YAZAR: A. Ela Erdoğdu

İnsanlık var olduğu andan toplu yaşamaya geçtiği andan itibaren hayatlarında birçok şey değişti. Tek başına özgürce tek rakibi rüzgâr, yağmur gibi olaylarken toplu yaşamda gelen düzen ve düzenin getirdiği hiyerarşik düzenle birlikte onlarca hatta binlerce rakibi olmaya başladı. Hepimiz insanınız ve hepimizin fıtratında gizli de olsa bazı duygular gizlidir kin, hırs, öfke… Bana soracak olursanız bizlere kötü olarak adlandırılan bu duygular günümüz şartlarında “kötü” olarak tanılandırılmamalı çünkü bu çağda ezilmeden bir hayat yaşamak istiyorsanız böyle olmak zorundasınız.

Hepiniz hatırlarsınız bizler büyütülürken “bencil” olmanın çok kötü bir şey olarak düşünmemiz sağlayacak şekilde büyütüldük peki gerçekten öyle mi? Bir insan bencilse gerçekten kötü biri mi demektir bu? Bu soruların cevabını önce kendimizde sonra da şüphesiz Daniel Kaffe’de görüyoruz. İtiraf etmeliyim ki kendisini izlemeye başladığım ilk anlarda bende biraz gıcık olmuştum askeriyede üstelik avukat olan bir adamın bu kadar rahat bir şekilde takılması baya garip gelmişti. Nasıl yani ya demiştim ama onu gördüğüm ilk sahnede beyzbol oynarken bir davayı almış olması da zekasına hayran olmamı sağladı. Bugüne kadar izlediğim en değişik ve farklı karakterdi şüphesiz. Hem sinirinizi bozuyor hem de onu bir bulmaca gibi çözmek ve ruhunun derinliklerinde boğulmak istiyorsunuz. Davayı aldığında ve Joe ile yaptığı ilk toplantıda açıkça söylemek gerekirse bu davayı ciddiye almadığı ve asla çözemeyeceğine yönelikti çünkü olay oldukça karışıktı ve tüm cevaplar gizdi. Daniel ise daha önce baktığı davalar gibi görüyor ya da öyle gösteriyordu ama şüphesiz ilk anda o da bu davada görünenden fazlasının olduğunu anlamış ancak asla çözmesine, çözmelerine izin verilmeyeceğini düşünüyordu. Karmakarışık bir yumak olarak görsekte geçmişini öğrendiğinizde puzzle eksik parçalarını tamamlıyordu o aslında her zaman babasından takdir görmeyi bekleyen, onu gururlandırmak isteyen küçük bir çocuktu ama babasını kaybettiği için bunları ondan asla duyamamış ve sadece babasının geçmişteki başarılarının gölgesinde bırakılan bir çocuktu ve bu durum onun kendi özgüvenini tam olarak da olmasa zedelemişti dışarıya karşı oluşturduğu bu “narsist şımarık” askeri avukat görünümünü ortaya çıkarıyordu ama unutmayın ki bir silahı ateşlemek için nasıl tetiği çekecek biri gerekiyorsa bir insanı bazen asıl benliğine getirmek için de bir insan gerekir bu da bu hikayede Kıdemli Yüzbaşı Joe’ye tekamül ediyor.

Orduda kadın subaylar görmek beni her zaman çok mutlu etmiş ve zaman zaman da “acaba” dememe neden olmuştur ama bir asker çocuğu olarak küçük yaşta da asla asker olmayacağıma dair verdiğim söz için vazgeçmem kolay oluyordu ama JoAnne’yi gördüğüm ilk andan itibaren kesinlikle ama kesinlikle hayran kaldım. Kadın olmak hayatın her yerinde her alanında çok zorken çoğunluğun erkeklerden oluşan bir yapıda kadın bir subay olmak çok daha zor ama o asla ne duruşundan ne de kararlarından vazgeçmeden doğru bulduğu şey için savaştı, pes etmeye yaklaştı belki ama bu sefer de Daniel ellerinden tutarak tıpkı kendisinin onu kaldırdığı gibi kaldırdı. JoAnne bence çok iyi bir avukat her ne kadar üstleri böyle düşünmese de zirâ o tüm cevapların detaylarda gizlendiğini görebilecek kadar analitik zekaya sahip lakin pratiğe dökmekte sıkıntı yaşıyordu ki onun bu az çevik oluşunu da Daniel tamamladı bence onlar beyninin sağ ve sol lobu gibiydiler ikisi de bir diğeri olmadan tam anlamıyla çalışamıyor çünkü. Joe iyi bir subay olduğu kadar iyi de bir avukat. Bir insanın iyi bir avukat olup olmadığını sadece çözebildiği davaların sayısı demek değildir. Ve avukat olmak sadece yasaları bilmekle olmuyor onları en iyi şekilde kullanabilmekle bütünleşince olur. Avukatlığının ve subaylığının yanında insani değerleri de yüksek olan bir kadın kendisi merkez birliklerde görev yapmakla sınırdaki ölümle kol kola yaşanan bölüklerde yaşamın aynı olmadığını ve her şeyin kitaplarda yazılı olmadığını bilecek ve o iki askeri konuşmadan anlayabilecek kadar da empatiyle dolu bir kadın.

Joe ve Daniel birbirlerini puzzle gibi tamamlayıp bir arada harika bir uyum çıkarsa da bu tür karmaşık işler bir takım oyunu  gerektirir. İkisi mükemmel subaylar ve avukatlar olsalar  da Kevin olmadan tam anlamıyla başarıyı elde etmeleri mümkün olmazdı. Kevin işi gereği tarafsız olmaya çalışsa da içten içe kendini savunacak durumda olan mağdur bir insana yaptıklarıyla ölümüne sebep oldukları için onlara öfke doluydu ama çoğunlukla bu duygusunu bastırmayı başarıp işine büyük bir sağduyu ile yaklaşabilmiş Daniel ve JoAnne arasında tansiyon her yükseldiğinde tampon olarak durumu sakinleştirmeyi başarmıştır. Kendi halinde karısı ve kızıyla sıradan yaşadığı hayatına bomba gibi düşen bu davadan bir an önce kurtulmak istiyordu ilk başlarda ona verilen ve arkadaşına yardım ettiği bir görevken zaman içinde gördüğü gerçeklerle bu dava için elinden geleni fazlasıyla yapan Daniel ve JoAnne vazgeçtiğinde bile pes etmeyen onları kendine getiren ve mücadeleye devam ettiren isim olmuştu. Bazı kahramanlar gölgede saklanıyorsa gerçekten bu şüphesiz Kevin’dır. JoAnne, Daniel ve Kevin ellerinde az hatta hiçe yakın olan bilgilerle bir savunma çabası içerisindeyken karşı taraf daha tüm bunlar yaşanmadan her şeyi zaten bir kılıfa uydurmuştu yani minareyi çalan kılıfını çoktan hazırlamıştı.

Küba’da onu öldürmek için yetiştirilen 4000 kişinin dibinde yaşayan, ömrünü ülkesine adamış Albay Nathan bu hikâyenin kötü karakteri gibi görünse bile tam olarak öyle olduğunu düşünmüyorum sebebini hemen açıklayayım askeriyede işleyiş basittir disiplin ve emir-komuta zinciri. Asker dediğin ona öğretilen her şeyi en iyi şekilde yapması ve üstlerinden aldığı her emri sorgulamadan yerine getirmesi gerekir. Atalarımız boşuna “emir demiri keser” dememişler değil mi? Asker olmak zaten yeterince zorken sınırda düşman askeriyle aranda sadece metreler varken yaşamak çok daha zor ve ağır bir psikolojik buhrandır. Albay Nathan gibi kendi canından önce binlerce hatta milyonlarca insanın hayatının kaderi sizin ellerinizdeymiş gibi hissettiğinizde zamanla bu baskı psikolojinizi bozmaya ve yükün altında ezmeye başlar. Albayın felsefesi açık “itaat et ki milyonlarca insan yaşasın” kendince doğru düşündüğü şeyler tartışmaya açık olsa da ben onu anlıyorum. Orduda disiplin her şeydir ve bozulmaması gereken temel taştır. Bence Albay “kırmızı kodu” verirken işin ölümle sonuçlanacağını kestiremedi ama askerin hastalığı işleri bu noktaya getirdi.

Birbirinden farklı dört karakter dört farklı düşünce ve temelde yatan adalet kavramı. Peki gerçekten adalet neydi? Ya da adalet sağlandığında gerçekten eşitlik sağlanmış oluyor muydu? Yasalar adaleti mi eşitliği mi yoksa ikisini birden mi sağlıyordu? Kendi düşüncemi söyleyecek olursam adaletin her zaman eşitliği sağladığını sanmıyorum Dawson ve Downey cinayetten ya da cinayete yardım ve yataklık etmekten ceza almadılar ama mesleklerini davranışları sebebiyle kaybettiler bu karar benim fikrimce pek doğru değil bir insanı vicdanının yargılayacağı bir konuda mahkeme yargılamış oldu. Daha önce de söyledim askeriye de emri sorgulayamazsınız sorgularsanız emre itaatsizlikten başını yanar. Dawson ve Downey emri uyguladı bunun doğru olmadığını bilseler de emir olduğu için bir sorun yaratacağını düşünmediler çünkü bunun için eğitildiler. İşin sonunda Dawson yaptığının yanlış olduğunu emre uymaması gerektiğini tam anlamıyla kavradığında silah arkadaşı ölmüş kendi hayatı da bambaşka bir noktaya gelmişti. Bir ömür kendi vicdan mahkemesinde yargılanacak bu iki genç asker belki hapis cezası almadılar, ordudan atılmaları da bir süre acısı hafifleyecek bir acı ama vicdanlarında kalan yük ile ömür boyu yaşayarak en ağır cezayı almış oldular.

Alınan her karar bir başkasının hayatını bir şekilde etkiler birbirlerini tanısalar da tanımasalar da ilk başta bu olayı üstlerine bildirip avukatı olmak isteyen JoAnne olmasa Daniel hayatın gerçeklerini ve içinde gizli olan kişiyi fark edemeyecekti, Kevin her şeyin her zaman göründüğü kadar basit olmadığını, Albay ise bazen insanlığın askerliğinin önüne geçmesi gerektiğini, Dawson ve Downey ise kendilerine yanlış gelen bir şeyi ne olursa olsun yapmamaları gerektiğini öğrenemeyecekti. Daniel, JoAnne ve Kevin kendilerini en çıkmazda hissettikleri, her şeyin bittiğini anladığı anda aslında zafere en yakın oldukları anda olduklarını geç anladılar çünkü unutmayın ki gecenin en karanlık anı aydınlığa en yakın olduğu andır. Önemli olansa ümidini kaybetmeden molalar versen de asla pes etmeden savaşmaya devam etmektir.

Filmin vermek istediği en özel mesajlardan biri de onurlu bir yaşam için apoletlere, üniformalara ihtiyacımızın olmadığıydı. Dowson ve Downey o apoletler için arkadaşlarının ölümüne sebep oldu, kod emrini veren albayı sorgulamadılar bile. Daha da önemlisi filmde her şeyi tam bir itaatle yapmamanın altı kırımızı bir kalemle çizildi. Sorgulayın çünkü üstünüzde bulunan herkesin verdiği bir emir hayatınızı mahvedebilir. Nathan’ın fanatik duruşu hem kendi hem de Santiago’nun sonunu getirdi.

Sorgulamaktan asla vazgeçmeyin. Umudunuz ve inancınız daim olsun başka bir yazıda görüşünceye dek hoşça kalın.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s