YAZAR: A. Ela ERDOĞDU 

 

Masallara inanır mısınız? Ben çok inanıyorum. Onların büyülü dünyasına, iyilerin hep kazanacağına, oradaki aşklara, kimsenin kimseyi çıkarsız sevdikleri bir evrene çok ama çok inanıyorum. Gelsin Hayat Bildiği gibi izlerken de kendimi bazen bir aksiyon romanında bazen de bir peri masalının içerisinde hissediyorum. Bu yüzden size bir şey anlatacağım, hazır mısınız?

Dünya dönmeye başladığı andan itibaren her şey belirli bir denge üzerine kuruludur ve bu denge hep zıtlıklarla sağlanır. Aydınlık ve karanlık, güzel ve çirkin, iyi ve kötü bir diğeri olmadan diğerinin anlamını yitirdiği yadsınamaz bir gerçek. Şimdi size bir masalı hatırlatmak istiyorum ki bu masal benim çocukken sabah ve akşam izlediğim bir çizgi filmdi “Güzel ve Çirkin” bu çizgi filmi bilmeyen yoktur aranızda. Prens Adam bildiğiniz üzere biraz bencil ve kibirli birisidir ve bu yüzden bir büyücü tarafından lanetlenir. Ona verdiği “gül” solana kadar kendisinin birini gerçekten sevmesi ve o kişi tarafından da gerçekten sevilmesi gerekir yoksa ölene kadar böyle lanetli kalacaktır. Hiç beklemediği bir anda babası için kendini feda eden Bella ile şatosunda yaşamaya başlar ve bilirsiniz başlarda sürekli didişip dururlar ve farkına varmadan ikisi de birbirlerine kapılırlar. Bunu kabul etmeleri uzun sürer özelle Adam tarafından zira kendisini karanlık, çirkin ve kötü olarak bildiğinden Bella’nın o güzel kalbine de güzelliğine de layık bulmaz, onun tarafından sevilebileceğini kabullenemez tanıdık geldi değil mi? Bella babasının yanına gittikten sonra şatosu saldırıya uğrar ve asla direnmez Bella olmadan yaşamaksa ölmeyi tercih eder ta ki Bella ona seslenene kadar. Bella’nın varlığından aldığı güçle saldırıdan kurtulur Adam. Yani Adam’ın hayatı Bella’dır tıpkı Sadi’nin hayatının Songül olması gibi…

Bölüme yüksek bir tansiyonla başladık. Songül o depoda nefes aldığında şüphesiz bir çoğumuz derin bir nefes aldı lakin en büyük nefesi Sadi’nin aldığı tartışmaya kapalı bir nokta. Sadi kriz anlarında soğukkanlı olmasa da gayet soğukkanlı davranabiliyor. Songül’ü o depodan çıkarırken, hastane de kendisine gelmesini beklerken içi içini yese de karısı uyanıp da onu gördüğünde daha da korkup paniklemesin diye dışarıdan soğukkanlı görünebiliyor. Sadi hayatının en korku dolu anlarını yaşarken Songül’ün aldığı o nefesle kendine geldi. Sadi ona nefes oldu. Songül uyandığında “Hoşgeldin kocacım” derken aslında içten içe onu o cehennemden çıkaracak tek kişinin Sadi olacağına o kadar inanıyordu ki daha gözlerini tam açamadan o sözcükler dudaklarından döküldü. Sadi var olduğu sürece Songül’e nefes olacak ve Songül bunu artık çok iyi biliyor.

Songül Sadi’nin onu her şeyden koruyacağını bilse de bilmediği dışarıda bekleyen bir sırtlan olduğuydu. Serdar onu öldürmek her şeyi yapıyor ve ne yazık ki Sadi’yle Songül düşmanın kimliğini bilmiyor. Songül bu kadar ölümle dans ederken dışarıdan olacakları görebilecek tek insan da kocasından başkası değil. Sadi artık bir yolun sonundayken bir başka yolunda tam başında artık daha kontrollü olması gerektiğinin farkında ve bunu farkında olduğu kadar da endişeli. Endişesini kontrol etmek zorunda zira panik olursa hata yapar ve bunu çok iyi biliyor bu yüzden yapabildiği kadar serin kalmaya çalışıyor bunun en büyük kanıtı da hastanede Serdar Müdür – Taylan Başkomiser ile arasında geçen sohbetti. Burada küçük bir ayrıntı vereceğim, Sadi yangının kim tarafından çıkarıldığının ortaya çıkacağını söylediğinde Serdar’la olan ufak bakışmasında haini içgüdüsel olarak tespit ettiğini düşünüyorum ancak elini orada çok açık etmedi. Songül’ün durumu buna engel oldu. İnceden inceden Serdar ve Taylan’a ” Dışarıdan yangını izlemek zor olmuştur” diyerek lafı dokundurttuğunda Songül tarafından seslenilmesiyle karısı için daha fazlasını söylemeden sustu zira Taylan’ın söyledikleri ile ortam zaten yeterince gerilmişti. İlk başlarda kendi gergin olan Sadi “Sen doğru olanı yaptın karıcığım” diyerek Songül’ü sakinleştirmeye çalıştı, o sırada önemli olan tek şey Songül’ün hala onunla olmasıydı ama ben Sadi’nin Serdar’ı unutacağını asla düşünmüyorum. Zaten kişilik olarak hoşlanmadığı Serdar’ın dahli olan üçüncü vakayla birlikte Sadi’nin onunla ilgili daha dikkatli olacağını düşünüyorum. Özellikle Songül’ün ona düşkünlüğünü düşünecek olursak Sadi için daha da huzursuz günlerin kapıda olduğunu söyleyebilirim. Aşk böyle değil midir zaten, artık tek kişilik değil iki kişilik yaşamaya başlarsın. Sadi’yse bir tek kalp atışında yaşıyor ve o kalp durmasın diye kendi kalbini de gözünü kırpmadan feda edecek kıvama geldi.

Hepimizin hayatında öyle anlar olur ki bildiğimiz benliğimize ters olayların içine girer, kendimizin dahi kendimizden beklemediği hareketler yaparız. Sanki içimizde başka bir ben var ve o onları yapmış gibi gelir. O gizli “ben”e  ya aşık oluruz ya da ondan tamamen kaçarız tıpkı Sadi’nin ikinci şansına başladığı andan itibaren içindeki Yedi Emin’den kaçtığı gibi. Sadi’nin geçmişi hâlâ yerin altında biz göremiyoruz ama o geçmişi unutmaya çalıştığını içindeki Yedi Emin’i belli etmemeye çalışmasından anlamak zor değil zira Yedi Emin Sadi’nin yumuşak karnı. Yedi Emin olarak büyük bir gücü elinde tutuyordu büyük ihtimalle düşmanı da korkanı da çoktu ama Emin korkmuyordu ama Sadi korkuyor kendisi için değil karısı için. Sadi aslında o gözlükleri takıp etrafta caka satmaktansa gündüzleri okulunda olup, geceleri de Songül’ün dizinin dibinde elma soymayı etrcih edeceği bir hayat düşlüyor ancak izin vermiyorlar. Bir ölüm karanlığı an be an Songül’ün üstüne çöküyor ve onu oradan Sadi’nin aydınlığında kurtaramaz. Sadi, öğretmen olarak bunu yapamaz ama 7 Emin olarak yapabilir. Onun bağlantıları, gücüyle bunu başarabilir bu yüzden de şimdilik bazı tövbelerini bozdu. Gölge bir düşmana karşı gölgelerde dolaşması gerek ama bunu koyu mavi ceketiyle değil, siyah deri ceketi ve zifiri karanlık gözlükleriyle yapabilir. Çünkü tam olarak kimliğini bilmediği bir düşman var karısını defalarca öldürmeye çalışan ve şu an Sadi olarak gücünün her şeye yetmeyeceğinin farkında tam olarak Emin’e dönmek istemese de bu kendi kontrolüne olmadan olacak gibi görünüyor çünkü hayatı karısının ekseni etrafında dönen bir adamı onun canıyla sınamak biraz yürek ister gibi sayın büyük patron.

İsmini çok uzun zamandır duyduğumuz ancak cismen yeni yeni karşılaştığımız büyük patron Servet Bey. Oldukça heybetli, güçlü ve zeki bir adam ama yüzünde büyük bir maskeyle yaşıyor. Belki de hayatındaki insanların çoğu gerçek Servet’i bilmiyor. Herkesin bildiği Servet büyük bir oyuncak mağazasının başı ama bu görünen tabii… Tek bu kolda nam yapan bir adam olmadığını geçen haftaki telefon konuşmasından anladık yani büyük bir güç sahibi piyasanın zirvesinde. Çok sevdiğim bir söz vardı zirveye çıkmak kolaydır asıl zor olan zirvede kalmaktır zira güç ve en iyi olmanın getirdiği ego burnunuzun ucunu bile görmenizi engeller. Zirvedeyken kendini en iyi sandığından en zekide sensindir bu egonun getirdiği körlükle defalarca öldürmeye çalıştığı kızın her defasında nasıl kurtulduğunu öğrenmeye teşebbüs etmiyor. Çünkü kendince harika planlardı ve şans eseri kurtuluyordu eğer egosunu bir kenara bırakıp Songül’ü eski bir meseleden kalan bir pürüz olarak görmekten vazgeçip tekrardan araştırsa çoğu sorusunun cevabını bulacaktır. Yalnız burada bir çengel atmam lazım. Servet istese Songül’ün kendisine ulaşmasını bir parmak hareketiyle engeller. Tayinini çıkartır. Ki trafik şubede ona ulaşması mümkün değildi. Nejat’ın hatasının ardından tüm ortaklarını yok etti. Peki Songül kimin hatasının bedelini ödüyor? Servet büyük ve karanlık bir adam ve acımasının olmadığı küçük bir çocuğun bile ölüm emrini vermesinden anlayabiliyoruz. Böyle karanlığın içinde olan bir adamın da Yedi Emin’i tanımaması bana pek mümkün değil. Bu iki güç merkezi adam birbirlerini tanıyorsa eğer Yedi Emin’in tersinin ne kadar kötü olduğunu da muhakkak biliyordur. Ve Songül’ün arkasında heybetli ve güçlü bir şekilde duran bu dağın Yedi Emin olduğunu öğrendiğinde biraz egosunu geriye bırakmasını tavsiye ederim zira tam dört kere onun her şeyi olan karısını öldürmeye çalıştı. Farkında olmasa da büyük bir kasırga bekliyor Servet Bey’i.

Büyük başın derdi büyük olur sözünü hepiniz duymuşsunuzdur. Songül tam dört keredir Serdar Müdürün tuzaklarından kurtuluyor ancak artık Serdar da  bence yavaş yavaş korkudan tutuşmaya başladı. Tam dört keredir Servet’in kendisine verdiği işi batırıyor bunun korkusu var üstüne bir de Organize şubeye geçtiğinden beri başı beladan kurtulmayan Songül cephesinden de “Acaba benden şüphelenmeye başladı mı?” endişesi var. Özellikle de hastanede olan konuşmalardan sonra iyiden iyiye tedirginleşti. Hastanede Taylan emre itaatsizlikle suçladı Songül’ü ancak ona emri veren Serdar’dı. Yani Serdar’ın foyası Songül ve Taylan’ın bir baş başa konuşmasına hatta kavga etmesine bakıyor. Songül şu anda Taylan’a odaklanmış olduğundan Serdar’ı görmüyor. Songül babasının yadigarından şüphe etmiyor ama onu gördüğü ilk andan beri gözü tutmayan organik seven MEB’den Sadi için aynısını söyleyemeyiz sanırım. Serdar Müdür çekirge misali zıplıyor bir sıçrama, iki sıçrama, üç sıçrama ve dört sıçrama bence de diken üstünde yaşamakta gayet haklı.

Sadi karısının etrafında bulunan her türlü canlıdan şüpheleniyor şu an ve onu korumak için her yolu korkusuzca yürür. Bu konuda en büyük yardımcıları da başta Yaver ve başsavcı oluyor şüphesiz. Başsavcı ve Sadi arasındaki konuşmaları dikkatle dinlediniz mi? İkisi arasında geçen konuşmalar oldukça sıradan ve hanımcılık etrafında dönse de Sadi onunla konuşurken gayet açık bir şekilde tüm düşüncelerini pat pat söylüyor. Bu bölüm adamın gözüne baka baka “Köstebeği bulduğumda öldüreceğim” dedi ve Başsavcı bu cümleyi hiç sorgulamadı bu da bana Başsavcının aslında Sadi’nin tüm geçmişini bildiğini düşündürüyor. Geçen hafta başkomiser, Sadi ve kendisi konuşurken “Bu kadarını bilmeniz yeterli zaten” demişti o zaman şüphelenmeye başlamıştım şimdi de Sadi’nin bu ifadesine şaşırmaması düşüncemi destekliyor gibi çünkü bir coğrafya öğretmeninin bir başsavcıya böyle bir cümleyi kurması bence şüphe uyandırırdı. Sadi Emin olarak gerekeni yapacak ve anladığım kadarıyla dosyaları kapatmak da savcıya kalacak diye düşünüyorum.

Hepimizin sürekli etrafımızda duyduğumuz ve okuduğumuz bir cümle vardır “Hayat sen planlar yaparken başına gelenlerdir” bu durum Sadi ve Songül’e çok uyuyor bence. Sadi gülüşüne âşık olduğu, onu unutması için kendini kaybetmesi gereken karısını korumaya, saçının teline zarar gelmesini önlemeye çalışırken sürekli bir tehlike beliriyor. Kırdarlar tek başına onu endişeye boğarken geçmişinden ansızın gelen bir tanıdık olan Başhekim Kıvanç’ın varlığı da kendisini oldukça tedirgin ediyor. Geçmişte gelen bu tanıdık da karanlık taraftan çünkü kendisi de bizde Kıvanç Bey’i organ mafyası olarak tanıdık. Bildiğiniz üzere Sadi görür görmez şüphelenmişti ama Kıvanç kabul etmemişti ama bu hafta ikili arasında geçen gergin diyaloglar bu ikilinin eskiden birbirlerini tanıdığı izlenimini yaratmıştı ki bunun doğruluğunu zaten gördük bu konuya daha sonra değineceğim. Doktor Kıvanç hakkında şu an çok az şey bilsek de yaptığı konuşmalardan onun da ikinci bir şans ile Karabayır’a geldiğini düşünüyorum. Geçmişi karanlık ve sırlarla dolu nasıl bu yola girdi bilmiyoruz ama şu an için kendisinin kötü bir adam olduğunu sanmıyorum. Sadi ile Araz’ın başında yaptıkları konuşmada “ikinci şansın” önemini boşunu vurgulamadı bence. Kaldı ki zaten kötü niyetli biri olsaydı Sadi’nin ipliğini çoktan pazara çıkarmıştı. Neden dursun ki? Adamın geçmişini bilmesi şöyle dursun aleni olarak da göz dağı verdi. Kıvanç ve Sadi arasında neler yaşanır bilinmez ama ben bu oyunun daha yeni başladığını düşünüyorum.

Sadi bu kadar cephede savaşırken, Songül de kendi içinde kıvranıyordu. Geçmişin izleri bir gölge gibi her birimizi takip eder bazen o izde boğuluruz bazen o ize sarılır ve bazen o izin bıraktığı öfke yüzünden savaşırız. Hayatımız büyük bir savaş alanı ve asla bir kazanan olmuyor çünkü savaş çanları her daim çalıyor. Sadi karanlık geçmişinden kaçarken Songül onun tam aksine geçmişine sıkı sıkı sarılmış vaziyette. Sarılmayıp da ne yapsın ki zaten o geçmişte annesi var o geçmişte babası var, güzel anıları ve çocukluğu var. Songül için Hera benzetmesi yaptığımı hatırlarsınız hepiniz Songül artık benzemenin bir tık üstü Hera olmaya başladı bence. Neden mi böyle düşünüyorum hemen hemen açıklayayım. Bu kız bir buçuk, iki aya yakın olan bir zaman aralığında 2 kez bombalı saldırıya, 1 kere pusu ve 1 patlama olmak üzere dört kere ölümden döndü. Normal bir insan bu olaylardan sadece birini kısa bir zaman diliminde bu kadar yaşasa büyük ihtimalle akıl sağlığını kaybederdi, ben kendimi düşünüyorum delirirdim büyük ihtimalle ama Songül ne kadar yorgun ne kadar bitik olsa da kendini asla bırakmıyor. Bıraksa da Sadi’nin onun düşmesine izin vermeyeceğini biliyor ama hayatı boyunca kendisinden başka bir dayanağı olmayan birisi için bu kolay değil. En güçsüz anlarında kocasının ona gülümsemesi, bırakmayacağını söylemesi yetti de arttı bile. Sadi ” Seni unutmam için kendimi unutmam lazım” dedi. Songül tam da buna sığındı zira artık yalnız değil. Kendini sarmalamak zorunda değil çünkü her düştüğünde elinden tutup kaldıran bir insan var. Yine de hepimiz insanız, hele de mutluluğu yakalamışsak hiç bir şeyden korkmasak bunu kaybetmekten korkarız. Songül de bundan korkmaya başladı ama Hera demiştim değil mi? Songül’ün tüm korkuları gün yüzüne çıksa da onları bastırmaya çalışıyor çünkü korkularına teslim olursa düşer ve o düşerse Sadi’de onunla düşer. Songül’ün bu zamana karşı oluşturduğu zırhı artık tamamen düştü ve Sadi bunu ona hissettirmese de farkında. Songül o kadar uzun süre yalnız kaldı ki evde ağlarken kendine nasıl sarıldığını gördünüz değil mi? Ama artık buna ihtiyacı yok. Onu hayatının tam merkezine koyan, ona kuzey yıldızım, yörüngem diyen bir adam var. Songül hayatında ilk kez sahiplenilmeyi, aşık olmayı ve daha da önemlisi bir insanın hayatındaki en önemli kişi olmanın huzurunu yaşıyor. İleride olacakları biliyorum ama inanın ancak kayanın üstünden tozu alıp götürür. Bu aşkı kimsenin kolay kolay yıkabileceğini düşünmüyorum.

Her babalar çocukları için şüphesiz ki en büyük kahramanıdır ama kız çocukları için durum daha farklı ve derin oluyor. Biz kız çocukları için babalarımız kahramanımız olmak dışında aynı zamanda da ilk aşkımız oluyor bu sebeple onların bizde bıraktığı iyi veya kötü her iz bizim geleceğimizi şekillendiriyor. Songül için de babası onun kahramanı bunu söylemekten gurur duyuyor, o hâlâ babasına aşık küçük bir kız çocuğu. Hayatının en zor dönemlerinde olan Songül Ankara’dan gelen telefonla bir darbe daha adlı. Babasından kalan son yadigâr olan halası da gitmişti ve artık kocasından başka tutunacak dalı kalmadı. Eniştesinin verdiği ve Songül için kaşıkçı elmasından bile daha değerli olan kutunun içinden çıkan eşyalar arasında benim en dikkatimi çeken hiç şüphesiz “Karamazov Kardeşler” oldu. Okuyanlar bilir bilmeyenler için söyleyeyim bu kitapta kötü bir baba ve dört oğlunun hikayesi anlatılır. Bu kitabın babasının en sevdiği kitap olması ve Songül’ün sonunun kendisininki gibi olmasından korkması ve son olarak videoda duyduğumuz konuşmalar biraz kafamı bulandırmadı değil. Servet’in hataya komple karşılık vermesi sonra da bu elimize geçen doneler beni bir acabaya sürükledi. Bu kitap ve video bizlere verilmedi diye düşünüyorum ama çok da emin değilim izleyip göreceğiz.

Sadi ve Songül bir elmanın iki yarısı, bir fidanın güller açan dalları şüphesiz ki ama bu yola ilk çıktıkları zamanları düşünce büyük bir tebessüm oturuyor inanın yüzüme. Yan yana iki farklı yolda yürüyen yabancılardı şimdi aynı yolda el ele can cana aynı hedefe yürüyen ayrı bedenlerde tek kalpler. Sadi ve Songül ilişki evrelerinin hepsini tamamladı artık birler, bütünler ikisi de birbirlerinin her şeyi, onlar artık bir ayrı değil. İlişkilerini yollarına koysalar da bunca koşturmaca arasında birbirlerine sığınsalar da bazı konularda açık yaraları hâlâ mevcut durumda bunu da en açık Havva bebek sahnesinde gördük. Ne Songül’ün anneliğin hazır olmamakla ne de Sadi’nin babalığa hazır olmamak gibi bir durumu yok ama Songül annesiyle az vakit geçirebildiğinden bir “anne” nasıl olarak bilmiyor, Sadi ise kendini hâlâ güzel olan hiçbir şeye layık görmüyor bu yüzden “mafya babası” şakası aslında şaka olmanın ötesindeydi. Aslında ikisi çoktan aile oldular ve bu ailenin büyümesine de çok hazırlar. Sadece yapabilir miyiz korkusu var. Bu bebekle aslında biz gelecekten de bir hayal kutusu izledik diye düşünüyorum. O kutu açıldığında şu andaki karanlıktan asla etkilenmeyen bir Sadi, anne olmaya çok hazır bir Songül gördüm ben. Bebekleriyle konuşurken de, ondan ayrılmak istemediğinde de o yüzündeki ifade aynıydı. Songül, Sadi’ye ” Sence benden anne olur mu?” diye sorarken aslında Sadi’nin onu anne olarak görüp görmediğini merak ediyordu. Aradaki bazı şeyler de hallolduğunda çok iyi bir aile olacaklarına eminim. Sadi her ne kadar içindeki karanlığın buna engel olacağını sansa da o çoktan aydınlığa yürüdü, sadece buna inanması lazım.

Sadi tam bir eski zaman adamlarından gibiymiş gibi geliyor mu size de ? Kaşrısındaki kadına öyle bir saygı duyuyor ki ondan izin almadan elini bile tutmuyor, asla yalnız bırakmıyor. Halasının ölümüyle canı yanan Songül Sadi’nin özel durumu için Ankara’ya tek gitmek istedi ama nafile. Sadi karısını böyle bir günde ölümü pahasına bırakmaz ki Songül’ün içinde bulunduğu tehlikeli durumu düşünecek olursak bu mümkün değil. Songül’ün tüm itirazlarına rağmen arabanın orada bekleyen Sadi’nin “Bin hadi” demeden arabaya binmemesi bu çok özel bir hareket evet karısı evet aralarında bir şeyler var ama onun özel alanına onun onayı olmadan adım atmıyor, Sadi. Sadi böyle ince davranışlarla Songül’e o kadar derinden hissettiriyor ki sevdiğini Songül’e bin kere “seni seviyorum” demesine bedel geliyor. Aynı incelik Songül’de de var Busenaz’ın mezarında söylediği her bir cümle Sadi’yi o an orada huzurlu kılmak için değildi. Songül orada Sadi’ye aslında ikinci şansını nasıl güzel kullandığını, çocuklarına nasıl umut olduğunu aslında başardığını söyledi. Daha da önemlisi belki o mezarda kendini yitirecek bir adama yeniden umut oldu. Kızlarından, ismini kaybedilen bir bebeğin adını verecek kadar da Sadi’nin acılarını yüreğinde hissediyor, Songül. O anda bile onun ruhunda mutluluğa sebep olabildi ki bunu herkes yapamaz. Songül Sadi’nin mutuluk sebebi ve evet bunu her hareketiyle gösteriyor. En acılı anında bile ona hep gülüyor ve Sadi’nin de gülmesine sebep oluyor. Her zaman söylerim bazen hissettirmek söylemekten bin kat daha gerçektir.

Sadi ve Songül’ün aşkı şüphesiz çok duru, nahif ve gerçek ama her aşk ve her aşık gibi ödemeleri gereken bedeller, geçmeleri gereken sınavlar ve bu bence çok yakın bir zamanda. Evet bahsettiğim tam olarak Derya konusu. Şunda hiçbir açık kapı bırakmadan söylüyorum ki Sadi’de Derya diye bir olay kalmamış ne vicdan azabı ne de başka bir şey tamamen silmiş. Derya onun için artık sadece ve sadece öğrencisi Mert’in ablası ve çok sevdiği karısının arkadaşı. Sadi aslında çok zeki bir adam. Derya’nın durumunun gayet farkında ama artık Derya da farkında. Bir mektupla ” Beni öldü bil!” diyerek kendisini terk eden adamın, bir başkasına “Sen nereye ben oraya, ben tüm biletleri yaktım. Seni unutmam için kendimi unutmam lazım…” gibi sözler sarf etti. Bu da bana aslında geçmişte sevenin sadece Derya olduğunu gösteriyor. Sadi değer verse de bence ilk kez Songül’e aşık oldu ve hayatını ona adadı. Derya da bu gerçeği kendi kulaklarıyla duydu.  Bu mesele artık kapandı ama Songül öğrendiğinde neler olacak? İşte onu da bekleyip, görelim.

Payaslılar’ın hayatı aksiyon filmleri gibi ilerlerken Kelebekler ve Gelincikler’in de onlardan pek bir farkı yok. Şüphesiz ki gençlerin hikayesinde Araz’ın vurulması hepimizi derinden sarstı ve dört gözle uyanmasını bekledik. Araz uyurken etrafında çok şey oldu belki çoğunuza göre Gelincikler vicdan azabı vb. duygularla ordaydılar ama bence tek sebep o değil. Hepsi Araz için korktu, üzüldü ve iyi olması için dua etti. Sevda’nın sözlerini aldırmadılar çünkü acısını anlayabiliyorlardı belki onlar kadar değildi ama kendi kalpleri de acıyordu. Ama Aylin için durum çok daha farklıydı. Kardeşi için üstlendiği suçun bedelini kendi günahsız yere ödemişken şimdi de onu korumaya çalışırken Araz ödemişti. Şüphesiz bu durum sadece bu yüzden bu kadar üzmedi onu iki tarafta kabul etmese de aradaki buzlar bence yavaş yavaş eriyor ve birbirlerine değer vermeye başlıyorlar. Şimdilik Araz’ın durumu iki gurubu keskin bir şekilde ayrılmış gibi gösterse de aslında içten içe birbirlerine de alıştılar. Herkes hastanede Araz’ı beklerken tek dilekleri arkadaşlarının uyanmasıydı.

Liselilerin arasında en güçlü olarak gösterebileceğim iki kişiyi sorsanız Aylin ve Gizem derim. Aylin babasının onca ısrarına, onca sözüne rağmen o eve dönmedi altın tepsideki hayatını ittirdi ve kendini evini tuttu, iş bulup çalışacağını da söylüyor yani hayata “Ben senden korkmuyorum, buradayım her şeye rağmen savaşıyorum, varım” diyor halbuki istese babasına istediğini yaptırır çünkü Oğuz Bey kızlarına aşık. Aylin babasına biraz ağlasa, Esra’nın yaptığı birkaç olayı anlatsa Oğuz’un affedeceğini sanmam çünkü bahsettiğimiz adam Aylin eve gelmezse onu boşayacağını açık açık söylemişti. Aylin bunları yapmaktansa kendi gücünü eline almayı seçti gurur duyulası bir karar. Gizem ise ilk bakışta Aylin’e göre daha iyi bir konumda görünüyor ama bence daha karışık. Aylin üvey annesine karşı mücadele ederken Gizem kendi annesine karşı mücadele ediyor bu zor bir durum. Bir başkası olsa beni büyütmek için o kadar uğraştı deyip annesine boyun eğip her dediğini yapar belki ama gizem öyle değil. Gizem’i de henüz tam anlamıyla görebildiğimizi sanmıyorum o kendini var edebilmek ve kimseye muhtaç, bağlı olmadan hayatını yaşamanın peşinde. Bu iki güçlü kızımızın arası şu an gergin olsa da günün sonunda iyi arkadaş olabileceklerini düşünüyorum.

Araz sessiz sakin uyurken belki de yılların yorgunluğunu atarcasına uyurken hepimiz onun gözünü ne zaman açacağını bekledik. Bu tür durumlarda duygusal bağın önemli olduğunu söylenir öyle de oldu onunla konuşan onca arkadaşına rağmen babasının “oğlum” demesini nerede olursa olsun duyup geldi Araz, nasıl gelmesin ki yıllardır bekliyordu belki de bunu duymak için. Araz bilmese de arkadaşları dışında onun için meraklanan dört gözle onun iyi haberini bekleyen Sadi hocası da onu hiç yalnız bırakmadı. Uyandığını duyar duymaz da hastaneye koştu kelebeğini görmek için ve Sadi’yi gördüğünde Araz’ın gözlerinin güldüğünü ben gördüm çünkü Araz belki de hayatında ilk defa “Ben yalnız değilim, beni gerçekten seven insanlar var” diyebildi. Şüphesiz kendi ekibini görmek de mutlu etti onu ama bunu beklerdi zaten en büyük sürpriz Sadi Hocası ve elinde geçmiş olsun çiçekleriyle gelen Aylin’di. Belki Araz ile konuşamadı ama oraya gelmiş olması bile Araz için çok anlamlıydı. Araz’ın özünde iyi bir çocuk olduğunu hep söyledim, hep de söyleyeceğim çünkü bu çocuk kötü olsa kendine gelir gelmez Aylin’in iyi olup olmadığını sormazdı, ben içinde Aylin’e karşı bir öfke olduğunu da sanmıyorum ki bu sebeple ekibini de o sakinleştirecektir bu konuda. Aramıza tekrardan hoş geldin hırçın kelebek.

Dizimiz gerilimi oldukça yüksek bir sahnede veda etti. Henüz bizim bilmediğimiz bir geçmişte birbirini tanıyan iki “baba”nın yüzleşmesini soluksuz izledik. Sadi’nin Kıvanç’a olan tavrı bence karısının ve çocuklarının etrafında bulunuyor olması zira neden burada olduğunu bilmiyor. Unutmayın ki insan bilmediği her şeyden korkar çünkü bilmediğiniz de koruyamazsınız. Başhekim Kıvanç’ın kötü bir adam olmadığını düşünmüyor oluşumun diğer sebebi ise şu yukarıda söylediğim gibi tıpkı Sadi gibi Kıvanç da görür görmez onu tanıdı ama hiçbir şey yapmadı. Oysaki niyeti kötü olsa tabiri caizse Sadi’nin ipliğini çoktan ortaya dökmüştü ve ortada ne tanık koruma ne de başka bir şey kalmıştı ama sustu, sakladı. Kozlarını açık açık paylaşana kadar sürekli ikinci şanslardan ve insanların değişebileceğinden bahsetti. Bence alttan alta “Bak ben de sen gibi değiştim ne senin ne de sevdiklerin için tehlike değilim” demeye çalıştı bilemiyorum çünkü giz bir karakter. Bu sahneden hareketle merak ettiğim bir şey var. Bu iki adam geçmişte nerede, nasıl tanıştı? Belki tüm sorularımızın cevabı burada gizlidir, kim bilir. Bir diğer önemli nokta ise Sadi’nin “Yedi Emin”e özel eşyalarını -altın kolye, altın saat- Clark Kent gibi birden kıyafetlerinin altından çıkarması oldu. Benim bundan anladığım Sadi’nin içindeki Emin ile barıştığıdır.

Kıvanç ve Sadi arasındaki oyunun ilk perdesi berabere bitti. İkincisi içinse ben çok heyecanlıyım. Kıvanç Songül’e dokunmadığı sürece hayatını garanti altında tutacak ama Sadi de onu hayatlarından uzak tutmak isteyecektir. İkinci şanslarına böylesine tutunan iki adam belki bir gün el de sıkışırlar, siz ne dersiniz?

Haftaya yeniden görüşünceye kadar umutla kalın…

Yorum bırakın