YAZAR : Simay DEMİR

Bu yazın en çok konuşulan dizisi benim de radarımdaydı elbette. Kerem Bürsin’in uzun bir süre sonra ekrana dönecek olmasının heyecanı, genç jenerasyonun sevdiğim oyuncularından Hafsanur Sancaktutan’ın da kadroda olduğunu öğrendiğim anda ilk bölümü merakla beklemeye başladım. Bölüm bittiğinde aklımda beliren ilk cümle de şu oldu : Hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir…

Bu hayatta yaşamamız gereken bir şey varsa bunun er ya da geç mutlaka yaşayacağımızı düşünüyorum ben. Buna ister kader deyin ister tesadüf, adı her ne olursa olsun o başımıza mutlaka gelecektir ve biz bunu yaşamak durumunda kalacağız. Bunun illa kötü bir şey gibi algılamıyorum. Zira bazen bazı mecburiyetler olur ve biz hiç istemesek bile yapmak zorunda kalırız. Ne kadar plan yapsak da gün sonunda insan kendini hiç beklemediği bir durumda bulabilir. Belki başında bizim için felaket gibi görünen bu durum sonradan ya olmasaydı ne yapardım diyeceği bir noktaya getirebilir insanı. Evet bu belki milyonda bir gerçekleşecek bir şey kabul ediyorum ama yaşanmayacağının da bir garantisi yok öyle değil mi? Bence şu an Ateş ve Leyla’nın başına gelen tam olarak bu. Şu an ikisi de bir felaketin tam ortasındaymış gibi hissediyor. Ateş mesela daha sadece bir gece önce evinde hiçbir şey düşünmeden parti verirken bir gün sonra kendini İstanbul’da, çocukluk travmalarının olduğu evde, hiç tanımadığı üç çocuğa vasi olarak buldu kendini. Leyla desek dolandırdığı için sahte kocasından kaçmak isterken bir anda bir çiftlikte o üç çocuğa bakıcı oldu. Fakat onlara göre felaket olan bu durum bana göre aileden yaralı iki ruhun hayatın hazırladığı muzip bir oyunla hayatlarını birbirine karışması, yani romantik tarafım öyle söylüyor. Bu hikaye bir arapsaçı durumuyla başladı ve çözülmesi de o kadar kolay olmayacak, benden söylemesi.

Leyla Kökdal; ailesini hiç tanımamış ama onları bulmak için her şeyi yapmaya hazır, bıcır bıcır, gözü kara, sert görünen, hayatın pek de adil davranmadığı bir kadın. Düğün dolandırıcılığı yapıyor olsa bile insanların aile köklerine saygısı var, bunu o kıymetli yüzüğün maddi değerini hiç düşünmeden geride bırakmasından çok net görebiliyoruz. Zira onun tek amacı insanların parasını çalmak değil, zaten anladığım kadarıyla bunu sadece şu an yanında olduğu insanlar için yapıyor. İçinde kocaman kapatamadığı bir yarası var ve tek tesellisi hastanede yatan hiç tanımadığı bir adam. Bu ne kadar acı verici bir durum öyle değil mi? Düşünsenize tutunduğu tek dal belki de hiç uyanmayabilir ve Leyla her gün bu düşünceyle yaşıyor. Ailesinden geriye kalan tek şeyse annesinin kelebekli kolyesi. O hiç tanımadığı ailesine bağlı olduğu kadar, ailesi kabul ettiği Meryem ve diğerlerine de çok bağlı çünkü içindeki boşluğu onlarla kapatmaya çalışıyor gördüğüm kadarıyla. Yine de Leyla’da bir mücadeleci ruh var diye düşünüyorum. Birilerine bağlı olsa da, onları sevse de bir noktada yalnız olduğunu ve yoluna tek başına devam etmesi gerektiğini biliyor. Ailesini bıkmak tek amacı ama hangi ailesi? Onu doğuran aile mi yoksa onları bulmak için çıktığı yolda kader ona bambaşka bir yol mu çizdi? Biyolojik köklerinin peşinden giderken gerçekten ait olduğu aileye doğru mu gidiyor hayatı? Leyla kendini hiç hesap etmediği bir durumun içinde buldu. Bakalım tesadüfler silsilesi şeklinde bir araya gelip durduğu Ateş Arcalı ve kardeşleriyle yeni başladığı hayat onu nereye sürükleyecek?

Ateş Arcalı ;hovarda, tabir-i caizse gününü gün etmeyi seven, hiçbir yere bağlı olmayan, kökleri için savaşmayan, daha doğrusu köklerini annesi dışında reddeden, ailesini çoktan geride bırakmış ama içinde anne özlemi hâlâ var olan bir adam. Görünürde hiçbir şeye değer vermeyen, hiçbir şeyi umursamayan ve sadece kendine değer veren biri ama onun da çocukluk travmaları, içinde sakladığı duyguları ve özlem duyduğu şeyler var. Mesela hala bir anne ve çocuğunu gördüğünde aklına annesi geliyor, hâlâ o eve adım attığında aklına annesinin öldüğü gün geliyor, o hâlâ o günde kalmış durumda. Daha doğrusu aile kavramına bakış açısını o anı belirliyor. Onun aileye bakış açısı Leyla ya da bizler gibi değil. Yalnız kalmayı tercih ederek kendisine güvenli bir kale kurmuş, annesi her aklına geldiğinde canı yansa da onun sevgisine sığınarak bir hayat yaşıyor ve aslında yaşayamadığı her şey için de annesinin dışında kalanları suçluyor diye düşünüyorum.

Ateş bu yüzden ailesine daha doğrusu babasına ve abisine çok kızgın. Başta onu izlerken niye çocukları kabul etsin ki, niye şirketin yönetim kurulu başkanı olmayı istesin ki? Zaten kendine ait bir yaşamı ve geçim sıkıntısı olmayan bir kariyeri var diye düşünsem de o son belge onu en savunmasız yerinden; annesinden yakaladı. Söz konusu çok sevdiği annesi ve onun mirası olunca eli kolu bağlı kaldı ve kabul etti.Belki abisinin annesinin ölüm sebebini bildiğini buna rağmen sesini sırf bir gün o şirketin başına geçmek, babasının gözüne girebilmek için çıkarmadığını ve şirket için annesine sırtını döndüğünü bilmeseydi yine hiçbirini kabul etmeyecekti. Zira ne babası ne babasının vasiyeti ne de şirket umurunda değildi ama abisinin bunları bilip susması onu en az babasının yaptıkları kadar canını yaktı ve kızdırdı. Bu yüzden onun deyimiyle “Annesinin ölüsü üzerine” kurdukları bu şirketi ona bırakmamaya karar verdi. Açıkçası Ateş’in motivasyonunu gerçekten sevdim çünkü Ateş’i ancak bu sebep o şirkete döndürebilirdi. Her ne olursa olsun Ateş aileden yaralı bir çocuk, bu yüzden ben kardeşlerinin de Leyla’nın da ona iyi geleceğini düşünüyorum çünkü o farkında olmasa da bir aileye ihtiyacı var.

Ateş çok zeki biri, bunu babasının hiçbir desteği olmadan kendine bir hayat kurmasından, halasının oyunlarını hemen çözmesinden ve abisinin manipülasyonlarına gelmemesinden çok net anlayabiliyoruz. Bu yüzden ben Leyla’yı merak ettiği anda onun gerçeğini öğrenebileceğini düşünüyorum. Sonuçta Leyla’nın birilerinden kaçtığını çok iyi biliyor, üstelik her şey kendi otelinde yaşandı ve o bizzat şahit oldu. Bu yüzden çocukların bakıcısı yalanını yemeyecektir. Sadece şu an çocukları ve onlarla aile olma durumunu umursamadığı için üstünde durmaz en fazla diye düşünüyorum.

Leyla Ateş’in aksine ailesini bulmak için istemediği bir işi yapan, annesinin kolyesi için yakalanmayı hatta hapse girmeyi göze alacak kadar ailesini bulmak isteyen, onları tanımasa bile onlara en derinden bağlı bir kız. Leyla o kadar çaresiz ki ailesi için o kadar mücadele ediyor ki hiç tanımadığı bir adamı yıllarca hastanede ziyarete gidecek onun hastane masraflarını karşılayacak durumda. Bu yüzden ben çocukların ona da çok iyi geleceğini düşünüyorum. Leyla onların yaralarını sarmak istedikçe bence kendi yaraları da sarılacaktır.

Ateş de  Leyla da  çocuklar da henüz farkında değil ama hepsi aynı yerden aynı şekilde yaralı. Onlar ailelerini kaybetmiş, bu hayatta bir şeylere tutunmak için çabalayan bunu yaparken de çok farklı yollara başvuran kişiler. Ateş kendi yarasını içine gömüp hiçbir şey olmamış gibi görünürken, aslında hala o yaranın acısıyla kıvranıyor. Leyla hiç tanımadığı bir adamın iyileşmesi için mücadele verip, hiç istemediği bir işi yapıyor. Ailesini bulmak için çaresizce çırpınırken, çevresindekiler bu yarasından yararlanıyor. Çocuklarınsa başa çıkmak için bambaşka yöntemleri var. Ilgaz umursamaz görünüp kardeşleriyle ilgilenirken, Berit kendini sessizliğe hapsetmiş, Aydos ise kendini oyunlara vermiş biri gibi görünüyor. Hayat hepsini şimdi aynı evin içinde buluşturdu. Bu kimin dileği bilmiyorum ama ben hepsinin birbirine çok iyi geleceğine inanıyorum. Bakalım birbirinden bu kadar farklı kişi bir arada durmayı nasıl başaracak, izleyip göreceğiz.

Aynı yerden farklı acılarla sınanmış iki insanın hikayesi Ya Çok Seversen. Sevginin yarattığı boşlukla çatışan iki deli dolu karakterin bir araya gelmesi bizleri nereye götürecek bilemem. Ancak ilk karşılaştıkları andan itibaren kaderin ağlarını ördüğü iki genç kendi içlerindeki boşluklarla, sanki bir yapboz misali bir araya geldiler. İkisinin ruhunda da bir boşluk var ve bu boşluk sadece aşkla dolacak cinsten de değil, çok daha derin bir tamamlanmaya ihtiyaçları var, gerisi kaderin işi…

Ya Çok Seversen güzel bir ilk bölüm kotarmış. Dünyasına ilk yarım saatte hemen girdim. Ali Bilgin hocanın kompozisyonuna, ilk bölümde dizinin aurasını seçerek bir keskin nişancı gibi tam 12’den vurması beni her zaman kendine hayran bırakmıştır. Ya Çok Seversen şimdilik kırmızı ancak bir çok rengi barındırıyor. Rejisinin güzelliğini şöyle bırakalım, Kerem Bürsin ve Hafsanur Sancaktutan’ın uyumunu da çok beğendim. Enerjileri, sahnelerdeki uyumları da çok iyiydi. Açıkçası Kerem Bürsin’i izlemeyi de çok özlemişim, ne yalan söyleyeyim. Dizinin bundan sonra da alıcısı olurum, güzel bir ilk bölümdü.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

 

Yorum bırakın