YAZAR: Merve B.

Yayın gününe geri sayım yaptığımız, yayınlanır yayınlanmaz da bir çok ülkenin Top 10 listesinde yer alan sımsıcak bir Netflix filminden bahsedeceğiz bu kez; Sen İnandır. Konusu itibari ile bir kesime klişe gelebilir fakat her klişenin değeri kalbe dokunmakla doğru orantıda artar. Bana kalırsa bu film, başarılı ve samimiyetle kalplerde yer edindi. Ki, bunu da filmin devamını isteyen izleyiciler sayesinde anlıyoruz.

“Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.”

Biz de, Sahra’yı seyir halindeki arabada görüyoruz. Bana bu, karakterin sürekli bir yolculukta olduğunu fakat bir yere bir türlü varamadığı, hele ki yanı başından geçen ve tüm dikkatini dağıtan motorsiklet ile bu yolculukta onun başka yoğunlaşacağı bir şey olacağı hissini yaşatıyor.

Çiftimizin karşılaşmasından ve devamındaki diyaloglarından daha önce tanıştıklarını fakat araya zamanın girdiğini anlıyoruz. Deniz’in Sahra’ya olan tepkili yaklaşımı ile de aralarına giren zamanın onlara pek de iyi gelmediği kanısına varıyoruz. Deniz’in kırgın dalgaları, Sahra’nın kurak kalbine sertçe ulaşıyordu. Bunun yanı sıra ikisinin didişip durması bana mavi ve kırmızı rengini anımsatıyor; Deniz mavi, Sahra kırmızı. Daha sonrasında karakterlerin rengine tekrardan değineceğim.

Antagonist (rakip) karakterimiz Kerem’in Sahra’ya meydan okuması ile hikayemizin ilk tetikleyici olayıyla karşı karşıya kalıyoruz. Sahra adı gibi tüm zorlukların üstesinden gelmek için bir yolunu bulacak mıydı yoksa bu meydan okumaya yenik mi düşecekti? Belki de sadece ihtiyacı olan dengeyi bulmaktı…

“Git açtığın yarayı sar.”

Sahra, onunla Asos’da karşılaşarak Deniz’in kabuk bağlamış yarasını kanatmıştı. Yarayı açan iyileştirir, derler. Sahra’nın aslında içten içe buna gönüllü olduğunu elindeki pansuman malzemeleri ile yan eve geçtiğinde anlayabiliyoruz. Aslında yara sarmak için oraya giden Sahra bilmeden kendi içindeki yaraya derman bulacaktı. İlk dönüm noktamızın Sahra’nın iki yıldır yana yakıla aradığı kişinin yanı başında olduğunu öğrenmesi olabileceğini düşünüyorum. Bakmak ile görmek arasındaki fark ile tanışmıştı Sahra. Ama peki ya Deniz’in bırak görmeyi, açmamakta ısrar ettiği gözleri? “Gerçi biliyoruz Sahra Hanım’ın güzel anıları mahvetmekteki başarısını.” Deniz’in, kuzey rüzgarları yine Sahra’yı etkisi altına alıyordu.

Deniz’e giden surları aşma planı aslında beklenildiği gibi Sahra’dan değil, Ahu’dan gelmesi ters köşe açısından hoşuma gitti. Fakat Sahra’dan önce de Ahu’nun Ulaş’ın surlarını aşıp kalbine girmesi tatlılığını da görmezden gelmeyelim. Ki değinmek istiyorum, Asos’da geçen hikayemizde Truva atı planı yapılması oldukça nüktedan olmuş. Bence bu plan da Deniz’in Sahra’ya yardımcı olmasıyla başarılı kılınmış.

Beni bu planda rahatsız eden şey, Sahra’nın kendisi olmaktan çıkıp Ahu’ya uymasıydı sanırım. Çünkü Deniz’in yanında kendisi olduğu ilk anın; Babakale’deki kayaların üzerinde gün batımını izlerken Deniz’i hatırasına kaydetmek istemesi olduğunu hissettim. Aslında o gün batımında birbirinden habersiz aynı şeyi hisseden iki insan var gibiydi. Daha önce Sahra’nın bana kırmızıyı, Deniz’in de maviyi anımsattığını söylemiştim. Günbatımında, mavi ışık Güneş’in yüksekte olduğu zamanlara göre daha fazla saçıldığından daha az saçılan kırmızı-turuncu ışınlar ise gözümüze daha çok ulaşırmış. Gün doğumu ve gün batımı sırasında gökyüzünü kırmızı/turuncu renklerde görme sebebimiz de buymuş. İşte bu, ikilinin içinde birbirini barındırdığını hissettiriyor. İkisinin birbirine karşı olan duvarlarını indirmeye başladığı an da, “hala”lı sorular sormalarıydı. Merak sadece ilgi duyduğun kişide var olur. Birbirlerinin yokluklarında bir şeylerin değişip değişmediğini anlamaya çalışıyorlar. Fakat yine bir şey oluyor ve Sahra ile Deniz’in tekrardan arasına soğuk rüzgarlar giriyor.

“Siz yine de teyzelere dikkat edin.”

Bu iki inatçı keçinin arasından rüzgar geçmeyecek şekilde yakınlaşmasını sağlayanlar da, her ne kadar planları istedikleri gibi gitmese de Aysel ve Semiha teyzelerdi. Kendilerince başından beri torunlarını bir araya getirmeye çalışan bu ikili yine ne yapıp edip çiftimizi yakınlaştırdı. İki zıt kutup mıknatıs gibi aynı ortamda olunca birbirine çekilmeye niyetli olan bu ikili, başarılı bir şekilde bir araya gelmişti. Çiftimiz bir araya gelmişti, gelmesine ama… Kırılım noktası için epeydir bekliyorlardı. Bu kez Sahra’dan Deniz’e sert sıcak rüzgarlar esmişti. Fakat Deniz bu sıcak rüzgarları göğsünde yumuşatmış, ilk adımı atmıştı.

Belki de o sıcak rüzgarların sebebini öğrendiği için geri adım atmıştı. Deniz için işte tüm mesele buydu nihayetinde; samimilik ve açıklık. O içinde büyüttüğü Sahra’ya yani gerçek, saf halindeki Sahra’ya aşıktı. O Sahra karşısına çıktığı anda, aşık olduğu kadını karşısında bulduğu anda tüm zincirlerini kırarak ona büyük bir adım attı :

-Sevgilin var mı? 

+ Yok… 

-İyi… 

“Dibini görmediğim suya, hayatta girmem.” diyordu Sahra. Her şeyi kontrol edebileceğini sanan Sahra, aslında bunu yapamayacağı hislere de sahip olabileceği gerçeği ile yüzleşiyordu. Ahu’nun Truva atı planına gerçekten bu işin ucunu görebileceği için mi girmişti? Pek sanmıyorum. Deniz’in de dediği gibi her şey ikisi mevzu bahisken kontrolden çıkıyordu. İçlerinde hakim olamadıkları duyguya bırakıyorlardı artık kendilerini. İkisi de birbirinden habersiz, kendilerine bile söyleyemedikleri şekilde birbirlerini bekliyordu. Sahra’nın kendini işe vermesi, Deniz’in kök salmadan oradan oraya savrulması… Ama beni en çok etkileyen şey Deniz’in, Sahra olmaksızın Sahra ile bir yerleri adımlamış olması. Gezdiği ve gördüğü her yere aslında Sahra’yı da götürmüş, kalbinde.

“Er ya da geç, benim olan bana döndü.”

Deniz’in beklediği gibi Sahra bir şey yapmadan kendisi gibi olsaydı belki de ona ait olan şey Sahra’dan hiç gitmeyecekti. Ama her şeyin bir zamanı var. Birbirlerine yaralarını açmak da bir o kadar uzun sürmüştü. Sahra ailesinin kaybını anlatırken gördüğümüz su alan tekne detayı duyguları yoğunlaştırıyordu. Hepimizin hayatı birer tekne gibi, bazen teknemizin su aldığı çok zaman olur. Fakat önemli olan su alan yeri kapatamasak da tekneyi boşaltabilecek çabayı kendimizde bulmak. Sahra da, Deniz de bu süreçte tek başlarına su alan tekne ile iyi idare etmişlerdi ama artık yalnız değillerdi. İkisinin de kıyıya ulaşıp kök salmaya, bağ oluşturmaya ihtiyaçları vardı ama, birlikte.

“Dur çok sıcak!”

“Çok güzelmiş.”

Sahra ve Deniz’in şarap içerek yıldızları seyrettiği belki de birlikte hayal kurdukları sahne, aklıma Neuras’ı düşürdü. Namib’de Sahra’dan bile yüksek kumullar var. Bir de Namib’de dünyanın en kuru bağı, Neuras. Kaderin değiştiği an ise; Neuras’ın içinde barındırdığı suya kavuşması olduğu gibi, Sahra’nın da içinde, kalbinde bir yerlerde sakladığı Deniz’e kavuşmasıydı. Deniz de Sahra’nın aşılamayacak engellerini aşmıştı. 15 yaşındaki Deniz de, gelecekte göğsünde uyuttuğu Sahra ile yıldızları izleyip hayal kurabileceğine inanabilir miydi? Deniz’in esintisi nihayet Sahra’nın sıcaklığına kavuşmuştu anlayacağınız.

“Aşık olduğum adamı bunun için kullanmayacağım, Ahu.”

“Bütün bunlar, röportaj için miydi?”

Truva atı planının sonuna doğru işler pek de istendiği gibi gitmemişti. Sahra ise yine yollara düşmüştü ama yanında Deniz’in onu kalbinde götürdüğü ve anıları hapsettiği taşlarla birlikte. Deniz ise yine kendisini, kıyıya ulaştıramadığı ve su alan teknenin yamacında yani sığınağında bulmuştu.

‘Belki denize ulaşır içimizdeki nehirler, bir gün…’ Sahra ise verdiği karar ile aşk itirafı eder gibi içinden dökülen kelimeleri Deniz’e ulaştırmak istemişti. Kader bağı, yaşam sürecimizde bağ kurduğumuz insanların üzerimizdeki etkisidir. Kaderin bir planı vardır, hayatımızdaki bir çok kişi aslında bu plana öyle ya da böyle etki eder. Ben bu etkinin değerini de paylaştığımız güçlü anılara bağlıyorum. Sahra’nın kalbinden dökülen kelimeler, Deniz’de de anlam buldu ve Sahra’ya ait olan yine Sahra’ya döndü…

Ve bu çifte, onlar yine gün batımı izlerken ve birbirlerinin yaralarını sarmış şekilde veda ediyoruz.

Sen İnandır açıkçası ilk tanıtımlarıyla beni içine çekmişti. Yönetmenimizin kurduğu dünya, Asos’un terk edilmiş noktalarında Sahra ve Deniz’in el değmemiş, kalplerinde büyüyen aşklarını Picasso edasıyla resmetti. Ekin Koç ve Ayça Ayşin Turan’ın yarattıkları Sahra ve Deniz’in rengarenk dünyaları Asos’un mistik evreninde birleşince aslında çok bilindik bir hikaye bambaşka bir şeye dönüştü. Sıradanı sıradışılığa yükselten senariste, onu bize aktaran muhteşem oyunculara ve bu evrenin her bir karesine bizi inandıran rejiye teşekkür ederim. Sen İnandır çok özel bir iş oldu, her sene bir kaç defa mutlu olmak için izlenecek cinsten… Tüm ekibe teşekkürler ederim.

 

Bir sonraki analizde görüşmek üzere….

Yorum bırakın