YAZAR : Simay DEMİR

İnsan çok komplike bir varlıktır; aynı anda üzülüp mutlu olabilir, ağlayıp gülebilir, tek kelimeye binlerce anlam yükleyip günlerce o kelime üzerine düşünebilir. Yalan söyleyip, sinsi planlar kurup iyi görünebilir yahut tam tersi çok kötü görünüp dünya iyisi çıkabilir. Tüm bunlarla birlikte duygularını en derinine saklayıp hiç yokmuş gibi davranabilir ya da tüm dünyaya avaz avaz olmayan duygularını haykırabilir. Ama öyle özel insanlar vardır ki, tıpkı göründükleri gibidirler; ne yalan söyleyebilir, ne plan kurabilir ne de olduğu kişiden bambaşka biri gibi görünebilir, bir kelime onun için tek anlam taşır ve sadece onu doğru kabul eder . Biz nörötipik bireylerin aksine nöroçeşitli bireyler çok özel ve şeffaftırlar. Ben otizmi, otizmli bireyleri böyle görüyorum açıkçası. Sevgilerinde, düşüncelerinde ve duygularında en saf en ham halindeler onlar. Tıpkı Rüzgar gibi, tıpkı Gülce gibi.

Rüzgar ve Gülce iki farklı ailede, iki farkı yaşamdan olup aynı farklılığı yaşayan bireyler. Rüzgar ne kadar sosyal ve kişiler arası ilişkilerde dinamikse, Gülce bir o kadar asosyal ve pasif çevresine karşı. Ama ikisinin farklılığı buradan da bitmiyor bana göre. Gülce tıpkı ailedeki bireyler ve onların birbirlerine gösterdikleri tavır gibi davranırken, Rüzgar abisinin sevgisiyle gün be gün gelişim göstermiş. Abisine korkmadan çekinmeden sarılıyor, tanıdıklarıyla abisi olmadan kolaylıkla kalabiliyor, üstelik tek başına abisini bekleyecek ve bu güveni abisine verecek duruma çoktan gelmiş bile. Rüzgar ona yük gibi davranıldığını hissetmiyor, biliyor ki ihtiyaç duyduğu her an abisi onun tam arkasında ona kanat gererek bekliyor onu. Abisinin sevgisi, çevresindekilerinin ilgi ve davranışları ona güvenli bir ortamda olduğunu hissettiriyor bu yüzden korkusuzca yaşama atılabiliyor. Fakat Gülce; Rüzgar’ın aksine en ihtiyaç duyduğu anda bile annesine sarılmaktan, onun desteğini almaktan çekiniyor, bırakın sarılmayı anlık temas bile kriz geçirmesine yetiyor da artıyor bile. En güvende olduğu ortamda evinde bile kriz geçirebilecek halde Gülce’nin bu durumunu Rüzgar’da olduğu gibi birazcık da ailesine bağlıyorum doğrusu. Annesi tüm hayatını hatta tüm aile fertlerinin yaşamını Gülce’ye endekslemiş, diğer kızını gözü görmüyor bile, ne onun yardım çığlıklarını, ne onun “Ben de varım, buradayım” feryatlarını algılamıyor bile. Babası desek onu seviyor olsa bile bunu ona aktarmak konusunda pekte başarılı değil anladığım kadarıyla.Ablası; Gece, onu çok seviyor olsa da özgürlüğünün katili, yaşamına vurulmuş bir pranga olarak görüyor kendisini ve bunu sanki Gülce anlamıyormuş gibi her an yanında dile getiriyor. Üstelik ailesi bir tek Gülce’ye karşı değil, birbirlerine karşı da oldukça duyarsız durumdalar. Kimsenin kimseden haberi yok, bir aile gibi görünen birkaç yabancıdan ibaret sanki. Ve Gülce göründüğünden çok daha zeki biri, bunların hepsini kavrayabilecek durumda; görüyor, duyuyor ve hissediyor hapsini tek tek. Bu da ne kendine, ne ailesine ne de yaşadığı ortama güvenmemesine neden oluyor. Gülce saf bir ilginin peşinde. İnternette tanıştığı kişiye bağlanmasının sebebi de resim yeteneğine olan ilgisi diye düşünüyorum. Otizmli bireyler aşık olamazlar. Yoğun ve karmaşık duygular onların kodlarında yok. Onlar da sevgi, üzüntü, korku ve güven gibi duygular vardır. Aşk, nefret gibi komplike duygulara yer yoktur. Aşık olmazlar ancak severler, bu da zaten onları çok özel yapmıyor mu?

Duygularını gösterme konusunda da Rüzgar ve Gülce birbirinden çok farklı. Rüzgar yaşadığı ortamın verdiği güvenle çekinmeden tüm duygularını dile getirirken Gülce yalan söylemeyi, duygularını saklamayı öğrenmiş yaşadığı çevreden. Sadece yalan meselesi çok büyük sıkıntı. Otizmli bireyler planlı hareket edemezler, yalan da söyleyemezler. Bu yüzden bu sahneler beni çok zorladı açıkçası. Kurgunun içerisinde bir sahne yaratılacaksa Gülce kendiliğinden evden çıkıp gitse çok daha mantıklı olurdu diye düşünüyorum. Ailelerin durumunu göstermek için otizmle taban tabana zıt bir şeyle ikna etmeye çalışmak, inandırıcılığı zedeler. Bu yüzden burayı hatalı buldum. Şimdi dizide bize asıl verilmek istenen otizmli bireylerin ailelerinin sorunlarına geri döneyim.

Otizmli bireyler için hayat çok zor kabul ediyorum peki ya aileleri onlar açından da hayat hiçte tozpembe değil ve en büyük temennim bu dizide bunu en gerçekçi şekilde görebilmek. Zira çoğu aile bu durumu kabul etmekte bile çok zorlanıyor, otizmi bir hastalık olarak görüyorlar. Zaten Hasan, Gülce ve Rüzgar örnekleriyle ailelerin durumunu ayrı ayrı örneklerle çok güzel aktarıldığını düşünüyorum. Kabul etmeyen bir aile, kabul edip normal hayatının içinde onu fazlalık olarak gören ve en sonunda her şeyiyle kabul eden Rüzgar gibi aileler var. Hepsine ayrı ayrı yer açılması da çok güzel oldu. Ancak yine de bu aileleri yargılamıyorum. Uzaktan davulun sesi hoş gelir, bu aileler hiç de kolay hayatlar yaşamıyor.

Düşünsenize bizler sadece bu günümüzü yahut kendimize ait geleceğimizi düşünürken özel bireylere sahip aileler bir tek kendilerinin değil onlarında geleceğinin en ufak ayrıntısını dahi düşünmek zorunda. Aslında Gece ve Özgür’e baktığımda ailelerin bu durumdan nasıl etkilendiğini çok daha iyi görebiliyorum. Gece mesela Gülce’yi ebeveynleriyle arasında bir engel olarak görüp, o ailede görünmez olma sebebi olarak görürken, Özgür; Rüzgar’ı ailesiyle arasındaki tek bağ olarak görüyor. Bu yüzden varlığını ona adamış durumda, Rüzgar onun yaşama sebebi adeta. Tabi ki burada Gece Gülce’yi sevmiyor demiyorum kesinlikle sadece hayatı kardeşine bağlı olması ona çok ağır geliyor şu an için. Zaten Özgür’le çatışması da bu sebepten. Gece ailesinin hayatının tamamen kardeşine bağlı olmasından dolayı sesini dahi yükseltemediği o evden çıkmak ya da duyulmak istiyor, Özgür’se buna engel olanın Gülce değil Gece olduğunun farkında, olayın insanın kendisinde bittiğinin de fazlasıyla farkında olduğu için çatıştılar. Yine de ben Özgür’ün bir yanının Gece’yi anladığını düşünüyorum.

Gece hayalleri olan, bunları gerçekleştirmek için çaba sarf eden bir genç kız. Şu an en deli çağlarını yaşadığı dönemde ve ne zaman annesine ihtiyacı olsa Gülce’yle ilgilenip onu görmeyen bir duvarla karşı karşıya kalıyor adeta. Fakat Gülce’ye olan sevgisi, babasına olan düşkünlüğü ve her şeye rağmen aile olma sorumluluğu elini kolunu bağlıyor. Düşünsenize isyan ederken susmayı, farklı seçenekler varken kabullenmeyi, üzgünken, kırgınken bile mutlu görünüp duygularını göstermemeyi öğrenmiş bu zaman diliminde. Tıpkı Gülce’nin yalan söylemeyi öğrenmesi gibi. Dahası Gülce’nin durumundan dolayı çok fazla hassaslaşmış ve bu reflekslerine de yansımış durumda. Benzinlikte mesela Rüzgar sarılmak isterken o Gülce’yi baz alarak hareket etti ve anlık refleksle bağırmasıyla Rüzgar’ın kriz geçirmesine neden oldu.

Gece’nin davranışı öğrenilmiş, genelleyici bir davranış. Daha iki gün önce kardeşinin geçirdiği kriz onu daha temkinli yaptığı için bu şekilde davranıyor ancak atladığı bir gerçek var Gece’nın; insanlara “Kardeşim hasta değil” diye bas bas bağırırken kendi ona hasta muamelesi yapıyor farkında bile değil. Onun yanında Miro ile konuşurken sanki Gülce dediklerini anlamıyormuş gibi söylenip durdu, sonrasında annesiyle tartışırken de aynı şekilde davrandı. O belki tüm dünyaya karşı kardeşini korumaya hazır, onu çok seviyor, bunu endişesinden, Gülce kriz geçirdiğinde gözlerindeki korkudan çok net görebiliyorum ama söz konusu bunu ona yansıtmaya gelince Gece maalesef ki sınıfta kalıyor şu an için. İşte bence bu yüzden Rüzgar ve Özgür ile tanışması ona yepyeni bir bakış açısı sunacak, hem kendini hem de Gülce’yi baştan tanıyacak gibime geliyor.

Özgür ve Rüzgar ailesini bir yangında kaybetmiş, bu hayatta birbirine tutunmuş durumdalar. Özgür’le ilgili elinde çok veri olmasa da, Rüzgar için yaşayan, hayatını eğitmenlik yaparak idame ettiren biri olduğunu biliyoruz. Gururlu, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan ve kardeşi için onun güvende olabileceği bir gelecek kurmak isteyen bir abi o. İşin kötü tarafı Özgür kendi benliğini, hayallerini, hayatını bir kenara bırakıp sanki bu hayatta bir tek Rüzgar varmış gibi davranıyor. Düşünsenize bir saatlik yüzmeyi bile kendine lüks gören birinden bahsediyoruz. Rüzgar’dan, Gülce’den, Gece’den ve Özgür’den daha çok konuşmak istiyorum ama sanırım onları biraz daha tanımak için kendime zaman vereceğim.

Ne demişler: Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir. Gece şimdi belki de hep bildiğini sandığı ama hiç bilmediği bir yolculuğa çıktı, Özgür ise şehre gelen bir yabancıyla belki de kendini yeniden hatırlamaya başlayacak. İzleyip göreceğiz.

Tek bir eleştirim olacak o da otizmli bireyleri oynayan oyuncularımıza. Çok genç ve yetenekliler ancak iki oyuncu da sahnelerinde direkt göz teması kuruyor. Otizmli bireylerin en önemli özelliği göz teması kuramamalarıdır. Bu tip şeyler küçük ayrıntılar olsa da dikkat çeker diye düşünüyorum. Özellikle Rüzgar’ı oynayan oyuncumuzun hareketleri çok abartılı, dışarıdan otizmli bir birey değil engelli bir birey gibi davranışlar sergiliyor. Asperger bireyler denildiği için söylüyorum, biraz dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yine de izlerken müthiş keyifliydi. Ekibin emeğine sağlık, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum bırakın