Bazı Aşklar Yarım Kalmalı (Vermem Seni Ellere, 9.bölüm)

YAZAR : A. Ela Erdoğdu

İçinde yaşadığımız dünyanın bizle birlikte yaşadığının en büyük kanıtı şüphesiz bize verdiği tepkilerdir. Bizim gibi konuşarak, bakarak anlatamasa da rüzgârladan, denizlerden anlıyoruz bazen sakin bazen de agresif oluşundan. Sinirlendiğinde gözü hiçbir şey görmüyor önüne katıp sürüklüyor belki öfkesi dindiğinde çok pişman oluyor ama olan olmuş oluyor tıpkı kalbi kırıldığında Karadeniz’in hırçın dalgalarını ruhuna giyen Zeliş gibi.

Zeliş Mehmet’e olan güven eksikliğini tam bitirmişken hiç beklemediği bu itirafla dünyasına başına yıkılmıştı. Ortaya çıkan bu olay Hande olayı gibi hemen kapatabileceği bir yara açmamıştı kalbinde ve ruhunda çünkü zor da olsa ilk kez birine güvenmişti. Bu karar sonrasında ise tekrardan kimseye güvenmemesi gerektiğini öğrenmişti ki bu insanın içinde büyük yaralar açar. İzlerken Zeliş’in tepkileri bana biraz abartı gibi gelmişti sonrasında düşündüm öncelikle ben Zeliş değilim onun gibi düşünüp hissedemem zaten aşkın insanlar üzerinde farklı etkileri vardır bundan dolayı da aşk acısı çekerken vereceğimiz tepkilerde de farklılıklar olması çok normal,ikinci olarak da Zeliş duygularını her zaman en yüksek noktada yaşayan biriydi. Hangi duygu olduğunun bir önemi yok hepsi en uçlarda hâl böyle olunca kırgın ve kızgınken de normal tepkiler beklemek doğru olamaz.

Hayallerindeki adam olarak gördüğü Mehmet tarafından böyle kandırılmış olmak içinde adeta patlayan yanardağ misali bir öfke oluşturdu. Mehmet’in canını yaktığı her an kendi daha çok yandı bana göre ki bu tavrının sebebini, nasıl bir karakter gelişimi yaşayacağını hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz maalesef. Belki şapkasını önüne alarak hareketlerini gözden geçirecek ve fazla tepki verdiğini düşünecekti, belki ne olursa olsun ne yaşarlarsa yaşasınlar gidip yine Mehmet’e sarılacaktı. Bu saatten sonra Zeliş için söyleyeceğim her şey her düşünce “belki”li olacak çünkü yarım kaldı Zeliş. Anlatacak daha çok şeyi yürüyecek çok yolu yaşayacak sevgi dolu çok mutlu günleri olacaktı.

Zeliş kadar yarım kalan, çözülmek için bekleyen bir bulmaca gibi kalan kişilerden biri de şüphesiz Mehmet oldu. Yalansız, bembeyaz bir hayata sevdiği kadınla başlayabilmek adına her şeyi tekrar karşısına aldı Mehmet. Yalanını itiraf ederken Zeliş’in hemen anlayışla karşılayacağını düşünmüyordu elbette ama en azından bir kere de olsa kendisini dinleyeceğini, olanları anlatması için bir şans vereceğini düşünmüştü ama umduğunu bulamadı. İzlerken bizlere abartı gelen her bir tepkisini çok iyi anlıyordu Mehmet çünkü seviyordu ve sevdiği kadını çok iyi tanıyordu ona ulaşabilmesi için fırtınasının dinmesi gerekiyordu ve bu durumda üstüne gittikçe tam tersi olacağını anlamıştı. Bu yüzden Zeliş’e sakinleşmesi için zaman verirken yeni yalansız hayatını da inşa etmeye çabalıyordu. Öncelik olarak iş aramaya başlayarak hayatını sıfırdan kurarak bir düzen oluşturarak karşısına çıkmaktı belki de niyeti. Bu süreçte de sevdiği kadını uzaktan izleyerek içindeki özlemin kor ateşine dayanmaya çalışıyordu. Mehmet’in söylediği yalanları asla onaylamasam da içinde bulunduğu durumu anlaması gereken ailesi onu anlamıyor babası adeta düşmanı gibi davranıyor, henüz haberi olmasa da arkadaşı sandığı Uğur tarafından sırtından bıçaklanıyordu ve sadece yanında her daim olan kişi Kıvanç oluyordu. Yamaner ailesinde merak ettiğim temel şeylerden biri de Akif’in oğluna karşı olan bu tutumuydu şüphesiz zira babasına baktığımız zaman asla ona böyle davranmadığı anlaşılıyor ki babası da söyledi oğluna kıyamadığını. Hâl böyleyken bu adam niye oğluna malı gibi davranıyor hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. İnsanları yargılamak, yalan söyledi o yalancı demek çok kolay ama onu o yalanları söylemeye neler itti bunları da düşünmek de gerekiyor bana göre. Sarı Çizmeli Mehmet’imiz kafamızda bir ton soru işareti bırakıp sevdiği kadını Zeliş’i ile bizlere veda ettiler.

Yarım kalan aşklar her zaman akıllarda daha çok kalır ama gerçekten bazı aşklar yarım kalmalı mı? Birbirine hem çok benzeyen hem de zıt olan iki karakterdi Zeliş ve Mehmet birbirlerine derman olacak, güç olacak iki ruhtu. Zıtlıkları belki zaman zaman onları zorlayacaktı ama günün sonunda sevgileri sayesinde birbirlerine sarılacaklardı. Öyle de oldu zaten Zelişsiz mutsuz ve yarım olan Mehmet, Mehmetsiz mutsuz ama ona da kırgın olan Zeliş… Mehmet sevdiği kadının sınırlarına saygı duyarak sabırla beklemiş Zeliş ise mantığını sessize alıp kalbinin sahibi olan adama gitmiş aşkına kavuşmuştu. Ne olursa olsun birbirlerine kavuşmuş olmaları beni mutlu etse de mutluluklarını doya doya izleyememenin de burukluğu yok diyemem maalesef. Şüphesiz onların hikayesi de aşkı da yarım kalmayı hakketmiyordu. Bu kısa serüvende verdikleri tüm emekler için tüm ekibe teşekkür etmekten başka bir şey gelmiyor elimizden eminim ki onlarda en az bizler kadar üzgünler böyle veda ettikleri için.

Yazımın sonuna gelmeden önce değinmek istediğim bir konu var. Final bölümüne yapılan yorumları görüyorum ama burada çuvaldızın batırılacağı taraf ekip değil sistem olmalı. Bölümden çok net bir şekilde anlaşılıyor ki senaryoya revize edilecek zaman bile verilmemiş. Bir hafta daha verip güzel bir final yapılmasına bile müsade edilmemiş ki ben bu ani kararı da anlamıyorum.

Vermem Seni Ellere hikayesi oldukça güçlü insana izleme zevki veren wanda anlatacak çok şeyi olan bir işti en azından 13 bölümü kesinlikle hakkediyordu. Ama ne yazık ki hikayenin açılmasına bile fırsat vermeden, kamera arkası, kamera önü çalışan emek verenlerin yeni bir iş arayıp bulma fırsatı bile olmadan final bölümü olduğunu söyledikleri bölümün çekimleri sırasında böyle bir tavrı doğru bulmuyorum.Bu durumu da sadece Vermem Seni Ellere özel söylemiyorum genel olarak Türk dizi sektöründe değişmesi gereken çok şey var. Dizilere en az bakın en az 13 bölüm şans verilmeli bir hikaye anca açılmaya başlar çünkü. Bu tür ani kararlar emek veren saatlerini sette harcayan herkese saygısızlıktır, emeklerini hiçe saymaktır. Maalesef olan oldu ama umarım bazı şeyleri değiştirmek için verilen bir bedel olur bu durum. Başka hikayelerde görüşünceye dek hoşça kalın, bu yolu sizlerle yürümek çok güzeldi.

 

YÜZLEŞME (Vermem Seni Ellere, 8.bölüm)

YAZAR : A. Ela Erdoğdu

İnsanlık var olduğundan beri üstüne tartışmaların son bulmadığı iki kavram var “iyi” ve “kötü”. İyi neye göre hangi kıstasa göre iyi, kötü hangi kıstasa göre kötü? Bu değerlendirmeyi yapabilecek nesnel bir değerlendirme tablosu var mı? İyi ve kötü anlayışını belirleyen şeyler ahlak, bulunduğunuz yer ve dünyaya bakış açınız oluyor açıkçası. Bir nevi insan düşünme şeklini birbirine geçen zincirlere benzetebiliriz çünkü hepsi birbirine bağlıdır. Doğuştan gelen fıtratı ile yaşadıkları arasında geçirdiği değişim dolu süreçler ise hayatı oluşturuyor. Yaşadığımız olayların benliğimi büyük ölçüde değiştirdiğini de düşünmüyorum olsa olsa törpüler tıpkı Zeliş’in değiştiğini sandığımız ancak sadece biraz törpülenen fevriliği gibi.

Zeliş… Yaşanılan bunca olaydan sonra ben Soner’in sözlerine hemen inanmasına oldukça şaşırdım çünkü biliyordu ki Soner asla güvenilecek bir adam değil ama yine de onun söyledikleri ile darmaduman oldu. Bu dağılmanın sebebi belki böyle bir şeyi içten içe beklediğindendi ya da ondan uzak durmak için el ile tutulur bir neden bulmuş olmasından kaynaklanıyordu. Ruhu yangınlarla kavrulurken kendini Karadeniz’in serin dalgalarının yakınına bu hayattaki. Belki de tek güvenilir sığınağı olan Aslı’nın yanında buldu. İçinde yeşermek üzereyken solan çiçekleri arkadaşına döktü. İçten içe korktuğu şeyin gerçek olduğunu söyledi o an Zeliş’den beklediğim tavrı Aslı gösterdi. Açıkçası Soner’in sözüne güvenerek pes etmesine izin vermedi arkadaşının çünkü olması gereken buydu. Zeliş gibi mantıklı bir kızın elinde bir delil olmadan hemen inanarak teslim olmasına oldukça şaşırdım ve üzüldüm zira benim bunca zamandır izlediğim kız bu değildi.

Zeliş belki hep fevriydi ama düşünüp sorgulardı bunu ilk bölümde bile Mehmet’in kim olduğunu çözmeye çalışırken gördük. Kontrollü bir fevrilikti onunkisi her zaman ama artık son zamanlarda Zeliş’i anlamakta oldukça zorlanıyorum. Kendimi onun yerine koyuyorum ben olsam ne yapardım, nasıl düşünürdüm diye ama ortak bir noktaya yaklaşamıyorum. Aşk da savaş da her şey mübahtır arkadaşlar pes etmemek lazım tabii bunu yaparken kimsenin onurunu ve gururunu da incitmemek lazım bu önemli. Bana göre Zeliş’in iki tane büyük hatası var o yüzden sürekli olaylar kısır döngü içerisinde oluyor. Birincisi asla ama asla kimseye bir açıklama yapmadan direkt aksiyona geçmesi. En basit örneği babasından kaynaklı Mehmet’e yaptıkları, Hande’den öğrendiklerinden sonraki tavrı halbuki en başında Mehmet’e açık olsa sebebini anlatsa olaylar böyle arapsaçına dönmeyecekti. İkincisi ise çok fazla insanları düşünerek hareket etmesi. Sürekli ama sürekli herkesi kendi mutluluğunun, kendi isteklerinin önüne koyması hayat böyle geçmez Zeliş ömrün kayıp gider ellerinden. Zeliş’in acilen “ben” demeyi öğrenmesi gerekiyor yoksa yıllar sonra annesiyle konuştuğu o uçurumda Mehmet ile konuşabilir.

Kendi yolunda kendi doğrularıyla ilerliyor en azından Zeliş doğru ya da yanlış bir şekilde bir şeyler için çabalıyor Mehmet ise olduğu yerde sayıyor uzun zamandır. Aylardır bir arpa boyu yol alamadı, yalan üstüne yalanla ağ ördü bu yüzden sürekli sıkışıp kaldı. Kendini kurtarmak için en başında söylediği masum sayılabilecek bir yalanı eline geçen fırsatları değerlendiremediği için zincirleme yalan tamlamasına döndürdü. Mehmet’in haklı olduğu noktalar olsa da bir liste yaptığım zaman eksileri, artılarını götürüyor. Şunu çok rahat söylüyorum artık Mehmet bu bölüme kadar asla kararlarında özgür olmadı ya dedesi, ya arkadaşları ne dediyse onları dinleyerek yol aldı en büyük hatayı da burada yaptı zaten. Düğünden kaçma sebebi özgür olabilmekti çoğu açıdan bunu başarsa da yine hayatına yön verecek kararlarda etki altında kalıyordu bunun sebebinin de bu zamana kadar kimsenin ona ne istediğini sormamasından kaynaklandığını düşünüyorum. Dedesinin söylediği bir cümlede bunu doğruluyor “o babasına söylese de nankör Akif duymadı oğlanı” hayatı boyunca böyle oldu muhtemelen o söyledi ama duyulmadı zamanla da teslim oldu, boyun eğdi. Bu yüzden Zeliş’in pes etmesini anlamasam da Mehmet’in zarar veriyorum düşüncesiyle pes edip evine dönmesini anlayabiliyorum. Hayatı boyunca savaşmayan biri hayatında ilk kez bir şeyler için mücadele etmişti onda da başarılı olamamıştı, o yüzden kadere boyun eğmek mantıklı olan seçenekti onun için.

Pes ettiği umudunu kaybettiği anda imdadına yine Kıvanç yetişmiş bir umut olmuştu arkadaşına ama olay çoktan bildikleri dışına çıkmıştı. Pes ettiği hızda geri kalktı ayağa ve koştu Taşkıran’a çünkü ne kadar yenilse de uğruna sürekli savaşabileceği bir çift mavi göz vardı. Tam tekrar gücünü eline almışken bu sefer Şakir kırdı umutlarını gayet açık bir şekilde söyledi. Durum buyken daha fazla ısrarcı olmak ve hırçın rüzgârı Zeliş’e zarar vermek için gitmeye karar verdi. Mehmet şu an çözmeye çalıştığı sorunla uğraşırken patlayan Hande bombasından haberi bile yoktu ta ki bir diğer dostu Durmuş ona haber verene kadar. İşte o an tüm taşlar yerine oturmuş, yapboz tamamlanmıştı. Mehmet’in en korktuğu şey yaşanmış geçmişi ortaya çıkmıştı, hafızasını kaybetmiş sanıldığı için Hande’nin anlattıklarının yalan olduğunu kanıtlayamazdı da en azından öyle sanıyordu ta ki Aslı’nın gizlice çantasına attığı fotoğraftaki fotoğrafçı ismini bulana kadar o an kafasında planı kurmuştu. Adım adım birlikte asıl gerçeğe ulaşacakları ve Hande’nin yalanlarını ortaya çıkaracaktı tabii bunu yaparken kendi yalanlarının da gün yüzüne çıkabileceğini hesaba katmamıştı. İzlediği yol içinde bulunduğu durumda izlenebilecek en mantıklı yoldu bana sorarsanız sadece sonu kötüydü zira Mehmet, üstünde gelinliğiyle Hande’yi terk ettiğinde onurunu ve gururunu yaraladı kızın şimdi başka insanların önünde o anı tekrar yaşatması oldukça kötüydü her ne kadar Hande oynadığı oyunlar ve yalanlarla bir dersi hakketse de karşılığı bu değildi.

Gözler kalbin aynasıdır derler ya hani gerçekten doğru sahilde dizlerinin üstüne çöküp sevdiği kadına aşkını itiraf ederken Zeliş tereddüt ederken Hande ilk defa o an hiç sevilmediğini, bir mecburiyet olduğunu ve kandırılmış olduğunu anladı o an gerçekten Hande için çok üzüldüm bir insan böyle bir şeyle gerçekten yüzleşmemeli. Hande’nin tepkisi sonrası şaşıran Mehmet ve rahatlayan Zeliş birbirlerine sıkı sıkı sarılırken Hande savaş çanını çalmaya başlamıştı ve gizli müttefiki Uğurla bu savaşı kazanacağına emindi. Bilmediği tek şey ise dürüstlüğün ve sevginin çoğunlukla kazanıyor oluşuydu.

Uğur, Hande ile bir olup kendi çıkarları uğruna arkadaşını(!) harcarken Kıvanç arkadaşının en mutlu olduğu anında yanında olup ona yardımcı olmaya çalışıyordu. Mehmet’in aldığı son karardan memnun olmasa, onu vazgeçirmeye çalışsa da arkadaşına cephe almamış, yanında durmuştu bu yüzden Kıvanç, gerçek bir dost olduğunu kanıtlamıştı. Mehmet’in geçte olsa aldığı gerçekleri açıklama planından sonra olacak tüm olaylarda da arkadaşının yanında olacağından gram şüphem yok.

Az gitti uz gitti dere tepe düz gitti ama sonunda doğru olana ulaştı Mehmet, dürüstlüğün getireceği her şeye razıydı. Temiz bir sayfa açmak ve bembeyaz bir hayata sevdiği kadınla başlamak istiyordu. Başına gelecekleri, Zeliş’in gideceğini bilse de bundan vazgeçmedi belki de aralarındaki bağın sağlamlığından artık tamamen emin olduğu, sevgisine ve Zeliş’in sevgisine güvendiği içindir. Mehmet ve Zeliş’in hikayesi bir yalanın üzerine kurulu gerçek bir sevgiyi var etti. Birbirlerini tamamlamayı, birilerine güvenmeyi, sevmeyi öğrettiler birbirlerine, eksik olan yerlerinden sarıldılar bu yüzden Zeliş’in öğrendiklerinden sonra tepkisi büyük olacak diye düşünüyorum çünkü birine güvenmeyi başarmışken her şeyin yalanlar üzerinde oluyor oluşunu öğrenmesi kendisine duyulan sevgiden de şüphe etmesine sebep olacak.

Zeliş ve Mehmet’in aşkları naif derin bir sevgi olsa da iki tarafında hatalarından temeli sarsıla sarsıla kurulacak çünkü Mehmet söylediği yalanlarla çok büyük yaralar açtı, keskin tavırları, birçok şeyi saklayıp tek başına kendince çözmesi ile doğru bulmasam da Mehmet’i yalanlar söylemeye iten başka bir şey oldu. Birbirlerine olana sevgilerinde asla kuşkum yok ama beraber bir yol alacaklarsa ikisi de şapkalarını önlerine alıp sorgulayacaklar, hatalarını bulacak kırdıklarından özür dileyecek ve bir daha yapmayacak. Yaşanan bu büyük yüzleşme sonrası tüm bu işleri nasıl toparlayacaksın, kırılan kalpleri nasıl onaracaksın merakla bekliyorum Mehmet.

Bir sonraki hafta görüşünceye dek umutla kalın.

ARAF (Vermem Seni Ellere, 7.bölüm)

YAZAR : A. Ela Erdoğdu

Zaman hızla akıp giderken bizden çok şey götürüyor ve bu götürdüklerinin yerini doldurmak maalesef bazen çok zor bazen de imkânsız oluyor. Tabii ki sadece bir şeyler götürmüyor bizden güzel şeyler de katıyor benliğimize ama bana soracak olursanız çoğunlukla götürüyor. Benliğimize kattıklarının yanında ruhumuzdan çaldıkları daha çok iz bırakıyor. Zaman bizden en çok duygularımızı götürüyor bence önce güvenmeyi ve inanmayı bırakıyoruz daha sonra ise yavaş yavaş sevmeyi unutuyor ve taşlaşıyor tıpkı zamanla Zeliş’in kendine ördüğü kalesinin duvarlarının sertliği gibi, aynı zamanda da buz gibi oluyoruz ama aynı zaman da bu kalenin duvarları erimeye, incelmeye de oldukça elverişli bunu da en net 6. Bölümde gördük.

Zeliş’in ruhunun duvarlarının yarısından fazlası erimişti artık sarı çizmeliye karşı ona güvendiğini, onu önemsediğini inkâr etmiyor ve ona da yansıtıyordu. Bunun en bariz örneği de otelde onu yalnız bıraktığını sandığı zamanlar yaşadığı üzüntü ve hayal kırıklığıydı. Kendisi için önemli olan bu anda Mehmet yanında olsun her anına tanıklık etsin istiyordu. Bir diğer husus ise karanlık fobisinden dolayı atak geçirdiği andı bu tür durumlarda gerçekten güvenmediğiniz hiç kimse sizi sakinleştiremez çünkü o an ihtiyaç duyduğunuz tek şey güven alanınızı kurabilmektir ki sarı çizmeli o an Zeliş’in güven alanı olmayı başarmıştı. Zeliş artık tamamdı teslim olmuştu duygularına, Mehmet zaten farkındaydı ama adını koyamıyordu belki de henüz adını koyamıyordu çünkü hislerini özgürce yaşamak istiyordu. Bunu yapabilmesi için de hafıza, Hande ve gerçek benliği ile ilgili tüm bilinmezleri ortadan kaldırmak istiyordu ama bu konuda yaptığı her hamlede önü kesiliyordu. Kendi yeterince köşeye sıkışmışken yardımcı olduğunu zannedenler sayesinde iyice köşeye sıkışıyordu hiç şüphesiz ama aşk ikisinin de kalplerini çoktan ele geçirmişti ve artık dönüşü olmayacaktı.

Bana göre altıncı bölümün ve hikâyenin kırılma anı Şakir’in Hande’den her şeyi öğrenmesiyle gerçekleşti. Açıkçası öğrendikten sonra kızının yaşayacaklarını düşündükçe kendisinin daha çok o acıyı çekmesi, sonradan bin kat acı çekeceğine en başından acıyı çekip kurtulsun istemesi, kızı mutlu olsun diye onun gözünde kötü bir baba olmayı göze alabilmesi çok özel ve güzeldi. Böyle baba- kız ilişkilerine hasret kaldık çünkü. Asıl soru ise şuydu babasının söylediklerinin bir kısmını duyan Zeliş ne yapacaktı? İnandığı şeyler uğruna nasıl mücadele ettiğini biliyoruz aynı şeyi aşkı için yapabilecek miydi?

Şüphesiz konunun öznesi babası olmasaydı hiçbir şekilde pes etmez, savaşmaya her koşulda sonuna kadar devam ederdi ama bu hayattaki her şeyi olan babasını üzecek bir şeyi yapamazdı bu yüzden aşkını kalbine gömmeye karar verdi. Ancak bu zamana kadar kendisi sarı çizmeliden uzak durmak için öyle mücadele vermişti ki şu an böyle bir şeye gücü yoktu o yüzden Mehmet’i kendinden itecek şeyler yapmaya başladı. İlk tanıştıkları zamanki sert, inat ve bazen huysuz şirine olan hâline ama unuttuğu bir şey vardı ki bu saatten sonra ne yaparsa yapsın Mehmet’i kendisinden uzaklaştıramazdı. Zeliş sonbaharda yapraklarını döken ağaçlar gibiydi şimdi babasının mutlu olması, üzülmemesi için yeni yeşermeye başlayan yapraklarına veda ediyordu. Bu süreçte en büyük destekçisi ise şüphesiz tek dostu Aslı oluyordu. Böyle zamanlarda iyi ki var diyebildiğimiz arkadaşları olmalı insanın, düşmesini engelleyen ona güç olan. Aslı bile Şakir’de yaşanan bu ani değişimi mantıklı bulmuyor bir anlam veremiyordu ki zaten uzaktan bakıldığında da hiç mantıklı değildi.

 

Zeliş arkadaşının omzunda içindeki acıyla boğuşurken benzer bir manzara da Sarı Çizmelinin konağı olan ahırda yaşanıyordu Bir gün önce yaşadıkları o güzel anlardan sonra olup bitenlere akıl sır erdiremiyordu Mehmet bu yüzden de arkadaşlarına anlatıp bu işi bir an önce çözmek istiyordu çünkü en az Zeliş kadar kendisinin de içinde bulundukları durumdan canı yanıyordu. Yaşadıkları onca garip olaya rağmen Kıvanç ve Uğur için bile bu ani değişim tuhaftı, bir sürü seçenek düşünseler de hiçbiri mantıklı gelmiyor ya da ellerindeki verilerle uyuşmuyordu. Ellerinde tutabilecekleri tek şey Mehmet’in kulak misafiri olduğu Hande-Şakir konuşmasını telefonda anlatan Hande’ydi ve bunun üstüne gidip detayları öğrenmekten başka şansları yoktu çünkü bugüne kadar kendisine bir baba gibi davranan Şakir’in tavrındaki bu değişim durduk yere olamazdı.

Hem Zeliş hem Şakir’deki değişimi düşünüp bir sebep bulamayınca hem bocalamaya hem de sinirlenmeye başlıyordu artık çünkü tıpkı ilk zamanlardaki gibi kendisine hiçbir açıklama yapmayan, bağıran çağıran kız geri gelmişti ve sebebini öğrenmek için her yol mübahtı. Büyük ihtimalle zaten kafasında bazı şüpheler var bunları ispatlamak için Uğur’u Hande ile konuşmaya gönderen de oydu gibi geliyor. Kendisi de bu yüzden onunla buluştu Truva atı misali Hande’yi içten fethedip başından savacak gibi hissediyorum. Mehmet şu an bir girdap içinde ama çektiği acı yüzünden diğerlerini pek görmüyor. Mehmet şu an su dolu bir bardak gibi o son damla suyu damlatana yazık olacak gibi hissediyorum.

Mehmet ve Zeliş her zaman iki inatçı keçi misali bir ilişki yaşadılar. Onları bir araya getiren şey kesinlikle birbirleriyle olan o tatlı atışmalarıydı, zararsız ve eğlenceliydi çünkü. İnatlaşa inatlaşa tanıdılar birbirlerini bazen yaralarından tanıdılar bazen mutluluklarından onların aşkı eski zamanların aşkı gibi naif. Defalarca sormasına rağmen bir cevap alamayınca arkadaşlarıyla bir olup nasıl da kaçırdı kızı ama  Adeta Yeşilçam sahnesi gibi ama kaçırırken bile kıyamayıp nefesini kontrol etmesi, kamyona yastık koyması, uyurken ürkütmeden yavaş yavaş saçlarını okşaması. Mehmet gerçek sevmek ne demek şu an öğreniyor belki de öğrendi. Zeliş için bir an düşünmeden kendini feda etmeye hazır, bunu yapar ve asla pişman olmaz aynı şey Zeliş için de geçerli tek fark var, Zeliş babası için onu bırakmak üzere en azından bunu deniyor kalbini paramparça yapacağını bilse de.

Aşk bazen vazgeçmektir, o iyi olsun diye kendini ateşlere bile isteye gözünü kırpmadan atmaktır. Zeliş’in bir derdi olduğunu çok iyi biliyordu bu yüzden de üstüne gitmekten asla çekinmedi ta ki onu kaybedeceğini düşündüğü, ona bir şey oldu korkusuyla yüzleşene kadar. Zeliş gözlerini açıp konuşana kadar Mehmet için de hayat durmuştu işte o an karar verdi Mehmet “O iyi olsun, güvende ve mutlu olsun ben bir şekilde yaşarım” dedi kalplerinden akan gözyaşları gözlerinden dolup taştı elleri birbirinden ayrılırken yürekleri daha da birbirine sarıldı, koptu sandıkları bağlarına aslında bir düğüm daha atıldı. Aşıkların kaderi kavuşmaktır elbet ama o zaman kadar geçmeleri gereken çok yol vermeleri gereken çok sınav vardır. Ve onların ilk sınavları önlerindeydi Mehmet’in hayatıyla ilgili Zeliş’i mahvedecek o sır ortaya çıkmıştı. Hande’nin kim olduğu artık bilmesi gereken herkes tarafından biliniyordu. Zeliş bu sırla nasıl yüzleşecek, nasıl bir tepki verecek bilmiyorum ama hiç kolay olmayacak biliyorum. Kalbini kor zincirlerle mühürleyecek çünkü artık biliyor ki Mehmet hatırlamasa da onu bekleyen birileri var ve elbet bir gün hatırlayacak o gün geldiğinde yanmamak için şimdiden yakacak belki de kendini. Babasının söyledikleri şimdi daha da kafasında yerine oturacak, kendini babasının yerine koyacak belki de annesi gibi Mehmet de bir gün gittiğinde hayatına devam edip edemeyeceğini sorgulayacak çünkü öğrenmişti sadece sevmek ait olmadığın bir atmosferde yaşamana izin vermiyor.

 

Zeliş kafasında bir ton düşünceyle boğuşurken belki de kaderlerini belirleyecek tüm hamleler Mehmet’in avuçlarının içinde. Yapacakları ile hayatına, hayatlarına yön verecek. Ben merak ediyorum açıkçası sır torbası açılmışken her şeyi anlatacak mı? Bu işin içinden nasıl çıkacak? Heyecanla bekliyor olacağım.

 

Haftaya tekrar görüşünceye dek sevgiyle kalın.

 

 

 

İki Kalp (Vermem Seni Ellere, 5.bölüm)

YAZAR : A. Ela Erdoğdu

İnsan olmanın temelinde yatan en büyük şey umuttur. Umut ettikçe mücadele etmeye, nefes almaya inanmaya devam edebiliriz. Hep söylerim, gökyüzünün uçsuz bucaksız varlığıyla bize aslında sınırlarımızın olmadığını gösterirken bir yandan da sınırları gösterir. Hepimiz biliyoruz ki aslında gökyüzünün bir sınırı var, sadece çok şeffaf biz net olarak göremiyoruz ve o sınırı geçtiğimizde başımıza neler geçecek tam emin olamıyoruz. Ama bu sınırı geçmeye cesaret edenler oldu bu sayede bizde keşfettik o sınırı geçersek ne olur. Bu yüzden ben insanların gökyüzü gibi olmasını istiyorum bazen hep uçsuz bucaksız olsun ama sınırları da bilinsin, o sınırları gözümüze sokmasın ama taviz de vermesin. Gökyüzünüz bu kadar büyüleyici yapan şey de bu zaten aynı anda hem sınırsız hem sınırlı olması. Tıpkı Mehmet gibi. Mehmet bir baktığınızda sınırları olmayan her şeyi yapabilecek bir adam gibi görünüyor sonra bir bakıyorsunuz daha önce hiç görmediğiniz adeta kaplan kesilmiş ve tetikte bir adama dönüşüyor çünkü o şeffaf olan sınır zorlanıyor. Bu sınırı hem kendi hem Hande hem Soner zorluyor aynı anda bu kadar zorlamanın sonucu selamet olmaz gibi ama hayırlısı demek istiyorum.

Mehmet artık son boğumda iyice köşeye sıkıştı bunu kendisi de oldukça farkında son noktada bu yerden sonrası belli sadece o sona gidiş yolu ne olacak onu bilmiyor. O yol ya her şeyi kendisinin itiraf etmesinden ya da Hande’nin bu olayı patlaması şeklinde olacak. En azından Mehmet böyle düşünüyor. Kendimi onun yerine koyuyorum da avazım çıktığı kadar bağırma isteği oluşuyor. Ben onu bir şeyleri yeni keşfetmeye başlamış bir bebeğe benzetiyorum çünkü büyük ihtimalle kendi evinde ne isterse anında elde eden, bir bakışı bir sözüyle özellikle de annesi tarafından yapılmış izlenimi veriyor. Babası ile ters olsa da o da bir şekilde biricik oğlunun dediklerini öyle ya da böyle yapmıştır hâl böyle olunca da kendisinin en büyük mücadelesi istediği arabayı aldırmak için olmuştur. Şimdi ise camdan sarayından çok ama çok uzakta bambaşka bir iklimde.

Mehmet şimdi tanıştığı bu hayat sayesinde gerçek sevgiyi, emeği, bir olmayı, değer vermeyi öğreniyor. Öncelikle Mehmet’i anladığım çok nokta var katılmadığım noktalar olsada. İlk başta işten sıyrılıp kurtulmak için söylediği yalan şu an onun sırtına kambur oldu çünkü biliyor bu yalan ortaya çıktığında hayatında şu ana kadar önem verdiği tek kişi olan Zeliş’i kaybedecek bu da yaşayacağı tüm kötülüklerden daha ağır onun için Zeliş’i kaybederse her şeyi kaybetmiş olacak.

Zeliş’i kaybetmemek için aklına gelen tek şey ise her şeyi kendisinin anlatması çünkü biliyor bu şekilde öğrenirse küçük de olsa bir umudu olabilir. Ama bunu yaptığı an bu zamana kadar mücadelesini verdiği, arkadaşlarıyla birlikte feda ettikleri çoğu şeyi de çöp atacak bu yüzden ilk kez arkadaşlarından özür diledi Mehmet. Onları yaşattığı bunca şey, içine düştükleri durum artık yapması gereken belliydi asıl mesele bu kararı o mavi gözlere bakıp söyleyebilmekteydi. Kendi içinde büyük bir bataklığa saplanmış durumda olan Mehmet bu işin içinden nasıl çıkacak, en az zararla nasıl kurtulacak inanın bilmiyorum onun yerinde ben olsam ne yapardım onu da bilmiyorum ama büyük ihtimalle sırf sevdiğimi kaybetmemek onu üzmemek için susardım. Zeliş’e susardım ama Hande’ye susmazdım zira onunla bu duruma gelmelerinin sebebi zaten bunca zaman susmuş olmasıyken şimdi yine hatayı yapıyor bu da onun yine yeniden umutlanmasına sebep oluyor. Tekrar karşılaştıkları o an Hande’yi karşısına alıp her şeyi en açık şekilde anlatmalı ve hayatına devam etmesi gerektiğini söylemeliydi ama yapmadı bu da yaptığı ve yeni kurduğu hayatını yıkılmanın eşiğine getirecek hamlesi oldu belki de.

Taşkıran’da kurduğu hayatında yine bazı şeylere geç kalıyor ya da cesaret edemediği için kaybediyor Mehmet. Hande ile konuşmaya çok geç kaldın Mehmet bu yüzden başına neler gelecek inan merak ediyorum ama umarım hatalarından ders almayı bu sefer tam olarak başarırsın buna en çok senin ihtiyacın var çünkü.

Yaşadığı vicdan azabı, tükenmişlik, çaresizlik öyle gün yüzüne çıkıyor ki artık Zeliş bile fark ediyor çünkü ilk tanıdığı sarı çizmeli ile şimdi ki arasında dağlar kadar fark var. Davranışları, sözleri hatta bakışları bile bunu en iyi şekilde yansıtıyor. Bu değişiklik onu içten içe ürkütüyor bu korkuyu da en iyi Hande ile karşılaştığı ve her şeyin ortaya çıkmaya en çok yaklaştığı andan sonra açıkça gördük. Mehmet’den geldiğini düşündüğü nottan sonra ilk defa biri için böyle özenle hazırlanıp gitti ve başına gelmeyen kalmadı ki o yıkımı da gözlerinde çok net gördük zaten. Onun asıl öfkesi sadece karakola düşmesinden değildi Mehmet tarafından ekilmiş olmasının hayal kırıklığıydı. O yüzden hemen yapıştı sarı çizmelinin yakasına yapışması, hesap sorması. Tüm bu hüzün ve öfke tek bir cümleye sığmıştı “Ben kimin için hazırlandım o zaman” bu bir nevi kendi içinde aşkını tamamen kabul edişiydi bana göre. Bundan dolayıdır ki gece arkadaşının dizlerine yatıp ağlaması, kendini vazgeçmeye ikna etmeye çalışışı çünkü eğer aklından geçen şeyler yaşanırsa canı o an yandığından daha çok yanacaktı ve Zeliş’in böyle bir acıyla başa çıkmaya dermanı yoktu. Mehmet konusunda her zaman destekçisi olan Aslı yine arkadaşını ayağa kaldırmıştı “Onu ellere verme” demişti çünkü Zeliş kabul etmese de görmese de Aslı iki kalbin birbirine nasıl çekildiğini çok net bir şekilde görüyordu.

Zeliş içinde ki duyguların yoğunluğundan savrulurken ansızın köye yatırımcı olarak gelen Hande ile ilk defa kıskanç Zeliş’i görmüş olduk ki kıskanç Zeliş, kızgın Mehmet’den pek de farksız değildi. Kaybetme korkusu ile yaptıklarına kendisi de şaşırsa da aşkta ve savaşta her yol mübahtır bu yüzden ben kendisini de yaptıklarını da yargılamıyorum ben daha beterlerini yapardım büyük ihtimalle:) Kıskanç bir kadının öfkesi on kaplan gücündedir bunu unutmayın. Kıskançlığının yanı sıra Hande ile ilgili içindeki kuşkuları çözmek için de her ipucunu takip ediyor hem de oldukça dikkatli bir şekilde. İçindeki sıkıntının cevap anahtarı olacak kişinin evine kadar girse de bambaşka şeyler ile ayrıldı yanından artık içi rahattı yani en azından şimdilik.

Zeliş’i cevize benzetiyorum dışarıdan baktığınızda cevizin kabuğu gibi oldukça sert bir kabuğu var ancak o kabuğu aşabilirseniz ona ulaşabilirdiniz. Duygularını kendi içinde kendi başına yaşıyor ya da annesiyle dertleşiyor, annesi ile onun uçurumunda. Zeliş oraya hep annesiyle dertleşmek için, derdini acısını paylaşmak için gitmiş ilk kez oraya mutluluğunu, kalp ağrısını anlatmaya gitti bu da içindeki büyüyen tomurcukların çiçek açmaya oldukça yakın olduğunu gösteriyor. Mehmet’in önünde iki yol varsa Zeliş’in de öyle ve Mehmet’in seçimleri ısırgan otumuzu ya baharlara ulaştıracak ya da buz gibi kışa götürecek ama ikisi de birbirinden daha az acı çekmez burası da kesin.

Zeliş ve Mehmet kalpleriyle ruhlarıyla adeta bir sarmaşık gibi bir birbirlerine karışırlarken en büyük direnci de yine kendilerine gösteriyorlar. Zeliş asıl benliğini göstermekten gocunmuyor artık farkındaysanız da eskisi gibi sürekli sert çıkışları kalmadı ama bu sefer de Mehmet’in sözleri içine kurt düşürüyor tıpkı yağmur altında yaptıkları konuşmada olduğu gibi. Zeus’un aşkı için yaptıklarını anlatırken, onu asla kırıp, incitmeyeceğini mavi gözlere bak baka söylerken içinde aşkını da kabul etti belki de. Yağmurlu bir gece birbiri için atan iki kalp ilk defa tamamen indirilen kalkanlar ve samimiyetle, sevgiyle söylenen sözler. Okuduğum bir kitapta erkeklerin duygularını yağmurlu günlerde dökmesinin sebebini ağlarlarsa karşısı görmesin diye olduğunu söylemişti Mehmet’de hislerini üstü kapalı yağmurlu bir gecede o yağmur damlalarına gizledi çünkü her şeyi açıkça yaşamak için her şeyi çözmek ve bir su damlası gibi berrak çıkmak istiyordu Zeliş’in karşısına ancak o zaman ondan kalbini istemeye yüzü ve gücü olabilirdi. Sevmek bazen dirençti bazen pes etmek bazen de beklemek aşklarını yaşayacakları güne kadar çekecekleri her çile kutsaldır yeter ki işin içine daha fazla yalan girmesin çünkü her şey belirli bir dozdayken tolere edilebilir.

Isırgan otu ve Sarı Çizmeli kendi hikayesini yazmaya başlarken en büyük destekleri hiç şüphesiz arkadaşlarından görüyorlardı. Uğur’da kendi mizacınca destek olsa da bu süreçte Kıvanç bana daha çok Mehmet’i anlıyor gibi geliyor belki de Uğur kadar fevri olmadığındandır. Kıvanç duygularını açıkça yaşayan, hayat dolu bir adam en azından dışarıya çizdiği imaj tam olarak bu ama bir söz vardır ya hani “arkadaş gruplarının en neşelisi yalnız kaldığında en çok ağlayandır” diye Kıvanç maalesef onlardanmış. Açıkçası ben onun böyle bir hikayesi olabileceğini hiç düşünmemiştim bizi hep güldüren Kıvanç için ağlamak beni çok üzdü ama bir yandan da helal olsun. Annesi tarafından terk edilmiş, babası tarafından sevgi esirgenmiş hayatta bir başına bırakılmış ve ona rağmen ayakta tek başına durabilmiş ve en önemlisi iyi bir insan kalabilmiş. Bu tür durumlarda Kıvanç gibi güzel bir kalple kalmak zordur öfke ve acı öyle kıvrandırır ki sizi nefes alamazsınız. Kendi ayakta kalmış, arkadaşlarına destek olmuş ve onlar için elinden geleni yapmaktan geri durmamış ve durmuyor bu yüzden mutlu olmayı da çok hakkediyor. Hakkettiği bu mutluluğa da Aslı ile kavuşacak gibi duruyor. İki güzel kalp, iki fedakar dost olan bu ikili birbirlerinin de en büyük “iyi ki”si olur belki kim bilir.

Yazımın sonuna gelmeden önce son bir şey paylaşmak istiyorum sizlerle. Ben Hande’yi anlayamıyorum şu an için çözemiyorum açıkçası geçen hafta intikam alacak sanmıştım ki hakkıdır bu hafta bakıyorum tekrardan Mehmet’i kendine aşık etme, onunla birlikte olma hayalleri kurup planlar yapıyor, niye? Ben bir kadın olarak kendimi onun yerine koyuyorum restoran için planladığı oyunu bende yapardım ama sonra gördüklerimi, yaşadıklarımı unutup tekrar kendime aşık etmeye çalışır mıydım hiç sanmıyorum. Hande biraz medcezirli bir karakter belki de şu an bizim görmediğimiz başka planları vardır aklında o yüzden net bir yargıya varmak istemiyorum çünkü söz konusu kalbi ve gururu kırılan bir kadınsa hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

Haftaya tekrar görüşünceye dek sevgiyle kalın…

 

 

 

 

AŞK İZİ (Vermem Seni Ellere, 4.bölüm)

YAZAR :A. Ela Erdoğdu 

Güzel bir yaz sabahı puslu ve serin bir Karadeniz havasından sıcak bir Akdeniz sabahına doğru yola çıkıyoruz hep birlikte çünkü orada bizi bekleyen bir aşk hikayesi var. Daphne ve Apollon’un yüzyıllardır anlattıkları aşk hikayesini dinleyeceğiz. Daphne yüzyıllar önce Anadolu’da yaşamış güzelliği dillere destan genç bir kız onunla aynı zamanda aynı topraklarda yakışıklılığına ek olarak çapkınlığı ve kırdığı kalpler ile nam yapmış Apollon’da bulunmakta ve bir gün Apollon güzeller güzeli Daphne’yi görür ve o an ona âşık olur. Kalbini de sevgisini de Daphne’den gizleyemez ve içindekileri haykırır âşık olduğu kıza. Tüm bunlara rağmen Daphne inanmaz karşısındaki genç adama hem söylediği yalanlarla nasıl kızları kandırdığını hem de çapkınlığını çok iyi bilmektedir, bu yüzden kalbini teslim etmemek için köşe bucak kaçar genç adamdan. Apollon asla vazgeçmez ama Daphne’den. Gel git zaman git zaman derken Apollon konuşmak için Daphne’nin peşinden koşar ve tam yakalamak üzereyken Daphne Tanrıça Athena’ya dua eder, onu Apollon’dan kurtarması için ve duası kabul olur o an tüm vücudu ağaç gibi kabuk bağlamaya başlar ve Defne ağacına dönüşür. Sevdiği kız gözleri önünde bir ağaca dönüşünce ne yapacağını şaşırır ve Daphne’sine sarılarak gözyaşlarına boğulur. Sevdiği kızın saçları olan defne yapraklarından kendine bir taç yapar ve ondan asla vazgeçmeyeceğini, hep seveceğini bu taç sayesinde hep yanında birlikte olacağını söyler. Apollon’un bu sözleri karşısında aşkından emin olan Daphne pişman olur ve Apollon ile ağlamaya başlar iki aşığın gözyaşlarından Hatay’da bulunan Harbiye Şelalesi meydana gelir.

Bu hikâyede dikkatinizi çeken bir şeyler oldu mu bilmem ama en başından beri Zeliş ve Mehmet bana bu hikâyeyi çok fazla hatırlatıyor. Tamam Mehmet çapkın değil belki ama Apollon ile olan ortak noktası söylediği yalanlar. Apollon bugüne kadar yaptığı hatalar yüzünden sevdiğinden olurken Mehmet de şu an farklı bir yolda ilerlemiyor. İlk başta anı kurtarmak için söylediği masum denilebilecek bir yalan, çığ misali andan ana günden güne giderek büyüyor ve Mehmet hem vicdanen hem de gerçek anlamda altında eziliyor çünkü bir yalan mutlaka başka bir yalanı doğurur. En yakın zamanda olan sünnet düğününde Zeliş’e bir kadın görmediğini söylemesi mesela, halbuki net olarak kendisi de görmüştü Hande’yi lakin görmemiş gibi yapmak zorundaydı çünkü kabul ettiği an hem köyde hem de Zeliş ile tüm bağı kopacaktı, en azından o böyle düşünüyordu.

Mehmet’in köşeye sıkışmışlığını o kadar net görüyor öyle hissediyorum ki gidip ona sarılasım geliyor ama kendisini bu duruma sokan da tam olarak kendisi. Mehmet’in kalbinde kötülük olduğunu asla düşünmüyorum onun derinlerde yatan sorunu tamamen zamansal. Mehmet kendisi dahil her şeye geç kalıyor ve bunu da maalesef yeni yeni fark ediyor. Daha önce hayatının büyük bir kesiminde manipüle edildiğini düşündüğümü söylemiştim, buna ek olarak hep kendi ile ilgili duygularını da bastırmış gibi geliyor. Bu bölümde daha da emin oldum ki Mehmet hiçbir zaman Hande’yi gerçekten tam olarak sevmemiş, sevdiğine inanmak istemiş, inandırılmış belki hayali olan tesis için belki babasıyla daha fazla sorun yaşamamak için kendi duygularını hep yok saymış. Mehmet’e hak verdiğim noktalar olduğu gibi kızdığım noktalarda var mesela Hande’ye karşı bir duygusu olmadığı halde onu sevdiğine inandırması, evlenmeye kalkması, onu karşısına alıp açıkça konuşmaması herkesin içinde üstünde gelinliği ile terk etmesinin makul görünecek hiçbir noktası yok çok üzgünüm. Daha önce Hande’yi karşısına alıp her şeyi açıkça konuşmalıydı, ümit vermemeli duygularıyla oynamamalıydı.

Mehmet’in bu Hande mesekesindeki şimdiki hassasiyetinin sebebi de kalbinin ilk kez biri için atması diye düşünüyorum. Bir insan çok sevmeden, sevmenin değerini bilemez. Mehmet de bence bilmiyordu. Yoksa o hareketi en başta yapmazdı. İlk kez birimi kaybetmekten korkuyor, bu sebeple de kendisini kaybeden Hande’yi de anlamaya başladı. En başta kendisi de farkında değildi kendisindeki değişimi ancak işler değişti. Mehmet artık tüm bunların, duygularının farkına kendisi de yavaş yavaş varıyor çünkü hayatı, duyguları bugüne kadar büyük ihtimalle ciddiye almıyordu ama artık farklı çünkü değişiyor. Mehmet’in değişimiyse tek bir konuda değil, resmen hayata olan duruşu şekil değiştiriyor. Sorumluluk almamak için geçmişinde bir sürü şeye boyun eğse de şu an sorumluluk almaktan kaçmıyor, yaptığı yanlışları da çok açık bir şekilde görüyor.

Tüm bunların sebebiyse ona sürekli kafa tutan, hayatın tüm zorlukları karşısında dimdik duran bir çift mavi gözden başkası değil.

Mehmet artık eskisi gibi değil. Kimseyi kırmak istemiyor buna Hande de dahil çünkü yaşadıkları ilk karşılaşma anından Hande konuştukça dolan gözleri bunu açıkça bize gösteriyor. Ona yaptıklarına, yaşattıklarına oldukça pişman oldu o anda da en zararsız gördüğü çözüm olan hafıza kaybı numarasını ona da yaptı çünkü ilk defa o an ona karşı hissettiği vicdan azabı ile onu daha fazla incitmeden anı atlatma derdindeydi çünkü Zeliş ensesindeydi ve yaşanabilecek karşılaşma her şeyi değiştirecek bir olay olacaktı çünkü adı gibi iyi biliyordu ki hatırlamadığını söylediği hayatından biri çıkıp gelse Zeliş onu gönderecekti. Bu da sarı çizmeli olarak istediği son şeydi bunun yaşanması demek Zeliş’den ayrılması demekti çünkü. Hatalarıyla örmeye başladığı bu yeni hayatında en önemli virajda şu an Mehmet bir tarafta Hande diğer tarafta Zeliş, söylediği yalanlarla iyice köşeye sıkışmış durumda. Bir karar vermek zorunda bu karar sonucunda ya yanacak ya yakacak şu an için yanmaya karar verirmiş gibi dursa da rüzgâr her an yön değiştirebilir.

Mehmet kıldan köprü üzerinde yürümeye çalışırken köprünün daha çok başlarında duran Zeliş için de hayat hiç de kolay sürmüyor. Sarı çizmeliye karşı içinde giderek büyüyen ve bir sarmaşık gibi kalbini saran duyguları onu iyice zora sokuyor çünkü bir bilinmezlik içerisinde bu da duygularını kabullenmesini engelliyor. Bilmiyor çünkü sevdiği adam aslında kim. Evli mi? Bekar mı? Sevgilisi var mı? Hatırladığında ne olacak? Gidecek mi kalacak mı? Kafasında bu ve benzeri birçok soru var kim olduğunu bilmediğiniz bir adama sevdalanmak çok zordur ben o yüzden ısırgan otumuzu çok iyi anlıyorum.

Zeliş küçük bir yerde yaşayan, çevresindeki insanlara kalbinden bağlı bir kadın. İçindeki pır pır eden kalbi Mehmet’e bağlanmak istiyor. Tıpkı Daphne’nin emin olduğu gibi emin olmak istiyor. Ancak bu o kadar kolay değil. Korkuları, tereddütleri var. Kendinizi kısa bir an onun yerine koyun ve düşünün sadece. Bir adamı seviyorsunuz kim olduğunu ne olduğunu bilmeden ve bir gün ansızın adamın sevgilisi çıkıp geliyor ne kadar kötü. Siz o kadını bilmeden o adamı sevdiniz evet ama yine de yaşayacağınız acıyı ve vicdan azabını düşünün. İşte Zeliş tam da böyle bir karmaşanın içinde bir yandan istemsizce çekilip gidiyor Sarı çizmeliyle bir yandan da direniyor ona bu yüzden sert çıkışları “ben uzak duramıyorum sen uzak dur” demeye çalışıyor ama bunu öyle üstü kapalı yapıyor ki Mehmet neye uğradığına şaşırıyor. Kalbindeki duyguları kabullenmeye başlasa da bu duygulara teslim olmadan önce önüne düşen her ipucunun peşine düşerek emin olmak, acı çekmemek istiyor bu yüzden de çok kısa bir an da olsa gördüğü Hande’nin peşine düşmekten geri durmuyor bunu yaparken de çok korkuyor ama mecbur ve çok da doğru yapıyor bence çünkü sebebi ne olursa olsun bir kadının kalbini ve onurunu incitmek istemiyor. Şu an için çok doğru bir ipucunun peşinde olsa da bu ipucu onu gerçeğe ulaştıracak mı orası soru işareti.

Zeliş başka Mehmet bambaşka çukurlarda çamurlarla boğuşup dibe vurmamaya çalışırken tutundukları en büyük dal da birbirleri oluyor. İçlerinde bir ton dert saklasalar da yan yana gelince içlerinde oluşan huzur yüzlerine, gözlerine yansıyor. Tüm bunlara rağmen bugüne kadar yaşadıkları en büyük yüzleşmeyi de yaşadılar hem de Zeliş için çok önemli bir noktada. Annesiyle konuştuğu uçurumda. İçinde bulundukları belirsizlikle baş edemeyen Zeliş diğer yanda ruhuna ulaşmak için her yolu deneyen ama her seferinde duvara çarpan Mehmet. Bu konumda kimseye kızamıyorum çünkü ikisini de anlıyorum belirsizlik can sıkar, sana karşı olan tavrın sebebini bilememekte. Mehmet bir konuda çok haklı Zeliş sır dolu sanki hiçbir şeyin açıklamasını yapmıyor ona karşı bu beni bile ekran karşısında “neden?” dedirtiyor ki biz görebiliyoruz hadi ya Mehmet ne yapsın bir an güneşli bir an kasırga Zeliş ona karşı o yüzden artık isyan etti Mehmet “Neden?” dedi ve bugüne kadar kaldığı ilk net cevabı aldı ısırgan otundan. Artık anladı Mehmet bu hatırlamama olayını bir an önce çözmesi lazım çünkü aralarına adeta uçurumlar sokuyor.

Uçurumda yaşanan bu ilk yüzleşme domino taşı etkisi yarattı adeta Sarı çizmelinin isyanını gören Zeliş yaptığı haksızlığın farkına vararak gardını biraz daha indirdi mesela artık ona gülümsemesini göstermekten çekinmiyor, şakalaşmaktan, hafif flört etmekten onunla dans etmekten bunların hepsi Zeliş için çok büyük gelişmeler bu yavaş yavaş kalbine ördüğü surlarda deliklerin büyümeye başladığını duygulara teslim olmak üzere olduğu anlamına geliyor. Diğer yanda Mehmet arkadaşlarını karşısına almak pahasına da olsa Zeliş’i incitecek herhangi bir düşünceye dahi yaklaşmıyor. Kendine aşık et dedikleri an tereddüt etmeden “Hayır” dedi çünkü Zeliş’in canı yansa kendi de yanacak onu da geçtim onun gözünden düşecek bir damla yaşa sebep olmak en büyük ceza olur bu yüzden böyle bir şey ihtimal dahil olamaz ucunda ne olursa olsun. Bu durum artık onun da duygularını fark etmesine yardımcı olacak ki kıskançlıklarımız da başladı zaten. Zeliş’e ikinci kez bu kadar sert çıkmıştı Mehmet bunun şokunu yaşayan Zeliş’de geçen sefer yaptığı gibi ellerini kalbinin üstüne koyarak sakinleştirmişti. Kalp diğer eşini hissedince sakinleşirdi çünkü bilirdi güvenli alanıydı ve artık birdi çünkü. İnişli çıkışlı yüksek tansiyonlu ilişkilerinde neler olacak bende merakla bekliyorum açıkçası.

Isırgan otu ve Sarı Çizmeli kendilerine kurmaya başladıkları o iki kişilik dünyada yaşarlarken ufukta bu dünya için büyük bir tehdit olan düşman gemisi görünmüştü yani Hande. Hande çözmesi daha doğrusu bazen anlaması zor bir kadın bana göre. Öncelikle tüm samimiyetimle söylemem gerekiyor ki ben onun yerinde olsam şehri yakar Mehmet’e dünyayı dar ederdim zira yaşadığı çok zor ve çok ağır. Ne olursa olsun kimse böyle bir şeyi yaşamayı hakketmez büyük bir aşağılanma ki burada hata zaten son ana kadar konuşmayan Mehmet de. Hande’nin ilk başlarda olan Mehmet’i bulup devam etmek istemesini anlayamıyordum nasıl ya diyordum sonra düşündüm. Sevdiğimiz zaman ona toz konduramayız ne yaparsa yapsın bir sebebi olduğuna inanırız Hande de böyleydi bunu da hafızasını kaybettiğinde verdiği tepkilerden o iyi olsun diye Antalya’ya gitmeyi kabul etmesinden net bir şekilde görebiliyoruz. Ama bana kalırsa bir şeyler değişti Hande de çünkü Zeliş ve Mehmet’i gördü ona bir kez öyle bakmayan adamın bir köylü kızına nasıl baktığını gördü belki de bu yüzden terk edildiğini düşündü. Zeliş ve Hande çok farklı, Hande zengin ve güçlü bir ailenin kızı büyük ihtimalle hayatı boyunca hiçbir şeyle mücadele etmek zorunda kalmadı ama onun gözünde köylü kızı olan Zeliş tüm hayatı boyunca savaştı. Hande’nin Zeliş hakkındaki düşünceleri için bir şey diyemem çünkü onun büyüdüğü hayat şartları ve bilmediği gerçekler boşlukları kendisinin tamamlamasına sebep oluyor. Hande’nin intikamı nasıl olacak bu iş nasıl çözülecek çok merak ediyorum.
Tekrardan görüşene kadar hoşça kalın…

Uçurtmayı Vurmasınlar (Vermem Seni Ellere, 3.bölüm)

YAZAR :A. Ela Erdoğdu 

Gökyüzü yüzyıllardır insanlar için bir bilinmezlik ve özgürlük temsili olmuştur. Mavinin birçok tonunu bize gösteren, bulutlarla kendini anlatan bir özgürlük. Peki gökyüzünün neden bize hep özgürlüğü çağrıştırdığını hiç düşündünüz mü? Ben bir zamanlar çok düşündüm hatta derste pencereden gökyüzünü izlerken öyle kendimden geçmiştim ki hocam seslendiğinde korkmuştum. Gökyüzü özgürlüktür çünkü baktığımız zaman ne başını ne sonunu görebiliyoruz. Sınırsız ve kuralsızdır gökyüzü bu yüzdendir hayal ederken belki kapalı da olsa gözlerimizi gökyüzüne dikişimiz. Gökyüzü ve deniz birbirininin tamamlayıcısı olan iki sınırsız mavi işte bu yüzden mavi özgürlük demek oluyor çoğu zaman tıpkı Mehmet’in özgürlüğünü Zeliş’in mavi gözlerinde bulması gibi.

Mehmet büyüyor hem de çok hızlı bir şekilde ve büyürken özgürlüğünü bulmasını, asıl kendini fark etmesini sağlayan şey ise Zeliş’in ruhunun aynası olan gözleri oluyor şüphesiz. Mehmet artık Zeliş’in ruhunun labirentini çözmeye başladı. Ağzından çıkan sözlerle gözlerinin haykırdığı şeylerin ne kadar farklı olduğunu gördü ve bu farkındalık bence Soner ile yaşadıkları o an oluştu.
Mehmet’in o an ki tavrı bana göre asla fazla ve abartı değil hatta yerindeydi. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum ki Mehmet bunu Zeliş’in yerinde hangi kadın olsa yapardı çünkü kadınların kendi kararlar ve duyguları var kimse onları hiçbir şeye zorlayamaz, ikinci sebepse Mehmet Hande ile zorla evlendiriliyordu, bu evliliği istemediği çok belliydi bu duyguyu bile bile Zeliş’in aynısını yaşamasına izin veremezdi. Tüm bunlara ek olarak içinde kendisine el sallamaya başlayan “kıskançlık” duygusu da eklenince kendini tutmadan müdahil oldu olaya. Soner’in tavrı, Zeliş’in gözlerinde gördüğü çaresizlik ve damarlarında akan kıskançlıkla çok açık bir şekilde tehdit etti Soner’i bunu yaparken başına gelebilecekleri düşündü mü bilmiyorum ha düşünse bile farklı davranacağını düşünmüyorum. Mehmet için hayat gayet net herkes istediği gibi yaşar.

Bu hafta Mehmet’in duygu durumları çok dikkatimi çekti açıkçası özellikle Mıstık ile olan anlarda.Mıstık onu kirve seçtiğinde, elini tuttuğunda, alışverişte bence derinlerde Mehmet,Mıstık’da kendini görüyor. Babası yanındayı belki ama hiç yoktu büyük ihtimalle Mehmet’in çok mesafeli ve zor bir ilişkileri olduğuysa gayet açık. Bu yüzden elini tutunca bir garipsedi sonra sa sıkıca sarıldı, alışverişte bir bakışından anladı içini acıtanı ve hemen elinden geldiğince o yarayı sarmaya çalıştı. Ve bunların arasındaki gizli detaysa Mehmet bunları içinden gelerek, severek yaptı. Başında belki ne yapacağını bilmediği için bocaladı, gerildi ama elinden gelenin en iyisini yapıp küçük bir çocuğu mutlu etmek için elinden gelenin fazlasını yapmaktan gocunmadı.

Geçen hafta bu para meselesinin arkadaşlar arasında bir sorun yol açabileceğini düşündüğümü söylemiştim başta ortam gerilsede konuşarak orta yolu bulmuş gözüküyorlar her ne kadar Uğur’un içinde hâlâ bir öfke olsa da arkadaşını satmadı çünkü biliyordu ki ne kadar kızsa da söylense de Mehmet’in içinde kötülük yoktu.Arkadaşlıklarında şüphesiz Uğur aklı, Mehmet ise anda yaşamayı temsil ediyor. Dününü, bugününü, geleceğini düşünmeden içinde bulunduğu anı yaşamak istiyor bunu seviyor. Uğur ise her şeyini planlayıp hayatında sıfır riskle varolmayı seviyor. Uğur bugüne kadar elde ettiği her şeyi hırsı ve azmiyle başarmış bu çok belli kazıya kazıya olduğu yere gelmiş ama arkadaşları ile olan ortak planları için bu inşa ettiği hayatı geride de bırakmış bu yüzden aslında gerginliği “Acaba yanlış mı yaptım?” diyor kendi kendine nereden biliyorsun demeyin biliyorum. Durum böyle olunca o an arkadaşına çıkışsa da sakinlediği zaman tekrar yanında olmaya devam edebiliyor arkadaş olmakta böyle bir şey değil mi zaten?

Mehmet ve Uğur bir şekilde meselelerini çözselerde çözemeyecekleri ve aralarına bir süre mesafe girmesine sebep olabilecek olayın Zeliş olacağını düşünüyorum. Bu bölümde Mehmet, Uğur’un Zeliş’e olan gülümsemesini yakaladı şu an için aklına gelmese de benim içime bir kurt düşmedi değil hadi bakalım hayırlısı diyelim.

Karadeniz’in insanı büyüleyen havası gibi göreni güzelliğiyle büyüleyen Zeliş hiç ummadığı anda hiç ummadığı bir kişi tarafından kurtarıldı düştüğü çukurdan. Hayatında belki de en çaresiz olduğu anda ona el uzatan Sarı Çizmeliye karşı ne yapacağını bilemedi. Bir yanı ona sarılmak teşekkür etmek istiyordu bu onu elini kalbine koyarak sakinleştirmeye çalışmasından belliydi ama bir diğer tarafı ona “koyverme kızım kendini” diyordu. Zeliş’in korkusu asla Mehmet’in babasın söylemesi olmadı bence o Soner’in babasına söylemesinden ya da Mehmet’e yapabileceklerinden korkuyordu. Mehmet’e zarar gelmesinden, babasıyla arasının açılmasından korkuyordu ve bu korkuyla yüzleşmek üzere olduğu anda yine imdadına yetişen Sarı Çizmeli olmuştu. İkinci sefer onu kurtaran bu adama karşı gardını sağlam tutmakta artık zorlanmaya başlıyordu. Ona karşı olan hislerini içine bastırmakta zorlanıyordu ve bunu da en açık Aslı’ya “ona bir şey olursa” diyerek belirtti aslında sonrasında söyledikleri kurtulma çabasıydı.

Zeliş yufka yürekli, adaletli, yardımsever bir kız kimin ne yardımız var koşup derman olmaya çalışıyor böyle bir naif ruhta bu öfkenin sebebini çözmek kolay olmuyor haliyle ama bence artık Mehmet bunu görmeye başladı belki de ilk defa bu hafta gerçek Zeliş’i hiç olmadığı kadar gördü ama bunu isteyerek Zeliş gösterdi belki de artık tamamen güvenmeye başladığı içindir. Belki de içinde giderek filizlenen duygularına ona “onu gerçekten tanımak için kendini göstermen gerek” demesinden dolayıdır.

Zeliş ve Mehmet iki ayrı renk iki ayrı dünya oldukları kadar benzerlikleri de çok ikisi de çocukluklarından yaralılar. Zeliş’in yarası belli Mehmet’in ki de babasıylayken babasız olması insan yarası yarasına benzeyeni sever derler. Belki de yaralı çocuklukları onları birbirine daha da bağlar ki öyle de olacak gibi tıpkı birlikte uçurtma uçururlarken daha önce birlikte hiç olmadıkları kadar mutlu ve huzurlu olmaları gibi. Zeliş ilk defa onun yanında dolu dolu güldü içindeki küçük koz ortaya çıktı uçurtmayı görünce yaşadığı heyecan ve mutlulukta bunun en büyük göstergesi oldu. Bu an belki de yeni hayatlarının başlangıç noktası olacaktı. Yeşilliklerin arasında çocuklar gibi eğlenirlerken gökyüzündeki umutları olan umutlarına açılan ateş ile yerle bir olmuştu. Mehmet anlamasa da Zeliş bunu kimin yaptığını hemen anlamıştı ve bastırmaya çalıştığı korkuları tekrar gün yüzüne çıkmıştı Soner rahat durmayacaktı. Artık iki tane korkusu vardı birinci Mehmet’in gitmesi bir diğeri Soner’in yapabilecekleri.

Korktuklarından biri başına geldi Zeliş’in içindeki kuyulara gömdüğü sırrı Soner sünnet düğününde herkese ilan etmişti babasının yüzüne bakmaktan çekinirken Soner’e olan öfkesini bastıran tek şey ise Mehmet’in iş görüşmesinden dönüp dönmeyeceğiydi bu korku diğer her şeyi bastırmıştı. Sarı Çizmeli’nin sesini duyar duymaz içine yayılan mutluluk mavi gözlerinden okunuyordu. Kirve Sarı Çizmeli ve Isırgan Otunun beraber dans ederken ki neşeleri ise insanı imrendiren cinstendi. Tıpkı Zeliş’in hayallerine benzettiği özgür gökyüzünden düşürülen uçurtması gibi Mehmet’in hayatının daha zorlaşacağının en büyük sinyali olan Hande’yi görmesiyle dünyası başına yıkılmıştı. Kurduğu huzurlu hayatın artık öyle olmayacağını anlamıştı.
Oldukça heyecanlı bir bölüm sonunun ardından bu bölümde bizleri neleri beklediğini sabırsızlıkla bekliyorum.

Tekrardan görüşünceye kadar umutla kalın.

 

Yıldızların Altında (Vermem Seni Ellere, 2.bölüm)

 

 YAZAR : A. Ela Erdoğdu

Yaşamak neydi? Nefes alıp vermek, uyumak vb. temel aktiviteleri yapmak mıydı sadece? Bu yaşamak mıydı yoksa sürüklenmek mi? Hayatımız bizim şekillendirdiğimiz gibi mi akıp gidiyor ellerimizden yoksa bize biçilen hayatı yaşayıp içimizde kalan eksiklerle mi göçüp gidiyoruz bu dünyadan? Bu ve benzeri hiçbir sorunun cevabını hiçbir zaman veremeyeceğiz çünkü hepsini hayatımızın bir döneminde yaşıyoruz. Bazen ipleri sıkıca elimize alıp “orada bir dur” diyoruz bazen o ipleri öyle bir salıyoruz ki rüzgarda salınan bir uçurtma gibi süzülüyoruz hayatımızın içinde. Olağan olan da bu bana sorarsanız sürekli her şeyi kontrol etme isteği de sizi bir şeylerden yoksun bırakır her şeyi akışına bırakmakta ve her kalbin dengesi kendi ruhunda gizlidir.

Her insanın ruhu gizli bir kutudur ve o ruhun kilidini ancak tamamlayıcısı olan diğer ruh açabilir. Kendi içimizdeki, hayatımızdaki dengeyi sağlamakla o kadar mücadele ediyoruz ki ruhumuzun kilidi paslanıyor açması daha zor bir hâle geliyor tıpkı Zeliş’in ruhunun açılmasının daha da zorlaşması gibi. Mutluluklar kadar acılarla da örmüş Zeliş ruhunu hem büyümüş hem çocuk kalmış erken büyümek zorunda kalmış Zeliş. Bu bölüm biraz daha emin oldum ki Zeliş’in bu hırçın sert duvarlı karakterinin temelini annesizliğin boşluğu oluşturmuş. Başında her zaman omzunu yaslayabileceği, sığınabileceği, derdini anlatabileceği bir babası var ama annesizliğin sızısı hep kalbinde. Her dara düştüğünde, acı çektiğinde gittiği o uçurumda annesiyle konuşmasından belli Zeliş büyümek zorunda kalmış çünkü insanı büyüten yaşı değil yaşadıkları ve yaşadığı acılardır.

Tüm bu yaşadıklarına rağmen çabalamaktan, insanlara yardım etmekten, umut etmekten vazgeçmemiş ve kalbini iyilikle doldurmayı da başarmış. Kafamdaki en büyük soru işareti olan babasından gizli giriştiği senet işinin sebebini de öğrenince Zeliş’in karakterini daha iyi gördüm. Küçük bir çocuğun sağlığı için çok büyük bir yükün altına giren, bundan gocunmayan ve yine kimseye söylemeden de bu sorunu çözmeye çalışacak kadar da olgun. Ben herkes hayalini söylediğinde saklamasını başka bir şey olarak düşünmüştüm ama tamamen Peri ve Mıstık’ı mahçup etmemek için kendi içine susmuş. Bir çocuk için elindeki avucundakini kaybetmekten korkmayan, fedakar ve merhametli bir kız. Kendisinin bu iyi niyetine karşın onu köşeye sıkıştıran, bu zor durumu fırsata çevirmeye çalışan Soner’e rağmen bile kimseye bir şey demeyen kendi başına çözüm bulmaya çözemezse de hayatını yakmaya hazır. Bu kadar yükü kimse taşıyamaz taşıyamadı da zaten en sonunda Aslı’ya her şeyi anlattı. İçindeki dalgaları arkadaşına döktü birlikte bir yol aradılar ama maalesef ufukta pek bir çözüm yok gibiydi, en azından onlara göre.

Zeliş’in en büyük özelliği şüphesiz merhameti ve sağduyusu Mehmet’e karşı olan bu aşırı değişken davranışlarının sebeplerinden biri de bu zaten. Daha önce de söylediğim gibi kazayı isteyerek yapmadığını biliyor o yüzden ona böyle sert davranmak suçlamak çok da kolay olmuyor diğer yandan ise içine serpilen aşk tohumları filizleniyor. Zeliş, Mehmet’in gözlerinin içine bakıp kalbini görüyor, biliyor kötü değil bir zarar gelmez ondan ama bırakamaz da kendini Mehmet’e hem hafızasını kaybetti sandığı ve bir gün hatırlayıp gideceği için hem de başındaki Soner belası yüzünden. O yüzden gözünün önünde gördükçe içini karıştıran, duygularını darmadağınık eden Sarı Çizmeli Mehmet’den kurtulmak istiyor böylece Sone ile mecburen girişeceği bu yolda canı daha az yanacak, kalbi daha az yanacak.

Zeliş, Karadeniz havası gibi sürekli değişken olan ruh hali ve davranışlarıyla Mehmet’in kafasını, duygularını karıştırırken Mehmet içinde bulunduğu durumdan şikayet etse de bence bir mutlulukta duyuyor gibi geliyor. Mehmet ve Zeliş aynı topraklar üzerinde büyüyen ama birbirinden tamamen farklı iki dünya gibiler. Mehmet büyük ihtimalle babasıyla yaşadığı sorunlar hariç başka şeylerle mücadele etmeyen, istediği ya da düşündüğü şeyleri bir şekilde yapam bir genç adamken Zeliş her şeyle mücadele eden bir genç kız. Bu yüzden Zeliş’in çok kalın ve sağlam surları var insanlara karşı bu yüzden Mehmet ne yaparsa yapsın gerçek Zeliş’e bir türlü ulaşamıyor. O surları geçip asıl Zeliş’e bir ulaşabilse çoğu şeyi çözebilecek bununda gayet farkınsa bu yüzdendi yıldızların altında yaptığı sitemi çünkü biliyor bir derdi var ama ona asla anlatmayacak ona yardım etmek istese kabul etmeyecek ama onu öyle üzgün görmeye de dayanamıyor.

Karadeniz’in asi kızı Zeliş ve Sarı Çizmeli Mehmet Ağası, iki inatçı keçi misali birbirlerine karşı zaman zaman inen kalkanlarını yeri geldiğinde kılıçlarıyla beraber kaldırıyorlar. Birbirlerine söyledikleri sözler bazen o kadar ağır oluyor ki benim bile canım acıyor ama ikisi de inanarak söylemiyor bence bunları o an ki gerilimin getirisi oluyor zira ikisi de oldukça fevriler. Mehmet’in fevriliği ısırgan otu Zeliş’e göre daha az olsa da Zeliş’in asla alttan alan taraf olmaması bir yerden sonra Mehmet’i de geriyor hâl böyle olunca da kılıçlar hiç düşünmeden çekiliyorlar. Ama bildiğim bir şey varsa birbirlerine bu kadar sert ve ağır laflar etmeleri, bu kadar dik olmalarının hepsi bir şeylerin içten içe onların kontrolü olmadan içlerine yayılmasından, aşklarının. Bu yüzden yüzüne söyleyemediklerini uyuyan Zeliş’e söyledi Mehmet her ne kadar öyle olmasa da. Zeliş’in annesinden sonra olduğunu düşündüğüm kaybetme korkusu Mehmet ile tekrar ortaya çıktı ve bir gün o da giderse ne yapacağını bilmediği için daha da bağlanmadan kendi göndermek istedi. Bilmediği tek şey vardı ki o da Sarı Çizmeli’den o kadar kolay kurtulamayacağı.

Zeliş ne kadar kapalıysa Mehmet bir o kadar açık kitap, net, içinden geçeni direkt söylüyor şu an Zeliş’in karşısında onu zora sokacak tek şey “kim olduğumu unuttum” yalanı onun dışında her zaman içinden geçenleri direkt söylediğini düşünüyorum bu yüzden de Zeliş içten içe ona inanmaya başladığını fark edip uzaklaşmaya çalışıyor. Mehmet, Mehmet Yamaner olduğu zamankinden çok daha mutlu Sarı Çizmeliyken çünkü huzurlu çünkü mutlu her ne kadar zorunlu bir durummuş gibi görünse de bulunduğu yerden ve konumdan memnun çünkü etrafındaki herkes oldukça samimi, içten ona öfkelide olsalar iyiler. Şakir’in Mehmet’e olan tavrı, sözleri, Durmuş’un arkadaşı gibi gelip onla konuşması… Bu yalanı söylerken ilk amacı durumdan kurtulmak olsa bile şu an buna devam etmesinin başka sebepleri olduğunu da düşünüyorum.

Kendini “köle” olarak görse de sözde hayatla baş etmeyi, babasına söylediği şeyi babası olmadan nasıl yapabileceğini de buluyor, anlıyor. Mehmet, Taşkıran’da büyüyor ve bu büyümeden oldukça memnun. Bu yolda en büyük destekçileri başta dedesi İdris,Şakir ve Zeliş olacak Taşkıran’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak kısacası.

Mehmet’in arkadaş çevresi oldukça az kişiden oluşuyor Uğur ve Kıvanç ve şüphesiz bu arkadaş ortamındaki paratoner Kıvanç oluyor. Uğur’un bazı davranışları insanı bir gıcık etse de onun kendi sınırları olan ve arkadaşlığı uğruna kendi planlarını da feda etmeyecek net bir adam olduğunu görüyoruz buna rağmen arkadaşları ile ortak planı olan tesis için gözbebeği arabasından da vazgeçecek kadar da seviyor. Herkesin sevme şekli farklıdır en nihayetinde ama Uğur ile Mehmet’in arası ilerleyen zamanlarda başka sebeplerden açılacak gibi bir sinyal aldım gibi ama henüz net bir şey söylemek için yolun çok başındayız.

Tesis kurmak için satılan araba parasının Soner’e verilmesi arkadaşlar arasında bir sorun yaratmaz diye de düşünüyorum ilk başta kızsalar da Mehmet’den olanları dinlediklerinde hak verirler gibi çünkü her ne kadar fevri, uçarı olsalarda ne Kıvanç’ın ne de Uğur’un içinde bir kötülük asla yok bundan eminim.

Haftaya tekrar görüşünceye kadar sevgiyle kalın.

Ayrıca hepinizin Kurban Bayramını en içten dileklerimle kutlarım.

Ayça Ela Erdoğru

 

Aşk Geliyorum Demez! (Vermem Seni Ellere, 1.bölüm)

YAZAR : A. Ela Erdoğdu.

İnsanlık düşünüp sorgulamaya başladığı andan itibaren kafasında bir sürü soru işareti bulunmakta ve bulduğu her yeni cevapta zihnindeki soru işaretleri azalmak yerine aksine daha da artmaktadır. İnsan olmak bunu gerektirir çünkü sorgulamayı, yolun sonunu bilmesen de mücadele etmeyi, bin kere kaybetsen de bin birinci kez kalkıp tekrar savaşmayı. Pes edemeyiz pes edersek yavaş yavaş her şeyden vazgeçer kaybolmaya başlarız. Şüphesiz ki her insanı kendine özgü olduğunu ve asla bir benzeri olmadığını biliyoruz en azından bilimsel olarak bu böyle ancak insanı oluşturan tek şey DNA’sı değildir yaşadığı ortam, bulunduğu coğrafyada insanı şekillendiren onu daha da eşsiz kılan önemli unsurlardandır. Tıpkı Karadeniz’in hırçınlığını, dik dağlarından gelen inadını ruhuna giyen Zeliş gibi.

Zeliş yaşadığı topraklarının mücadeleci ruhunu, denizinin hoyrat dalgalarını ve çoğu zaman puslu olan havasını ruhuna ve gözlerine saklamış gencecik bir kız. İçinde annesizliğin bırakmış olduğu kapanmayan bir yarası, dindiremediği ve asla da dindiremeyeceği bir özlemi var. Bu zorlukların yanında kızına kıyamayan, her zaman destekleyen, sevgisini kızına göstermekten çekinmeyen de bir babayla büyümüş Zeliş. Babasının onun için yaptıklarının farkında olup babasına yardımcı olabilmek için durmadan çabalayan, pes etmeyen biri. Sadece babası için de değil tanıdığı herkes için mücadele eden onlar için çabalayan bir olumsuzlukla karşılaştığında karşısındakilerden önce kendini suçlayıp tüm sorumluluğu üzerine alabilecek kadar da olgun.

Zeliş, yaşadığı yer için çabalayan, onlara umut olmaya çalışan inandığı şey uğruna her şeyi göze alabilen cesur bir kız. O dimdik duran, mücadeleci, hoyrat kızın içinde bir yerlerde küçük bir kız çocuğunun gizli olduğunu görmekse hiç zor değil. Zeliş aslında duygusal, hassas annesinin alyansını tuttuğunda elini tuttuğunu hissedecek kadar masum ruhlu ama bunu en yakınlarına bile göstermeyen kendini kabuğunda saklayan biri. En yakın arkadaşına bile başındaki sorunları anlatmayan “Bu hayatta sadece kendine güven” misyonunda bir kız. İnandığı yolda yürürken karşısına kimin çıktığının nasıl çıktığının ise bir önemi yok çünkü hiçbir şey onu yolundan döndüremez. Zeliş içi dışı bir, bir su gibi berrak aklından, kalbinden ne geçerse ağzından da onlar dökülüyor. Bu kadar açık sözlü bir kızla ilgili kafama takılan tek şey ise senet meselesi. Zeliş neden babasından gizli o adamla bu senetleri imzaladı? Bu fuar için neden böyle bir riske girdi ya da bu fuarda bu kadar başarılı olmaya neden bu kadar odaklı? Anladığım kadarıyla Taşkıran’da herkes kendi yağında kavruluyor geçinip gidiyorlar bir şekilde hepsinin hayalleri, amaçları var söylediler ama Zeliş’in amacını duyamadık. Aklında ne varsa elinde olanları kaybetme pahasına girmiş bu yola ve sonunda şu an için kaybetmiş görünüyor ama hayat bu sana nasıl süprizler sakladığını bilemiyorsun.

Yaşadığı hayat, aldığı sorumluluklar, içinde ki anne özlemine rağmen hayal kurmaktan, ümit etmekten de vazgeçmemiş Zeliş. Aşka olan inancı da, aşkı beklemesi de bundan. Gördüğü rüyasıyla tekrar aşkı hatırlayan belki de beklediği kişinin artık yakınlarında olduğunu daha da umut doldu yüreği. Ayakları yere oldukça sağlam bassa da hayal etmekten asla vazgeçmemiş ve vazgeçmeyecek gibi duruyor.

Hayat seçimler üzerine kuruludur bazen aniden, düşünmeden hızlıca bir karar alabilmek gerekiyor ve bu ani kararlar hayatınızı oldukça değiştirip bambaşka noktalara getirebiliyor tıpkı Mehmet’in aldığı kararla sadece kendisinin değil birçok kişinin de hayatını değiştirmiş olması gibi. Mehmet hem açık bir kitap gibi hem de satır aralarında çok şey gizli hissiyatı veriyor bana. Nedenini de size şöyle açıklayayım her şeyden önce Mehmet kendini tanıyor, biliyor. Neyi yapıp neyi yapamayacağını çok farkında bu çok önemli bir detay ancak kendini bu kadar farkında olmasına rağmen hayatı boyunca bazı manipülasyonlara da uğramış gibi geliyor bana. Düğünden önce sıkışmışlığı, çaresizliği be en önemlisi kimsenin onu anlamaması belki de kendini bilse bile bir noktadan sonra pes etmesine sebep olmuş olabilir. Babası ile çatışmaları olduğu çok bariz, annesi ise kocası ve oğlu arasında sıkışmış kalmış bu durumda destekçisi olması gereken arkadaşları ise onu asla anlamayıp sadece duruma adapte etmeye çalışıyorlar. Özellikle Uğur arkadaşının bu evliliği yapmasını ondan çok istiyor bunun nedenini çok merak ediyorum açıkçası. Tüm bunları göz önüne alarak şunları söyleyebilirim ki Mehmet zamanında gerçekten Hande’yi sevdi mi sevmedi mi henüz bilemem ama evlilik konusunda kendi kararından çok ailesinin kararı etkin gibi geliyor bana özellikle de babasının.

Mehmet hayatı yaşamak istiyor, özgür olmak, gökyüzünde dolaşmak istiyor ama uğrunda yaşadığı hayalleri de var ve babası istediğini yaptırabilmek için oradan vurdu Mehmet’i. Kurmayı planladığı tesisten bu ne tesisi, nasıl bir planı var bilmiyorum ama bunun önüne en büyük engel çıkan babasına kurduğu cümle onun karakterinin en büyük göstergesi bence. “Tüm bunları seviyor olabilirim ama onlarsız yaşayacağım anlamına gelmiyor” bu büyük bir söz, bir meydan okuma. Ben sen olmadan da varım, var olabilirim demek. Hayallerimle arama kimse giremez kafama koyduğumu yaparım, yapacağım demek. Bu yolda başına neler gelecek, nelerle baş etmeye çalışacak, neleri feda edecek bende merak ediyorum zira insan planlar yaparken yaşadıklarıdır hayat.

İki ruh, iki kalp ve iki insan birbirlerinin diğer yarısı ise eğer kader onları öyle ya da böyle hiç umulmadık anda hiç beklenmedik bir şekilde bir araya getirir tıpkı Mehmet ve Zeliş’i birbirlerine getirdiği gibi. İlk bakışta birbirine zıt iki inatçı keçi gibi görünselerde derinlerde o kadar aynılar ki aslında. İkisinde kendinden çok başkaları, başkalarının iyiliği için uğraşmışlar kendilerinin isteklerini ikinci plana atmış ya da o uğurda birçok fedakarlık yapmışlar. Zeliş’in yaşanılanlar sonrası Mehmet’e olan öfkesi, kendine olan kızgınlığı, Taşkıranlılar ve babasına olan mahcubiyeti ile asıl duygularını ve Mehmet’in gerçekliğini görmesi biraz zor ki ben onu bu konuda suçlayamam sanırım. Onca verdiği emeğin boşa gitmesi insanı yıkar ama maalesef bu kazada Mehmet’in bilerek yaptığı bir şey değil ki Zeliş de bunun gayet farkında. Bu yüzden içinde verdiği savaş daha da zor oluyor. Mehmet ise Zeliş’in öfkesini aşmaya asıl Zeliş’e ulaşmaya kendini anlatmaya çalışıyor ama ikisinin de kalkanları öyle kalın ki gerçek kendilerine ulaşmaları biraz zaman alacak gibi duruyor.

Kalkanlarını aşmamaları içinde birbirlerine öyle sözler söylüyorlar ki ileride ikisi de çok pişman olacak. İçlerine aşkın tohumu saçıldı çoktan farkında değiller sadece. Aşkın tohumu içlerinde yavaş yavaş büyürken şüphesiz ki Zeliş ve Mehmet’i de büyütecek. Beraber büyürlerken birbirlerinin hayallerine en büyük destekçilerde şüphesiz birbirleri olacaktır çünkü ikisi de hayal etmeyi ve mücadele etmeyi çok iyi biliyorlar.

Karadeniz’in hırçın dalgaları ve puslu havasında bir doğa harikasının içinde bulduk. Zeliş ve Mehmet’i çok sevdiğimi, enerjilerine hayran olduğumu söylemek istiyorum. Yöresel işlere hep biraz mesafe koyarım, özellikle de karadeniz bölgesinde geçen hikayelere bir acaba bırakırım. Ancak burada bu durumu yaşamadım. Taklitsel bir yapaylık yoktu. Emek verilen, üzerinde durulan bir iş olmuş. Ben kurulan dünyaya hayran oldum. Karadeniz ezgileri de arkadan bize eşlik edince, bu dünyanın içinde olmalıyım dedim. Vermem Seni Ellere uzun zaman sonra izlerken en eğlendiğim işlerden biri oldu herkesin emeğine ve yüreğine sağlık.

Haftaya tekrardan görüşünce dek umutla kalın.