YAZAR :Şeyma BULUT

Ben evliliğe, kağıt üzerindeki resmiyetlere inanmam. Bence insan albatros kuşu misali ömrünü evini, yuvasını arayarak geçirir. Onu bulana kadar da bazen geçici yerlerde konaklar, bazen de hiç konaklamaz ait olduğu durağı, yuvayı aramaya devam eder. Yuva derken taştan bir evden bahsetmiyorum. Bir kalpten, ruhtan bahsediyorum. Songül ve Sadi de bu yuvayı aradılar, belki de ömürleri boyunca aradılar. Artık olmaz dedikleri anda hayatları birbirine karıştı. Orada kök saldılar, şimdi de o kök aldıkları toprakta yanlarında bir filiz verdiler. Birlikte, aşklarıyla bir oldular, birbirlerine yuva oldular, oldukları yeri cennete çevirdiler. İşte aşkın mucizesidir bu, ben hayatta daha güzel bir şey bilmiyorum.

Songül hayatındaki ilk yuvasından atıldı, doğduğu, gözünü açtığı evinden atıldı. Ailesinin kaybıyla köklerini, aidiyetini kaybetti. Öyle bir kayboldu ki, kendini yeniden bulmak için onu evinden atanlardan hesap sormak için yaşıyordu. İşte o zaman kalbini, ruhunu tamir edecekti. O zaman belki yeniden kök salabilecekti. Songül için bunun çok önemli olduğunu defalarca kez demiştim ama bir ayrıntı daha vardı, Songül sevileceğine de inanmıyordu. Kendini güzel bulmayan, kadın olarak “Birinin beni sevmesi için onu zorlamam mı lazım?” düşüncesine kapılıyordu. Kadınlar çiçek değildir ancak sevildikçe içindeki güzellikleri gösterir, yaşanmış acılar kadının hayata karşı sertleşmesini sağlayabilir. Songül de ailesinin başına gelenlerin ardından o yumuşacık, merhametli tarafını sert bir kabuğun altına hapsetti. Sadi onu sevdikçe, o sevildikçe açıldı, kabuğunun altındaki o sevecen, sıcacık insan ortaya çıktı. Peki Songül, Sadi’ye bir şey yapmadı mı derseniz, o en güzelini yaptı aslında biliyor musunuz? Songül, Sadi’yi sadece sevdi. Öyle güzel sevdi, o içindeki karanlığa rağmen öyle güzel sarmaladı ki, o adamı öyle birine dönüştürdü ki şu anda karşımızda olan, hayran olduğumuz adama dönüştü. “Beni mahallenin diline sakız etme” diyen birinden, “Senin canın yandı mı, sen daha önemlisin” diyen birine evrildi. Zaten bu sebeple , Sadi hayatının sırrını öğrenmesine rağmen en büyük korkusu Songül’ü kaybetmekti.

Sadi, Derya’nın zamansız ziyareti sonrası bir oğlu olduğunu, onun da hasta olduğunu öğrendi. Açıkçası böyle bir şokun ardından Sadi’nin önceliklerinin değişmesini, en azından hayatındaki önem sırasının değiştireceğini düşünmüştüm. Ben bebek, çocuk muhabbetinden dolayı öyle olduğunu sanıyordum ama Sadi’nin en büyük korkusunun Songül’ü kaybetmek olduğunu düşünüyorum. Sadi daha önce Derya yüzünden karısını kaybetme noktasına geldiğinde çok ağır şeyler yaşanmıştı, bu defa da böyle olacağını düşündü ki Songül’e “Seni kaybetmek istemiyorum” dedi. Ardından karısının asla demesi üzerine içindeki acıyı, hayal kırıklığını, yaşanmayan anıları düşünerek olduğu yere çöktü. Sadi’nin bu sebeple terk edileceğini düşünmesi bana biraz saçma geldi ancak biraz düşününce Sadi’nin zaten en büyük kabusunun bu olduğunu hatırladım. Sadi’nin tüm hayatı Songül’ün çevresinde dönüyor ve onu kaybetme ihtimalinin olduğu hiç bir senaryoda düşüncelerini de kontrol edemiyor. Yörük meselesi de şimdiki mesele de bunun ispatıdır. Birbirlerine olan sevgileri çok malum ancak artık onları ayırmak için yemin eden biri var :Asuman! Bu sebeple olaylar beklenmedik şekilde karışacak gibi hissediyorum.

Asuman’ın, Derya’nın ağzından attığı mesajları duyunca bırakın Songül’ü, benim bile kan beynime sıçradı. Asuman’ın Derya’yla olan meselesini anladım ama bu saf kötülüğü neden yaptığını bir türlü anlayamadım. Yani hadi Derya’yı annesi yüzünden suçluyor ancak hasta bir çocuğa, ne bileyim bir başka yuvayı yıkmak isteyecek derecede kötülüğü en son yeşilçamda bırakmıştım ben, o yüzden Asuman bana biraz farklı geldi. En son Sadi’yi de söyleyince herhalde dedim, bunun olayı bu, kötülükle besleniyor, olmayınca huzuru kaçıyor. Böylesine saf kötülük, beni biraz zorladı ki Songül’ü de zorluyor.

Songül’ün Asuman’la sınavı mesajla başladı ancak öyle de devam etmeyecek gibi duruyor. Evdeki halleri, hareketleri sanki Songül’den de Derya’dan olduğu kadar nefret etme boyutunda ancak hala ortada spesifik sebep yok. Zamanla anlarız herhalde. Yine de Songül’ün bu kadın yüzünden girdiği ruh hali beni çok üzdü, zira kendisini hiç olmadığı kadar yalnız, kimsesiz hissetti. Bu hikayede üçüncü benmişim noktasına kadar geldi. O mesajları okuyan her kadın mevcut durumda kendini fazlalık gibi hissedebilir ancak bence Songül biraz geçmişe bakarsa böyle hissetmemesi gerektiğini de hatırlayacaktır diye düşünüyorum.

Songül ve Sadi’nin hikayesi gördüm, beğendim, aşık oldum hikayesi olmadı ki hiçbir zaman. Onlarınki yavaş yavaş demlenen, önce arkadaş olup, o arkadaşlığın içinde karşısındakinin kalbine dokunan bir aşk masalı. Sadi ve Songül ilk gördüklerinde birbirlerinden hiç hoşlanmadılar. Birbirleri için polis ve suçlu dışında bir şey değillerdi. Zamanla o kalıpların dışına çıkarak önce yol arkadaşı, sonra can yoldaşı, sonra aşk, sonra sevda ve en sonunda ruh eşi oldular. Ruh eşi meselesi değişiktir mesela, onu bulana kadar insan anlamaz hayatına giren, çıkan insanların aslında önemsiz olduğunu, varlıklarının geçici olduğunu göremez. Sadi de göremedi ki Derya’nın kendisi için çok özel olduğunu bile düşünüyordu. Onu ilk gördüğünde vicdan azabıyla yaşadığı ilk kalp ağrısını anlatmıştı. Ancak çim karşımda Songül’ün yokluğunu ölümle eş değer tutan, onsuz devam etmeyi bir saniye bile düşünmeyen bir adam var. Sadi, Songül’ün kalp atışında yaşıyor, o kalp attığı sürece, karısı mutlu olduğu sürece onun için hayat yaşanır bir yer. Aksi halde o yaşamdan vazgeçmek onun için sadece tek bir ana, Songül’ün incindiği tek bir saliseye bakıyor.

Sadi, Songül’e ailesini anlatırken bunu çok daha net gördüm. Orada Sadi annesinin ölümünü, yedi yaşında yaşadığı o kabusu yaşayınca zamanında bana şov gibi gelen o olay, şimdi canımı yakacak kadar üzülmeme sebep oldu. Hatırlıyor musunuz? Songül, Sadi yüzünden kafasına silah dayandığında Sadi aşkı sadece sende buldu ve senin için senden vazgeçiyor noktasına gelerek ölüme yürütmüştü. Sadi’nin annesi babası yüzünden ölünce, kendi karısı aynı noktaya geldiği anda tereddüt bile etmeden kendi hayatından vazgeçti. Aşkıyla nefes olmak isteği Songül’ü, kendinden vazgeçince, kendi varlığını yok etmek istedi. Tüm bunların sebebi de büyük ihtimalle babasına dönüşmek istememesinden kaynaklı diye düşünüyorum.

Sadi aslında bir telafi hayatı yaşıyor. Geçmişinde yaşadığı tüm acıları telafi etmek istiyor ki baba olmak istemesinde de kendisi gibi değil, mutlu, huzurlu bir çocuk yetiştirmek, onunla kök salmak istemesinden kaynaklı diye düşünüyorum. Mert’i öğrendiği andan beri onunla kaybettiği yılların altında ezilirken, oğlunun da elini sapasağlam tuttu. Geçmişinden kaynaklı kayıpların telafisi olmasa da yenilerini oğluyla birlikte yazabilir. Yine de Busenaz meselesi sadece baba olma isteğiyle alakalı değil bence. Orada çok derin, çok farklı bir durum var diye düşünüyorum ki sizlerle biraz zaman yolculuğu yaptığımızda durum daha anlaşılır olacaktır.

Sadi’yi ilk tanıdığımızdan bu yana hep bir Busenaz ismi var ağzında, Songül ile ilişkisinin başlamasından da evvel bir telafi peşindeydi. Busenaz kendisine kurulan tuzakta yitip giden bir kız çocuğu, hayatını da 12 yaşında ailesi yitip giden bir kız çocuğuna adadı. Aslında Sadi sadece ölen bir çocuğun anısını yaşatırken, baba olmanın peşinde değil. Kendisi gibi köksüz bırakılan bir kadına öyle derinden aşık oldu ki, ikisi birlikte tüm yaralarını sarsın istedi. Sadi’nin o mezar başında verdiği söz aslında yanındaki kız çocuğuna, bir başka çocuğun mezarı başında birlikte kök salacağız, biz birlikte tam olacağız sözüydü. Yoksa hastaneye geldiğinde ilk sözü “Evladıma nasıl kıyarsın!” olurdu. Ancak Sadi ne dedi? “Canın çok yandı mı?” Songül’ün canı ancak Sadi’ye bir şey olursa çok yanar ancak o mesaj Songül’ün içine öyle bir işledi ki en sonunda kendi evladına fazlalık dedi. Sadi için dediğim her şey Songül için de geçerli. O da kendisinden daha çok sevdiği adamı düşünüyor ki kendi evladından vazgeçti. Kendi canını verse bu kadar acı çekmezdi ama işte Songül için mesele asla kendisi olmadı. Bencil değil, sevdiği adama adanmış bir sevgisi var. Bu yüzden de anlık bir kararla evladına kıyacakken ona olan sevgisi, Sadi’yle kurduğu hayaller buna engel oldu. Ne de güzel oldu.

Sadi için bu dünyadaki en önemli insan Songül, onun mutluluğu üzerine kurduğu hayatında, onu kürtajı düşündürecek vaziyete geldiği için aslına kendini suçladı. Bu yüzden de ona soru sormadı zira Sadi’nin her şeyden önce Songül’ün hayatında olmasına, onunla bir ömre ihtiyacı var. Bu yüzden ona sadece ilgilendiği soruyu sorarak, yarasına merhem olmak istedi. Gerçek sevgi bu değil midir zaten? İnsan kendi acısından önce sevdiği insanı düşünüyorsa orada gerçek bir sevgiden bahsedebiliriz. Sadi de Songül’ü böyle bir sevgiyle seviyor ve onun yine gitmesinden deli gibi korkuyor. Ancak Sadi’nin anlamadığı Songül’ün zaten hiç bir yere gitmeyeceği gerçeği, bunu anladığında daha korkusuz bir hayat yaşayacaktır diye düşünüyorum.

Sadi eve geldiğinde tabloların arkasında okuduğu yazılar aslında ilan-ı aşk gibi gelse de o kader basit değildi. Sadi, Songül kendisinden gitti sandığında bile hep onunla olduğunu karısının ağzından okudu. Songül acılarını, aşkını hep ikisinin fotoğraflarının arkasına yazmış. Mutluluğunu da hep kocasıyla yaşamış. Bence bir kadının sevgisini göstermesinin en doğal haliydi. Artık aralarında hiç bir sır, gizem kalmadı. Birbirlerine dair her şeyi biliyorlar ve o cennet evlerinde artık üç kişiler.

“Kızımız olacaktı” yazan bir kadın bebeğinden bile, isteye vazgeçemez. Sadi de bunun farkında ki Songül’e tek bir acı söz etmedi. Hatta sözü bırakın, onu üzmemek için sormadı bile. Sadi yine o evden, daha büyük, aileleri için uygun yer ararken Songül’ün ağzından o evlerinin yuva olma hikayesini dinlemek çok özeldi. Evet onlar birbirlerine sahipler, yerin bir önemi yok ancak Songül mutlu anı dolu bir evin ne demek olduğunu çok iyi biliyor. Bu yüzden kızları ikisinin aşkının doğduğu, tüm iyi anıları yaşadıkları evde doğsun, büyüsün istiyor. O mutluluğa, huzura gözlerini açsın hayalini kuruyor. Huzura hasret bir kadının kendi kızına kurduğu dünyaya sadece ibretle baktım. Çünkü Songül’ün kalbi o kadar güzel ki, anılarına, mutluluklarına o kadar değer veriyor ki Tarabya’da yalı aldıracağı kocasından evlerinde kalmak için söz aldı. Sevgi zaten böyledir. Birlikte olmaktır. Aile olmanın özü de buradadır. Mert ve Araz’a sorun, size anlatsın isterseniz.

Önce Mert’le başlamak gerekirse hayatı bir gecede değişti. Önce annesini öğrendi, sonra kanser olduğunu şimdi de hocasının babası olduğu söylendi. Başkası olsa net delirirdi. Mert’se artık çok sınırda, çok uçlarda. Babasının canı gibi sevdiği hocası olması Mert için herhalde milat oldu diyebilirim. Bundan sonra baba oğul kaybettikleri anıları toplayacaklar diye düşünüyorum.

Araz’ın hikayesine gireceğim. Açıkçası onun annesinin travması çok ağır, çok korkunç. Annesinin ölü toprağını taşıyan çocuk, ailesini paramparça eden kadını karşısında, hem de sevgilisinin babasının gazinosunda gördü. Ayrıntılı analizi haftaya yapacağım ancak anne oğlun karşılaşması çok ağırdı. Araz hayatını bulmak için ortaya koyduğu kadını bambaşka bir yerde buldu, bundan sonra onların hikayeleri nasıl ilerleyecek bilmiyorum ama bir yerlerde umut yeşerdi.

Yazımı bitirmeden önce bu hafta hem Devrim Özkan hem de Ertan Saban’ın oyunculuk resitaline değinmeden geçemeyeceğim.

Ertan Saban bölümün başından sonuna kadar Sadi’nin her halini mükemmelen bizlere sundu. Özellikle annesini anlattığı ve srni kaybetmek istemiyorum dediği sahnelerde karakterin acısını, kaybolmuşluğunu, içinde bulunduğu sıkıntıyı büyük mimik ve jestlere girmeden, tek bir hareketle verdiğini düşünüyorum. Sadi karakterine gözümü kapattığımda ondan başkasını da hayal edemiyorum. O kadar karakteristik ve özellikli bir karakter yarattı. Emeklerine, gönlüne sağlık.

Devrim Özkan bu hafta beni üç sahnede yere çaktı. İlki Ertan Saban’la karşılıklı oynadığı beni kaybetmeyeceksin sahnesinde. Orada sahne Sadi’nin olmasına rağmen, Songül’ün acısını rol çalmadan, öne geçmeden, çok nahif bir şekilde bize geçirdi. İkincisi kürtaj sahnesi. Orada yaşadığı karmaşa, Songül’ün ikilemi, yaşadığı sıkıntıyı büyük oynamaya ihtiyaç duymadan aktardı diye düşünüyorum. Üçüncüsü de Songül’ün organizede ki sahnelerinde o tek başınalığı, yanında sanki Sadi var gibi gülümsemeye çalışırken içindeki fırtınanın ağırlığını çok güzel yansıttı diye düşünüyorum. Songül karakterine o kadar güzel ruh üfleyip, can verdi ki benim unutulmazlar listeme girecek. İyi ki bizim Songül’ümüz onun kadar nahif ve güzel Devrim Özkan olmuş, iyi ki.

Sadi ve Songül’ün birlikte ağladığı sahneye yorum dahi yapmayacağım. Son yıllarda izlediğim en iyi çift sahnesiydi. Emeklerine, yüreklerine sağlık olsun.

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Evim Sensin (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 37.bölüm)” için 2 yorum

  1. ErDev partnerliği dizi tarihine altın harflerle kazındı artık. İlerde yeni bir projede tekrar izleriz umarım. 🥹🥹🥹

    Beğen

  2. Harika analizleriniz var, severek okuyorum yazılarınızı yüreğinize sağlık. İki büyük oyuncuya ustaya bende buradan teşekkürlerimi sunuyorum harikasınız👏 Ertan ve Devrim 🌹

    Beğen

Yorum bırakın