Ve Sonsuza Kadar Mutlu Yaşadılar… (Ya Çok Seversen, 13.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

En son kalbiniz ne zaman yerinden çıkacakmış gibi attı, midenizdeki kelebekler kanatlanıp uçtu, sevinçten otuz iki dişiniz göründü. Bunlar aşkın ilk kıvılcımlarının işaretidir bana göre. O an ruhumuz eşini seçer ve eğer bu uğurda mücadele edersek iki ruh birbirini bulur. Ateş ve Leyla birbirlerini gördükleri ilk an ruhları birbirini seçti. Onlar önlerindeki tüm engellere, kalplerindeki yaralara ve ruhlarındaki boşluğa rağmen birbirlerinde tamamlanmayı başardılar. Bu onların aşk hikayesiydi ve ben bu hikayeye ortak olduğum için çok mutluyum.

Leyla işi gereği en yapmaması gereken şeyi yaptı, aşık oldu. Aşık olduğu kabul etmek, ne yapacağına karar vermek onun için çok sancılı bir süreç oldu. Sonunda aşkına sahip çıkma kararı aldığındaysa yepyeni bir yola girdi ve bu yol onu hem yıllardır hayalini kurduğu aileye sahip olmasını sağladı, hem annesine kavuşturdu hem de aşık olduğu adamla birlikte olmasını sağladı. Leyla’nın hikayesi çok üzücü bir şekilde bir park köşesinde başladı, yıllar süren yalnızlığı yerini kocaman bir aileye bıraktı. Şimdi önünde kocaman mutluluk dolu bir hayat var inanıyorum.

Leyla gibi küçücük yaşında yapayalnız kalan biri daha vardı o evde: Berit. Berit Leyla’nın belki de Arcalı çiftliğine kalış sebeplerinin en güçlüsüydü. Çünkü o Berit’e her baktığında kendini, çocukluğunu, annesizliğini görüyordu. Bu yüzden Berit’in yaşadıklarını birazcık daha olsun yumuşatmak için her şeyi yapmaya hazırdı. Berit Leyla’nın sevgisi, Ateş’in yardımı sayesinde yeniden hayata tutundu. Sustuklarını, travmaların atlattı onların özverili davranışları sayesinde. Onlar Berit’i koşulsuz sevip her zaman yanlarında olacaklarının güvenini verdikçe Berit’te yeniden solmaya yüz tutmuş bir çiçeğin sulanması gibi açıldı. Şimdi biliyorum ki Ateş abisi Leyla ablası ve diğer kardeşleriyle yepyeni bir hayat onu bekliyor. Çok mutlu olması dileğiyle.

Berit’in dili bir açıldı, pir açıldı desek yanlış olmaz sanırım, ama bence bu durumdan en çok nasibini alan kişi tabi ki de Aydos, ya da onun deyişiyle; aptal aşık Aydos oldu. Aydos kaybetme korkusu yaşayan ve bir çok konuda tetiklenen bir çocuktu, bence birilerine bu kadar çabuk bağlanmasının sebebi de buydu. Kaybettiğim kişiyi ne kadar çabuk unutursam o kadar az acı çekerim diye düşünüyordu. Öyle ki kaybetmek istemediği kişilerin eşyalarını saklayıp gitmesinler diye uğraşacak kadar korkuyordu kendi içinde. Bu umursamaz tavırları kardeşlerine olan bağlılığı hep bundandı. Aydos Leyla’nın mahkemede Ateş olsa da olmasa da yanlarında olacağına bir daha şahit olmuşken ve Ateş son anda geri dönüşken bence o da emindir artık ne Leyla ne de Ateş onları asla bırakmayacak. Bence bu konuda emin olan bir kişi daha var: Ilgaz.

Ilgaz anne babalarını kaybettikten sonra belki de en çok zorlanan kişi oldu. Bir yandan koruması, kollaması gereken küçücük kardeşleri, diğer yandan üstündeki sorumluluğun altında eziliyor oluşu onu katı, gergin, her şeye temkinli bakmaya iten bir ruh haline büründürdü. Tüm bunlarla birlikte bir de gün geçtikçe kime güveneceğini bilmemek, kardeşlerinin geleceğinin halasının yahut Umut abisinin elinde olma ihtimali, Ateş’in bir türlü onları benimseyip sevmemesi onu mahvediyordu. Ilgaz anlayamayacak kadar küçük olsa da hem Ateş hem de Leyla onu çok iyi anlıyordu. Çünkü ikisi de onda kendinden bir parça görüyordu. Ateş’in öfkesi, duvarları vardı Ilgaz’da, aynı zamanda Leyla’nın anaçlığını ve merhametini taşıyordu içinde. Ilgaz koca yükleri olan ve bu yüzden ailesinin yasını dahi tutamamış bir çocuk ama şimdi yanında sonsuz güvenip onları koruyacağına inandığı abisi Ateş ve onları bir anne şefkatiyle saran Leyla var. Ilgaz artık her an elinde savaş baltalarıyla gezip kendi ve kardeşlerinin etrafında duvar örmek zorunda değil, zira sorumluluklarını seve seve üstlenecek birileri var artık hayatında.

Ilgaz gibi Arcalı ailesinin yükünü taşıyan bir daha vardı bana göre; Umut. Başta ona çok kızsam da Umut’un yaptığı tüm hataların sebebi babası ve halası bana göre. Babası sürekli onu ikinci plana atıp emeklerini görmezken, halası sürekli onu manipüle edip aklını karıştırıyordu. Rakip şirketle ortaklık yapmasının sebebi bile babasıydı. Çünkü babası ona adaletli davransaydı belki de Ateş’le böyle dalgalı bir kardeşlik ilişkileri de olmayacaktı ve halası onu böyle istediği gibi kullanamayacaktı. Ben inanıyorum Ateş ve Umut el ele vererek o şirketi yeniden şahlandıracak. Zira Umut mutlu olmak isteyen, sevilip sayılmak ve görünmek isteyen biri, Ateş ona hak ettiği değeri gösterdiğinde Umut’ta ruhundaki boşluğu dolduracak.

Ve Ateş o bambaşka biri oldu İstanbul’a geldikten sonra. Ateş sürgün gibi, ceza gibi apar topar gönderilmişti zamanında baba evinden. İlk geldiğinde nefes dahi alamayacağı bir yerdi burası onun için öyle ki evin dışında yaşayacak, evde yanlışlıkla bile uyuduğunda panik atak geçirecek durumdaydı. O evde bile kendine bir sınır çizmiş ve kimsenin özel alanına girmesine izin vermeyecek kadar yalnız bir yaşamı vardı. Leyla ve çocuklar hayatına girdiğindeyse babasının mektubunda yazdığı her şey bir bir olmaya başladı. Önce çocukları kalbine sonra da hayatına aldı. Onun Leyla’ya olan aşkı, çocuklara olan sevgisi ruhundaki boşluğu tamamen kapattı. Bunca yıldır tüm dünyayı gezdiği halde bulamadığı huzuru, mutluluğu kardeşleri ve sevdiği kadınla buldu. Kaybettiği ailesinin yerine yepyeni bir aile sahibi oldu. Yıllardır çevresine ördüğü duvarları tek tek indirdi ve kendiyle, geçmişiyle en önemlisi abisiyle barıştı o.

Ateş Arcalı zorunlu geldiği, intikam almak ve annesinin şirketini korumak için kaldığı İstanbul’da bile isteye, seve seve kalmayı tercih etti. Üstelik bunu yaparken bir an bile tereddüt etmeden ne istediğini bilerek yaptı. Ateş’in Leyla’ya olan aşkı da bambaşkaydı bana göre. O Leyla ile değişebileceğini gördü, onun için prensiplerinden ödün verdi, en katlanamadığı şeylere bile katlanır oldu ve kendi içindeki merhameti, sevgiyi keşfetti. Ben biliyorum ki onlar bundan sonra önlerine ne engel çıkarsa çıksın bir şekilde atlatacaklar. Çünkü aşkları da sevgileri de en çetin sınavlardan geçip bu günlere geldi. Çok, çok mutlu olmalarını dilerim.

Ne demişler en güzel hikayeler iki şekilde başlar ya biri bir yolculuğa çıkar ya da bir yabancı şehre gelir. Ateş ve Leyla’nın yolculuğu yollarının kesişmesiyle başladı. Bu güzel yolculuğa şahitlik ettiğim için çok mutluyum. Emeği geçen herkese çok teşekkürler.
Yepyeni bir dizide görüşmek üzere sevgiyle kalın.

Sensiz Olmaz (Ya Çok Seversen, 12.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Ben aşkın bir anlamda fedakarlık olduğunu düşünüyorum aynı zamanda. Zira aşkta karşındaki kişi için bilerek isteyerek bazı şeylerden ödün verirsin, bazen istemediğin halde geri adım atarsın, alttan alırsın ve tüm bunları yalnızca karşındaki kişi üzülmesin diye yaparsın. Tabi ki buradan kastettiğim şey kesinlikle tek taraflı fedakarlık, toksik bir ilişki yahut kendini hiçe sayıp sadece partnerini önemsemek değil. Sadece değer verdiğimiz kişi için törpüleriz bazı şeyleri ve bunu yapmak bizden asla bir şey eksiltmez. Aslında bence bunu sadece aşık olduğumuz kişi yaparız demek doğru değildir; karşımızda sevdiğimiz değer verdiğimiz kim olursa olsun onun için fedakarlık yapmaktan çekinmeyiz. Ateş mesela kardeşleri için bambaşka bir yaşamı seçti, Leyla ise çocuklar için içi kanaya kanaya Ateş’le aynı ortamda kalmaya devam etti.

Leyla; Arcalı çiftliğine geldiğinde tek amacı peşindekilerden kurtulmaktı. Bunu yaparken bir anda kendini ona muhtaç, ailesinin acısından konuşmayı bırakmış Berit’i, kaybetme korkusuyla en umursamaz halini takınan, çocuk olduğunu kabul dahi etmeyen Aydos’u ve kardeşlerini korumak için küçücük yaşıyla kocaman yükler yüklemiş Ilgaz ile karşı karşıya kaldı. O kendi gibi kimsesiz olarak gördü ve yanlarında olmak istedi. Onların tam karşısındaysa sorunsuz, çocuklara bir birey gibi dahi davranmayan, onlarla değil aile olmak bağ bile kurmak istemeyen ve onlarla işi bittiğinde dünyanın öteki ucunda yatılı okula göndermek isteyen bir vasileri vardı. Bu aileye bu kadar değer veren, kutsal gören Leyla için kabul edilemez bir durumdu. O an Ateş onun için bundan ibaretti.

Bir insanı tanımak için emek sarf etmek, vakit geçirmek ve bir hareketi neden yaptığını bilmek anlamak gerekiyor. Leyla Ateş’i tanıdıkça onun içindeki acıyı, kalbini yakıp kavuran sebepleri, neden böyle kalın duvarları olduğunu anlamaya başladı. Çocuklara neden bu kadar uzak olduğunu, onları neden sevmek istemediğini gördü. Sonra gün geçtikçe çocuklara nasıl değer vermeye başladığına şahit oldu. Ateş’in kalbini, ruhunu sevdi bu yüzden. Ateş aile olmak istediği insandı bundan dolayı araları her ne kadar bozuk olsa da, ayrı olsalar ve hatta Ateş’in yaptıklarını hala affetmemiş olsa da söz konusu çocuklar olunca Leyla da annesinin yerini asla öğrenmeme ihtilaline rağmen Ateş’e her şeyi anlattı. Çünkü eskisi gibi değil ikisi de, Leyla Ateş’e yalan söylemeyecek kadar çok seviyor onu, bu yüzden söz konusu annesi olmasına rağmen ona Füsun’un tehdidini anlattı. Ateş’se Leyla’nın söylediği onca yalana rağmen söylediği şeyi doğru sayıp harekete geçecek kadar güveniyor ona.

Bence bu Ateş ve Leyla için çok önemli bir gelişme; ikisinin de birbirinin çok kalın duvarlarını yıktığını gösteriyor bu durum bana göre. Leyla sevgisizlik duvarını yıkmışken, Ateş güvensizlik seddini aştı. Şimdi önlerinde mutluluk olduğunu düşünüyorum, zira onlar aşklarıyla, aileleriyle ve sevdikleriyle sınandılar. Bu sınavın sonucunda hem Ateş’in hem de Leyla’nın dileği kabul oldu. Leyla diğer seçenek annesi olduğu halde Ateş’i seçmişken, Ateş Leyla’nın söylediği ve söylemediği her şeye rağmen Leyla’yı affetti. Onların aşkları bu sınavı gerçi ve kazandı bana göre. Leyla bu süreçte çok acı çekti, hırpaladı, kalbi kırıldı ve aşık olduğu adamı kaybetme noktasına geldi. Ateş’se kalbiyle, ruhuyla ve güveniyle sınandı.

Hani az önce yukarıda dedim ya birini tanımak için vakit de geçirmek gerek aynı zamanda diye, işte Ateş’e de aynısı oldu; o çocuklarla vakit getirdikçe, kalplerindeki sevgiyi, aile özlemini gördükçe aslında kendisinden çokta farkı olmadıklarını, onunla aynı acıyı çektiklerini ve ona ihtiyaçları olduğunu gördü. Üçünün de korkmadan, çekinmeden sığınabileceği bir abiye ihtiyacı vardı. Kalbi çocukların sevgisiyle doldukça onun ruhundaki boşlukta dolmaya, özlem duyduğu şeyleri yaşamaya başladı. Bu yüzden kardeşleri için hiç düşünmeden fedakarlık yapmaya hazır hale geldi. Çocukları kaybetmemek için Yakup gibi birini dahi evinde kalmasına izin verdi. Bunun en büyük sebebi belki Leyla’ya olan aşkı diye düşünülse de onun bu konudaki diğer bir önceliği çocuklar bana göre. Ayrıca bana kalırsa eğer Ateş holding ve çocuklar arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsa ben Ateş’in çocukları seçeceğini bu saatten sonra onlardan ayrı kalmak istemeyeceğini düşünüyorum açıkçası. Ateş çocuklar ve Leyladan önce fırtınalı bir denizde bir gemi gibiydi, nereye. O denizde rüzgar nereye esse oraya giderdi. Ama şimdi gittiği yer de, vardığı yer de çok net.

Şimdi düşünüyorum da Ateş’in bu hallerini görünce aslında babasının yazdığı mektupta söylediklerinde ne kadar haklı olduğunu görebiliyorum. Babası ona ondan aldığı ailesini kardeşlerini, çiftliği bırakarak geri vermiş oldu. Tüm bu vasilik durumları, koyduğu kurallar, aldığı önlemler tamamen ne Ateş ailesiz kalsın ne de çocuklar kimsesiz kalsın diye yapılmıştı aslında. Bunu baştan beri biliyor olsam da izlemek, yavaş yavaş birbirlerine alıştıklarını görmek, Ateş’in artık yalnız olmadığını bilmek çok hoşuma gitti açıkçası. Her ne kadar halaları bu durumu tersine çevirmek için uğraşsa da sanırım tüm yaptıklarının ayaklarına dolanmasına çok az kaldı. Zira Bige’nin içine şüphe tohumları ekildi ve bir sonuca varmadan da bırakmayacak gibi görünüyor.

Füsun Arcalı erkekleri arasında görünmemiş, babası ve abisi tarafından iş hayatında kabul görmemişte olabilir. “Ben de duradayım ‘’ demek için gözü hiçbir şeyi görmemiş olabilir. Füsun o kurtlar sofrasında hayatta kalabilmek için çok mücadele vermiş Umut’un anlattığına göre. Açıkçası bir kadın olarak bunu duymak beni çok üzse de yine de Arcalı holdingde ayakta kalabilmek için yine bir hemcinsinin üstüne basarak var olamaya çalışması kabul edeceğim bir şey değil. Üstelik bunu şimdi küçücük çocuklar üzerinde yapıyor. Sırf şirket elinden gitmesin diye yeğenlerini hiç düşünmeden harcayabilecek bir kadın Füsun maalesef. Üstelik Füsun Ateş’le uğraşmaktan önünü göremeyecek durumda, Jülide Arcalı sayesinde kazandığı ışık onu kör ediyor farkında değil. Önce Jülide, sonra Leyla şimdi de Firuze Füsun elindekileri kaybetmemek için saldırılıyor ve bu saldırıdan etrafındaki herkes nasibini alıyor maalesef.

Leyla ve Ateş’in aşkı rüya gibiydi, önce hiç uyanmak istemeyecekleri kadar güzel bir düştü, sonra o düş başlarında yıkılmış olsalar da, ben bir şekilde u ilişkiyi kurtaracaklarını düşünüyor.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

.

Ayrılsak Da Beraberiz (Ya Çok Seversen, 11.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Aşık olduğunuzda en fazla ne kadar ileri gidebilirsiniz? Ferhat mesela; Şirin için dağları delmiş, Mecnun çöllere düşmüş, Kerem Aslı’yı bulmak için diyar diyar onu aramış. Bunlar bildiğimiz efsaneleşmiş aşklar. Peki aşkımızı göstermek için bu kadar büyük fedakarlık mı yapmalıyız, sevdiği insan için değişmeye çalışmak, onun için prensiplerinden ödün vermekte aşkı değerli yahut aşıkları ölümsüz kılmaz mı?

Aşkın ispatı olmadan seven sevmiş, sevilen sevilmiş olmuyor mu? Ateş ve Leyla’nın aşkları için nasıl değiştiklerini , aslında ne kadar yol aldıklarını gördükçe aklıma tam da bunlar geliyor. İkisi de aşık olduktan sonra bile isteye kendinden çok ödün verdi. Ateş tahammül edemediği şeylere katlanmasını öğrenirken, sert yanlarını törpüleyip baskılarken, Leyla yola çıkma amacını değiştirdi.

Leyla bu yola çıkarken tek amacı ailesinin yerini bilen adamı iyileştirmek ve konuşturmaktı, böylece annesini bulacak ve bir ailesi olacaktı. Bu uğurda hiç istemediği bir iş yaptı, sürekli oradan oraya sürüklendi, kaçak bir hayat yaşamak durumunda kaldı ve en sonunda sevdiği adamla ayrılmak zorunda kaldı. Tüm bunlar bir noktadan sonra tüm sinir uçlarına dokundu ve hiç hesap soramadığı, neden diyemediği annesinin suçu olarak kabul etti. Zaten Leyla kutsal bulduğu bir yolculuğa çıkmıştı, fakat bu yola devam ederken fark etti ki birlikte yola çıktığı insanlar dahi onu kullanmaktan, yarı yolda bırakmaktan geri kalmıyor, tuttuğu her dal elinde kalıyor ve o günün sonunda yine yapayalnız kalan kendisi oluyordu.

Bence Ateş’e kızgın olmasının en büyük sebebi bu; aşkla tuttuğu o eli ona bıraktırmak zorunda bıraktığı için kızgın ona, yalnızlığını anlayamadığı, onu yeniden ailesiz bir başına bıraktığı için kalbi affedemiyor Ateş’i. Üstelik Ateş onu ailesi gibi gördüğü çocuklardan ayırmış oldu. Ayrıca Ateş’in Leyla’nın aşkından bir şüphesi olmasa bile bu bölüm gördük ki Leyla Ateş’in ona yaptıklarından sonra bu konuda şüpheleri oluşmuş. Aslında bu konuda asla onu yargılanıyorum zira belki de kim olsa aynı şeyi düşünecekti. Çünkü Ateş bu konuda ona çok acımasızca davrandı, kalbini hırpaladı, gururunu kırdı ve tüm bunlar kocaman bir “Acaba” olarak geri döndü ona. Fakat şunu söylemeliyim ki Ateş’in asla duygularını inkar etmeyip her seferinde kendini açıklamaya çalışması bence çok güzel bir detay.

Leyla’nın onun aşkına inanması gerekiyor. O evde kalmaya devam edebilmesi için, üstelik annesinin kolyesini dahi geride bırakmaya başlamışken tutunacak bir dala ihtiyacı var ve şu an düşündüğü tek şey çocuklar. Bu yüzden sözde de olsa artık annesini aramayı bırakıp çocuklara adadı kendini. O şu an belli etmese de Ateş’e çok kızgın ve kırgın ama bir o kadar da aşık bu yüzden istese de yanından ayrılamıyor, çocukların durumu kadar ona olan aşkından dolayı da Leyla kalıyor o evde.

Leyla’nın yetimhaneden kaçmak, dolandırıcılık yapmak, o evde kalmak için kendince haklı sebepleri vardı ve hep buna göre hareket etti. Fakat ben annesinin sebeplerini tam anlamıyla öğrenemediğim için pek bir şey diyemiyorum. Zira ismini dahi değiştirecek kadar ne yaşadı aşırı merak ediyorum. Çünkü Füsun kocan için küçücük çocuğu parka bırakıp gittin dediğinde Firuze bazı şeyleri yapmak zorundaydım dedi. Demek ki Leyla’yı bırakmaya zorlanmış ama benim asıl merak ettiğim neden bu zamana kadar izini bulamadığı. Sonuçta Füsun ufak bir izle sadece bir günde buldu annesini , Leyla neden bunu yapamadı, annesi onu nasıl oldu da bulamadı, annesinin kocası araya neden bir sürü kişi sokup göz hapsinde tuttu Leyla’yı? Kafamda onlarca soru var ve daha hepsi yanıtsız maalesef. Bildiğim bir şey varsa o da Leyla artık eskisi kadar çok düşkün değil bu konuya, bu yüzden ben Füsun’un tehdidine rağmen Ateş’in yanında duracağını ve çocukları onun insafına bırakmayacağını düşünüyorum.

Ateş Arcalı; onun Leyla ile birlikte çok değiştiğini düşünüyorum. Yalnız playboy duruşundan vazgeçti mesela, prensiplerinden taviz vermeye ve bunu kendi isteğiyle yapmaya başladı. Bir tek kendisini değil etrafındaki insanları da düşünmeye, onlarla bağ kurmaya ve özellikle küçük kardeşleriyle aile olmaya başladı. Ateş’in en çok katlanamadığı şey birinin ona yalan söylemiş olmasıydı, zekasıyla alay edilip, egosunun zedelenmesi onun kabul edemeyeceği bir şeydi. Leyla’yla birlikte tüm bunları yavaş yavaş tolere etmeye ve daha hoşgörülü olmaya başladı. Üstelik İlter’in de dediği gibi koca bir dolandırıcı ailesinin tüm çaldıklarını geri verip onları temize çıkarıp aynı evde yaşamaya devam ettiğine göre gerçekten Leyla’ya göründüğünden çok daha fazla aşık demektir.

Gerçek şu ki Ateş Leyla’yı kaybetmek istemiyor, onun ister çocuklar için isterse de başka bir sebepten dolayı o evde kalması onun için sorun değil yeter ki yanında kalsın, hatta bu yüzden diğer kişilerin, Yakup’un bile o evde kalması rahatsız etmiyor onu. Zira Leyla’nın kalması onun için tek önemli olan şey. Ateş’in Leyla ile ateşkes ilan etmesi de, ondan habersiz mücevher markasının yüzü olmasına kızmasının sebebi de bu aslında; o Leyla ile olan sorunlarını çözmek istiyor ve herkese karşı onu koruyup “Eşim” diye hitap etmesinden bunu yapmaya başladığının bir göstergesi bana göre. Eğer Ateş böyle bir şey istemiyor olsaydı bence ne yapar eder başka bir yol bulurdu zira fark etmişsinizdir Ateş boşanma dilekçesini imzalamamıştı, Leyla’ya imzalattıktan sonra da öncesinde de imzası yoktu dilekçede. Yani çocukların sosyal hizmetler tarafından denetimi olmasaydı da bence boşanmamak için bir yol bulacağını düşünüyorum. Yine de ben her şeye rağmen birbiriyle kavga etmeden, tartışsalar bile çocuklar için bir araya gelip çözüm üretmeye çalışan bir çift izlediğim için çok mutluyum.

Ateş ve Leyla kendi içindeki sorunları çözmeye çalışırken Füsun küçücük bir koz bulmak için her şey yapmaya hazır öyle ki sırf Leyla’yı elinde tutmak için annesini bile buldu. Leyla ise artık bir karar vermek zorunda kendi seçtiği, elleriyle kurduğu Arcalı ailesiyle mi devam edecek yoksa tüm kırgınlığına ve Füsun’un tehditlerine rağmen annesinin özlemine dayanamayıp annesini mi seçecek? Benim bu konuda çok güzel bir fikrim var aslında ama izleyene kadar sabır edeceğiz sanırım.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

Her Şey Aşktan(Ya Çok Seversen, 10.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Aşk çok büyüleyici bir duygudur, insanın ayaklarını yerden kesen, olmazları oldurtan, bir yandan bulutların üstünde dolaştığını hissederken bir yandan da asla bitmesin istersin bu his. Ama çok korkunç bir yanı da vardır, ayrılıkla gelen ve kalpte yarattığı müthiş acı. Bazı insanlar sırf bu acıdan korktukları için hayatlarına kimseyi almazlar. Halbuki her aşkın dinamiği farklıdır ve kimse ayrılmak için birlikte olmaz. Aşkın tek yönü yoktur maalesef ve aşık olduğumuzda sadece güzellikleri beklemek hayalden başka bir şey değildir.

Aşk bu, insana cenneti de yaşatır cehennemi de. Ateş ve Leyla aşka cenneti de yaşadı cehennemi de. Onlar şu an aşkın cehenneminde kıvranıyorlar ama ben inanıyorum onların aşkı bunun da üstesinden gelecek kadar güçlü. Leyla rüya gibi bir birlikteliğin ardından kabus gibi bir ayrılık yaşadı, Ateş’se kendi duygularına, Leyla’ya olan aşkına çoktan hapsolmuş durumda.

Leyla Ateş’in intikam hamlesiyle paramparça oldu resmen. Tüm duyguları, inandıkları gözyaşlarıyla aktı ve her gözyaşı kalbine bıçak gibi saplandı, öyle ki gelinliğini bile daha fazla görmeye tahammül edemedi. Leyla ağlarken bir tek Ateş’in söylediklerine değil söylemediklerine de yandı aynı zamanda. Kandırıldığını, asla sevilmediğini ve belki de hiç sevilmeyeceğini düşündü o anlarda. Zira ailesinin sevmediği, annesinin koca bir parkın ortasında yapayalnız bırakıp terk edip gittiği birini bir yabancı niye sevsin, niye o yabancı ona aile olmak istesin ki? Leyla belki bunları dile getirmiyor ama zaten bilinç altı bunlarla dolu. Öyle ki başına gelen bu felaketten ilk sorumlu tuttuğu kişi yine annesi oldu. Çünkü ona göre annesi onu bırakmamış olsaydı belki başkasının sevgisine de bu kadar bağımlı olmayacak, bir ailesi olsun diye bu kadar çırpınmayacaktı. Leyla sevgi açlığı çeken, aile yoksunluğu yaşayan biri. Zaten öyle olmasaydı Yakup gibi birisini bunca zaman hayatında tutar mıydı? Ya da daha sadece birkaç saattir tanıdığı Firuze’ye bu denli içini açar mıydı?

Ateş Leyla için aile, hayat, her şey demekti. Birlikte dilek yolunu yürümek isteyeceği, yaptığı her şeye rağmen affedilmek isteyeceği biriydi Ateş onun için. Ama o Leyla’yı en hassas noktasından vurdu. Yaptığıyla bir tek Leyla’nın onurunu kırmadı aynı zamanda onun sevgisini, çocukları ile aralarındaki bağı hiç düşünmeden kopartıp attı. Bence Leyla’nın ona bu kadar kırgın olmasının da “Seni asla affetmeyeceğim” demesinin de sebebi bu; onu çocuklardan da koparmış oldu bu yaptığıyla Ateş. Yalnız şunu söylemeliyim ki Leyla’nın eve dönüşü Ateş kadar beni şaşırtmadı, zira Leyla hiçbir zaman o eve Ateş’i dolandırmak yahut o evden para kazanmak niyetiyle gelmedi ve ben eminim ki söz konusu çocuklar olduğunda o ne olursa olsun o eve geri gelecektir her zaman. Çünkü kendisi de yurt hayatı görmüş, yaklaşık on sene yurtta kendisine gösterilecek bir tutam sevgi kırıntısını beklemiş biri, çocukların aynısını yaşamasına asla izin vermezdi. Bence Ateş’in şaşırma sebebi de bu; o Leyla’yı çok iyi tanıdığını söylemiş olsa da onu hiç tanımıyordu. Ta ki gerçek Leyla’yla tanışana kadar.

Açıkçası beni en çok şaşırtan şey Ateş’in Leyla’ya karşı olan tutumu oldu. Ben Ateş’in yaptığı şeyden taviz vermeyeceğini aksine Leyla o eve çocukları için gelmiş ve boşanacak olsalar bile onunla uğraşmaya devam edeceğini düşünmüştüm. Fakat Ateş Leyla’nın “Neden yaptın, neden söylemedin? Belki de beni hiç sevmedin, oyun oynadın benimle” sorusuna bile “Ben de yeni öğrendim” diye açıklama yaptı. Sevgisinin yalan olmadığına inandırmaya çalıştı kendisini. Ve bu bende bu geçiş sürecinin sanıldığından daha yumuşak geçeceğinin hissettirdi. Çünkü ikisi de yaralanmış durumda ve bu ilişki sadece ikisini ilgilendiren bir ilişki değil. Çocukların nerede yasayacağından tutunda, şirketin kime kalacağına, vasiliklerini kimin yapacağına kadar her şey ikisinin ilişkisine bağlı. Bu durumda ne Ateş intikam almayı düşünebilir ne de Leyla gitmeyi ve ikisi de şu an birbirine mahkum durumda.

Ateş aslında Leyla’yı öyle tanımıyor ki onun döndüğünü görünce şaşkınlığını gizleyemedi, çünkü bu yaptığının ağırlığının da, Leyla’yı nasıl mahvettiğinin de gayet farkındaydı. Ama tam burada aklıma bir şey takıldı ;Ateş Leyla’nın gidip bir daha geri dönmeyeceğini düşünüyorsa ve bunu böyle kabul ettiyse neden resmi nikah kıydı, daha da önemlisi neden onu tüm borçlarından kurtarıp, şikayetçi olanların şikâyetini geri almasını sağladı? Başta bunun sebebinin sadece onu korkmak olduğunu düşünmüştüm ama bunun çok daha ilerisi olduğunu görmem Ateş’in zekâsına bir daha hayran olmama sebep oldu. Ateş bu sayede bir tek Leyla’yı kurtarmış olmadı aynı zamanda Füsun’un bunu bir koz olarak kullanmasının yolunu da tıkamış oldu. Ortada bir şikayetçi olmayınca Füsun da hiçbir şey bulamamış oldu.

Füsun bir kez daha Leyla tarafından bozguna uğrayınca büyük oynamaya karar verdi ve belki de ucu Firuze’ye kadar varacak bir şey yakaladı Yakup sayesinde. Firuze’yi tanıdıkça Leyla’nın ailesine olan merakım daha da kabarıyor açıkçası. İstediği zaman gelip Arcalı holdingle iş yapacak kadar önemli biri ve gördüğüm kadarıyla Füsun gibi burnu Kafdağı’nda olan biri bile saygı duyuyor kendisine. Zira Füsun gibi bir kadın kimseye boş nezaket gösterecek biri değil bunu Bige’ye davranışlarından da çok iyi biliyoruz. Bu durumda Firuze kim, Arcalı holdingle nasıl bir iş yapacak, Leyla bu işin neresinde olacak çok merak ediyorum. Ayrıca ne zamandır Leyla’yı arıyor, neden onu bırakmak zorunda kaldı? Benim için hala cevaplanması gereken sorular. Üstelik Leyla ona bu derece kızgınken onun kalbini nasıl geri kazanacak aşırı merak ediyorum.

Ateş ve Leyla belki kader belki de bambaşka bir sebepten dolayı bir araya geldiler. Şimdi ikisi de istemeyerek de olsa boşanmak için dilekçeye imza atmışken evren onlara yepyeni bir oyun oynadı ve o çiftlikte çocuklar için evli gibi davranmak zorundalar. Bu belki hem öfkelerinin birazcık olup dinmesine ve birbirlerini daha iyi anlamalarına sebep olur. Fakat şöyle bir gerçek var ki Füsun bu geriye kalan iki ayda bu evliliğin sahte olduğunu, Leyla’nın çocuklar için tehlike oluşturacağını ve Ateş’in onlara doğru düzgün bakamayacağını kanıtlamak için elinden geleni yapacaktır.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek.

 

 

 

 

 

 

 

Böyle mi Olacaktı? (Ya Çok Seversen, 9.bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

Aşık olduğunuzda ne kadar ileri gidersiniz, kendinizden vazgeçer misiniz mesela? Leyla ve Ateş’e baktığımda ikisi de sevdiği insan için kendinden epey ödün verdiklerini görebiliyorum. Ateş sevdiği kadın için tüm prensiplerini bir kenara bırakıp, tüm duvarlarını yıkmışken, Leyla Ateş için tüm tehditlere, hapse girme olasılığına rağmen Yakup’un karşısına dikildi. Bu aşk şu an ikisi için de yıkım gibi görünse de yine aynı aşkla ayağa kalkacaklar inanıyorum.

Leyla hayata bir sıfır geriden başlayan, küçücük haliyle yapayalnız kalmış, sırf hayatta kalmak için gencecik yaşta normalde hiç onaylamayacağı bir iş yapmaya başlamış biri. Ona gösterilen en ufak sevginin peşinden koşup, o sevgiyi kaybetmemek için ona yapılan kötülüklere göz yummuş, tehditleri duymazlıktan gelmiş ve tepki göstermemiş biri o.Umutlarını hastanede yatan hiç tanımadığı bir adama bağlayan bir genç kadın Leyla. Başına bunca şey gelmişken bile annesini, ailesini aramaktan geri kalmamış bu hayattaki en büyük amacı ailesini bulmak olan birinden bahsediyoruz. Buna rağmen sırf sonunda Ateş’i bulduğu için durumuna şükredecek kadar çok seviyor o Ateş’i. Her şeye iyi tarafından bakan Leyla uzun zamandır bir cenderenin çırpınıp duruyor. Girdiği çıkmazdan, herkese, her şeye karşı durabilen, sözünü esirgemeyen kadın aşık olduğu adam için ilk kez sustu, korktu, söyleyemedi ve kendi cehennemini dr elleriyle yaratmış oldu. İşin kötüsü Leyla o cehennemde bile kalabilecek kadar büyük bir aşkla bağlandı Ateş’e, sevdiği adamın öfkesi dinmezse korkarım bu ateş Leyla’yı ikarus gibi kül edecek…

Ateş, Leyla için aşık olduğu adamdan çok daha fazlasını ifade ediyor bana göre. Sadece hayatını birleştirmek istediği bir eş değil, aynı zamanda aile olmak istediği, ellerini sımsıkı tutup asla onu yalnız bırakmayacağına inandığı biri konumunda Ateş onun için. Öyle ki yaşadığı her şeyi nimetle anacak, başına gelen her şeyi sırf onu Ateş’e getirdiği için seve seve kabullenmiş durumda. Ateş’i bu derece sevip, bu denli ona bağlı halde. Biri çıkıp ona “Tüm yaşadıklarının hiçbiri olmayacak ama Ateş de olmayacak” diye seçenek sunsa seçimi yine Ateş olur diye düşünüyorum. Çünkü onu çok seviyor ve maalesef ki bu sevgisi aynı zamanda onun elini kolunu da bağlıyor. Yine de onu kaybetme korkusu, Yakup’un her an yakasında olması, sürekli sevdiği adama zoraki yalan söylüyor oluşu Leyla’yı boğuyor adeta. Bir yandan ona tüm doğruları söyleyip her ne olursa olsun o şekilde yanında kalmak, affedilmek isterken, diğer yandan ona doğruları söylerse asla affedilmeyeceğini ve bir daha asla eskisi gibi olamayacaklarını düşündüğü için söyleyememenin ağırlığı altında eziliyor Leyla. Zaten Leyla’nın evlilik sözleşmesine bu kadar büyük tepki vermesinin sebebi de buydu; Ateş’in ona güvenmemekte haklı olması, ona gerçekleri itiraf edemiyor olması. Yoksa normalde Ateş böyle bir teklifle gelse zaten Ateş’in parasıyla ilgilenmediği için umurunda olmadığından sevdiği adam için sıradan bir prosedür gibi imzalar geçerdi. Aksine Leyla o kadar kızdı ki evi terk edecek konuma geldi. Fakat Leyla bu olayda bile anladı ki onun Ateş’i bırakıp gitmesi pekte mümkün değil.

Leyla gibi bu aşktan emin olan bir kişi daha var: Ateş. O doğru söylüyordu; Ateş Leyla’yı çok iyi tanıyor ve onu terk etmeyeceğinden emin. Çünkü Ateş onu yalancılıkla da suçlasa, dolandırıcı olduğunu da söylese gerçek şu ki Ateş’in Leyla’nın ona olan aşkıyla bir problemi yok, Leyla’nın ona aşık olduğunu gayet iyi biliyor. Böyle yapmasının da, ona böyle büyük bir ders vermek istemesinin de tek sebebi; o Leyla’ya karşı en dürüst haliyle gitmişken Leyla’nın ona aynı şekilde gelmemiş olması. Zaten ona bu kadar çok güven testi yapmasının sebebi de bu. Belki olurda bir yerinde artık dayanamaz ve gerçekleri söyler diye zorladı bu kadar onu. Evlenme teklifinden önce “Bana daha önce yalan söyledin mi?” diye sormasının da, sürekli “Ailen de gelecek mi?” diye diretmesinin de, evlilik sözleşmesini imzalatmak istemesinin de tek sebebi yaptığı bu güven testiydi. Fakat Leyla son raddeye gelmesine rağmen itiraf etmedi ve Ateş bunu bir intikamla sonlandırdı. Zira hepimiz çok iyi biliyoruz ki eğer Leyla dayanamayıp itiraf etseydi Ateş intikam oyununa devam etmeyecekti ve belki de bu eziyet ikisi için de son bulacaktı.

Evet, Ateş bir plan yaptı ve bu planın sonucunda Leyla’yı oradaki tüm konukların, kardeşlerinin gözünün önünde ifşalayıp küçük düşürdü. Burada benim aklıma şu soru takıldı; Ateş Leyla’yla neden evlendi? Bence o Leyla’ya sırf dürüst olmadığı için bedel ödetmek istiyor ve bunun en kolay yolu onu o evde tutmak. Hem ondan gitmeyecek hem de içini soğutmuş olacak. Zaten kendisi de Leyla’dan vazgeçmiş yahut onu bırakmış değil, eğer öyle olsaydı Leyla’yı bıraktığı an alacaklıların onun başına üşüşeceğini çok iyi biliyordu, hatta bunun sonucunda hapse bile girebilirdi. Ama yapmadı tüm borçlarını kapatıp onu özgür kıldı, daha doğrusu onu sadece kendine mahkum etti. Ondan vazgeçmiş yahut sevgisine inanmıyor olsaydı bunların hiçbirini yapmazdı. “ İyi de madem bu kadar seviyor neden herkesin önünde onu rezil etti” dediğinizi duyar gibiyim onu da söyleyeyim; bunu da Ateş’in bir cümlesiyle açıklamak istiyorum “Düğünden kaçmazsın değil mi?” Leyla aynı zamanda Ateş’in egosuna oynadı bilmeden, Ateş kendisinin de düğünde bırakıp gittiği diğer adamlar gibi olma ihtimalinden korktu, dahası Leyla’yı tanıyan herkes Ateş’i de dolandırmak istediğini düşündüğünü zannediyordu ve muhtemelen Ateş Leyla’nın çetesi dahil herkesin arkasından onunla dalga geçtiğini düşünüyordu. Bu yüzden ona yapılanı o da aynı şekilde yaptı, onu herkese rezil etti tıpkı kendisi olduğu gibi. Yani kısasa kısas.

Peki bu olaydaki tek suçlu Leyla mı? İlk bakışta her şeyi başlatan Leyla gibi görünse de ben öyle düşünmüyorum. Ateş’in çevresine karşı tavırları da çok etkili oldu bence. Düşünsenize Ateş çevresindekileri tek hatada silip atıyor, yok sayıyor ve hayatından çıkarıyordu. Kardeşlerine birey muamelesi bile yapmazken, Umut’u kardeşten bile saymayıp, değil yaşamına evine bile almıyordu. İşte Ateş’e yanlış yapmanın bedeli buydu ve Leyla bunun en yakın tanığıydı. Dahası hiçbir suçu olmamasına rağmen sırf babaları yüzünden küçük kardeşlerini hayatına almak istemeyen birinden bahsediyoruz. Ateş bu kadar zor affediyorken hatta hiç affedemeyebiliyorken Leyla göz göre göre sevdiği adamı kaybetmekten korktuğu ve bu yüzden doğruları söyleyemediği için onu tek başına suçlu bulmuyorum ben. Yanlış anlaşılmasın ben böyle olduğu için Ateş’i de suçlamıyorum. Zira Ateş’in yaşadıklarından, çektiklerinden kaynaklı güven sorunları, buna bağlı travmaları var ve bu onun elinde olan bir şey değil. Panik atak geçirecek kadar hassas noktaları var Ateş’in ve Leyla o noktaları epey bir zorladı. Bu yüzden şimdi ikisi de acı çekiyor.

Artık yalanlar bitti, Ateş’le Leyla arasında hiçbir sır kalmadı. Bakalım Leyla’nın Ateş’e olan aşkı Ateş’in bu son yaptığını affetmeye, Ateş’in Leyla’ya olan sevdası Leyla’nın tüm yalanlarına rağmen onunla yeniden birlikte olmasına yetecek mi? İzleyip göreceğiz.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

ARAF (Ya Çok Seversen, 8.bölüm)

 

YAZAR :Simay DEMİR

Aşkın en acımasız yönü nedir sizce? Ayrılık mı, sevilmemek mi, aldatılmak yahut kullanılmak mı? Belki hepsi belki de hiç biri. Bence çoğumuzun aşkta uğradığı bir hüsran, yaşadığı bir hayal kırıklığı vardır. Ben aşkın en acımasız yönünü deli gibi sevdiği halde sevildiğini zannederken aslında hiç sevilmediğini görmek olduğunu düşünüyorum. Bu cehennemde cayır cayır yanmak gibi bir şey.

Ateş Leyla’nın annesinin elbisesini gönderdiğini öğrenmesiyle yakaladığı ip ucuyla belki de Füsun gibi o da Leyla’nın tüm gerçekliğini öğrendi. Bu da Ateş’e aslında hiç sevilmediğini yüzüne tokat gibi vurdu. Ateş kendi kabuğunda bir şekilde yaşarken, kullanıldığını varsayarak canı yanarsa çok daha beter can yakacağını düşünüyorum. Diğer yanda Leyla cephesindeyse olaylar bambaşka; Leyla Ateş’e olan aşkından tüm herkesi karşısına almaya hazır halde.

Leyla bugüne kadar reddettiği, oyun yahut Yakup’tan dolayı yaptığını söylediği her şeyi süzgecinden geçirip Ateş’e olan aşkını kabul etti. Etmekle kalmadı Yakup dahi çevresindeki herkese resti çekip aşkını itiraf etti. Bu Leyla için çok büyük bir adım bana kalırsa çünkü hem bugüne kadar aile bildiklerine karşı çıkıp arkasında durdu aşkının hem de ne istediğini ve neye ihtiyacı olduğunu net bir şekilde anlamış oldu. Ateş’e yalan söylemek zorunda kalmak, ona karşı şeffaf olamamak aslında kahrediyor Leyla’yı ve  bu yüzden Ateş’le yaşadığı güzel şeyler hep boğazına düğümleniyor. Bence deli gibi anlatmak istiyor Ateş’e kendi hakkındaki her şeyi ama buna cesareti yok, bunu yapması onu da çocukları da sonsuza dek hayatından çıkarması anlamına geliyor çünkü.

Benim aklımı karıştıran şeyse Leyla’nın tüm bu yalanlar üzerine neden Ateş’in evlenme teklifini kabul ettiği. Leyla bunu yaparak zaten pusuda bekleyen Yakup için harika bir fırsat yaratmış olup, Füsun’un eline kocaman bir koz vermiş oldu. Üstelik yalanla başladığı bir ilişkide böyle büyük bir adım atmış olması onu daha çok zora sokabilir. Ateş’e olan aşkı, onu kaybetmek istememesi belki de doğru karar vermesine mani oluyor kabul ediyorum ama Ateş’in her şeyi öğrenme ihtimali çok yüksek ve o bu noktaya gelmişken öğrenecek olursa bu işin bir daha geri dönüşü olmayabilir ikisi içinde. Üstelik onların olası bir ayrılığı bir tek ikisini değil Ilgaz’ın da dediği gibi çocukları da etkileyecek. Zaten Ilgaz’ın bu kadar tepkili olmasının sebebi de bu. O onları kaybetmekten korktuğu için ikisine de çok tepkili, özellikle de abisine.

Ateş hayatına Leyla’yla birlikte bir çok yenilik de kattı aslında. Çocuklarla anlaşabileceğini öğrendi mesela. Hepsiyle ayrı ayrı ilişki kurdu. En çok anlaşamadığı Ilgaz’la bile sevgiye dayanan bir ilişkileri var ve tüm bunlar Leyla’nın mücadelesi sonucu gerçekleşti. Ilgaz çevresindekilerini kaybetmekten en az Ateş kadar korkuyor. Bu yüzden onları kaybetme ihtimali oluştuğu anda çılgına dönüyor. Ateş’in Leyla’yla sevgili olduğunu öğrendiğinde bu kadar tepkiyi bu yüzden verdi aslında.

Leyla, Ilgaz için bambaşka bir noktada. O göstermese de Leyla’ya bağlanmış durumda ve onu da yitirmek istemiyor. Zira kardeşlerini öne sürse de Leyla’yı üzdüğünü düşündüğü anda gidip konuşması ve gönlünü alması onun da aslında Leyla’yı sevdiğini gösteriyor bana göre. Üstelik Leyla giderse Ateş’in onları bırakma ihtimali de var ve Ilgaz bunun olmasını asla istemiyor. Burada asla Ateş kardeşlerini sevmiyor demiyorum ama Ateş tam sevgiye yeniden kendini açtığı anda bir buhran yaşarsa kardeşlerini bırakmasa bile onlar da abilerinin canının yanmasından nasiplerini alabilirler diye düşünüyorum. Bu yüzden Leyla onları özel alanında kalmalı diye düşünüyor Ilgaz, tepkinin sebebi bu. Herkes yerinde iyi, aşk insanları karmaşık hale getirir. Ilgaz da bunu görüyor bence.

Ilgaz Bir tek Leyla’ya değil Ateş’e karşı da aynı duygular içinde bana kalırsa. Ateş’in onları koruyup kollamasını istiyor, onları asla bırakmayacaklarını bilmeye ihtiyacı var Ilgaz’ın. Ben Ilgaz’ın getirdiği belgeyi yırtarak ve “Sizi asla bırakmayacağım” diyerek Ateş’in bir nebze olsun onun içini rahatlattığını düşünüyorum. Zira Ateş de onlara çok alıştı, yine de Leyla’yla bir ayrılık yaşama durumumda nasıl bir tepki verecek aşırı merak ediyorum.

Ateş aşkın en güzel halini yaşarken belki de en korktuğu şeyle karşı karşıya kaldı; ihanet. Bu hayatta saygı duyduğu tek kadın babası tarafından ihanete uğramış, aldatılmış ve elinde nesi var nesi yoksa adi bir yolla elinde alınmaya çalışılmıştı. Annesi bu yüzden canından olurken o da hem ailesiz hem de yapayalnız kalmıştı bu hayatta. Bu yüzden şu an aynı şeyleri yaşıyor olma ihtimali bile onu kahretmeye yeter de artar bana göre. Ateş’in o bir haftalık durgun halleri, akşam yemeğinde Leyla’ya “Bana daha önce yalan söyledin mi?” lafı ve bunun üzerine Leyla’nın “Hayır söylemedim” deyişinden sonra evlenme teklifi etmesi bana aslında Ateş’in her şeyi öğrendiğini ve şimdi de onun Leyla’ya bir oyun başlattığını hissettirdi. Ateş’in Leyla’ya bakışları değişti resmen, üstelik ona sarılırken buz gibi duruşu her şeyi açıklıyordu diye düşünüyorum; o her şeyi öğrendi.

Ateş Leyla’nın dolandırıcı olduğunu öğrenmiş olma ihtimali bana çok yüksek geliyor açıkçası. Zira bu kadar içine çekilmiş olması, Leyla’ya imalı konuşması, Leyla’nın yalan söylediğinden emin olduktan sonra ona evlenme teklifi etmiş olması bana evlenme teklifinde samimi olmadığını aksine oyun oynadığını düşündürtüyor. Kafamı kurcalayan en büyük şeyse Ateş’in neden evlilik teklifi ettiği? Şu an amacı ne ve ne yapmayı planlıyor? Eğer Ateş bir intikam planı hazırlamayıp teklifinde samimiyse neden Leyla’ya o imayı yapıp o soruyu sordu? Tüm bunlar beynimi allak bullak ediyor. En korktuğum şeyse Ateş’in Leyla’ya oyununu nikah masasında son bulması sanırım, bu hepsi için bir yıkım olur zira.

Ateş o adada bir dilek diledi “Umarım bizi seçersin” şimdi Leyla’ya sorduğu o soruyla ve Leyla’nın verdiği cevapla Ateş’e göre Leyla onları seçmemiş aksine oyununa devam etmiş oldu. Ve bence eğer Leyla o anda ona karşı dürüst olup ona gerçekleri söylemiş olsaydı belki de onu affedecek ve yepyeni bir yola çıkacaklardı. Zira Ateş’e göre aşk kendi hikayeni seçmekti ve Leyla onları seçmedi. Ben Ateş’in “Bana daha önce yalan söyledin mi?” sorusuyla ona son bir şans verdiğini düşünüyorum fakat maalesef ki Leyla bu şansı sırf onu kaybetmekten korktuğu için değerlendiremedi. Ateş için dürüstlük ve güven kırmızı çizgi gibi bir şey fakat ona göre Leyla ikisini de yerle bir etti. Ateş’in evlenme teklifini kabul etmesi de Leyla’nın onu hala dolandırmak için yanında olduğunun bir göstergesiydi Ateş için bana kalırsa.

Ateş yalana tahammülü olmayan biri, Leyla’ysa gerek onu kaybetmekten deli gibi korktuğu, gerekse çevresindekilerin baskısı yüzünden ona sürekli yalan söyledi ve bu durum ikisi içinde çok zor. Zira Ateş’e göre Leyla’nın onları seçmesi için dürüstçe her şeyi anlatıp yalansız yollarına devam etmeleri gerekirken, Leyla’ya göre doğruları söylerse bir daha asla bir arada olamazlardı “Sessizliğin ne kadar zor olduğunu bir bilsen sevgilim.” Sanırım ikisi de cesaretini toplayıp karşılıklı konuşmadığı, Ateş Leyla’ya sonsuz güvenip tanıdığından emin olmadığı ve Leyla her şeyi en berrak haliyle anlatmadığı sürece aralarındaki sorunlar asla son bulmayacak.

Ateş’te Leyla’da aşkın doruklarında şu an ve eğer Ateş Leyla’yla ilgili gerçekleri öğrenmişse yere çakıldığında çektiği acının çok daha beterin Leyla’ya da yaşatacak gibi hissediyorum. Leyla’yı en yüksekten düşürecek gibime geliyor zira kendisi de aynı şeyi yaşamış oldu Leyla onun teklifini kabul ederken.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gizli Saklı (Ya Çok Seversen, 7.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Bir kişiye güvenmek, hayatını, kalbini, ruhunu onunla paylaşmaya karar vermek hele de bu konuda yara almış biriyseniz çok zor. Zira en ufak bir şeyde ruhunuz şüphe ile dolar ve siz ne yaparsanız yapın o konuya açıklık gelmeden içiniz içinizi kemirmeye, o şüphenin cehenneminde sizi yakmaya devam edecek.

Ateş Leyla’ya güvenmeye onu kalbinde ve yaşamında bir yer vermeye karar verdi. Leyla ise bir yanda Ateş’in soruları diğer yanda Yakup, Onur, Füsun derken sıkışıp kalmış durumda. Öyle ki bir tarafta her şeyi olduğu gibi anlatmak istediği, bağlandığı, sevdiği adam, diğer yanda hala nasıl olduğunu anlamadığım şekilde aile (!) dediği insanlar derken iyiden iyiye köşeye sıkıştı. Leyla boğuluyor ve ne yazık ki sevdiği adam dahil kimse onun nefes alamadığını fark edemiyor…

Leyla bu yolculuğa ailesini bulmak, bu hayattaki yalnızlığına son vermek için başladı. Çaresizliği, ailesini bulma umudu ona her şeyi yaptırabilecek konuma getirdi onu. Öyle ki hiç tanımadığı bir adamı sırf ailesini tanıyor olabileceğini düşündüğü için bakıp maddi manevi destek olup, hastanede ziyaret etti. Yanında sığınabileceği kimsesi olmayınca Meryem ve diğerlerini ailesi olarak kabul etti. Onların özellikle Meryem’in vardığı ona dayanma sebebi olurken abi gibi gördüğü Yakup’un düşündüğü tek şey onu kendi çıkarı için kullanmak. Leyla bu yolculukta öz ailesini bulur mu emin değilim ama ne istediğini ve aslında neye ihtiyacı olduğunu öğrenecek diye düşünüyorum.

Leyla’nın yalnız olmadığını bilmeye, tutunduğu herkesin onun gibi sadece sevip sevilmeyi düşünmediğini, aslında insanın kendi ailesini seçebileceğini ve bunun bir tek kan bağıyla olmadığını, can bağıyla da olabileceğini bilmeye ihtiyacı var. Çünkü ona göre “Aileni seçemezsin”. Halbuki çoğumuz birini sevip hayat arkadaşımız kabul edip onunla yepyeni bir aile kurabiliyoruz. Bunun illaki eşimiz yahut evleneceğiniz kişi olmasına da gerek yoktur diye düşünüyorum. Dost dediğimiz insan da yol arkadaşımız olabilir, evlatlık olarak koruyucu ailesi olduğumuz biri de bizim ailemiz olabilir yahut böyle gördüğümüz biri de ailemiz olabilir bana göre. Bence birini “Aile” olarak kabul etmek için onun için her şeyi yapabilecek olmak ve saf sevgimizi sunmak yeterlidir. Tabi kendimizi kullandırmamak şartıyla. İşte Leyla’nın şu an göremediği şey tam olarak bu. O sevgisini sunarken kullanıldığını görmüyor, Ailesi kabul ettikleri için çok fazla fedakarlık yaparken karşısındakiler onu harcamaktan çekinmiyor.

Leyla’nın ailesi sandığı insanların aksine Arcalı kardeşlerde durum tam olarak böyle değil, zira Leyla kabul etmese de aslında Ateş ve çocukları çoktan ailesi kabul etti bile. Leyla bunun henüz farkında değil ama Ateş’in içine biraz daha şüphe tohumlarını ekecek olursa seçtiği ailesini kaybetmesi de an meselesi. Öz ailesiyle ilgiliyse kafamda onlarca soru var. Neredeler mesela, onu hiç aradılar mı yahut hala arıyorlar mı?

O hâlâ annesinin onu bırakıp gittiği parkta takılı kalmış durumda. Annesinin taktiği kolye ise günden güne merakımı daha çok kabartıyor. Füsun’un sanki kolyeyi tanımışçasına o olayların içinde ona odaklanıp dokunması, anlık duraksaması bir hayli dikkatimi çekti mesela. Aslında ben onun öyle sıradan bir kolye olduğunu düşünmüyorum. Zira değerli bir şeye benziyor. Bir şey var o kolyede ama ne? Annesi Leyla’yı gerçekten bırakıp gitti mi, bunu yapmak zorunda mı kaldı, yoksa bambaşka şeyler mi yaşandı? Babası, o kim, o zaman neredeydi, şu an nerde? Tüm bu sorularım maalesef ki hala cevapsız ve tüm bu olanlar hala gizemini koruyor bende. Tüm bunlar bir yana Leyla neye ihtiyacı olduğunu anlamaya başladı diye düşünüyorum. O artık samimiyetiyle kalmak istiyor Ateş’in yanında, oyun yahut Yakup istiyor diye değil; “Allah’ım lütfen Ateş’i kaybetmemeyim” yine de Ateş’ten bir şeyler gizlemeye devam ederse Ateş’i kaybetmesi an meselesi.

İnsan anlaşıldığı yerde rahattır derler Ateş’e bakınca öyle hissediyorum. Ateş Leyla ile birlikteyken kendini rahatlamış, sınırlarından ve kırmızı çizgilerinden kurtulmuş gibi hissediyor. Leyla’ya içini döküyor, acılarını paylaşıyor, en önemlisi de ona korkularını gösterebiliyor. İhtiyacı olan dinginliği ve huzuru buluyor onda. Ateş’in güvenmeye, anlaşılmaya ve korkularının üstüne gidip bu şekilde yolunu bulmaya ihtiyacı var. Hayatı boyunca tüm sorunlarını kendi başında çözmeye, önüne çıkan engelleri kendi çabasıyla ekarte etmeye, birine ihtiyaç duyduğunda kimsenin olmadığını kendine hatırlatmaya çalışmış biri o. Bence bu kadar çözüm odaklı olmasının sebebi bu yaşadıkları Ateş’in.

İnsan kendine benzer olanı anlar, aynı acıları yaşayanlar birbirlerini herkesten iyi anlarlar. Tıpkı Leyla’nın Ilgaz’ın yaşadıklarını anlaması gibi. Leyla yalnızlığı da, ailesizliği de çok iyi bilen biri, bu yüzden Ilgaz ne yaparsa yapsın ona kızamıyor mesela. Çünkü onun neler yaşadığını da, neler hissettiğini de çok iyi anlıyor. Ateş de Ilgaz ve Aydos’u bu kadar iyi anlayıp empati kurmasının nedeni de bu bence, yaşadıklarını anlıyor ve hissediyor olması. Kendi yaşadıklarıyla özdeşleştiriyor ve böylece onlara doğru yolu gösterebiliyor. Yaşadıkları kendini koruması gerektiğini öğretmiş ona, bu yüzden Leyla’nın varlığı onun için bambaşka bir deneyim. Bunları Leyla ile yapmak, onunla sorunları çözmek onun için çok daha kolay. Üstelik Leyla ve kendi duygularından çok emin durumda, öyle ki tüm basının karşısında sevgili olduklarını açıkladı. Ateş Leyla’ya “Sevgilim ol” diyerek yeni bir hayata adım attı. Güvensizliğin olmadığı, gizli saklı bir şeylerin yapılmadığı, hüzünlerin, dertlerin ve mutlulukların paylaşıldığı bir yer hayal ediyor o. Leyla’nın kendisine hiçbir şey anlatmamasına, kendisiyle değil de Onur ile sorunlarını çözmeye gitmesine bu yüzden bu kadar kızdı. Zira iki gündür tanıdığı Onur’la değil de “Sevgilim” dediği kendisiyle “Ailevi” meselesini paylaşmasını tercih ederdi. Ateş Leyla’ya kapıldıkça onu daha çok merak ediyor, merakı soru sormasına sebep olurken Leyla’nın kaçamak cevapları o istemese bile içine kurt düşmesine neden oluyor. Leyla’nın kaçamak cevapları Ateş’i daha ne kadar durdurur bilmiyorum ama aralarında çok büyük sorun olacağı aşikar. Ateş gördüğünüz kadarıyla henüz babasının annesine ihanetini hazmedememişken, onu annesi anısına yapılacak defilede fotoğrafların arasında dahi görmeye katlanamıyorken ve bunlara ortak olduğu için abisini bile silip evine almıyorken Leyla’nın ihanetini öğrendiğinde onu nasıl affeder hiç bilmiyorum doğrusu. Leyla onun kalbine işleyen şüpheleri onun kalbinden nasıl söküp atacak deli gibi merak ediyorum.

Ateş kalbinin kapılarını sonuna kadar açtı, Leyla ise bir cendereye düşmüş ve ne yapacağını bilmez bir halde çırpınıp duruyor. Füsun’un tehditleri, Yakup’un ısrarı doğru düşünmesine bile mani oluyor. Şimdi bir de üstüne Onur’un tutuklanması işleri sarpa sardıracak gibi duruyor. Bakalım neler olacak izleyip göreceğiz.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

Ne Seninle Ne De Sensin (Ya Çok Seversen, 6.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Bir insanın hayatında maruz kaldığı felaketler, başına gelen acı olaylar , yaşadığı travmalar onun değişmesine neden olur, bu olaylar karşısında verdiği tepkiler ise onun nasıl bir insan olacağını belirler. Tüm bunlar belki değişmesi için yeterlidir amenna. Peki ya mutluluk, sevgi, aşk onlar da insanı değiştirmez mi? Bence değiştirir. Bir insanın değişmesine en çok başka bir insan vesile olur derler. Ya onun canını çok acıtarak ya da onu çok severek. Bazen sevdiklerimiz için gönüllü olarak değişmeyi seçeriz çünkü onların sevgisi biz fark etmeden tüm acılarımıza merhem olmuşlardır.

Ateş sevdikleri için değişmeyi, bu güne kadar ördüğü duvarları yıkmayı ve etrafındaki insanların sevgisine teslim olmayı seçmiş gibi görünüyor. Bunun ilk adımı olarak da Leyla’yı resmi olarak hayatına alarak ve kardeşlerini yatılı okula göndermekten vazgeçerek yaptı. Ateş artık onların vasisi değil velisi.

Ateş’te bu bölüm gözle görülür bir değişim vardı. Daha doğrusu bocaladığı , içinde kaybolup gittiği kafa karışıklığını netleştirdi. Kardeşleriyle gönüllü olarak vakit geçirdi, bir dakika durmaya katlanamadığı o evde bir gece yattı. Bige’ye bugüne kadar sunduğu bahaneyi değil de içinden geçeni söyledi “Çünkü hayatımın geri kalanını geçirmek istediğim kişi sen değilsin.” En önemlisi bu kadar güven problemi olan Ateş Leyla’ya hayatından daha doğrusu kalbinden bir yer verdi ki bu onun kırmızı çizgisiydi ve o, bu çizgiyi kendi isteğiyle kaldırdı. Peki Ateş gerçekten değişti mi yoksa bunun altında bambaşka bir şey mi var? Yani düşünüyorum da Ateş gibi kalın duvarları olan, yıllarca kendini derin bir yalnızlığa gömmüş ve böyle yaşamaktan zevk alan biri bir anda kendini böyle “Evli ve çocuklu” moduna teslim eder mi? Kafamı deli gibi kurcalıyor doğrusu bu soru. Evet, Ateş Leyla’ya diğer tanıdığı kadınlardan daha çok güveniyor kabul ediyorum, evet, çocukların koşulsuz saf sevgisi kalbine dokundu o da kabul ama bunlar Ateş’i kabuğundan çıkarmaya bunca yıllık buzlarını çözmeye, yahut bir anda sorumluluk sahibi olmak istemesine yeter şeyler mi ? O tüm bunlardan bile isteye kaçarken bir anda yüz seksen derece dönmesi normal mi? Açıkçası benim cevabım hayır yönünde.

Bir insan birden, sadece içinde sevgi hissediyor diye hemen değişmez. Ateş’in duvarlarını indirmeye başladığını görüyorum ama tam bir değişimi olmadığı kanaatindeyim. Çünkü daha çocuklarla öyle kuvvetli bir sevgi oluşmadı aralarında, sadece birbirlerine karşı biraz daha ılımlı davranmaya başladılar. Leyla desek bir şeyler sakladığını düşünürken hayatı güvensizlik üzerine kurulmuş biri bu durumu yok sayar mı? Bence hayır. Ben Ateş’in kendini açması için yeterli görmüyorum bu sebepleri maalesef. Düşünsenize daha sadece birkaç gün önce panik atak geçirerek çıktı o evden, böyle ağır travmaları olan biri o, bir anda bu kadar büyük değişim bana garip geldi. Ateş bence artık güvenmek istedi. Hayatında ilk kez geleceği düşünmeden bir adım atmak, kimseyi tartmadan hayatına almak istedi ve bir anda kalbinin kapılarını bu sebeple araladı diye düşünüyorum.

Ateş bence hayatında aldığı en cesur kararı alarak, Leyla’ya doğru bir adım attı. Bunu da tüm kafa karışıklığına, yaşadığı büyük güvensizliğe rağmen Leyla ile yepyeni bir başlangıç yaptı ve umarım sonu hüsranla bitmez. Zira Ateş tüm olanları öğrendiğinde Leyla’ya neler yapar kestiremiyorum bile. Çünkü o ailesinden dolayı zaten öfke ve nefretle dolmuş durumda, şimdi bunca zaman sonra birde aşık olup teslim olduğu kadının onun için değil de sadece parası için yanında olduğunu öğrenirse artık onu hiç kimse tutamaz benden söylemesi. İsmi gibi ateş olup yakar kavurur ortalığı, yanansa Leyla olur gibime geliyor zira Ateş’e çoktan kapılmış gitmiş bile o. Leyla da artık ne yaptığını bilmez bir halde oradan oraya savrulup duruyor. Dahası Yakup yeteri kadar büyük bir tehditken şimdi elinde patlamaya hazır bir bombayla yanı başında Füsun duruyor.

Leyla kendi içinde kendisiyle hesaplaşmaktan kaçıyor ve bu ona sürekli Ateş’e ve kendisine yalan söylemesine neden oluyor. Bir yandan ona olan duyguları onu ele geçiriyorken diğer yandan Yakup’un planıyla Ateş’e oyun oynadığını düşünerek kendini kandırıyor. Aslında Leyla hala bir arayış içinde; kendini bu derece kandırmasının sebebi de bu bana kalırsa. O kendine gerçek bir aile istiyor ve şu an bunu Arcalı kardeşlerle bulmuş gibi hissediyor. Çünkü ona göre Arcalılar da tıpkı onun gibi; ailesiz, kimsesiz. Leyla ailesizliği , bu durumun yaşattığı acıyı en derininden bilen biri. Bu yüzden onları ailesi gibi görmeye başladı. Onlar bir şekilde kimsesiz kalmasınlar diye uğraşıyor bana kalırsa, onları ailesi gibi görmeye başladı. Bu denli ikilem yaşamasının da, bu kadar sıkışmış hissetmesini de sebebi bu aslında. Eğer böyle devam ederse bir gün kendi hatası ve yalanları yüzünden bu evden, çocuklardan ve Ateş’ten sonsuza dek ayrılmak zorunda kalacak. Kendi seçtiği ailesini kendi elleriyle bırakacak ve Leyla buna daha fazla katlanamadığı için Ateş’e oynadığı oyunu son sürat devam ettiriyor. Yoksa bu kadar acele etmesinin başka bir nedenini bulamıyorum ben. Fakat bence onu en çok üzen şey Arcalı evinden ayrıldıktan sonra yine yalnızlığa ve kimsesizliğe mahkum olacak olması.

Leyla o kadar yalnız büyümüş ki bence insanlara bu kadar çok bağlanmasının nedeni de bu. Bu yüzden ailesizliğini yok etmek için her şeyi yapmaya hazır, en ufak bir sevgi kırıntısı gördüğündeyse hiç sorgulamadan kapılıyor buna. Yoksa Yakup gibi onları dakika başı tehdit eden, açıklarını kollayan, yaptıkları işleri tehdit amaçlı dosyalayan birine bu denli bağlı olmasının başka bir açıklaması olamaz. Yalnız Leyla’nın unuttuğu bir şey var; sırf seviyorsun diye herkesi ailen kabul edemezsin ki bunun en büyük örneği de Yakup bana göre. Elinde olanı kaybetmek en büyük korkusu olduğu için şu anda hala Yakup’un kancasında takılı gibi dursa da Ateş’e, çocuklara hissettiği mecburiyetin ötesinde, gerçek bir sevgi ve bağlılık diye düşünüyorum. Bu yüzden henüz kendisine itiraf edemese de Leyla da bir noktada tercih yapmak zorunda kalacağının oldukça farkında, bunu kabul etmesi de an meselesi.

Leyla şu anda olayı oyun olarak gördüğünü en başta kendisine ispat etmeye çalışıyor. Tabi ki Ateş’e hissettiği duyguların bundan ibaret olduğunu düşünmüyorum. Zira Leyla da Ateş gibi bu duygularla yeni yeni tanışıyor ve böylece kendini de daha yeni yeni tanımaya başlıyor. Ateş’le aralarındaki en büyük fark ise Leyla için aile çok yüce, kıymetli ve kutsal bir şeyken, Ateş için sadece kötü anılarla, birbirini sevmeyen insanlarla dolu bir yer. İkisinin öğrenmesi gereken şeyse; aile dediğin sadece kan bağıyla olmadığıdır. Leyla Ateş’e aile olmayı, Ateş de Leyla’ya kanından bile olsa herkese aile denmeyeceğini öğretecek diye düşünüyorum.

Ben zamanı geldiğinde ikisinin de bunu isteyerek öğreneceğine eminim. Yine de Leyla hala deli gibi bir ailesi olsun istiyor. O etrafında kocaman büyük bir aile, sevgi dolu bir ev ve saklandığında onu bulmak için arayacağını bileceği birileri olsun istiyor ve bu onun için her şeyden daha önemli. Çünkü o yapayalnız bir çocukluk geçirmiş ve bunu henüz atlatabilmiş değil. Ateş’e aslında olmasını istediği çocukluğunu anlatırken sesinin titremesi, Berit’in iyi ve mutlu olmasını bu kadar istemesi de bundandı bana göre. Kendi ailesiz büyümüşken çocuklar öyle büyümesin derdinde. Ateş’e oynadığı oyun belki de istediği aileyi bulmasını sonsuza dek yok edebilir ama o henüz farkında bile değil. Leyla allak bullak bir halde Ateş’in de ondan geri kalır yanı yok. Ben hala Ateş’in bu kadar hızlı değişebileceğine inanmıyor olsam da Leyla’nın ona iyi geldiğini de , ona kalbini açmaya başladığını da inkar edecek değilim. Zira Leyla onun kalbine dokunmaya başladı çoktan.

Ateş belki de hayatında ilk defa birine kalbini, içindeki duyguları açtı. Çocukluğundan bahsederken Leyla’nın karşısında evinden koparılan, annesini yeni kaybetmiş o küçücük çocuk vardı sanki. Belki de Leyla’nın mutlu çocuksu hallerini bu kadar sevmesinin sebebi de budur; onun o bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi Ateş’e iyi geliyor. O Leyla’yla birlikteyken mutsuz çocukluğunu unuturken , musmutlu anılar biriktirebiliyor. Ateş Leyla’ya güvenmeye başlayıp, ruhunu açmaya karar vermişken Füsun’un Leyla’nın dolandırıcı olduğunu öğrenmesi onun eline Ateş ve Leyla’ya karşı çok büyük koz verecek gibi duruyor. Füsun’un bu durumu kendi lehine kullanacağını hatta oyuna devam etmeleri için baskı kuracağını düşünüyorum ben. Zira bu onun için bir taşla onlarca kuş vurmak demek. Dolandırıcı bir dadı tuttuğu için Ateş’in elinden hem çocukları hem de şirketi almak için paha biçilmez bir fırsat yakaladı ve Füsun bu fırsatı kaçırmayacak kadar zeki bir kadın. Böylece hem Leyla’yı kontrolü altında alabilecek ve istediği gibi kullanabilecek hem de Ateş’i sonsuza dek yok edebilecek hayatlarından.

 

Hayat hep zorluklarla dolu. Aşk da maalesef bedeli ödenmeden ulaşılamayacak kadar özel bir duygu. Ben sınamayan aşka aşk demem, heves deyiveririm. Ateş ve Leyla da sınanacaklar, hem de en hassas noktalarından : Kalplerinden…

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

 

 

 

 

 

Aşk Oyunu (Ya Çok Seversen, 5.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Karşımızdaki kişiyi nasıl tanırız? Sürekli vakit geçirerek mi, en sevdiği yemeği, çiçeği yahut parfümü bilerek mi tanırız onu? Evet vakit geçirerek kırmızı çizgilerini, bir olaya karşı vereceği tepkiyi anlık his değişimini tahmin edebiliriz ama bunlar onu tanımamıza yeter mi? Peki bu gerçekten derinine inmemiz, kalbine dokunmamız için yeterli bir şey midir? Bence bir insanın acılarını, içinde sakladığı korkularını, hassasiyetlerini, yaralarını tanıdığımız zaman gerçekte o insanı tanımış oluruz. Zira insanlar maskesini tam da o anlarda çıkarırlar yüzlerinden ve karşınızda tam da o anda çırılçıplak dururlar. “İnsanlar birbirini tanımaz Ateş, birbirlerinden etkilenirler” demişti Leyla. Aslında çok doğru söylüyordu bana kalırsa. Zira çoğunlukla; utandığı, kabul görmek istediği, eleştirileceğini düşündüğü, korktuğu yahut karşısındaki insanı kaybetmek istemediği için bir maskeyle yaşar insan. Ateş de, Leyla da, çocuklar da aynı halde şu an; hepsi kendinde haklı sebeplerden ötürü yüzlerinde maske ile dolaşıyor. Ateş kendini korumak için takmışken bu maskeyi, Leyla tanınmasın diye, çocuklarsa kahrolduklarını gizlemek için kullanıyor bunu.

Ateş çocuklarla vakit geçirmeye başladıkça yüzündeki o umursamaz, sevmekten uzak, ilgisiz insan maskesini yavaş yavaş yüzünden çıkarmaya başladı. Ilgaz’la son kavgaları ikisini de hiç olmadığı kadar çok etkiledi ve bu durum Ateş’in aslında çocuklara ne kadar değer verdiğini de anlamış oldu. Aynı evin içinde yaşamıyor olsalar da çocukların varlığı ona kendini iyi hissettiriyormuş öyle ki verdiği koca partiden bile zevk alamaz hale geldi. Zaten partiden sonra odalarını gezmesi de bunun en büyük kanıtı bana göre. O çocuklara bağlandı, bunu kabul etsin ya da etmesin bu durumdan da şikayetçi değil. Çünkü partide Şeyma’nın çocuklar hakkında söyledikleri onun çok zoruna gitti, daha sadece birkaç gün önce kendi kullandığı “Onlardan kurtulmak” cümlesi bile bozulmasına yetti de arttı bile. Zira çocuklar onun için artık büyük, ortanca ve küçük değil, Ilgaz, Aydos ve Berit yani artık birer birey onun için. Sadece bir gece bile olsa çocukları özledi ve Ateş bu durumu hiç sorgulamadan kabul etti.

Ateş’in çocuklarla ilişkisi hiç ummadığım kadar güzel ilerliyor. Berit artık sevgisini gizlemeden gösterirken ,Aydos onunla sohbet edecek konuma geldi. Ilgaz’la bile kavga ede ede de olsa bir ilerleme kaydettiler. Ateş çocukları ilk tanıdığında onun için onlar sadece birer sorundu. Kendisinin de dediği gibi “Babasının ona attığı son kazıktı”. Fakat zaman geçtikçe çocuklara alışmaya, sevmeye ve istemsizce korumaya başladı. Aslında onları tanıdıkça onlarında çok fazla derin yaraları olduğunu gördü. Birbirlerine ne kadar benzerliklerini fark etti. Ilgaz mesela onun yaşadıkları Ateş’e çok tanıdık geldi zira muhtemelen kendisi de aynı şeylere maruz kaldı. Aydos küçücük bir sevgiye hasret ve küçük Berit kendini sessizliğe hapsetmiş durumda. Hepsi de tıpkı Ateş gibi kendi dünyalarında yapayalnız yaşayıp gidiyorlar. Ateş bunları gördükçe onları daha yakından tanıdı ve o ilk kez üçünün de kalbine dokunmuş oldu, öyle ki her fırsatta ona olan nefretini haykıran Ilgaz bile onun yanında yaşamak istedi. Ilgaz hissettirmiyor kimseye ama çok acı çekiyor. Bir yanda hiçbir şey hissettirmemesi gereken küçücük kardeşleri, diğer yandan sırtına bir anda binen koca bir sorumluluk ve tutamadığı ailesinin yasıyla oradan oraya savruluyor. Zaten bu kadar kızgın olmasının en büyük sebebi de bu.

Ilgaz hayata, insanlara ama en çok Ateş’e kızgın; onları sevmediği, korumadığı, yanlarında olmadığı için. Onunda en az kardeşleri kadar başını yaslayabileceği , güvenip sırtını dayayabileceği birine ihtiyacı var. Bunu inkâr ediyor olsa da bu bölüm gördük ki aslında Ateş’e bir adım atabilmesi için Ateş’in ufacık bir hareketi yeterli onun için. Ama Ateş ısrarla onları yok sayması onun o kadar zoruna gidiyor ki tüm öfkesini, kızgınlığını aslında göğsüne başını koyup saatlerce ağlamak istediği abisine kusuyor. Zaten Ateş’in sadece “Ben yanındayım” demesi bile ona kendini iyi hissetmesini sağladı. Çünkü Ilgaz belki de ilk kez gerçek Ateş’i görmüş oldu. Aslında bir tek Ilgaz’a değil Berit’e de Ateş çok iyi geldi; Berit onun sayesinde artık kendi dünyasında yapayalnız değil.

Şüphesiz ki Ateş’in en iyi geldiği kişi Berit. Berit anne babasının yokluğunu Ateş ve Leyla’da kapatmaya çalışıyor. Öyle ki onlarla birlikte geçirdiği ilk gecede konuştu ve konuşması asla sıradan değildi. Ona göre annesi geri gelmişti. Bence Berit’in bu süreci daha kolay atlatmasının Ateş kadar Leyla’nın da katkısı var. Daha önce de bahsetmiştim Leyla Ateş ve çocuklar arasında bir köprü ve Ateş artık bunu çok daha iyi biliyor.

Leyla, Ateş’in hayatına girdiğinden beri onun için hep özel oldu. Ateş’in en zayıf adında, mutluyken, üzgünken Leyla bir şekilde hep oradaydı. Ama bence Leyla’nın bu kadar özel olmasının sebebi Ateş’ten önce çocukları düşünüyor olması. Ateş Leyla’ya güveniyor çocuklar onunlayken ne olursa olsun korunacaklarını iyi biliyor ve bu Ateş’in Leyla’ya farklı bakmasına sebep oluyor. Ateş “Bazen korkuyu paylaşmak gerek” derken de, Ilgaz’ın sakinleşmesi için yardım ederken de Leyla’nın sayesinde bunu yaptığının farkındaydı. O Leyla’yla birlikteyken yalnız kalmak zorunda olmadığını anladı, her şeyi tek başına yapmak zorunda olmadığını gördü ve bunlar Ateş için çok değerli şeyler. Çünkü Ateş hayatı boyunca yalnız yaşamış ve her şeyi tek başına halletmeye çalışmış biri, şimdi birinin ona el uzatıyor ve yardım ediyor oluşu onun çok hoşuna gidiyor. Belki de Leyla’yla birlikte çevresine ördüğü tüm duvarları da yıkar ne dersiniz? Yine de o Leyla’ya karşı hala temkinli yoksa duygularını bu kadar derine saklamazdı.

Aslında Ateş Leyla’nın ondan bir şey gizlediğini de, bir şeyler çevirdiğinin farkında bana kalırsa. Hasan ve onunla zorla evlendirilme meselesine hiç inanmadı bence. Fakat Leyla’ya değer verdiği için de görmezden geliyor zira ona hesap sorması demek onunla ilgili bir şeyleri kabul etmesi demek ve Ateş şu an bunları kabul edecek durumda değil. Ancak Ateş hayatının en çetrefilli döneminde ve bazı şeyleri alttan alma, idare etme kotası dolmak üzere diye düşünüyorum. Ateş’in her şeye çok ılımlı olmasının sebebi şu anda herkesin dürüst ve safiyane davrandığını düşündüğü için ama Leyla’ nın çevirdiği oyun ortaya çıktığında ki bence çok bir vakti yok, o zaman gerçekten o evi yakıp yıkabilir diye düşünüyorum. Ateş zaten en sevdiğinden ihanet görmüş bir karakter, şimdilik farkında olmasa da Leyla’ya her şeye rağmen bağlanıyor, güveniyor. O sevgi çemberine onu dahil etti. Bu sebeple şimdilik Leyla’nın bir şeylerin peşinde olduğunu bilse de bence bu oyun meselesini anlık bir öfkeye bağlaması çok zor. En azından ben böyle düşünüyorum.

Leyla tam bir duygu karmaşası yaşıyor. Bir yanda çocuklarla vakit geçirirken Ateş’e bağlanırken, diğer yanda ona olan direkt o tavrına öfkeleniyor. Farkında olmasa da Ateş’in büyüsüne kapıldı. Şu anda ondan hoşlanıyor olsa bile şu an yaptığı her şeyi Ateş’i tavlamak için yaptığını düşündüğü için kalbinin bu tarafıyla yüzleşmiyor. İçten içe ne kadar kızgın olsa da yine de ona kıyamıyor. Hele de ailesiyle ilgili meselelerde tüm siniri geçiyor. Ateş’in annesinin elbisesi kaybolduğunda ilk tepkisi gayet makulken; o elbisenin aslında Ateş için ne kadar kıymetli olduğunu anladığı zaman verdiği tepki aslında Ateş’e ne kadar değer verdiğini gösteriyor bana göre. Düşünsenize sırf Ateş çok üzülüyor diye o elbiseyi bulmak için tüm her şeyi göze aldı. Evet hepimiz biliyoruz aile ve aile yadigarı onun için çok kıymetli ama bu sefer ki tavrı bambaşkaydı bana göre. Bu da bana ileride Ateş için gerekirse gözünü karartabileceğini, kendini dahi ihbar edebileceğini düşündürüyor. Asıl sorun burada şu : Leyla’nın bu çabası zamanı geldiğinde Ateş’i dizginleyebilir mi?

Ateş Leyla’yla değişmeye, Leyla son sürat planını devreye sokmaya başladı. Çocukların varlığı ikisine de çok iyi gelse de, çevrelerinde onları asla rahat bırakmayacak bir sürü kişi var. Bakalım Ateş gerçek Leyla’yı tanıdığında neler olacak izleyip göreceğiz.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

 

Oyun Başlasın (Ya Çok Seversen, 4.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Kendinizi bir çıkmazda hissetmek, ne yaparsanız yapın nereye dönerseniz dönün bir kapana kısılmış gibi kıvranmak, doğru olanı yapmak ya da kolay olanı seçmek arasında bocalamak, aklınızla kalbiniz arasında kalmak, tüm bunlarla boğuşurken yalnız olduğunuzu hissetmek… Ne kadar zor bir durum öyle değil mi? Ateş şimdi bunların hepsini tek tek yaşıyor ve bu sıkışmışlığı yok etmenin bir yolunu bulamıyor. Bu duygu onu zehirli bir sarmaşık gibi sarmış durumda. Kaçamıyor, kurtulamıyor. Bu yüzden kendince bir çözüm buldu ve çocukları yatılı okula gönderip Leyla’yla arasına mesafe koymaya karar verdi. Bu durum belki de Leyla ile aralarında sonu ikisini de paramparça edecek bir oyunun başlamasına neden oldu.

Ateş Arcalı kendince zalim adam kıyafetini giydi ve en iyi bildiği şeyi yapmaya başladı. Maskelerin ardında gizlediği kırılgan ruhunu tamamen yok olmadan koruma altına almak. Bu sebeple de aslında hiç istemediği şeyleri yapmaya başladı. Aslında Ateş’in derdi çocukların vasisi olması yahut şirketi Umut’a vermemek için savaşmak değil. Onun tüm derdi bu zamana kadar etrafına ilmek ilmek ördüğü kalesinin o bile farkına varmadan yıkılıyor olması. Ateş bugüne kadar tek başına hayatta kalmaya alışmış, kimseye ihtiyaç duymadan yaşamış, sorumluluk almayan birisiydi. Fakat şimdi korumak zorunda olduğu üç kişi ve onların sorumluluğu var üstünde. Ama asıl sorun asla bu değil, asıl mesele; Ateş’in isimlerini dahi söylemekten kaçındığı bu üçlüye alışıyor ve bağlanıyor olması. Düşünsenize Berit sadece iki gece odasına geldi ve üçüncü gece gelmedi diye uykusundan uyanıp odasına kadar gidip iyi olup olmadığını kontrol etti. Halbuki ilk gece onu o halde gazetelerle uyumuş halde bulduğunda umursamaz olmaya çalışmış ve neredeyse başarılı olmuştu. Ilgaz’ın ona sarılması, yere düştüğünde kalkmak için elini tutması, Aydos’un suyunu alması bile kocaman gülümsemesine yetecek kadar hoşuna gitti. Onları sevgisi anlık da olsa kalbine işledi ve bu Ateş’e çok fazla geldi. “Baban çocuklara değil sana bir aile vermek istemiş” cümlesi hayatının tam ortasında belirince Ateş birden panik yapmaya başladı. Yıllardır kurduğu yalnızlık krallığı yıkılıyordu.

Aslında Ateş bunu zaten okuduğu mektuptan biliyordu ama bunun bir anda yüzüne çarpması ona çok ağır geldi zira biriyle aile olmak fikrini yıllar önce aklından silmiş biri o. Çünkü Ateş’in etrafında bu zamana kadar hep sahte insanlar olmuş, tıpkı partide Bige’ye söylediği gibi “Onlar Ateş’e değil, yönetim kurulu başkanı Ateş Arcalı’ya bakıyor.” Bu yüzden sevgiye de o sevgiden doğan mutluluğa da inancı yok. Bunu “Mutluluk diye bir şey yok, acı var” deyişinden çok net anlayabiliyoruz. Zaten hiç kimseyle gerçek bir yakınlık kurmak istememesinin asıl nedeni de bu değil mi? Bundan dolayı Ateş’e bir anda bu yaşadıkları çok fazla geldi, zira onun o sert kabuğundan çocuklar hiç fark ettirmeden, küçücük bir öpücük, refleksle gelen masum bir sarılma o kabuktan içeri girmelerine sebep oldu. Çocuklar Ateş’in en derinlerine sakladığı ruhuna dokunmaya başladı ve Ateş bunu fark ettiği anda müdahale etti. Aslında Ateş duygusal olarak bunlardan o kadar uzak ki Berit’in minnak bir öpücüğü bile allak bullak olmasına yetti de arttı bile. Kendiyle yüzleşmesine neden oldu. Aslında Ateş kabul etmek istemiyor ama çocuklara ihtiyacı var ve bunu anladığı an onları bulabileceği en uzak yere göndermek istedi. Çünkü Ateş çok iyi biliyor ki çocuklar da ona bağlanmaya ve onu sevmeye başladı. Ona göre bu hayatta mutluluktan çok acı var ve çocuklar bunu ne kadar çabuk öğrenirse o kadar çabuk kendilerini korumayı öğrenirler. Yalnız unuttuğu bir şey var; onun şu an yaptığı babasının zamanında ona yaptığıyla aynı şey ve o hâlâ bunun bedelini kimseye güvenmeyerek ödüyorken şimdi aynısını çocuklara yapıyor. Yine de Ateş ne yaptığının farkında varıp olurda çocukları yatılı okula göndermekten vazgeçse bile, çocuklar bu durumu öğrendiğinde onu affetmeyecekler ve belki de Ateş bunu anladığında çok geç olacak gibime geliyor.

Ateş yaşanan bu son olaydan sonra kalkanların sonuna kadar kaldırmış olsa da Leyla’nın geri adım atmaya hiç niyeti yok. Zira onun için oyun daha yeni başlıyor. Leyla Ateş’in neler yaşadığını bilmediğinden ormanda söylediklerini çok acımasızca buldu ve intikam almak istedi. Aslında Ateş’in bu konulardaki tavrının farkındaydı, onun çocuklara karşı tutumunu da, herhangi bir kadına bağlanmak istemediğini de çok iyi biliyordu. Fakat tüm bunları “Hiçbir anlamı yoktu” diyecek kadar duygusuz bir şekilde söyleyince, Leyla kendini kullanılmış gibi hissetti. O Ateş’in son söyledikleriyle en hassas noktasından vurulmuş oldu. Leyla şu anda kırılan gururu yüzünden adım atıyor gibi görünse de içten içe bu adımı cesurca atmasının bir sebebi daha var :Kendisi gibi yetim kalan 3 küçük çocuk.

 

Leyla acımasız ya da gururundan burnunun ucunu göremeyecek kadar bencil bir karakter değil. Aksine bir çok meselede gururunu da görmezden gelecek kadar duygularını dinleyen bir kadın. Ancak Ateş’in attığı adım Leyla’yı çok korkuttu. Hem kendisini yok sayması hem de kardeşlerini Leyla’nın çok iyi bildiği bir yola sokması bardağı taşıran son damla oldu.  Bunlar Leyla’nın kabul edebileceği şeyler değil. Bu yüzden onu hikayesinin kahramanı ilan etmişken bir anda masalının kötü karakteri oldu. Tam burada aklıma söyle bir soru takılıyor; Leyla ne oldu da bu kadar kısa sürede onu “Kahraman” olarak görmeye başladı?

Leyla neden bu hiç tanımadığı adamı birden masal diyarının prensi ilan etti? Bence bunun en büyük sebebi çocuklar. Ateş çocuklara abilik yapmıyor olsa bile, onları koruyan, yalnız bırakmayan, aileleri olan tek insan olarak görüyor. Yani o çocuklar için sığınabilecekleri bir liman ve bu Leyla için çok değerli. Dahası Leyla’ya kendini özel ve önemli hissettiriyor olması da Leyla’nın ona bağlanmasına neden oldu. Zaten bu kadar büyük tepki vermesinin sebebi bu. Ona kendini bu kadar özel hissettirmişken aslında hiç özel olmadığını yüzüne söyleniş olması. Bundan dolayı Ateş onun için kahramanken bir av konumuna geldi. Leyla şimdilik ava çıkmış olabilir ama aşk asla oyuna gelecek bir şey değildir. Leyla bence ava giderken avlanmak üzere, benden söylemesi.

Leyla her zaman bildiği şeyi yapmak üzere yola çıktı, planını kurdu. Yalnız Leyla’nın burada unuttuğu bir şey var; Ateş’in etrafı zaten her zaman avcılara doluydu ve bundan dolayı Ateş onları çok iyi tanıyor. Ayrıca Leyla’nın kendisine olan zaafının da oldukça farkında. Ateş kurnaz bir avcı aslında. Kendini korumak isterken bir avcıya dönüşmüş. Leyla tüm silahlarıyla ava çıksa da zannederim bu oyunun bir noktasında av olma ve Ateş’e gerçekten aşık olma ihtimali çok yüksek. Bu kadar oyun ve sırrın olduğu yerde doğan bir aşk kişileri “leyla” etse de, sırlar ortaya çıktığında “ateş” olup yakacaktır.

Ateş Arcalı kendisine itiraf edemese de zaten o yangına düşmüş vaziyette. Leyla onun için kardeşlerinin bakıcısı ya da öylesine öpüştüğü biri değil. Peki ne oldu da Ateş Leyla’yı kıskanacak kadar ondan hoşlanma boyutuna geldi? Hemen söyleyeyim; Ateş Leyla’nın derinliğinden hoşlanıyor. Onun kendi oluşundan, çocuklara olan ilgisinden, doğru bildiğinden dönmeyişinden, çocukları için ona rağmen mücadele edişinden, onunla didişmesinden, hoşlanıyor. Yani onun gerçek oluşunu seviyor. Şimdi Leyla sadece onunla ilgilenen etrafındaki diğer kızlar gibi kızmasın diye her şeyine “Okay” diyen birine dönüşünce Ateş bunu hemen fark etti. Çünkü tanıdığı o asi kadın böyle biri değildi. Ayrıca çocuklar konusunda da ona çok güveniyor, daha iki gündür tanıdığı çocuklar için ağlayan kızın bir anda umursamaz olması mümkün değildi Ateş’e göre. “Sen çocukları görmezden gelmeme, onları birer yük olarak görmeme izin vermezsin.” Açıkçası bu ayrıntı çok hoşuma gitti zira bu demek oluyor ki Leyla’nın içini, kalbini görüyor. Ateş az çok Leyla’yı tanıyor artık ama Leyla için aynısını söyleyemeyeceğim zira Ateş kapalı bir kutu ve Leyla oyun oynayarak o kutuyu açamaz, kendi olmak zorunda.

Leyla için tehliken çanları çalmaya başlamış gibi görünse de ben Leyla’nın “Beni zorla evlendirmek istedikleri adam bu” diyeceğini düşünüyorum. Üstelik zaten daha önce bundan Ateş’e bahsetmişti. Yani bunun bir tehlike oluşturacağını zannetmiyorum. Zira bu onun ilk işi değil ama asıl tehlike ne biliyor musunuz? Yakup ve Füsun. Yakup Jülide’nin elbiselerine kafayı taktı bir kere ve bu durum Leyla’nın başını çok ağırtacak gibi duruyor. Füsun ise kendi çıkarı için yeğenini tek kalemde harcadı ve bu durum hepsinin başına bela olacak gibi görünüyor, tabi ters tepip Ilgaz ve Ateş’i yakınlaştırmazsa. Bakalım neler olacak izleyip göreceğiz.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

Sana İnanıyorum(Ya Çok Seversen, 3.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

İnsan sosyal bir varlıktır. Sevmek sevilmek, mutlu olmak, güvenmek ve güvenilmek ister ama bunların olması için çevresinde, hayatında birilerinin olması gerekir. Bazen bilinçli olarak yalnız kalmayı tercih ederiz ama bu durumlarda bile güvenle sığındığımız birileri mutlaka olur, bunlar aile fertleri, çok yakın bir dost ya da sevgili hiç fark etmez illaki biri bu hayata tutunma dalımızdır. Tamamen insanlardan duyusal olarak izole bir yaşam sürmenin pek de mümkün olmadığını düşünüyorum. Tabi bazen bu duruma istisnalar karşımıza çıkabilir. Ateş gibi kendini bile isteye yalnızlığa hapseden, kendini sevdiği, değer verdiği ya da vereceği herkesin hayatından sürgün eden bir insan karşınıza çıkabilir. Ateş resmen kendini bir çukura hapsetmiş, sevdiklerini bir daha kaybetme acısını bir daha yaşamamak için kalbini taşlaştırmış bir insan ancak insanın özünde sevgi varsa er ya da geç o içindeki duygular dışarı çıkmanın bir yolunu bulacaktır.

Ateş çevresindeki kimseye hissettirmiyor ama çok büyük bir kaybetme korkusu var. Aslında sırf bu yüzden kimseyle yakınlık kurmuyor, kimseyi gerçek anlamda hayatına almıyor. Birine bağlanmaz yahut varlığına alışmazsa gitmesi de geride kalması da onun için çok daha az can acıtıcı olur diye düşünüyor. Zaten o çiftlikten gittikten sonra kendini yalnızlığa hapsetmesinin de en büyük sebebi bu bana göre. Buradaki yalnızlıktan kastım bir başına kalmak değil kesinlikle, çevresi çok kalabalık yapayalnızlığından, kimsesizliğinden bahsediyorum ben. Büyük kalabalıkların içinde kalbini saklayan, kendi çizdiği profilde tasasız, dertsiz, umursamaz insan maskesiyle kalbini koruyor. Bunu yapabilmek için de yaşadığı en büyük acının ardından sevdiği insanlarla araya bırakın kilometreleri kıtalar koymuş. Bu yüzden bilinçli sürgününde, kendi dünyasında gayet iyi idare ediyordu ama hayat onu hiç beklemediği şekilde köklerinin ait olduğu yere getirdi. Yabancı bir ülkede kendini kapatmak kolaydı ancak kendi evinde, kendi kanından olan insanlarla bu artık o kadar kolay değil.

Daha önce de değinmiştim Ateş kimse ile herhangi bir bağ kurmuyor ve bunun için çokça da çaba sarf ediyor. Çocukları yok saymasının , kendini abileri olarak kabul etmemesinin tek nedeni de buydu zaten. Aslında ben bunun abisi ve babasının ihaneti, onu bir paçavra gibi yatılı okula göndermeleri yüzünden kimseye güvenemediği için yapmıyor zannetmiştim ama panik atak geçirmesi bana bunun çok daha derin bir nedeni olduğunu düşündürdü; bağlanır, onlara kalbini açarsa ya kendisinin ya da kardeşlerinin aynı acıyla yüzleşmesinden, aynı şeyleri aşamasından korkuyor. Zira daha küçücükken annesini, ondan sonraysa ailesini kaybetmiş oldu ve o en büyük kayıplarını şimdi yaşamak zorunda olduğu evde verdi. Bu yüzden çiftlikte vakit geçirdikçe travmaları tetikleniyor ve panik atak geçiriyor. O evde kaldıkça ailesiyle geçirdiği güzel anları değil de, annesini nasıl kaybettiğini, nasıl o evden apar topar gönderildiğini ve yalnızlığa hapsolduğunu anımsıyor. Sevdiği insanların nasıl bir bir hayatından yok olduğunu hatırlatıyor ona o evin kokusu. Bu yüzden orda kalmaya dayanamıyor. Bana kalırsa Bige’ye söylediği “Sana yakınlaşırsam seni kaybederim” sözü de tam bu yüzden söylendi. Onunla duygusal bir yakınlaşma yaşarsa geçmişle tek bağını da kaybetmiş olacak. Aslında Ateş farkında değil ama çocuklarla yavaş yavaş bağ kurmaya başladı. Hatta öyle ki bu kaybetme meselesine tek taraflı bakmadığını düşünüyorum. Kendisine bir şey olursa da abisinin diğer kardeşlerine de aynı acıyı gözünü kırpmadan yaşatacağını düşünüyor. Tüm savaşının sebebi de bu: Kimse bir daha aynı şeyleri yaşamasın istiyor. Ne kendisi, ne kardeşleri… Yine de sevgi tüm zorlukları aşan bir duygudur ve Ateş bir noktada ona direnemedi diye düşünüyorum.

Ateş istemese bile ilk yakınlaştığı kişi Berit oldu. Berit’in Leyla’nın gidişinden sonra altına kaçırması onun aslında ne kadar büyük bir sorun yasadığını da ortaya koydu. O da Ateş gibi sevdiklerini kaybetmekten korkuyor ve bunu bu şekilde dile getiriyor. Yalnız Berit’in ilk gece ablası yahut İlter’e gitmemesi doğrudan Ateş’i uyandırıp yardım istemesi ona güvenmeye ve sevmeye başladığını gösteriyor. Çünkü Leyla’ya bu denli bağlıyken bile ondan değil ikinci gece yine abisinden yardım istedi. Ateş şu an için bazı şeyleri görev ya da kural diye yapıyor olsa da çocuklarla vakit geçirdikçe onlara alışıyor aynı zamanda. Aslında Leyla’nın gidişi, evdeki çalışanların kovulmasıyla Ateş çocuklarla ilgili bir çok şey öğrendi. Ilgaz’ın vegan olduğunu öğrendikten sonra bunu Bige’ye hatırlattı mesela, ya da Aydos’un iyi kaykay sürdüğünü keşfetti ve bunlar onda yer etmeye başladı. Tüm bunlarla birlikte Ateş hala herkese karşı çok temkinli bundan dolayı da hala tetikte. Zaten Ateş’in gördüğüm kadarıyla en büyük problemi kimseye güvenemiyor oluşu. Fakat Aydos’un itirafıyla artık bir kişiye güvenebileceğini biliyor: Leyla.

Leyla henüz farkında değil ama Ateş’i çocuklara bağlayan bir köprü konumunda. Üstelik Berit çoktan onu ailesi kabul etti bile. Daha dile getirmedi ama bence Leyla Berit’te kendini görüyor. Annesiz kalmış küçücük bir kız çocuğunun yarasına bu yüzden bu kadar çok merhem olmak istiyor. Kendi yalnızlığını o kadar derinden yaşamış ki çocukken Berit ve kardeşleri için abilerinin dönmesi Leyla’nın gözünde piyango vurmasıyla eş değer durumda. Bu yüzden abi ve kardeşler arasında köprü görevi görmeye başladı. Bunu da bilinçli olarak değil içindeki aile özlemi yüzünden bilinçsizce yapıyor. Şimdilik Yakup’un tehdidi yüzünden o çiftliğe dönmüş olsa da o Berit’e çoktan bağlandı bile. Bu bana göre Leyla’nın en zayıf yanı. Çünkü daha sadece birkaç gün önce Yakup onu Meryemlerle tahdit etmişken, onlarla ilgili bir sürü bilgi ve belge topladığını öğrenmişken sırf onu ailesi gibi gördüğü için her şeyi unutup İzmir’e yine onunla gitmeyi kabul etti. Dahası hala ona güvenip onun dediklerini yapıyor. Yakup’un onu kullandığını bile bile buna göz yumuyor. Çünkü hem ona hem de diğerlerine çok bağlı. Bunu da yargılamıyorum. İnsanların acılarla baş etme yöntemleri vardır. Ateş nasıl ki kendini soyutlayarak bunu yapıyor, Leyla da ailesi gibi gördüğü insanlara ne olursa olsun sarılarak devam ediyor ancak Leyla’nın kaçırdığı nokta Yakup ona Leyla’nın baktığı gözle bakmıyor. Tamamen çıkarları için Leyla’yı kullandığını düşünüyorum. Umarım bı hakikat yüzüne çarpıldığında Leyla için çok yıkıcı olmaz.

Leyla, hayatındaki insanlara hemen sarılan, yalnızlığını onlarla gideren, kalbindeki sevgiyi göstermekten çekinmeyen bir kadın. Bir tek Yakup ve diğerlerine değil Ateş’e de hemen bağlandı, üstelik o eve neden gittiğini de, sonunda o evden gideceğini de bile bile yaptı bunu. Çünkü Leyla kendini ait hissedeceği bir yer arıyor. Belki de Ateş’ten hoşlanmasının sebebi de budur zira o bilmese de Ateş’te tıpkı onun gibi hiçbir yere ve hiçbir şeye kendini ait hissetmiyor. Bu yüzden de herkesten uzak duruyor, özellikle de hayatında kalması gereken kişilerle yakınlaşmamak için daha da dikkatli davranıyor. Yalnız tam burada kafama takılan bir şey var; Ateş eğer birine yakınlaştığını düşündüğü anda ondan uzaklaşıyorsa ki bu defalarca dile getirildi ve Bige’yle olmamasının en büyük sebebi olarak bunu gösteriyorsa neden o zaman Leyla’ya bu kadar yakınlaştı? Üstelik Leyla’nın çocuklarla birlikte kalması gerektiğini de onunla yaşayacağını da, bu saatten sonra onu hayatından uzaklaştıramayacağını da çok iyi biliyorken bunu neden yaptı?

Leyla’nın öyle “Anlık yaşadık bitti” gibi bir şeyi kabul etmeyeceğini de çok iyi biliyor. Bunu daha sadece birkaç gün önce pedagogda çok net gördü. Zaten Leyla’yı tanımlarken böyle biri olmadığını çok güzel dile getirmişti. Şimdi şu an için istese de hayatından çıkamayacağı birini neden öptü? Şimdi diyebilirsiniz “Çünkü sarhoştu, bilinci yerinde olsaydı kendine engel olurdu” ama partide gayet de bilinci yerindeydi ve Bige müdahale etmeseydi Ateş yine onu öpecekti. Üstelik eğer alkollü oluşunu bahane edecek olursak bu durumda Bige’yle birlikte olurdu ama o bilinçsiz haliyle bile onu reddetti yani ben alkollü oluşunu kabul etmiyorum açıkçası. Ateş Leyla’dan hoşlanıyor ammena ama duygularına bu kadar kolay teslim olacağını pek zannetmiyorum. Çünkü Ateş hala geçmişiyle olan defteri kapatmadı ki bir gelecek kurabilsin.

Şimdi burada devreler yandı değil mi? Leyla hemen biriyle yakınlaşacak bir kadın değil, Ateş bu tip bir durumda birini hayatına alacak bir adam değil. Eeee nasıl bu hale geldiler? Ben burada ikisinin de ilk kez geçmiş ve geleceği düşünmeden bir hareket almak istediklerini düşünüyorum. Leyla ağırlıklarını, Ateş korkularını düşünmek istemedi. O anı yaşamak istediler. Bence bu adım ikisinin de duygularını tanımlama konusunda gelişim gösterdikleri anlamına geliyor diye düşünüyorum. Tabi hemen özlerine dönecekler ancak her şeyin bu şekilde başladığını çok rahatça söyleyebilirim.

Leyla geleceği için çırpınırken Ateş hala geçmişte takılı kalmış durumda. Leyla’nın ailesini araması, onları bulmayı hala umut ediyor oluşu aslında onu geleceğe bağlıyor. Fakat Ateş ne annesinin babası yüzünden ölümünü ne de o evden gönderilmesini hala atlatabilmiş değil. Bu yüzden bir ilişki kursalar bile ben bu şekilde yürütebileceklerinden pek emin değilim. Hele de Yakup’un oyunları ortaya çıktığında, Ateş gibi güven sorunlar olan bir tip canının acısını dindirmek için Leyla’nın ruhunu paramparça edecektir diye düşünüyorum. Ateş zaten duygularını kabul eden bir adam değil, üstüne insanlara güven sorunu var, bı yüzden Yakup’un sinsiliği ortaya çıkınca düşünmeden Leyla’yı yargılayıp, hükmünü verecektir. Diğer yandan Leyla sevdiklerine çok bağlı bir insan, onlara hemen güvenen, sevginin her şeyi çözeceğini düşünen temiz bir ruha sahip. Eğer tahminim doğru çıkarsa Ateş bu özelliğini ondan kalbini parçalayarak alacaktır ve Leyla’nın umudunu da öldürecektir diye düşünüyorum. Ateş ve Leyla’nın farklı farklı aile mevzuları ikisinin ilişkisinin de en büyük düşmanı olarak karşımıza çıktı ve bu yol bizi nereye götürür kestiremiyorum.

Aslında aile konusuna değinmişken Umut ve Füsun’a bir paragraf açmadan olmaz öyle değil mi?

Bu bölüm gördük ki ne Umut’un ne de Füsun’u durduracak bir sınır yok. Umut sırf şirketin başına Ateş geçti diye rakip şirketle ortaklık yaparken, Füsun bir tek Jülide Arcalı’nın hayatını değil çizimlerini de çalmış aynı zamanda. Umut’un bu kadarını bildiğini düşünmüyor olsam da umarım annesine bu kötülüğü de reva görmemiştir.Gün geçtikçe ben Vahit beyin neden Füsun ya da Umut’u değil de Ateş’e hem çocuklarını hem de şirketini miras bıraktığını çok daha iyi anlıyorum. Neyse ki gün gelir hesap döner ve Umut da Füsun da yaptıklarının bedelini ödeyecek inanıyorum.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

GİTME (Ya Çok Seversen, 2.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Bu hayatta çoğu insan her şeye kendi açısından bakar, bazen acılarını kıyaslar, bazen mutluluklarını, bazen paralarını kıyaslar, bazen yaşamını ve bu kıyaslamalar bakış açısına göre değişir. Ama kimse kimsenin ne yaşadığına ilk önce bakmaz, öncelik kendi yaşantısına göredir. Tabi ki ince düşünceli, empati yeteneği gelişmiş olanları tenzih ederim ama kabul edelim ki biz âdemoğulları genellikle insanın ilk yüzündeki ifadeye bakıyoruz. Tanımaksa daha sonraki evrede gelir. Hatta bezen tanıdığımız insan bile bunu yapabilir. Yüzü gülüyor mu o zaman çok mutlu, ağlıyorsa ancak üzgündür ya da bağırıp çağırıyorsa sinirlidir. Duygularını gizleyip güçlü görünense her zaman duygusuz, zalim ilan edilir. Ateş, Ilgaz tarafından ikinci kez o evden kovulduğunda kendini yine babası onu yapayalnız, küçücük yaşıyla yatılı okula vermiş gibi hissetti, sanki yine o evden aynı şekilde atılmış gibiydi. Nasıl ki halasının yönlendirmesiyle o evden atılır gibi zorla yatılı okula verildiyse yine aynı şeyi hissetti. O an yüzünde oluşan o acı ifade yanındaki Leyla için ne ifade etti bilmiyorum ama benim içimde oturdu şahsen.

Leyla, Ateş’in sebeplerini bilmediğinden onu acımasız, zalim ve vicdansız olarak nitelendirdi o an. O eve ve eşyalarına neden katlanamadığını, aslında onları her gördüğünde o kabus gibi gecelere tekrar tekrar gittiğini bilmiyor, algılayamıyor. Çünkü Ateş ona hiçbir yarasını göstermedi henüz, bu yüzden Leyla ona kendi bakış açısıyla baktı. Leyla’ya göre ağzında gümüş kaşıkla doğmuş, acı çekmek ne bilmeyen, empati yoksunu biriydi ve Leyla’nın onun yaptığı şeyi anlaması mümkün değildi. Zira Leyla için anıların ne kadar önemli olduğu malum ve kimsenin bunu bozmaya hakkı olmadığını düşünüyor. Ona göre Ateş’in yaptığı zalimlikti ve o da ona o şekilde davrandı. Ateş ise böyle davranılmaya alışık olduğu için kendini açıklama gereğinde dahi bulunmadı. Neden bulunsun ki? Bugüne kadar kimse onu anlamak için uğramadığı için artık o da kendini kimseye açıklamıyor. Duygusunu kalbinde duvarların ardına gizleyerek kendi güvenli alanında yaşıyor. En azından bu şekilde canının yanmasını engellediğini düşünüyor ve yaşadıklarını düşününce ben ona haksız diyemiyorum.

Ateş yüzünde kocaman bir maskeyle dolaşıyor, kimseyi umursamayan, bencil ve duygusuz izlenimi verecek bir maske. Çünkü bu şekilde insanların kendi ördüğü duvarların dışında kalmasını sağlamış oluyor. Kimseyle, herhangi bir hayvanla bile bağ kurmuyor ki bir şeyi önemsediği düşünülmesin yahut ileride onun için üzüntü duymasın. Ama o maskeyi kaldırdığı an bambaşka biri oluyor. Tıpkı o tayı korkutmasın diye Layla’yı geri çekmesi gibi, yahut kadınlar okunabilsin kendi ayakları üzerinde durup, ezilmesin diye burs vermesi gibi.

Peki Ateş bu kadar düşünceli ve nahif biriyken neden sürekli olarak insanları kendisinden uzak tutuyor. Bence bunun sebebi annesi. Ateş annesini kaybettiğinde yaşadığı acının aynısını yaşamaktan çekiniyor diye düşünüyorum. Birine bağlanırsa ondan ayrılırken yine acı çekeceğine inandığı için bu soğuk, uzak tavırları sergiliyor ama kalp sevmeye karar verirse insan ona bir şey yapamaz. Tıpkı kardeşleriyle olan ilişkisinde olduğu gibi. Orada başından beri bir reddetme durumunda olsa bile aslında hiç öyle değilmiş, gördüm. Daha abi olduğunu dahi kabul etmezken ve iki gün önce yüzüne dahi bakmadığı Berit’i bütün gece arayıp, bulduğundaysa Leyla’ya vermek yerine kendi kucaklayıp eve getirmesi de merhametini gösteriyor bana göre.Zaten bence çocuklarla bağ kurmak istememesinin en büyük sebebi de bu, bir kere bağlanıp bağ kurarsa ayrılamayacağını düşünüyor. O çocukları bir gün geride bırakacağını biliyor çünkü daha o evde yaşamaya dahi katlanamazken bir ömür orada kalamaz. O ev onun yarası ve insanlar ondaki o kabuk bağlayamamış yaraları görsün istemiyor.

Bir de güven sorunu var ki orası tam bir bıçak sırtı. Ateş için birine güvenmek, inanmak çok zor. Bu hususta ben onu asla yargılamıyorum, insan güven duygusunu ailesinde tanır. Burada Ateş’in açısından baktığımda bence çok da haklı duvar örmekle. Zira Babasına, abisine en yakınlarına güvenemeyen biri nasıl bir başkasına güvenip hayatına dahil etsin ki, neden ona yaralarını anlatıp zayıflılarını göstersin ki? Fakat Leyla o Ateş’in tam zıttı bu konuda. O çevresindekilere güvenip bağlanmayı tercih ediyor.

Leyla Ateş’in aksine kan bağı olmasa bile can bağı kurmayı seven, sevdiklerine yardım etmek için çırpınan biri. Bunu daha sadece iki gündür tanıdığı çocuklar için akıttığı göz yaşında, anıları yok olmasın diye verdiği mücadelede ve sırf yalnız uyumak istemiyor diye yanında durup uyumasını beklemesinden gördüm ben. Yalnız Berit için söylediği şey çok ağırdı ve aslında sığınacak bir kimseye ne kadar ihtiyacı olduğunu da gösterdi bir anlamda; “Kimsenin onu aramayacağını biliyorsa niye saklansın ki?” bu Berit’e söylenmiş ama kendi için kullandığı sözcük aslında. Ailesini ne kadar çok beklediğini de gösteriyor gelmeyeceklerini bile bile hem de. Bunun sebebi ne biliyor musunuz? Ateş bu hayatla ilgili hayal kurmaktan, gelecek planları yapmaktan bu denli vazgeçmişken Leyla hala hayal kurabiliyor. Risk alıp, amacına doğru koşarken yolundan sapmıyor. Ailesinin yokluğunu başka insanlarla tamamlamaktan korkmuyor diye düşünüyorum. Ancak bu ruhunda yanan ateş onu en hassas iki noktadan vuracak : Kalbi ve insanlara olan inancı.

Leyla ailesiz büyüdüğü için mi yoksa yapısı gereği anaç olduğu için mi bilmiyorum ama şefkatli biri ve bunu Berit’e olan her davranışından görebiliyoruz. Bir tek Berit’e karşı değil, aile bildiği dostlarına karşı da öyle. Zaten Yakup bu sayede ondan istediğini almıyor mu? Leyla’nın kendisi çöpsüz özüm olabilir ama geriye kalanların hepsinin birer sorumluluğu, bakmak ve korumak zorunda olduğu insanlar var. Bu yüzden Leyla kendisi için olmasa bile aile bildiği insanlar için bir tercih yapmak zorunda. Yakup onu çok iyi tanıyor böyle bir durumda onları yüz üstü bırakmayacağını ve önünde sonunda Ateş’i dolandırmayı kabul edeceğini çok iyi biliyor. Bu yüzden onu zayıf yanından diğerlerine olan zaafından vurdu, yani aile bildiklerinden. Leyla şu an çocuklarla iyi kötü bir bağ kurmayı başarmış olsa da Ateş için aynısını söyleyemeyeceğim.

Ateş çocuklarla arasında bir bağ oluşmaması için her şeyi yaparken onların da birer birey olduğunu duyguları olduğu kavrayamıyor. Evi yahut eşyaları değiştirmek istediğinde kendi travmalarına öncelik verip sadece kendi bakış açısıyla değerlendirdi. Halbuki o evde o çocukların anne babalıyla geçirdikleri son anlar vardı. Leyla’nın yaptığı ufak bir müdahale onun çocuklar açısından bakmasını sağlasa da sanırım daha çocuklarla kat etmesi gereken çok yol var ve Ateş adım atmamaya Füsun ve Umut’ta attırmamaya kararlı. Diğer yandan Aydos ateşkes yapmaya her an hazırken ve Berit’in kaybolması belki bir adım olurken yakınlaşmaları için ama Ilgaz ile kolay kolay araları düzelmeyecek gibi duruyor.

Açıkçası Ilgaz’ın öfkesinin sebebini anlayamıyorum. Tamam kabul ediyorum Füsun çok manipülatör bir kadın, büyük ihtimalle Ateş’i onlara kötülemek için birçok şey söylemiştir. Ama Ilgaz bir tek önyargılı değil gerçek anlamda nefret ediyor ondan. Başta Ateş onlarla ilgilenmediği, kardeşleri olarak kabul etmediği ve babalarına saygı duymadığı için böyle davranıyor sanmıştım ama sanırım düşündüğünden çok daha fazlası var. Çünkü Ilgaz Ateş’i daha tanımadan önce öfkeliydi ona karşı ve bence bunun tek nedeni Füsun ve Umut’un dolduruşu olamaz. Ya Ateş’in onları sevmiyor oluşu çok fazla canını yakıyor ve bu yüzden çok öfkeli yahut babasından dolayı böyle davranıyor, daha tam emin değilim sanırım biraz daha veriye ihtiyacım var Ilgaz’ın duygularını anlayabilmem için.
Çok farklı düşüncelere ve duygulara sahip ama şu hayatta aslında yapayalnız olan bu insanlar bir şekilde şimdi yan yanalar. Bakalım birlikte birbirlerinin yaralarını sarabilecekler mi? İzleyip görelim.

Yazımı bitirmeden  bahsetmek istediğim bir şey var.Öncelikle hikayenin saptığı bu yolu sevdim. Ateş’in güven sorunu, Leyla’ nın onu tam da buradan vuracak olması iyi bir çengel oldu. Leyla Ateş’i tavlamak isterken büyük ihtimalle kendi kurduğu tuzağa düşecek ve Ateş’ le aralarındaki o görünmez bağ görünür olacak diye düşünüyorum. Ancak Ateş çok sert, çok net bir karakter. Böyle bir yalanın ortaya çıkmasının ardından Leyla’ya kan kusturacak kadar da acımasızlaşacaktır. Leyla’ ysa aile bildiği, kendisinden önce düşündüğü insanların aslında ondan faydalandığını öğrenerek aile kavramına bakış açısı değişecek diye düşünüyorum. Leyla ve Ateş’i büyük bir sınav bekliyor, şimdiden yerinizi alın.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

 

İki Deli Bir Araya Gelmemeliydi (Ya Çok Seversen, 1.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Bu yazın en çok konuşulan dizisi benim de radarımdaydı elbette. Kerem Bürsin’in uzun bir süre sonra ekrana dönecek olmasının heyecanı, genç jenerasyonun sevdiğim oyuncularından Hafsanur Sancaktutan’ın da kadroda olduğunu öğrendiğim anda ilk bölümü merakla beklemeye başladım. Bölüm bittiğinde aklımda beliren ilk cümle de şu oldu : Hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir…

Bu hayatta yaşamamız gereken bir şey varsa bunun er ya da geç mutlaka yaşayacağımızı düşünüyorum ben. Buna ister kader deyin ister tesadüf, adı her ne olursa olsun o başımıza mutlaka gelecektir ve biz bunu yaşamak durumunda kalacağız. Bunun illa kötü bir şey gibi algılamıyorum. Zira bazen bazı mecburiyetler olur ve biz hiç istemesek bile yapmak zorunda kalırız. Ne kadar plan yapsak da gün sonunda insan kendini hiç beklemediği bir durumda bulabilir. Belki başında bizim için felaket gibi görünen bu durum sonradan ya olmasaydı ne yapardım diyeceği bir noktaya getirebilir insanı. Evet bu belki milyonda bir gerçekleşecek bir şey kabul ediyorum ama yaşanmayacağının da bir garantisi yok öyle değil mi? Bence şu an Ateş ve Leyla’nın başına gelen tam olarak bu. Şu an ikisi de bir felaketin tam ortasındaymış gibi hissediyor. Ateş mesela daha sadece bir gece önce evinde hiçbir şey düşünmeden parti verirken bir gün sonra kendini İstanbul’da, çocukluk travmalarının olduğu evde, hiç tanımadığı üç çocuğa vasi olarak buldu kendini. Leyla desek dolandırdığı için sahte kocasından kaçmak isterken bir anda bir çiftlikte o üç çocuğa bakıcı oldu. Fakat onlara göre felaket olan bu durum bana göre aileden yaralı iki ruhun hayatın hazırladığı muzip bir oyunla hayatlarını birbirine karışması, yani romantik tarafım öyle söylüyor. Bu hikaye bir arapsaçı durumuyla başladı ve çözülmesi de o kadar kolay olmayacak, benden söylemesi.

Leyla Kökdal; ailesini hiç tanımamış ama onları bulmak için her şeyi yapmaya hazır, bıcır bıcır, gözü kara, sert görünen, hayatın pek de adil davranmadığı bir kadın. Düğün dolandırıcılığı yapıyor olsa bile insanların aile köklerine saygısı var, bunu o kıymetli yüzüğün maddi değerini hiç düşünmeden geride bırakmasından çok net görebiliyoruz. Zira onun tek amacı insanların parasını çalmak değil, zaten anladığım kadarıyla bunu sadece şu an yanında olduğu insanlar için yapıyor. İçinde kocaman kapatamadığı bir yarası var ve tek tesellisi hastanede yatan hiç tanımadığı bir adam. Bu ne kadar acı verici bir durum öyle değil mi? Düşünsenize tutunduğu tek dal belki de hiç uyanmayabilir ve Leyla her gün bu düşünceyle yaşıyor. Ailesinden geriye kalan tek şeyse annesinin kelebekli kolyesi. O hiç tanımadığı ailesine bağlı olduğu kadar, ailesi kabul ettiği Meryem ve diğerlerine de çok bağlı çünkü içindeki boşluğu onlarla kapatmaya çalışıyor gördüğüm kadarıyla. Yine de Leyla’da bir mücadeleci ruh var diye düşünüyorum. Birilerine bağlı olsa da, onları sevse de bir noktada yalnız olduğunu ve yoluna tek başına devam etmesi gerektiğini biliyor. Ailesini bıkmak tek amacı ama hangi ailesi? Onu doğuran aile mi yoksa onları bulmak için çıktığı yolda kader ona bambaşka bir yol mu çizdi? Biyolojik köklerinin peşinden giderken gerçekten ait olduğu aileye doğru mu gidiyor hayatı? Leyla kendini hiç hesap etmediği bir durumun içinde buldu. Bakalım tesadüfler silsilesi şeklinde bir araya gelip durduğu Ateş Arcalı ve kardeşleriyle yeni başladığı hayat onu nereye sürükleyecek?

Ateş Arcalı ;hovarda, tabir-i caizse gününü gün etmeyi seven, hiçbir yere bağlı olmayan, kökleri için savaşmayan, daha doğrusu köklerini annesi dışında reddeden, ailesini çoktan geride bırakmış ama içinde anne özlemi hâlâ var olan bir adam. Görünürde hiçbir şeye değer vermeyen, hiçbir şeyi umursamayan ve sadece kendine değer veren biri ama onun da çocukluk travmaları, içinde sakladığı duyguları ve özlem duyduğu şeyler var. Mesela hala bir anne ve çocuğunu gördüğünde aklına annesi geliyor, hâlâ o eve adım attığında aklına annesinin öldüğü gün geliyor, o hâlâ o günde kalmış durumda. Daha doğrusu aile kavramına bakış açısını o anı belirliyor. Onun aileye bakış açısı Leyla ya da bizler gibi değil. Yalnız kalmayı tercih ederek kendisine güvenli bir kale kurmuş, annesi her aklına geldiğinde canı yansa da onun sevgisine sığınarak bir hayat yaşıyor ve aslında yaşayamadığı her şey için de annesinin dışında kalanları suçluyor diye düşünüyorum.

Ateş bu yüzden ailesine daha doğrusu babasına ve abisine çok kızgın. Başta onu izlerken niye çocukları kabul etsin ki, niye şirketin yönetim kurulu başkanı olmayı istesin ki? Zaten kendine ait bir yaşamı ve geçim sıkıntısı olmayan bir kariyeri var diye düşünsem de o son belge onu en savunmasız yerinden; annesinden yakaladı. Söz konusu çok sevdiği annesi ve onun mirası olunca eli kolu bağlı kaldı ve kabul etti.Belki abisinin annesinin ölüm sebebini bildiğini buna rağmen sesini sırf bir gün o şirketin başına geçmek, babasının gözüne girebilmek için çıkarmadığını ve şirket için annesine sırtını döndüğünü bilmeseydi yine hiçbirini kabul etmeyecekti. Zira ne babası ne babasının vasiyeti ne de şirket umurunda değildi ama abisinin bunları bilip susması onu en az babasının yaptıkları kadar canını yaktı ve kızdırdı. Bu yüzden onun deyimiyle “Annesinin ölüsü üzerine” kurdukları bu şirketi ona bırakmamaya karar verdi. Açıkçası Ateş’in motivasyonunu gerçekten sevdim çünkü Ateş’i ancak bu sebep o şirkete döndürebilirdi. Her ne olursa olsun Ateş aileden yaralı bir çocuk, bu yüzden ben kardeşlerinin de Leyla’nın da ona iyi geleceğini düşünüyorum çünkü o farkında olmasa da bir aileye ihtiyacı var.

Ateş çok zeki biri, bunu babasının hiçbir desteği olmadan kendine bir hayat kurmasından, halasının oyunlarını hemen çözmesinden ve abisinin manipülasyonlarına gelmemesinden çok net anlayabiliyoruz. Bu yüzden ben Leyla’yı merak ettiği anda onun gerçeğini öğrenebileceğini düşünüyorum. Sonuçta Leyla’nın birilerinden kaçtığını çok iyi biliyor, üstelik her şey kendi otelinde yaşandı ve o bizzat şahit oldu. Bu yüzden çocukların bakıcısı yalanını yemeyecektir. Sadece şu an çocukları ve onlarla aile olma durumunu umursamadığı için üstünde durmaz en fazla diye düşünüyorum.

Leyla Ateş’in aksine ailesini bulmak için istemediği bir işi yapan, annesinin kolyesi için yakalanmayı hatta hapse girmeyi göze alacak kadar ailesini bulmak isteyen, onları tanımasa bile onlara en derinden bağlı bir kız. Leyla o kadar çaresiz ki ailesi için o kadar mücadele ediyor ki hiç tanımadığı bir adamı yıllarca hastanede ziyarete gidecek onun hastane masraflarını karşılayacak durumda. Bu yüzden ben çocukların ona da çok iyi geleceğini düşünüyorum. Leyla onların yaralarını sarmak istedikçe bence kendi yaraları da sarılacaktır.

Ateş de  Leyla da  çocuklar da henüz farkında değil ama hepsi aynı yerden aynı şekilde yaralı. Onlar ailelerini kaybetmiş, bu hayatta bir şeylere tutunmak için çabalayan bunu yaparken de çok farklı yollara başvuran kişiler. Ateş kendi yarasını içine gömüp hiçbir şey olmamış gibi görünürken, aslında hala o yaranın acısıyla kıvranıyor. Leyla hiç tanımadığı bir adamın iyileşmesi için mücadele verip, hiç istemediği bir işi yapıyor. Ailesini bulmak için çaresizce çırpınırken, çevresindekiler bu yarasından yararlanıyor. Çocuklarınsa başa çıkmak için bambaşka yöntemleri var. Ilgaz umursamaz görünüp kardeşleriyle ilgilenirken, Berit kendini sessizliğe hapsetmiş, Aydos ise kendini oyunlara vermiş biri gibi görünüyor. Hayat hepsini şimdi aynı evin içinde buluşturdu. Bu kimin dileği bilmiyorum ama ben hepsinin birbirine çok iyi geleceğine inanıyorum. Bakalım birbirinden bu kadar farklı kişi bir arada durmayı nasıl başaracak, izleyip göreceğiz.

Aynı yerden farklı acılarla sınanmış iki insanın hikayesi Ya Çok Seversen. Sevginin yarattığı boşlukla çatışan iki deli dolu karakterin bir araya gelmesi bizleri nereye götürecek bilemem. Ancak ilk karşılaştıkları andan itibaren kaderin ağlarını ördüğü iki genç kendi içlerindeki boşluklarla, sanki bir yapboz misali bir araya geldiler. İkisinin ruhunda da bir boşluk var ve bu boşluk sadece aşkla dolacak cinsten de değil, çok daha derin bir tamamlanmaya ihtiyaçları var, gerisi kaderin işi…

Ya Çok Seversen güzel bir ilk bölüm kotarmış. Dünyasına ilk yarım saatte hemen girdim. Ali Bilgin hocanın kompozisyonuna, ilk bölümde dizinin aurasını seçerek bir keskin nişancı gibi tam 12’den vurması beni her zaman kendine hayran bırakmıştır. Ya Çok Seversen şimdilik kırmızı ancak bir çok rengi barındırıyor. Rejisinin güzelliğini şöyle bırakalım, Kerem Bürsin ve Hafsanur Sancaktutan’ın uyumunu da çok beğendim. Enerjileri, sahnelerdeki uyumları da çok iyiydi. Açıkçası Kerem Bürsin’i izlemeyi de çok özlemişim, ne yalan söyleyeyim. Dizinin bundan sonra da alıcısı olurum, güzel bir ilk bölümdü.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

 

GÜNEŞİ BEKLERKEN

YAZAR : A. Ela Erdoğdu 

Zaman uçsuz bucaksız bir karadelik gibi bizleri içine çekerken onca yılın ne kadar çabuk geçtiğini gördüğüm an ağzım açık kaldı. Yayınlandığı dönemde fırtınalar estiren, tıklanma rekoru kıran hatta bir günde bir milyondan fazla izlenme başarısı gösteren Güneşi Beklerken hayatımıza gireli tam 10 sene olmuş.

Güneşi Beklerken benim hayatımda çok özel bir yerde çünkü hayatımın çok stresli bir döneminde karşıma çıktı. Yedinci sınıftan sekizinci sınıfa geçtiğim yaz tanıştım. Yalan yok ilk tanıtımı gördüğümde klasik bir lise dizisi demiştim kaç lise dizisine yaşım yettiyse artık…Annemle beraber izlemeye başladık ve önyargılarımdan dolayı utandım çünkü bayılmıştım; sınav stresinden gerilirken bana kendimi dinlendirebileceğim bir liman olmuştu adeta. Güneşi Beklerken dört başrol ile izleyici karşısına çıkarak büyük bir risk almıştı aslında çünkü dört karakterin hikayesini bir yerde ana olaya bağlamak oldukça zordur hele ki karakterlerimizin birbirine olan zıtlığını düşünürsek.

Hayatın içinden alınmış dört ayrı renk, her baktığınızda farklı detaylar gördüğünüz bir tablo gibiydiler adeta. Birbirine taban tabana zıt ama büyük bir ahenk ile bir arada bir tablo oluşturdular. Her bir gencin ayrı bir derinliği vardı ancak içlerinde kendini hem saklayıp hem de net olarak ortaya koyan en net iki karakterden biri şüphesiz ki Kerem Sayer oldu.

Kerem bu tablonun en sert rengiydi, bakıldığında ilk dikkati çeken oldukça derin ve ne kadar uğraşırsanız uğraşın tam anlamıyla çözemediğimiz bir gençti. Kerem Sayer karakteri ile hayatımıza giren Kerem Bürsin sayısız muhteşem ruha can olsa da sanırım Kerem Sayer’in yeri hepimizde ayrı kalacak. Kerem aslında ruhunda birden fazla rengi barındıran ancak dışarıya sadece siyah kısmını gösteren bir çocuktu. Bunun sebebini uzun süre düşündüm ben ve karşıma tek bir cevap çıktı : İnsan ailesine kendisini gösteremiyorsa, dışarıdaki insanlara nasıl gösterebilirdi?

Kerem, üstü toz, toprakla örtülmüş ve derinlerde saklı kalarak gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen bir tarihi eser gibiydi ve koşulsuz sevgi onu tekrar gün ışığına kavuşturdu. Uzaktan bakıldığında mükemmel şartları olan, Amerika’da okumuş, zengin bir ailenin tek evladı yakından bakıldığında ise yıllardır bunalımda olan kendini odalara kapatan, oğluyla neredeyse sıfır iletişim bir baba, duygularının alındığını düşündüren taş kalpli, bir anneden çok patronu gibi davranan bir anne… Evlatlarını kaybetmiş olmalarını, acılarını anlayabiliyorum ama geriye kalan tek evlatlarına yaşadıkları bu kayıptan sonra buz kesmelerini, kendilerinden uzak tutmaya çalışmalarına anlam veremiyorum. Çok sevdiği ağabeysinin acısı ona ağır gelirken üstüne yaşarken ailesini de kaybetmiş gibi hissediyordu Kerem şüphesiz. Yaptıklarıyla ailesine “Koray öldü ama bakın ben buradayım, yaşıyorum” demeye çalışıyordu ama yine hiçbir tepki görmüyordu. Görünmez oldukça kendini daha değersiz, önemsiz hissediyor çünkü içten içe kendini ölen ağabeyi ile kıyaslıyordu. “Onu seviyorlardı ama beni sevmiyorlar ben onun gibi değilim vb.” bir sürü düşünce en derinlerinde dolanıyordu evde görünmez oldukça dış dünyaya kendince “Onlar beni görmüyor ama ben buradayım, beni yenemezsin” demeye çalışıyordu. Sevmek, sevilmek, aile olmak, bu kavramlara öyle uzaktı ki bunları sadece çocukluk arkadaşı olan Barış’dan, Behice Teyzesinden gördüğü kadarıyla biliyordu. Tahmin edersiniz ki görmek, bilmek başka hissetmek bambaşkadır. Kerem’in tek ihtiyacı olan ona koşulsuz sevgiyi yaşatacak, onu olduğu gibi seven biriydi ki bu kişi hiç kimsenin aklına gelemeyecek şekilde ve an da gelmişti ama ikisinin de bundan uzun bir süre haberi olmayacaktı.

İnsan insanı yarasından tanırmış diye bir söz okumuştum bir yerde hayatımda daha anlamlı çok söz duymuşumdur. İnsanı insan yapan, büyüten ve güçlendiren şey hayattan aldığı darbelerdir bazı yaralar derindir bazılarını bakar bakmaz görürsün. Derin acıları kendimiz bile hatırlamayız en azından öyle yaparız ama bizi ayakta tutan en büyük şeylerdendir büyük acılarımız. Kerem ailesi yaşarken ailesizlikle boğuşurken Zeynep’in tutunabileceği tek ailesi annesi Demet’ti. Gözlerini babasız bir şekilde hayata açan Zeynep hayatının en büyük sınavının bu olacağından habersizdi. Annesi tarafından acısını en aza indirmek amacıyla yaratılan bir masal ile büyümüştü. Bundan dolayı da gerçekten yapamadıklarını babasının fotoğrafıyla ve hayali ile yapıyor bunlara tutunarak güçlü kalabiliyordu. En yakın arkadaşı, sırdaşı, dert ortağı bir fotoğraf olarak tanıdığı babasıydı, küçük ona yeten bir dünyası varken bir anda kendini bambaşka bir dünyada buldu. Yüzlerinde maskeleriyle dolaşan ancak filmlerde görse inanacağı tipte insanlar. Bunların en başında da hayatının aşkı olacağını bilmediği Kerem vardı.

Zeynep Gölyazı’ndan geçici süreyle geldiğini düşündüğü bu okulda daha ilk günden kabus yaşamaya başladı. Okulun sahibinin oğlunun zorbalığını gözünü kırpmadan elinden aldı ve hayatı bir anda zindan olmaya başladı. Kerem tam anlamıyla birine karşı görünür olduğu için nefret saçmaya başladı. Yukarıda ailesinin ilgisini çekmek için yaptıklarından bahsetmiştim, sonrasında da bu ilgi çekme numarası Kerem’e bir güç sağladı. Kerem içinde büyüyen öfkeyi okulda zorbalıkla güce dönüştürerek bir korku imparatorluğu kurdu. Bu Zeynep’in İstanbul’a geldiği günden itibaren böyleydi. Kerem’in gücü bir kız öğrenci tarafından elinden alındı. Bu Kerem için affedilmez olsa da Kerem’in o anda fark edemediği bu kız ona güç kullanmadan görünür olmayı, dikkat çekmeden sevilmeyi, en önemlisi sevginin sorgusuzca olacağını öğretecekti.

Karşıdan bakıldığında aslında çok seven Kerem, sanki az seven hep Zeynep gibi duruyordu. Ancak Zeynep’in hayatında olan, değer verdiği bir çok insan vardı. Zeynep hepsine aynı anda sahip çıkmaya çalışırken, Kerem’e de aslında sevginin tek kişiye ait olmadığını öğretti diye düşünüyorum. Kerem, Zeynep’ten sonra arkadaş grubuna sahip oldu mesela. Öncesinde sadece Barış ve köleleri vardı. Can da onun sözünden çıkmazdı ancak Zeynep’in onun hayatına değmesinin ardından o etrafına çektiği duvarları artık kaldırmaya başladı. Bu duvarları tek tek Zeynep yıktı ve işin güzel yanı ikisi de farkında değildi. Aşk birden bire gelir, hesapsızca gelir ve sen o geldiğinde yapmam dediğin ne varsa yaparsın. Mesela ben istenen adamım dersin ama hoşlandığın kızı öpünce evde dans edersin. Klostrofobisi var diye ona sarılırsın, nefesi olursun… Aşk böyledir.

Kerem ve Zeynep aralarındaki ilişkiyi nefret sözcüğüne saklamıştı. “Senden nefret ediyorum kas hayvanı!” diyerek birbirlerini çok sevdiler. Nefrete Kerem’in daha çok inanması, Zeynep’in o duygu içerisinde Kerem’in tüm ruhunu zapt etmesi tam anlamıyla aşkın mucizesiydi. Birbirlerine yaralarıdan sarıldılar, hayalleriyle aşık oldular ve bu aşk o kadar da kolay olmayacaktı…

Kerem ve Zeynep’in önünde birçok engel vardı ama sanırım en büyük engel Melis ve Barış’tı. Birinin en yakın arkadaşı, diğerinin kız kardeşi kendilerine aşıktı ve Zeynep burada vazgeçen oldu. Aslında Zeynep’in vazgeçme sebebi de Kerem’ i az sevmesi ya da Melis’i daha çok sevmesi değildi. Kerem tüm cesaretiyle gelse de Kerem’le Zeynep’i birbirinden ayıran en temel fark aile hususundaydı. Zeynep için aile her şeyden önce geliyordu zira Zeynep, Demet’ten böyle öğrendi. Ancak Kerem’in aile tanımlaması çok farklıydı. Kerem sevgiyi yakaladığı noktada bırakmak istemedi ancak burada en büyük sıkıntıya giren kişinin de Zeynep değil Kerem olduğunu sanıyorum. Melis ve Zeynep seneler sonra birbirini bulmuş iki kardeşti. Ancak Kerem ve Barış için durum bu değildi. Onlar kardeşti ve aynı kıza aşık olunca kardeşlikleri büyük bir darbe aldı. Bu da Kerem’i içten içe mahvetti…

Aile olmak deyince aklınıza anne-baba ve diğer akrabalar gelmesin bazen içine doğduğumuz aileden daha çok ailemiz olan insanlarla karşılaşırız işte Kerem için Barış tam olarak bu anlama geliyordu. Gerçek Kerem’i bilen tek kişiydi, yanında hayal kurabildiği, eğlenebildiği tek kişiydi Barış. Bu hikâyenin en sakin rengiydi şüphesiz Barış, küçük yaşta ailesini kaybetmiş anneannesi ve arkadaşının etrafında hobileriyle doldurduğu bir hayat bir de yıllardır karşılıksız sevdiği Melis. Çok saf çok temiz duygularla seven, hep doğrunun yanında olup doğruyu yapmaya çalışan sevdiklerinin yanında olan bir genç adamdı ta ki canı en güvendiği kişi tarafından yakılana kadar. Kardeşim dediği adam ve sevdiği kadından aldığı darbe ile Barış’da oldukça değişmişti. Canı yanan can yakmak ister, kendine olan öfkesi ayrıdır güvendiklerine ayrı Barış’da kendine yaşatılanların bedelini ödetmek istedi, değişmeye başladı ama uzun süre devam edemedi. Birbirlerine bir sürü lafta söyleseler hayatının en zor anlarından birinde yanında olan, omzunda elini hissettiği kişi Kerem olmuştu. Bir an yalnız bırakmadı kardeşini, acısını ona göstermeden onu ayakta tutmak için uğraştı belki de yaşanan bunca zorluğa rağmen yıllar sonra bile kardeş olarak hayatlarına devam edebildiler.

Sizi birine bağlayan sadece kan değil candır tıpkı Kerem ve Barış’da olduğu gibi ama bir de kanla ve canla bağlı olmak vardır Melis ve Zeynep gibi. Birbirinden habersiz bambaşka hayatlarda bambaşka büyüyen iki kız. Babasının yokluğunda annesine sarılan Zeynep, anne ve babası yanında olmasında rağmen kendini yalnız hisseden Melis. Başarılı bir anne ve babaya sahip bir çocuk için hayat kolay olmuyor çünkü sürekli olarak onlarla kıyaslanıyorsunuz kimse kıyaslamasa annen ve baban kıyaslıyor zaten. Cihan bunu çok yapmasa da Tülin farkında olmadan kızının ruhuna büyük izler bırakmıştı. Melis’in yaşadığı bulumia kesinlikle annem gibi güzel, zayıf ve başarılı olmayalım temelinden başlayıp, babasının bir kızı olduğunu öğrenmesi ile ilerlemeye devam etti. Tüm bu olanlar ve diğerleriyle tek başına mücadele etmek zorundaydı çünkü içini dökebileceği, dizlerine yatabileceği ne bir annesi ne de arkadaşı vardı. Bir anda çıkıp gelen bir kız kardeşi vardı sadece ama onu da korkuları yüzünden oldukça yaralayarak hayatına aldı zira babası onun en değerlisiydi. İyi kötü bir sürü şey yaşayarak önce can sonra kan yani tam olarak her anlamda kız kardeşini kabul etmişti ama beklemediği bir darbe aldı çünkü kardeşi yıllardır sevdiği çocuk olan kişiyle gizli bir beraberlik yaşıyordu. Melis de aslında sevgiyi tanımlama hususunda sorun yaşadığı için Aksel’in aşkını çok zor anladı. Annesinin kusursuz hayat dayatması, Aksel’in kusurlu olması ve Melis’in onu anlamasını geciktirdi. Melis uzun süre toksik bir şekilde oradan oraya savruldu. Tam kendini, Aksel’i anladığında hayatının en büyük acısını yaşadı. Aksel ona korkunç bir tecrübe yaşattı. O gün onu düştüğü yerden kaldıran Zeynep oldu. Melis her şeye rağmen sevmeyi Zeynep’le, koşulsuz, her durumda sevilmeyi de Aksel’le öğrendi. Melis’in yaşamı zor olsa da yaşananlar ona, aile kavramını yeniden öğretti diye düşünüyorum.

Zeynep, Melis, Kerem ve Barış dikenlerle, çakış taşlarıyla dolu bir yolda birlikte yürümeyi başararak güzel bir hayata ulaşmayı başardılar ki şüphesiz onları bu kadar özel, önemli kılan da onlara can veren oyuncularıydı sanki Hande-Zeynep, Kerem-Kerem, Yağmur- Melis, Ege-Barış olmak için doğmuşlardı. Üzerinden 10 sene geçmesine rağmen onları unutmuyorsak eğer karakterlere üfledikleri ruh sayesindedir.

Güneşi Beklerken, castı, senaryosu, rejisi, müzikleri ile harika bir projeydi. Bize anlatılan ve altında verilen çok güzel mesajlar vardı. Sevgi her zaman kazanırı öğrendik mesela ya da aşkın gücünü, aşkın kimsenin karşısında yenilmeyeceğine inandık. Öyle ki Kerem ve Zeynep her şeye rağmen birbirlerine tutunarak o hayal ettikleri hayata kavuştular. Bu dizi bir çok şey öğretti, hepimizin hayatına bambaşka şekilde dokundu.

Tüm ekibin yüreğine, hepinize çok teşekkür ederim, iyi ki sizinle büyüdüm…

Bir sonraki yazıda görüşünceye dek sevgiyle kalın.

 

CANDAN ÖTE (En İyi Arkadaşlar Part-1)

HAZIRLAYAN: ŞEYMA BULUT-AYŞENUR BOZ- SİMAY DEMİR-ELA ERDOĞAN

DERLEYEN-YAZAN: ŞEYMA BULUT

Kardeşlik acaba sadece kan bağı mıdır? Yoksa ailemizi seçebilir miyiz? Ben arkadaşların seçilmiş kardeşler olduğuna inanlardanım. Dizilerde de karşımıza bu kardeşliklerin binbir türlüsü karşımıza çıktı ve ben bu ilişkilerin de en az aşk kadar ilgi çektiğini düşünenlerdenim. Capella Ekibi olarak bizler de bu düşünceden yola çıkarak bu ekranlardan geçen, bizce en tatlı 10 kankayı buraya taşımak istedik. Herkese keyifli okumalar dileriz.

  • Kuzey ve Ali (Kıvanç Tatlıtuğ-Rıza Kocaoğlu)/ Kuzey Güney

Dostluk, kardeşlik falan bu arkadaşlığı anlatmaya yetmez. Candan öte candı onlar. Burada Ali’nin aslında çok önemli bir durumu var çünkü Kuzey’in gerçekten bir kardeşi var ve o kardeşi her köşe başında ihanet etti Kuzey’e. Bu sebeple Ali çok özeldi. Geçmişiydi, bugünüydü, sığındığı dağdı Kuzey’in ve ne yazık ki onu kaybettiğinde artık dünyaya olan güveni de gitmişti. Kuzey için Ali candan öte kardeşti ve ölmesiyle bile bu durum asla değişmedi çünkü Kuzey kardeşinin de ruhunu içinde taşımaya devam etti.

  • Vartolu ve Medet ( Erkan Kolçak Köstendil- Mustafa Kırantepe)/ÇUKUR

Çukur’da biri diğerinin adamı olarak karşımıza çıkan ikiliyle zaman ilerledikçe anlıyoruz ki onlar kardeş öte olmuşlardı. Vartolu için Medet sağ kol olmaktan ziyade her şeyiydi. En karanlık yollara, dipsiz kuyulara dalsa da, tek de kalsa hep Medet oradaydı. Bazıları kalpten dosttur, bazıları ölümüne candaştır derler ya Medet ve Vartolu’nun ilişkisi de böyleydi. Arkadaşlar birbirleri için can da verirler, yoldaş da olurlar sözünün kanlı canlı örneği oldular. Bizler de onların bu ilişkisini keyifle izledik.

  • Soner ve Akgün (Halil Babür- Alperen Duymaz)/ Son Yaz

“Senin bir ailen yok, benim bir ailem yok, bizim birbirimizden başka kimsemiz yok…” İşte bu replikler kulaklarımda öyle tiz çonlıyor ki size anlatamam. Son Yaz evreninin bana sorarsanız en gerçek dostluğuydu Akgün ve Soner’in arkadaşlığı. Her belada sırt sırta vermeyi, birbirleri için eyri gelip hayatlarından yeri gelip de özgürlüklerinden vazgeçişleri hala gözlerimin önündedir. Arkadaşlık, dostluk seçilir, insan o insanı özellikle tercih eder. Akgün ve Soner ne yaşanırsa yaşansın birbirlerinin candaşı olmaktan hiç vazgeçmediler. Son Yaz evreni bizlere çok fazla ders verdi, çok özel ilişkilere şahit olmamızı sağladı. Onların en özeli de tartışmasız Akgün Gökalp Taşkın ve Soner Sancaktar dostluğuydu…

  • Mesut ve Hüsnü (Şevket Çoruh-Özgür Ozan)/Arka Sokaklar

Sırt sırta geçen bir ömür, silah arkadaşlığı ve birbirlerine aile olmuş iki yorgun adam. Birlikte ömür geçiren Hüsnü ve Mesut her acıyı, kederi birlikte göğüslediler. İkisi de hiç kolay hayatlar yaşamamalarına rağmen hep gülmek için, devam etmek için bir sebepleri vardı. İki koca adamın dostluğu, birlikteliği de yıllardır onları izleyen,hatta onlarla büyüyen bizlere büyük keyif verdi. Dizi 16.sezonuyla bu sezon da ekran yolculuğuna kaldığı yerden devam edecek.

  • Aziz ve Adem (Murat Yıldırım- Güven Murat Akpınar)/AZİZ

Aslında onlar iki kuzendiler ancak biz onları hep kardeş gibi izledik. Aziz ve Adem arasındaki dostluk hep bir şeylerle sınandı. Ailelerle, bir kadınla, dönemin getirdiği ağır koşullarla sınandılar ancak yine birbirlerinden asla kopmadılar. Ne Adem ne de Aziz tam anlamıyla birbirlerine asla ihanet etmedi. Dilruba meselesinde ihanet edilmiş gibi gözükse de aslında Aziz’i öldü bilen bir Adem vardı ve aşk gibi kontrolsüz bir duyguda ben çok da suçlamıyorum. Ancak hayati olan, acı olan ve Aziz’i ölüme götürecek her durumda Adem dimdik Aziz’in arkasında durdu. Adem çocukluğundan beri kıskançlık büyüttüğü Aziz’le orta yolu bulurken zorlansa da , eğer o bayrak göndere çekildiyse bunda Adem’in de payı büyüktür. Özellikle Galip ve Pierre konularında kardeşinin yanında olan Adem’in bundan sonra bir daha Aziz’le ters düşeceğini düşünmüyorum ama iyiyken herkes birbirine destektir ama kırgınken bile yapmak işte o büyük maharet ister.

  • Kerem ve Barış ( Kerem Bürsin- İsmail Ege Şaşmaz)/Güneşi Beklerken 

Kerem ve Barış çocukluklarından bu yana birlikte büyüyen, her şeyi birlikte yapan ama birbirine asla benzeşmemiş iki gençti. İkisinin de aynı kıza aşık olması yollarını bir süreliğine ayırsa da aslında birbirlerine asla sırtlarını dönmediler. Ne Barış ne de Kerem bir gözlerini hep diğerinin üstünde bıraktı. Koca ömrü birlikte geçirdiler. Böylesine bir dostluğu bir günde heba etmediler. Aralarına giren soğukluk zamanla yerini anlayışa ve en sonunda da Kerem’le Zeynep’in kızları Masal’ın amcası olma yoluna giden bir yol oldu. İkili ilişkilerin gücü yaşanan acı tecrübe ve fırtınalardan nasıl geçildiğiyle doğru orantılıdır. Barış ve Kerem’in yolları hep engebeli olsa da o yolda birbirlerine destek olmaktan da , kardeş olmaktan da asla vazgeçmediler.

  • Ömer ve Sinan (Barış Arduç- Salih Bademci)/ Kiralık Aşk

Kiralık Aşk’ın aklımıza kazınmış arkadaşlığını hatırlayan var mı? Ömer’le Sinan bütün hayatlarını birlikte geçirmiş, hayatlarını sıfırdan birlikte inşa etmiş iki can dostuydu. En dipten başlayarak zirveye çıktıkları işlerinde her zaman birbirlerine destek olup, yan yana yürüdüler. Sinan olmasa Ömer hayatının aşkıyla bile tanışamazdı. Defne’yi her şeye rağmen Ömer’in hayatında onu kaybetme pahasına tutan da Sinan’dı. Arkadaşına iyi geleni görüp, ona göre davrandı. Kendi hayatı yıkılırken bile koşa koşa Ömer’i bulan da yine Sinan’dan başkası değildi. Ömer’in ardındaki enkaz olan Defne’nin de Ömer’in de yeniden yollarının kesişmesi, birlikte inşa ettikleri ikinci şansları bile Sinan’ın dirayetiyle olmuştu. Ömer de bütün kurallarına, katılığına rağmen dostuna sırtını dönemeyip, sevgilisiyle ülkeyi terk etmekten bile Sinan’sız eksik kalacağı düşüncesiyle geri adım atmıştı.  Biz de doğal olarak bu özel dostluğa burada yer vermek istedik.

  • Miran ve Fırat (Akın Akınözü- Cahit Gök) /Hercai

Hercai’nin can kuşları Miran ve Fırat’ı atlayacağımı düşünmediniz değil mi? Onlarla ilk tanıştığımda bir ağa ve kahya ilişkisi göreceğimi sanmıştım ama öyle olmadı. Miran ve Fırat arasındaki ilişki dostluktan, kardeşlikten de öteydi. Fırat yeri geldiğinde ne kadar öfkeli olursa olsun Miran’ın karşısında dimdik duracak kadar cesur ama Miran’ı hiç bir koşulda bırakmayacak kadar da sadıktı. Miran da ne olursa olsun, dünya ayaklarının altından kaysa bile Fırat’a sırtını dönmedi. O kardeşiydi, çocuklarının amcasıydı zaten, nasıl yapabilirdi ki? Miran bildiğimiz gibi büyük hatalar yaptı ama bir çoğunu da telafi etti. Miran’ın kalbinin sesini dinlemesini sağlayan en önemli etken de Fırat’tan başkası değildi. Bu güzel arkadaşlığı asla unutmayacağız.

  • Ateş ve Orhan ( Timuçin Esen- Okan Yalabık)/ Hekimoğlu

Hekimoğlu’nun eşine ve benzerine nadir rastlanan dostlığuydu Ateş ve Orhan’ınki. Birbirlerinin en yakın arkadaşı olmaktan öte can yoldaşlarıydılar. Ateş’in hayatta en çok güvendiği insan olan Orhan aslında onu yaşamın içinde tutan yegane kişi. Ateş’in tüm huysuzluklarını, sertliğini, sakatlığından kaynaklanan öfkesini büyük bir sabırla çekti. Aslında karşıdan bakıldığında hep Orhan fedakarlık yapıyor gibi görünse de, Ateş’i en olmaz vakalara sokabilen tek insan da Orhan’dan başkası değil. Orhan her yalpaladığında yanında Ateş’i bulurken, Ateş zaten bu yolu arkadaşıyla yürüdü. Ender görünen dostluklarının belki de en büyük öğretisi ” Sevgi içeriden gelir” anlayışıdır, kim bilir?

  • Kadir ve Mazlum ( Halit Özgür Sarı-Kaan Sevi)/Kardeşlerim

Serimizi Kardeşlerim’in ilham evren arkadaşlığı Mazlum ve Kadir’le sonlandıralım istedim. Kadir ve Mazlum mahalle arkadaşı, her kavgaya birlikte giren, derdi, tasayı birlikte sırtlayan iki can dosttu. Mazlum Kadir için bir dayanak, bir güçtü her zaman. Kadir içerisine girdiği hayat mücadelesinde çok zorluklar yaşadı. Bir yanda kardeşleri bir yanda ayakta durma çabası derken her yıkıldığında onu kaldıran Mazlum’dan başkası değildi. Öyle ki bazen Kadir tükendiğinde Mazlum onun bile haberi olmadan meselelere dahil olurdu. Arkadaşlık da bu değil midir zaten? Dostun söylemeden görürsün bir şeyleri ve ona göre hareket edersin. Bazen gözünden anlarsın, tek bakışından. Mazlum ve Kadir’in dostluğu da böyleydi…Çok özeldi.

BONUS :

  • Mike ve Harvey ( Suits)

Tesadüfen kesişen yollar ve bir ömür sürecek bir dostluk. Harvey ve Mike yolları kesiştiğinde, birlikte bir yalan üstüne iş birliği kurdular ama bu ortaklık onları daha sonrasında abi kardeş seviyesine getirdi. Team Harvey olarak hayatımda gördüğüm en keyifli avukatlık dizisinin yegane izlenme sebepleriydi. Mike ve Harvey dosttan, kardeşten ötelerdi. Hayatın başındaki Mike’ın kendini, yolunu bulmasını Mike sağladı. Ve Mike da Harvey’in her şeye sahipken asla gözünün önünde duran ve kaybetmek üzere olduğu hazineyi görmesini sağladı. Mike ve Harvey’in yolları bir süre sonra ayrılsa da her zorlukta bir şekilde yan yana gelip, mücadele ettiler ve eminim ki hala etmeye devam ediyorlar.

  • Castiel ve Dean (Supernatural)

Supernatural’ın unutulmaz dostluğunu anmadan yazıyı bitiremezdim. Dean ve Castiel yolları büyük savaş için kesişmiş olsa da sonrasında Cass, Dean için isyan ederek bu dostluğu bambaşka bir seviyeye taşıdı. Dean için bu hayattaki en değerli insan kardeşi olmakla birlikte bu düşmüş meleği de asla hayatından çıkartmadı. Onunla dost, kardeş oldu. İkisinin arkadaşlığı ve dostluğunu izlemek ve buna tam 15 sene şahit olmanın verdiği keyfi anlatmaya kelimeler yetmez.

 

Bir dosyamızın daha sonuna geldik. Bir sonraki dosyada görüşmek üzere, sevgiyle kalın.

Serserim Benim Deli Dolu Sevgilim(Kötü Çocuklar Dosyası)

HAZIRLAYAN: ŞEYMA BULUT-AYŞENUR BOZ- SİMAY DEMİR-ELA ERDOĞAN

DERLEYEN-YAZAN: ŞEYMA BULUT

Ah o kötü çocuklar ah…Biraz çapkın, biraz sertler ama biz onları izlerken hem çok sevdik hem de aşkla nasıl iyileştiklerine, hayata döndüklerine şahit olduk. Onları serserilik yaparken de aşık olduklarında da seviyorduk çünkü aslında bu sevginin gücüne inanmamızla ilgili biliyor musunuz? Sevgiyle, aşkla yeniden doğan bazen de aşkla dünyayı bambaşka görmeyi başaran bu adamları hangimiz sevmedik çılgınlar gibi?

Bizler de ekranların bu asi, çapkın, serseri, biraz kötü biraz da çılgın beylerini bir dosyada toplayalım istedik. İşte bizim gözümüzden bu ekranlardan geçen en sevdiğimiz deli dolu beyleri sizler için derledik. Çaylar, kahveler hazırsa  herkese kyifli okumalar dileriz.

 

  • Ediz Cevvaloğlu (Arda Kural)-Lise Defteri

Ah o gençliğimizin dizisi Lise Defteri. Hatırlamayanlar büyük ihtimalle o zamanlarda ya televizyon izleyecek yaşta değildir ya da doğmamıştır çünkü 90’lar çocukları için Lise Defteri özel bir işti. Eh dosyanın konusu da kötü çocuklarımız olunca Ediz Cevvaloğlu’nu anmadan geçemeyiz. Ediz okulun gözdesi, en yakışıklısı ve tabii ki de en yakışıklısıydı. Asiydi, biraz da zorbalığı olsa da göz önünde olmasının verdiği özgüvenle neredeyse tüm okul ona tabiiydi. Eh Mehmet’in gelişiyle tahtı baya sallandı ama Ediz aslında kötü biri değil, babasından dolayı gösterdiği karakteriydi o. Nil’e aşık olmasıyla çevresi de değişmeye başlayan Ediz, daha iyi biri oldu. Onun her halini pek sevdiğimizden listemize onunla başlamak istedik. Ediz unutulmaz kötü çocuklarımızdan ve sanırım unutmak da istemiyoruz.

  • Neco (İlhan Şen)- RAMO 

Ramo’nun asi, serseri ve aşık karakteri Neco’yu geçemeyiz değil mi? Neco suç örgütü liderliği yapan bir babanın sinirli, şımarık ve agresif oğluydu. Biz Neco’yu hep evin kötü çocuğu gibi izlesek de Fatoş’a duyduğu aşk Neco’yu daha iyi biri yapıyordu. Zamanla iyileşme emareleri de göstermeye başlayan Neco gibi öfke dolu bir insan, sevdiğini incitmemek adına aradan çekilen olmuştu. İlhan Şen’in muazzam bir performansla hayat verdiği Ramo dizisinin unutulmaz kötü çocuğu Neco’yu da unutmayacağız.

  • Metin Dündar (Saygın Soysal)- Kara Para Aşk 

Kara Para Aşk’ın unutulmaz kötüsü Metin Dündar’ı hatırlıyor musunuz? Babasız büyümüş, hayatı sokakta öğrenmiş olan Metin kafasına koyduğu her şeyi yapacak kadar azimli ve hırslıdır. Onu sonuca taşıyan sürecin, başkalarının hayatına gasp etmesini göz ardı edecek kadar da yüreği katıdır. Metin’in kötülüğünün altındaki sebepleri size sabaha kadar anlatırım ama onu hayata bağlayan Nilüfer olmuştu. Metin Tayyar yüzünden çok büyük acılara hapsolup, gaddar bir adama dönüşse de Nilüfer onu hayata bağlayan tek insandı. Ona duyduğu aşkla değişmişti. Metin Dündar ve Nilüfer’e duyduğu aşkı asla unutmayacağız.

  • Ali Mertoğlu (Tolga Sarıtaş)-Güneşin Kızları

Güneşin Kızları’nın kötü çocuğu Ali’yi hatırlıyor musunuz? Ali çok acımasız, öfkeli ve serseri bir çocuktu. Babasından hayatı boyunca şiddet gören Al, okulda da çevresinde de sürekli terör estiriyordu.  Ali çok egoluydu mesela, hata yaptığını, yanlış yolda olduğunu asla kabul etmezdi. Onun dediği kanundu ve çevresini de bu şekilde sindirmeyi başarmıştı. Duygusal anlamda iyi hiç bir duyguyu bilmiyordu ta ki Selin’le tanışana kadar. Ali, Selin’leyken bambaşka bir adama dönüştü. Daha anlayışlı, daha sakin bir insan çıktı içinden. Daha da önemlisi Ali umutsuzluğun kör kuyularından çıktı, geldi. Aşkla, sevgiyle iyileşti. İyileşmenin daha iyi bir hali olabilir mi?

  • Doruk Atakul (Onur Seyit Yaran)-Kardeşlerim

Gelelim son yılların en popüler gençlik dizilerinden olan Kardeşlerim’in deli dolu serserisi Doruk Atakul’a. Doruk,Asiye’ye aşık olana kadar oldukça serseri, zenginliğiyle , çapkınlığıyla okula nam salmış, okulun en popüler çocuklarındandı. Doruk Asiye’den önce zenginliği gerçekten bir şey zanneden, başkalarına zorbalık yaparken de altını üstünü düşünse de yapmaktan da geri durmazdı. Sırf kendisi kadar popüler diye okulun en popüler kızıyla çıkan yakışıklımız aslında müziğe yeteneği olan, ruhunda iyilik taşıyan bir çocuktu. Ancak gerek ailesi gerek de büyüme şeklinden, çevresindekilerin de etkisiyle bu yanlarını hiç göstermedi. Doruk ne zaman Asiye’ye aşık oldu, başka hayatları tanımaya başladı o zaman içerisindeki iyi çocuk da gözle görülür oldu. Doruk da aşkla iyileşenlerden diyelim mi? Vallalhi diyelim.

  • Kerim Cevher (Birkan Sokullu)-Hayat Şarkısı 

Bazıları şanslı doğar derler ya işte o Kerim Cevher işte. Ailesinin göz bebeği, herkesin etrafında fır döndüğü, herkesçe sevilen Kerim oldukça şımarık bir arkadaşımızdı. Hülya’yı nikah masasında bırakan, sonrasında kıza ne oldu diye asla düşünmeyen, başka bir kadından çocuk yapıp sonra da olmamış gibi davranan Kerim gerçekten sevgiyle sağduyulu birine dönüştü. Hülya’nın sevgisi, aşkı onun hayatını, mutluluğunu baştan yarattı. Karısının gözü önünde başka kadınlarla flört edip, sonra da pişkin pişkin hayatına devam ederken Kerim çekirdek ailesiyle, aşık olduktan sonra sorumluluk sahibi birine dönüştü. Hülya’dan bir kaç ömür bizden de izlerken 10 ömür çalan süt danası Kerim Cevher, seni hala seviyoruz .

  • Emir Demirhan (Burak Çelik)- Senden Daha Güzel 

Bu yazın sevilen karakterlerinden Emir Demirhan’ı listeye almazsak olmazdı ama değil mi? Emir, Efsun’la tanışmadan önce kadınlara numaralar veren, isimleriyle ya da yaşadığı tek gecenin sonrasını bir kez olsun düşünmeden yaşayan bir adam. “İşe yoğunluğumu kaybederim” diyerek ilişki yaşamayan, tüm kadınların gözbebeği Emir’i bir kadın şu anda fena halde dize getiriyor. Kıskanıyor, öfkeleniyor, dikkati dağılıyor ve hatta işte bile aklından çıkaramaz oldu. Emir bir kadını kaybetmekten böylesine korkarken biz de onun aşık hallerini izlemeye devam ediyoruz. Ehh ne diyelim Emir Demirhan: O ESKİ HALİNDEN ESER YOK ŞİMDİ.

  • Özgür Atasoy(Can Yaman)-Bay Yanlış 

Gecelerin adamı, kadınların bir numaralı gözdesi Özgür Atasoy’u unutmak ne mümkün. Özgür, Ezgi’den önce gayet relax bir hayatı vardı. Kadınlar, ilişkiler bir matematik üzerine inşa edilmişti. Hatta hayatının aşkı Ezgi’yle de yolu bu sayede kesişti. Özgür öyle büyük travmaları olan zorba biri değil ama tam bir serseriydi. Günübirlik ilişkiler yaşarken aslında gerçek aşkın hesap kitap işi olmadığını öğrendi. Ezgi’ye anlattığı şeyler, gösterdiklerinin hep geçici olduğu, gerçek duygularda hesap kitap olamayacağını öğrendi çünkü o taktiklerin hiç birini uygulamadan pat diye aşık oldu. Özgür kötü çocuk değildi ama tam bir serseriydi. O aşkla iyileşmedi, aşk ona hayatın bambaşka bir yönünü gösterdi diyebiliriz. Şimdi büyük ihtimalle Ezgi ve kızıyla çok mutludur diye düşünüyoruz.

  • Pamir Ulaş (Halit Özgür Sarı)-Gizli Saklı

Bu yazın diğer serserisi de şüphesiz Gizli Saklı’nın yakışıklı polisi Pamir’den başkası değildi. Pamir, Naz’dan önce gündelik ilişkiler yaşayan, aile kaynaklı derin travmaları olduğu için kimseye güvenmeyen ve tamamen kendini işine adamış bir adamdı. Pamir’in bir hayat sistematiği vardı ve ondan gram sapmıyordu. Ta ki karşısında anı anına uymayan deli dolu bir kadın olan Naz çıkana kadar. Pamir’in  Naz’dan sonra tüm kalbinin etrafına ördüğü tüm duvarlar yıkılırken, işi dışında da artık başkalarını düşünmeye başladığı bir duruma geldi. Eski hayatına dönmek istediğinde bile bunu yapamayan Pamir aşka çok hazırlıksız yakalandı ancak yıllardır üstü kapalı ama hala kanayan yaraları ilk kez kabuk bağlamaya başladı. Böylesine bir değişimi ancak aşk sağlar arkadaşlar, benden söylemedi. Pamir’le yolumuz kısa olsa da onu asla unutmayacağız.

  • Kerem Sayer (Kerem Bürsin)-Güneşi Beklerken

Aşkla iyileşmek mi dersiniz? Travmalar mı? Ya da adına artık ne derseniz, bir insanın dipten zirveye aşkla, sevgiyle çıktığının en canlı kanıtıdır Kerem Sayer. Kendisi Zeynep’ten önce tam bir zorbaydı. Okuldaki belki de herkese zulmeden, ailesiyle ilişkileri neredeyse hiç olmayan Kerem de aşkla iyileşenlerden. Öncesinde sırf ona karşı geldi diye okul arkadaşlarına yapılmadık zulüm bırakmayan biriydi. Hatta o zulmü sadece diğerlerine değil Zeynep’e de yaptı. Kerem Zeynep’e aşık oldukça değişim göstermeye, daha sakinleşmeye başladı. Ailesinin yok sayıp sevgisizliğiyle hasta ettiği adamı Zeynep sihirli dokunuşuyla hayata döndürdü dersem yanlış olmaz sanırım.  Ama o nasıl bir iyileşmedir? Tepeden tırnağa sevgiyle donatıldı eve içinden bambaşka iyilikte bir insan çıktı. Zeynep aslında Kerem’i değiştirmedi, onun içindeki gizli iyiliği ortaya çıkardı. Aradan yıllar geçmesine rağmen kendisini asla unutmayacağız.

 

BONUSLAR:

  • Chuck Bass (Ed Westwick)- Gossip Girl

Kötü çocuk ya da serseri tabirinin dünyadaki belki de en belirgin örneği Chuck Bass’ti. Bu arkadaşımız Blair’e aşık olmadan önce aklınıza gelecek her türlü zorbalığı yapan, umursamaz, çapkın ve bir o kadar da vicdansız biriydi. Hatta bu acımasızlığını defalarca Blair’e de gösterdi. Karşısındaki en az kendisi kadar şeytani olunca aşka teslim olan Chuck tam anlamıyla kara şovalyeden beyaz atlı prense dönüştü.

  • Damon Salvatore (Ian Somerhalder)-The Vampire Diaries 

Listemizde son yer vereceğimiz isim Damon oldu. Salvatore kardeşlerin büyük serserisini aşk değiştirdi diyeceğim ama kendisi tüm ömrünü benzer kadınlara aşık olarak geçirdiği için pek aşk değil ancak aile bağları diyebiliriz. Damon aslında Katherine tarafından kandırıldığını, kardeşine haksızlık yaptığını öğrendikten sonra değişti. Damon da başka bir sevgiyle iyileşirken, aslında içten içe hiç bir zaman kötü olmadığını sadece içindeki hırslara kurban olduğunu anlıyoruz. Kendisini ve özellikle çılgın danslarını asla unutmayacağız.

 

Haftaya bambaşka bir dosyada görüşmek üzere.

Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

EN İYİ 10 ROMANTİK KOMEDİ

Romantik komediler…Geçtiğimiz yıl yapılan bir araştırmaya göre son yılların en rağbet gören türü seçildi. Aslına bakacak olursanız romantik komediler izletmesi ve başarılı olması en zor türdür.  Başı ve sonu belli bir işi izletmek için bir çok unsurun bir araya gelmesi gerekiyor. Ülkemizin bu hususta çok başarılı olduğunu söylememiz lazım. Son yirmi yılda ülkemizde birçok romantik komedi yayınlandı. Bazıları reyting listesinde rekor kırarken, bazılarıysa hitap ettiği kitle bakımından bunu başaramadı ama bu listedeki dizilerin hepsinin bir ortak noktası var: Yayınlandıkları dönemde özellikle sosyal medyaya imzalarını attılar.

Haydi gelin de bu dizileri yeniden hatırlayaşım1 İşte Capella ekibince en iyi 10 romantik komedi dizisi:

Yabancı Damat (2004-2007)

Gaziantepli bir baklavacı ustasının kızı Nazlı ve Yunan bir armatörün oğlu Niko’nun bir anda ülkesel mesele haline gelen aşk öyküsünün anlatıldığı dizi, başta Yunanistan ve Türkiye olmak üzere birçok ülkede ilgiyle izlendi. Kurtuluş Savaşı’nda şehit düşen bir dedenin torunu olan Nazlı ve nüfus mübadeleleri sırasında ülkesinden koparılan Niko’nun ailesinin bu aşka en başta oluru asla yoktu ama diplomatik ilişkiler, tüm ülkenin baskısıyla aileler ikna edilmişti. Kahraman da Stavro da bu evliliğe karşı da olsalar bir noktadan sonra sussalar da iki kişiyi ikna edemediler: Nazlı’nın dedesi Memik ve Niko’nun babaannesi Eftelya! İki huysuz ihtiyarın da oyunlarıyla işlerin iyice karışacağı Gaziantep- Atina hattında bir yanda geleneksel düşmanlıklar diğer yandaysa aşk vardı. Kimin kazandığını söylememize gerek yok sanırım.

Yabancı Damat bizce bu ülkeye romantik komedi türünü sevdiren bir diziydi. 3 sezon boyunca ekran yolculuğuna devam eden dizi içerisinde birçok tadı ve rengi barındırıyordu. Nehir Erdoğan ve Özgür Çevik’in başrolünde olduğu dizide Erdal Özyağcılar, Sumru Yavrucuk, Binnur Kaya, Nilgün Belgün, Tülin Oral ve Arif Erkin gibi usta oyuncular da yer aldılar.  Dizi sürelerinin de kısa olduğu bir dönemde yayınlanan Yabancı Damat romantik komedi türünü seven herkese şiddetle tavsiye ediyoruz. Hem nahif bir aşk hikayesi hem de çok eğlenceli bir aile dizisi arayanlar için bugün hala tadı damağınızda kalacak, izledikçe başından ayrılamayacağınız çok tatlı bir iş , izleyin,izlettirin.

Kiraz Mevsimi (2014-2015)

Çocukluğundan beri en yakın dostu Burcu’nun abisi Mete’ye aşık olan Öykü ilerde bir gün başarılı bir modacı olmak istemektedir. Herkesten gizlediği aşkı Mete’yi mahalleden arkadaşı Şeyma’ya kaptırır ve hislerini kalbine gömer. Öykü komik tesadüfler sonucunda Mete’nin ortağı ayaz ile tanışır. Ayaz ukala ve çapkın bir tiptir. Birbirlerine zıt bu iki kişi kaderin kendilerine oynadığı oyunlar sonucunda her fırsatta bir araya gelir ve aralarında romantik ama bir o kadar da komik bir ilişki başlar.

Öykü ve Ayaz’ın romantik aşk hikayesi çok sevildi.  Serkan Çayoğlu, Özge Özberk, Nilperi Şahinkaya gibi isimleri kadrosunda bulunduran dizi yayınlandığı dönemde hem ülkemizde hem de yurt dışında büyük ilgi gördü. Kiraz Mevsimi, 59 bölümü Türkiye’de tamamladıktan sonra İtalya’da Canale 5’te yayımlanmaya başlayarak, İtalya’da yayımlanan ilk Türk dizisi oldu. Bu hususta yerli  romantik komedik dizilerinin dünyada tanınmasına yardımcı olan dizi yurt dışında büyük bir başarı gösterdi.

Güzel Köylü (2014-2015)

Bir insanın hayatı bir günde değişebilir mi? Değişebilir…Gül, İstanbul’da kendi mesleğini yapan, mutlu ve huzurlu bir hayatı olan genç, güzel ve başarılı bir kadındı. Bir günde önce işinden oldu, sonra da nişanlısı tarafından aldatıldığını öğrendi. Tam her şey bitti dediği anda Muğla’dan gelen bir haberle hayatının değişeceğini hem de tesadüfen tanıştığı tertemiz bir insanın tüm hayatı olacağını asla bilemezdi. Gül’ü bir kere gördüğü anda ona aşık olan Cemal, ailesinin zoruyla hiç sevmediği bir kızla evlendirilmek üzereyken, İstanbul’da ilk görüşte vurulduğu Gül’ü karşısında gördüğü anda tüm köyü birbirine katan bir şey yapar ve nişanlısını nikah masasında bırakır. Güzel Köy’e gelmesiyle fırtınalara sebep olan Gül ve ona ilk görüşte aşık olan Cemal’in kalpleri birbirine bağlansa da kavuşmaları hiç de kolay olmayacaktır.

Güzel Köylü yayınlandığı dönemde seyircisine  ekranda tatlı bir köy esintisiyle, sıcacık bir hikaye sundu. Gül ve Cemal’in romantik aşk masalı büyük ilgi gördü. Birbirini seven, ayrı dünyalardan iki gencin kavuşmaya çalışırken başlarına gelenlerin konu edildiği dizide onlar kavuşmasın diye çevrelerinde dönen olaylar nükteli bir dille anlatıldı. Yerel işleri sevenler için güzel bir tercih olacağını düşünüyoruz.

Aşk Yeniden (2015-2016)

Zeynep, dik başlı güzel, cesur bir kızdır. Zeynep’in babası nam-ı diğer Derin Şevket’de bir o kadar cesur, sinirli bir balıkçıdır ama Zeynep’e çok düşkündür. Zeynep bir gün Ertan isminde bir çocukla karşılaşır ve ona aşık olur. Zeynep herkese karşı çıkarak Ertan ile birlikte Amerika’ya kaçar. Çok mutludur ama bu mutluluğu hamile olduğunu öğrenene kadar sürer çünkü Ertan, bebeği istememektedir ve Zeynep’ten bebeği aldırmasını ister. Zeynep Amerika’da yeni doğmuş bir bebekle 8 ay dayandıktan sonra geri dönmeye karar verir. Uçakta başka bir Türkiye yolcusu Fatih ile tanışır. Sevdiklerini, tüm ailesini, hayatını geride bırakarak, aşık olduğu Ertan’ın peşinden Amerika’ya kaçan Zeynep, elinde hayal kırıklıkları ve bebeğiyle Türkiye’ye geri döner. Diğer tarafta Amerika’ya eğitim için giden Fatih’in de hayal kırıklıkları ile ülkesine, ailesinin yanına dönme vakti gelmiştir. Fatih, Şekercizade isimli köklü ve zengin bir ailenin tek erkek çocuğudur. Bu yüzden annesi Mukaddes tarafından çok özenli ve disiplinli yetiştirilmeye çalışılmış, daha 6 yaşındayken evleneceği kız bile seçilmişti; İrem. İrem, Fatih’e çok aşıktır ama Fatih, İrem’e aşık değildir. Bu yüzden Fatih evliliğini ertelemek için Amerika’ya okumak bahanesi ile gitmiş orada bir kıza aşık olmuş ve ona evlenme teklifi etmiş ama hayır cevabı almıştır, bunun üzerine o da geri dönüş kararı alır ve uçakta başka bir çaresiz yolcu Zeynep ile tanışır. Fatih’in Zeynep’e teklif ettiği evcilik oyunu başta ikisine de mantıklı gelse bile bu oyun onları ve ailelerini çok komik, çok enteresan ve çok zor bir duruma sokacak ama bu oyun içinde onlar aradıkları veya kaybettiklerini sandıkları gerçek aşklarını, birbirlerini çok komik maceraları ile bulacaklardır.

Aşk Yeniden,2 sezon boyunca süren ekran macerasında reytinglerde kendisine hep üst sıralarda yer bulmuş bir romantik komedidir. Özge Özpirinççi ve Buğra Gülsoy’u buluşturan dizi yurt içi ve yurt dışında büyük bir başarı göstermiştir. Farklı tarzda romantik komedi arayanlara şiddetle tavsiye edilir.

Kiralık Aşk (2015-2017)

Defne Topal, kendi halinde garsonluk yapan, biraz sakar, biraz saf bir genç kızdır. Defne, abisi yüzünden borç batağına saplanır ve üstüne de tefeciler abisini kaçırdığında artık yolun sonuna geldiğini düşünürken bir mucize kapısını çalar : Neriman isimli bir kadın, yeğenini tavlaması karşılığında ona ihtiyacı olan parayı verecektir. Defne önce bu teklifi kabul etmek istemese de abisinin hayatı söz konusu olunca el mahkum kabul eder. Neriman hanımın yeğeni Ömer İplikçi çok yetenekli, alanında bir numara, aşırı disiplinli, kendini çalışmaya vermiş, sert, kuralcı ve iç dünyasının kapılarını tüm dünyaya kapatmış bir adamdır. Defne kendi deyimiyle ” Güzel ve çirkin gibi olacak sandım” dediği hikayede birden kendini Ömer’e deli divane aşık olmuş şekilde bulur ve artık buradan dönüş yoktur. Defne’nin savaşı sevdiği adama yalan söylemekle söylememek arasındaki cenderede geçerken, Ömer’inki de bir o kadar çetindir: Hayatı boyunca gururundan asla ödün vermeyen nam-ı diğer buzlar şelalesi, kendisine söylenen topyekün yalan karşısında aşkı mı, gururu mu seçecektir? Burada daha fazla ipucu vermek istemiyorum ama Kiralık Aşk izleyeceklere en büyük tavsiyemiz şu olacaktır: Biz mucizelere her zaman inanıyoruz!

Kiralık Aşk, yayına girdiği ilk günden itibaren hem sosyal medyayı salladı hem de reyting listesinde geldi, zirveye oturdu. Bugün hala çift haneli reytingi gören tek romantik komedi türündeki tek dizidir. Kiralık Aşk, 19 Haziran 2015 yılında yayın hayatına başladıktan kısa bir süre sonra büyük kitleleri bir araya toplamayı başardı. Dizinin başrol oyuncuları Elçin Sangu ve Barış Arduç’a büyük bir ünü kapılarını araladı. Sevilen ikilinin ardından yaptıkları sinema filminin izlenmesi de Kiralık Aşk’ın ne denli başarılı olduğunun kanlı, canlı ispatı niteliğindeydi. Kiralık Aşk,69 haftalık ekran macerası boyunca birçok ilke de imza attı. Altın Kelebek Ödül Tören’ine kategori açtırdığı kabul edilen dizi, ilk sene en çift, ertesi sene de çift dışındaki tüm kategorideki ödüllerle beraber 20’nin üstünde ödül kazandı. Ayrıca reytinglerde çift haneli rakamları gören tek romantik komedi türündeki dizidir.  Bu sebeple bu türün en başarılı örneği kabul ediliyor. İzlemediyseniz, çok şey kaçırırsınız, bizden söylemesi.

Tatlı İntikam (2016)

Aşkta bir türlü yüzü gülmeyen Pelin, nihayet şeytanın bacağını kırar ve hayallerindeki erkekle evlenmeye karar verir. Ancak müstakbel damat Tolga, nikah günü ortadan kaybolur ve Pelin, aşık olduğu adam tarafından düğününde terk edilir. Bütün bu olanların ardından görmüş geçirmiş bir kadın, Pelin’in mutlu olamama sebebinin, geçmişte üzdüğü birinin ahından kaynaklandığını söyler. Her şey, Pelin’in bu ahın peşine düşmesiyle başlar.Bir anda geçmişini sorgulamaya başlayan genç kızın karşısına, üniversite yıllarında ona aşık olan Tankut çıkar. Üniversitedeyken Pelin tarafından herkesin önünde kalbi kırılan ve aşağılanan Tankut, yaşadıkları yüzünden okulu bırakmak zorunda kalmış ve tüm hayatını değiştirmiştir. Yurt dışına gidip uzun yıllar orada yaşayan ve aşçı olan Tankut, Türkiye’ye bambaşka biri olarak döner ve kendi restoranını açar. Pelin ise Tankut’u bulup ondan özür dileyeceğini ve peşindeki bu kara büyüden kurtulacağını düşünmektedir. Ancak, işler Pelin’in sandığı kadar kolay olmayacaktır çünkü Tankut hiç de onun bıraktığı Tankut değildir. Tankut için de artık intikam zamanı gelmiştir. Pelin ve Sinan(Tankut) arasındaki tatlı sert çekişmeli aşk hikayesine siz de bizler gibi bayılacaksınız.

Tatlı İntikam yayınlandığı dönemde izleyici tarafından sevilen bir romantik komediydi. Leyla Lydia Tuğutlu ve Furkan Andıç’ı bir araya getiren dizi final yapmasının ardından, Altın Kelebek Ödülleri’nde En İyi Dizi Çifti ödülünün de sahibi oldu.

Erkenci Kuş (2018-2019)

Sanem, babasının bakkalında birkaç saat çalıştıktan sonra bir gün gideceği Galapagos Adası ve yazar olma hayalleriyle yaşayan genç bir kızdır. Oraya yazar olarak gidecek ve kendi albatrosunu bulacaktır. Hayat, sen hayaller kurarken başına gelenlerdir derler ya, Sanem’inki de o hesap birden kendini asla tahmin edemeyeceği bir hayatın içerisinde buldu. Ailesinin iş bulmazsan evlendiririz tehdidi yüzünden ablasının şirketinde çalışmaya başlayan Sanem, ne hayatının aşkıyla karşılacağını ne de ona karşı kurulan yalanlarla dolu bir oyuna alet olacağını asla düşünemezdi.

Sanem’in çalıştığı reklam ajansının sahibinin iki oğlu vardı: Emre ve Can Divit kardeşler. Can, uluslararası arenada fotoğraf sanatçılığı yapan, maceraperest bir adam. Aslında senede birkaç gün uğrayıp gittiği şirketin batmak üzere olduğunu öğrenen Can kalmaya karar verir ve işte tam o anda ortalık toz duman olur. Fikri Harika’nın altını oyan Emre ve onun iyi niyetine inanarak ona yardım ederken, Can’ı da kötü kral ilan eden Sanem, yıllardır aradığı albatrosuna kavuştuğundan habersizdir. Peki yalanla başlayan aşk olur mu? Olsa da ayakta kalabilir mi? Kim bilir? Belki de bu defa kazanan aşk olur, ne dersiniz?

Bu hikaye size de tanıdık geldi değil mi? Evet! Erkenci Kuş’un genel hikayesi aynı zamanda Kiralık Aşk’ın da genel hikayesi ve senaristine ait. Aynı hikaye iki kez ekrana taşınırken ikisinin de çok başarılı olması bizce tesadüf değildi. Kiralık Aşk nasıl ki yerel olarak çok başarılı oldu, Erkenci Kuş da aynı başarıyı yurt dışında gösterdi.

Erkenci Kuş yayınlandığı dönemde birçok ödüle layık görülürken, dizinin başrol oyuncuları Can Yaman ve Demet Özdemir’e de uluslararası alanda büyük bir şöhretin de kapılarını araladı. İtalya’da fenomen olan Erkenci Kuş, yayınlandığı Canale 5’de final bölümüyle üç milyon izlenme, 20.4 izlenme payı alarak ülkede şimdiye dek izlenen en yüksek izlenme oranı ve sayısına ulaşan dizi olarak rekor kırdı.

Her Yerde Sen (2019)

Adına ister kader deyin,  ister hayat, başınıza gelen en iyi şeyler çoğu zaman içinden çıkılmaz sorunların arkasına gizlenir. Aynı evde hak iddia eden ve keçi gibi inatçı olan Demir ile Selin birlikte yaşamak zorunda kalır. Bu da yetmezmiş gibi birinin çalıştığı şirkete, diğerinin yönetici olarak gelmesiyle birlikte olaylar içinden çıkılmaz bir hal alacaktır.

Selin ve Demir birbirine taban tabana zıt iki karakter. Selin çok hayalci, Demir’se çok realist bir kişiliğe sahip. Birinin dünyası rengarenkken diğerinde grinin tonları hakim. İşin içine bir de Selin’in Demir’den kurtulmak için girdiği oyunları düşünecek olursak yalana tahammül olmayan bir adamla, ilk başta yanlış anladığı “çitadan” kurtulmak isteyen bir kadının birbirine aşık olmasıyla işler olduğundan daha da karmaşık hale gelir. Bu savaşta aşk kazanabilecek midir? Ehh izleyip de görün derim.

Her Yerde Sen yayınlandığı dönemde özellikle gençlerin büyük sevgisini kazanan, konusuyla alışılmışın dışında bir dünyanın kapılarını aralayan bir diziydi. Aybüke Pusat ve Furkan Andıç’ın başrolünde olan dizi kısa ekran macerasına rağmen uzun süre konuşuldu. Ayrıca dizinin  kadın, hayvan hakları hususundaki tatlı göndermeleri, kadınların ve erkeklerin iş dünyasındaki bakışlarını ve duruşlarını çok nahif bir dille anlatan özel bir projeydi. Ben artık klasik işlerden sıkıldım diyenler için tavsiye edilir.

Bay Yanlış (2020)

“Bay Yanlış” dizisinde Özgür (Can Yaman); zengin ancak salaş bir hayat süren, aşka inanmayan restoran-bar sahibidir. Ezgi ise; artık yanlış ilişkilerden yorulmuş ve düzgün bir ilişki yaşayıp, evlenmeye kararlıdır. Ezgi’nin ilişki konularında başarılı olmadığını gören Özgür, kendisine ilişkiler konusunda mentorluk yapmaya ve Ezgi’nin hoşlandığı erkeği elde etmesi için ona taktikler vermeye başlar. İkili arasındaki anlaşmaya göre Ezgi, Özgür’e annesinin evlendirme baskısından kurtulması için yardım edecek Özgür de ona hayallerinin erkeğini tavlaması için akıl hocalığı yapacaktır ama işler beklenildiği gibi gitmez. Aşk oyunlarının içerisinde birbirine aşık olan Ezgi ve Özgür kendi kişilikleri, aşka ve dünyaya bakışlarındaki farklılıklara rağmen birlikte olmayı başarırlar.

Bay Yanlış aslında Türkiye’de çok ilgi gören bir iş olmadı çünkü dizi konusu itibariyle tamamen Avrupa tarzındaki ilişkileri anlatıyordu. Bu listede olmasının sebebi de ülkemizde fazla ilgi göremese de aynı şey yurt dışı için geçerli değil. Özellikle İtalya ve İspanya’da büyük bir çıkış yakalayan dizi onlarca ülkede Prime Time’da yayınlandı ve hemen hemen tamamında da yüksek reytingler almayı başardı. Yerel ve geleneksel unsurların neredeyse hiç olmadığı, tamamen metropol hayatını anlatan dizi bizce ülkede yapılmış iyi romantik komedilerdendi. Farklı bir tat arayan herkese de şiddetle tavsiye edilir.

Sen Çal Kapımı (2020-2021)

Eda Yıldız, üniversitede bölüm birincisiyken son seneyi yurtdışında okumak üzere burs kazanmıştır, fakat son anda bursu kesilince Eda’nın hayatı altüst olur, üniversiteden atılır, lise mezunu kalır. Aylar boyunca, bursunu kesen Serkan Bolat’a ulaşmaya çalışır ama görüşemez. Halasının yanında çiçekçilik yapmaya başlar. Bir gün Eda yeniden karşısına çıkan Serkan’la yıllardır içinde biriktirdiği öfkesini kusmak için yüzleşir ve olanlar olur. Koca bir günü Eda sayesinde birbirlerine kelepçeli olarak geçiren Eda ve Serkan karşılıklı çıkarları doğrultusunda bir sözleşmeye imza atarlar. Sahte nişanlılık oyununa giren ikili birbirlerine yaklaştıkça aralarındaki çekime karşı koyamaz hale gelirler ve olanlar olur. Birbirine tamamen zıt ve ne olursa olsun geri adım atmayan iki insanın hayatlarının bir anda aşkla birlikte değişmesini konu alan dizinin mucizesi adında saklı: Aşk kapıyı çalacak ama önce kim pes edecek? Söz konusu Eda ve Serkan’sa bunu kimse bilemez işte.

Sen Çal Kapımı 2 sezonluk ekran macerası boyunca çok başarılı oldu. Sosyal medyada hatırı sayılı bir fan kitlesine sahip olan dizi hem ülkemizde hem de yurt dışında çok büyük bir kitleye sahip. Dizinin bitmesine yakın neredeyse her hafta 1 milyona yakın twit atan dizinin sevenleri, dizilerine şanına yakışır şekilde veda ettiler. Sen Çal Kapımı ülkemizde gösterdiği başarının çok daha fazlasına yurt dışında ulaştı. Aynı anda birçok ülkede yayınlamaya başlayan dizi orada da büyük başarıya ulaştı. Geçtiğimiz günlerde İtalya’ya giden Kerem Bürsin büyük bir hayran kitlesi tarafından karşılandı. Dizi yayınlandığı dönemde birçok kez en iyi romantik komedi dizisi ödülüne layık görüldü. Hande Erçel ve Kerem Bürsin’in başrolünde olduğu, ekran hayatı süresince büyük başarılara imza atan dizi bu başarısına her geçen gün, bittikten sonra dahi bir yenisini ekledi. Hayranları tarafından uyumları her gün konuşulan Kerem Bürsin ve Hande Erçel’den bir de film bekleniyor. Onlar bunu gerçekleştirecek mi bilemiyoruz ama biz de heyecanla bekliyoruz.

EN İYİ 10 DİZİ ÇİFTİ

Dizi sektörü gün geçtikçe gelişimine devam ediyor. Her gün yeni bir dizinin hazırlığının başladığı şu dönemde dizi piyasası tabir-i caizse kurtlar sofrasına döndü. Özellikle son yıllarda en az diziler kadar birbirine yakıştırılan başrolleri de konuşulmaya başlandı. Bu durum öyle bir hal aldı ki bazı dizilerde dizi çifti dizinin dahi önüne geçerek kendine özel fan kitleleri oluşturdu.

Biz de sizler için son yıllara damgasını vurmuş, en iyi on ekran çiftini derledik. Sizin de eklemeleriniz varsa, yorumlarda buluşalım…

Şehrazat ve Onur (BİNBİR GECE)

Binbir Gece yayınlandığı dönemde gazetelerin manşetlerine kadar haber olmayı başarmış bir diziydi. Dizideki ahlaksız teklif konusu üzerine insanlar belki de haftalarca konuştular ancak dizinin kendisi kadar konuşulan diğer bir konuysa Bergüzar Korel ve Halit Ergenç’in ekrana yansıyan uyumlarıydı. Dizi onlarca ülkede reyting rekorları kırarken Şehrazat ve Onur için özel hayran kulüpleri kuruldu. Halit Ergenç ve Bergüzar Korel Binbir Gece’den tam 10 sene sonra Vatanım Sensin’de yine bir karı-kocayı canlandırdılar ve izleyenlerden yine tam not aldılar. Yıllar geçse de izleyicinin gözündeki değerlerinin hiç kaybolmadığını da her projelerine gösterilen büyük ilgiyle de görebiliyoruz. Umarım bu büyülü çifti yine bir projede birlikte izleyebiliriz.

Elif ve Ömer (KARA PARA AŞK)

Kara Para Aşk yayınlanmaya başladığında hem ülkemizde hem de dünyada büyük patlama yarattı. Özellikle yurt dışından diziye ilgi büyüktü. Bunun en önemli sebebi de dizinin hikayesi kadar başrol oyuncularının uyumlarının da konuşulmasıydı. Tuba Büyüküstün ve Engin Akyürek’in ekran önündeki uyumları panellerde söyleşilere konu oldu. Dizinin bitmesinin ardından uzun süre konuşulan bu partnerlik için diyecek bir şeyimiz yok aslında: 10 sene üst üste oynasalar yine izleriz. Engin Akyürek ve Tuba Büyüküstün en son Sefirin Kızı dizisinde bir araya geldiler ama kanaatimizce yeniden, sıfırdan bir dünyanın içinde buluşmalılar. Biz de o günü bekliyoruz.

Selin ve Demir ( HER YERDE SEN)

Her Yerde Sen yayınlandığı dönemde rengarenk dünyası, alışılmışın dışındaki hikayesiyle seyircisinden tam puan almıştı. Dizinin başarında şüphesiz ki dizinin başrolleri Furkan Andıç ve Aybüke Pusat’ın enerjilernin hem ekran önünde hem de ekran arkasında tutmasıydı. Selin ve Demir’in eğlenceli ve romantik hikayesi ekrana en nahif şekliyle taşınırken Aybüke Pusat ve Furkan Andıç’ın bu diziden sonra ortak hayran kitlesi her geçen büyümeye devam etti.

Ayşegül ve Poyraz (POYRAZ KARAYEL)

“Ciğerimiz Kalmamıştır!” görselini hatırladınız mı? İşte o Ayşegül ve Poyraz’dan sonra popüler oldu. Poyraz Karayel dizisindeki aşk o kadar yakıcıyı ki izleyicisine hem çok zor hem de çok romantik anlar yaşattılar. Dizide anlatılan aşk insanı delirtecek kadar büyüktü. Aşk böyle etkileyiciyken İlker Kaleli ve Burçin Terzioğlu’nun müthiş uyumları da eklenince dizi kendi içinde ayrı bir dünya kurdu. Poyraz ve Ayşegül’ün aşklarının insanlara bu kadar GERÇEK gelmesinin sebebi de İlker ve Burçin’in yarattıkları Ayşegül’le Poyraz’ın izleyiciye direkt ulaşması oldu. Hala hatırı sayılır bir kitleye sahip olan ikilinin bir kez daha aynı projede yer almasını hayranları büyük bir umutla bekliyorlar.

Mira ve Yaman(MEDCEZİR)

Türkiye’de son yıllarda yayınlanan en iyi gençlik dizisiydi; Medcezir. Dizi yayınlandığı dönemde büyük başarılar elde ederken en az dizi kadar dizinin dünyasında geçen aşklar da insanların ilgisini çekti. Bu hususta kendine büyük hayran kitleleri yaratan Mira ve Yaman’ın aşkları bugün hala konuşulmaya devam ediyor. Serenay Sarıkaya ve Çağatay Ulusoy’un ekranın öteki tarafından dahi hissedilen kimyaları, Yaman ve Mira’nın masum aşkıyla birleşince seyir zevkini en üst noktaya taşıdı. Unutulmazlar arasındaki listeye adını altın harflerle yazdıran Serenay Sarıkaya ve Çağatay Ulusoy partnerliği bizim de en özlediklerimiz listesinde hala  üst sıralardaki yerini korumaya devam ediyor.

Hülya ve Kerim (HAYAT ŞARKISI)

Hayat Şarkısı yayınlandığı dönemde fenomen olmuş bir diziydi. Bunun en önemli sebebi de Hülya ve Kerim’in insanı duygudan duyguya sürükleyen aşk hikayesiydi sanırım. “Bir kadın severse her şeyi yapar!” mottosuyla yola çıkan dizide Hüya ve Kerim iniş çıkışlı aşk hikayesi izleyiciden tam not aldı. Bu aşkın izleyiciye bu kadar geçmesinin sebeplerinden biri de Burcu Biricik ve Birkan Sokullu’nun ekran önündeki harika uyumlarıydı. Enerjileri o kadar yüksekti ki diziyi izleyemeyenler bile internette izledikleri sahnelerin altına ” Bu çift için videoları izliyorum!” yorumları geliyordu. Burcu Biricik ve Birkan Sokullu ikilisini bir daha aynı projede izler miyiz bilmiyoruz ama öyle bir şey mümkünse biz de beklemede kalmaya devam edeceğiz.

Sibel ve Ramo (RAMO)

Son yılların ekranlara damga vuran çiftlerinden oldu Murat Yıldırım ve Esra Bilgiç! Sibel ve Ramo yani nam-ı diğer RamBel dizinin ekran süresi boyunca bazen diziden bile fazla konuşulan bir çiftti. İmkansız aşkları olduk olası sevdik değil mi? Onlarınki de öyleydi. Aşkları nefretten ve ayrılıktan büyük değildi gibi hissediyorlardı ama öyle olmadı. 2 sezon boyunca öyle nahif ve gerçek bir hikaye anlatıldı ki Ramo ve Sibel’in aşkı izleyicisinden tam not aldı. Aşklarının bu kadar sevilmesinin en büyük sebebi de şüphesiz Esra Bilgiç ve Murat Yıldırım’ın ekrana taşınan mükemmel uyumu oldu diyebiliriz. Geçtiğimiz günlerde Murat Yıldırım’ın “belki dijital olur” yorumundan sonra elimiz kalbimizin üstünde, tadı damağımızda kalan dizinin dönme ihtimaline inanarak o güzel haberi bekliyoruz.

Ayşe ve Ferit (KALP YARASI)

Bir dizi çifti diziden fazla konuşulur mu? Evet konuşulur. Bir dizi çifti tek başına diziyi izleme sebebi olabilir mi? Evet olabilir. Neredeymiş bu çift diye soruyorsanız hemen söyleyelim: İşte karşınızda Kalp Yarası! Dizinin senaryosu son 7 bölümdür sallantıda olmasına rağmen genel izleyici kitlesinin Ayşe ve Ferit sevgisi bitmiyor. Her hafta diziyi finalden uzak tutan çift Türkiye’den Brezilya’ya kadar geniş bir hayran kitlesine sahip. Ayşe ve Ferit’in aşklarının bu kadar sevilmesinin sebebi hiç şüphesiz Gökhan Alkan ve Yağmur Tanrısevsin’in müthiş uyumu oldu. Her hafta gündemi sallamaya devam eden hayranları çiftin kitlelere ulaşmasında büyük pay sahibi oldu.

Kalp Yarası, her pazartesi ATV ekranlarında seyircisiyle buluşmaya devam ediyor.

Eda ve Serkan (SEN ÇAL KAPIMI)

İşte karşınızda diziden daha fazla konuşulan bir çift daha: Eda ve Serkan! Sen Çal Kapımı ekranların uzun süren romantik komedilerindendi. Dizi kendini çok konuştursa da bunu yegane sebebi dizideki çiftin harika uyumlarıydı. Kerem Bürsin ve Hande Erçel’in çok nadiren karşımıza çıkan uyumları diziyi en izlenesi kılan detaydı. Eda ve Serkan’ın diziyle birlikte yarattığı hayran kitlesi deyim yerindeyse sosyal medyada deprem yarattı! Dizinin son haftalarında özellikle neredeyse her hafta milyonlarca twit atıldı. Kendine has “HanKer” adı altında bir de fan kitlesi yaratan Hande Erçel ve Kerem Bürsin’in ünü sınırları aştı ve Viyana kapılarına dayandı. Yurt dışında da çok sevilen dizi bugün halen orada da reyting rekorları kırmaya devam ediyor. Bu başarının en büyük mimarları da Hande Erçel ve Kerem Bürsin’in projeye dört kolla sarılarak ayakta tutmaları olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. İkiliyi yeniden bir arada görmeyi de heyecanla beklediğimizi şuraya iliştirelim.

Defne ve Ömer (KİRALIK AŞK)

Gelelim asıl meseleye…Kiralık Aşk’ın deyim yerindeyse sosyal medyada deprem yaratan çifti Defne ve Ömer’i söylemeden bu dosyayı bitirmek olmazdı. Daha dizinin üçüncü bölümünde çiftin kendine ait bir fan kitlesi oluşmuş ve hatta o yıl haber kanallarında : Türkiye yeni Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ını buldu haberleri dönmeye başlamıştı. Elçin Sangu ve Barış Arduç’un ekran önündeki uyumları insanları kendine o kadar çekti ki dizinin ikinci sezonu senaryosal anlamda zayıf olsa da seyircisinin asla bırakmadığı bir iş oldu. Altın Kelebek Ödüllerinde En İyi Çift Kategorisi açıldığı anda üstünden 1 sene geçmemiş olmasına rağmen milyonlarca oy alarak ödüle kavuşan çift, iz bırakanlar listesine adlarını altın harflerle yazdırdılar. Kiralık Aşk sonrasında da “Mutluluk Zamanı” isimli bir de sinema filmi yapan Elçin ve Barış orada da başarılı oldu. Şehir şehir , ülke ülke gezen ikiliye gösterilen sevgi görülmeye değerdi. Yazarınızın listesinde her daim zirvede olacak olan ikilinin yeniden bir araya gelecekleri günü (biliyoruz, inanıyoruz ) sabırla beklemeye devam edeceğiz.

 

Şimdilik bu kadar arkadaşlar!

Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.