YAZAR : Şeyma BULUT

Verdiğimiz iki haftalık zorunlu aranın ardından koşarak bölüm analizinin başına oturdum. İki yalnızdan bir aile olur mu sorusunun cevabı hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Songül ve Sadi artık üç kişiler, mucize onlar için %97 oranında gerçekleşti. Özellikle de hayatının tamamını yalnız geçiren Songül için mucizenin ta kendisi değildir de nedir ama değil mi? Ha derseniz Sadi için de geçerli değil mi? Belki geçerlidir ancak Sadi’nin geçmiş hayatı hala çok flu olduğu, Yaver ve Derya gibi insanlar da geçmişinde yer alınca Songül’ün daha yalnız olduğunu düşünüyorum.

Songül için hayat hiç beklemediği şekilde değişti değil mi? “Ben bu kadar kirli bir dünyaya çocuk falan getirmem!” dediği noktadan, heyecanla gebelik testinin etrafında döndüğü zamanlara kolay gelmedi. Songül, 12 yaşında yapayalnız kaldığı hayatına şimdi bir dolu insanla devam ediyor. Sadi ile ilk karşılaştığında sadece ailesinin intikamını almak isteyen, sonra da hayatına yine aynı şekilde devam etmek isteyen bir kadındı. Sevmeye, sevilmeye dair inancı da yoktu. Bunu ilk tanıştıklarında “Birinin benimle olması için onu tehdit mi etmem lazım?” sözlerinden de anlıyoruz. Songül sevilmeye de değer görmüyordu kendisini. Sebebini çok sorgulamadım ama bence ailesinin arkasında bıraktığı boşluk hissi, onlardan sonra hayatında kimsenin olmaması, kocası olan kişinin de mesleği sayesinde hayatına dokunması onu böyle düşünmeye itti diye düşünüyorum. Geçtiğimiz bölümde de zaten evliliğinin olma şeklini anlatırken hem minnetini hem de eksikliğini aynı anda söylemesinden de bu durumu anlayabiliriz. Songül nasıl ki büyürken her şeyi eksik yaşadı, şu anda da aslında bir çok şey eksik, yarım. Bir süredir düğün, nişan, evlilik teklifi gibi heyecanlara duyduğu özlemi dile getiriyor ama bakalım Sadi Payaslı bu durumu göz önünde bulundurarak bir sürpriz yapacak mı? Songül’ün bugüne kadar eksik kalan her şeyini tamamlayan adamdan bir atak bekliyorum.

Songül, İstanbul’a geldiğinden bu yana hayatı çok değişti. Bu sadece aşk hayatıyla da alakalı değil. Mesela artık iki küçük kardeşi var : Melike ve Bahri! Songül, bebeğinin ilk heyecanını kardeşi olarak gördüğü Melike ile paylaştı. Gebelik testinin sonucunu ona söylerken Sadi’ye her zamanki gibi özel şekilde söylemek istiyordu. Ama her şeyden önce emin olmak istedi. O yüzde üçlük riski bile göze alamadı. Kesin emin olacak, bu şekilde, belki de yine bir sürprizle o çok beklenen haberi kocasına verecekti. Yine de içinde çoğalan heyecan, mutluluk Songül’ü birileriyle paylaşmaya itti. Herkes istemez mi zaten? Böylesine güzel bir haberi en azından biriyle paylaşmak, mutluluğuna, heyecanına ortak etmek ister. Songül de bunun için her sıkıntısında, sorununda, mutluluğunda yanında olan, kız kardeşi gibi gördüğü Melike’yi seçti. Onunla mutluluğunu paylaşırken, Bahri ile de coşkusunu paylaşmadan duramadı. Mutluluklar paylaştıkça çoğalır derler ya, Songül’ün mutluluğu da öyle herkese sirayet etti, ne de güzel aile oldular değil mi?

Songül’ün organizede edindiği ailenin çok özel olduğunu düşünüyorum. Bunun sadece görev arkadaşlığıyla da ilgisi yok bence. Songül’ün artık iki kardeşi, iki tane de abisi var. Peki Songül’ün böylesine bir aileye sahip olmasının tek yolu İstanbul’a mı gelmesiydi? Bence onunla ilgisi yok. Sadi, Songül’e yeniden insanlara kalbini açmasını öğretti, bu yüzden Songül eskisinden farklı olarak aşkın yanında dostlar, kardeşler kazandı. Nasıl ki Melike ve Bahri artık kardeşleriyse, Ahmet’le Taylan da abileri oldu. Onları da ailesinin üyesi olarak görüyor. Belki de bu yüzden Yörük operasyonu, Songül için çok kırıcı oldu. Sadi, Taylan ve Ahmet nasıl ki Songül’ü incineceği bir durumdan korumak istediler, Songül de bu işin dışında tutulduğu için üzüldü, kırıldı, kendisini aldatılmış hissetti. Diğerlerinin bunu anlamasını beklerdim ama sonra aklıma geldi, Songül hiç anlatmadı ki, onlara bu durumla ilgili ne hissettiğini hiç söylemedi ancak Servet’le yaşadığı yüzleşmede öğrendik. Songül’ün içi paramparça olmuş da sevdiği herkesten saklamış…

Songül, Yörük’ün peşinden Servet’in yanına gittiğinde olanları beklediğimden daha sakin karşıladı. Açıkçası Servet konuştukça Songül’ün gözlerine önce hayal kırıklığı sonrasında da derin bir acı oturdu. İşte tam oradaydı, yıllar sonra ailesini ondan alan adam tam karşısında oturuyordu. Açıkçası bir an Songül’ün kontrolü kaybedeceğini sandım. Orada bir delilik yapacağını, o tetiği çekeceğini düşündüm. Sonrasında da aklıma Songül ile ilk tanıştığımız zamanlardaki sözü geldi : Onu adalete teslim edeceğim, ben sizin gibi değilim, intikam almam demişti. Ben yine de o tetiğe ne olursa olsun basmayacağına inanıyorum. Yine de üstüne düşündüm, Songül için ne değişti de bu duruma geldi acaba diye baya bir üstüne durdum. Çok iddialı olmamakla birlikte olayın hem Melike, hem Sadi hem de içinde büyüyen mucize ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Öncesinde Songül’ün kaybedecek bir tek kendi canı vardı, en fazla ölürüm diyerek bu adamları hapse atmak, sonrasında da başarırsa hayatına devam etmek istiyordu. Ancak önce Sadi kaçırıldı, işkenceye maruz kaldı. Sonra Melike,sonra Taylan derken Songül’ün ayarları bozuldu. Hastanede hatırlarsanız sevdiğim insanları tekrar kaybetmemek için bu mesleği yakarım demişti. Aslında Songül’ün geldiği nokta da tam olarak bu. Artık kaybedecek çok şeyi var ve bu yüzden eskisi gibi soğukkanlı olamıyor. Burada onu yine dengede tutan Sadi’nin ta kendisi oldu. Songül’e onu uzaklardan da olsa izleyen bir ailesi olduğunu, inandığı değerler sırf acısı var diye ihanet etmemesi gerektiğini, adaletin bu olmadığını inanmasa da anlattı. Açıkçası ben orada Sadi’nin olayları Songül açısından karısına anlattığını düşünüyorum. Onun bunlara inanmadığını biliyorum ancak Songül’ün ruhuna böyle bir yük yüklemesine, onun içinde oluşacak karanlığa hapsolmasına izin vermeyeceğini de biliyordum. Hep dedik ya Sadi’nin içinde bir karanlık var, işte onu çok iyi bildiği için Songül’e engel oldu ve Servet’i organizeye teslim ettiler. Bundan sonra ne olur bilmiyorum ama Songül’ün içinde büyüyen mucizesi olmasa Sadi’nin işi vardı, ona adım kadar eminim.

Songül, Sadi’nin kendisinden böyle bir sır saklamasına o kadar kırıldı ki, kendini Sadi’den olabildiğince uzak tutmak istedi. Senin önünde giyinmem lafı aslında açıkça, senin kim olduğunu bilmiyorum demekti diye düşünüyorum. Songül’ün daha önce kendi operasyonlarında girdiği kılıklara takıldığını sanmam, onun derdi Emin ve Yörük’tü. Songül bugüne kadar karşısındaki adama hiç Emin Güngören olarak bakmadı. Bir keresinde ondan şüphe edip de, Sadi’nin kafasına silah dayadığı o an dışında, hiç bir zaman Songül onu Emin olacak görmedi. Karşısındaki adam onun için hep Sadi’ydi. Derya meselesinde de haykırırken “Sen benim Sadi’m değilsin!” demişti. Songül, kocasını hiç başkası gibi görmedi ki, hep onu o şekilde kabul etti. Sadi, onun için ikinci şansını kullanan, iyi, kibar, merhametli ve sevgi dolu bir adamdı. Onun karanlık tarafını görmek istemiyor, onu burada tutmak istediği için de Sadi’nin bu tip durumlara girmesinden hiç haz etmiyor. Bir de kendi ailesinin mevzusu da olunca, bu defa kırıldı ve kendisini aldatılmış hissetti.

Ben burada hem Songül’ün hem de Sadi’nin haklı olduğunu düşünüyorum. Songül, böylesine bir durumun kendisinden saklanmasına doğal olarak kızdı, kırıldı. Sadi’nin ona yalanlar söylemesi, Songül’ü incitti. Açıkçası ben Sadi’nin de motivasyonuna ikna oldum. Servet adım başı Songül’ün ölüm emrini verirken, evinin içinde karısı öldürülmek istenmişken ve dahası karısını bizzat defalarca ölümden kurtarmışken, Sadi’nin köşede beklemesini ummak ancak hayal olur. Bu mesele ilk açıldığında “Sen o adamların peşinde koşarken, ben evde oturup belgesel izlemem Songül!” demişti. Geçen bölümde Songül’ün tek başına operasyon yapmasına çok öfkelendi ki Taylan olmasa orada istenmeyen olaylar da yaşanabilirdi. Sadi bunca sıkıntının ortasında Songül’e bunları söyleyerek onu riske atmazdı ki atmadı da. Yaptığı şeyden de pişman değil zira o ailesini koruduğunu düşünüyor. Hem karısını hem de doğmamış bebeklerini koruyordu. Sadi’nin artık altıncı hissi mi dokuzuncu odası mı bilmiyorum ama bu defa tam 12’den vurdu. Hayatlarına sessizce dahil olan mucize anne, babasının hayatına daha dahil olmadan dokundu. Songül’ün Sadi’yi anlamasını, Sadi’nin de affedilmesini sağladı. Bu mucize değil de nedir şimdi?

Sadi’nin bu mucizeden haberi olmadan onu korumaya çalışması, savcıyla sadece evladı ve karısıyla mutlu, huzurlu ve gerçek bir yaşam için anlaştığını hiç unutmamamız lazım diye düşünüyorum. Sadi’nin kartal ateşi sonrası sadece öğretmen olarak hayatına ailesiyle fena etmek istediğini, savcıyla da anlaşmasının kısa süreli olduğunu düşünüyorum. Zira her şeye kızım, karım diyen adam tüm ömrünü tehlikeli bir hayatın ortasında geçirmez. Aksine, kendi güven alanını oluşturmak ister. Sadi’nin de bir noktada böyle yapacağını sanıyorum.

Yazının başında da Sadi’nin geçmişte nasıl bir hayat yaşadığını fazla bilmediğimizi söyledim. Açıkçası bu durumun hala bu kadar flu kalması biraz can sıkıcı olsa da satır aralarında toplayabildiğim kadarını yazmak istiyorum. Sadi’yi ilk tanıdığım günden beri koruyucu olma özelliğini görüyorum. Öğrencilerine, Songül’e, Derya’ya, şimdi Taylan’a derken sevdiği herkese kol kanat germe durumu var. Bu Sadi’nin en sevdiğim özelliklerinden. Ancak ben onun merhametini de çok seviyorum. İlk zamanlarda Songül’e karşı gösterdiği o merhamet, incelik benim onu sevmemin en büyük sebebiydi. Ben bir erkeğe en çok merhameti yakıştırıyorum. Sadi o kadar güzel sevdi ki, incitmeden, kırmadan, dökmeden, izledikçe bu sevgiye hayran oldum. Belki Derya meselesinde Songül’ü kırdı ancak bunu da isteyerek ya da kasıtlı yapmadı. Ki onu bile çok güzel telafi etti. İşte bu kadar güzel seven, bu kadar merhametli bir adam, baba olmak isteyen, ailesiyle kök salmak için gün sayan Sadi, en büyük hayalinden vurulacak.

Mert’in varlığı, hastalığı, Sadi’nin haberinin olmaması, Songül’ün hamileliği derken Sadi’nin huzur bulduğu yuvası başına yıkılmak üzere. Derya senelerce bir sır sakladı ve bu sır ne yazık ki artık toprak altında kalamaz. Bir yanda Songül, diğer yanda Sadi ve geçmişinin yükleri derken Karabayır’ın üstündeki tüm kara bulutlar Payaslılar’ın evlerinin üstüne çöktü.

Songül, hastaneye giderek hamile olduğunu garantiledi ve artık büyük bir heyecanla bebeğini bekliyor. 12 yaşından beri yalnız olan bir kadın olarak artık kocaman bir ailesi var ve bu ailenin en önemli üyesi yola çıktı, geliyor. Songül artık anne. İçinde büyüyen küçük mucizesiyle yıllar önce kaybettiği mutluluğu geri kazanmak üzere ve ondan mutlusu yok. Yani daha doğrusu yoktu. Mert’in durumunun ortaya çıkması Songül’ün de mutluluğuna büyük bir gölge düşürdü.

Açıkçası ben Songül’ün bir noktada Derya’yı anlayacağını düşünsem de açıkçası Derya’nın Mert’in hastalığı dışında yaşadıklarını da ilahi adalet olarak görmeden edemiyorum. Bunca zaman sakladığı sır artık ayaklarına dolandı ve Mert’in hasta olmasıyla artık çaresi kalmadı. Onun anneliği, evladını korumak için gittiği kapı, yeni anne olacak birine ne yazık ki hayatının en büyük vicdan azabını yaşatacak. Songül her zaman olduğu gibi yine kendini değil başkasını düşünerek, bu haberi de Sadi’den de herkesten de saklayacaktır.

Dizinin başından beri demoklesin kılıcı gibi tepemizde dolaşan sır sonunda Sadi’nin kucağına düştü. Mert’in varlığını öğrenen Sadi ne yapar bilmiyorum ama herkesi büyük sınavlar bekliyor, ona eminim.

Bu haftalık da benden bu kadar ama bir küçük paragraf Devrim Özkan’a açmak istiyorum. Bugüne kadar yarattığı karakterin her zerresine beni öylesine ikna etti ki, özellikle üç sahne beni benden aldı. İlki Servet ile yüzleştiği sahneydi. Songül’ün yıllarca içinde biriktirdiği acıyı, öfkeyi tek bir mimikle aktardı. Aşama aşama acısı büyürken, orada verdiği minimal oyun takdire şayandı. İkincisi banyoda anne olacağını öğrendiği sahnedeki büyük tepkileri, sevinci, umudunu da olabildiğince büyük oynayarak sonrasında da Sadi’ye söylerken sadece repliklerrle duygusunu çok etkileyici şekilde aktardığını düşünüyorum. Devrim, binbir tonu olan bir karakter yarattı. Bazen büyük büyük tepkilerle mimik dahi kaçırmadan enerjik bir kız çocuğu oldu, bazen de operasyonda kontrolünü kaybetmemeye çalışan acılı bir kadın, bazen de on adamla dövüşen bir amazon oldu. Songül’ün her anını bir ressam gibi çizdi, sonra da ona hayat verdi. Emeğine, yüreğine, yeteneğine sağlık olsun.

Haftaya yeniden görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s