YAZAR: Simay DEMİR

Kızılcık Şerbeti daha ilk sansasyonel tanıtımıyla radarıma girmeyi başaran bir iş oldu. İki zıt kutuptaki ailenin birbirine aşık gençleriyle bir araya gelme hikayesinin, ön yargıların insanları nasıl etkilediğini anlatan dizi beni ilk bölümüyle derinden etkiledi. Dizide ayrıca Sıla Türkoğlu, Barış Kılıç ve Evrim Alasya’nın başrol koltuğunda oturması, özellikle de Kıvılcım karakterinin daha ilk sahneden ruhumu zaptetmesiyle “Ben bu işi yazmalıyım!” dedim ve işte karşınızdayım.

Sevmek, sevildiğini hissetmek bu hayattaki en kıymetli şey bence çünkü bir insan yeterince sevilir ve o sevgi doyumuna ulaşırsa verdiği kararlardan tutun da hayatın akışında bile ona göre davranır. Halbuki sevilmeyen, o sevgi yoksunluğunu yaşayan insan karşısına ilk çıkan şeyi sevgi zanneder ve ona sığınır.  Özellikle anne ve babasından sevgi doyumluluğuna ulaşmayan biri ya kendini sevilmeye layık görmeyip tüm kapılarını kapatır ya da karşısına  çıkan ilk şefkate sığınır ve ne olursa olsun onu kaybetmemek için çırpınır durur. Bana göre Doğa anne babasının sevgisizliğini, onların yanında olmayışını ve onlardan hiç şefkat bulamayışını Fatih’te kapatıyor. Tabi ki aşık değil yahut sevmiyor onu demiyorum ama bunun rolü yokta değil. Ve Kıvılcım onun da sorunsuz bir aile geçmişi olduğunu  zannetmiyorum çünkü çevresinde o kadar kalın duvarlar var ki o duvarları kendi iradesiyle ördüğünü de o sınırları da kuralları da sadece koruma amaçlı koyduğunu da düşünmüyorum.

Kıvılcım aslında bu sert ve disiplinli yapısı sayesinde hayatını yönetebiliyor çünkü bu sayede duygularını yani zayıflıklarını yok sayabiliyor ve umarım bize de gösterilir ama ben tüm bu davranışlarının altında bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Yani bunca yıllık eşinden boşanmış, çocuklarını tek başına büyütmüş ama annesi dahil kimse onun bunlar yüzünden bir kez bile ağladığını dahi görmemiş.  Bir insan bu kadar şeyi üst üste yaşayıp da yarasız, beresiz bu durumu atlatamaz. Kıvılcım’ın da bu kadar sert olmasının altında çok ciddi sebepler var diye düşünüyorum. Şimdilik bunların ne olduğunu bilmiyorum ama ailesindeki en sert insan,o. Annesi, söylendiği kadarıyla kız kardeşi de böyle değil. O zaman onu böyle yapan ne? Fakat şu da su götürmez bir gerçek ki hiç bir insan doğuştan böyle duygusuz, katı, kuralcı ve kalıpçı doğmaz. Bir şeyler olmuş olmalı ki Kıvılcım etrafında kurallardan bir duvar oluşturmuş olsun.  Benim asıl merak ettiğim bunların sebepleri. Yani Kıvılcım neden bu kadar sert, kapalı insanlara karşı neden bu kadar önyargılı? Sınıfsal ayrımcılığa bir eğitimci olarak nasıl bu kadar destekçi? İşte benim onun hakkında asıl merak ettiğim şeyler bunlar.  O kadar net ve sert ki, bakışlarıyla bir kayayı paramparça edebilir bence.

Kıvılcım’ın bu tavrını, ön yargılarını ve kendisinden farklı insanlara karşı bakış açısını ilk alışverişte, sonra da Fatih’in tanışma gecesinde gördük. Fatih, Sönmez Hanım’ın elini öperken ona takındığı tavır aslında her şeyi anlatıyordu. Kıvılcım oldukça soğuk ve üstten bir bakışla süzerken Fatih’in dediklerini duymadı bile. Önyargı olaylarda çok işe yarayan, insanların geniş perspektifle olayları analiz etmesini sağlayan bir şeydir ama bu durum insanlarda çok az işe yarar. Kıvılcım bana sorarsanız hatayı burada yapıyor. İnsanları tanımadan onları kafasında gruplandırıyor. Bunu nasıl yapacak bilmiyorum ama toplumun da bizleri hatta birçoğumuzu da buna zorladığını düşünüyorum. Yaşantımız, sosyal çevremiz ve belki de kendi kalıplarımız bazı şeyleri görmemizin önüne geçiyor. Özellikle de Kıvılcım gibi böylesine eril bir toplumda, bir kadın olarak ayakta durmaya çalışan bir kadınsanız gardınız hep çok yüksek olmak zorunda zira erkeklerin acımasız dünyası bize başka şans bırakmıyor. Fatih’e tavırları doğru demiyorum ama ben de herkes gibi onu et çengeline çekmeyeceğim, anlamaya çalışacağım. Kıvılcım derisinin altında çok fazla sır barındırıyor bence ve ben hepsini öğrenmek istiyorum.

Kıvılcım’a aslında basit bir gözle bakabilir, işte toplumdaki diğerlerinden bir farkı olmayanlardan biri daha diyebilirdim. Eğer Doğa ile arasındaki büyük kavgaya şahit olmasaydım. Kıvılcım karakter olarak despot, sinirli ve agresif olabilir ama aynı zamanda da çok kontrollü biri. Okulda Ömer’le yaptığı tartışmada da bunu çok net bir şekilde gördüm. Kıvılcım ne olursa olsun kendini kaybetmedi. Doğa ona evleneceğini söylediğinde de aslında önce çok kızdı ama asıl kıyamet bebekle koptu. Hamileyim dediği anda Kıvılcım kendini kaybetti. Doğa’nın bu yaşta hamile kalmasına, evleneceğim demesine ve belki de kızının ilk kez karşısına bu şekilde çıkıp dikilmesine tahammül edemedi ama buradaki durum öyle kızının kontrolünü kaybetme dürtüsü değildi. Kıvılcım okuluna birincilikle giren kızının eğitim hayatını sonlandırma ihtimaline takıldı. O noktadan sonra da karşımda resmen bir canavar vardı. Doğa ne dedi, ne söyledi Kıvılcım için bir önemi yoktu. Kızının evlenip, çocuk büyüterek hayatının en kötü kararını alacağına inandı ki onun yerinde kim olsa onu düşünür. Kız hem çok genç hem de çok toy. Kıvılcım’ın kendini kaybetmesi, psikolojik şiddetini asla tasvip etmiyorum ama endişesini, korkusunu da anlıyorum.

Kıvılcım belli konularda sonuna kadar haklı. Özellikle de bizim toplumumuzda bir kadının eğitimli, kariyerli olması konusunda söylediklerinin altına imzamı çakarım. Neden mi? Sebep çok bariz değil mi? Bu kadar cinsiyetçi bir toplumda başka şansımız mı var? Güçlü olmak zorundayız ve bunun tek bir yolu var: Eğitim! Ancaaaaaakkkk hiç bir sebep, gerekçe ya da bahane bir insanı istemediği halde zorla kürtaja götürmenin bahanesi olamaz. Doğa 20 yaşında üniversite kazanmış reşit ve kendi kararlarını kendi verebilecek bir durumda. Ona bu zorbalığı yapması akıl alır gibi değildi. İkincisiyse o bir ebeveyn olabilir ama çocuklarını bu şekilde baskılayarak, “ Benim evim benim kurallarım” diye diretmesi çok yanlış. Zira bu şekilde çocukları tüm hatalarını, yanlışlarını ondan saklayacakları yetmiyormuş gibi onlara sevgi ve şefkat gösteren ilk kişinin peşinden gider. Yanlışı doğruyu bu şekilde onlara gösteremez aksine onları bile bile yanlışa sürükler. Doğa mesela o gördüğün kadarıyla çok fazla baskıyla büyümüş ve bundan dolayı kendi doğruları yahut düşünceleri bile karşısındaki kişinin tepkisine bağlı olarak değişiyor.  Bir şeye annesi kızacak diye üzülüyor, Fatih’in tepkilerine göre sevinip üzüleceğine karar veriyor mesela. Ve henüz hiç izlemedik o yüzden net bir şey diyemem ama Fatih’in evinde baskı görse bile bunu baskı olarak algılayacağını dahi düşünmüyorum çünkü zaten buna alışarak büyümüş biri o ne yazık ki.

Doğa baskı dolu bir evde anne sevgisi görmeden, en çok babasına ihtiyacı olduğu dönemde babasız büyümüş bir genç kadın. Bu yüzden hem annesinden hem de babasından farklı olarak Fatih ona şefkat gösteriyor ve bu Doğa’nın ona neden bu derece bağlı olup güvendiğini de gösteriyor bir anlamda. Düşünsenize sırf annesi görüp kızacak diye tahlil yaptırmak istemezken Fatih en ufak bir telefonla onu o an sabahı beklemeden hastaneye götürdü. Sabaha kadar endişeyle ne yapacağını bilemeyen Doğa, Fatih’in bebeği istediğini, bunun için ne kadar heyecanlanıp sevindiğini gördüğünde tüm gece ağlayan kızdan eser kalmadı. Bir anda tüm kederi hüznü geride kaldı, çünkü onunla birlikte sevinen biri vardı bu habere. Yanında bir destekçi bulmak bu yüzden onun için çok kıymetli ve Fatih hem sevgisini, hem şefkatini hem de desteğini sunuyor ona.

Şimdi burada bir paragraf açmam gerekiyor çünkü Doğa ile ilgili benim ciddi endişelerim var. Az önce de dediğim gibi Doğa’nın kendisi için istediği bir şeyi görmedim. Bunun en barizi bebektir. Kimse ona “Anne olmak istiyor musun?” demedi. Ne Fatih ne de Kıvılcım sormadı. Kıvılcım meseleyi kürtaja kadar getirdi, Fatih de hemen baba olma mevzusuna daldı. Peki 20 yaşında bir genç kadın anne olmak istiyor muydu mesela? Ben Doğa’dan bu bölüm boyunca evlenmek istiyorum, anne olmak istiyorum ya da diş hekimi olmak istiyorum sözlerinden birini bile duymadım. Hep şu iki cümle vardı: Annem üzülür, Fatih üzülür. Peki ya Doğa? Doğa ne hissediyor? Ne istiyor? Bunu kimse sorgulamazken, evlenirken bile bir yıldırım nikahı yapılıp, genç bir kızın hayalleri halı altına süpürülürken iki aileye de aşırı bir şekilde uzak duruyorum, haberiniz olsun. Şimdi sonra olacak diyenleriniz olabilir ama her şeyi usulüne uygun bir şekilde yapacak gibi görünenlerin bunları da düşünmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Bu hikayede şu anda ben aslında Doğa’yı düşünüyorum çünkü onu kimsenin anladığını sanmıyorum. Fatih’in bile…

Fatih’te ilgili bu hafta elime pek bir veri geçmemiş olsa da ben onların aşkına güvenmek için biraz daha bilgi sahibi olmak  isterdim doğrusu. Fatih gördüğüm kadarıyla saygılı, ailesine düşkün biri. Evet Doğa’yı seviyor, değer veriyor, destek oluyor ve bunlar çok önemli şeyler  ama kurduğu bir cümlesine irkilmedim  değil açıkçası. Fatih “Ben eşimin okumasına karşı değilim” dediğinde bunu tüm iyi niyetiyle söylediğine eminim ama içten içe de “Ya destek olmasaydın, okumasına ve meslek sahibi olmasına karşı olsaydın? O zaman ne olacaktı?” Kıza annesi gibi hapis hayatı mı yaşatacaktı, yahut annesi ablası gibi kapanmasını isteyecek mi ilerde diye düşünmeden duramadım. Zira daha Fatih ile ilgili  konuşmak için çok erken ama muhafazakar bir ailede yetişmiş biri o ve bu durumdan etkilenmesi de mümkün. Mesela Kıvılcım’ın dediği bir cümle de dikkatimi çok çekti. Evet Fatih’in annesi yahut ablasıyla tek kare fotoğrafı yok sosyal medyada. Demek ki bu durumdan hoşlanmıyor. Dediğim gibi Fatih konusunda konuşmak için henüz çok erken umarım benim kaygılarım boşa çıkarda Doğa gerçekten çok mutlu olacağı bir yaşama başlamış olur.

Son sahneyse kafamda bir çok ışığın aynı anda yanmasına sebep oldu. Birincisi Doğa büyük bir yanılgı içerisinde, bir insanla evlenirsen onun ailesiyle de evlenirsin. Yani ben Fatih’le evlendim diye bir durum yok. Şu tanışma toplantısı aslında iki aile arasındaki çekişmenin çok net olacağının sinyalini şimdiden vermiş oldu. İki birbirinden ayrı aile ve dünyada olan bu insanların aile olması sandığınız kadar kolay olmayacak. Özellikle de Kıvılcım ve Pembe arasında yaşanacağını düşünüyorum. Ayrıca evinde bir yastık bile düzeltmeyen Doğa’ya iş yaptırılması, Kıvılcım’ın evinde Doğa adına konuşmalar yapılması doğal olarak Kıvılcım’ı delirtti ama size bir sır vereyim mi? Pembe de ortamda uygun yeri bulduğunda tamamen oğluna yönelik konuşmalar yaptı. Yani aslında gelinim değil, oğlum diyecek bir kadın ancak onun bi farkı var bence. Pembe’nin kızının saçları açıktı. Yani belki de bu aile o kadar da despot olmayabilir ancak şunu da sormam lazım. Ya hamile kalan evin kızı olsaydı, o zaman ne olacaktı?

Ayrı dünyalar, ayrı hayatlar…Doğa ve Fatih yan yana alışveriş bile yapamayan iki aileyi akraba yaptı. Bundan sonra neler olur bilmiyorum ama tarafların ikisinin de sert olduğunu düşünüyorum. Doğa için çok endişeliyim. Fatih’in ailesi oldukça muhafazakar ve Doğa’nın tüm bildiklerini unutturacak cinsten. Kadın  ve istifra örneklerinde olduğu gibi Doğa’nın bir bakış açısı var. Şimdilik el öpmek, kahve yapmak ona ağır gelmiyor ama gelebilir de…Aşk her zaman tüm şiddetiyle bizi sarıp, sarmalamaz. Ben bu evlilik ve iki aile arasında Doğa’nın kabuğunu kıracağı o anı çok merak ediyorum çünkü anladığım kadarıyla yeni hayatı da eskisinden pek de farklı olmayacak gibi duruyor, hayırlısı olsun.

Yazıma son vermeden önce bu ilk bölüme damga vuran iki kadından bahsetmek istiyorum: Evrim Alasya ve Sıla Türkoğlu. Öncelikle Evrim Alasya ile başlamak istiyorum. Bir karakter beni korkutabilir mi? Evet varmış böyle bir ihtimal. Öyle bir Kıvılcım yarattı ki nefesim kesildi izlerken. Beden dilinden, bakışlarına kadar yaymış karakteri. Her hücresiyle ekrandan taşıyordu. Özelikle de Sıla Türkoğlu ile yüzleşme sahnelerinde ağzım açık izledim. Kendisine, performansına öyle hayran oldum ki bazı sahnelerde koltuğumdan dahi kıpırdayamadım. Evrim Alasya’yı izlemeyi de özlemişim ne yalan söyleyeyim, ruhuna, emeğine sağlık.

Sıla Türkoğlu’nun Doğa’sına da tek kelimeyle BAYILDIM. O kadar içten bir karakter yaratmış ki onu sarmalamak istedim. Sıla zaten önceki projesinde de beni kendine hayran bırakmıştı ama burada bambaşka bir ışığı vardı. Doğa’nın korkularını, endişelerini, sıkılmışlığını…Her şeyini dört dörtlük aktardı beyaz cama. Doğa özellikle iç çatışması çok yüksek bir karakter ama ilk bölümden ben onun tüm gelgitlerini çok iyi gördüm, hissettim. Sıla Türkoğlu rolüne iyi hazırlanarak, muazzam bir karakter çıkarmış ortaya. Emeğine, yüreğine sağlık.

Zaman zaman gerim gerim gerildiğim, bazen düşüncelere daldığım bir ilk bölüm oldu. Olaylara daha her iki aile açısından bakmamış olsak da Doğa’nın da dediği gibi belki de her şey daha yeni başlıyordur. Kim bilir? İzleyip görelim

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere. Sevgiyle kalın.

Ayrı Dünyalar (Kızılcık Şerbeti,1.bölüm)” için 3 yorum

  1. حلوووو شكر👍👍👍👍🤙🤙🤙🤙👍👏👏👏👏👏👏👏👏🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹

    Beğen

  2. حلوووو شكر👍👍👍👍🤙🤙🤙🤙👍👏👏👏👏👏👏👏👏🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹

    Beğen

Yorum bırakın