Ve Sonsuza Kadar Mutlu Yaşadılar… (Ya Çok Seversen, 13.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

En son kalbiniz ne zaman yerinden çıkacakmış gibi attı, midenizdeki kelebekler kanatlanıp uçtu, sevinçten otuz iki dişiniz göründü. Bunlar aşkın ilk kıvılcımlarının işaretidir bana göre. O an ruhumuz eşini seçer ve eğer bu uğurda mücadele edersek iki ruh birbirini bulur. Ateş ve Leyla birbirlerini gördükleri ilk an ruhları birbirini seçti. Onlar önlerindeki tüm engellere, kalplerindeki yaralara ve ruhlarındaki boşluğa rağmen birbirlerinde tamamlanmayı başardılar. Bu onların aşk hikayesiydi ve ben bu hikayeye ortak olduğum için çok mutluyum.

Leyla işi gereği en yapmaması gereken şeyi yaptı, aşık oldu. Aşık olduğu kabul etmek, ne yapacağına karar vermek onun için çok sancılı bir süreç oldu. Sonunda aşkına sahip çıkma kararı aldığındaysa yepyeni bir yola girdi ve bu yol onu hem yıllardır hayalini kurduğu aileye sahip olmasını sağladı, hem annesine kavuşturdu hem de aşık olduğu adamla birlikte olmasını sağladı. Leyla’nın hikayesi çok üzücü bir şekilde bir park köşesinde başladı, yıllar süren yalnızlığı yerini kocaman bir aileye bıraktı. Şimdi önünde kocaman mutluluk dolu bir hayat var inanıyorum.

Leyla gibi küçücük yaşında yapayalnız kalan biri daha vardı o evde: Berit. Berit Leyla’nın belki de Arcalı çiftliğine kalış sebeplerinin en güçlüsüydü. Çünkü o Berit’e her baktığında kendini, çocukluğunu, annesizliğini görüyordu. Bu yüzden Berit’in yaşadıklarını birazcık daha olsun yumuşatmak için her şeyi yapmaya hazırdı. Berit Leyla’nın sevgisi, Ateş’in yardımı sayesinde yeniden hayata tutundu. Sustuklarını, travmaların atlattı onların özverili davranışları sayesinde. Onlar Berit’i koşulsuz sevip her zaman yanlarında olacaklarının güvenini verdikçe Berit’te yeniden solmaya yüz tutmuş bir çiçeğin sulanması gibi açıldı. Şimdi biliyorum ki Ateş abisi Leyla ablası ve diğer kardeşleriyle yepyeni bir hayat onu bekliyor. Çok mutlu olması dileğiyle.

Berit’in dili bir açıldı, pir açıldı desek yanlış olmaz sanırım, ama bence bu durumdan en çok nasibini alan kişi tabi ki de Aydos, ya da onun deyişiyle; aptal aşık Aydos oldu. Aydos kaybetme korkusu yaşayan ve bir çok konuda tetiklenen bir çocuktu, bence birilerine bu kadar çabuk bağlanmasının sebebi de buydu. Kaybettiğim kişiyi ne kadar çabuk unutursam o kadar az acı çekerim diye düşünüyordu. Öyle ki kaybetmek istemediği kişilerin eşyalarını saklayıp gitmesinler diye uğraşacak kadar korkuyordu kendi içinde. Bu umursamaz tavırları kardeşlerine olan bağlılığı hep bundandı. Aydos Leyla’nın mahkemede Ateş olsa da olmasa da yanlarında olacağına bir daha şahit olmuşken ve Ateş son anda geri dönüşken bence o da emindir artık ne Leyla ne de Ateş onları asla bırakmayacak. Bence bu konuda emin olan bir kişi daha var: Ilgaz.

Ilgaz anne babalarını kaybettikten sonra belki de en çok zorlanan kişi oldu. Bir yandan koruması, kollaması gereken küçücük kardeşleri, diğer yandan üstündeki sorumluluğun altında eziliyor oluşu onu katı, gergin, her şeye temkinli bakmaya iten bir ruh haline büründürdü. Tüm bunlarla birlikte bir de gün geçtikçe kime güveneceğini bilmemek, kardeşlerinin geleceğinin halasının yahut Umut abisinin elinde olma ihtimali, Ateş’in bir türlü onları benimseyip sevmemesi onu mahvediyordu. Ilgaz anlayamayacak kadar küçük olsa da hem Ateş hem de Leyla onu çok iyi anlıyordu. Çünkü ikisi de onda kendinden bir parça görüyordu. Ateş’in öfkesi, duvarları vardı Ilgaz’da, aynı zamanda Leyla’nın anaçlığını ve merhametini taşıyordu içinde. Ilgaz koca yükleri olan ve bu yüzden ailesinin yasını dahi tutamamış bir çocuk ama şimdi yanında sonsuz güvenip onları koruyacağına inandığı abisi Ateş ve onları bir anne şefkatiyle saran Leyla var. Ilgaz artık her an elinde savaş baltalarıyla gezip kendi ve kardeşlerinin etrafında duvar örmek zorunda değil, zira sorumluluklarını seve seve üstlenecek birileri var artık hayatında.

Ilgaz gibi Arcalı ailesinin yükünü taşıyan bir daha vardı bana göre; Umut. Başta ona çok kızsam da Umut’un yaptığı tüm hataların sebebi babası ve halası bana göre. Babası sürekli onu ikinci plana atıp emeklerini görmezken, halası sürekli onu manipüle edip aklını karıştırıyordu. Rakip şirketle ortaklık yapmasının sebebi bile babasıydı. Çünkü babası ona adaletli davransaydı belki de Ateş’le böyle dalgalı bir kardeşlik ilişkileri de olmayacaktı ve halası onu böyle istediği gibi kullanamayacaktı. Ben inanıyorum Ateş ve Umut el ele vererek o şirketi yeniden şahlandıracak. Zira Umut mutlu olmak isteyen, sevilip sayılmak ve görünmek isteyen biri, Ateş ona hak ettiği değeri gösterdiğinde Umut’ta ruhundaki boşluğu dolduracak.

Ve Ateş o bambaşka biri oldu İstanbul’a geldikten sonra. Ateş sürgün gibi, ceza gibi apar topar gönderilmişti zamanında baba evinden. İlk geldiğinde nefes dahi alamayacağı bir yerdi burası onun için öyle ki evin dışında yaşayacak, evde yanlışlıkla bile uyuduğunda panik atak geçirecek durumdaydı. O evde bile kendine bir sınır çizmiş ve kimsenin özel alanına girmesine izin vermeyecek kadar yalnız bir yaşamı vardı. Leyla ve çocuklar hayatına girdiğindeyse babasının mektubunda yazdığı her şey bir bir olmaya başladı. Önce çocukları kalbine sonra da hayatına aldı. Onun Leyla’ya olan aşkı, çocuklara olan sevgisi ruhundaki boşluğu tamamen kapattı. Bunca yıldır tüm dünyayı gezdiği halde bulamadığı huzuru, mutluluğu kardeşleri ve sevdiği kadınla buldu. Kaybettiği ailesinin yerine yepyeni bir aile sahibi oldu. Yıllardır çevresine ördüğü duvarları tek tek indirdi ve kendiyle, geçmişiyle en önemlisi abisiyle barıştı o.

Ateş Arcalı zorunlu geldiği, intikam almak ve annesinin şirketini korumak için kaldığı İstanbul’da bile isteye, seve seve kalmayı tercih etti. Üstelik bunu yaparken bir an bile tereddüt etmeden ne istediğini bilerek yaptı. Ateş’in Leyla’ya olan aşkı da bambaşkaydı bana göre. O Leyla ile değişebileceğini gördü, onun için prensiplerinden ödün verdi, en katlanamadığı şeylere bile katlanır oldu ve kendi içindeki merhameti, sevgiyi keşfetti. Ben biliyorum ki onlar bundan sonra önlerine ne engel çıkarsa çıksın bir şekilde atlatacaklar. Çünkü aşkları da sevgileri de en çetin sınavlardan geçip bu günlere geldi. Çok, çok mutlu olmalarını dilerim.

Ne demişler en güzel hikayeler iki şekilde başlar ya biri bir yolculuğa çıkar ya da bir yabancı şehre gelir. Ateş ve Leyla’nın yolculuğu yollarının kesişmesiyle başladı. Bu güzel yolculuğa şahitlik ettiğim için çok mutluyum. Emeği geçen herkese çok teşekkürler.
Yepyeni bir dizide görüşmek üzere sevgiyle kalın.

Sana İnanıyorum(Ya Çok Seversen, 3.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

İnsan sosyal bir varlıktır. Sevmek sevilmek, mutlu olmak, güvenmek ve güvenilmek ister ama bunların olması için çevresinde, hayatında birilerinin olması gerekir. Bazen bilinçli olarak yalnız kalmayı tercih ederiz ama bu durumlarda bile güvenle sığındığımız birileri mutlaka olur, bunlar aile fertleri, çok yakın bir dost ya da sevgili hiç fark etmez illaki biri bu hayata tutunma dalımızdır. Tamamen insanlardan duyusal olarak izole bir yaşam sürmenin pek de mümkün olmadığını düşünüyorum. Tabi bazen bu duruma istisnalar karşımıza çıkabilir. Ateş gibi kendini bile isteye yalnızlığa hapseden, kendini sevdiği, değer verdiği ya da vereceği herkesin hayatından sürgün eden bir insan karşınıza çıkabilir. Ateş resmen kendini bir çukura hapsetmiş, sevdiklerini bir daha kaybetme acısını bir daha yaşamamak için kalbini taşlaştırmış bir insan ancak insanın özünde sevgi varsa er ya da geç o içindeki duygular dışarı çıkmanın bir yolunu bulacaktır.

Ateş çevresindeki kimseye hissettirmiyor ama çok büyük bir kaybetme korkusu var. Aslında sırf bu yüzden kimseyle yakınlık kurmuyor, kimseyi gerçek anlamda hayatına almıyor. Birine bağlanmaz yahut varlığına alışmazsa gitmesi de geride kalması da onun için çok daha az can acıtıcı olur diye düşünüyor. Zaten o çiftlikten gittikten sonra kendini yalnızlığa hapsetmesinin de en büyük sebebi bu bana göre. Buradaki yalnızlıktan kastım bir başına kalmak değil kesinlikle, çevresi çok kalabalık yapayalnızlığından, kimsesizliğinden bahsediyorum ben. Büyük kalabalıkların içinde kalbini saklayan, kendi çizdiği profilde tasasız, dertsiz, umursamaz insan maskesiyle kalbini koruyor. Bunu yapabilmek için de yaşadığı en büyük acının ardından sevdiği insanlarla araya bırakın kilometreleri kıtalar koymuş. Bu yüzden bilinçli sürgününde, kendi dünyasında gayet iyi idare ediyordu ama hayat onu hiç beklemediği şekilde köklerinin ait olduğu yere getirdi. Yabancı bir ülkede kendini kapatmak kolaydı ancak kendi evinde, kendi kanından olan insanlarla bu artık o kadar kolay değil.

Daha önce de değinmiştim Ateş kimse ile herhangi bir bağ kurmuyor ve bunun için çokça da çaba sarf ediyor. Çocukları yok saymasının , kendini abileri olarak kabul etmemesinin tek nedeni de buydu zaten. Aslında ben bunun abisi ve babasının ihaneti, onu bir paçavra gibi yatılı okula göndermeleri yüzünden kimseye güvenemediği için yapmıyor zannetmiştim ama panik atak geçirmesi bana bunun çok daha derin bir nedeni olduğunu düşündürdü; bağlanır, onlara kalbini açarsa ya kendisinin ya da kardeşlerinin aynı acıyla yüzleşmesinden, aynı şeyleri aşamasından korkuyor. Zira daha küçücükken annesini, ondan sonraysa ailesini kaybetmiş oldu ve o en büyük kayıplarını şimdi yaşamak zorunda olduğu evde verdi. Bu yüzden çiftlikte vakit geçirdikçe travmaları tetikleniyor ve panik atak geçiriyor. O evde kaldıkça ailesiyle geçirdiği güzel anları değil de, annesini nasıl kaybettiğini, nasıl o evden apar topar gönderildiğini ve yalnızlığa hapsolduğunu anımsıyor. Sevdiği insanların nasıl bir bir hayatından yok olduğunu hatırlatıyor ona o evin kokusu. Bu yüzden orda kalmaya dayanamıyor. Bana kalırsa Bige’ye söylediği “Sana yakınlaşırsam seni kaybederim” sözü de tam bu yüzden söylendi. Onunla duygusal bir yakınlaşma yaşarsa geçmişle tek bağını da kaybetmiş olacak. Aslında Ateş farkında değil ama çocuklarla yavaş yavaş bağ kurmaya başladı. Hatta öyle ki bu kaybetme meselesine tek taraflı bakmadığını düşünüyorum. Kendisine bir şey olursa da abisinin diğer kardeşlerine de aynı acıyı gözünü kırpmadan yaşatacağını düşünüyor. Tüm savaşının sebebi de bu: Kimse bir daha aynı şeyleri yaşamasın istiyor. Ne kendisi, ne kardeşleri… Yine de sevgi tüm zorlukları aşan bir duygudur ve Ateş bir noktada ona direnemedi diye düşünüyorum.

Ateş istemese bile ilk yakınlaştığı kişi Berit oldu. Berit’in Leyla’nın gidişinden sonra altına kaçırması onun aslında ne kadar büyük bir sorun yasadığını da ortaya koydu. O da Ateş gibi sevdiklerini kaybetmekten korkuyor ve bunu bu şekilde dile getiriyor. Yalnız Berit’in ilk gece ablası yahut İlter’e gitmemesi doğrudan Ateş’i uyandırıp yardım istemesi ona güvenmeye ve sevmeye başladığını gösteriyor. Çünkü Leyla’ya bu denli bağlıyken bile ondan değil ikinci gece yine abisinden yardım istedi. Ateş şu an için bazı şeyleri görev ya da kural diye yapıyor olsa da çocuklarla vakit geçirdikçe onlara alışıyor aynı zamanda. Aslında Leyla’nın gidişi, evdeki çalışanların kovulmasıyla Ateş çocuklarla ilgili bir çok şey öğrendi. Ilgaz’ın vegan olduğunu öğrendikten sonra bunu Bige’ye hatırlattı mesela, ya da Aydos’un iyi kaykay sürdüğünü keşfetti ve bunlar onda yer etmeye başladı. Tüm bunlarla birlikte Ateş hala herkese karşı çok temkinli bundan dolayı da hala tetikte. Zaten Ateş’in gördüğüm kadarıyla en büyük problemi kimseye güvenemiyor oluşu. Fakat Aydos’un itirafıyla artık bir kişiye güvenebileceğini biliyor: Leyla.

Leyla henüz farkında değil ama Ateş’i çocuklara bağlayan bir köprü konumunda. Üstelik Berit çoktan onu ailesi kabul etti bile. Daha dile getirmedi ama bence Leyla Berit’te kendini görüyor. Annesiz kalmış küçücük bir kız çocuğunun yarasına bu yüzden bu kadar çok merhem olmak istiyor. Kendi yalnızlığını o kadar derinden yaşamış ki çocukken Berit ve kardeşleri için abilerinin dönmesi Leyla’nın gözünde piyango vurmasıyla eş değer durumda. Bu yüzden abi ve kardeşler arasında köprü görevi görmeye başladı. Bunu da bilinçli olarak değil içindeki aile özlemi yüzünden bilinçsizce yapıyor. Şimdilik Yakup’un tehdidi yüzünden o çiftliğe dönmüş olsa da o Berit’e çoktan bağlandı bile. Bu bana göre Leyla’nın en zayıf yanı. Çünkü daha sadece birkaç gün önce Yakup onu Meryemlerle tahdit etmişken, onlarla ilgili bir sürü bilgi ve belge topladığını öğrenmişken sırf onu ailesi gibi gördüğü için her şeyi unutup İzmir’e yine onunla gitmeyi kabul etti. Dahası hala ona güvenip onun dediklerini yapıyor. Yakup’un onu kullandığını bile bile buna göz yumuyor. Çünkü hem ona hem de diğerlerine çok bağlı. Bunu da yargılamıyorum. İnsanların acılarla baş etme yöntemleri vardır. Ateş nasıl ki kendini soyutlayarak bunu yapıyor, Leyla da ailesi gibi gördüğü insanlara ne olursa olsun sarılarak devam ediyor ancak Leyla’nın kaçırdığı nokta Yakup ona Leyla’nın baktığı gözle bakmıyor. Tamamen çıkarları için Leyla’yı kullandığını düşünüyorum. Umarım bı hakikat yüzüne çarpıldığında Leyla için çok yıkıcı olmaz.

Leyla, hayatındaki insanlara hemen sarılan, yalnızlığını onlarla gideren, kalbindeki sevgiyi göstermekten çekinmeyen bir kadın. Bir tek Yakup ve diğerlerine değil Ateş’e de hemen bağlandı, üstelik o eve neden gittiğini de, sonunda o evden gideceğini de bile bile yaptı bunu. Çünkü Leyla kendini ait hissedeceği bir yer arıyor. Belki de Ateş’ten hoşlanmasının sebebi de budur zira o bilmese de Ateş’te tıpkı onun gibi hiçbir yere ve hiçbir şeye kendini ait hissetmiyor. Bu yüzden de herkesten uzak duruyor, özellikle de hayatında kalması gereken kişilerle yakınlaşmamak için daha da dikkatli davranıyor. Yalnız tam burada kafama takılan bir şey var; Ateş eğer birine yakınlaştığını düşündüğü anda ondan uzaklaşıyorsa ki bu defalarca dile getirildi ve Bige’yle olmamasının en büyük sebebi olarak bunu gösteriyorsa neden o zaman Leyla’ya bu kadar yakınlaştı? Üstelik Leyla’nın çocuklarla birlikte kalması gerektiğini de onunla yaşayacağını da, bu saatten sonra onu hayatından uzaklaştıramayacağını da çok iyi biliyorken bunu neden yaptı?

Leyla’nın öyle “Anlık yaşadık bitti” gibi bir şeyi kabul etmeyeceğini de çok iyi biliyor. Bunu daha sadece birkaç gün önce pedagogda çok net gördü. Zaten Leyla’yı tanımlarken böyle biri olmadığını çok güzel dile getirmişti. Şimdi şu an için istese de hayatından çıkamayacağı birini neden öptü? Şimdi diyebilirsiniz “Çünkü sarhoştu, bilinci yerinde olsaydı kendine engel olurdu” ama partide gayet de bilinci yerindeydi ve Bige müdahale etmeseydi Ateş yine onu öpecekti. Üstelik eğer alkollü oluşunu bahane edecek olursak bu durumda Bige’yle birlikte olurdu ama o bilinçsiz haliyle bile onu reddetti yani ben alkollü oluşunu kabul etmiyorum açıkçası. Ateş Leyla’dan hoşlanıyor ammena ama duygularına bu kadar kolay teslim olacağını pek zannetmiyorum. Çünkü Ateş hala geçmişiyle olan defteri kapatmadı ki bir gelecek kurabilsin.

Şimdi burada devreler yandı değil mi? Leyla hemen biriyle yakınlaşacak bir kadın değil, Ateş bu tip bir durumda birini hayatına alacak bir adam değil. Eeee nasıl bu hale geldiler? Ben burada ikisinin de ilk kez geçmiş ve geleceği düşünmeden bir hareket almak istediklerini düşünüyorum. Leyla ağırlıklarını, Ateş korkularını düşünmek istemedi. O anı yaşamak istediler. Bence bu adım ikisinin de duygularını tanımlama konusunda gelişim gösterdikleri anlamına geliyor diye düşünüyorum. Tabi hemen özlerine dönecekler ancak her şeyin bu şekilde başladığını çok rahatça söyleyebilirim.

Leyla geleceği için çırpınırken Ateş hala geçmişte takılı kalmış durumda. Leyla’nın ailesini araması, onları bulmayı hala umut ediyor oluşu aslında onu geleceğe bağlıyor. Fakat Ateş ne annesinin babası yüzünden ölümünü ne de o evden gönderilmesini hala atlatabilmiş değil. Bu yüzden bir ilişki kursalar bile ben bu şekilde yürütebileceklerinden pek emin değilim. Hele de Yakup’un oyunları ortaya çıktığında, Ateş gibi güven sorunlar olan bir tip canının acısını dindirmek için Leyla’nın ruhunu paramparça edecektir diye düşünüyorum. Ateş zaten duygularını kabul eden bir adam değil, üstüne insanlara güven sorunu var, bı yüzden Yakup’un sinsiliği ortaya çıkınca düşünmeden Leyla’yı yargılayıp, hükmünü verecektir. Diğer yandan Leyla sevdiklerine çok bağlı bir insan, onlara hemen güvenen, sevginin her şeyi çözeceğini düşünen temiz bir ruha sahip. Eğer tahminim doğru çıkarsa Ateş bu özelliğini ondan kalbini parçalayarak alacaktır ve Leyla’nın umudunu da öldürecektir diye düşünüyorum. Ateş ve Leyla’nın farklı farklı aile mevzuları ikisinin ilişkisinin de en büyük düşmanı olarak karşımıza çıktı ve bu yol bizi nereye götürür kestiremiyorum.

Aslında aile konusuna değinmişken Umut ve Füsun’a bir paragraf açmadan olmaz öyle değil mi?

Bu bölüm gördük ki ne Umut’un ne de Füsun’u durduracak bir sınır yok. Umut sırf şirketin başına Ateş geçti diye rakip şirketle ortaklık yaparken, Füsun bir tek Jülide Arcalı’nın hayatını değil çizimlerini de çalmış aynı zamanda. Umut’un bu kadarını bildiğini düşünmüyor olsam da umarım annesine bu kötülüğü de reva görmemiştir.Gün geçtikçe ben Vahit beyin neden Füsun ya da Umut’u değil de Ateş’e hem çocuklarını hem de şirketini miras bıraktığını çok daha iyi anlıyorum. Neyse ki gün gelir hesap döner ve Umut da Füsun da yaptıklarının bedelini ödeyecek inanıyorum.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

İki Deli Bir Araya Gelmemeliydi (Ya Çok Seversen, 1.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Bu yazın en çok konuşulan dizisi benim de radarımdaydı elbette. Kerem Bürsin’in uzun bir süre sonra ekrana dönecek olmasının heyecanı, genç jenerasyonun sevdiğim oyuncularından Hafsanur Sancaktutan’ın da kadroda olduğunu öğrendiğim anda ilk bölümü merakla beklemeye başladım. Bölüm bittiğinde aklımda beliren ilk cümle de şu oldu : Hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir…

Bu hayatta yaşamamız gereken bir şey varsa bunun er ya da geç mutlaka yaşayacağımızı düşünüyorum ben. Buna ister kader deyin ister tesadüf, adı her ne olursa olsun o başımıza mutlaka gelecektir ve biz bunu yaşamak durumunda kalacağız. Bunun illa kötü bir şey gibi algılamıyorum. Zira bazen bazı mecburiyetler olur ve biz hiç istemesek bile yapmak zorunda kalırız. Ne kadar plan yapsak da gün sonunda insan kendini hiç beklemediği bir durumda bulabilir. Belki başında bizim için felaket gibi görünen bu durum sonradan ya olmasaydı ne yapardım diyeceği bir noktaya getirebilir insanı. Evet bu belki milyonda bir gerçekleşecek bir şey kabul ediyorum ama yaşanmayacağının da bir garantisi yok öyle değil mi? Bence şu an Ateş ve Leyla’nın başına gelen tam olarak bu. Şu an ikisi de bir felaketin tam ortasındaymış gibi hissediyor. Ateş mesela daha sadece bir gece önce evinde hiçbir şey düşünmeden parti verirken bir gün sonra kendini İstanbul’da, çocukluk travmalarının olduğu evde, hiç tanımadığı üç çocuğa vasi olarak buldu kendini. Leyla desek dolandırdığı için sahte kocasından kaçmak isterken bir anda bir çiftlikte o üç çocuğa bakıcı oldu. Fakat onlara göre felaket olan bu durum bana göre aileden yaralı iki ruhun hayatın hazırladığı muzip bir oyunla hayatlarını birbirine karışması, yani romantik tarafım öyle söylüyor. Bu hikaye bir arapsaçı durumuyla başladı ve çözülmesi de o kadar kolay olmayacak, benden söylemesi.

Leyla Kökdal; ailesini hiç tanımamış ama onları bulmak için her şeyi yapmaya hazır, bıcır bıcır, gözü kara, sert görünen, hayatın pek de adil davranmadığı bir kadın. Düğün dolandırıcılığı yapıyor olsa bile insanların aile köklerine saygısı var, bunu o kıymetli yüzüğün maddi değerini hiç düşünmeden geride bırakmasından çok net görebiliyoruz. Zira onun tek amacı insanların parasını çalmak değil, zaten anladığım kadarıyla bunu sadece şu an yanında olduğu insanlar için yapıyor. İçinde kocaman kapatamadığı bir yarası var ve tek tesellisi hastanede yatan hiç tanımadığı bir adam. Bu ne kadar acı verici bir durum öyle değil mi? Düşünsenize tutunduğu tek dal belki de hiç uyanmayabilir ve Leyla her gün bu düşünceyle yaşıyor. Ailesinden geriye kalan tek şeyse annesinin kelebekli kolyesi. O hiç tanımadığı ailesine bağlı olduğu kadar, ailesi kabul ettiği Meryem ve diğerlerine de çok bağlı çünkü içindeki boşluğu onlarla kapatmaya çalışıyor gördüğüm kadarıyla. Yine de Leyla’da bir mücadeleci ruh var diye düşünüyorum. Birilerine bağlı olsa da, onları sevse de bir noktada yalnız olduğunu ve yoluna tek başına devam etmesi gerektiğini biliyor. Ailesini bıkmak tek amacı ama hangi ailesi? Onu doğuran aile mi yoksa onları bulmak için çıktığı yolda kader ona bambaşka bir yol mu çizdi? Biyolojik köklerinin peşinden giderken gerçekten ait olduğu aileye doğru mu gidiyor hayatı? Leyla kendini hiç hesap etmediği bir durumun içinde buldu. Bakalım tesadüfler silsilesi şeklinde bir araya gelip durduğu Ateş Arcalı ve kardeşleriyle yeni başladığı hayat onu nereye sürükleyecek?

Ateş Arcalı ;hovarda, tabir-i caizse gününü gün etmeyi seven, hiçbir yere bağlı olmayan, kökleri için savaşmayan, daha doğrusu köklerini annesi dışında reddeden, ailesini çoktan geride bırakmış ama içinde anne özlemi hâlâ var olan bir adam. Görünürde hiçbir şeye değer vermeyen, hiçbir şeyi umursamayan ve sadece kendine değer veren biri ama onun da çocukluk travmaları, içinde sakladığı duyguları ve özlem duyduğu şeyler var. Mesela hala bir anne ve çocuğunu gördüğünde aklına annesi geliyor, hâlâ o eve adım attığında aklına annesinin öldüğü gün geliyor, o hâlâ o günde kalmış durumda. Daha doğrusu aile kavramına bakış açısını o anı belirliyor. Onun aileye bakış açısı Leyla ya da bizler gibi değil. Yalnız kalmayı tercih ederek kendisine güvenli bir kale kurmuş, annesi her aklına geldiğinde canı yansa da onun sevgisine sığınarak bir hayat yaşıyor ve aslında yaşayamadığı her şey için de annesinin dışında kalanları suçluyor diye düşünüyorum.

Ateş bu yüzden ailesine daha doğrusu babasına ve abisine çok kızgın. Başta onu izlerken niye çocukları kabul etsin ki, niye şirketin yönetim kurulu başkanı olmayı istesin ki? Zaten kendine ait bir yaşamı ve geçim sıkıntısı olmayan bir kariyeri var diye düşünsem de o son belge onu en savunmasız yerinden; annesinden yakaladı. Söz konusu çok sevdiği annesi ve onun mirası olunca eli kolu bağlı kaldı ve kabul etti.Belki abisinin annesinin ölüm sebebini bildiğini buna rağmen sesini sırf bir gün o şirketin başına geçmek, babasının gözüne girebilmek için çıkarmadığını ve şirket için annesine sırtını döndüğünü bilmeseydi yine hiçbirini kabul etmeyecekti. Zira ne babası ne babasının vasiyeti ne de şirket umurunda değildi ama abisinin bunları bilip susması onu en az babasının yaptıkları kadar canını yaktı ve kızdırdı. Bu yüzden onun deyimiyle “Annesinin ölüsü üzerine” kurdukları bu şirketi ona bırakmamaya karar verdi. Açıkçası Ateş’in motivasyonunu gerçekten sevdim çünkü Ateş’i ancak bu sebep o şirkete döndürebilirdi. Her ne olursa olsun Ateş aileden yaralı bir çocuk, bu yüzden ben kardeşlerinin de Leyla’nın da ona iyi geleceğini düşünüyorum çünkü o farkında olmasa da bir aileye ihtiyacı var.

Ateş çok zeki biri, bunu babasının hiçbir desteği olmadan kendine bir hayat kurmasından, halasının oyunlarını hemen çözmesinden ve abisinin manipülasyonlarına gelmemesinden çok net anlayabiliyoruz. Bu yüzden ben Leyla’yı merak ettiği anda onun gerçeğini öğrenebileceğini düşünüyorum. Sonuçta Leyla’nın birilerinden kaçtığını çok iyi biliyor, üstelik her şey kendi otelinde yaşandı ve o bizzat şahit oldu. Bu yüzden çocukların bakıcısı yalanını yemeyecektir. Sadece şu an çocukları ve onlarla aile olma durumunu umursamadığı için üstünde durmaz en fazla diye düşünüyorum.

Leyla Ateş’in aksine ailesini bulmak için istemediği bir işi yapan, annesinin kolyesi için yakalanmayı hatta hapse girmeyi göze alacak kadar ailesini bulmak isteyen, onları tanımasa bile onlara en derinden bağlı bir kız. Leyla o kadar çaresiz ki ailesi için o kadar mücadele ediyor ki hiç tanımadığı bir adamı yıllarca hastanede ziyarete gidecek onun hastane masraflarını karşılayacak durumda. Bu yüzden ben çocukların ona da çok iyi geleceğini düşünüyorum. Leyla onların yaralarını sarmak istedikçe bence kendi yaraları da sarılacaktır.

Ateş de  Leyla da  çocuklar da henüz farkında değil ama hepsi aynı yerden aynı şekilde yaralı. Onlar ailelerini kaybetmiş, bu hayatta bir şeylere tutunmak için çabalayan bunu yaparken de çok farklı yollara başvuran kişiler. Ateş kendi yarasını içine gömüp hiçbir şey olmamış gibi görünürken, aslında hala o yaranın acısıyla kıvranıyor. Leyla hiç tanımadığı bir adamın iyileşmesi için mücadele verip, hiç istemediği bir işi yapıyor. Ailesini bulmak için çaresizce çırpınırken, çevresindekiler bu yarasından yararlanıyor. Çocuklarınsa başa çıkmak için bambaşka yöntemleri var. Ilgaz umursamaz görünüp kardeşleriyle ilgilenirken, Berit kendini sessizliğe hapsetmiş, Aydos ise kendini oyunlara vermiş biri gibi görünüyor. Hayat hepsini şimdi aynı evin içinde buluşturdu. Bu kimin dileği bilmiyorum ama ben hepsinin birbirine çok iyi geleceğine inanıyorum. Bakalım birbirinden bu kadar farklı kişi bir arada durmayı nasıl başaracak, izleyip göreceğiz.

Aynı yerden farklı acılarla sınanmış iki insanın hikayesi Ya Çok Seversen. Sevginin yarattığı boşlukla çatışan iki deli dolu karakterin bir araya gelmesi bizleri nereye götürecek bilemem. Ancak ilk karşılaştıkları andan itibaren kaderin ağlarını ördüğü iki genç kendi içlerindeki boşluklarla, sanki bir yapboz misali bir araya geldiler. İkisinin ruhunda da bir boşluk var ve bu boşluk sadece aşkla dolacak cinsten de değil, çok daha derin bir tamamlanmaya ihtiyaçları var, gerisi kaderin işi…

Ya Çok Seversen güzel bir ilk bölüm kotarmış. Dünyasına ilk yarım saatte hemen girdim. Ali Bilgin hocanın kompozisyonuna, ilk bölümde dizinin aurasını seçerek bir keskin nişancı gibi tam 12’den vurması beni her zaman kendine hayran bırakmıştır. Ya Çok Seversen şimdilik kırmızı ancak bir çok rengi barındırıyor. Rejisinin güzelliğini şöyle bırakalım, Kerem Bürsin ve Hafsanur Sancaktutan’ın uyumunu da çok beğendim. Enerjileri, sahnelerdeki uyumları da çok iyiydi. Açıkçası Kerem Bürsin’i izlemeyi de çok özlemişim, ne yalan söyleyeyim. Dizinin bundan sonra da alıcısı olurum, güzel bir ilk bölümdü.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.