunda oldukça sakin, aklı selim davranan biriydi ancak artık başaramıyor. İçinde yaşadığı acı ve öfke onu ele geçirmeye başladı. Emniyette kavga çıkardı, yetmedi istifa etmeye bile kalktı. Şimdi burayı biraz konuşmamız lazım diye düşünüyorum. Daha bir gün önce Sadi’ye “İşime olan aşkım, sana olan nefretimden daha fazla!” dedi ya, bariz bir şekilde doğru değil bu. Songül ‘ün Sadi’ye duyduğu sevgi, her şeyin ötesinde bence. Yoksa işini düşünen, bu kadar kontrolden çıkan birinin ilk hareketi tanık koruma programından affını istemek olurdu. Songül’ se bunu yapmadı. Aksine programda kaldı zira her şeye rağmen Sadi’den ayrılmak istemiyor. İçindeki öfke onu bitiriyor ama o acısına baka baka yaşamayı, onsuz yaşamaya yeğliyor. Buna siz ne dersiniz bilmiyorum ama ben aşktan delirme noktasına gelmek olarak görüyorum. Songül öyle bir ruh haline girdi ki Taylan bile ona kızmak yerine, yanında oldu,destek çıktı. Tıpkı Yaver’in de Sadi’ye destek çıktığı gibi…

Yaver, olanları çok anlamasa da Sadi’nin yanında ve yengesiyle ağası barışsın diye didindi, durdu. Bugüne kadar Sadi’nin Yaver’e “Gerçekleri duyunca bana kızma” dediğini hiç duymamıştım. Daha doğrusu bu ikisinin ilişkisini hem tamamen biat olarak görmüştüm ama öyle değil sanırım. Aksine, Sadi Yaver’in de kendisine kuzacağını düşündü. Olanlarda en büyük suç Sadi’de ve evet Songül dışında birilerinin de ona aslında kızması gerekiyordu. İlişkiler hususundaki saflığını belki de bu şekilde yıkabilir de Songül belki onu affederse, bir daha aynı yanılgıya düşmez.

Yaver gibi can dostunu sarsmaya çalışan biri daha var: Meltem. Şimdi açık konuşayım bu karakter hakkında hala çok da pozitif değilim. Onu, motivasyonunu anlamakla beraber hiç tanımadığı bir kadına düşmanlık beslemesinin siniri hala bende mevcut ama bazı hususlarda da hakkını teslim etmem lazım diye düşünüyorum. Meltem dizideki en net bir kaç karakterden biri, ne düşünüyorsa söylüyor, yanlışa doğru demiyor ve bazı şeyleri anladıkça Derya’ya olan söylemleri de sertleşti. Arkadaşını gurursuzlukla suçlarken içten içe Songül’ün haklı olduğunun da ayırdına varmaya başladı diye düşünüyorum. Ancak hala ilk cümlemin arkasındayım, Meltem henüz kendini affettirmiş değil. Dostuna başka bir kadına düşmanlık etmeden de destek olabilirdi ki bence bunu yapmayı bir an önce öğrensin zira Mert’in başına gelenlerin ardından birilerinin Derya’yı toplaması gerekecek.

Mert ve arkadaşları kelebeklerin kurduğu bir oyun yüzünden neredeyse ikinci şanslarını kaybediyordu. Gelincikler bir cezaevi aracıyla başlangıç noktasına doğru ilerlerken tabii ki dillerinde tek bir cümle vardı : Sadi hocayla vedalaşamadık. Bu çocukların hepsinin baba eksikliği var, bu yüzden Sadi onlar için su kadar değerli bir insan. Sadece öğretmen olarak bakmıyorlar, baba olarak da görmeye başladılar. Bu düşüncelerinde de haksız sayılmazlar, yine en zor anlarında Sadi gölgelerin arasından çıkıp, geldi. Onları büyük bir kaybedişten kurtardı. Ben bunu Sadi için de çok değerli buluyorum. Birden fazla ruha dokunuyor, yardım ediyor ve onlardan asla vazgeçmiyor. Babalar böyle değil midir?Hep çocuklarının yanında olurlar. Gelincikler öz babalarından yana çeşitli sebeplerle belki şansız oldular ama iyi olmalarının karşılığını Sadi Payaslı ile aldılar.

Sadi Payaslı’nın hayatına habersizce dokunup, değiştirdiği biri daha var :Araz! Şimdi ne alaka dediğinizi duyar gibiyim ancak gerçekten böyle olduğunu düşünüyorum. Araz, Sadi ile yaptığı geçmiş konuşmasından sonra annesinin peşine düştü, hayatının en büyük kabusunu yaşarken gelincikleri de böyle anlamaya başladı. Hastane odasında Sadi ona yanındayım dediğinden bu yana Mert’i saymazsak daha farklı bir kişiliğe büründü. Mesela gelinciklerin başına bu gelmesin diye büyük bir mücadele verdi, uğraştı hatta arkadaşlarıyla kavga etti. Bunların hepsi Araz’ın değişiminin ayak sesleriydi ki bu değişime en az Sadi kadar katkı sunan biri daha var :Aylin!

Aylin ve Araz ilişkisi çok tatlı bir şekilde, sağlam temellere dayanarak ilerliyor diye düşünüyorum. Aylin, Araz’ın herkesten sakladığı gizli bahçesi gibi oldu. Mesela onu kimseyle paylaşmıyor, herhangi bir amaçla yanında durmuyor. Gelinciklerle olan savaşında en büyük kozu bu olurdu ama Gizem’i Mert’e kullandı ama Aylin’i kullanmadı. Özellikle de Aylin’in her gidişinin ardından sıcak gülümsemesiyle yeniden Araz’ın yanında olması, Araz için anlamı çok büyük bir hareket. Hayatındaki herkes onu terk ettiği için öfkesini başka şeylerden çıkaran bir çocuk, bir gülümseme ile içindeki iyiliği görmeye başladı. Bu hikaye size de tanıdık geldi mi? Araz ve Sadi arasındaki organik bağı görmemek için kör falan olmak lazım ama ikisi de aynı yerden yaralı olduğuna göre belki de onların umutları bir gülüşün ardındaki gözlerde saklıdır.

Araz kendi güvenli alanında yaşarken, Sadi de kaybettiği aşkını geri kazanmak için büyük bir savaş veriyor. Artık sözlerle, hediyelerle geri alamayacağını anladığı karısının “Evli olduğumuz sürece parmağından asla çıkmayacak!” dediği ferayesini sattığını duyunca, o da kıyamasa da Songül’ün üstüne gitmeye karar verdi. Bu yüzüğün artık son nokta olduğunu, Songül’ün aşkından vazgeçmeye başladığının farkına vardı. Sadi, aşkının ruhunda acıya sebep olduğunu bilse de bir yıkıma sebep olduğunu bilmiyordu o yüzden de “Daha önce de beni yargıladın, on saniye bile dinlemedin!” diyerek zaten kendini zor zapt eden Songül’ün kendisini kaybetmesine sebep oldu. Evde ailesinin ardına saklarken kendisini, Sadi de tam da o güvenilir alanıyla saldırıya geçti ve sanırım hayatındaki en büyük azabı yaşayacağı bir olayın olmasına sebep oldu, Songül bir zamanlar Sadi’nin yaptığı gibi hayat ve ölüm arasındaki ince çizgiye kendini getirdi.

Bu noktadan sonra ne olur bilmiyorum ama Sadi için bir şeylerin kökten değişeceğini biliyorum. “Ben bir kadını mutlu edebilir miyim?” korkusunu yaşayan bir adamın, her şeyim dediği kadını kendini öldürme noktasına getirmesini kaldırabileceğini sanmıyorum. Sadi ve Songül’ün hayatında artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Onları ya cennet bahçeleri ya da aşk acısıyla kavrulacakları cehennem kuyuları bekliyor. Bakak, görek o zaman.

Bu hafta da tabii ki Devrim’in karakterine olan katkılarındam bahsetmeden yazımı bitirmeyeceğim. Dizinin son üç bölümü tamamen Songül odaklı ilerlediği için karakteri her yönüyle analiz etme şansı buldum. Özellikle de Devrim Özkan, her hafta Songül’den bambaşka bir duyguyu bir zen ustası kıvraklığıyla ekrana taşıdı. Songül’ün acısı, öfkesi derken kendini kaybeden, aşktan gözü dönen bir kadının gözlerine kadar işleyen acısını iliklerime kadar hissettim. Özellikle de boks yaptığı anla, son sahnede bugüne kadar sergilediği en iyi performanslardan birini sergiledi diye düşünüyorum. Son sahnede durduğu mesafe, sesinin titremesi, ağlarken saf bir korku ve öfke karışımını aktaracak tonu net bir şekilde yakalaması zaten iyi yazılan bir sahneyi zirveye taşıdı. Bu hafta özellikle sakinliği koruduğu sahnelerde, aralarında boy farkı bulunan Ertan Saban’la da altın mesafeyi koruyarak sahnenin her duygusunu mimik ve jest kaçırmadan aktardı. Songül’ü onunla izlemenin keyfi bir başka oldu.

Son sahnede özellikle Ertan Saban ile aralarındaki ahenge ayrıca bayıldım. Ertan Saban’ın bölüm boyunca sadece beden dili ve en az mimikle Sadi’nin tüm duygusunu tek hareketle vermesi de sanırım üstad olmakla alakalı diye düşünüyorum. Emeğine, gönlüne bereket olsun.

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Sizi Asla Affetmeyeceğim! (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 20.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT

Kalp kırılsa da atmaktan vazgeçmez! Aşk öyle bir duygudur ki insan onunla hep mutlu olmaz ama acısına bile minnet edersin. O his tüm ruhunu sararken, aşkı sadece mutlu anlar için yaşayamaz insan, acısı da güzeldir aşkın. Yüzyıllar boyunca aşkla ilgili yüzlerce söz söylenmiştir. İmkansızlığı, keskinliği, yakıcılığı derken binlerce eserin ana konusu olmuştur ama ben aşkın en çok en karanlık anlarda bile ışığı yakabilme gücünden etkilenirim. Bilirsiniz gün ağarmadan önceki son anı, en karanlık anıdır. Bu yüzden tamamen karanlığa gömülmeden güneş doğmaz. Songül şu anda bir zifiri karanlığın içine hapsoldu, ışığı olan gözlere bakamaz hale geldi ve bir körebe oyunu oynamaya başladı. Ne yapacağını bilemez halde günü geceye katarken, katran karası gecelerin içerisinde kalbinin kırıklarını ellerini kanatarak toplarken buldu kendini…

Yalnızlık insanoğlunun en çok korktuğu yatak altı canavarı gibidir. Süslü süslü insan yalnız doğar, yalnız ölür derler ama bence bu kocaman bir yalan. İnsan doğarken yalnız değildir, hiç kimsesi yoksa yanında annesi, onu doğurtan ebesi, doktoru, hemşiresi vardır. Ölürken de yine aynısı. Normal olan da bu zaten zira yalnızlık Allah’a mahsustur. Peki ya hayat bir şekilde sizi yalnız olmaya ittiyse ne olur? İnsan dışarıya karşı oldukça güvensiz bir varlık olduğu için yalnızlığa alışan bir insan kalbinin kapılarını kapatır, açmak istemez. Songül de o güzel kalbini uzun yıllar herkese kapattı, ailesinin intikamı için yaşadı. Aklında birini sevmek, hayatına almak olduğunu bile sanmıyorum ama işte evrenin biz ne plan yaparsak yapalım, bizim için beklenmedik şekilde bambaşka bir planı olabilir. Songül Ankara’da organizede görevli bir polis memuruyken kendini bir anda İstanbul’da eski bir mafya babasına aşık olmuş vaziyette, aile olma planları yaparken buldu. Songül Sadi’ye çok aşık oldu. Herkesten çok güvendi, sırtını dayadı, başını omzuna yasladı, hayaller kurdu. 12 yaşında hayatta en sevdiği iki insanı bir suikaste kurban veren Songül, belki de o yaşından bugüne ilk kez aile olmak istedi ki oldu da. Sadi ile güzel bir aile oldular, mutlu oldular ancak bir hastane odasının çöp kutusunda bulunan bir mektup bu hayallerin hepsini kumdan kaleler misali yıktı, Songül’ün de derin bir karanlığa gömülmesine sebep oldu. Aşkı acısından ayıramazsın derim hep ama maalesef bu acı Songül’ün kalbini, ruhunu söküp alırken onu da kapkara gecelerde, derin bir acıyla baş başa bıraktı.

Songül hayatında ilk kez yalnız kalmıyor ama bu defa başka. Daha önce ailesini kaybettiğinde bunda sadece onları alan düşmanlarının günahı var. Songül için bu katlanılmaz olsa da bir şekilde intikam duygusu, ailesine duyduğu sevgi ile yoluna devam etmeyi başardı. Peki şimdi neden olmuyor biliyor musunuz? Songül darbeyi en yakınından yediğini düşünüyor. En yakın arkadaşı ve aşık olduğu adamın kendisine ihanet ettiğine inandı. Ben burada asla Songül’ü suçlamıyorum. Onun yerinde kim olsa aynı şekilde düşünürdü. Sadi, Songül böyle bir şeye inansın diye her türlü alt yapıyı istemeden de olsa hazırlamış oldu. Songül ondan saklanan bir sır yüzünden kendini ihanete uğraşmış, aşağılanmış hissediyor. Ben yine de içindeki Sadi’yi öldürdüğüne inanmıyorum. Zira içindeki aşkı öldüren kadın, sevdiği adamın yokluğunda yine ona sığınmaz. Songül yalnızlığa çok alışık olsa da Sadi’nin yokluğunda bile ona sığındı. Onun yatağında yatıp, eski mutlu fotoğrafların altında acı çekti. Songül’ün eskiden olduğu gibi devam etmesi çok güç artık, zira o yalnızlık ne demek çoktan unuttu. Sadi o kadar uzun zamandır onun her nefesinde yanında ki, Songül ona müthiş kırgın olduğu, hayatında istemediğini kendine tekrar ettiği dönemde bile ona, onun kokusuna sığınıyor. İşte bu yüzden bu kadının yıkımı çok büyük oldu çünkü ailesinden sonra ailem dediği, güvendiği aşkını kaybetmenin acısını yaşıyor.

Songül, Sadi’ye kırgın, öfkeli ama bu duyguyu içinde tutmaya da kararlı. Aslında ilk başında neden söylemedi diye çok düşündüm. Songül’ün böyle bir şeyi içinde tutması, Sadi’nin yüzüne vurmaması çok saçma geldi. Melike ile konuşmasından sonra canımı daha da sıkan gerçekle yüzleşiverdim ve bu benim de canımı yaktı. Songül, Melike’den gelecek sinyal araştırması raporunu bekliyordu… Şimdi diyebilirsiniz ki bu senin canını neden yaktı? Nasıl yakmasın? Songül hala bir umut arıyor orada, affetmek için, o gözlere yeniden bakabilmek için daha doğrusu hapsolduğu karanlıktan sığındığı ışığa kavuşmak için bir bahane arıyordu. Elindeki donelerle Sadi’nin canına okurdu ama yapmadı. Emin olmak istedi, belki de yanıldı ve bunu ispat etmek istedi. İşte bu yüzden sakladı Sadi’den, ondan, gözlerinden kaçtı. Fark ettiniz mi? Songül, ayrılık kararı aldığından bu yana Sadi’nin gözlerine bakamıyor. Biraz baksa bile hemen kaçırıyor gözlerini. Hep söylediğim bir şey var, bu kadının bu adama bağışıklığı yok diye ki bu hafta da bunu net bir şekilde gördük. Songül kendisini aldattığına inandığı kocasına “Seni sevmiyorum!” diyemedi. Ben bunu Songül’ün hiç bir zaman söyleyebileceğini sanmıyorum. Songül yalan söyleme hususunda usta biri değil ancak Sadi’nin neredeyse aklını kaybetmesine sebep olacaktı. Songül o mektubu okurken nasıl ki aldatılmışlık hissiyle yandı, Sadi de Songül tarafından hiç sevilmediği düşüncesiyle küle döndü…

Sadi, bilmediği olaylar onu bir cehenneme hapsedene kadar bulutların üstünde yaşıyordu. Hayatında hiç yaşamadığı mutlulukları yaşıyor, belki de ilk kez gelecekle ilgili bir umudu beslemeye başlamıştı. O da Songül gibi tepetaklak oldu. Songül’ün bir anda kendini ondan geri çekmesi, Sadi’yi yağmurlu günde susuz bıraktı. Ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu ama Sadi gerçekleri öğrendiğinde de çuvaldızı kendisine batırmalı, Songül nasıl bir yalana bu kadar kolay kandı diye sorgulamalı diye düşünüyorum. Sadi kendi içerisinde karısına çok aşık oldu, ona hayat gibi, nefes gibi baktı ama bunu ona hiç hissettirmedi. Sözler söyledi ama hayallerine ortak etmedi mesela. Sen benim kuzey yıldızımsın dedi, kızımın annesi sen ol demedi. O kendinden geçtiğinde kızımız olacak dedi ama bunu hiç Songül’ün gözlerine bakarak söylemedi. Hep onun anlamasını, ilişkiyi onun yönetmesine izin verdi. Doğal olarak da Songül ne yaşadığını hiç anlayamadı. Sadi çok seviyor ama bunu belli ederken oldukça zor zamanlar yaşıyor. Şimdi geçmişte bunu çok rahat yaptığını söyleyebiliriz ama bence hem yaş, hem de hislerin yoğunluğu ile alakalı bir karmaşa var ortada. Sadi, Songül ile dilini hiç bilmediği bir ülkede kalakaldı ve bu dili öğrenirken birden bire yalnızlığa terk edildi. Şimdi bu dili tek başına çözmeli, sevdiği kadını geri almalı, başka yolu yok….

Sadi sahilde Yaver’e “Sadi’cim, kocacım, aşkım” deyip de birden yabancılaştığını anlatırken aslında cevabı kendisi verdi. Zamanla büyüyen bir sevgi bir anda bitmez, o zaman bir şeyler olmuş olmalıydı ancak Sadi de Songül gibi en kötüsüne yordu bu meseleyi. Songül’ün kendisini hiç sevmediğine inandı. Peki yaşanan onca şeye rağmen Sadi buna nasıl ihtimal verdi? Misal, Derya için böyle bir şey hiç düşünmemiş ancak Songül’de hemen inandı. Bunun bariz iki sebebi var : Birincisi ilk ilişkisinde Sadi sevilen, o sevgiye aşık olduğunu sanan biriydi, ikincisi de Derya Sadi’nin karanlık tarafını, elindeki kanı, gözündeki hiçliği bilmiyordu. Songül bunların hepsini bilerek tuttu ellerini ve işin acısı Sadi zaten kendisini bu sevgiye de hiç layık görmedi. Ben Sadi’nin Derya’yı Songül kadar sevmediğini düşünüyorum. Zira onun ağzından ilk olarak bu ilişkiyi dinlerken “Ben Derya’dan sonra hiç bir kadının gözünde aşkı görmedim” dedi. Halbuki aşkı önce kendi içinde hisseder insan, karşısında aramaz. Sadi ise bunu aramış zira sevilmek isteyen, bunun yokluğunu çeken bir adam, o. Bundan ötürü ben Songül’e daha büyük bir aşkla bağlı olduğunu düşünüyorum zira Songül’ün gözünde aşkı görmeden aşık oldu, sevdi. Bence gerçek olan budur. Bu yüzden şu anda çok korkuyor, Songül’ün kendisini sevmeme ihtimali Sadi’yi damla damla tüketiyor ve o sadece sevdiği kadının ellerinden arasından kayıp gitmesini çaresizce izlemeye başladı.

Sadi ve Songül’ün ilişkisinde kontrol hep Songül’e oldu. Onun izin verdiği ölçüde Sadi ona yaklaşabildi. Bu yüzden eve gittiğinde her zaman rahatça girebildiği odanın kapısını bile tutamadı. Önceden Songül’ün kendisini sevdiğini, değer verdiğini düşündüğü zamanlarda rahatça açabildiği o kapı koluna elini bile sürmedi. Onun alanına saygı duyarken içindeki korku, endişe, kaybetme hissi Sadi’yi tamamen ele geçirdi.

Sadi’yi hiç böyle gördüğümü hatırlamıyorum. Songül ile geçen zor gecenin ardından tamamen savunmaya geçti. Songül’ün en zayıf noktalarını bildiği için o da vurmaya başladı ama cümle aralarından Songül’ün fısıltısını duysa konu çözülür ama maalesef Sadi de kendi iç sesinin gürültüsünden Songül’ü duyamadı. Sadece yurt dışına gidip, yaşama meselesinde bile karısının gözlerine baksa, o korkuyu görürdü ancak Sadi herhangi bir şeyi görecek ya da soracak durumda değil. O şimdi Songül’ün onu sevmediği düşüncesinde takılı kaldı ve bir andan ne oldu da onu sevmekten vazgeçti düşüncesinde kafayı yemekle meşgul. Halbuki bu bir makine değil, açma kapama düğmesi de yok. Kolayca birini sevmekten vazgeçemezsin ama sevgiyi hiç tatmamışsan, kendini de layık görmüyorsan bu bile sana mantıklı gelir.

Sadi, adım adım Songül’ü takip ederken, onun neden böyle davrandığını anlamaya çalışıyordu. Songül’ün neden ondan böyle uzak durduğunu, bir anda değiştiğini düşünürken onu adım adım takip etti. Karısına yönelen her tehdidi ortadan kaldırırken, gülüşünden mahrum kaldığı sevgilisinden vazgeçmek istemiyor ancak anlayamadı da… Halbuki biraz düşünse, biraz daha onu takip etse aslında tüm sorularına cevap bulacaktı. Songül ona bakamıyor, bakarken ağlıyor ve asla gülmüyor. Bu yüzden Sadi de Songül üzerinde her zaman işe yarayan taktikleri uyguladı. Erkeklerin biz kadınlarla ilgili bilmediği en önemli şey de bu değil mi? Bize taktik sökmez, biz sadece yemiş gibi yaparız ama karşı cins bunu hala anlamadı. Anlamıyor ki Sadi sırf Songül sinirlensin de içindekileri döksün diye uğraşırken, onun bu tutarsız hareketleri Songül’ü ihanete daha da inandırdı.

Songül amaçsızca sokaklarda gezerken kendini birden Derya’nın evinin önünde buldu. İçeriye bakarken aslında görmeyi beklediği tek bir kişi vardı ancak bunu da öyle bir korkuyla yaptı ki, bacakları titredi. Bir tarafı göreyim de bitsin derken diğer yanı görmekten deli gibi korkuyordu. Songül, Sadi’nin onu aldatıyor oluşu yüzünden içinden damla damla erirken, Sadi de Songül’ün onu daha önce söz verdiğinin aksine, o tahta parçasına tek başına binerek, yalnız bıraktığını düşünüyordu. Bu durum iki kişi açısından da arap saçına döndü. İki taraf da birbirini asla anlamıyor, kendileri tükenirken karşısındakini de tüketmeye başladıklarının farkına bile varmadılae.

Sadi ve Songül’ün içinde fırtınalar kopsa da onları bir arada tutan tek şey aşk olmadığı için başsavcının emri doğrultusunda gizli göreve gittiler. Orada aslında şimdilik söylenecek çok şey yok ama Sadi’nin Songül’ün derdini bu gizli görevde anladığını ama buna içten içe inanmak istemediğini düşünüyorum. Takma isimleri hususunda isimlerle ilgili konuşurken birden Songül’e “Emin Güngören mi olmamı istersin?” diye sordu. Songül’ün ona dokundurduğu onca lafın ardından, eski hayatındaki ismini ilk kez böyle kullanmasından bu anlamı çıkarıyorum. Bugüne kadar ilk kez böyle bir tepki verdi ve aldığı cevap sonrasında da bence bu durumdan gayet emin oldu. Yine de küçücük bir ihtimal de olsa bunun olmamasını umduğu için mi yoksa korkusundan mı bilmiyorum ama kapanmış bir defterin başına ne belalar açacağını hissetmesinden midir, sormadı. Eğer sorsaydı belki de kıyameti kopmayacaktı ama Sadi yine soramadı, Derya da her şeyden habersiz ikinci hayatına doğru yola çıktı.

Derya ve Kıvanç için artık aşk zamanı diyeceğimiz zamanlara geldik. Derya hayatının 18 senesini bir adamı bekleyerek geçiren ve en sonunda acı gerçeği kendine itiraf ederek, umudunu, beklentisini toprağın altına gömen bir kadın. Belki de bir adam tarafından hiç sevilmeyen Derya ilk kez sevilmenin huzurunu, mutluluğunu yaşıyor. Oğluyla, Kıvanç ile güzel bir geleceğin hayalini kurmak için kendine izin verdi. Kıvanç’ın bir anda Derya’ nın hayatının tamamına sirayet etmesi beni biraz rahatsız etse de Derya gibi ömrünü olmayacak bir aşkın gölgesinde harcayan bir kadın için bunlar güzel gelişmeler diye düşünüyorum. Kıvanç şimdilik iyi adam gibi dursa da erkek olunca insan bir çelişkiye de düşmüyor değil. Derya şu anda çok mutlu olsa da hala hayatının tam ortasında ömrünce söylediği bir yalan ona göz kırpıyor, o yalanı korumak için yaptığı her şey de ayağına dolanarak onu olmaktan en çok korktuğu masaya oturttu : Hakikatler masası.

Songül, sinyal araştırma sonuçlarını alımvs hem Sadi’yi hem de Derya’yı aynı masaya oturttu. Bu masanın herkes için anlamı farklı oldu diye düşünüyorum. Önce Sadi ile başlamak istiyorum. Sadi orada Derya’yı görür görmez aynı günün sabahında Emin Güngören ismiyle şüphelendiğini düşündüm durumun içinde buldu kendisini. Ben zaten Sadi’nin duruma hafiften uyandığını bu sayende çözdüm. Zira Sadi asla şaşırmadı, Derya’yı uyarmadı ve Songül’ü beklemeye başladı. Songül’ün gelişiyle tüm taşlar yerine otururken Sadi içinse bir umut hafif hafif yeşerdi. Zira günlerce içini kor gibi yakan bir soru cevap buldu : Songül tüm bunları hiç sevmediği için değil, çok sevdiği için yaptı. Aksi halde Sadi gibi gururlu, mağrur bir adam o masada tek bir dakika bile durmaz ya da asla susmazdı. Halbuki Sadi tam tersi bir davranış sergiledi. Tüm gece boyunca sustu, Songül’ün içindeki her şeyi boşaktmasını bekledi. Bu masada Songül aslında Sadi’yi terk etmek, Derya’ya da tüm öfkesini kusmak için gelmiş. Sözlerinin çoğu Derya’ydı. Bir çok şey söyledi ama orada Derya’ya yuvasını yıktığını, artık Sadi ile olmadığını, gönül rahatlığı ile birlikte olabileceklerini söylerken kurduğu bir cümle düşünmeme sebep oldu : Bana hiç dokunmadı. Songül gibi işine aşık bir kadın görevini riske atmaz. Herkes beş yıldır evli olduklarını biliyor ve bunu da riske atacağını sanmıyorum aksi halde bizim evliliğimiz sahte derdi. Ancak Songül o cümle öncesinde “Sadi benden gitmiş, ben onu uğurlayamamışım” dedi. Burada söylemek istediği çok açık :O beni artık sevmiyor, kalbime dokunmuyor, bu yüzden de al senin olsun. Buradan da Songül’ün Sadi’nin aşkını hissetmediğini gördüm. Sadi ondan uzak durdukça, arasındaki mesafeyi kapatmadıkça Songül’ün kalbine korku tohumlarını her gün bir parça ekmiş. Bu mektup ve fotoğraf da ortaya çıkınca sevilmediği kanaatine vardı ve Sadi’yi çok sevse de terk etti. Sadi artık sevildiğini bilmesine rağmen sevdiği kadının kendisinden gidişini izledi, bu dünyada en korktuğum şeylerden birisidir, sevdiğini kaybetmek…

Bu aralar sevdiklerini kaybeden bir tek Sadi değil, Araz, Aylin ve Gizem de tam bu noktadan büyük yaralar aldılar. Araz, Aylin için girdiği büyük kavganın ardından hem Vural’ı, hem Sevda’yı kaybetti. Sevda sırrını hislerine yenilerek dışarıya vurunca, Araz’ı kaybetme noktasına geldi. Doğal olarak da iki dostun arası açıldı. Vural ve Araz Sevda için kafa kafaya geldiler. Sevda’nın gidişi Araz’ı üzse de Vural’ı gidişi yıktı. Çocukluk arkadaşını, can yoldaşını kaybetti, Araz. Şimdi burada Araz’ın en büyük sorunu empati eksikliği diye düşünüyorum. Aksi halde aslında kendisinin de Vural ile aynı şeyi yaptığını anlardı. Araz Aylin için arkadaşlarıyla kavga etti, Vural da Sevda için. Şimdilik birbirlerini anlamasalar da bir noktadan sonra anlayacaklar diye düşünüyorum. Nasıl ki Vural en derin yerinden Sevda’ya bağlı, Araz da yavaş yavaş Aylin’e bağlanıyor.

Araz şimdilik farkında değil ama yavaş yavaş çekiliyor Aylin’e. Ona ilk kez neden yaklaştığını, değer verdiğini de gösterdi diye düşünüyorum. İkisinin de öksüz olduğu söylerken, Aylin’in hiç kızmadığını aksine bu durumdan etkilendiğini düşünüyorum. Hep derim ya, kalp kendinden olanı sever diye. İki annesiz çocuk olarak birbirlerini buradan tanıdılar, yavaş yavaş da ön yargılarını kırıyorlar diye düşünüyorum. Aylin artık Araz’ın varlığından rahatsız olmuyor, Araz ds gelinciklerden Aylin için vazgeçiyor. Bundan daha tatlı bir şey görmedim ben zifa ikisi de değişmeye başladı. Eeee ne demiştik????

Aylin ve Araz birbirine yaralarından tutundu demiştik ya, şimdi de o yara birinde daha açılmak üzere : Gizem! Gizem’in annesi, çok tanıdık bir sonla hayatımızdan çıktı. Cezaevinde kendini dolduran bir erkek. Karısının kendi yokluğunda ayaklarının üstünde durmasını, hayatına devam etmesini kaldıramaz. Bilindik, her kadının artık başına gelmesi çok olası bir senaryo gerçekleşti : Kıskanç koca, namusu bahane ederek kadını öldürdü. Bu hafta dizide beni en derinden etkileyen sahnelerden biri oldu. Şartlı tahliye ile çıkan şiddet yanlısı koca, onu defalarca affeden karısını öldürdü. Bunu kendinde hak gördü çünkü kadına hala bu toplumda erkeklerin bir kısmı kendi aidiyetindeki mal gibi bakıyor. Onun üzerinde hak iddia edebiliyor. Mesleğini aile içi şiddet, kadın hakları ve mücadelesine adayan bir avukat olarak bu sahne beni derinden etkiledi çünkü diziden bir sahne değildi bu, hayatın içinden bir kesiti izliyordum. Bu şiddetin bir gün son bulması, yasaların uygulanması, İstanbul Sözleşmesi’nin de yeniden yürürlüğe girmesini yeniden deklare edelim.

Yazımı bitirmeden önce her zamanki gibi Devrim’e bir paragraf açmak istiyorum. Haftalardır bizleri göz yaşlarına boğan Songül’ü bu hafta üç ayrı renkte gördüm. Birincisi aşk acısını yüzünün her zerresine yerleştiren bir sak mavisinde. Mavi aslında hüznün rengidir. Songül evinde acı çekerken ben orada hep bir mavi gördüm. Devrim o hüznü o kadar nahif aktardı ki bizlere, sadece gözleriyle, mimikleriyle hepimiz o acıyı hissettik. Diğer tarafı griydi ancak bu iki renk karışımı değil, donmuş kar nasıl ki bir süre sonra renk değiştirir, o da değiştirdi. Hüznünü bastırdığı yerlerde sakin bir öfkenin buz gibi bakışlarıyla oynadı. Ve en sonunda da kırmızı. Songül son sahnede kırmızı ve siyahla herkesi yakıp geçerken Devrim Özkan burada da sadece mimik, bakış ve sesiyle bizleri derinden etkiledi. Devrim’in oyunculuğunu en etkili yanı sesiyle bile her duyguyu ekranın öteki tarafına geçirmesi ama bu hafta özellikle son sahnede beden diliyle, Derya’ya yönelik otururken bakışlarıyla da Sadi’yi cezalandırmasını, bunu yaparken de tek bir saniye duyguyu kaçırmamasını hayranlıkla izledim.

Ertan Saban’a zaten söyleyecek bir sözüm yok. Bölüm boyunca duygudan duyguya geçerken, her hareketiyle bu adı bir günde yapmadığını kanıtlar gibiydi. Özelikle de Devrim’e karşılıklı sahnelerindeki uyum ve ahenkleri, partner olarak her sahnede birbirlerini tamamladıklarını düşünüyorum. Her bölümde üstüne daha daha katarak bizleri ekran karşısına mıh gibi çalıyorlar. Umarım uzun süre bu partnerliği izlemeye devam ederiz, onları ekranda izlemenin büyük bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum.

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Pandoranın Kutusu (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 18.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT 

Bu hayatta hiçbir şey gizli kalmaz. Hiç bir sır sonsuza kadar bir kutunun içinde saklanamaz. Bir sırrı tarihe gömmenin tek yolu ya onu hatırlamadığın bir diyara gitmektir ya da onu kapattığın kutudan onu asla çıkarmamaktır. Ya o kutunun kapağı aralanırsa ne olur? Tıpkı Zeus’un sözünü dinlemeyen Pandora gibi hayatına yedi büyük günahı getirir, üstünü kapatmaya çalışırsan da o günahla savaşmamayı tercih edersen de   yeniden kapattığın o sandığa umudunu da gömersin. Sadi bugüne kadar her tavrıyla Derya’ya o kutuya dokunmamasını hissettirecek şekilde davrandı ancak Derya bunu anlamadı. Kutu açıldı ve kapandı. İçinde de Sadi’nin mutluluk hayalleri kaldı.

Sadi Payaslı, ikinci hayatına girdiğinde ne bir mutlu yuva kurma taleşesi ne de aşık olma düşüncesi vardı. Ama hayat böyledir işte, siz ne plan yaparsanız yapın onun her zaman başka planları vardır. Sadi aynı hayatı yaşamak zorunda kaldığı kadına her gün daha da aşık oldu. Bu öyle yavaş, öyle içine işleyerek gerçekleşti ki Sadi fark etmedi bile ta ki bir kadının gülüşü nefesi olana kadar. Aşk iyileştirir,geliştirir ve insanı bambaşka birine dönüştürür. Sadi de adım adım bambaşka bir adama dönüştü. İkinci şansına ödemek zorunda olduğu bir diyet gibi değil yaşamak istediği bir vaha, bir yuva gibi sarıldı. İnsanların hayatına dokundu, çocuklarım dediği öğrencilerinin kahramanı oldu. İlk geldiğinde daha sert bir hocayken sonrasında daha anlayışlı, daha ılımlı bir öğretmene dönüştü. Bunu yapmak için bir isim değişiminden fazlası gerekir. Ona adım adım nasıl yaşaması, davranması gerektiğini Songül öğretti. Sadi sert bir yaşamın kurallarını herkesten iyi bilirken, başka yolların olduğunu da Songül ile öğrendi. Ben buna her zaman aşkın iyileştirici gücü derim. Zira Sadi artık sadece coğrafya öğretmeni değil, gerçekten bir kahraman, bir rol modeli, babasız çocukların sırtını dayadığı dağ oldu. İşte o çocuklardan biri : Zülfikar…

Zülfikar kardeşinin kaybolmasının ardından acılar içindeki annesiyle baş başa kaldı. Ne yapsa, nereye gitse bilemiyordu ki o anda tek güvendiği, belki de hesapsız, sorgusuz kapılarını çalacağı tek insanı aradı : Sadi. Zülfikar bugüne kadar ailesinin yükünü hep tek başına sırtlamış, baktığında 17 ama içinde 100 yaşına gelmiş bir delikanlı. Hocasından, Songül ablasından yardım isterken bile boynunu büken biri. Hem nasıl bükmesin? Alışmamış ki birilerinden yardım istemeye, birilerinin ona yardım etmesine. Bu yüzden de Sadi ve Songül onlara yardım ederken hem annesi hem Zülfikar sadece minnetle baktılar. Zülfikar, annesinin yanında ağlamayı bile kendine yediremeyen, ağlamayı hala zayıflık sanan bir çocuk. Sadi de onun yanında sadece öğretmeni olarak değil, babası gibi dimdik duran hocası oldu. Ona destek oldu. Morga giderken bile Sadi bir kolunda Zülfikar diğer kolunda Ozan’ın acılı annesi bir ölüm yolunda yürürken içinden geçenler onun aslında bu hayatın içinde neleri yapmak istediğinin de habercisi oldu. Sadi ikinci şansında sadece hayatındaki insanlara değil, umutla, saflıkla tüm mazlumlara yardım etmek, umudunu yitirmeyenlerden olmak istiyordu. Bir zamanlar kendisine, hayata ve geleceğine dair hiç umudu olmayan bir adamken, artık geleceğine, hayallerine tutunan bir adam var karşımızda. Ve tüm bunların tek bir mimarı var : Songül…

Songül, Sadi’nin hayatını tek bir sihirli dokunuşla değiştirdi. Hem de bunu bilinçsizce yaptı. Özel bir çabası, taktiği yoktu. Songül öylesine iyi, saf ve pak bir ruha sahip ki istemeden de olsa çevresinde ne varsa güzelleştiriyor. Sevdi mi tam sevip, her zaman sevdiği her şeye sahip çıkan bir yapısı var. Sadi’yi de böyle sarıp, sarmaladı. Geçmişindeki onca yüke, sıkışmış ruhuna rağmen yaptı bunu. Halbuki hayatının şimdilik en zor evresinden geçiyorken bencil olabilir, kendini düşünebilirdi. Bunu asla yapmadı. Kendisinden önce sevdiği insanları, onların mutluluğunu düşündü. Belki seneler sonra sevilmenin mutluluğuyla ailesinden kalan mutlu anıları anlatmaya, onları ağlayarak değil gülerek hatırlamaya başladı. Aşk iyileştirir demiştim ya aynı şey Songül için de geçerli. Aşk onu da değiştirdi ve aslında onun Sadi’yi etkilediği gibi Sadi de farkına varmadan Songül’ü en güzel şekilde mutlu etmenin yolunu buldu.

İlk bölümlerde hatırlarsanız Sadi’nin farkında bile olmadan anlattığı bir sahte tanışma ve evlenme teklifi hikayesi vardı. Songül’ün ayaklarını yerden kesen, Sadi’nin kirli gördüğü ruhuna en temiz haliyle sarılarak aralarındaki bağın ilk kurulduğu o anı hatırladınız mı? Meğerse Sadi fark etmeden Songül’ün ailesinin hayatına, hikayesine dokunmuş. Ben her zaman akıl değil ama önce kalbin gördüğüne inanırım. Sadi belki bilinçli bir şekilde Songül’ün hikayesini bilmiyordu ama kalben hissetti. Kalp kendinden olanı sever, tanır, hisseder. İkisi de yüreğinden yaralı hikayenin kahramanları ve bir hayatın içinde fark etmeden birbirlerine karıştılar. Songül Sadi’yi çok sevdi, onunla gelişti, hayata tutundu. Songül de Sadi’nin hayatının tamamı oldu. Şimdi ikisi de bunu kaybetmemek için olacaklardan habersiz düşmanlarının peşinden gidiyorlar. Halbuki kapının önünde onları bekleyen tek felaket bu değil…

Sadi ve Songül ses kaydında duydukları kayıtların peşine düşerek Servet’e bir adım daha yaklaştılar. Hala çok spesifik adımlar atamamış olsalar da artık ellerinde bir şüpheli listesi var. İkisi de büyük patronu bulup, erteledikleri mutluluğu yaşamak istiyorlar ama bu o kadar kolay değil. Servet dört bir yanlarını sarmış vaziyette ve bence artık sadece Yaver de ona ulaşmak için yeterli değil zira Songül hala burnunun dibindeki haini görmüyor.

Songül bir yanında Sadi bir yanında Yaver ile ailesinin katillerini kovarlarken ne en yakınındakinin de müdürünün yaptıklarını hala fark etmedi. Serdar müdür hala Songül’ün ağzından aldığı laflarla adam asmaca oynatıyor ama Songül babasından emanet olarak gördüğü adamdan şüphe bile duymadı. Babasına öyle büyük bir hasreti var ki ondan kalan her şeye büyük bir aşkla sarılıyor. Bu sebeple de hala Serdar’dan şüphe etmedi. Serdar bu sayede her şeye sahip olduğunu sanırken Songül’ün dahil olduğu yılan operasyonundan, ya da Songül’ün bile haberinin olmadığı ancak başında Sadi’nin bulunduğu ve kendi mezarını kazdıracağı kartal ateşinden haberi var. Ben yanlış anlamadıysam ortalık çok yakında fena kızışacak.

Sadi, Semih ve başsavcının iş birliği ile yürütülen operasyonda sonunda Songül de savcı ile tanıştı. Açıkçası ben orada ona bir şeyler söylenir demiştim ama Sadi ve savcı bunu söylemek istemediler. Bence bunun en önemli sebebi Songül’ün Sadi kısmına şiddetle karşı çıkacak olması ve belki de işi duygusal olarak baltalama ihtimalinin olması diye düşünüyorum. Ben açıkçası Serdar için yapılan operasyonu değil ama Servet için başlatılan kartal ateşi operasyonunun yakın zamanda başlayacağını düşünüyorum. Sadi şimdilik bu yolda sadece savcı ile hareket ediyor ve bir şekilde kimse destek olmazsa Servet’in öyle iki küçük olayla yakalanacağını sanmıyorum. Sadi’nin tanık koruması, Songül’ü hedef alan Servet için kurulan kartal operasyonu. Bu ikisi iç içe geçtiğinde umarım kimse zarar görmez ancak bundan samimiyetle şüphe duyduğumu söylemek zorundayım.

Bir yanda operasyonlar, diğer yanda sırlar derken tüm bu hengamenin arasında birbirine tutunmaya çalışan Songül ve Sadi aşklarını da yaşamaya çalışıyorlar. Az önce birbirlerine tutundular dedim ya, daha da ötesinde birbirlerine sığınak, aşk ve sevda oldular. Öyle ki artık bir taraf diğerini konuşmadan anlamaya başladı. Songül, Sadi’nin isteklerini, Sadi de Songül’ün hayallerini çok iyi biliyor ama bir türlü de gerçek bir çift olamıyorlar. Bir adım ileri, iki adım geri gidip geldiler ta ki bu haftaya kadar. İlk kez ikisi de gerçek bir adım attı ama bence bu sadece başlangıçtı diye düşünüyorum.

Sadi ve Songül aylar sonra yaşadıkları ilk gerçek anda Songül  uzun zamandır aralarında bir ihtilafa sebep olan “MSK” şifresini sonunda açıkladı :Maalesef sahte karın. Sadi, Songül ile anılardan konuşurken Metin komiserin çekingen tavırlarını “Damat kaynata toprağındandır” diye fısıldadı. Çok doğru. Sadi bir türlü karşısındaki kadına hislerini açamıyor. Ona kuzey yıldızımsın diyor ama sevgilimsin demiyor, ölümden alıyor ama açık açık benimle ol diyemiyor. Songül sırrı açıkladığında  Sadi’nin “Hayır, sen benim gerçekten karımsın!” demesini bekledi ama Sadi yine söyleyemedi. Belki kendini hala bu hayata layık görmediğinden belki de başka bir sebeple bir şekilde Songül belki de onu oraya getirsin istiyor. Anne ve babasının hayatında çok değerli bir yere sahip bir tabloyu hediye ederken benim yukarıda Sadi için söylediğim şeyleri üç kelimeyle ifade etti : Sen beni terbiye ettin! Evet, Songül Sadi’yi bambaşka bir adama dönüştürdü, onu kendine bağladı ama artık Sadi’nin de spesifik bir adım atması lazım. Sevdiği kadını gülüşünden öpmek, onu hayatının merkezine alması önemli ama net bir adım atarak o eli tutmak zorunda yoksa Songül hala mecbur olduğu için yanında olduğunu düşünecek. Bugüne kadar başka bir seçeneği asla konuşmadılar bu yüzden Sadi’nin bit şekilde net olarak Songül’ün ellerinden tutup “Ben senin sahte kocan değilim, yanında isteyerek kalıyorum” demesi lazım yoksa o da Araz gibi saçma sapan yollarda sürünmeye devam eder.

Araz uzun zamandır kendi iç dünyasında debelenip duruyor. Ne yapsa, ne etse bir türlü ne huzura erdi ne de çevresine huzur verdi. Şimdiki hobisi de Aylin oldu. Açıkçası önceleri Gizem için aracı yapmaya çalışıyor dedim ama bu hafta evine hırsızlık için girdiklerinde eşyalara asla zarar vermemesi, üzgünken yanına gitmesi, gelinciklerden ayrı bir iletişime sahip olması biraz değişik geldi. Hadi yine Gizem diyelim ama zengin olduğunu bildiği birine sadece bilgisayarını verse bile yeterdi. Halbuki o iğnesini bile çalmadan kutuyu olduğu gibi Aylin’e teslim etti. Yetmedi arkadaşlarına “O artık mahallenin kızı” diyecek kadar da önemsiyor onu. Hep dediğim bir laf vardır ya kalp kendinden olanı tanır diye bence tüm mesele buydu, Araz kendinden olanı gördü. Aylin’in de kendisi gibi terk edilmiş bir çocuk olduğunu anladığında aslında ona bambaşka bir gözle bakmaya başladı bile. Araz bunu zamanla kabullenecek ve adım adım sevgisini Aylin’e gösterecek. Keşke Sadi’nin de o kadar zamanı kalsaydı ama maalesef yok. Sadi için geri sayım Araz’ın aksine başladı ve eğer gerekeni yapamazsa tüm hayatı ellerinden kayıp gidecek.

Veee o işte o an geldi. Pandoranın Kutusu açıldı ve kapandı. İçinde de Sadi’nin umudu, Songül’ün masum sevgisi kaldı. Derya’nın Kıvanç’a çekilmesiyle biten hikayesini çöpe atmasıyla başlattığı yeni hayatı aslında geçmişin hem Sadi’nin hem de kendisinin tepesine kabus gibi çökmesine sebep olacak. Halbuki Sadi’ ye o çöplükte sır olarak kalacaklarını söylemişti. Ancak kendisi sır olarak bırakmayınca “Yağmurdan sonraki toprak kokusu” olarak tanımladığı yeni hisleri, tanıdığı gerçek bir adama olan duyguları Derya için yeni bir başlangıç olsa da bir başkasının da bitişine sebep olmak üzere…

Bir tarafta Sadi ve Songül, diğer yanda Kıvanç ve Derya… İki kişinin sakladığı sır ne yazık ki iki ilişkinin de üstüne kabus gibi çökmek üzere. Burada yanan da ne yazık ki Sadi olur gibi zira Kıvanç ve Derya daha yolun çok başında. Ancak Sadi bunca zamandır sustuğu şeyler onun felaketi olmak üzere ve ne yazık ki bu defa gelen felaketi ön göremedi…

Songül en masum duygularıyla gittiği hastanede hayatının şokunu yaşadı. En yakın arkadaşı olarak gördüğü Derya ve hayatının aşkı Sadi’nin birlikte olduklarını bir mektup ve fotoğrafla öğrendi. Mektupta ne bir tarih vardı ne de Emin yazıyordu… Songül ne hissetti bilmesem de içime doğan ilk duygu ihanete uğradığını düşünmesi oldu. Çünkü dudaklarından “Bana yalan söylediniz…” kelimeleri dökülürken bu hayatta en güvendiği iki insanın ihaneti Songül’ün saf, herkesi içine alan dünyasını darmaduman etti. Peki şimdi ne olur? Songül Acarerk’in öfkesi tüm Karabayır’ı özellikle de Sadi’yi yakar.

Yukarıda zorunlulukla başlayan evliliğin, gerçek bir evlilik olmadığını söylemiştim. O evlilik o mektubun açığa çıkmasıyla bitti. Payaslılar şimdilik bizi terk etti. Sadi, Songül’ü gerçekten sevdiğini ve istediğini ispat ederse bir ay ışığında yeniden Bay ve Bayan Payaslı olurlar. Aksi halde ikisi de tarihteki yerlerini alır diyemem zira bu ayrılık Sadi’nin sonu olur…

Yazımı bitirmeden önce bahsetmek istediğim bir konu daha var : Devrim Özkan! Bilenler bilir onu senelerdir takip eder, desteklerim. Sektörde oyunculuğuna şapka çıkardığım nadir genç aktrislerden. Bu hafta Songül ile duygudan duyguya sürüklendim. Onun umudunu, acısını, aşkını, hayal kırıklığını öyle güzel yansıttı ki ekranın diğer tarafına geçip sarılmak istedim. Songül’ün yalnızlığını öyle güzel işliyor ki tek bakışıyla onlarca duyguyu bize kusursuzca veriyor. Hep dedim, diyeceğim. Devrim Özkan Songül’ü senelerdir heybesinde taşıyıp, bize öyle güzel sundu ki, öyle güzel bir Songül yarattı ki her hafta daha da hayran oluyorum, oluyoruz. Onunla bu yolu yürümek çok nefis. Hele de haftaya neler neler yapacak bilmiyorum ama bir kadın olarak yanındayım, bu işin sonunda kazanan sadece güzellikler ve aşk olsun.

Bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Geçmişin İzleri (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 17.bölüm)

YAZAR : A. Ela ERDOĞDU

Zaman sanırım dünya üzerinde tanımlanması en zor olan kavram olabilir. Fazlasıyla geniş bir kavram kimi için ânı kimi için de geçmişi anlatır. Bazı insanlar vardır dünlerinde öyle şeyler yaşarlar ki içinde bulundukları ânı bile geçmişiyle doldururlar. Geçmişinden bugününe taşıdığı öfke, acı, nefret, mutluluk gibi duygular sadece yaşadığı zamanı değil geleceğini de şekillendiriyor. İçinde taşıdığın vicdan azabı ise seni içten içe eritir ama belki de insanın en kolay içinden silebileceği şeyde budur çünkü bir yüzleşme ile bunu çözebiliyoruz ama kırıldığımız, ağladığımız anları günümüzde maalesef iyileştiremiyoruz. Sadi, Songül ve Kıvanç bu kişilerin geçmişlerinden bugünlerine taşıdıkları o kadar şey var ki yavaş yavaş karşılarına çıkıyor tıpkı hiç beklenmedik bir şekilde karşılaşan Sadi ve Kıvanç gibi.

Geçtiğimiz hafta yüksek bir tansiyonla bıraktığımız bölümümüzü aynı tansiyonla karşıladık. Kıvanç ve Sadi geçmişten gelen iki hayalet gibiydiler artık ikisi de birbirlerine ilk defa imalar yapmadan açıkça konuştular. Sadi içinde sakladığı Yedi Emin’i çıkararak başta karısı olmak üzere çocukları için bir tehdit gördüğü Kıvanç’a adeta “Sadi olsam da sevdiklerime özellikle de karıma yaklaşırsan Yedi Emin’i göreceksin” dedi bir nevi gövde gösterisi yaptı. Çünkü bizim onun geçmişini bilmediğimiz gibi Sadi’de Kıvanç’ın geçmişini bilmiyor. Bilinmeyen, flu olan her şey tehlikelidir. En azından Sadi’nin bakış açısıyla bu durum böyle olduğundan elindeki verilerle kalan boşlukları doldurdu. Sadi için o para karşılığı insanların hayatını alıp başkalarına hayat veren bir doktordu. Kıvanç belki de ilk defa o an Sadi’nin ona karşı olan tavrını tam anlamıyla çözmüştü çünkü bana göre kendisi de “Sadi’nin sırrını ifşa edeceğini” düşündüğünden ondan rahatsız olduğunu sanmışı ancak durum ikisinin de düşündüğünden çok farklıydı. Öncelikle sahnede yakaladığım bir detayı sizlere söylemek istiyorum Sadi Kıvanç’ın karşısında Yedi Emin gibi duruyorken Kıvanç’ın “Emin” demesiyle “Sadi Bey” diye düzeltmesi sıradan bir diyalog değildi. Sadi bence burada “Ben artık Sadi olsam da özümde buyum ve eğer karıma, sevdiklerime zarar vermeye kalkarsan karşında bunu bulursun” demek istedi. Sadi ne kadar kendinden eminse Doktor Kıvanç ’da öyleydi gözlerini kaçırmadan kendinden gayet emin bir tavırla tıpkı kendisinin yaptığı gibi ikinci şansını değerlendirmeye çalıştığını anlattı, ben zararsızım dedi. Sadi zeki ve donanımlı bir adam söylediklerine ek olarak vücut dilini de analiz ederek söylediklerine ikna olmuş gibi olsa da tam olarak güvenemiyordu çünkü o dünyadan gelen birine karşı hiçbir zaman yelkenleri hemen indirmemek gerektiğini iyi biliyordu. Yanından ayrılmadan vereceği mesajı verip bir eski tanıdığı daha arkasında bırakarak gitti, Sadi. Şimdi burada neden Sadi, Kıvanç’a zarar vermedi sorusunu da irdelersek şu aşamada Songül için bir risk değil. Yani Sadi kendisiyle ilgili hususlarda Songül için olduğu gibi sonuç odaklı yaşamıyor. Osman Baba Songül için riskti, öldü. Kıvanç şu anda değil, ikinci şansına o da sarıldığı için Sadi henüz ona dokunmadı ki bence dokunamayacak da. Kim ikinci şansı için tüm hayatını değiştiren birini Sadi kadar iyi anlayabilir ki?

İnsan annesinden bir kere yaşarken ise defalarca kez doğar. Yaşadığı her olay hissettiği her güçlü duygu sonucu bambaşka bir insana dönüşür. Tamamen değişmez belki ama farklılaşır bir nevi teknolojik cihazları düşünün her özelliği değişmez ama güncellemelerde yeni şeyler eklenir işte insanda bence böyle bir şey. Bu durumu da belki en açık Sadi Payaslı’da görüyoruz. Sadi değişmeye karar verdiği ilk andan bu yana aslında çok yol yürüdü, çok değişti kendisine ördüğü yeni kozaya her gün bir şeyler ekleyerek gerçeklik verdi. Kendisine sonradan verilen bu kimliği kendince hakketmeye çalıştı. İlk önce hayatlarına dokunacağı öğrencileri için çabalamaya başladı daha sonra ise karısı için çabalamaya. Ben hayatının hiçbir yerinde Sadi’nin emek vermekten, çabalamaktan, fedakârlık yapmaktan gocunan bir adam olduğunu düşünmüyorum. Geçmişte Yedi Emin olduğunda da ihtiyacı olanlara el uzatmaktan geri duran biri değildi bence. Sadi şu an nasılsa Emin iken de öyleydi tek farkı “Yedi Emin” bir mafyaydı, illegal bir hayatı, karanlıkta geçirmesi gereken bir yaşamı, mücadele etmesi gereken düşmanları vardı. Yeri geldiği zaman hayatta kalabilmek için acımasız olması gerekmiş de olabilir, bilemeyiz. Sadi ise bir öğretmen geleceklerine ışık olacağı çocukları ve yüzünü her daim güldürmesi gereken çok ama çok sevdiği bir karısı var. Ortak noktaları ve zıt yanları olsa da aynı kalbe ve aynı vicdana sahipler bundan şüphe yok. Âşık olmak beraberinde insana büyük korkular getirir “kaybetme korkusu” en önde ve en büyük olandır. Uykularınızı kaçırır, yemeden içmeden keser hatta paranoyaklaştırır. Sürekli diken üstünde yaşarsınız sevdiğinize siper olursunuz tıpkı şu an Sadi’nin olduğu gibi. Fark ettiniz mi bilmiyorum ama Sadi hâlâ uyumuyor biz bu adamın uzun zamandır uyuduğunu görmedik ya salonda ya koltukta uyuyan Songül’ün yanında sürekli tetikte ya da sürekli araştırma peşinde ve tüm bunları yaparken Songül’e de hiçbir şey hissettirmemeye çalışıyor. Çünkü hissederse gerilecek ve üzülecek ki bu Sadi’nin son isteyeceği şey. Sadi bu yola çıktığında hayattan beklentileri netti basit, eski hayatının aksine aydınlık bir hayat. Sadi hala bu noktada bence. Işıkta kalmak istiyor ama ilk çıkış noktasından da farklı bir durumda. O zaman hayatının tek amacı ve gerçeği bir diyet ödemek ve belki de yalnız bir şekilde ölmekti. Bu diyet için de her şeyini feda etti ama hayat onun için çok daha farklı bir plan kurdu. Sadi aydınlıkta kalmak için artık mücadele etmek zorunda ancak bunu yaparken de karanlıktan tamamen kopamayacak yani kendi benliğini de yok edemez. Yani bu hayatın içinde tamamen kendi olarak devam etmeyi öğrenecek ki bunu ona öğreten biri var : Songül! Sadi hayatının diyetini ödemek için girdiği bu hayatta ruh eşini buldu. Bu mucizesi olsa da karşısına  o mucize ondan gitsin diye uğraşan gölge haramileri var. Sadi’nin gerçek savaşı asıl şimdi başlıyor. Hayatının en huzurlu ama belki de en zor zamanlarını yaşıyor Sadi, zorluğu da sürekli karıma bir şey olacak korkusunu taşımasından kaynaklanıyor. Sadi şu an da beşe bölünmüş durumda desem abartmış olmam sanırım. Bir tarafı karısını korumaya çalışıyor, bir yarısı baştaki büyük patronu arıyor, bir yandan Kıvanç’ı gözetim altında tutmaya çalışıyor, bir yandan öğrencilerini ihmal etmemeye çalışıyor bir yandan da Nevzat’ı kontrol altında tutmaya çalışıyor. Bu kadar zorluk arasında da en büyük yardımcısı şüphesiz Yaver oluyor. Yaver ile konuşurken korkularını ve endişelerini gizlemiyor ki bu adam birileriyle de konuşamazsa bunca zorlukta delirir. Songül’e her konuda çok açık ve şeffaf ama korkularını onunla paylaşıp onu üzemez böyle olunca da Yaver imdadına yetişiyor. Sadi, Kıvanç’ın söylediklerine tam inanmadığından yine de araştırtıyor çünkü büyük bir tehlike onun için. Sadi’nin şu an gözü kararmış durumda Kıvanç’ın hikayesinde yakaladığı yalan ile ölüm emrini vermekten çekinmedi zira karısının yakınlarında böyle bir tehdidin bulunmasına bile tahammül edemiyor. Sadi şu an bir halk kahramanı misali herkese yardım etmeye çalışıyor ama çok ince bir sınırda bu sınır Yedi Emin olmakla Sadi olmak arasında. Sadi’nin Yedi Emin’e tekrar dönmek istediğini ya da isteyeceğini düşünmüyorum ancak her insanın bir sabır sınırı ve dayanma gücü var. Yaşayacağı tek bir korku ya da olay bardağı taşıran son damla olabilir ve o damlayla birlikte suyu taşıranın vay haline diyebilirim.

Hayat birçok yol ayrımları ve kavşaklarla dolu bazen bir önceki yanlış seçimi değiştirebilmek için dönüş şansı verir hayat bizlere, önemli olan bunu zamanında görebilmektir. Karabayır da bu konuda yeni başlangıçlar durağı oldu önce Sadi şimdi Kıvanç. Doktor Kıvanç’ın kötü bir adam olmadığını düşünüyordum şu an için de bundan eminim umarım alabora olmam. Benim Kıvanç’ın geçmişiyle ilgili bazı düşüncelerim vardı bu işe mecbur bırakıldığını düşünüyordum ama altından bu denli hassas ve dokunaklı bir olay çıkacağını düşünmemiştim açıkçası. Ailesi zarar görmesin diye istediklerini yapmasına rağmen verdiği kayıplar çok ağır. Kardeşini ve eşini kaybetmek içini zaten kavururken aynı zamanda yeğenin engelli olmasına sebep vermesi aynı zamanda da ailesiz bırakılmasına sebep vermesi ömrü boyunca adım adım ağırlığı altında ezerek onunla olacak. Tüm bunlara rağmen yeğenine sırtını dönmeyip sahip çıkması da çok hoş bir davranış başkası olsa gördükçe hatırlamamak için sırtını dönebilirdi. Hayatını yeniden inşa etmeye geldiği bu yerde Sadi ile karşılaşmayı oda beklemiyordu. Tekrar tekrar söylüyorum ki Kıvanç şimdi bile Sadi’nin durumunu ortaya çıkarıp her şeyi bitirebilir hem bunu yapmıyor hem de Derya’ya geçmişini anlatırken onunla arasında geçen diyaloglardan asla bahsetmiyor şu an için Kıvanç’ın kimseye bir zararı olacağını düşünmüyorum gizli bir planı olsa Derya’ya geçmişindeki olayları anlatır mıydı? Hiç sanmıyorum ki mecburiyetten de olsa yaptığı şeyden yeterince acı çekip altında eziliyor. Kıvanç ve Sadi aslında birbirlerine benziyorlar ikisi de geçmişlerini geride bırakmak için çabalayan iki adam hatta Sadi farkında olmadan onun bu hayata başlamasına olanak sağlamış. Bu ayrıntı bir süre sonra ikisini de mutlu edecektir. Zira Sadi bir çocuk için girdiği yolda belki de farkına bile varmadan bir çocuğun hayatını kurtardı. Kıvanç ve Sadi’yi bu ayrıntı birbirine bağlar. İkisi de şu anda birbirlerine benzeseler de bir keskin ayrım var. Sadi bu hayata kendi isteğiyle girerken Kıvanç mecbur edildi. Yani o karanlığa mahkum edildi. Bu sebeple de Sadi’nin onu daha iyi anlayacağı aşikar. Kim bilir bu iki yaralı adam belki arkadaş olmayı başarırlar. Servet kapı ağzında tüm heybetiyle beklerken, zaten birbirlerine düşmeleri ona ancak güç verir. Zira bu düşman kimseye benzemiyor ve adam öyle bir genel tavra sahip ki düşmanına değen tüm hayatları hallaç pamuğu gibi atıyor. Bu sebeple gereksiz düşmanlıklar ancak hayattan çalar diye düşünüyorum.

Aile… Toplumu oluşturan en küçük yapı taşı klasik tanıma bakacak olursak böyle diyor. Her aile bir hikâye barındırır içinde ve her evde gizli bir acı vardır. Bir laf vardır bilir misiniz bilmiyorum ama “akrabanın akrabaya ettiğini akrep bile etmez” ben bu söze katılıyorum. Akraba dediğimde aklınıza ikinci kişiler gelmesin anne ve babanızın verdiği o zararı onlar bile veremez. Bunu nereye bağlayacağımı düşünüyorsunuz biliyorum söyleyeyim Servet’e. Bu adamın yapamayacağı hiçbir şey yok bundan artık tamamen eminim elindekini kaybetmemek için elini karanlığa sokmaktan gocunmaz. Böyle hırslı bir çocuğu öldürmeyi düşünmekten rahatsız olmayan bir adamın nasıl bir baba olacağı da az buçuk tahmin edilebilir. Rıza’nın, Servet’in oğlu olduğundan şüphelendiğimi söylemiştim nitekim öyle çıktı ama bence Rıza babasından pek hazzetmiyor gibi geliyor. Babasını görünce değişen yüz ifadesi, gerginliğini buna bağlıyorum bu durumda Rıza babasının gerçek yüzünü biliyor demektir. Her ne kadar şu an için böyle düşünsem de bazen koşullar bizi istemediğimiz kişiye dönüştürebiliyor. Baba- oğul arasında neler olacağını cidden merakla bekliyorum.

Karabayır da yeni başlangıçlar rüzgârı eserken geçmiş mevsimlerden kalan olaylarda da yol almaya başladık. Derya ve Sadi olayında oldukça büyük bir mesafe almışız bu net olarak söyleyebilirim. İki tarafında birbirine karşı durumu sadece “saygı” bundan farklı hiçbir şey yok. Sadi için mesele zaten çoktan kapanmışken bu hafta Derya’da bana artık bu konuyu kapatmış ve aşmış gibi geldi. Sadi’yi araması da tamamen oğlu için korkmasından kaynaklanıyordu ki sonrasında Songül ile de bu konuyu konuştu. Derya’nın da bu konuyu aştığını Sadi ile konuşurken, ona Kıvanç’ı savunurken sesinin titrememesi, yüzüne rahatça bakarak konuşması “Aramızda bir şey ama hayatımda böyle biri olduğu için çok şanslıyım” demesinden anladım. Derya da aslında bir konuda Sadi’den farksız. Sevilmek istiyor. Biri onu olduğu gibi kabul etsin istiyor ve bence bunu Kıvanç ile yaşayacak. Kıvanç’ın ona tavrı, yaklaşımı bence Derya’nın hiç yaşamadığı kadar güzel gibi geldi ki daha iki gün öncesine kadar günlüğüne adını yazdığı adama bunu direkt söyledi. Bu meselede yolun sonu görünmeye başladı. Onlar artık sadece iki eski tanıdık olma yolunda ilerliyorlar ama bir konuyu da unutmamak lazım. Mert’le aynı zamanda ebeveynler de. Derya tüm kaybettiklerini yavaş yavaş kazanmaya başladı ama onun varlığı bunlara hiç sahip olamayan birinin kalbini paramparça etmek üzere : Songül…

Yaşamak öyle zor hayat öyle acımasız ki bazen tüm olup bitenin içerisinde kendimizi aciz, güçsüz hissediyoruz. O kadar normal ki çünkü hayatımızdaki en ufacık şey için bile büyük çabalar göstermek zorundayız. Tüm bu hengâmede bir de kimsesiz, yalnızsanız daha çok yoruluyorsunuz, omuzlarınızdaki yük daha da artıyor. Songül şimdi tam olarak böyle sıkışıp kaldı, nefes alamıyor artık her şeyin sonuna geldi ve patladı. Tıpkı dünyayı taşırken onun ağırlığında ezilen Atlas gibi ama tek fark Songül’ü bu sıkışmışlıkta bile güldürebilen bir kocasının olması. Songül artık tükendi kendini beceriksiz, işe yaramayan biri olarak görüyor ve bu psikolojik çöküntünün başlangıcıdır. Songül bu zamana kadar düşse de kendi kalkmış, kalkamamışsa da başının çaresine bakmayı öğrenmiş şimdi ise durup farklı korkmadan tutunabildiği bir dalı var. Songül kendini tamamen açamıyor henüz çünkü geçmişten gelen travmaları sebebiyle ürkeklik var üstünde. Songül, Sadi’nin ondan vazgeçmeyeceğinden ondan gitmeyeceğinden emin ama ilişkileri için çabalayan tarafın hep Sadi olduğunun kendisi de bizde farkındayız. Bu durum çabalamak istemediğinden, beni seviyorsa çabalasın düşüncesinden değil tecrübesizliğinden kaynaklanıyor gibi geliyor bana. Biraz açmak gerekirse Songül her şeyi tek başına ve aynı anda yaşadı. Aşk da beraberinde geldi ve ne yapacağını bilemez oldu. Ailesinin ağırlığı ruhunu öyle bir çıkmaza soktu ki her gün bir parçası daha kayboluyor. Sevilmek, sevgi gibi kavramlara uzak bir kadındı, o. Bu sebeple bu kadar ürkek, çekingen… Songül büyük ihtimalle aşk ne demek, ilişki ne demek, nasıl yaşanır bilmeden çarptı Sadi’ye ve nasıl davranması gerektiğini bilmediğinden oluyor tüm bunlar ama zamanla anlayacak ki aşk hep ansızın gelir. Songül zaten aşkın geldiğini bile algılayamıyor ki. Üst üste yaşadığı felaketler yüzünden arafta kaldı. Songül şu an öyle karışık ki etrafın olup biten çoğu şeyi göremiyor. Bakın görmüyor demiyorum göremiyor diyorum. Üst üste onca şey yaşadı, halasını kaybetti ve ailesinin ölümüyle ilgili çok büyük bir kanıtı da kaybetti. Her yaptığı hamlenin geri tepmesinden, bir ileri iki geri yürümekten öyle sıkıldı ki sorgulayamıyor artık, yorgun. Kasetin varlığından üç kişinin haberi vardı kendi dışında Taylan, Sadi ve Serdar Müdür. Bu üç isimden seçin deseniz Taylan’ı direkt göstereceğinden eminim ben ancak mantığı eline aldığı zaman her şey çorap söküğü gibi gelecek ve işte o zaman kıyamet kopacak gibi hissediyorum.

Songül bu henagemede delirmediyse bunu hiç şüphesiz yanında dağ gibi duran adama borçlu. Songül’ün gülüşüne hayatını adayan Sadi tüm varlığıyla Songül ayakta dursun diye uğraşıyor. Başarılı olsa da Songül’ün yüklerini üstünden çekip alamadıkça karısının kollarının arasında damla damla eridiğini gördü. Bu Sadi için en zoru diye düşünüyorum. Çünkü Songül çırpındıkça karanlığa batmaya başladı ve Sadi Servet’i bılamadıkça da bunu engelleyemiyor. Şimdilik birbirlerine tutunsalar da gölgedeki sırlar, geçmişin yükü artık özellikle Songül’e çok ağır geliyor.

Sizlerle bir şiir paylaşmak istiyorum zira bu şiiri okuduğumda aklıma direk Sadi ve Songül geldi:

Acılar vardır, bir de çaresizlikler

Ne zaman başladıysa benim öyküm

Yürüdük, kim bilir kaç yıl beraber

Bir yanımda aşk, bir yanımda ölüm

Durup kirlendim yaşadıkça

Aşktı beni yıkayan, arıtan su (Ümit Yaşar Oğuzcan)

Bu satırları okuduğumda dünden bugüne yaşadıkları her şey bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. İkisi de İstanbul’a gelirken hayatlarının bu denli değişeceğini, sürekli didişmelerine rağmen birbirlerini böyle sevebileceklerini tahmin etmiyordu büyük ihtimalle. Birbirlerinin tamamlayıcısı olan bu iki insan eş olmanın ötesinde bir yerdeler. Sadi artık karısının bakışından, duruşundan ne olduğunu anlayabiliyor. Cam bir bebek misali ipeklere sarıyor karısını, Songül’ün kendisi gelene kadar o kaseti defalarca izleyip ağladığını tahmin ediyordu. Sadece delil olarak da değil, orada Songül’un hep kaçtığı ama karşısına çıkınca kendine sarılarak, iç geçirerek ağladığı anne babası var. Songül hayatını onların ölümüne acarken, onlarsız geçen günlerine, özlemine ağladı. Sadi’nin eve gelip, hadi beraber izleyelim demesi de her anında ben varım, artık yalnız değilsin demekti diye düşünüyorum. Bence Songül de farkında ki “Ağlasam da yaslanacağım bir omuz var” diyerek özlem dolu geçmişini kocasının omzunda izledi. Songül çok iyi biliyor artık ne olursa olsun Sadi’yi istedikçe hayatında bulacağından ki Sadi’de kapıdan kovulsa bacadan girer. Sadi Songül’e zarar verdiğini düşünmediği sürece onu asla bırakmaz ki varlığı zaten karısının hayatındaki en önemli şey. Sadi, Songül’ün can suyu oldu. Bu yüzden ben bu ikilinin değil ayrılmak küs bile kalacağına pek ihtimal vermiyorum. Onlar karı koca veya aşık olmanın ötesinde ruh eşi oldular. İnsan ruh eşinden ayrılamaz, ayrıldığı anda ölür….

Sadi, Songül’ün kalbini, sıkıntısını kalbinde hissediyor. Geçen yazımda demiştim, o bir kalp atışında yaşıyor artık. Bu yüzden de her yükü üstünden aldı. Songül’ün güzel bir geceye, her şeyden arınmaya ihtiyacı vardı ve Sadi bunu ona elleriyle hazırladı. Karı koca karşılıklı sohbet ede ede uzun zaman sonra güzel bir akşam yemeği yediler. Böyle küçük ama önemli anlardır ilişkilerde. Her şeyi geride bırakıp yemek yerken tatlı tatlı sohbet etmek dertleşmek büyük güç verir insana. Sadi ve Songül için de öyle oldu. Songül belki ayıkken utanıp söylemeyeceği cümleler kurdu “Biz ikimiz tekiz. Biriz” dedi. Her şeyi açık açık gözlerinin içine baka baka söyledi. Songül hazır olduğunu belli ederken Sadi kabul etmedi bakın bu çok ama çok önemli. “Her anını hatırlamak istiyorum” diye söylese de bence Songül’ün bu durumunu kullanmış gibi görünmemek için. Sadi gibi ince, naif seven erkek karakterlere hasret kalmışken Sadi ve Songül bizim aşka olan inancımızı güçlendirmeye başladı.

Sadi Payaslı için bir çok şey söyledim bugüne kadar ama böyle bir şeyi gördüğüm anda dedim ki keşke gerçekten olsa. Sadi’nin tüm centilmenliğiyle karısının boş ve zayıf anından yararlanmak istememesi bir yana ona kaybettiği çocukluğunu tek bir karede hediye etti. O videoyu kurtarması yetmiyor gibi bir de ondan çerçeve yaptırırken Songül’e kendisiyle barışması yolunu da açtı diye düşünüyorum. Farkında mısınız? Songül’ün evinde ailesine dair anıları yok büyük ihtimalle onların katilini bulamadığı için yüzlerine bakamıyor ve kaçıyor. Sadi bunu fark etmiş olacak ki babalar kızlarını izler diyerek verdi o çerçeveyi karısına. Sadi sadece Songül’ün gülüşüne aşık değil, onu güldüren tek insan. Onun eksik yanlarını tek tek tamamlayarak bugünde tutuyor. Bence bir insanın başına gelecek en güzel şey bu. Songül belki de hayatının çok büyük bir kısmını yalnız geçirdi ama hayat ona bunu Sadi gibi seven bir adamla ödedi. Herkese aynı tarife maalesef ki yazılmıyor. Nevzat ve Araz gibi…

İnsanların kişiliklerinde en büyük izleri bırakıp hayata bakış açılarını belirleyen evre şüphesiz ki çocukluk yıllarıdır. Bu zaman iyi veya kötü fark etmez yaşadığınız her şey gelecekti sizi inşa eder. Bu durumu en iyi ifade eden cümle Şeker Portakalı’nda geçiyor sanırım “Çocuk yüreği unutur ama asla affetmez” okuduğum andan itibaren bende derin izler bıraktı. Beynimizin yapısı gereği bazı yaş aralıklarını hatırlayamıyor olmamız normal ancak yaşanan iyi veya kötü fark etmez bir olayı unutmaz. Ben çok iyi hatırlarım mesela öfkem canlıdır, özlemi de olaya göre değişir. Olayı yaşadığınız zaman afettim sanırız ama affedememişizdir tıpkı Nevzat’ın annesini affedemediği gibi. Ben onu o kadar iyi anlıyorum ki o öfkesini, hırçınlığını çünkü canı çok yanıyor ve canı yanan bir insan canını yakanın canını yakmak ister kim ne derse desin. Nevzat ve Araz çok zor bir aile içerisinde büyümüşler ki bu ailede bir süre sonra dağılmış zaten. Buradan büyüklerimize sesleniyorum “çocuklarını döverek terbiye edemezsiniz, şiddet çözüm değildir ve anadır, babadır döver de sever de”, “şiddet gösteriyor ama sizi çok seviyor” diye bir şey yok olamaz! Böyle yaparak siz çocuklarınızı kendi ellerinizle parçalıyorsunuz. Böyle bir yol izlediğinizde çocuğunu ya hiçbir şekilde hakkını aramayan pasif bir insan olur ya da tam tersine asi bir insan olur. Araz ve Nevzat ikinci duruma örnek, babaları zamanında kemerle dövmüş olmasına rağmen “Öyle severdi” bizi diyorlar çünkü onların yıllarca bilincine kodlanan bu. İki kardeş birbirlerine mesafeli görünseler de aşırı derin bir bağları var sevgi gösterilmeden büyümüşseniz göstermeyi de bilmezsiniz durum bu.

Nevzat’ın kardeşine bunu yapana hesap ödetmek istemesi bence “El alem ne der” mantığından çok yaşadığı kaybetme korkusuyla başa çıkamamasından kaynaklanıyordu. Bu korkuyla bocalayacağı sırada kendisinin değimiyle “koruyucu meleği” olan Sadi korudu. Bazı anlar olur bizi kendimizden birisinin koruması gerekir Sadi ve Yaver bunu yaptılar Nevzat’a. Sadi’nin Nevzat ile yaptığı konuşma çok dokunaklı ve anlamlıydı, benim kardeşim yok belki anlayamam ama en yakın arkadaşımı yalnız bırakmamak uğruna bende her şeyi yaparım. Sadi’nin tek derdi Nevzat düzgün davransın da Araz da düzelsin değil ki Nevzat kendisi de bu öfkeden kurtulup hayatını toplasın, zarar görmesin istiyor. Nevzat bildiğiniz gibi Sadi’ye aga diyor, tıpkı Yaver gibi. İkisinin de hayatında örnek aldıkları, belki de sözünü dinledikleri tek insan, o. Onları anlıyor, yalnız asla bırakmadı. Araz’ın nasıl bir abiye ihtiyacı olduğunu da biliyordu Sadi. Kendisi de Yaver sayesinde bunu belki öğrendi. Ona ömrünce abilik yaparak, tecrübeyle anladı. Bu yüzden Nevzat ayağa kalkmak zorunda. Nevzat iyileşir yaralarını sararsa Araz da iyi olur çünkü kardeş olmak bunu gerektirir.

Araz, bizim hırçın kelebeğimiz hepimizi çok korkutsa da aramıza nihayet döndü, izlerken fark ettim ki çok özlemişim. İzlerken bir diğer dikkatimi çeken ise Araz’ın ne kadar değiştiği idi. Evet hâlâ asi ama iyileşiyor Araz. Ağabeyine engel olmaya çalışması, okuldaki tavırları, Aylin tamirhaneye geldiğinde ekibine ve ağabeyine karşı Aylin’i koruması bizim ilk tanıdığımız Araz olsa bence daha farklı olurdu. Belki Araz bile farkında değil Sadi Hocasının onu nasıl değiştirdiğinin, nasıl iyileşmeye başladığının ama ilk bölümlerdeki Araz’ın Aylin’i takip edip evine bırakayım geç oldu diyeceğini, söyleseydin mahallenin en iyi evini bulurdum diyeceğini hatta özür dileyeceğini bile düşünmezdim. Ama oldu biz Araz’ın içinde en derinler de kalan hâlini görmeye başladık. Değişmeyen bazı huyları elbet var ki zaten bir insanı tamamen değiştiremezsiniz kendi istemezse hiç olmaz zaten Araz içten içe istiyor demek ki bazı yönleri giderek törpüleniyor. Net söylemek istemiyorum ama Araz yavaş yavaş Gizem’i unutuyor gibi gelmeye başladı özellikle Aylin ile sohbet ederken gelen Mert ve Gizemle konuşurken ki tavrından. Araz büyümeye, olgunlaşmaya başladı çünkü. Araz’ın hayata karşı hep bir savaşı vardı şimdi Aylin’de hayata tek başına savaş açtı. Ne yaşarsa yaşasın pes etmeden savaşıyor, boyun eğmiyor ve artık susmuyor. Babasıyla telefonda yaptığı konuşma beni çok duygulandırdı zaten masumken bedel ödemişti bir de tek başına bırakılmıştı. Aylin ve Araz aileden yaralı iki kalp birbirlerine şifa olur mu dersiniz? İzleyip hep birlikte göreceğiz bunun cevabını.

Araz ve Aylin cephesi böyleyken Mert ve Gizem arasında neler olduğunu ben şahsen anlayamıyorum. İki haftadır daha dikkatli inceliyorum ilişkilerini de pek sevgili diyemem sanırım. İki sevgiliden ziyade iki çok yakın arkadaş gibiler sanki bir şey eksik aralarında ama ne? Zülfikar ve Melek de öyle bir durum yok sevgili oldukları gayet belli oluyor ama Gizem aralarına sonradan girdiği için mi böyle çekingen yoksa başka bir durum mu var bilmiyorum ama ilişkilerinde bazı eksik noktalar var, sonları nasıl olacak onları nasıl bir yok izliyor çok merak ediyorum açıkçası.

Dizimizin son sahnesi öyle bir yerde bitti ki hepimiz bir an önce Perşembe olsa da izlesek diye bekliyoruz. Can’ın sesleri ayıklamasıyla Songül artık sonuca her zamankinden çok ama çok daha yakın. Öğrendikleri karşısında nasıl bir yol izleyecek neler yapacak bende dört gözle bekliyorum. Bakalım önüne hangi taşlar yıkılacak çok merak ediyorum çünkü büyük patron o kaseti gözleri önünde yaktırdı bu yüzden kurtuldum sanıyor ama ummadık taş baş yardı ve Sadi içine doğmuş gibi kopyasını çıkarttırmıştı. Servet bundan habersiz yaşamaya devam ededursun ama sanırım bu zaman çok uzun olmayacak onun için.

Bu haftada yazımı bitirmeden önce değinmek istediğim kalbime taht kuran bir sahne var. 10 Kasım Atatürk’ü anma… Şu an düşündüğümde dahi gözlerimin dolmasına engel olamıyorum oldukça duru ve çarpıcı bir sahneydi. Öğrencinin koluyla fotoğrafın tozunu alması, gözleri dolu dolu bakması, “Atatürk sevilmez mi?” deyişi Sadi’nin “çocuk” demesi… Bu dünyadan çok büyük insanlar geçti hepsi tarihe iz bıraktılar şüphesiz ama Mustafa Kemal Atatürk çok başka o tarihe değil kalplerimize altın harflerle yazıldı. 35 ülkede heykeli bulunan ebedi başkomutan, tüm dünyanın saygı duyduğu, bizimse hasretiyle yüreğimizin yandığı canım Atam aramızdan bedenen ayrılalı tam 84 yıl olsa da sen hâlâ yaşıyorsun çünkü fikirler asla ölmez.

Seni ve fikirlerini özümsediğimiz kadar da özledik baba…Işıklar içinde uyu