GÜNEŞİ BEKLERKEN

YAZAR : A. Ela Erdoğdu 

Zaman uçsuz bucaksız bir karadelik gibi bizleri içine çekerken onca yılın ne kadar çabuk geçtiğini gördüğüm an ağzım açık kaldı. Yayınlandığı dönemde fırtınalar estiren, tıklanma rekoru kıran hatta bir günde bir milyondan fazla izlenme başarısı gösteren Güneşi Beklerken hayatımıza gireli tam 10 sene olmuş.

Güneşi Beklerken benim hayatımda çok özel bir yerde çünkü hayatımın çok stresli bir döneminde karşıma çıktı. Yedinci sınıftan sekizinci sınıfa geçtiğim yaz tanıştım. Yalan yok ilk tanıtımı gördüğümde klasik bir lise dizisi demiştim kaç lise dizisine yaşım yettiyse artık…Annemle beraber izlemeye başladık ve önyargılarımdan dolayı utandım çünkü bayılmıştım; sınav stresinden gerilirken bana kendimi dinlendirebileceğim bir liman olmuştu adeta. Güneşi Beklerken dört başrol ile izleyici karşısına çıkarak büyük bir risk almıştı aslında çünkü dört karakterin hikayesini bir yerde ana olaya bağlamak oldukça zordur hele ki karakterlerimizin birbirine olan zıtlığını düşünürsek.

Hayatın içinden alınmış dört ayrı renk, her baktığınızda farklı detaylar gördüğünüz bir tablo gibiydiler adeta. Birbirine taban tabana zıt ama büyük bir ahenk ile bir arada bir tablo oluşturdular. Her bir gencin ayrı bir derinliği vardı ancak içlerinde kendini hem saklayıp hem de net olarak ortaya koyan en net iki karakterden biri şüphesiz ki Kerem Sayer oldu.

Kerem bu tablonun en sert rengiydi, bakıldığında ilk dikkati çeken oldukça derin ve ne kadar uğraşırsanız uğraşın tam anlamıyla çözemediğimiz bir gençti. Kerem Sayer karakteri ile hayatımıza giren Kerem Bürsin sayısız muhteşem ruha can olsa da sanırım Kerem Sayer’in yeri hepimizde ayrı kalacak. Kerem aslında ruhunda birden fazla rengi barındıran ancak dışarıya sadece siyah kısmını gösteren bir çocuktu. Bunun sebebini uzun süre düşündüm ben ve karşıma tek bir cevap çıktı : İnsan ailesine kendisini gösteremiyorsa, dışarıdaki insanlara nasıl gösterebilirdi?

Kerem, üstü toz, toprakla örtülmüş ve derinlerde saklı kalarak gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen bir tarihi eser gibiydi ve koşulsuz sevgi onu tekrar gün ışığına kavuşturdu. Uzaktan bakıldığında mükemmel şartları olan, Amerika’da okumuş, zengin bir ailenin tek evladı yakından bakıldığında ise yıllardır bunalımda olan kendini odalara kapatan, oğluyla neredeyse sıfır iletişim bir baba, duygularının alındığını düşündüren taş kalpli, bir anneden çok patronu gibi davranan bir anne… Evlatlarını kaybetmiş olmalarını, acılarını anlayabiliyorum ama geriye kalan tek evlatlarına yaşadıkları bu kayıptan sonra buz kesmelerini, kendilerinden uzak tutmaya çalışmalarına anlam veremiyorum. Çok sevdiği ağabeysinin acısı ona ağır gelirken üstüne yaşarken ailesini de kaybetmiş gibi hissediyordu Kerem şüphesiz. Yaptıklarıyla ailesine “Koray öldü ama bakın ben buradayım, yaşıyorum” demeye çalışıyordu ama yine hiçbir tepki görmüyordu. Görünmez oldukça kendini daha değersiz, önemsiz hissediyor çünkü içten içe kendini ölen ağabeyi ile kıyaslıyordu. “Onu seviyorlardı ama beni sevmiyorlar ben onun gibi değilim vb.” bir sürü düşünce en derinlerinde dolanıyordu evde görünmez oldukça dış dünyaya kendince “Onlar beni görmüyor ama ben buradayım, beni yenemezsin” demeye çalışıyordu. Sevmek, sevilmek, aile olmak, bu kavramlara öyle uzaktı ki bunları sadece çocukluk arkadaşı olan Barış’dan, Behice Teyzesinden gördüğü kadarıyla biliyordu. Tahmin edersiniz ki görmek, bilmek başka hissetmek bambaşkadır. Kerem’in tek ihtiyacı olan ona koşulsuz sevgiyi yaşatacak, onu olduğu gibi seven biriydi ki bu kişi hiç kimsenin aklına gelemeyecek şekilde ve an da gelmişti ama ikisinin de bundan uzun bir süre haberi olmayacaktı.

İnsan insanı yarasından tanırmış diye bir söz okumuştum bir yerde hayatımda daha anlamlı çok söz duymuşumdur. İnsanı insan yapan, büyüten ve güçlendiren şey hayattan aldığı darbelerdir bazı yaralar derindir bazılarını bakar bakmaz görürsün. Derin acıları kendimiz bile hatırlamayız en azından öyle yaparız ama bizi ayakta tutan en büyük şeylerdendir büyük acılarımız. Kerem ailesi yaşarken ailesizlikle boğuşurken Zeynep’in tutunabileceği tek ailesi annesi Demet’ti. Gözlerini babasız bir şekilde hayata açan Zeynep hayatının en büyük sınavının bu olacağından habersizdi. Annesi tarafından acısını en aza indirmek amacıyla yaratılan bir masal ile büyümüştü. Bundan dolayı da gerçekten yapamadıklarını babasının fotoğrafıyla ve hayali ile yapıyor bunlara tutunarak güçlü kalabiliyordu. En yakın arkadaşı, sırdaşı, dert ortağı bir fotoğraf olarak tanıdığı babasıydı, küçük ona yeten bir dünyası varken bir anda kendini bambaşka bir dünyada buldu. Yüzlerinde maskeleriyle dolaşan ancak filmlerde görse inanacağı tipte insanlar. Bunların en başında da hayatının aşkı olacağını bilmediği Kerem vardı.

Zeynep Gölyazı’ndan geçici süreyle geldiğini düşündüğü bu okulda daha ilk günden kabus yaşamaya başladı. Okulun sahibinin oğlunun zorbalığını gözünü kırpmadan elinden aldı ve hayatı bir anda zindan olmaya başladı. Kerem tam anlamıyla birine karşı görünür olduğu için nefret saçmaya başladı. Yukarıda ailesinin ilgisini çekmek için yaptıklarından bahsetmiştim, sonrasında da bu ilgi çekme numarası Kerem’e bir güç sağladı. Kerem içinde büyüyen öfkeyi okulda zorbalıkla güce dönüştürerek bir korku imparatorluğu kurdu. Bu Zeynep’in İstanbul’a geldiği günden itibaren böyleydi. Kerem’in gücü bir kız öğrenci tarafından elinden alındı. Bu Kerem için affedilmez olsa da Kerem’in o anda fark edemediği bu kız ona güç kullanmadan görünür olmayı, dikkat çekmeden sevilmeyi, en önemlisi sevginin sorgusuzca olacağını öğretecekti.

Karşıdan bakıldığında aslında çok seven Kerem, sanki az seven hep Zeynep gibi duruyordu. Ancak Zeynep’in hayatında olan, değer verdiği bir çok insan vardı. Zeynep hepsine aynı anda sahip çıkmaya çalışırken, Kerem’e de aslında sevginin tek kişiye ait olmadığını öğretti diye düşünüyorum. Kerem, Zeynep’ten sonra arkadaş grubuna sahip oldu mesela. Öncesinde sadece Barış ve köleleri vardı. Can da onun sözünden çıkmazdı ancak Zeynep’in onun hayatına değmesinin ardından o etrafına çektiği duvarları artık kaldırmaya başladı. Bu duvarları tek tek Zeynep yıktı ve işin güzel yanı ikisi de farkında değildi. Aşk birden bire gelir, hesapsızca gelir ve sen o geldiğinde yapmam dediğin ne varsa yaparsın. Mesela ben istenen adamım dersin ama hoşlandığın kızı öpünce evde dans edersin. Klostrofobisi var diye ona sarılırsın, nefesi olursun… Aşk böyledir.

Kerem ve Zeynep aralarındaki ilişkiyi nefret sözcüğüne saklamıştı. “Senden nefret ediyorum kas hayvanı!” diyerek birbirlerini çok sevdiler. Nefrete Kerem’in daha çok inanması, Zeynep’in o duygu içerisinde Kerem’in tüm ruhunu zapt etmesi tam anlamıyla aşkın mucizesiydi. Birbirlerine yaralarıdan sarıldılar, hayalleriyle aşık oldular ve bu aşk o kadar da kolay olmayacaktı…

Kerem ve Zeynep’in önünde birçok engel vardı ama sanırım en büyük engel Melis ve Barış’tı. Birinin en yakın arkadaşı, diğerinin kız kardeşi kendilerine aşıktı ve Zeynep burada vazgeçen oldu. Aslında Zeynep’in vazgeçme sebebi de Kerem’ i az sevmesi ya da Melis’i daha çok sevmesi değildi. Kerem tüm cesaretiyle gelse de Kerem’le Zeynep’i birbirinden ayıran en temel fark aile hususundaydı. Zeynep için aile her şeyden önce geliyordu zira Zeynep, Demet’ten böyle öğrendi. Ancak Kerem’in aile tanımlaması çok farklıydı. Kerem sevgiyi yakaladığı noktada bırakmak istemedi ancak burada en büyük sıkıntıya giren kişinin de Zeynep değil Kerem olduğunu sanıyorum. Melis ve Zeynep seneler sonra birbirini bulmuş iki kardeşti. Ancak Kerem ve Barış için durum bu değildi. Onlar kardeşti ve aynı kıza aşık olunca kardeşlikleri büyük bir darbe aldı. Bu da Kerem’i içten içe mahvetti…

Aile olmak deyince aklınıza anne-baba ve diğer akrabalar gelmesin bazen içine doğduğumuz aileden daha çok ailemiz olan insanlarla karşılaşırız işte Kerem için Barış tam olarak bu anlama geliyordu. Gerçek Kerem’i bilen tek kişiydi, yanında hayal kurabildiği, eğlenebildiği tek kişiydi Barış. Bu hikâyenin en sakin rengiydi şüphesiz Barış, küçük yaşta ailesini kaybetmiş anneannesi ve arkadaşının etrafında hobileriyle doldurduğu bir hayat bir de yıllardır karşılıksız sevdiği Melis. Çok saf çok temiz duygularla seven, hep doğrunun yanında olup doğruyu yapmaya çalışan sevdiklerinin yanında olan bir genç adamdı ta ki canı en güvendiği kişi tarafından yakılana kadar. Kardeşim dediği adam ve sevdiği kadından aldığı darbe ile Barış’da oldukça değişmişti. Canı yanan can yakmak ister, kendine olan öfkesi ayrıdır güvendiklerine ayrı Barış’da kendine yaşatılanların bedelini ödetmek istedi, değişmeye başladı ama uzun süre devam edemedi. Birbirlerine bir sürü lafta söyleseler hayatının en zor anlarından birinde yanında olan, omzunda elini hissettiği kişi Kerem olmuştu. Bir an yalnız bırakmadı kardeşini, acısını ona göstermeden onu ayakta tutmak için uğraştı belki de yaşanan bunca zorluğa rağmen yıllar sonra bile kardeş olarak hayatlarına devam edebildiler.

Sizi birine bağlayan sadece kan değil candır tıpkı Kerem ve Barış’da olduğu gibi ama bir de kanla ve canla bağlı olmak vardır Melis ve Zeynep gibi. Birbirinden habersiz bambaşka hayatlarda bambaşka büyüyen iki kız. Babasının yokluğunda annesine sarılan Zeynep, anne ve babası yanında olmasında rağmen kendini yalnız hisseden Melis. Başarılı bir anne ve babaya sahip bir çocuk için hayat kolay olmuyor çünkü sürekli olarak onlarla kıyaslanıyorsunuz kimse kıyaslamasa annen ve baban kıyaslıyor zaten. Cihan bunu çok yapmasa da Tülin farkında olmadan kızının ruhuna büyük izler bırakmıştı. Melis’in yaşadığı bulumia kesinlikle annem gibi güzel, zayıf ve başarılı olmayalım temelinden başlayıp, babasının bir kızı olduğunu öğrenmesi ile ilerlemeye devam etti. Tüm bu olanlar ve diğerleriyle tek başına mücadele etmek zorundaydı çünkü içini dökebileceği, dizlerine yatabileceği ne bir annesi ne de arkadaşı vardı. Bir anda çıkıp gelen bir kız kardeşi vardı sadece ama onu da korkuları yüzünden oldukça yaralayarak hayatına aldı zira babası onun en değerlisiydi. İyi kötü bir sürü şey yaşayarak önce can sonra kan yani tam olarak her anlamda kız kardeşini kabul etmişti ama beklemediği bir darbe aldı çünkü kardeşi yıllardır sevdiği çocuk olan kişiyle gizli bir beraberlik yaşıyordu. Melis de aslında sevgiyi tanımlama hususunda sorun yaşadığı için Aksel’in aşkını çok zor anladı. Annesinin kusursuz hayat dayatması, Aksel’in kusurlu olması ve Melis’in onu anlamasını geciktirdi. Melis uzun süre toksik bir şekilde oradan oraya savruldu. Tam kendini, Aksel’i anladığında hayatının en büyük acısını yaşadı. Aksel ona korkunç bir tecrübe yaşattı. O gün onu düştüğü yerden kaldıran Zeynep oldu. Melis her şeye rağmen sevmeyi Zeynep’le, koşulsuz, her durumda sevilmeyi de Aksel’le öğrendi. Melis’in yaşamı zor olsa da yaşananlar ona, aile kavramını yeniden öğretti diye düşünüyorum.

Zeynep, Melis, Kerem ve Barış dikenlerle, çakış taşlarıyla dolu bir yolda birlikte yürümeyi başararak güzel bir hayata ulaşmayı başardılar ki şüphesiz onları bu kadar özel, önemli kılan da onlara can veren oyuncularıydı sanki Hande-Zeynep, Kerem-Kerem, Yağmur- Melis, Ege-Barış olmak için doğmuşlardı. Üzerinden 10 sene geçmesine rağmen onları unutmuyorsak eğer karakterlere üfledikleri ruh sayesindedir.

Güneşi Beklerken, castı, senaryosu, rejisi, müzikleri ile harika bir projeydi. Bize anlatılan ve altında verilen çok güzel mesajlar vardı. Sevgi her zaman kazanırı öğrendik mesela ya da aşkın gücünü, aşkın kimsenin karşısında yenilmeyeceğine inandık. Öyle ki Kerem ve Zeynep her şeye rağmen birbirlerine tutunarak o hayal ettikleri hayata kavuştular. Bu dizi bir çok şey öğretti, hepimizin hayatına bambaşka şekilde dokundu.

Tüm ekibin yüreğine, hepinize çok teşekkür ederim, iyi ki sizinle büyüdüm…

Bir sonraki yazıda görüşünceye dek sevgiyle kalın.

 

Hoşçakal Hisarönü Hastanesi ( Hayat Bugün,8.bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

Bu dünyadaki en güzel şeylerden biri hayal kurmak bence; gerçek olsun yahut olmasın, yaşansın ya da yaşanmasın hayal kurmak insanı ayakta tutan, güç veren, motive eden çok etkili bir şey. Barış mesela bence onun bu kadar mükemmel bir doktor olmasının sebebi; bir gün ablasının öldüğü hastanede kimsenin ablası bu şekilde ölmesin diye doktor olmayı hayal etmesiyle oldu. O bir hayal kurdu ve bunu gerçekleştirmek için bir yola çıktı. Bu yol onu kendini gerçekten ait hissettiği bir yere getirdi ve şimdilik kısa bir mola vermiş olsa da zamanı geldiğinde hayallerini gerçekleştirmek için kaldığı yerden devam edecek.

Barış Güvener Hisarönü Hastanesi’ne başladığında bir hayali vardı; o, bu sistemi bu hastaneyi değiştirecekti. Ablasının öldüğü bu yerde o, yepyeni umutlar ve düşler kurulmasını sağlayacak ve bu şekilde ölüme huzur içinde gidecekti. Evet ilk başta yalnız olduğunu düşünüyordu, belki sadece bir süre için kendine izin vermişti ama yine de olmasını istediği tek şey buydu.  O hastaneyi iyileştirmek, o hastanede tedavi görmek isteyen hastaların iyileşerek evlerine gittiğini görmek belki de en büyük hayaliydi.  Fakat sonra bir kızı olacağını öğrendi, ekip arkadaşlarını kardeş gibi görmeye başladı, dostları oldu, yeniden bir ailesi oldu. Hayalleri orada duruyor evet ama artık o hayalleri paylaşan bambaşka insanlar da var çevresinde. Yalnız başladığı bu yolda kocaman bir aileyle devam etmeye başladı. Şu an hayallerini gerçekleştirmek için kısa bir mola vermiş olabilir ama ben eminim ki çok daha iyi bir şekilde geri dönecek , çünkü o her soruna bir çözüm, her derde bir derman bulabilecek kadar azimli bir insan. Yine de Barış’ın ilk başta verdiği sözlerin tamamını yerine getiremeden mola vermesi bana pek Barış’lık bir hareket gibi de gelmedi, Yaptığına çok saygı duymakla beraber onun biraz mola alması bana oldukça garip geldi, yine de onun umudu bana da umut oldu, iyi ki değdi hayatıma.

Barış karakteri benim için hep umut dolu olup, bu umudu karşısındakine de aşılayabilen biri olarak kalacak. Onu izlemeye başladığım ilk bölümden itibaren çok sevdim, Evet belki ekran macerası kısa sürdü ama yine de bir sağlık çalışanı olarak onu çok güzel hatırlayacağım bir çok değerli iz bıraktı bende. İdealist, umutlu, zeki ve olanca heyecanıyla bu ekranlardan bir Barış Güvener geçti. Barış’ın en sevdiğim özelliklerinden biri de bunca karmaşanın umutsuzluğun içinde karısı ve kızına sımsıkı sarılması oldu. O hayatın ona karşılığı çok ağır olsa da verdiği ikinci şansı kaybetmemek adına hayattaki en büyük amacına kısa bir mola vermeyi kabul edecek kadar seviyor ailesini. Güvener ailesi şimdi birbirine tutunarak bu hastalığında üstesinden gelmenin bir yolunu mutlaka bulacaktır. Barış ve Gizem’in ilişkisi bana hep çok nahif gelmiştir. Boşanmış olsa bile birbiriyle dost kalabilmiş, birbirine saygı duyan ve birbirlerine ihtiyaçları olduğunu anda hiç düşünmeden birbirini yanında olan bir çift.  Birbirini yıpratmadan, kırmadan dökmeden sevgilerini yaşamaları onları benim için hep çok özel kılacak. Onlar tüm olanlara rağmen birbirlerine umut ve sığınakları oldular, kızları Bilge’yle hep çok mutlu olmaları dileğiyle.

Ben en az Barış ve Gizem kadar mutlu olmalarını istediğim bir çift daha var: Derin ve Aras. Onlar aslında birbirbirini kaybetmemek için birbirinden uzak durmuş, korkuları yüzünden aşklarını yok saymış iki deli aşık. Onları birlikte çok az izlemiş ve doyamamış olsam sonunda mutlu olduklarını bilmek çok güzel.  Ben hastaları için canını hiçe sayan, cesur ve zeki Derin’i çok sevdim açıkçası. Onu tanıdığım ilk andan itibaren hastaları için yaptıklarını gıptayla izledim. Evet çoğu zaman kendi sağlığını, hayatını hastaneye adamasına kızsam da o ne yapıyorsa daha fazla insan hayatına dokunmak için yapıyordu. Bu yüzden onu hep çok güzel hatırlayacağım. Ben Derin Nalbantoğlu’nu izlemeye başladığım ilk andan itibaren en çok merak ettiğim şey neden tüm hayatını hastaneye endekslediğiydi. Zamanla bunu duygularından kaçmak, annesiyle olan problemlerinin üstesinden gelmek ve suçluluk duygusunu bastırmak için kullandığını gördüm. Aras onun önüne atlayıp vurulduğunda mesela; o hastaneden çıkana kadar kendisi de hiç bir yere ayrılmamış orada kalmıştı. Annesiyle yüzleşmemek için nöbetleri bahane edip durmuş ve Aras’a olan duygularından böyle kaçıyordu. Onun da metodu buydu. Annesiyle arasını düzeltmesine de Aras’la yepyeni bir ilişkiye başlamış olmasında da çok sevindim. Çünkü o da Aras da bunu en çok hak eden kişilerden. Hep çok, çok mutlu ve huzurlu olmaları ümidiyle.

Aras benim bu dizideki en sevdiğim karakter sanırım. Olgun kişiliği, idealist yapısı, Derin’e olan aşkı, işine olan sevgisi çok özeldi bana göre. Gözü kara biri oluşu, hastaları için hep en iyisini istemesi ve ekip arkadaşlarına verdiği destekle o Barış’ın  dostu ve güvendiği biriydi. Değişime inanıyordu, kuralları vardı ve bunu da sapkınca değil idealistçe savunuyordu. Hisarönü Hastanesi için büyük bir şanstı Aras. Her zaman doğru bildiğini yapsa da sevdiği insanlara görünmez bir şekilde kol kanat geriyordu. Derin’se Aras’ın en hassas noktası, en kıymetlisiydi. Onu hep sevdiği kadını kaybetmemek için onu kaybetmeyi göze alan, yürekten seven bir insan ve çok iyi bir cerrah olarak hatırlayacağım. Umarım Derin’le çok güzel bir hayatları olur.

Benim Hayat Bugün de Derin Aras ilişkisi kadar sevdiğim bir ilişki daha vardı: Derin ve Suzan’ın  ilişkisi. Onlar en zor zamanlarda birbirinin yanında olan iki dost iki sırdaştı. Derin sonsuz bir boşluktayken Suzan onu hiç yalnız bırakmadı. Derinse Suzan’ın  en ihtiyaç duyduğu anda hep bir adım mesafedeydi ve hep birbirilerine iyi gelen bir ikiliydi onlar.

Suzan Mayer Barış’ın bu yolculukta güvendiği, kendini emanet ettiği; dostu, arkadaşı biricik doktoru. Barış’ın bu savaştaki sol kolu o. Ben Suzan’ın  hikayesini, Ömer’e olan aşkını, anne olmak isteyişini, hastaları için çırpınışını hep büyük bir zevkle izledim. Korkularına rağmen cesaretle işine devam etmesini, Barış’a ve Gizem’e sonsuz desteğini, Derin’le olan güzel arkadaşlığını ve Hisarönü Hastanesi için koşturmacasıyla benim için hatırlanmaya değer bir karakter olarak yerini alacak. Ben inanıyorum ki bir gün onun karşısına Ömer kadar seveceği, onu Ömer kadar seven biriyle karşılaşacak.  Bir gün çok güzel bir anne olacak, Derin ve Gizem’le çocuklarının yaramazlıklarını, okula başlama süreçlerini, tecrübelerini paylaşacak ve çok çok iyi bir ebeveyn olacak. Çünkü o tüm bunları sonuna kadar hak ediyor.

Ebeveynlik sınavında sonunda başarılı olan biri daha var: Ali Haydar.  Ali Haydar’ı  izledikçe öğrenmemin, yaşadıklarından ders almanın, pişman olmanın bir yaşının olmadığını gördüm. Oğluyla olan ilişkisi, onu yeniden kazanma çabası, Elçin’in ona olan sevgisinin nasıl öfkeye dönüştüğünü ve adım adım gelişimlerini izlemek benim için çok zevkliydi. Onlar baba oğul yeniden birbirlerinin yaralarını saracaklar, ben inanıyorum.

Hayat bugün sağlık sistemiyle ilgili verdiği mesajlarla, sağlık çalışanlarının da birer insan olduklarını, ailelerinin olduğunu, sorunlarının olabileceğini, şiddetin her an yanı başlarında kol gezdiğini, organ bağışının ne kadar önemli olduğunu ve daha sayamadığım bir çok şeyi öyle güzel, öyle  gerçekçi yansıtıyordu ki izlerken çoğu zaman göz yaşlarına hakim olamadığım bir diziydi. Yine de bazı aksaklıklar vardı ve bunları dile getirmek zorundayım. Özellikle uyarlama işlerde karşımıza çıkan en önemli sorun burada da maalesef kendini gösterdi. Orjinal hikayesi herkesçe malum bir dizi çok yanlış noktalarla ekrana taşınınca ilk tadı veremedi ve bu da dizinin sonunu getirdi diye düşünüyorum. Güzel konulara değindiler ancak o değinilen konular dizinin tamamına yayılmadı. Kopuk kopuk kamu spotu şeklinde olunca beklenen son geldi ve seyirci ekran kapattı.

İlk gördüğüm hataysa Barış Güvener karakterinin kendisindeydi. İdealist, umut dolu, çalışkan bir doktor görüntüsü veriyordu ama bir taraftan da ” Ben tedavi olmak istemiyorum, arkamda bırakacağım kimse yok!” noktasındaydı. Bence bu durum karakterin inandırıcılığını sildi, götürdü. Halbuki yavaşlamak istemiyorum, insanlara yardım etmek için hızlı, dinç olmalıyım, beni yavaşlatmadan iyileştirin derken hayata da tutunmaya devam ettiğini dile getirseydi çok daha farklı olabilirdi diye düşünüyorum. Bir yanda tamamen umutsuz olup diğer yanda umut aşılayamazsın bence. Barış’a hayranım ancak bu durumları benim bile kafamı allak bullak etmişti. Bu sebeple açıkçası senaristlerin karakteri daha ilk bölümden sağlam bir temele oturtmadığı kanaatindeyim. Bu sebeple de seyircide de bir karşılığı çok olmadı. Ben biz derdimizi anlattık seyirci anlamadı demek istemiyorum zira benzer türdeki işlerin rekorlar kırdığına da defalarca kez şahit olduk.

İkinci ve en önemli hataysa New Amsterdam uyarlaması bir dizide gönül işlerine çok büyük ekran süresi ayrıldı. Uyarlamaların altın kuralıdır birebir aynı olmak zorunda değildir ancak bir işin bir ruhu varsa da onu incelikle vermek zorundasınız. New Amsterdam tüm dünyadaki sağlıkçıların takdirini kazanmış, hep bir derdi olan, baş kaldırısıyla sistem eleştirisinde oldukça cesur olan bir dizi. Aynısını bekledim. Evet sağlıkta şiddet gibi birçok konuya değinildi ama bu dizinin bütününde değil, hep sona doğru gelen sahnelerle oldu. Dizinin tamamına yayılmayıp, ana çatışmasına dahil edilmeyen bu eleştiriler de benim kanaatimce kamu spotu tarzında ama birilerini de kızdırmayalım şeklinde cereyan etti. Halbuki sağlık alanında bile tonlarca sorunumuz var. Mobbinge uğrayan sağlıkçılar, uzun çalışma saatleri, toplumsal baskıya, ayrımcılığa maruz kalan kişiler, bunların tercihleri gibi tonlarca konu vardı. Ancak dizi şiddet konusunun dışına da pek çıkmadı. Ben şahsen tıpkı New Amsterdam’da olduğu gibi izlemek isterdim ama sağlık olsun olmadı.

Yine de her şeye rağmen özel bir dizi izlediğimi düşünüyorum. Bu yolculukta bize eşlik eden herkese çok teşekkür ederiz.

O zaman yepyeni bir macerada görüşmek üzere, hoşçakalın ve sağlıkla kalın.

Yepyeni Bir Hayat (Hayat Bugün, 7.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

Hayat bu; bir dakika sonra ne olacağını hiç kimse bilemez, biz kendimizi geleceğe hazırlarken aslında çoğu zaman fark etmeden bu günümüzü kaçırıyoruz. Sevdiklerimizi, yapmak istediklerimizi, gelecek kaygısıyla erteleyip duruyoruz. Yaşadığımız bu hayatı erteliyoruz aslında; çünkü; sanki bu dünyadan hiç kopmayacak gibi yaşarken hep bir sonraki günü düşünüyoruz daha doğrusu düşünmek zorunda kalıyoruz. Halbuki hayat biz plan yaparken başımıza gelenler değil midir? Bu Derin için de, Aras içinde Barış içinde böyle ve bu bölüm bunu çok net olarak gördük. Hepsi geçmişlerinden öyle yaralı ki gelecekleri için öyle kaygılı ki hayatlarını sadece geleceklerini kurmak için odaklanmış bu yüzden bugünlerinden hep kaçırıyorlar.

Aras mesela ilerde bir gün acı çekeceğini düşündüğü, Derin’le arasının bozulacağını hissettiği ya da belki de sevgisinin Derin’e yetmeyeceğini düşündüğünden bugün Derin’le birlikte olmak yerine onu kendinden uzaklaştırmayı tercih ediyor. Derin’se geçmişte yaşadığı olaylar dolayısıyla geleceğine hep bir set, bir perde çekiyor, korkuyor ve bu yüzden sürekli kendinden ve duygularından kaçıyor. Ve Barış kemoterapiye başlarsam ne olur, hastane nasıl bir duruma düşer, Gizem ne yapar, kızım nasıl yaşar diye düşünmekten bugününü yaşayamıyor. Kemoterapi için kaybettiği her an aslında ona çok daha büyük bir şekilde geri dönecek ve bunu gayet iyi biliyor buna rağmen bir türlü başlayamıyor çünkü geleceği onun bugünü görmesine engel oluyor.

Barış başından beri bin bir bahanesi olsa da o hiçbir zaman tedavi olmak istemedi çünkü tedavi olursa hayatının her anını, her bir saniyesini bunu bilerek geçirmek zorunda. Sanki kemoterapiye başlarsa bu hastalığı resmi olarak kabul edecek ve ona yenilecekmiş gibi hissediyor. Bu durum hayatının hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağı anlamına geliyor onun için.

Barış’ın önünde kocaman bir gelecek, büyütmek istediği, her anını görmek isteyeceği ona baba dediğini, yürüdüğünü koştuğunu, okula gittiğini mezun olduğunu, belki de onun gibi bir doktor ya da annesi gibi bir dansçı olduğunu görmek istediği bir kızı olacak. Üstelik sevdiği kadınla birlikte yeniden bir şansı var, çok sevdiği bir ekibi, iyileştirmek, yeni bir sistem getirmek istediği bir hastanesi var. Barış için artık “Arkamda bırakacağım kimsem yok” diyebileceği bir hayatı yok. Sadece geride bırakıp yarım kalacak olan sevdikleri; kızı, karısı var ve barış bunların hepsinin farkında o yüzden gerçekten iyileşmek istiyor. Kemoterapiyi kabul etmeyip deneysel tedaviye başlanmasının da sebebi bu çünkü başarılı olursa biliyor ki hayatına kaldığı yerden çok daha güzel bir şekilde devam edecek. Barış gibi ona dayatılan hayatı kabul etmeyip yeni bir yol arayan, inatla kendi gerçekliğinden kaçan biri daha var: Aras.

Aslında Aras’ı alıyorum; o hayatı boyunca cerrah olmak için uğraşmış bütün hayatını sadece buna endekslemiş ve her şeyini buna göre planlamış biri o. Tüm geleceğini Bunun üzerine inşa etmişken bir anda bir daha cerrahlık yapamama ihtimaliyle karşı karşıya kaldı. Bu Aras için işe yaramaz bir hurda yığınından farksız olmak anlamına geliyor. Cerrahlık yapmak onun hayatının en önemli parçası, onun için nefes olmak, su içmek gibi bir şey ve bu onun elinden bir anda alınıyor. Dahası hayallerini umutlarını ve bütün planlarını bir anda kaybetmiş oldu bunu kabullenmek hiç kimse için zor değil hangi meslekten olursa olsun. Zaten ben onun bu durumu öyle kolay kolay kabullenmesini beklemiyordum yine de ben eminim ki Derin için yine aynı şey olsa ve o kolunu dahi kaybedeceğini bilse yine önüne atlardı. Çünkü tıpkı Derin gibi ne kadar ondan kaçarsa kaçsın sığındığı tek liman yine Derin oluyor.

Ben daha önce hep Derin kaçtığı, Aras’la arasına bir çizgi çektiği, duygularını belli edemediği için Aras’ın ona karşı mesafeli olduğunu, arkadaşlık kisvesine sığındığını düşünmüştüm. Çünkü Aras hep Derin’in duygularına göre hareket ediyordu. Ama bu bölüm gördüm ki aslında Derin Aras’ın duygularına göre hareket ediyormuş. Çünkü Aras geleceğinden, Derin’le mutlu olamama ihtimalinden, onu üzme durumunda ve birlikte acı çekme olasılığından o kadar çok korkuyor ki ona daha fazla yaklaşamıyor. Korkuları, Derin’i arkadaş olarak kaybetme düşüncesi bile ondan uzak durmasına yetiyor. Anladığım kadarıyla tanıştıkları ilk yıllardan beri birbirlerini hem çok sevip hem de duygusal olarak uzak duran bir çift olmuşlar, çünkü Derin duygularından kaçtıkça, Aras’la arasına birilerini sokmaya ve böylece Aras’ın ona daha çok bağlı olmasını sağlamışken, Aras Derin’i kaybetmemek için hep bir adım geride durmuş. Şimdi Derin ona karşı bir adım atmışken bu kadar afallamasının sebebi de bu aslında. Belki de en çok istediği şey buyken bir anda ne yapacağını şaşırdığı için Derin’in çok yanlış anlayacağı bir durum oluşturdu. Derin Suzan’la, Aras Barışla konuşurken aslında birbirlerinin tüm hayatları olduklarının farkında bile olmadıklarına şahit olmak bu yüzden bana şaşırtıcı gelmedi. Çünkü Derin daha kendine dahi itiraf edemezken belki de ilk defa duygularını bu kadar yoğun yaşayıp ilk kez onları kendi isteğiyle gün yüzüne çıkardı. Bu durum uzun zamandır yok saydığı annesiyle yüzleşmeye gidecek kadar cesaret kazandırdı kendisine zira anladı ki nereye kaçarsa kaçsın kaçtıkları kafasının içinde ve onlardan bir santim dahi uzaklaşamıyor. Yeni bir hayat yeni bir hikaye istiyorsa annesiyle yüzleşmek zorunda. Derin gibi yeni bir yaşam isteyen biri daha var aslında: Suzan.

Suzan için Ömer’in ölümü bu hayatın durması anlamına geliyordu. Çünkü Ömer’le yapmayı hayal ettiği hiçbir şeyi tek başına ya da başkasıyla yapmak istemiyordu. Onu anlıyorum aslında o kadar çok sevmiş, o kadar bağlanmış ve o kadar çok sevilmiş ki şimdi Ömersiz yaptığı tek bir şey bile onun canını acıtmaktan başka bir işe yaramıyor. Anne olmak istemesine rağmen bunu sürekli ertelenmesinin sebebi de sadece Ömer’le birlikte ebeveyn olmak istemesinden kaynaklanıyordu. Ama şu da bir gerçek ki Ömer bu hayata gözlerini yumdu ve Suzan ister istemez bu hayata devam ediyor. Evet, belki sadece nefes alıyor, sadece hastalarına bakıyor sadece gününü bitirmeyi, bir gün daha ölüme yani Ömer’e yaklaşmayı bekliyor hepsine amenna ama Ömer’in aksine Suzan hala yaşıyor.

Suzan şu an için geçmişte yaşayan geleceğini yok sayan biri ama hem Gizem hem de Barış sayesinde o da kendine yeniden bir gelecek inşa ediyor. Artık dışarı çıkıp arkadaşlarıyla vakit geçiriyor, bebek yapmak için tedaviye başladı ve bu hayata yeniden tutunmak için bir amacı var: Barış’ı iyileştirmek.

Barış iyilik dolu kalbiyle bir kız çocuğunu iyileştirmek, onu abisiyle yeniden sağlıklı bir yaşama kavuşturmak istedi, sonunda evren hiç beklemediği bir anda bambaşka bir tehlikenin içine attı onu, Derin ve Mert’e ne oldu, Aras onlara yetişebilecek mi? Tüm bu sorularla kalktım bölümün başından. Sanırım hepsinin cevabını öğrenmek için haftayı beklemek zorundayız.
O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere, sağlıkla kalın.

Domino Etkisi ( Hayat Bugün, 6.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Bu hafta yazıma bir soruyla başlamak istiyorum. Sizce aile nedir? İçine doğduğumuz insan topluluğu mu, en güvende olduğumuz yer mi? Yahut sevdiğimiz ve sevildiğimizi gerçekten hissettiğimiz yer mi? Bana göre aile en zor zamanlarda sığınılan kale, kendini gerçekten ait hissettiğin, mutlu olduğun, kendin olduğun yerdir. Bunun illaki kan bağı olmasına da gerek yoktur, can bağı diye bir gerçek var ve onu kiminle hissediyorsan o senin ailedir. Barış mesela Gizem ve kızı dışında ekibini de ailesi bellemiş durumda. Aras’ın tek ailesi yeğeni ve ablası gibi görünürken Derin de onun bir parçası bana kalırsa. Ve Derin aile aidiyeti kan değil de can bağıyla hisseden biri o. Suzan, Andaç ve hatta Ali Haydar bile aile olma konusunda sınanan insanlar. Onlar bir ekip değil bir ailenin vazgeçilmez parçaları olarak görüyor birbirini, evet aynı kandan değiller ama aynı amaç için bir araya gelmiş candan bağlı bir aile onlar.Aslında bu durum Hisarönü Hastanesi’ne özgü bir durum değil benim için. Birbirini kalpten seven herkes birbirinin ailesi olabilir bence. Barış mesela anladığım kadarıyla babasıyla ilgili problemleri var ki hastalığını dahi bilsin istemedi, konusu geçince ciddileşti ve hemen kapattı konuyu. Ama Gizem ve kızı onun tüm varlığı ve sadece onları ailesi olarak kabul etmiş durumda.

Evlilik ahdi gerçekleşirken şöyle bir cümle kurulur “İyi günde kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta, ölüm sizi ayırıncaya kadar…” Barış ve Gizem’i izlerken bu sözün ne kadar değerli olduğu aklıma geliyor her seferinde. Evet belki evliyken işler istedikleri gibi gitmedi ama onlar yine de birbirini ilk desteği. Gizem’in riskli bir hamilelik geçireceğini öğrendiği zaman Barış hastalığını, tedavi olmamak için sunduğu tüm bahaneleri, yoğunluğunu bir kenara bırakıp kolu kanadı olmuştu Gizem’in. Şimdi Gizem iyi, Barış hasta ve bu sefer Gizem umut olmaya çalışıyor ona. Halbuki ne yasal olarak ne de içinde bulunduğu durum göz önüne alınırsa Gizem’in hiç bir zorunluluğu yok bunu yapmaya. Buna rağmen canla başla Barış iyi olsun diye onunla dahi savaşıyor. Artık evli olmasalar bile onlar hala birbirini çok seven, ve her an birbirinin yanında olmaya hazır bir aile.

Evet; Barış hasta ve ben de Suzan’la Gizem gibi düşünüyorum önceliği kendisi olmalı ki o kurtulduktan sonra ondan umut bekleyen binlercesini de kurtarabilsin. Yine de hepimiz çok iyi biliyoruz ki Barış’ın önceliği hiç bir zaman kendisi olmadı. “Bu insanlar yarını görmek için bizi bekliyor” açıkçası ben onun kadar fedakâr olabilir mıydım emin değilim ama onun en sevdiğim özelliklerinden biri tek bir kişi yahut tek bir şeyi kurtarma peşinde değil.

Barış kısıtlı kaldığını düşündüğü bir zaman diliminde olabildiğince insana yardım etmek istiyor. O kurtarabileceği kadar çok hasta kurtarmak, değiştirebileceği kadar çok fikir değiştirmek istiyor. Bunu domino zinciri bozulduğunda çok net gördük aslında. Suzan tanıdığı için İrem’e öncelik verirken Barış geriye kalan herkesi iyileştirme çabasındaydı. Çünkü her ne olursa olsun o Hisarönü Hastanesinin başhekimi ve kişisel düşünme hakkı yok gibi bir şey. Bununla Suzan’a her daim destek oluşu, Aras’ın her an arkasında durması, Andaç’ın, Ali Haydar’ın ve Derin’in dertlerine koşması Hisarönü’nü de bir aile olarak gördüğünü gösteriyor. Barış her an Suzan’ın yanındayken Suzan da hastalarına şifa olmak için ondan büyük destek alıyor ve bu sayede çok daha cesur davranıyor bana kalırsa.

Bu hafta Suzan’ı gururla izledim, yaptığı şey çok güzel ve zordu. Suzan’ın yaptığı domino nakil çemberini görünce gözlerim doldu doğrusu. Maalesef ki hem dünyada hem de ülkemizde organ nakli bekleyen, beklerken umutlarını, yaşamını, ailesini yitiren binlerce insan var. Gerek kadavra gerekse canlı donör yetersizliği nedeniyle çok fazla kişi sıra beklerken hayatından oluyor. Bu yüzden buradan da söylemiş olayım; organ bağışı hayat kurtarır lütfen böyle bir imkânınız varsa size destek olun. Tıpkı İrem gibi, Gazal gibi masumlar bu sayede hayatta kalabiliyorlar zira.

Suzan İrem’i kardeş, Ömer’in ailesini kendi ailesi olarak kabul etmiş gördüğüm kadarıyla. Ben ispatlayamam ama bence o Ömer öldüğünden beri ilk kez böyle hıçkıra hıçkıra ağladı. Çünkü Ömer bir düğüm olarak kalmış boğazında, onu kurtaramamış olmanın verdiği vicdan azabıyla iki yıl içi içini kemirirken şimdi İrem’i kurtarmış olması bir anlamda o hastanedeki sevdiklerini kaybetme lanetini üstünden atmış gibi hissetti. Belki de bunca zaman Suzan kendini ilk defa mutlu hissetti. O ailesinin bir üyesini daha kaybetmemiş olmanın huzurunu yaşarken Derin’in “Anne” sınavı epey ağır geçiyor bana kalırsa.

Derin ve annesi arasında neler oldu da “Şimdi ciğere ihtiyacım olsa, bir parçasını vermeye tenezzül etmeyecek biri arıyor” diyecek duruma geldiler aşırı merak ediyorum. Üstelik annesini aidiyet belirtmeden kaydetmiş telefonuna. Normalde bizler “Annecim, Sultanım, Kraliçem” gibi sözcüklerle yazarız değil mi rehberimize. Hiç olmazsa bile bir aidiyet bağıyla bağlarız sonunu ama Derin asla öyle yazmamış. Nasıl yazarsak yazalım bize ait olduğunu betimleyerek yaparız. Fakat Derin dümdüz sadece “Anne” diye yazmış. Kendini ondan bir parça olarak görmüyor bile ve bence o Hisarönü Hastanesini annesinden daha çok ailesi olarak görüyor.

Başta da dediğim gibi aile olmak için illaki kan bağı olmasına gerek yok bence ve bunu en iyi Andaç’ın ailesine onlara olan sevgisine bakarak görebiliyorum. Onlar Lalin’e anne baba olabilmişken hiç tereddüt etmeden Ceylan’a da kollarını açan bir aile. Evet belki işler umdukları gibi olmadı ama ben eminim ki Andaç Ceylan ona ne zaman ihtiyaç duysa o an onun yanında ve arkasında bir baba gibi dimdik duracak. Andaç kendi kanından olmayan bir çocuğa çok güzel baba olabilmişken aynı durumu Ali Haydar için söyleyemeyeceğim maalesef. Onun oğluyla sorunları çok daha derin çünkü. O oğluyla arasındaki mesafeyi sonunda kapatmış olsa da onlar için asıl mücadele şimdi başlıyor bana kalırsa. Çünkü Elçin’in babasına onun desteği ve sevgisine ihtiyacı var. Ali Haydar zamanında bunu verememiş olsa da ben inanıyorum ki o bundan sonra çok daha özenli olacaktır. Çünkü ailesinden, sevdiği kadından geriye kalan yegâne şey oğlu Elçin. Ali Haydar oğluyla ikinci bir şans yakalamış oldu ve açıkçası ben bu duruma çok sevindim. Sanırım tüm bu saydıklarım arasında ailesiyle arasında sorun olmayan tek kişi Aras. Fakat Aras yeğenine ablasına kol kanat olacağım derken kendi hayatını bile isteye ertelemiş biri.

Aras’ın bu hayattaki tek ailesi ablası ve yeğeni gibi görünse de o ekiptekileri de ailesi olarak kabul etmiş durumda. Belki bunu göstermiyor ama heyecanla beklediği yeğeninin maçına sırf arkadaşlarını yalnız bırakmamak için gitmiyorsa bu onları aile saydığı anlamına geliyor bana kalırsa. Aras dışarıdan taş gibi sert ve soğuk görünse de bence o çok merhametli biri. Çok idealist ve profesyonel olsa da yeri geldiğinde bir kızın hayatı için kendini ve mesleğini tehlikeye atıp usulsüzlük yapabiliyor. Yeri geldiğindeyse gözünü dahi kırpmadan sevdiği kadın için kurşunun önüne atlayabiliyor.

Sağlık sistemi olarak ülkemizin bir diğer kanayan yarası da maalesef ki sağlıkçıya uygulanan şiddet ve bunun önüne asla geçilememesi . Her gün, her saat hatta bu yazıyı yazarken bile sağlıkçılara uygulanan şiddet haberlerini görüyorum. Halbuki onlar da sadece işini canla başla yapmaya çalışan birer insan. Onların da birer sevdikleri, bekledikleri, aileleri var hiç biri robot değil. Üstelik o canilerin darp ettikleri, öldürdükleri bir tek sağlık çalışanları değil. Onların ailelerini, onlara hayallerini bağlamış hastaları, bir umut hastalarından güzel bir haber bekleyen hasta yakınları da öldürmüş oluyor o anda. En güvende olmaları gereken, işlerini gönül rahatlığıyla yapmaları gereken yerde maalesef ki biz sağlık çalışanları her an diken üstünde, her an tedirginlikle mesleğinizi yapmaya çalışıyoruz. Bu günlerin geride kalıp daha güvenli ve şiddetsiz bir ortamda çalışmak dileğiyle.

İnsan hayatı kurtarma yolunda hayatını kaybetmiş tüm sağlık çalışanlarına rahmet ve minnetle.
O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere sağlıkla kalın.

Takım Oyunu (Hayat Bugün, 5.bölüm)

 

YAZAR :Simay DEMİR 

Sürekli ve karşılıksız fedakarlık yaptığınızı düşünün, bu durumu ne kadar sürdürebilirsiniz; üç ay, bir yıl, 5 sene… Ben söyleyeyim öyle ya da böyle dayanamaz, pes eder insan ama Barış gibi, Aras gibi, Derin gibi işini severek yapan bir sağlıkçıysanız yaptığınız tüm her güzel şey sizi daha çok kamçılar ve bunu fedakarlık olarak görmezsiniz bile.

Barış Güvener’i tanıdıkça ona daha çok hayran oluyorum. Hastalarına gösterdiği özen, tüm derdinin onlara yardım etmek olması, hastaneyi iyileştireceğim derken insanların durumundan faydalanmaması ona ve yaptığı her şeye tebessümle bakmama sebep oluyor. Evet bunları yaparken ailesini ihmal etmiş, sevdiği halde karısından boşanmış ama şu da bir gerçek ki tüm bunları severek ve isteyerek yapan biri o. Barış’ın tek önceliği hastane ve hastaları olduğunu artık bilmeyen yoktur herhalde fakat bu bölüm benim için ayrı bir özel ve güzeldi. Çünkü hastanenin çıkarları söz konusu olsa bile insanları incitmeden, onları maddi ve manevi zora sokacak bir şey yapmadan hem onları hem de hastaneyi kurtarmayı başardı. Takas yöntemiyle hem hastanenin eksikliklerinin giderdi hem de durumu olmayan insanların daha da borca batmamalarını sağladı. Üstelik o içinden gelerek davrandığı, gerçekten yapmak istediği şeyleri yaptığı için hedeflediklerinden çok daha fazla bağış toplamış oldu.

Tüm bunlar onun çok iyi bir doktor ve başhekim olduğunu açıkça gösterirken ben ayrıca ikinci bir şansı olup bu hastalığı atlatırsa çok iyi bir baba ve eş olacağını da çok net görmüş oldum. Barış’ın Gizem’e açık açık hastalığını anlatması bence ilişkilerine yepyeni bir boyut kazandırdı. Nasıl ki Gizem’in hamileliği riskli olduğu için Barış onun eli ayağı olup, her an yanında olduysa ben inanıyorum ki Gizem de şimdi kızlarıyla birlikte ona kan ve can olacak.

Bir ilişki de her şey karşılıklıdır bana göre. Gizem ve Barış’ın evliliği mesela. Bu hafta öğrendik ki Gizem kendini Barış’ın işinden oldukça uzak tutmuş, onun işine aşık biri olduğunu bile bile birlikte olurken sonrasında Barış’ın böyle biri olduğunu kabul edememiş ne yazık ki. Ama Suzan’la yaptığı konuşmadan anladığım kadarıyla bu hastalık durumu olmasaydı da o Barış’a bir şans daha verecekti. Çünkü Gizem Barış’ın bir tek onunla biraz daha vakit geçirsin, ilgilensin istiyor ama Barış tüm ilgisini anlamlandıramadığı bir şekilde hastaneye ve hastalara verince bunu kabullenemiyordu halbuki şimdi bu balo gecesinden sonra çok iyi anladığını düşünüyorum. Barış’ın yaptığı şey çok kutsaldı ve o daha yeni yeni bunun farkına varıyordu. Gizem’in anne olma yolunda kazandığı deneyimler, Barış’ın yaşamak için çocuğuna sığınması Suzan’da da bir şeyleri harekete geçirdi. O bunca zaman korktuğu için cesaret edemediği hormon tedavisine başladı ve bu beni gerçekten çok mutlu etti çünkü hiç kimse korkuyor diye hayal ettiği şeyden vazgeçmemeli bana göre.

Suzan bence doktorluk konusunda en zor branşta çalışan biri. Maalesef ki ne ülkemizde ne de dünya da kansere hala bir çözüm, bir tedavi bulunamadı ve tedavi gören insanların çoğu hemşire ve doktorların gözü önünde günden güne eriyor, çoğu hasta sadece palyatif bakım almak için geliyor ve sağlık çalışanı bunu bile bile sadece acılarını birazcık olsun dindirmek için uğraşıyor. İşte Suzan her gün yaşlı ya da genç, çocuk ya da anne fark etmeksizin bu tür hastalara şifa olmaya çalışıyor. Sırf her gün buna tanık olan biri bile bu dünyaya çocuk getirmek istemeyebilir. Halbuki Suzan tüm bunlara rağmen o adımı attı ve anne olmak için tedaviye başladı.Suzan yavaş yavaş da olsa korkularıyla yüzleşip hayatına yeni bir yön vermeye çalışıyor Halbuki Derin, o korkularıyla karşılaşmamak için bambaşka şeyler yapıyor. Bence Derin mesleği için kendinden en çok ödün verenlerden biri. Acilde daha çok kalmak için ilaç kullanıyor, travmaları var ve bunun üstesinden gelmek için kendini işine vermiş durumda. O duygularından, hata yapmaktan, birinin gözlerinin içine bakıp mutsuzluğunu görecek, bundan haberdar olacak diye ödü kopuyor, bir zayıflık göstereceğim diye deli gibi korkuyor. Ama şu da bir gerçek ki söz konusu doktorluğu yahut hastalarının hayatı olduğunda tam bir dişi kaplan cesareti doluyor kalbine. Fakat bence ilk kez tüm korkularına rağmen Aras’a bu derece kendini açtı.

Ben Aras’ın neden Derin konusunda kendini bu denli arka plana attığını hep çok merak ediyordum. Çünkü Derin’e birazcık yakından bakan herkes onun da Aras’a bir şeyler hissettiğini anlayabilirdi. Aras her ne olursa olsun Derin onun hayatında olsun istiyor bu yüzden arkadaşlığını kaybetmemek için aşkını yok sayıyor. Aras’ın neden böyle düşündüğünü ya da neden böyle davrandığını bilmiyorum ama bu kadar keskin bir sınır koyuyorsa bu duruma bir sorun, bir travma var demektir. Çünkü Aras hastaları söz konusu olduğunda asla gözünü dahi kırpmayan biriyken söz konusu özel hayatı olunca adım atmaya dahi cesaret edemiyor. Bakalım altından ne çıkacak.

Tüm ekip hastaları ve hastane için kendince fedakarlık yaparken ben en çok Andaç ve eşine hayran kaldım bu bölüm. Onlar en zor yolu ailelerine rağmen seçen insanlar. Ceylan’ın kimsesizliğine kimse olmak için verdikleri çabayı gözüm yaşlı izledim doğrusu. Bir tek Ceylan’a değil zamanında küçük mirketleri için de yuva olan bu güzel ailenin en çetin sınavlardan ele ele çıkacağına adım kadar eminim. Andaç babalık sınavından tam not alırken Aynı şeyi Ali Haydar için söyleyemeyeceğim maalesef. Elçin ile aralarında ne oldu ne bitti bilmiyorum ama babasına en ihtiyaç duyduğu anda yanında onu bulamayan bir evladın isyanını dinlemek, hala babasından sevgi dinlenmesi kalbimi parçaladı.

Özel yaşamları darmadağın olan Barış ve ekibinin tüm fedakarlığı bir hastayı daha iyileştirmek, bir canı daha hayatta tutmak için yapılıyor. Onlar bir tek özel yaşamlarını değil, gecelerini, gençliklerini ve hatta hayatlarını feda ediyorlar bu uğurda.

Belki bu saydıklarımı “Ama bu onun işi, fedakarlık değil” diyebilirsiniz lakin eğer tüm sağlığını, sosyal yaşamını, vaktini ve hatta aile yaşamını bu uğurda yok ediyorsa bu onun işinin bir parçası değil yaptığı fedakarlıktır. Açıkçası ben bu durumların hiç birini tasvip etmesem de yaptıklarına gururla bakmıyor da değilim. Barış’ın hayatını hastalarına adaması, Derin’in hastası için canını hiçe sayması, Aras’ın hep ilk önceliğinin hastaları olması, Suzan’ın tüm korkularına rağmen hastalarıyla bağ kurması gerçekten cesaret gerektiren şeyler. Onlar her gün her an ölümle yaşam arasında savaş veren canları kurtarmak için uğraşıyor. Hak ettikleri değeri görmeleri dileğiyle.

Ben bunları çok sıradanmış gibi anlatıyorum ama tüm bunları gördükten sonra gidip rahat rahat başını yastığa koymak hiç kolay değil emin olun. İnsanın uyanıkken yaşadığı, uyurken çok daha korkunç bir şekilde kabusları olabiliyor. Kurtarılamayan her can; boğazda bir düğüm vicdanda bir yük olarak kalıyor öylece. Ve emin olun ki bununla yaşamaya alışmak kadar korkunç bir şey yok. Bu yüzden ben tüm sağlık çalışanlarına çok saygı duyuyorum, bunu bir sağlık çalışanı olduğum için değil gerçekten böyle hissettiğim için söylüyorum. İyi ki, iyi ki varlar.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere, sağlıkla kalın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Biz Birlikte Güçlüyüz (Hayat Bugün, 4.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

Küçükken bir hocamız ince çubuklarla derse girmişti bir gün, önce bir tanesini eline alıp çat diye kırmıştı, sonra iki, sonra üç. Çubuklar çoğaldıkça hocamızın kırması daha da zorlaşıyordu. Bir yerden sonra hocamız büyük bir kuvvet uygulasa da kıramamış ve bırakmıştı. Sonra dönüp “İşte birlik olmak böyle bir şey” demişti; birlikte hareket etmeyi becerebilirseniz karşınızdaki şey ne kadar güçlü olursa olsun sizi yenemez demişti. O günden sonra asla unutmadım o dersi.

Hayat Bugün’ün bu bölümünü izleyince sanki o ana hocamın o dersi verdiği güne geri döndüm. Derin’in hastasını hayatta tutmak için çabası, Aras’ın tüm gün boyunca nefes dahi almadan hasta kurtarmak için uğraşırken bir hastasını yitirmesiyle yıkılışını, Andaç’ın ruh halinden anlayıp hasta yakınına dahi yardım etmek istemesi, Suzan’ın minik hastası için ölümün en güzel halini bulup anlatması, Barış’ın tüm ekibi bir arada tutmak için çırpınması ve sonunda ne olursa olsun birbirlerine güvenip sığınmaları bana “Birlik olursak kazanırız” dedirtti.

Barış Hisarönü Hastanesi’ne geldiğinden beri belki de en kötü gününü yaşadı. Bir yandan başka hastaneden aldığı hasta yükü, bir yandan gazeteci ve radyoterapi tedavisine başlayacak olması Barış’ın karmaşık olmasına yetti de arttı.

Barış için savaş daha yeni başlıyor bana kalırsa. Çünkü o Hisarönü Hastanesi’ne geldiğinde tek derdi hastaneyi baştan aşağıya değiştirip süregelen sistemi iyileştirmekti. Ama şimdi büyüdüğünü görmek istediği bir evladı olacak ve Barış onun için iyileşmek zorunda. Kanser tedavisinde en önemli tedavinin moral ve inanç olduğu kanıtlanmış bir gerçek, Barış çocuğu sayesinde hayatında inançla yeni bir sayfa açtı. O yeni bir gelecek için iyileşmek istese de bebeğine şimdiden beşik alması, yemek sandalyesi sipariş etmesi gerçekçi davrandığını gösteriyor. O da biliyor ki bu tedavinin sonunda başarısızlık da var. Olur da başarılı olamayıp tedavinin sonunda ölürse en azından kendisinden çocuğuna bir şeyler bırakmak istiyor. Bu durumu anlayabiliyorum; o gittiğinde en azından evladına babasından bir şeyler bırakmak istiyor.

Barış her ne kadarGizem’e dünya kadar zamanımız var dese de olmaması ihtimali kafasında bir yerleri kurcalayıp duruyor. Yine de Barış’ı birazcık tanıdıysan onun için zor olanı seçip üstüne gitmek daha tercih edilir bir yol. Bu yüzden bunu da başaracağına olan inancım tam. Barış bir hasta olarak pek söz dinlemeyen ve bildiğini okuyan biri olsa da bence doktor ve ekip lideri olacak gayet iyi biri.

Barış’ın en sevdiğim özelliklerinden biri yaptığı hataları anladığı anda kabul etmesi. Ekip arkadaşlarına bu kadar büyük bir sorumluluk yüklemenin yanlış olduğunu anladığı anda yeni bir çözüm bulmaya odaklandı ve hata yaptığını söylemekten çekinmedi. O diğer hastanenin hastalarını almadan önce Aras’a danışıp onay alması ve Derin’in ne yaptıysa hastasının hayatı için yaptığına kefil olması, arkasında durması onu gerçek bir lider yapıyor bana göre. Ayrıca Barış’ın dediği şey çok doğru; herkes işini doğru düzgün yaparsa sistemin değişimi de kaçınılmaz olacaktır. Çünkü bezen çok istesek de tek kişiyle değişim olmaz maalesef.

Evet belki Ceylan’ın Andaç’a dediği gibi bir kişi değiştiremez bu düzeni, belki bir kişiyle hiçbir şey olmaz ama o bir kişi bir kere baş kaldırdı mı işte o zaman bir kişi daha, sonra bir kişi daha birleştiğinde yani hepimiz birlik olduğumuzda değişmeyecek, düzelmeyecek hiçbir şey yok. Ben buna inanıyorum herkes elini taşın altına aynı oranda koyduğunda her şey değişir. Tıpkı önce Derin’in sonra Aras’ın yanlış olduğunu bile bile sırf bir insan hayatını kurtarmak için elini taşın altına koyması gibi. Derinin söylediği bir söz gerçekten çok doğruydu; birbirimize güvenmek zorundayız. Çünkü onlar hemşiresinden cerrahına kalabalık bir ekibin parçası ve ekip birbirine güvenip sırtını dayamazsa işler asla ilerleyemez.

Bazen kolay yolu seçmek, zor yolu seçmekten daha zordur çünkü söz konusu insan hayatı olunca her zaman kolay yol seçilemiyor maalesef. Orada o anda bir karar vermek zorundasınız ve bunun hiçbir şekilde geri dönüşü yok. Derin belki protokolü izleyip hastanın durumunu sadece gözlemleyebilirdi ve maalesef ki bu hastanın ölmesi anlamına geliyordu. Fakat Derin zor olanı yani herkesin seçemeyeceği yolu seçti ve yanlış bir hamle yapacak olursa mesleğini kaybedeceğini bile bile o müdahaleyi yaptı. Açıkçası ben bu duruma hiç şaşırmadım zira o ilk bölümde hastası için hayatını hiçe saymışken mesleğini gözden çıkarması tam onluk bir hareket. O hastasını kurtarmayı seçti ve bunu prosedür dışı olsa da yaptı. Bu durumda onu bir sağlık çalışanı olarak yaptığını tasvip etmesem de asla yargılayamam da. Çünkü o durumu ve o anı yaşamak bambaşka bir şey. Orda avuçlarınızı içinde, sadece siz bir şey yaparsanız kurtulacağını bilginiz bir can varken protokol yahut iş, meslek hayatı kimsenin ilk önceliği olmuyor. Ortalık süt limanken yahut her şey düzgün gidiyorken doğu şeyi yapmak öyle kolay ki. Ama söz konusu insan hayatı olunca başka hiç bir gerçek bunun üstünde olamaz bana göre. O yüzden Derin her ne yaptıysa bir can kurtarmak için yaptı, o an vermesi gereken bir karar vardı ve o bir hayat kurtarmayı seçti. Tıpkı ona bu yaptığından dolayı deli gibi kızsa da aynı şeyi aynı şekilde yapan Aras gibi.

Asla asla deme diye bir söz var ya hani Aras tam da o yerdeydi bana kalırsa. Kendisi Derin’in yaptığını onun başı belaya girecek diye kızıp, ben yapmazdım dese de aynı şeyi o da yaptı. Evet belki çoğu prosedür hem hasta hem de sağlık çalışanının güvenliği için buna kesinlikle bir itirazım yok. Fakat maalesef her zaman her şey kitapta yazana uygun gitmiyor. Bir gün geliyor Suzan gibi fark etmeden bağ kurduğun hastana bu hayattaki en zor şeyi en yumuşak haliyle anlatmak zorunda kalıyorsunuz. Bazen kapıda iyi bir haber için gözünün içine bakan hasta yakınına nasıl gerçeği söyleyeceğinizi bilmez bir durumda kalakalıyorsunuz ve bazen sadece o an hayatı size bağlı hastanın yaşamını kurtarmak dışında aklınızda hiçbir şey kalmıyor. Tüm bunların hepsini yaşamış biri olarak söylüyorum Aras da, Derin de Suzan da ellerinden ne geldiyse onu yaptılar ve ben onları çok iyi anlıyorum.

Suzan aşırı duygusal bir kadın, Barış’tan her şeyini anlatmasını istiyor fakat kendisi Barış’a kendi gerçeğini anlatacak kadar cesur davranmadı ilk başta. Bence bunun sebebi ona güvenmemesi değil, dillendirirse daha çok sahipleneceğini düşündüğünden ama Barış’ın da dediği gibi; insan önce kendine dürüst olmalı. Suzan kendine dürüst olmadığı sürece o büründüğü ruh halinden çıkamaz. Fakat Barışla birlikte o da değişiyor. Bunu Miray’la anne babası yerine konuşmasından, Barış’a kendisiyle ilgili durumu anlatmasından net görebiliyorum.

Suzan’ın sakladıkları yalnızca kendisini ilgilendiren durumlar olsa da aynı şeyi Derin için söyleyemeyeceğim. Haftalardır Derin’in ne kullandığı ve neden kullandığı sorusu aklımı kemirip duruyordu. Hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği için ilaç kullanması bir yana bunları gizli gizli kullanması maalesef ki yasal değil. Yalnız Derin de, Mert de farkında bu ilaçlarla acilde belirli bir süreden sonra çalışması yasak ve yakalanırsa açığa alınacak. Ne yazık ki şu an Derin bunlara mahkum durumda. Bu durum açığa çıkarsa ne olur bilmiyorum ama Derin için hiç iç açıcı olmayacağı aşikar.

Hayat bu düşmek de var kalkmak da, Barış şu an için düşen konumunda olsa da ben inanıyorum ki o bu zorluğun da üstesinden de gelecektir ve yeniden ayaklanacaktır. Hele de yanında Gizem, çocuğu ve gerçekten güvendiği doktoru Suzan varken.

Hayat Bugün ’de yine soluksuz izlediğim bir bölümü geride bıraktık. Emeği geçen herkesin eline emeğine sağlık.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere, sağlıkla kalın.

 

 

 

 

 

Gitme, Benimle Kal (Hayat Bugün, 3.bölüm)

Yazar : Simay DEMİR 

Mucizelere inanır mısınız? Belki her gün yüzlerce mucizeye tanık olan biriyim ve gönülden söylüyorum ki ben inanıyorum. Hiç sorun olmadan nefes almak, istediğin gibi istediğin kadar su içebilmek, tek başına yürüyebilmek, yemek yiyebilmek hatta pandemiyle birkez daha anladım ki istediğin zaman dışarı çıkıp hava almak bile günlük yaptığımız ama çok büyük mucizeler bence. Belki bu saydıklarım size önemli görünmeyebilir ama siz bir de bunları akciğer, kalp ve ya böbrek rahatsızlığı olan hastalara sorun. Peki ya bir canlıyı dünyaya getirmek, o canlının varlığına vesile olmak bundan daha güzel mucize olabilir mi? Gizem’in hamile olması onun için de Barış için de son şanstı ve hayat onlara bu şansı verdi.

Hayat mucizelerle doludur ve bunun kapınızı ne zaman çalacağını hiç bilemezsiniz. Bebekleri; Gizem ve Barış’ın belki de en umutsuz oldukları zamanda geldi. Barış “Arkamda bırakacağım kimse yok”, diyerek tedaviyi reddetmiş, ailesi tamamen dağılmış ve umudunu tamamen yitirmişken aldı bu haberi. Onun bebeğinin kalp atışını duyduğunda aldığı nefes her şeyi anlatıyordu o an aslında. O bebeğiyle yeniden hayata dönüyordu. Zaten bahçedeki “Neden şimdi” sitemi de bundandı, belki de o hayatı boyunca hiç bu kadar yaşamak istememişti ama hayat onu kanserle sınıyordu. O şimdi tüm hastanenin ortasında “Baba oluyorum” diye umutla bağırırken bir yandan da kendine ve ailesine ikinci bir şans da veriyor aslında. O, kendine bu hayata yeniden tutunmak için bir dal, yer edinmek için bir fırsat buldu.

Barış Güvener Hisarönü Hastanesi Başhekimi, aslında ne yaptığının da neden yaptığının da gayet farkında. Dekan beyle yaptığı konuşmada da gayet açık bir şekilde anlattı derdini. O, hastaneyi değiştirebileceğine de, bunu belirli bir süre içerisinde yapacağına da olan inancı tamdı. Bence dekanın konuştuktan sonra fikrini değiştirmesinin sebebi de bu. Konuşurken kendinden çok emindi, dekan da görüyor o Hisarönü Hastanesi için gerçekten bir şeyler yapmak istiyor. Ama bir tek hastane değil onun derdi; o, insanlar için hastalar ve yardıma muhtaç olanlar için elini koyuyor taşın altına. Bunu o bağış parasını gözünü dahi kırpmadan ceza evine bağışlanmasına destek olurken çok net gördüm. Bence hastane, hapishane, huzurevi hiç fark etmez Barış sadece yaptıkları işe yarasın, insanlar biraz daha iyi imkanlardan faydalansın derdinde. Bence zaten bu yüzden dekan onu kovmaya gelmişken yeniden tüm inisiyatifi ona bıraktı. Çünkü Barış farkında mı bilmiyorum ama bir şeye inandığı zaman ona tüm kalbiyle teslim oluyor ve bunu bir şekilde etrafına yansıtıyor. Çevresindekiler gözlerindeki o inancı çok net görüyor, tıpkı Gizem’in görüp gitmekten vazgeçmesi gibi, tıpkı ilk başta ceza infaz hastalarına bakmayı istemediği halde sonra gelip açılışına katılan dekan gibi. Yurtdışında çok daha iyi imkanlarla çalışmak varken koca bir bölümü yeniden inşa eden Aras gibi. Tek sorunsa Barış kendindeki bu durumu görmüyor. Ama ben gördüm o Suzan’a “Baba olmak istiyorum” dediğinde gözlerinde yeniden o umut parıltısı ışıldadı. İşte bu da Barış’ın yeniden hayata dönmesi için ona bahşedilmiş bir mucizeydi.

Aslında Barış ailesini ihmal ettiğini de Gizem’in ona ihtiyacının olduğunu da gayet iyi biliyordu ve bence ilk, kanser olduğunu tahmin ettiği için boşanma işine hiç sesini çıkarmadan kabul etti. Zaten evi ona bırakmak istemesi de bundan değil miydi? Ama şimdi Gizem’den çok onun Gizem’e ve çocuğuna ihtiyacı var ve Barış bunu gayet iyi biliyor.Bir kadın olarak Gizem’i anlıyorum aslında. O; eşi, hala aşık olduğu insanın onun yanında bir zorunluluktan değil de hala sevdiği, aşık olduğu ve yanında kalmak istediği için onunla olsun istemişti. Bu yüzden Barış’a söyleyip böyle bir şüpheyle yaşamaktansa gizlemeyi tercih etmiş. Bu yüzden onu yargılayamam ve kararına ancak saygı duyabilirim, ama ne olursa olsun Barış bu şekilde öğrenmemeliydi, bundan dolayı Gizem’e “Neden bana söylemedin” sitemini de anlayabiliyorum. Zaten dediğim gibi Gizem Barış’ın onu gerçekten hayatında olmasını istediğini hissettiği, Barış onu buna inandırdığı için İstanbul’da Barış’la birlikte kalmayı kabul etti. Ben inanıyorum ki o iyi bir doktor olduğu kadar çok iyi bir baba da olacaktır.

Gizem’in anne olması için son şansının bu olması özellikle Suzan’ı çok derinden etkiledi. Çünkü onun da anne olabilmesi için sınırlı şansı vardı. Suzan’ın Derin’e söylediği bir cümle hayatını özetler nitelikteydi ve aslında gözlerindeki o hüznü açıklıyordu bana kalırsa; “Bu yaşamak değil ki oyalanmak.” Bu cümlenin ağırlığını ekran karşısında bile kalbimin en derinlerine hissettim. Fakat Derin’in “Biz birlikte atlatırız” lafı da bir o kadar hafifleticiydi benim için. Suzan şu an kalabalıklar içinde yapayalnız bir kadın. O nişanlısını kaybettikten sonra nefes alan, yürüyen, konuşan bir ölüden farksızdı. Hani kendini ölü sanan hasta var ya tıpkı onun gibi tek farksa Suzan yaşamak zorunda olduğunu da ölü olmadığını da biliyor. Çatıda Derin’e söylediklerini hatırlayın bir daha aşık olacağına, birini bir daha öyle seveceğine dair inancı bile kalmamış. Bu yüzden anne olmak bile istemiyor ve bence bunun altında onu da kaybederim korkusu var. Suzan bence çok güçlü bir kadın, bunca yaşadıklarına, içinde bulunduğu psikolojiye, hem sevdiği adamı hem anne olma ümitlerini yitirmiş olmasına rağmen direniyor, pes etmeden doktorluk yapmaya, başkalarına merhem olmaya çalışıyor. Bu herkesin yapabileceği bir şey değil; hele de ölümle bu kadar iç içe olan bir bölümün başında yer alıyorsa. Barış’ın o hastaneye gelmesi umarım Suzan için de bir mucizenin habercisidir. Bence Suzan gibi yaşamayan sadece oyalanan biri daha var; Derin. O kendi gerçekliğinden kaçarken onlarla yüzleşmemek için sadece oyalanıyor.

Haftalar ilerledikçe Derin hakkında daha çok bilgi sahibi olmak çok hoşuma giden bir durum, zira geçen hafta biraz değinmiştim annesinden dolayı böyle işkolik ve duyguları konusunda bu kadar katıydı. Güldan hanımla anlık konuşmasına bakılacak olursak annesi saygın ve tanınmış biri, çünkü öyle yüksek mertebeden bir kadının başka türlü onu tanıması pekte mümkün gelmiyor bana. Belki de işinden yahut yaşantısından dolayı Derin’i ve kardeşini ihmal etti belki de bambaşka bir durum şimdilik muamma. Ama bence Derin bundan dolayı etrafına karşı kapalı bir kutu, kendi dünyasını çevresindekilere ne kadar yakın olursa olsun göstermiyor. Hepsinin derdiyle dertleniyor, tek tek ilgileniyor ama kimse onun içindeki mutsuzluğu şu an görmüyor.Derin zayıflığını göstermemek için köşe bucak kaçıyor. Fakat tüm bunlar bir yana o çok merhametli bir kadın. Fatma için hastanede kalışı, Suzan’a sonsuz desteği, Mert’in durumunu görmesi aslında çevresinde olanlara ne kadar hakim olduğunu da gösteriyor aynı zamanda. O kendi dışındaki herkesi düşünüyor, önemsiyor ve değer veriyor. Bence bir anlamda böyle sevileceğini düşünüyor. Zira annesiyle zor bir çocukluk geçirmiş anladığım kadarıyla ki sözü bile geçsin istemiyor. Kardeşini kendi büyütmek zorunda kalacak kadar yokmuş anneleri yanlarında ve belki de ondan hiç sevgi dahi görmemiştir. Bu yüzden duygularını göstermek konusunda çok ürkek davranıyor. Belki de ona biraz daha yaklaşırsa Aras’la ilişkisi bozulur diye korkuyordur ya da kalbi kırılmasın diye kalbi hiç yokmuş gibi davranmak daha çok kolayına geliyordur kim bilir. Şimdi tüm cesaretini toplamışken umarım Aras gördüklerinden dolayı aralarına mesafe koymaz, zira bu onun kendini tamamen kapatmasına neden olabilir.

Bu hafta Aras’ı büyük bir hayranlıkla izledim doğrusu. Yenilikçi tutumu, hemen bu konuda Barış gibi adımlar atması ve bunu yaparken özellikle iş hayatında çok başarılı oldukları halde sadece kadın oldukları için ayrıştırılan cerrahlardan seçim yapması beni çok etkiledi ve mutlu etti. Aras çok idealist bir doktor ve bunu göstermekten asla çekinmiyor. Derin’in imasını yaptığı durumu konuşurken söyledikleri yüzümde kocaman bir tebessüm oluşturdu. Evet çoğu kadın sadece cinsiyetlerinden dolayı iş hayatında ilerleyemiyor, Maalesef ki kadınlar iş alanlarında çoğu zaman ne yaparsa yapsın dış görünüşleri başarılarının ve başarabileceklerinin önüne geçiyor. Dış görünüşleri nasıl olursa olsun bu dudum eksi olarak yazılıyor haberlerine. Bu durumu yaratansa asla kadınlar değil. Aras hocanın bunu bilip buna göre davranması, öyle düşünmeyip kadınlara şans vermesi Derin’in yüzünden de anlaşılacağı üzere onun içinde gurur vericiydi ve bence “Bu adam beni üzmez” düşüncesi orada oluştu ki hazırlanıp ona gitmek istedi. Mert’in gelişi planlarını değiştirmiş olsa da onu o halde kimse yalnız bırakmazdı sanırım.

Mert’in geçen haftaki tepkisinden ve büründüğü ruh halinden aslında bir yarası olduğunu anlamıştım ama böyle büyük bir travması olabileceğini düşünmemiştim açıkçası. Ben, belki bir tanıdığı hapistedir diye düşünürken kendi hapiste büyümüş bir çocuk olduğunu öğrenmek soğuk duş etkisi yaptı bana. Fatma ve çocuğuyla kurduğu bağ ona çok zor geldi, ben Fatma da annesini gördüğünü düşünüyorum bu yüzden bu kadar etkilendi. Şimdi annesi nerde, yaşıyor mu, hala hapiste mi yahut neden hapiste? Hiç birini daha bilmiyoruz ama bildiğim bir şey varsa o da tüm bu olanlara rağmen acil gibi komplike bir yerin sorunlu hemşiresi olacak kadar başarılı birini, bir insan ancak taktir edebilir.

Yine soluksuz izlediğim ve haftayı merakla beklediğim bir bölüm oldu. Emeği geçen herkesin eline emeğine sağlık.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere, sağlıkla kalın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir İhtimal Daha Var Mı? (Hayat Bugün,2bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

Yaşayabilmek, bu hayatta bir yere sahip olmak, bir gönülde barınmak, bütün bir kalabalığın içinde yok olup gitmek istemeyen herkesin bir amacı, onu bu hayatta var eden bir inancı olmalı bana göre.  Belki adaleti sağlamak için avukat, savcı olmak ya da minicik çocuklara Umut olmak için öğretmen, bir hayata dokumak için hemşire doktor olmak gibi amaçlar tutar insanı hayatta. Ya da yüzüne inançla bakan evladı için, kurup gerçekleştirmek istediği hayalleri, aşık olduğu insan için sımsıkı sarılır bazen bu hayata insan, en azından ben öyle olduğuna inanıyorum. Derin’in, Aras’ın ve hatta Suzan’ın bile o hastanede, o hayata tutunmak için birer amaçları ve yürümeye devam edecek inançları var. Fakat Barış etrafındaki herkese bir inanç aşılamaya çalışırken kendisinin hiçbir dalı, inancı yokmuş gibi ölmek istemesi bana çok ironik geldi.

Geçen hafta beni en çok etkileyen şeyin Barış’ın umut dolu olup bunu etrafına yaymak istemesi olduğunu söylemiştim. Aras’ın katı kurallarına (ki bu hafta da yakından tanık olduk), dediğim dedik düşünce yapısına rağmen onun fikrini bile değiştiren,  umudu ben kendisinde göremedim maalesef.  Herkese inanalım, umut edelim, risk alalım derken kendi iyileşmek adına tek bir umudu, iyileşmek istememesinin de tek bir mantıklı sebebi yok. Peki sizce Barış  kendi inanmadığı bir şeyi başkalarına ne kadar inandırabilir?

Barış’ın bu karamsar tavrı, ölmek istemesi ve yaşamak için diretmemesi bana bu hikayede bir eksiklik olduğunu düşündürüyor. Barış neden yaşamak istemiyor sorusuna tek bir cevap bulamıyorum maalesef. Dahası üzülerek söylüyorum ki Barış’ın o hastaneye geliş sebebini de, o hastaneyi neden ayakta tutmak istediğini de artık anlayamıyorum, çünkü bana bu konuda verilen tek bir motivasyon kaynağı yok. Şimdi diyebilirsiniz ablası orda öldü, başkaları da aynı şekilde ölmesin diye orda. Bunu kabul edebilirdim amenna ama ölmek istemek yerine ablası içinse tüm bu değişim isteği, o zaman onun için yaşamayı seçmesi gerekmiyor muydu? Ben mi yanlış düşünüyorum.  Aşağıda değineceğim ama Derin’in Aras’ın Suzan’ın ve hatta Ali Haydar’ın bile motivasyonuna şahit olmuşken Barış’ın tedavi olmayı reddetmesinin de yaşamak istememesinin de motivasyonunu göremedik.  Kemoterapinin ne kadar ağır bir tedavi sürecinin olduğunun da, bu tedavinin insanı nasıl yavaşlatıp, duraksattığına da bir hemşire olarak kendi gözleriyle şahit olmuş biri olarak söylüyorum eğer Barış “Ben kemoterapiden dolayı tedavi olmak istemiyorum yahut o beni  yavaşlatır, çalışamam” diye kabul etmek istemese  kararına da, söylediklerine de sonsuz saygı duyup kabul edebilirdim.  Ama Barış ne dedi; arkamda bırakacağım kimse yok, o yüzden tedavi olmayacağım. Bakın bu replik benim gözümde geçen bölüm bize gösterilen Barış karakterini tamamen yok eder.  Çünkü Barış yepyeni bir sistemle yepyeni bir hastane kurmak istiyor sadece mekandan yahut teknolojik aletlerden bahsetmiyorum. Yeniliğe açık, insan yaşamına iş gibi değil de bir can gibi bakan, hastaneyi evi gibi sahiplenip ona göre hareket eden sağlık çalışanlarıyla doldurmak istiyor ve kimse kusuruma bakmasın bunlar bir yılda yapabilecek şeyler değil.  Üstelik hani iyileşmek istemiyor ya arkasında bırakacağı kimse olmadığı için. Peki ya ilmek ilmek kurmak istediği sistem ne olacak, ceza infaz kurumundan gelecek hasta kabulü ne olacak, insanlara kurdurduğu hayaller, onlara ne olacak? Barış tüm bunları yarım yamalak geride bıraktığında başa gelecek yeni başhekim her şeyi sıfırlayıp eski sistemden devam edecek ne yazık ki. Barış’a onca inanan insanlar bir daha bir başkasına güvenip inanabilecek mi? Her şeyi geçtim Barış işine bu denli bağlı ya işi için çok sevdiği karısından bile boşanmışken ilk engelde havlu atması size inandırıcı geliyor mu? Bana gelmiyor açıkçası. Ya da belki de Barış’ın işine neden bağlı olduğunu göremediğim için bana öyle geliyordur bilmiyorum. Barış’ın amacı ne, ne yapmaya, neden yapmaya çalışıyor anlamış değilim, zira  ben bu bölüm  sadece etrafta deli gibi koşturan bir adam gördüm çok üzgünüm. Aklıma takılan ikici bir konu da Gizemle olan ilişkisi.

Gizem hamile oluğunu bile bile boşandı ve Barış’ın ruhu bile duymadı. Bu ona da doğacak çocuğuna da çok büyük haksızlık bana kalırsa ki öyle ağır sorunlu bir evlilik süreci geçirdiklerini de düşünmüyorum. Zira boşanma sebepleri sadece Barış’ın evliliğine ve eşine yeterince vakit geçirmemesinden kaynaklanıyor.  İşin içinde aldatma, terk etme falan olsa diyeceğim ki gurur yaptı. Eee o da yok. Bu kız neden sakladı bu durumu? Hele risk altında bir hamileliği varken, doktor eşinden bunu insan neden saklar? Ben anlamıyorum arkadaşlar. Yani bana altı çok boş geldi bu durumun. Halbuki Gizem’in konuşurken sesinin titremesi, ayrılmak istememesi hala Barış’a aşık olduğunu gösteriyor. Ben inanıyorum ki bu bebek Barış’ın bu hayata tutunmak için de, tedavi olmak için de bir amaç olacaktır.

Gizem’in son dans gösterisinde kanlar içerisinde yerde kalması sadece Gizem için değil, Barış için de milat olacak. Gizem dans ettiği sahnede yığıldığı anda hem Barış’la olan ilişkisinde, hem de bebeği için yeni bir dönemin de başlamasına sebep oldu. Gizem’in içinde bulunduğu durum, duyguları yeniden alevlendirir mi bilmiyorum ama Gizem ve küçük bebeğinin Barış’ı yeniden hayatta tutacağına eminim. Suzan’ın da katkılarıyla Barış Güvener hastanesinin başında, sevdiklerinin yanında kalacaktır.

Suzan nasıl ki Barış sayesinde bir kez daha hastalarına ve hastaneye dönmeyi kabul ettiyse Barış’ın da kendisi gibi geri dönsün, tedaviyi kabul etsin istiyor.  O bir sevdiğini, arkadaşını daha kaybetmek istemiyor. Bundan dolayı bu kadar üstüne gidiyor onu çok iyi anlıyorum. Bu yüzden ona tüm samimiyetiyle yaklaşıyor çünkü o da buna inanıyor. Tüm samimiyetiyle yaklaşırsa hastalarını iyileştireceğini düşünüyor tıpkı Aylin hanımda yaptığı gibi. Bu hafta Suzan’ın hikayesine çok değinmemiş olsa da açıkçası ben o gözlerindeki hüznün sebebini de onun hikayesini de çok merak ediyorum. Çünkü hastalarıyla böyle güzel bağ kuran, başarılı ve işini gayet severek yapan biri o ve şu an için Barış’a yardım edebilecek tek kişi. Çünkü bu konuda ne Aras ne Derin ne de bir başkası bilgi sahibi bile değil.

Aras benim bu hafta en çok ilgimi çeken kişi oldu, en azından o buz gibi bakışlarının altında yatan sebebi, neden böyle olduğunu anlamam için bana birkaç sebep verdi. Aras gördüğüm en dik kafalı, dediğim dedik ve kuralcı karakter olabilir. O kurallarını hiçbir şekilde esnetmiyor ve ona ters düşüldüğü taktirde karşısındaki kişiyi dinleme tenezzülünde bile bulunmuyor. Çünkü anladığım kadarıyla bu hayattan büyük silleler yemiş ve bu başta mesleği olmak üzere hayatının her bir alanına etki etmiş durumda. En başta bir hurafe yüzünden en yakın arkadaşını kaybetmiş ve sığındığı tek şey pozitif bilimler olmuş  bu yüzden karşısındakinin ne hissettiğiyle yahut neye inandığıyla ilgilenmiyor. Bilime ters düşüyorsa onun için bitmiştir nokta.  Halbuki karşımızdakinin inancı bizim ne düşündüğümüz değil onun nasıl hissettiğiyle alakalı. Nasıl ki Aras on defa parmaklarını yıkamadan ameliyata girmiyorsa o hasta da ritüel olursa ancak yaşayacağına inanıyordu bu yüzden ritüel yapılmadan ameliyat edilmek ölmek anlamına geliyordu onun için. Çünkü bu şekilde yaşamaya olan inancını kaybediyordu ve bedeni de ona uygun tepki veriyordu. Ve Derin o Aras’ın bu konuda gözünü açtı. Çünkü Derin Aras’ın aksine başkalarının duygularını anlıyor, onlarla empati kurup ona göre davranıyor.

Bu hafta Derin ve Aras bir hasta hikayesi yüzünden karşı karşıya geldiler. Aras geçmiş tecrübe, bilime olan bağlılığından dolayı bir ritüeli kabul etmedi. Az önce de söylediğim gibi kendi bakış açısına göre yanlış bir şey yanlıştır. Halbuki alzheimer hastalarıyla yapılan bir testte kanseri en kolay onların atlattığı tespit edilmiştir. Stres yapacak kadar hatırlamadıklarından dolayı hastalıkla mücadeleleri daha kolay oluyormuş. Bir sağlık çalışanı olarak elbette pozitif bilimden yanayım ama bazen insanların kendilerini güvende hissetmek için sağlığını riske atmayacak şeylerin de olduğuna inanıyorum. Fizyolojik olduğu kadar psikolojiktir de, emin olun. Aras bunu biraz zor anladı ama ben açıkçası onun Derin olmadığı zamanlarda da sağduyusunu bir tık da olsa dinlemesi gerektiğine inanıyorum.

Fark etmişsinizdir Derin her defasında şöyle bir cümle kuruyor “Ben senin arkanı topluyorum” ki bence çok haklı. Aras daha çok Derin’le ilgileniyormuş gibi görünse de hastanede Aras’ın arkasında dimdik duran kişi Derin. Bu ilişkide Aras daha çok duygusal gibi görünse de onun inatçı ve kuralcı kişiliği Derin’in insancıl yaklaşımı sayesinde zarar görmüyor. Çünkü Aras’ın odak noktası kendisi başkalarının ne düşündüğünü yahut ne yaşadığını görmüyor. Örneğin yemekte Derin çok yorgunum eve gidip uyuyacağım dedi ama iki dakika sonra hastanede karşılaştılar ve Aras ne işin var burada diye sormadı bile. Dahası Derin’in  yüzünden bütün gün yorgunluk akıyordu nedir bu halin diye sorma gereği bile duymadı. Çünkü Derin Aras’ın sorununu görse de o Derin’deki sorunu görmüyor.

Derin ne kadar başkalarının duygularını anlayıp ona göre bir yaklaşım sergiliyorsa o derece kendi duygularından uzak ve onlarla yüzleşmemek için o denli kaçıyor kendinden ve bunu işe gelerek, aralıksız çalışıp sadece işine yoğunlaşarak yapıyor. Yani bir anlamda kendi düşünceleri, duyguları onu ele geçirmesin diye sadece çalışıyor. Çevresine verdiği hiç bir nasihati  kendi hayatında uygulamıyor.

Gecen hafta Derin’in hiçbir duygusunu, ailesiyle yahut özel hayatıyla ilgili tek bir kırıntı elime geçmemişti. Sanki  karşımda etten bir robot vardı fakat bu hafta tek hareketiyle bunun sebebini kafama mıh gibi kazıdı. Derin ailesinden annesinden sorunlu bir kadın. Hastanede çalışmayı da nöbete kaçmayı da bir kurtuluş yolu olarak görüyor çünkü annesiyle yüzleşmek istemiyor. Çünkü Aras’a çok yorgunum diyen kadın kapıcının anneniz geldi lafıyla hemen hastaneye geri döndü demek ki ailesi yönünde yüzleşmek istemediği sıkıntıları var ve bu özel hayatına da çok yansıyor. Derin bence Aras’ın ona karşı bir şeyler hissettiğinin farkında ama onun yolunu öyle bir kapatmış, bu duruma öyle bir set çekmiş ki Aras cesaret edip o seti geçemiyor. Ve bence bunun bir sebebi de Derin’in annesiyle olan sorunu. Çünkü anneden sorunlu çocuklar kendilerini sevmeye de sevilmeye de layık görmezler. Onu en çok sevmesi gereken sevmemişken neden bir başkası gerçekten sevsin ki düşüncesinde olurlar ki bence Derin de aynı düşüncede. Umarım Aras biraz daha cesur davranır ve Derin’in o sert kabuğunu kırıp içindeki gerçek Derin’i dışarı çıkartır.

Hayat bugün yine soluksuz izlediğim bir bölümle son buldu. Şuna da değinmeden geçemeyeceğim daha sadece bir hafta önce çalıştığım yerde bir meslektaşım şiddete uğrarken bu konuya böyle hassas ve güzel değindikleri için teşekkürü borç bilirim. Dahası her insan gibi ceza evinde yatanlarında sağlık hizmeti almaya hakkının olduğuna değinilmesi, Doktorluğun  sadece ilaç verip, ameliyat etmekle bitmediğini bu yöntemler kadar konuşarak anlayarak da çözümler sunduğunu göstermesi detayları çok hoşuma gitti açıkçası. Hurafelerin insan hayatına ne kadar zararlı olabileceğini de alternatif tıbbın pozitif bilimle birleşince insana yararlı olabileceğini çok güzel gösterdiler.  Emeği geçen herkesin eline emeğine sağlık.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere, sağlıkla kalın.

 

SİZİN İÇİN NE YAPABİLİRİM? (Hayat Bugün,1.bölüm)

YAZAR: Şehriban Simay DEMİR

Hayat doğduğumuz günle öldüğümüz gün arasında yaşanan olaylar silsilesi gibi görünse de; eğer bir hastane odasında sabırla iyileşmeyi bekleyen bir hasta, yahut onun iyileşmesi için an be an teyakkuz halindeki bir sağlık çalışanıysanız  bunun  aslında çok daha fazlası olduğunu görürsünüz. Yaşanılan o an en değerli andır. Zira dün geride kalmış yarının ne olacağıysa sadece bir umuda bağlıdır ve yaşamak için sadece bu gününüz vardır.  Hayat Bugün’ü izlerken Başhekim Barış Güvener’in ağzından dökülen her sözcük bir kez daha aynı şeyi hatırlattı bana; umut biziz.  O zaman bende aynı umutla soruyorum; sizin için ne yapabilirim?

Barış Güvener bildiğimiz o doktorlardan değil. Göreve geldiği ilk andan itibaren tüm hastaneyi birbirine katmayı başardı ve bundan bir an bile pişman olmadı. Olanla olması gereken arasındaki farkı bilip, olması gerekeni yapma hususunda kimseyi gözü görmeyen bir baş hekimimiz var. Öyle ki ilk iş gününde koca bir departmanın en ünlü doktorlarını işten çıkarabilecek kadar gözü kara,  terörle mücadele amirine karşı hiç tanımadığı iki çocuğu savunabilecek  kadar cesur ve yıllardır bir hastanede süregelen bir sistemi değiştirebileceğine inanacak kadar kendinden ve yapabileceklerinden emin bir adam. Onun mottosu belli; o doktorlara yardımcı ve umut olacak doktorlarda hastalarına.  Bu yüzden risk almaktan da, elini taşın altına koymaktan da, başını gerekirse belaya sokmaktan da geri kalmayacağı aşikar. Bundan dolayı onlara söylediği ilk şey ; “Sizin için ne yapabilirim?” demek oldu.Barış’ın tüm hayatının hastalarına ve doktorlarına rezervli olduğunu görmemek için kör olmak lazım. Benim bu hususta bazı endişelerim ve söyleyeceklerim var zira bu durum bana çok garip ve hatta biraz da tehlikeli geldi açıkçası. Barış’ın Derin’e verdiği nasihati düşününce terzi bazen kendi söküğünü de dikmeli ama değil mi?

Barış az önce de dediğim gibi hayatının tamamını hastanelere ve hastalarına ayırmış olsa da naçizane ben bunu çokta sağlıklı bulmuyorum. Evet özgeçmişine baktığımızda muazzam bir kariyeri var. Bingöl’de bir hastaneyi daha ayağa kaldırmış fakat bunu yaparken kendi hayatını, sevdiği kadını bir kenarda öylece bekletmiş. O işinde ne kadar başarılı olsa da özel hayatında sınıfta kalmış durumda, bocalıyor, ablasının ölümünü hala atlatabilmiş değil. Evliliği bitme noktasında, karısını hala sevmesine rağmen boşanmayalım diyemiyor. Halbuki yukarıda da değindiğim gibi koca bir departmanı gözünü kırpmadan dağıtacak kadar cesur birinden bahsediyorum. Doktor Barış’a da onun yaptıklarına da sonsuz saygı duymuş olsam da kendini geri plana atıp geriye kendinden sadece bir “ Doktor” kalıbı bırakmış olmasını pek sağlıklı bulmadım açıkçası. Yani o ne bir eş, ne baba, ne kardeş hatta arkadaş bile olamamış, sadece bir doktor olabilmiş gördüğüm kadarıyla, geriye kalan her şeyi hastane dışında bırakmış ve karısının “Bir kahve içecek vaktin var demek” sözüyle anlıyoruz ki hastane dışında bir hayatı da yok. Yanlış anlaşılmasın karakteri eleştirmiyorum ama Barış’ın başhekimlik dışında da bir ailesi var ve onlarla da ilgilenebilmeliydi demek istiyorum. Kendi geçmiş travması bunu tetiklese de eşinden ayrılmak istemediğini, onu hala sevdiğini gözlerinden okuyabiliyorum. Umarım Hisarönü Hastanesi doktorlarına söylediğini kendi hayatına da kanalize edebilir yoksa tüm hastaneyi kurtarsa da kendini bir uçurumdan aşağı bırakmak zorunda kalacak gibi hissediyorum.

Barış’a kendini tamamen işine kanalize ettiği için kızsam da aynı zamanda ona büyük bir hayranlık da besliyorum.  Öncelikle çok zeki, pratik ve çözüm odaklı biri. Hastalarının hayatını düşündüğü kadar hekimlerinin de hayatını düşünüyor “Önce bizim güvenliğimiz, sonra onların sağlığı.” Ayrıca bu genç yaşında elde ettiği başarılara ve geldiği makama rağmen asla egoist biri değil. Bunu hem nörolog Ali Haydar beyle konuşmasından; ki yanlış yaptığını anladığı anda özür diledi, hem de kalp damar uzmanı Aras beyle negatif basınç odasının önünde onunla tartışmayıp tek önceliğini Derin’e vermesinden çok net görebiliyorum. Ama beni en çok etkileyen şeyi şüphesiz bu kadar umut dolu olmasıydı. O belki bilerek belki bilinçsizce yapıyor şu anlık bilmiyorum ama sisteme, değişime hatta mutlu olmaya dair umutlarını kaybetmiş, inanmayı unutmuş bir topluluğa umut aşılıyor.  Bir de fark etmişsinizdir Barış bir şeyleri yapmak için çok acele ediyor ve bunu gayrette bilinçli yapıyor. Yani daha hastaneye geldiği ilk gün hastanenin en önemli doktorlarıyla tartıştı, Dekanı karşısına aldı, Suzan’ı hemen bir karar vermesi için zorladı ve bunları yaparken bir an bile duraksamadı.   İlk başta çok düşündüm neden bu kadar aceleci diye. Sahneler ilerledikçe anladım ki onunda sürekli dem vurduğu zamanı çok az. Bence Barış o hastaneye gelirken de, Suzan’ın biyopsi yapmasını isterken de alacağı sonucu az çok tahmin ediyordu. Bu yüzden en sevdiğini; ablasını kaybettiği hastaneye geldi ve fazla vakti olmadığını düşündüğü içinde erkenden kollarını sıvadı. O travmalarıyla yüzleşmek için bu hastaneye gelmeyi kabul etmişken onun tam tersi düşünen Suzan’la yollarının kesişmesi de çok manidar geldi bana. Çünkü o da  Barış gibi en sevdiğine o hastane odalarında birine veda etmiş bir kadın ve Barış gibi bunu hala atlatabilmiş değil.  Barış’tan tek farkıysa; o çoktan umudunu yitirmiş durumda.

Suzan Mayer; ona baktığımda gördüğüm ilk şey acılarını saklamak için kendine kusursuz bir maske yapmış olduğu sanırım.  Dışarıdan bakıldığında çok başarılı bir onkoloji uzmanı, medyanın göz bebeği, işinde başarılı ve çok güzel bir hayatı var. Fakat ona biraz daha yaklaşıldığında gözlerindeki hüzün okunacak kadar belirginleşiyor. Mesela hastalarıyla yüz yüze görüşme yapmayacak kadar uzak görünse de onların isimlerini, hastalık seyrini, semptomlarını tek tek bilecek kadar da ilgili onlarla. Peki neden kaçıyor onlardan? Bana kalırsa onlarla görüşmemesinin asıl sebebi ister istemez onlarla bağ kurmasından kaynaklanıyor. Yani Aylin hanım hakkında hemşire hanımdan bilgi alırken sanki bir hastası değil de bir yakınıymış gibi bir ifade vardı suratında, üstelik reçete yazacağı ve kadının buna ihtiyacı olacağı için çok üzgündü. İşte tam bu anda ben de Barış gibi neden diye sordum kendime neden o zaman temelli hastaneyi bırakıp medyada yer edinmiyor kendine? Cevabı çok basit aslında; çünkü o göründüğünün aksine mesleğine çok bağlı, bir şekilde insanlara ulaşmak, onlara umut istiyor ama onun kendi umudu bile olmadığından bunu yapamıyor. İşte tam da bu yüzden bir gün önce istifa etmeye karar vermişken bir gün sonra bu kararından vazgeçti. Zira Barış ona tutunabileceği bir dal, umut edebileceği bir hissiyat verdi. Çünkü o da herkes gibi ona inanmak istedi ve hastanede kalmayı kabul etti. Ben Barış gibi Suzan’ın da çok derin bir karakter olduğunu, içinde göründüğünden çok daha fazlasını barındırdığını düşünüyorum. Tıpkı  Acil Tıp Uzmanı Derin Nalbantoğlu gibi.

Barış’ın, Suzan’ın, Aras’ın ve hatta Andaç’ın bile ilk bölümden bir çok duygusuna, özel hayatına, endişe ve korkularına tanık olduk ama söz konusu Derin olunca elde ettiğim doğru düzgün tek bir veri olmadı.  Üzüldüğüne, korktuğuna ve hatta mutlu olduğuna çok nadir anlarda şahit olduk. Başta acil gibi gerçekten insani duyguları zorlayan, hissizleştiren bir yerde çalıştığı için böyle olabileceğini düşünsem de bence ardında bambaşka sebepler var. Düşünsenize Maymun Çiçeği Virüsü gibi daha ne tedavisi ne hastalık seyri bilinen bir hastalığa yakalanma olasılığı var ama kadında korku namına tek bir emare yok. Dahası Aras’ı durduracak kadar da sakin durumda bu çok tuhaf değil mi? Üstelik Derin acil gibi ekstra dikkat gerektiren bir yerde çalışan biri için iki saatlik uyku ve kahveyle ayakta durup odağını kaybetmeden ve düşük nabız gibi herkesin fark edemeyeceği bir nabzı fark etmesi bana çok garip geldi açıkçası. Bir sağlık çalışanı olarak kendimden pay biçtiğimde onun takviye ilaç vs almadan bu kadar enerjik durması bana pekte inandırıcı gelmedi. Bu yüzden sabah Suzan’la kahve muhabbeti yaptıktan sonra ağzına attığı şeyin sıradan bir şey olmadığını düşünüyorum.  Aslında bu konuyla ilgili birkaç fikrim var ama şimdilik cebimde tutacağım, bakalım Derin göz altı morluklarından başka ne gibi belirtilerle karşıma çıkacak?

Derin şimdilik bir sır küpü gibi dursa da hastalarına bu kadar önem vermesi, onlar için hayatını hiç düşünmeden feda etmeye hazır oluşu ve Aras ile aralarındaki dostluk benim çok hoşuma gitti. İleride yavaş yavaş açıldıkça onu daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum. Aras ve Derin arasındaki dostluk bence ileride başka bir şeye de evrilebilir diye düşünüyorum zira  Derin Aras’a ” Seni buraya bağlayan bir şey yok mu?” dedikten sonra hastanede kalmaya devam etmesi de bir düşündürmedi değil. Her şeyin ötesinde Aras Derin’e çok değer veriyor ama Derin’ neyden korkuyor, işte onu da zamanla çözeceğime eminim.

Aras demişken, ondan biraz bahsetmek istiyorum. Karakterle ilgili henüz elimde bir veri olmasa da aslında onun da hastanenin umutsuz doktorlarından olduğunu düşünüyorum. Aras o hastanede istediği tedaviyi uygulayamadığı için ayrılmaya karar verdi diye düşünüyorum. Barış onunla konuşurken çok umutsuzdu ama teklifi duyduğunda gözleri parladı. Aras asla sıradan bir cerrah değil, kendini düşünen biri hiç değil. Derin için ona teklifte bulunan başhekime çıkışmasından belliydi bu. Barış da diğerleri gibi egolu bir adam olmayınca iki idealist doktorun el sıkışmasına şahit olduk. Benden duymuş olmayın da bu iki doktor dekanın canını çok sıkacak, benden söylemesi.

Aslında karakterler kadar dizinin ilk bölümden verdiği mesajlarda beni çok etkiledi. Bana “İşte gerçek bir hastane” hissiyatı verdi. Gerek sağlık çalışanlarının da birer insan  olduğuna değinilmesi ( Hasta olabilecekleri, mükemmel olmadıkları, travmalarının olduğu) gerek hayatın içinden olayları ( Suriyeli çocuklar gibi,  aile içi şiddet mağduru Ceylan gibi) bir daha gözler önüne sermesi beni o dünyaya inanırdı doğrusu. Ama beni en çok etkileyen ne oldu biliyor musunuz? Yaptığı sistem eleştirisi; Barış “Umut biziz”, biz değiştireceğiz en azından deneyeceğiz dediğinde Doktorluğu unutmuş, bunu hasta bakımı değil de günlük rutin bir iş olarak gören herkesin uyanmasına öncülük edecek.  O bir hayal kurdu ve gerçekleştirmek için elinden geleni yapacaktır çünkü hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu ülkede hayal kuran bir liderin eseri.  Bu yüzden biz de Barış gibi umudumuzu asla yitirmeyeceğiz. Onun Aras ve Suzan’a ilham olduğu gibi insanlara ilham olacak; daha da önemlisi önce o umutla Barış’ı hayatta tutacağız.

Barış Güvener şimdilik hastanenin umudu olup, doktorlarına alanlar açsa da birinin de ona yardım etmesi gerekecek. Barış kanser ve zaman onun için geriye doğru çalışmaya başladı. Zaman az, yapılacak çok iş var. Suzan bu noktada Barış’ın hayatta kalması için en önemli insan olacak diye hissediyorum. Bunu bir aşktan çok kendisine ilham olan, umuduyla parlayan bir adamı ölüme terk etmemesi olarak düşündüm. Suzan en sonunda Barış’a ” Senin için ne yapabilirim?” diye sorduğunda, Barış’ın gözlerinde umutsuzluğu gördüğüm tek andı. Ama ben inanıyorum o hastaneyi, biz de başhekimimizi ayakta tutacağız.

Evet çok beğendiğim bir ilk bölüm oldu, ben de her hafta yorumlarına izleyicisi olacağım. Castı, yönetmeni, mekanı her şeyiyle dört dörtlüktü. Nasıl başladı, nasıl bitti anlamadım bile. Ömrü uzun, yolu açık olsun.

Haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

CANDAN ÖTE (En İyi Arkadaşlar Part-2)

HAZIRLAYAN: Şeyma BULUT – Ayşenur BOZ – Ela ERDOĞDU – Simay DEMİR

“Bizi birbirimize bağlayan çok ince düğümler var. Dostluk bağından ince, kardeşlik düğümünden sıkı… ” dostluk daha güzel anlatılır mı? Pek sanmıyorum. Capella Ekibi olarak geçtiğimiz hafta hazırladığımız dosyanın ikincisiyle karşınızdayız. Bu ekranlardan geçen deli dolu, duygu dolu kız arkadaşları derledik. Herkese keyifli okumalar dileriz.

  • ​​​Süreyya & Dilara (Aslı Enver-Neslihan Arslan) / İstanbullu Gelin

Süreyya ve Dilara’yu hatırlıyor musunuz? Dostluğu tanımlayın deseler herhalde en güzel cümlelerinden olurlardı. Süreyya anne ve babasını kaybettiğinde kimsesiz kaldığını düşünse de Dilara ile hiç kimsesiz olmadı. Onlar birbirlerine yaren, candaş oldular. Ne onları ne de hikayelerini asla unutmayacağız.

  • ​​​Narin ve Deniz (Özgü Namal-Burçin Terzioğlu) / Merhamet

Bir kazanın ömürlük bir dostluğa sebep olacağı kimin aklına gelirdi ki? Okumak, daha iyi bir hayat için cebine kalp kırıklarını alıp yola çıkan Narin’in en büyük şansı Deniz’di. Ona can yoldaşı, arkadaş, sırdaş olurken Narin her tökezlediğinde yanında Deniz’i buldu. Ne yaşarlarsa yaşasınlar bu hep böyleydi. Ben onların biri olmadan diğerinin hayatta kalacağına hiç inanmadım. Öyle de oldu… Birlikte savaştılar, birlikte çekip gittiler bu dünyadan.

  • ​​​Mira ve Eylül (Serenay Sarıkaya – Hazar Ergüçlü) / Medcezir

Eylül ve Mira ile ilk tanıştığımızda zengin dünyanın, içi boş dostluğu olarak görmüştüm ancak hiç bir şey göründüğü gibi değildir. Mira ve Eylül küçük yaşlarından bu yana birlikte büyüyen iki kız arkadaş olmanın ötesinde iki dosttu. Mira ne zaman düşse, canı yansa Eylül hep oradaydı. Aynı şekilde Mira da öyle… Mert onlara ay ışığı ve gün ışığı diyordu. İkisi de çevrelerini aydınlatırken, en sevdikleri tarafından acımasızca paramparça edildiler. O gecelerin sabahına da yine birlikte çıktılar. Hala komşu evlerde çocuklarını büyütürken, dedikodunun dibine vurduklarına eminim.

  • ​​Nefes ve Asiye (İrem Helvacıoğlu – Öykü Gürman) /Sen Anlat Karadeniz

Nefes oğluyla celladından kaçarken Tahir’in kanatları altına sığınan bir yaralı ceylandı. Onun yaralarını ilk sevdiği görse de en az onun kadar iyi gören, ona kol kanat geren biri vardı :Asiye. Nefes ve Asiye ilk karşılaştıkları anda önce arkadaş, sonra elti ve en sonunda kardeş oldular. Nefes hayatı en geriden takip ederken onun ellerini tutan, yolunu açan bir Asiye ablası vardı. Tecavüze uğrayan bir kadın olarak ona ilk kadınlar sırtını dönerken, Nefes’in yaralarını saran Asiye ile olan dostlukları da unutulmazlar listemizde olacaktı tabi ki.

  • ​​Bahar ve Eylem (Aybüke Pusat – Meriç Aral) /Söz

Aynı yatağı paylaşarak başlayan dostlukları Bahar’ın erken vedasına kadar devam etti. Dostlukları çok özeldi. Eylem, Bahar’ın hayatına gazeteci olarak girdiğinde de istihbaratçı olarak devam ederken de aslında hep anlayışlı, sevecen bir dostla karşılaştı. Karabayır’da birbirlerine destek olurken de kalp ağrılarını birbirlerine anlatırken de kalpleri birdi. Bahar babasını kaybettiğinde, Eylem Fethi ile ayrılığı yaşarken hep birbirlerine destek oldular. Yan yana pek olamasalar da onlar savaştıkları karanlık dünyada birbirlerine yürekten tutunmayı başarmışlardı.

  • ​Hülya ve Zeynep (Burcu Biricik – Pelin Öztekin) /Hayat Şarkısı

Eski dosttan düşman olmaz ama düşmandan dost olur. Hem de öyle bir olur ki şaşar kalırsınız. Zeynep ve Hülya ilişkisi ezeli düşmanlıkla başladı. Hem de öyle böyle değil, birbirlerinin başını ezmek için yapmadıkları kalmadı. Birbirlerini anlayana kadar da savaşları hiç durmadı. Ta ki Zeynep, Hülya’nın cadılık kabuğu altında sakladığı o derin ve durmadan kanayan yaraları görene kadar. O andan itibaren düşmanlık bitti ve dost oldular. Hem de öyle bir dostluk ki her şartta, koşulsuz destek verdiler birbirlerine. Kardeşten öte oldular. Hülya ve Zeynep belki birbirlerini çok iyi anlayamadılar ama anladıklarında da yolları hiç ayrılmadı. Eminim hala bir yerlerde Kerim ve Hüseyin’i delirtmekle meşguldürler, değil mi ama?

  • ​Efsun ve Binnur (Cemre Baysel – Merve Şen) /Senden Daha Güzel


Efsun ve Binnur arkadaşlığını yeni tanısam da es geçecek değildim. Efsun çocuk yaşta anne, babası sağ olmasına rağmen kimsesiz kaldığında onun en büyük destekçisi Binnur oldu. Efsun ne zaman sıkışsa, daralsa ya da acı çekse Binnur oradaydı. Binnur her şeyi bilir ama en çok Efsun’u bilir. Tek hareketinden anlar arkadaşını. Derdini görür, yok eder. Dost diye ben Binnur’a denir arkadaşlar. Onlarınki yol arkadaşlığı değil kader birliği bu sebeple ben onları ayrı yerlerde değil ayrı cümlede bile düşünemem. Severek izlemeye devam ediyoruz.

  • ​Zeynep ve Yağmur (Hande Doğandemir- Merve Hazer) /Güneşi Beklerken

Zeynep Gölyazı’ dan geldiğinde hiç kimsenin kendisini sevmediği berbat bir kolejde kendisini buluverdi. Zeynep’e Sayer Koleji’ nde destek olan, yanında olarak omuz veren tek insan Yağmur’du. O andan itibaren, ömür boyu sürecek bir dostlukları oldu. İkisinden biri ne zaman düşse, hayat bir yerlerden zorlamaya başlasa birbirlerinin ellerini hiç bırakmadılar. Lisede başlayan arkadaşlıklarının hala devam ettiğine eminim.

  • ​Halime Sultan ve Aslıhan Hatun (Esra Bilgiç – Gülsim Ali) /Diriliş Ertuğrul

Düşman obalardan iki güçlü kadındı Halime ve Aslıhan. Biri bey karısı, şehzade kızı diğeri bey kızıydı. Önceleri hiç anlaşamasalar da sonraları iki yiğit kadın olarak sırt sırta verdiler. Obaları, hayatları birdi. İkisinden birinin çadırına su damlası düşse diğeri ona dalga kıran oldu. İkisi de bu dünyadan giderken geride kalbi kırık iki adam ve iki güçlü kadının köklerini bıraktılar.

  • ​Nazlı ve Açelya (Sinem Ünsal – Hayal Köseoğlu) /Mucize Doktor

Mucize Doktor’un güzel kızlarını hatırladınız mı? Onları önce ev arkadaşı olarak gördüğümüzde sıradan iki arkadaş gibilerdi ancak durum öyle değil. Açelya ve Nazlı çok zıt olsalar da birbirlerini anlardı. Nazlı ne zaman yalpalasa, Açelya ne zaman acı çekse hep o yaraları görüp sarardı iki arkadaş. Nazlı için Açelya hep dış sesti. Söylemediklerini kalbine bakıp söyleyen arkadaşıydı. Açelya için de Nazlı merhametin, anlayışın sesiydi. Birbirlerini dengeleyerek, anlayarak, tedavi ederek aynı yolu en güzel şekilde yürüdüler.

BONUSLAR:

1. Meredith/Christina(Grey’s Anatomy)

“You are my person” bu sözü hatırladınız mı? İşte bu arkadaşlığı anlatmak için fazla söze gerek yok. Meredith ve Christina ilk tanıştıklarında rakiplerdi ama sonra birbirlerini öyle sevdiler ki aile oldular. Benim insanım olarak çevireceğim, aslında çok özel bir bağ vardı aralarında. Kalpler hiç ayrılmadı, her durumda, şartta birlikte yürüdüler. Daha güzel bir dostluk örneği olabilir mi?

2. Blair ve Serena (Gossip Girl)

Bir dostluk kaç sınav verir? Peki iki arkadaş neleri atlatabilir? Cevap her şeyiyse işte karşınızda Serena ve Blair arkadaşlar. Onsöd her şeyi atlattılar. Birbirlerine düşman olduklsrında bile bir başkasına mahal vermediler. Çocukluk yıllarında başlayan arkadaşlıkları ömür boyu devam etti. Şu anda da Blair sonbahara hoş geldin partisi verirken, Serena da gelsin diye onu ikna etmeye çalışıyordur.