Bana Unutmayı Anlat ( Kızılcık Şerbeti, 17.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

Sevmemin, karşılıklı sevilmenin bir mucize olduğunu düşünmüşümdür hep. Dünyadaki milyarlarca kalbin arasında kalbine, ruhuna, hissettiklerine denk gelen biriyle aynı duyguları yaşamak bir mucize değil de nedir? Kıvılcım ve Ömer, Nursema ve Umut, Doğa ve Fatih bu şanslı kişilerden bana göre. Ama aşkta sevgide gerektiği gibi beslenmezse, narin bir çiçek gibi ilgi ve özen gösterilmezse zamanla solup gider. Fatih henüz farkında değil ama Doğa’nın ona olan aşkı solmak üzere. Ömer ve Kıvılcım aşklarını ayakta tutmak için tüm engellere karşı el ele dimdik dururken, Nursema ve Umut maalesef ki rüzgara karşı duramayıp savrulup gittiler. Onlar şimdilik birbirlerinden vazgeçmiş olsalar da onlardan hala vazgeçmeyen insanlar var; tıpkı Doğa gibi.

Bu bölüm Doğa’yı büyük bir gururla izledim doğrusu ve Ünallara karşı duruşunu hiç bozmadan yoluna devam etmesini çok sevdim. Eşiyle yeni barıştı diye, araları bozulmasın diye susup oturmadı diğerleri gibi. Doğru bildiği yolda sonuna kadar gitti. Ne Fatih’i dinledi ne de Ünal Ailesi’nin kuralları bunlar deyip bir kenara geçip izledi. Nursema bile pes etmişken o etmedi. Nursema için mücadelesini izlerken istediğinde ne kadar kararlı ve cesur olabileceğine şahit oldum. Üstelik onun da bir yerlerde ;Ben başardım o da başarabilir dediğine eminim. Çünkü zamanında aynı zorbalığa uğramış biri olarak buna göz yumamazdı ki yummadı da. Evet verdiği mücadele sonucunda kendi sevdiği adamla evlendi, sorunlar yaşıyor olsa da onun yine eski Fatih olabileceğine inancı tam hala. Fakat eskisi gibi ona güveniyor mu? Yahut sevgisi hala ilk günkü gibi taze mi diye soracak olursanız buna cevabım hayır maalesef.

Doğa artık yaptıklarını Fatih’le paylaşmayacak, ondan herhangi bir konuda yardım istemeyecek raddeye gelmiş durumda. Düşünsenize Fatih’e kız mutsuz ve mutsuz olmaya devam edecek diyor, adamın umurunda değil. Yeter ki o iyi olsun, Doğa’nın beyninde eşinin bu düşüncede olduğunu dank ettiği anda yüzünde oluşan hayal kırıklığı bence içinden bir şey koparıp attı. Çünkü o an yüzünde “Benim aşık olduğum duyarlı adam bu mu?” ifadesi gizleyemeyecek kadar net duruyordu. Bu gerçekle böyle yüzleşmiş olması ne kadar korkunç bir durum. Öyle ki en son Nursema için yaptıkları konuşmada bir tek güveninin değil ona olan saygısının dahi azaldığını düşündürdü bana. Çok severek dinlediğim bir ablam şöyle demişti “Saygı sevginin içinde bulunduğu bir kadeh gibidir, o kadeh kırıldı mı sevgi de dağılır gider.” Bence çokta haklıydı; güvenin, saygının olmadığı yerde sevgi ne kadar barınabilirdi ki?

Ömer’in de dediği gibi Doğa tıpkı annesinin kızı. Ben eminim ki o evde gördüklerinden sonra bununla gurur duyuyordur. O da tıpkı annesi gibi inatçı, cesur, doğru bildiğinden şaşmayan, yanlışa her ne olursa olsun gözünü kapatmaya biri. Karşısındaki kim olursa olsun onun yanında acı çekiyorken Doğa asla öylece durup izleyebilecek biri değil. Doğa’nın bu özelliklerini gerçekten çok seviyorum. Onun aksine Fatih benim gözümde korkağın, umursamazın teki. Doğa evi terk etmeye karar verdiğinde Nursema “Fatihle konuşmadan gitme” demişti, o en özgün anında bile “Evliliğinin kıymetini bil’ diye Fatih’in yapmadığını yapmıştı. Ama Fatih Nursema’nın Umut’u sevdiğini bile bile onun başka biriyle evlendirilmesine karşı çıkmadı. Dahası Umut’a cephe aldı. Satın aldığı otel için bile babasının karşısına dimdik duran Fatih kardeşi için kılını bile kıpırdamadı. Mustafa’ysa eşi üzülüyor diye ona gemi almak için Fatih’in yanına koşarken kız kardeşi acılar içinde kıvranırken onun yakarışlarını duymadı bile. Hele Abdullah ve Pembe ekrana fırlayıp onları boğmamak için kendimle mücadele ettim resmen.

Bir tek onlar değil Doğa dışında herkes umutsuz vakaydı benim gözümde zira gelen giden bu evlilik için Nursema’ya “Çok iyi bir aileye gelin gitti, bir eli yağda ,bir eli balda olacak” deyip durdu. Halbukionlar mal Nursema bir insanla evlenecekti; o insanın hayata, dine bakışı, merhametli olup olmadığı, vicdan sahibi olup olmadığını kimse sorgulamadı. Birlikte güleceği, sohbet edeceği, hayatını geçireceği bir insandı; üstünde oturduğu koltuklar, içinde yaşadığı ev, koluna takacağı bilezikler değildi evlendiği, kanlı canlı bir insandı. O mutsuz olduğunda içinde yaşadığı ev onu mutlu etmeyecek, kayınbabasının kazandığı paralar ona teselli vermeyecek, Nursema bu şekilde ne kadar Mutlu olabilir ki. Üstelik Fatih dahil herkes artık Nursema’nın Umut’u sevdiğini bildiği halde yaptılar ona bu eziyeti. Ama benim en çok zoruma giden ne oldu biliyor musunuz? Eve gelen görücülerin yüzsüzlüğü.

Bu evliliği istemediği her hal ve tavırlarından belli olan birini almak helal, oğullarının ne mal olduğunu bildikleri halde ona kız seçip kurbanlık koyun gibi imamın önüne atmak helal ama alkollü kolonya kullanmak haram. Bakın bu zihniyet başka bir evre; bu din yahut muhafazakârlık değil, dini kendi çıkarları için kullanmaktır. Kul hakkından bihaber yaşayıp, kendi çıkarları söz konusu olduğunda o günah bu haram diye geçinmek ne kadar da kolay öyle değil mi? Pembe tek ayak üstünde kırk yalan uydururken sorun yok, Abdullah kızı yaşında birine evli olduğu halde ilgi duyarken sorun yok ama Nursema birini severken büyük günah. Abdullah da Pembe de böyle insanlar maalesef. Ama benim en çok zoruma giden yine Pembe’nin yaptıkları oldu bu bölüm. Çünkü o da bir kadın ve kızına da sırf kadın olduğu için bu zulmü reva gördü. Gün gelir Fatih düzeltir kendini pişman olur yaptıklarından onu affederim, Mustafa’yı kör ve sağırı oynadığı için affederim ama Pembe’yi asla affetmeyeceğim.

Onun o iğrenç düşünceleri beni tiksindiriyor artık; “Erkek adamdır ne yaparsa yapar elinin kiridir nasıl olsa” diye düşünen, aynı şeyleri yaşadığı halde kız evlatlarına yaşatan yine ve maalesef bu düşüncedeki kadınlar. Pembe kendi mutsuz hayatına aynısını yaşasın diye Nursema’yı da ortak etmiş oldu, onu sevmediği, istemediği biriyle evlendirerek. Tamam o ikisi geri kafalı, Nursema’yı nasıl bir ateşe attıklarının farkında değiller amenna kabul ediyorum. peki ya Ömer, o nasıl olur da bir kez olsun itiraz etmez bu duruma ? Ben bu bölüm Nursema konusunda Ömer’i büyük bir hayal kırıklığıyla izledim doğrusu. Ömer Nursema’ya yapılanda kendini gördü, bugün Nursema’ya ne yapıldıysa geçmişte aynısı ona da yapılmış, bunu döktüğü gözyaşından anlasam da tepkisizliği canımı yaktı doğrusu. Ondan kendisine yapılan zulmü yeğenine her ne olursa olsun yapılmaması için bir şeyler yapmasını beklerdim. O öyle bir dünyada bir erkek olarak bu kadar zorlanmışken ve yeğeninin ne kadar acı çekebileceğini tahmin edebiliyorken kılını bile bu konuda kıpırdatmaması çok zoruma gitti doğrusu. Evet belki dediği gibi ne söylerse söylesin abisinde tesir etmeyecekti ama en azından o karaktersiz damat adayının ne mal olduğunu ortaya çıkarmak için bir şey yapabilirdi ama yapmadı. Onu kaderine terk etti. Abisi Abdullah’sa artık ona söylenecek söz bile bulamıyorum.

Abdullah Doğa’nın tehdit içeriğini merak dahi etmedi onun için önemli olan kimle birlikte hareket ettiği oldu. Kızını bir haysiyetsiz, karaktersiz belki de ona yeri geldiğinde şiddet uygulayacak, her gün aldatacak, önüne gelen kadına salyalarını akıtan bir pisliğe vermiş olması ne onun ne de çok sevgili karısının umurunda bile değil. Yeter ki Nursema’dan kurtulsunlar.  Hayat bazıları için çok acımasız olabiliyor. Nursema da Umut’ta bu hayatta paylarına düşen acıyı almış oldu. Bakalım bu işin sonu nereye varacak, merakla bekliyorum doğrusu.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

Böyle Mi Olacaktı? (Kızılcık Şerbeti, 16.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

İslam’da anne babaya “Of bile” demeyin der. Evet, anne baba hakkı bu kadar büyüktür evladı üzerinde. Peki ya evladın hakkı, onun hakkı yok mu ebeveyn üstünde? Bir ebeveyn çocuk yapmayı kendi seçer, ama o çocuk doğmayı da, yaşamayı da kendi seçmez. Bu yüzden ben anne baba hakkı kadar evladın da onlar üstünde hak talep edebileceğine inanıyorum. O evlat istediği gibi kullanabileceği bir mal yahut oyuncak değildir, hür iradesi olan bir bireydir benim de, gerçekten İslam’a gönül vermiş herkesin nazarımda da bu böyledir. Mustafa, Nursema, Fatih, Doğa, Çimen, Metehan… Hepsi duyguları olan, kendi yaşamları olan bireyler ama farkında mısınız hepsi ailelerinin baskıları, mutsuzlukları yahut var gibi görünen yoklukları nedeniyle eksik büyüyen yetişkinler.

Biz bu bölüm Nursema’ya yapılanlarla deyim yerindeyse cahiliye döneminden beterini yaşadık. Cahiliye döneminde insanlar kız çocuklarını diri diri toprağa gömer hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ederdi. Peki Nursema’nın bu yaşadığı aynı şey değil miydi? O, ailesinin elleriyle toprağa diri diri gömülmüş olmadı mı şimdi?
Nursema’yı ilk tanıdığımızda ruhu çekilmiş, renkleri solmuş sadece ona söyleneni yerine getiren biriydi. Annesi onu babasıyla sürekli korkutarak bir şeyler dayatıp yaptırılan biriydi. Zaten Nursema daha çok babacı bir kadındı; hatırlarsınız ilk bölümlerde sürekli “Burası Abdullah Ünal’ın evi, Abdullah Ünal’ın ismi…” deyip duruyordu. Sonra yavaş yavaş fark etmeye başladı ki o evde babası dahi kimse ona önem vermiyor. O evde ne istekleri kaale alınıyor, ne hayalleri önemseniyor, ne de kimse varlığına değer veriyor. Otuz yaşında bir kadın olarak bu güne kadar tek bir sefer karşı çıkmadığı babası sırf birini sevdi diye tokat attı ona var mı ötesi? Bu durum onda dank ettiği an anne babasının yanlış düşünce yapısını gördüğü an bakış açısını değiştirdi. Bir gece evden çıkmaya cesaret edemeyen kadın bavulunu toplayıp kaçmayı göze aldı. Her ne kadar başarısız olmuş olsa da o inandığını peşinden gitmeyi seçti “Ne olursa olsun el ele olunmalı, insan kadın ya da erkek birbirine güvenmeli” gibi erkeği üstün değil eşit tutan bir tavır sergilemeye başladı en basiti. Daha önce annesinin boyunduruğundan çıkmayan kız isyan etmeye başladığı an ise kalemi kırıldı, ölüm fermanı imzalandı o toz konduramadığı anne babası tarafından. Bir yük bir huzursuzluk kaynağı olarak görülüp nitelendirdi. Aslına bakacak olursak Doğa dışında hiç kimse o evde Nursema’yı gerçekte görmüyordu ki zaten.

Bakmakla görmek arasında ince bir fark vardır. O evdeki herkes Nursema’ya bakıyor ama kimse onun neler çektiğini nasıl hissettiğini yahut nelerle boğuştuğunu görmüyor. Abdullah’ı , Pembe’yi geçtim Fatih ve hatta nahif, düşünceli dediğim Mustafa bile “Bu kız istiyor mu, bu ne acele?” diye sormadı. Kurbanlık koyun gibi attılar imamın önüne. Peki neden? Ben söyleyeyim sırf birini sevdi diye. Halbuki gerçek Müslümanlık, muhafazakârlık böyle bir şey değildir. İslam dininde Ünalların yaptıklarının aksine kız evlatlarına çok değer verilirdi. Peygamber efendimiz kızı Fatma odaya girdiğinde ona olan hürmetinden ayağa kalkar, selamlardı, düşüncelerine önem verir, kafasına takılan konularda fikrini sorardı. Kızların birini sevmesi günah yahut haram değildir İslam’da. Erkek çocuğunda olduğu gibi hatta kızlar iyi ahlaklı eşler bulsun diye karşı taraf kılı kırk yararak araştırıldı. Peki Abdullah ve Pembe ne yaptı?

Pembe sırf Alev uzakta dursun diye kızını bile bile ateşe atarken, Abdullah da kızının çığlığına kulak tıkadı. Bakın bunun dinle, imanla falan alakası yok. Sırf yapabiliyorlar diye birine zulmetmek bu. Umut daha ilk andan itibaren, Nursema’sına dünyanın en değerli varlığı gibi davranırken, onun ruhunu okurken, dokunurken onu var eden ailesinin o ruhu öldürmesi nasıl bir zalimlik? Nursema Umut’u seviyor ve Umut onun için ideal bir eş adayı. Halbuki ne Abdullah ne de Pembe onu bir kerecik olsun tanımaya yeltenmedi. Onu kendilerine layık görmedikleri için birlikte olmalarını istemediler bu Müslümanlık yaşantısına göre değil bencilce bir insan davranışıdır sadece. Nursema şimdilik kaderine razı gelip sustu ve başkasıyla evlendirildi. Bu saatten sonra tamamen içine çekilip ona dayatılan hayata sesini çıkarmadan razı mı olur yoksa bu onun baş kaldırışının bir başlangıcı mı olur bilmiyorum ama bence bu yolda asla yalnız olmayacak. Çünkü Doğa evdeki tek kişi bile olsa ona yardım etmekten geri kalmayacağını çok açık bir şekilde gösterdi.

Doğa ve Nursema’yı izlerken ikisi içinde aynı şeyi düşündüm; ikisi de aşık olduğu için odalara hapsedilen, zorla bir şeyler dayatılan kadınlar. Doğa ona sımsıkı sarılırken Nursema’yla arasındaki tüm buzları da eritmiş oldu ve ben inanıyorum ki bu yolda her daim onun yanında olacak. Zaten o evde Doğa şu anda Nursema için can simidi, başkası değil. Nursema ise hayatının dersini alıyor aslında, en başından beri asla sıcak ilişkileri olmayan iki insanın bir anda birbirine tutunması bana “kadın, kadının yurdudur” sözünü anımsattı. Nursema için hala umut var ve o umudun adı da Doğa…

Doğa Nursema’yı anlayıp onunla empati kursa da aynı şeyi annesi için yapması biraz zamanını alacak gibi görünüyor. Çünkü o şu anda kendi dahi bilmediği bir kızgınlığa sahip annesine karşı. Aslında Doğa’nın bu kadar öfkeli olmasının sebebi annesinin kendisine söylediği şeyleri tamamen görmeden gelip, o kötü dediği aileden biriyle ilişki yaşaması bence. Yalnız ayrıntı şurada, Kıvılcım asla taviz vermiyor, Doğa ise yine hata üstüne hata yapıyor. Halbuki Doğa’nın da Ünal ailesinin de unuttuğu bir şey var; ne Ömer bir Fatih ne de Kıvılcım Doğa kadar toy ve tecrübesiz. Üstelik Doğa’nın Ünal ailesiyle yaşadığı sorunların sebebi Kıvılcım değil ama bu bölüm tıpkı Fatih gibi Doğa da sanki tüm bu yaşananlar onun suçuymuş gibi davrandı.

Doğa’nın unuttuğu şey o evi terk etmesinin sebebi annesinin nasihatleri, baskısı yahut annesinin Fatih’i istememesi değil, Fatih’in ona insan gibi davranmamasıydı. Halbuki Doğa söyledikleriyle sanki annesi o evi terk etmesini istemiş gibi davrandı. Yine de Doğa’yı da anlıyorum; ne düşüneceğini ne yapacağını bilmez bir halde hormonları tavan yapmış durumda. Bir yandan ne düşüneceğini az çok tahmin ettiği Fatih ve ailesi diğer yanda kendi durumunun belirsizliği onu çok yıpratıyor. Zaten birazcık durup düşündüğünde yumuşayıp annesine destek olacağını düşünüyorum zira Fatih annesi hakkında konuştuğunda yahut Nilay ve Pembe laf sokmak istediğinde ağızlarının payını bir güzel vermiş ne olursa olsun annesi hakkında konuşturmamıştı onları. Doğa her ne olursa olsun, hangi duyguda olursa olsun ailesine yürekten bağlı ancak duygusal durumu onu sürekli hataya zorluyor.

Benim asıl merak ettiğim şeyse şu : Bence burada asıl soru Doğa Ünalların ona suçlayıcı gözle bakacaklarını , laf sokup üzeceklerini bildiği halde neden o eve geri döndü. Aslında benim bu konuda iki düşüncem var. Birincisi Doğa Fatih’le boşanmak istemiyor aksine Fatih’i o evden çekip çıkarmak ve yeni bir hayat yaşamak istiyor. Fakat bu durum Fatih’ten çok daha fazla uzaklaşmasına ve Pembe’nin onu doldurmasına çok güzel zemin hazırlayacağı için geri döndü.İkincisi bence o evde annesinin arkasında neler döneceğini çok iyi biliyordu bu yüzden orda oldu. Şimdi ona kızgın olsa da nasıl Kıvılcım her olayda onun arkasında duruyorsa o da zamanı gelince yine sımsıkı sarılacaktır annesine.

Belki bana kızacaksınız ama Doğa iyi ki gitti o eve çünkü Nursema tek başına o evde o psikolojiyle yaşayamaz. Bir desteğe ihtiyacı var. Fatih dahi onu susturmaya çalışırken o “Bir de Nursema’nın fikrini sorsaydık, bu onun hayatı” diyen yine tek kişiydi. Şimdi biliyorum burada Fatih’e üç beş bir şey söylemem gerekiyor ama artık ona söylenecek yerlerim yoruldu maalesef. Onun bencilliğine, düşüncesiz tavırlarına, Ömer tarafından yüzüne çarptırılan gerçeklere verdiği tepkilere artık midem bulanıyor. Kendisine gelince amcasının yakasına yapışmayı bilen büyük Fatih’imiz kardeşi için kılını bile kıpırdamadı.

Fatih kişisi  için artık ne desem boş. Ama bakalım yarın öbür gün çok sevgili babası karısının teyzesinin peşinde fellik fellik koşarken gördüğünde aynı baba yiğitliği ona da gösterecek mi? Hiç zannetmiyorum. Çünkü onun derdi kendi yapamadığını yine ve yeniden Ömer’in yapmış olması. Ömer onun aksine tüm ailesini karşısına alarak sevdiği kadının elinden tutup o evden çıkardı ama Fatih’te bunu yapacak ne cesaret ne de sevgi var maalesef.

Ömer yanlışıyla doğrusuyla aşkını yaşamaya çalışan biri. Bu yüzden onu gerçekten takdir ediyorum ve Kıvılcım’la çok çok mutlu bir hayat sürsünler istiyorum. Bence Kıvılcım da Ömer de mutlu olmayı sonuna kadar hak eden kişiler. Kıvılcım hayatını çocuklarına iyi bir yaşam verebilmek için robot gibi çalışıp, duygularını dahi ne onlara ne de çevresine yansıtmış biri. Üstelik hala bile bir çocuk için aşkını tek kelimeyle silip atabilecek durumda. Düşünüyorum da bu gerçekten çok büyük bir irade gerektirir. O Metehan için Ömer’in Leman ile bir araya gelmesi gerektiğini Ömer’e söyleyebilecek kadar koca yürekli bir kadın benim gözümde. Ömer’se ne gençliğini bilmiş ne hayatını yaşayabilmiş biri. Yeğenine baba olmak için elinden geleni yapmış, ölen kardeşinin emanetleri için hayatını heba etmiş biri. Şimdi gerçekten ellerinden sımsıkı tutup bırakmak istemediği birine aşık ve bunun için herkesi karşısına almaya hazır. Bu yolculuk ikisi için de hiç kolay olmayacak; engellerle karşılaşacak, kültür çatışması yaşayacaklar ve belki de çocuklarıyla sınanacaklar. Fakat onlar dik durup el ele oldukça her şeyin üstesinden geleceklerdir.

Yazımı bitirmeden şunu da söyleyeyim içimde kalmasın. Ben bir kadın, bir evlat ve bir kardeş olarak Nursema’nın yaşadıklarına sadece büyük bir üzüntüyle göz yaşı dökebildim. O annesi babası ve kardeşleri tarafından ne kadar mutsuz ve acı çektiğini gördükleri halde bir çöp gibi fırlatıldı kenara ve bu Müslümanlık adı altında yapıldı. Haftalardır bir domuz resmi için çıkardığı yaygarayı Nursema için çıkarmayan Fatih’in davranışları da, her olayda dini ve hoşgörülü olunması gerektiğini öne sürüp afili konuşmalar yapan Abdullah beyin samimiyetsizliği de, Pembe’nin sürekli “Ben öleyim” diye yaptığı psikolojik baskıyı da, Doğa’nın sürekli her şeyi yutup bir özür bile almadan Fatih’i affetmesini de midem kaldırmıyor artık. Kızına, gelinine gelince ahlak abidesi kesilen ama gelininin teyzesi için süslenen bunu kendine hak gören Abdullah’ın babacan tavırları, oğullarına tanrı gibi davranıp kızına fazlalık gibi davranan Pembe’nin anneyim ben deyişi benim gözümde iğrençlikten başka bir şey değil. Diziyi daha ne kadar izler ve yorumlarım bilmiyorum ama böyle devam edemeyeceği aşikar. Dinim ve kadınlarımız bu kadar aşağılanırken bir izleyici bir yorumcu olarak buna tahammül etmem mümkün değil, çok üzgünüm.

Bir İleri İki Geri (Kızılcık Şerbeti, 14.bölüm)

YAZAR :Simay DEMİR 

Bir arkadaş grubundan bir sohbette bir arkadaşım “Ben toplumsal eşitliğe inanıyor olsam da, toplum biz erkeklere dahi sonsuz haklar vermiş gibi gösterip prangalıyor aslında” dedi. Bu dediğinin üstünde çok düşündüm. Ataerkil bir toplumda yaşayıp bu toplumun kurallarından rahatsızdı. Çünkü erkek gibi davranmalı, sorumluluk almalı, para kazanmalı, ve erkeklere yakışır bir işte çalışmalıydı. Aksi takdirde çevresi tarafından yaftalayıp ciddiye dahi alınmayacaktı. Karısına insancıl davranıp değer verdiğinde yahut onunla birlikte ev işlerine yardımcı olduğunda kılıbık, hanımıyla birlikte bir karar verip ona danıştığında hanım köylü oluyorlardı. Fatih de, Mustafa da tamda bu düşünceyle yetiştirilmiş, Ömer dahi gençliğini toplum kuralları yüzünden yengesiyle işkence gibi bir evlilikle yok etmişti.

Fatih bu hafta çok değerli ailesi tarafından defalarca ezildi ve o hala bunun sorumlusu olarak Kıvılcım’ı görüyor. Aslında ekran karşısında onu izlerken “Bu sana müstahak” demeden duramasam da onun da bildiği tek şey babasının lafından çıkmamak. Ne yazık ki Mustafa gibi Nursema gibi o da büyüklerinin lafından çıktığı, işlerine gelmeyen bir şeyi yaptığı anda hakarete uğrayıp kocaman insan demeden azar işitiyor. Buna ilk masada annesinin “Oğlum sen bu kızın elinde oyuncak mı olacaksın?” dendiğinde şahit oldum. Halbuki Doğa sıradan biri değil karısıydı. Sonra babasının “Ağırlığını koy” demesi aslında ona nasıl bir rol çizildiğini de gösteriyordu. O erkekti karısını alttan alamaz, gönlünü almak için çaba sarf edemez, onun suyuna gidemezdi. (Tıpkı Abdullah’ın şu an Pembe’ye yaptığı gibi.) Zaten kadın dediğin neydi, kimdi ki koskoca Ünal ailesinin biricik oğlu ayağına gidip af dilesin? Zor kullanacak, gerekirse kolundan tutup sürükleyecekti. Erkek olmak bu demek değil miydi? (Gerçi yapmadığı şey de değil hani, neyse yazar hanım bunu düşünüp sinirlenmeyecek yine). Abdullah da Pembe de bir tek bu türlüsünü bilip çocuklarını da öyle yetiştirmişti. Onların göremediği, görmek istemediği şeyse hayatta, toplumda değişiyor. Mutlu olmanın, artık başka ihtiyaçların karşılanmasına bağlı ve Pembe de Abdullah da bunu zor yoldan öğrenecekler diye düşünüyorum. Çünkü toplum onlar istese de istemese de değişmeye başladı. Kıvılcım gibi Doğa gibi kendi ayakları üstünde duran kadınlar yetiştiği sürece de değişmeye devam edecek.

Doğa Eril toplumun sonuçlarını canlı kanlı yaşayan biri. Kurallarına uymadığı için azar işitti, psikolojik şiddete uğradı, sınırlandırıldı ve baskı uygulanarak sindirilmeye çalışıldı. Üstelik bunların hepsini aşık olduğu adamın gözlerinin önünde yaşandı. Fakat Doğa Nilay gibi, Nursema gibi sindirebilecekleri biri değil. İşte tam da burada başlıyor bana kalırsa onun mücadelesi. Doğa ilk başta boşanma konusunda çok kararlı olsa da Fatih’in yaptığı jestler aklını karıştırtılmaya başladı bile. Üstelik Fatih davranışları için hala ciddi bir özür dilememişken yine ve yeniden olanlar için annesini suçluyor. Bu da demek oluyor ki Fatih hala aynı yerde ama Doğa bunu görüyor mu artık ondan emin değilim.

Doğa Fatih’e karşı yumuşamaya başladı halbuki unuttuğu şey onun derdi Fatih’in ona olan aşkıyla değil; her olayda ailesinin tarafında olması, fikirlerine saygı duymaması, ailesine hakaret etmesi ve en önemlisi ona artık onu herkesten koruyacağına dair güven vermemesi. Evet aşk ve özlem Doğa’nın bunları görmesine bazen mani oluyor ama Doğa bir daha hiçbir şey olmamış gibi o eve dönerse tüm o savunduklarını yok saymış ve Ünal ailesinin kurallarını kabul etmiş olacak. Halbuki bu bir savaş değil bir evlilik; eşitlik durumu. Fakat Doğa bu evlilikte tek başına savaşamaz, Fatih bir yerden sonra elini taşın altına koymak zorunda. Nursema çok güzel bir şey söyledi aslında. “Onlar ne yaşarsa yaşasın el eleler, birbirlerini seviyorlar.” Fatih henüz dediği şeyi anlayacak durumda değil ama umuyorum ki çok geç olmadan Doğa’nın da diğerlerinin de o evde neler yaşadığının farkına varır ve evliliğini kurtarmak için gerçek bir adım atar. Yoksa onun da sonu boşanmış ve belki de annesinin uygun gördüğü bir kadınla evlenmiş olarak Ömer gibi zindan bir hayat yaşamak olur benden söylemesi.

Ömer’in böyle bir hikayesi olabileceğini tahmin etsem de onun ağzından duymak içimi parçaladı doğrusu. Hem onun için hem de Leman için korkunç bir durum bu. Ömer’in bunca zaman Metehan için bu evliliğe katlanmış olması, Leman’ın psikolojik olarak çökmüş olması ikisi için de hiç kolay olmamış belli ki. Ömer Kıvılcım’a aşık olduktan sonra yeni bir hayat isteği onda artık önüne geçemediği bir hal almaya başlasa da ben boşansa bile toplumun dayatmalarının onlara engel olmaktan geri kalacağını hiç zannetmiyorum. Zira toplumsal olarak Kıvılcım’ın ilişki yaşaması dahi ayıplanacak bir şeyken damadının amcasıyla birlikte olması kabul edilemeyecek kadar anormal karşılanacaktır çok değerli Ünal ailesinde.

Halbuki aşk altında kötülük aranacak bir duygu değildir. Kimse aşık olacağı insanı seçemez. Ömer de belki bu duruma geleceğini hiç düşünmedi ama sırtındaki yük artık onu eziyor. Kıvılcım’a duyduğu sevgi onu ailesi ve geleceği arasında bırakıyor gibi dursa da bence Ömer, Fatih gibi değil, gayet net. Kıvılcım için mücadele edecek ve bu savaşı kaybetmeye de pek niyeti yok aksi halde Kıvılcım da Doğa değil. Ne kadar duyguları olsa da, Ömer boşanmadığı sürece ona kapılarını açmayacak gibi hissediyorum.

Kıvılcım zaten çevresindekilerin söylediklerine aşırı önem veren biri. Zaten bu yüzden “Sen boşanmadan bizim bir daha görüşmemiz mümkün değil” dedi. Çünkü Ömer her ne olursa olsun kağıt üstünde evli bir adam ve Kıvılcım metres yaftası yemeye katlanamaz. Kıvılcım toplumsal kuralları pek umursamasa da olur da Ömer’le ilişkisi ortaya çıkarsa ve insanlar onun hakkında konuşursa, düğünde olduğu gibi psikolojik olarak bunun altından kalkamayabilir. Her ne kadar medeni bir kadın olarak bazı tabuları kabul etmese de insanların sözlerini, toplumun bakış açısını kabul ediyor. Özellikle de karşı tarafın bakış açısını çok iyi bildiği için aşk acısı çekse de Ömer boşanmadığı sürece ona o kapıyı açmayacak. Kıvılcım baskılara boyun eğmez ama her şeyin bir sınırı var. Söylediği, konusu Ünal Ailesi olunca özellikle, bazı şeylere dikkat etmesi lazım. Ünal Ailesi’nde her baskıya karşı yardım eden biri olsa da biri çok yalnız. Doğa Fatih, Kıvılcım ve hatta Nursema bir yana bu ailede en büyük psikolojik baskıyı Mustafa görüyor. O ne annesinden sevgi, ne babasından saygı görüyor, ne istediği mesleği yapabiliyor ne de kendi başına karar alabiliyor.

Mustafa sırf Abdullah’ın oğlu olduğu için istediği mesleği dahi yapamazken, yeteneği ve isteği olmayan bir işte çalışmaya zorlanıp bir de beceremiyor, yapamıyor diye hor görülen bir çocuk. İstediği mesleği yapmak istediğindeyse babası tarafından ciddiye alınmayıp dalga geçilmişken, annesi onu dinlememiş bile. Çünkü neden; çünkü o çok kıymetli Abdullah beyin oğlu, o aşçılık yapamaz, aşçılık ancak Nursema’nın o da evinde kocasına yapabileceği bir şey. İşte Ünal ailesinin bu konudaki düşünceleri tam olarak bu maalesef. Bence bu eril toplumun en büyük özelliklerinden biri. Kadına da erkeğe de belirli misyonlar yüklemişler ve bunların dışına çıkılması durumunda iki tarafta ya zorbalığa yahut dışlanmışlığa uğrar ve bir şekilde toplumdan izole edilir. Ya toplum kurallarına göre yaşar yahut dışlanmaya mahkum edilir. Mustafa maalesef ki boyun eğip hayallerini içine gömen tarafta olmuş. Umuyorum ki aynı şey Nursema’ya da olmaz ve hem hayallerini hem aşkını doyasıya yaşar.

Nursema bugüne kadar sindirilerek, itaat ederek bu yaşa gelmiş bir kadın. Okumuş ama çalışmasına izin verilmemiş, hat çiziyor ama sergiye dahi vermesine izin yok, annesi açık açık benim isteklerimin dışına çıkarsan seni odalara hapsederim diyor. Üstelik bunların hepsi Nursema da onun gibi kocasına bağımlı, onun dediğinin dışına çıkamayan, ne ekonomik özgürlüğü olan ne de varlığının bir değeri olan birine dönüşsün diye yapıyor. Ne yazık ki toplumumuz Pembe gibi oğluna ağam, paşam çekip bir dediğini iki etmeyen, kızına gelince erkeklere hizmetçi gibi büyüten, ezen ve ezilmenin doğal bir şey olduğunu empoze eden kadınlarımızın yüzünden bu halde.Erkekleri de kadınları da biz kadınlar yetiştiriyoruz. Umuyorum ki kızlarımızın eğitim haklarını elinden alıp onları evlere mahkum edileceğine hepsi bir gün kendi ayakları üzerinde duran güçlü kadınlar olur. Çünkü bu döngü ancak bu şekilde kırılabilir.

Bu kırılma için en büyük adayım Ömer, benim. Diğerleri henüz o aşamada değil, özellikle de Abdullah ve Fatih. Ömer içinde bulundukları zoraki durumun farkında, sürekli baskı yemekten, ona dayatılan hayatı yaşamaktan da yorulmuş. Kendi hayatını değiştirme hususunda attığı adımsa ortalığı fena karıştıracak ama ben Ömer’e inanıyorum. O, bu savaşı kazanıp, tabulara, bağnaz düzen takıntısına boyun eğmeyecek diye düşünüyorum.

Abdullah, Fatih ve Mustafa içinse hala pek bir umut yok. Müspet adım hususunda bir tek Ömer var ama diğerleri hala aynı yerde duruyor. Mustafa zaten bu hayatı bırakmış bir adam ama asıl tehlike Fatih. Zira ailesine asla ama asla kafasını dik tutmuyor. Doğa’yı güya seviyor ama onu hala o eve geri götürme derdinde. Doğa’nın hala o eve dönmesi lazım diye düşünüyor. Halbuki Doğa Fatih ile evlendi, ailesiyle değil. Çocuklarını o eve götürmek istememesine rağmen Fatih hala naz yapıyor gibi davranıyor. Hatta bu davranışını da babasından aldığı talimat ile yaptı. Sizi bilmem ama Ömer hariç benim bu adamların değişeceğine dair umudum kalmadı. O zaman artık bir avukat şart, sizce?

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

Sevgi Her Şeyi Yenebilir Mi? (Kızılcık Şerbeti, 13.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

Aşkın bir yaşı var mı sizce? Ben aşkın bir ömrü olup olmadığını deneyimleyemeyecek kadar tecrübesiz olsam da bana göre gerçek aşka ömür biçilemeyecek kadar özel bir duygu. Evet belki zamanla insan değiştiğinden, ihtiyaçları farklılaştığından duyguları da değişebiliyordur. Fakat bana göre gerçek aşk tüm engelleri geçebilecek kadar güçlü olmalıdır. Doğa ve Fatih’in aşkı ne kadar gerçek bunu zaman gösterecek sanırım.

Doğa ve Fatih rüya gibi bir tanışmayla başladıkları bu aşka, ailelerin dahil olmasıyla kabusa döndü adeta. Çünkü gün geçtikçe Doğa Fatih’in aslında tanıdığı aşık olduğu kişi olmadığı gerçeğiyle yüzleşti. Ne kendi ne de evlatları için hiçbir mücadele vermeyen, elini taşın altına koymayan biri olduğu kanısına vardı ve aslında içine attığı, yuttuğu her olayın birikimiyle duvar kağıdını yırtılmasıyla Doğa’daki bardak da son damlasını alıp taşmış oldu. Şimdi dışarıdan bakıldığında Doğa sanki sadece bir duvar kağıdı yüzünden gitmiş gibi görünse de; o, aslında çok daha derin mevzuların konuşulmayıp halının altına süpürülmesi sonucu bu noktaya geldi. Mesela Fatih ailesiyle olan hiç bir tartışmada Doğa’dan haksız dahi olsa özür dilemedi, ailesi ne yaparsa yapsın Fatih bir kez olsun Doğa’nın arkasında durmadı. Fakat asıl mesele ne biliyor musunuz? Daha önce yapılan her şey sadece Doğa’nın şahsına yapılıyordu, o yüzden Doğa olanları sindirip susabiliyordu ama bu kez farklı, bu kez hem annesinin şahsına hem de çocuklarının özel alanına müdahale edildi. Bu da demek oluyordu ki Doğa çocuklarını asla istediği gibi büyütemeyecek, o ailenin isteğine uygun biçimde yetiştirileceklerdi. Bu Doğa için bir kırılma noktası oldu ve Fatih’i terk etti. Bence Fatih’i terk etmesinin en önemli sebebi Doğa’nın önceliklerinin değişmiş olması. Doğa Fatih’e olan aşkı sayesinde onunla evlenmeyi kabul etti ve ailesinin evine kendi rızasıyla taşındı. Fakat Fatih ailesinden isteyemediği şeyi Doğa’dan istedi. Ondan değişip ailesine ayak uydurmasını istedi. Belki Doğa Fatih’e eskisi kadar güvenebilseydi yine ne yapar eder onlara ayak uydurmanın bir yolunu bulurdu ama Fatih onu bu yolda yalnız bıraktı ve Doğa istese de artık tek kişilik düşünemez çünkü o bir anne. Daha doğurmamış olsa da o içinde günden güne büyüyen iki canlı barındırıyor ve onları düşünmek zorunda. Bu yüzden bir seçim yaptı ve onları mutlu yetişeceği bir ortamda büyütmek aşkından üstün geldi. Bu tabi ki Fatih’i sevmediği anlamına gelmez. Ama onunda dediği gibi en çok o çocuklarını düşünüyor ve mutsuz olacaklarına aşkından ayrı kalmayı tercih etti. Doğa bu kararında ne kadar ciddi, gerçek düşüncesi bu mu yahut bu kararında duracak mı? Bunu zaman gösterecek ama en az Doğa kadar Fatih’te tam olarak ne istediğini bilmiyor.

Fatih “Doğa’ya sen benim neler yaşadığımı, sana yansımasın diye nelerle uğraştığımı bilmiyorsun” dediğinde durup bir düşündüm Fatih bu evlilik için neler yaptı diye. Bu evliliğe gelin bir de Fatih açısından bakalım. Fatih muhafazakâr bir ailede büyüyen kısmen bu düşünceye sahip biri. Evlenmeden sevdiği kadının hamile olması haberi ailesi için tam bir felaket demekti ki Abdullah bey Fatih’i evlatlıktan men etme noktasına dahi geldi. Üstelik ailesinin hiç onaylamadığı bir gelin adayını “evleneceğim” keskin kararıyla dikildi karşılarına. Belki de Fatih ilk kez babasına karşı çıkıyordu, bu onun için gerçekten büyük bir adımdı ve Doğa için atmıştı bu adımı. Daha sonra aileler devreye girmiş ve her hali ve hareketiyle onu istemediğini açıkça belli eden kaynanasını idare etmek zorundaydı , iki ailenin bir arada olduğu her an ortamda gerginlik hakimdi ve Fatih iki aileyi de idare etmek zorundaydı. Bu da Fatih için çok zordu zira anne babasının dediği onun için emir sayılır ikilemezdi ama ne Doğa ne de annesi buna uymaya pek niyetleri yoktu. Babasına ve onun görüşüne tamamen bu aileyi sırf Doğa’yı seviyor diye ailesine akraba etmişti. Bu yüzden olan her aksilikte yahut gerginlikte ilk olarak Doğa suçlanıyordu ve Fatih buna engel olacak hiç bir şey yapamıyordu. Üstelik üstünde her geçen gün daha büyük aile baskısı oluşuyor ve Fatih boğulacakmış gibi olurken Doğa bu konuda asla ona yardımcı olmuyor aksine bir de sürekli sorun çıkartan tarafta yer alıyordu. İşte Fatih’e göre evlilikleri tamda böyle ilerliyordu. Halbuki Fatih’in tek yaptığı annesi gibi düzeni ve rahatı bozulmasın diye sorunları halının altına süpürmekti. O ne yaptıysa kendi hür iradesiyle yaptı. Paçasını bir olayda en kolay nasıl kurtarabilecekse öyle davranıp, Doğa’yı daha çok hırpalamaktan başka bir şey yapmadı o evlilikte. Belki bizim görmediğiniz, şahit olmadığımız şeyler olmuş olabilir. Fakat sizde taktir edersiniz ki ben hamile haliyle hırpalanan, yıpranan ve bunu aşık olduğu adamın eliyle yaşayan bir kadın varken ortada kimse kusuruma bakmasın ben başkasıyla pekte empati kuramayacağım üzgünüm.

Aslında bence Fatih daha tam olarak ne hissettiğini bile bilmiyor. Ömer’in “Sen Doğa’yı sevdiğin için mi boşanmak istemiyorsun yoksa babandan çekindiğin için mi?” diye sorduğunda Fatih sanki daha önce hiç düşünmediği bir soru sorulmuş gibi afalladı, düşündü ve vermesi gereken cevap neyse onu vermiş gibi bir hali vardı. Üstelik Doğa’nın kapısına geldiği iki kez de babasının zoruyla gelmişti. Farkında mısınız Fatih Doğa’ya Doğrudan ne eve dön diyebiliyor, ne seni merak ettim diyebiliyor ne de düşüncelerini açık açık bunlar benim fikirlerim deyip ona sunabiliyor. Bunun nedenini henüz bilmiyorum ama yaptığı yahut yapamadığı her şey için sürekli birilerinin ardına saklanarak hamle yapıyor ve bu çok belirgin olmaya başladı.

Ömer ki kendisinin sırdaşı ve akıl danıştığı kişi ona bile doğrudan duygu ve düşüncelerini aktarmaktan çekiniyor. Ömer onu zorlamasa Doğa’ya olan aşkını dahi itiraf edemeyecek durumdaydı. Ben bu konuda Fatih ne düşünüyor bilmiyorum ama Ömer onun aksine Kıvılcım’ı kaybetmemek adına en büyük gerçeğini onunla paylaşmak zorunda kaldı. O ne gerçekte Leman’ın kocası ne de Metehan’ın babasıydı.

Ömer yaşadıklarının etkisiyle de olgunlaşmış ve ona göre davranan biri. Kıvılcım konusunda fevri davranmayarak aralarındaki bağı iyice koparmamaya özen gösterdi. Ona ve kendine zaman tanıyarak hem Kıvılcım’ın sakinleşmesini bekledi hem de artık onu çok iyi tanıdığı için ne yapacağına karar verebildi. Kıvılcımsa duydukları karşısında neye uğradığını şaşırdı. Bu sır ikisi için de çok ağırdı bana kalırsa.

Kıvılcım son olanlardan sonra acısını, yaşadıklarını bir kenarda bırakarak işine daha çok odaklanmaya başladı ki bu içindeki duyguları gizlemenin de bastırmanın da en kolay yoludur. Açıkçası zorbalık konusunun üstüne bu denli gitmesini de, bu konuda daha önce dış görünüşü yüzünden kavga ettiği Kübra hanımla çalışmak istemesini de taktır ettim. Bu durum aslında Kıvılcım’ın ilk tanıdığımız andan bu zamana kadar nasıl fark etmeden gelişim gösterdiğini de gösteriyor bize. O hiç tanımadığı bir ortamda bile yan yana durmaya katlanamadığı kadınla kendi okulunda ortak bir çalışma yürütecek duruma geldi ve açıkçası bu ayrıntı çok hoşuma gitti. Bir tek Kübra değil başlarına gelen zorbalıklar yüzünden hayatları altüst olan diğer konuşmacılar oradaki öğrencilere çok güzel örnek olduklarını düşünüyorum. Üstelik zorbalık yapan Buse’ye böyle akıllıca bir ders vermesi de Kıvılcım’ın ne kadar kıvrak zekalı olduğunu bir kez daha gösterdi. Ben inanıyorum o eğitimci olarak öğrencileri için bu kadar güzel mücadele ederken çocukları için çok daha fazlasını bir anne olarak yapacaktır. O gerekirse Ünal ailesine savaş açar yine de kızına istemediği bir şey yapılmasına izin vermez. Pembe’nin aksine kızı ağlayarak eve döndüğünde kulağından tutup mutsuz olduğu eve sırf başında bir erkek olsun diye gönderen bir anne değil çünkü o.

Ben artık Pembe’nin yaptığı hiçbir şeye şaşırmıyorum doğrusu. Oğulları için ayılıp bayılan kadın söz konusu kızı olduğunda “Evlendirelim de kurtulalım bundan” diyebiliyor. Ama en sevindiğim nokta ne biliyor musunuz Nursema artık o evdeki herkesin ne halt olduğunu çok iyi biliyor. O yemek masasında söylediği sözlerin tek bir tanesinde tek bir yanlış yoktu. Ne Abdullah bey samimi orada, ne Pembe ne de Fatih, Nilay bile her an fitne sokmaya çalışıyor araya. Pembe’nin bencilliğini, kendi düzeni için, istekleri için ailesini nasıl ateşe attığını, kimsenin mutluluğunu düşünmediğini pek güzel vurdu yüzüne. Nursema, Doğa hususunda da haklıydı, Doğa asla Pembe’nin samimiyetine inanmadı ve haklıydı da…

Pembe yemekte gerine gerine “Ayağına kadar gittim ama gelmedi” diyecek kadar düştü ama hem Pembe hem Fatih hem de Nursema samimi olmadığını biliyordu, dile getiren sadece Nursema oldu. Biliyor musunuz Nursema, Doğa sayesinde gelişti, değişti. Doğa ona başka bir yol olduğunu, başka bir hayat biçimi olduğunu gösterdi. Zaten Pembe’nin Doğa ile en büyük sorunu bu, onu düzeni için risk olarak görüyor. Eğer ikizler olmasa şu anda Fatih’i boşanma hususunda ikna etmeye çalışıyordu. Torunları başka evde büyümesin diye tüm savaşı ancak karşısındaki de bir anne ve onun bağnaz dünyasına çocuklarını asla sokmayacak kadar da bilinçlenen bir anne. Pembe bir şeyi unutuyor, Doğa eğitimli bir kadın. Bir gün o eve dönse bile Pembe asla ş çocuklar üstünde anneleri kadar kontrol sağlayamayacak ve zaten ben bebekler doğunca Pembe’nin bu evliliğin üstüne kabus gibi çökeceğini düşünüyorum. Pembe’nin bu hırsına şu anda sadece Nursema karşı duruyor. Onun dışında herkes sessiz, üç maymunu oynamaya devam ediyor. Özellikle de Mustafa hususunda ben çok üzgünüm.

Mustafa o evin mazlumu. “Bana Mazlumu getirin!” durumu var ya, işte tam olarak o. Ne olursa olsun olay dönüyor, dolaşıyor bu adamda patlıyor. Mustafa o yıllardır o ailede ikinci planda olduğunun da, annesinin onu sevmekten ziyade acıdığını, babasının ona zerre güvenmediğini bilerek yaşıyor o evde. Ben bu bölüm Mustafa’ya kahroldum doğrusu. O masum masum ağladıkça ben ekran karşısında göz yaşlarına hakim olamadım. Belki de tek istediği babasının birazcık olsun gözüne girmek, karısını birazcık olsun mutlu edebilmekti ama sonunda aldığı tek şey babasından hakaretten başka bir şey olmadı. Pembe nasıl ki Nursema’ya bir artık, bir fazlalık gözüyle bakıyorsa Abdullah beyde aynı şekilde Mustafa’yı öyle görüyor. Evet hata yaptı kabul ama babası ona bu güne kadar biriktirdiği ne varsa saydı döktü ve bu Mustafa’yı çok kırdı. Umarım Nursema’ya da Mustafa’ya yaptıkları gibi yapıp sindirmezler.

Nursema’yı ilk tanıdığımızda ruhsuz, renkleri solmuş, sadece ona söyleneni yapıp mutsuz bir şekilde yaşamını idame ettiren, nefes alan ama yaşamayan biriydi. Ama Umut’la tanıştıktan sonra o güzel gülüşü de renkleri de geri geldi. Umut sayesinde sevilmeye ve değer görmeye layık olduğunu gördü. Bu yüzden Umut’un ona hiçbir şey söylemeden onu engellemesi onu bu denli kahretti. Alev’in ufak bir müdahalesiyle hem Umut’un hem de Nursema’nın gözlerinin içi yeniden parlamaya başladı. Fakat onlar için vuslat pekte kolay olmayacak gibi görünüyor çünkü Pembe Nursema’nın kendi isteği dışında biriyle evlenmesine asla izin vermez ve onları öğrenirse ayırmak için elinden geleni ardına koymayacaktır benden söylemesi.

Aşk sonunda her ne yaşanırsa yaşansın muazzam bir duygu bana göre. Düşünsenize insanların çoğu belki de hiç aşık olmadan geçip gidiyor bu dünyadan. O yüzden sahip olduklarımızın kıymeti bilinmeli ve ona göre davranılmalı diye düşünüyorum.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

Bir Damla Gözyaşı (Kızılcık Şerbeti, 12.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Hayat çok karmaşık hepimizin farklı farklı sorunları ve sorumlulukları var. Üstümüze yüklenen roller ve bu rolleri yerine getirmemiz gereken zorunlu durumlar her zaman yanı başımızda. Doğa mesela daha dün öğrenciyken bu gün iki çocuk bekleyen bir anne, üstelik bildiği, gördüğü ortamdan tamamen koparak yepyeni bilmediği bir ortamda evliliğini yürütmeye çalışıyor, ama aynı şeyi kocası için söyleyemeyeceğim.

Bu bölüm bir kez daha anladım ki Fatih sadece kendi çıkarları söz konusu olduğunda Doğa’ya iyi davranıyor. İlişkileri güzel gittiğinde bir koca olduğunu hatırlıyor. En son kavga mesela neden çıktı? Doğa domuzlu bir duvar kağıdı yaptırdığı ve bu Fatih’in anne babasına ters düşen bir durum olduğu için. Düz bakınca durum tam da bu ama alt metni kesinlikle böyle değil. Çünkü sözde ailesine çok düşkün Fatih beyimiz bu zamana kadar onlarca kez ailesini çiğnedi zaten o zamanlar bir kez bile sorun etmemişti ailesinin dini görüşünü. Şimdi biraz geçmişe gidelim ne demek istediğimi daha kolay anlatacağım bu sayede.

Daha aileler ilişkilerinden habersiz, aralarında bir sorun yok, Doğa modern, güzel, kendi ayakları üstünde duran akıllı ve zeki bir kadın. Yani kısacası sorumluluk yok dert yok. Bu yüzden her şey güllük gülistanlık. Peki bu ilişkide gerçek yüzünü göstermeyen kişi kim? Ben hemen söyleyeyim: Fatih. Çünkü Doğa’nın nasıl biri olduğunu, nasıl bir yaşamı olduğunu ve ailesinin onu isteyip istemeyeceğini çok iyi biliyordu. Ama çok sevgili Fatih beyimiz ne yaptı tüm her şeye o çok önem verdiği “Anne babasının dindarlığına” rağmen evlenmeden ilişkiye girdi, kızı hamile bıraktı. Bakın bu az buz bir şey değil; İslam dini için günahlar arasındadır ve Fatih’in bunu yaparken dindar anne babasının düşündüğünü hiç zannetmiyorum. Onların düşüncesinin neden o zaman bir önemi yoktu? Doğa’ya yahut Kıvılcım’a gelince mi dindar olduğu aklına geliyor? Ben Fatih’e ciddi manada çok kızgınım ve bu kızgınlığım kolay kolay geçer mi hiç zannetmiyorum. Çünkü Fatih doğrudan Doğa’ya düşüncelerini söylemekten, annesine bunu nasıl yaparsın demekten dâhi aciz biri. Bu yüzden Fatih yine ve yeniden anne babasının arkasına saklanarak Kıvılcım’a olan öfkesini kustu. Daha önce de bahsetmiştim Fatih sırf sorumluluktan kaçmak için özellikle annesini öne sürüyor ve onun üzerinden Doğa’ya yükleniyor. Halbuki bunların hiçbiri olmak zorunda değildi. Pembe ki ailenin büyüğü, Doğa’yı karşısına alıp o duvar kağıdını neden istemediğini belirtseydi Doğa başka bir tane seçip olay yine tatlıya bağlandırdı. Ama Pembe’nin tek derdi o evdeki kadınları yönetmek olduğu için bunu bile isteye yaptı. Şuna eminim ki Pembe sırf Kıvılcım o duvar kağıtlarını aldığı ve kendisine danışılmadığı için yırtıp attı. Domuz figürü de sadece işin bahanesi oldu. Onun en büyük nedeni o duvar kağıdını Kıvılcım’ın seçmiş olmasıydı. Halbuki bu ilişkide onların gerçekten mutlu olmasını isteyen çok az kişiden biri Kıvılcım.

Kıvılcım Fatih Doğa’ya iyi davrandığı, kırmadığı ve ona engel olmadığı sürece bir kez bile aralarına girip ayırmak istemedi. Hatta Fatih’in yaptığı zorbalığa denk geldiği halde Doğa affetti diye ses çıkarmadı. Ama görünen o ki Fatih ona söylenen sözleri henüz sindirebilmiş değil. Yine de Kıvılcım şu an için Fatih’in öfkesini görebilecek durumda değil zira özel hayatı darmadağın ve Kıvılcım bu duruma hiç alışkın değil.
Kıvılcım her ne olursa olsun Ömer konusunda haklı bana kalırsa, o şu an kendini kandırılmış hissediyor ve bunun tüm sorumlusu ona evli olduğunu söylemeyen Ömer. Yine de tüm olanları oturup düşündüğünde söylediği ilk şey “Ben ne yaptım” demek oldu. Çünkü o bu güne kadar ilke edindiği her şeyi bir kenara bırakıp belki de ilk kez kalbinin sesini dinledi. Aslında dıştan bakan biri olarak bu konuda Ömer’in Kıvılcım’a açık olmamasını anlayabiliyorum ancak Kıvılcım açısından baktığımızda büyük bir ihanete uğramış gibi hissetmesi kadar doğal bir şey de görmüyorum. Bu yüzden Ömer’le ilişkisini kesmesini de, konuşup bir daha kendisiyle görüşmek istememesini de doğal buluyorum. Zira o bir kadın olduğu kadar bir anne ve bir eğitimci de aynı zamanda. Bu rollerinin hepsinin ayrı ayrı sorumluluğu var üstünde ve bunları aksatmadan yerine getirmek zorunda.

Ben Kıvılcım’ı eğitimci kimliğiyle görmekten çok hoşlanıyorum doğrusu. Daha önce de Metehan ve Çimen üzerinden yaptıkları daha sonra, engelli çocuklar için yaptıkları çok önemliydi benim için. Ama bu sefer müdahale ettiği konu toplumun maalesef ki kanayan yarası. Artık kanıksadığımız zorbalığa böyle çözümcül yaklaşılması, sonuçlarına değinilmesi ve zorbalığa uğrayan kişinin gözünden bunu göstermeleri benim için ayakta alkışlanacak şeylerdi doğrusu. Maalesef ki sosyal medyada görüyoruz. Pelin gibi, Muhammed gibi çocukları yaşıtları tarafından gerek fiziksel gerekse psikolojik olarak zorbalığa maruz kalıyorlar ve aileleri dahi güvenebildikleri kimse olmadığı için buna ses çıkaramıyorlar. Onları anlayacak dinleyecek kimse olmadığı için de yitip gidiyor, içlerine kapanıp asosyal damgası yiyorlar. Bu konuda Kıvılcım’ı çok taktır ediyorum doğrusu. Hayatı ne kadar karışık olursa olsun sorumluluklarını asla aksatmıyor, özel hayatını okul bahçesinin dışında bırakıyor ve sadece bir eğitimci olarak giriyor o okula. Kıvılcım okulda iyi bir eğitimci olduğu kadar evde de iyi bir anne bana göre. Doğa’yı üzdüğünü bildiği için mutlu olması için çabalıyor halbuki Pembe Nursema’nın acı çektiğini bile bile ona eziyet etmeye devam ediyor.

Fatih nasıl ki annesinin arkasına saklanarak Doğa’ya istediğini sayıp döküyor Pembe de aynı şeyi dinin arkasına saklanarak yapıyor. Yaşadığını söylediği dini bile isteye kendi çıkarları için kullanıyor. Her şeyden önce İslam dini hoşgörü dinidir ve kul hakkına çok, çok önem verir. Peki Pembe annelik hakkıyla Nursema’ya hesap sorarken ona gerektiği gibi anne oluyor mu? Yahut ona evlatlık hakkını veriyor mu? “Bir kalbi kırmak Kabe’yi yıkmak gibidir” hadisi varken Pembe iki gönlü bile isteye kırarken hiç de İslam’a uygun davrandığını görmedim ben. En basitinden o Nursema’ya iftira atarak “Nişanlı” deyip hem İslam dinini hem de Peygamber efendimizin “İnsanı helak eden yedi şey” diye nitelendirdiği hadisini çiğnedi. Onu Umut’un gözünde yalancı ve başka biriyle nişanlı olduğu halde başka bir erkekle görüşen biri konumuna düşürdü. Üstelik çok muhafazakâr Pembemiz işine gelince yalan üstüne yalan söylüyor ve bunu yaparken günah yahut haram çizgisini düşündüğüne de hiç tanık olmadım ben. Ve tabii ki hem evlatları hem de tanımadan etmeden Alev’e göre yargıladığı Umut, o resmen bildiğin ayrımcılık yapıyor. Bakın İslam dininde bunların da hiçbirinin yeri yok ama bir “Domuz” figürü kadar mesele olmadı Pembe hanım için. Eğer Kıvılcım değil de Fatih seçmiş olsaydı o duvar kağıdını Pembe’nin gıkı dahi çıkmayacaktı, bunu bilmek için müneccim olmaya gerek yok bence. Üstelik Pembe’nin din anlayışı da Abdullah beyin çizdiği sınırlar içinde ne hikmetse. Peki sizce Abdullah gerçekten dindar biri mi? Kusura bakmayın ama buna da net cevabım hayır.

Abdullah Ünal aile babası, sözde çok dindar ve ailedeki herkesin fikrine saygı duyuyor. Ama ben bir kere bile ne Fatih’e ne Mustafa’ya ne de Pembe’ye saygı duyduğunu gördüm. Bütün gün ağzında hürmetten bahsediyor, ama karısını çiğnemekten, gelinlerinin arkasından konuşmaktan geri kalmıyor. Ne Fatih’in ne de Mustafa’nın hayatına da evliliğine de hürmetli. Üstelik Alev’in adını her duyduğunda yaptığı şeyler bile Pembe’ye ihanetten başka bir şey değil benim nazarımda. Başkasının mahremine böyle duygular beslemek ne kadar doğru? Alevden etkileniyor ve bunu açık açık Alev’e belli etmese de tüm hareketleri o yönde.

Alev ve annesini dinlerken Alev’in neden Abdullah bey konusunda aklının karıştığını bir kez daha anladım. Annesi bir kez olsun Alev açısından bakmamış olaylara, sürekli Kıvılcım ile kıyaslama yapmış aralarında. Alev de görünür olmak için yaramazlık yapıp durmuş çünkü sadece o zamanlarda Sönmez hanım onunla ilgilenip varlığını görebilmiş. Alev aslında ne yaptıysa annesi onu görsün diye yapıyor ve maalesef ki hatalar da bunun akabinde geldi. Alev’i olduğu gibi görüp, dinleyen, onu dikkate alan tek insan Abdullah olunca Alev de ne yazık ki bir anda ona doğru çekilmeye başladı.

Abdullah bey Alev hiçbir şey yapmadan, kıyaslama olmadan yanında oluyor Alev’in. Derdini anlatmadan anlıyor, yardım istemeden çözüm buluyor Alev’in dertlerine. Alev ailesinden görmediği ilgiyi görüyor Abdullah’ın ilgisinde. Bu yüzden ona karşı zaafı oluşup aklı karışıyor. Bunların hepsi Alev için çok doğal şeyler. O evli bir adamdan hoşlanabilir de sevebilir de birlikte de olabilir. Daha önce yaptığını kendi söylemişti ama ya dini bütün Abdullah bey ona ne oluyor? O nasıl olur da böyle davranabilir bir kadına? Gerçekten arık aklım almıyor.

Yazımı bitirmeden önce içimi dökmek istediğim bir konu daha var; İslam dini kadın erkek ayrımı yapmaksızın günah ve sevap yazdırır. Ama ben diziyi izlerken kendimi cahiliye dönemindeymiş gibi hissediyorum. Erkeklere sonsuz hak tanınıp kadınların birer mal, birer hiç olduğu, söz hakkının olmadığı bir dönem izliyormuş gibi hissediyorum. Madem bize iki farklı ailemin yaşam biçimi, muhafazakârlık ve sekülerlik adı altında bir şeyler sunulacaktı keşke ben bana vaat edileni görebilseydim. Ama maalesef gördüğüm tek şey dini kullanan dinden bihaber yozlaşmış bir aile ve moderniz deyip asla modern olmayan başka bir aile görüyorum. Bana göre ne muhafazakârlık ne de modernlik böyle bir şey değil kimse kusura bakmasın. Diziyi izlerken artık gerçekten zihnen çok yoruluyorum, mantıklı hiçbir şey görmüyorum, en basiti Doğa Fatih’in “ortalık kadını” benzetmesini yuttu, kendi okulunda, şiddet uygulanarak, kolundan sürükleyerek çıkardığı anları unuttu, çocuk gibi azarlanışını yok saydı ama bir duvar kağıdı için çekti gitti. Bu beni tatmin eden bir çatışma değil üzgünüm. Sözde din üzerinden çatışma yapmak istediler ama dinle ilgili zerre bir şey yoktu orda. Pembe de Fatih de sırf Kıvılcım seçti diye böyle davrandılar. Fatih iki ileri bir geri sayarken Doğa’ya olan sözde aşkı artık bana zerre geçmiyor, inandırıcı gelmiyor çok üzgünüm. Ben Fatih’in tüm ailevi çatışmalara rağmen karısının yanında olup onun elini tutmayı bırakmayacak, bu uğurda birlikte hareket edecekler diye beklerken Fatih istisnasız haklı ya da haksız her konuda sadece ailesini destekleyen korkak, bencil bir adam olarak kazındı beynime. Şimdi ben nasıl onun Doğa’ya gerçekten bir eş olacağına inanayım siz söyleyin. Diziyi daha ne kadar izler ve yorumların bilmiyorum ama dediğim gibi artık beni çok yormaya başladı bazı şeyler.
O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

AŞKSIN SEN (Kızılcık Şerbeti, 11.bölüm)

Yazar : Simay DEMİR 

İlişkiler hayatımızın her anında var olan ve bizi biz yapan şeylerdir. Arkadaşlık, dostluk ilişkisi, ebeveyn evlat, karı koca, patron çalışan ve daha sayamadığım onlarca ilişki var sürdürdüğümüz. Yaşantımızın çoğu bu ilişkilere göre yön bulur ve çoğunlukla mutluluğunuz da huzurumuz da bu ilişkilere bağlıdır. Çok sevdiğiniz bir arkadaşınız mesela size kızıp küstüğünde, yahut size artık değer vermediğini düşündüğünüzde o an oluşan üzüntü bütün bir gününüzü etkileyebilecek nitelikte. Yahut çalışan herkesin bildiği patron ve üstlerin uyguladığı mobbing hayatın ta kendisi ve hayatımızın zindan olma, yaptığımız işten zevk almama, işe istekli gelmeme sebeplerin başında geliyor bana kalırsa. Bunun aynısının evlilik ve aşk ilişkisinde de geçerli olduğunu düşünüyorum. Partnerimiz bizi anlayıp dinlemiyorsa, bize kendimizi değerli hissettirmiyorsa, o ilişkiden mutsuz olmamız kaçınılmaz olur. Doğa mesela, Fatih onu dinlediğinde, kararlarına saygı duyduğunda onun hatırı için bir şeyler yaptığında yüzündeki gülücük asla eksilmiyor. Ama tam tersi bir durumda Doğa’nın mutsuzluğu gözyaşı olup güzel gözlerinden süzülüveriyor dışarı.

Bu hafta Doğa ve Fatih’i ağzım kulaklarımda izledim desem yeridir. Fatih’in eşine kıyamayan tavırları, karısı istiyor diye erik turşusu bulma çabası, tatil planını hemen kabul edip hayata geçirmek istemesi bana çok tatlı göründü. Demek ki isteyince oluyormuş değil mi dedirtti. İkisinin çok farklı yanları olsa da birbirlerini dinledikleri zaman aslında gayet farklılıklarını aşabilecek, ortak yolu bulabilecek olgunlukta insanlar ama evli bir çift olarak öyle bir olgunluğa sahipler mi diye sorarsanız, cevabım şu an için hala hayır olur. Çünkü daha kendi kararlarını arkasında duramıyorlar, onlarında birer birey olduklarını gösterebilmiş değiller. Dahası Umut’un Nursema’ya söylediği bir söz onlara uygulandığında o noktaya gelmeleri biraz zaman alacak gibi duruyor. “Evlilikte ben kendimden biraz vereceğim, sen kendinden biraz vereceksin bu sayede ödün verdiklerimizin hesabı olmayacak.” Halbuki ikisi de hala tartışma sırasında ben senin için şunu yaptım, sen benim için bunu yapmadım kıyaslamasına giriyorlar. Fatih ve Doğa’nın ilişkisi yavaş yavaş rayına girmeye başlarken Kıvılcım ve Ömer’in romantik akşamı hayatın buz gibi gerçekleriyle yerini bir kabusa bıraktı ve ilişkileri ilk kez sınanmaya başlandı.

Kıvılcım Ömer’e tam anlamıyla güvenip kendisini teslim etmişken Ömer’in söyleyemediği gerçekler Kıvılcım’a bir tokat olarak geri döndü. Ben çok istemiştim olaylar bu raddeye gelmeden Ömer kendisini Kıvılcım’a anlatsın ama Ömer’in onu tamamen kaybederim korkusu belki de bu ilişkinin sonu oldu. Ömer sırf evli olduğunu öğrenirse bir daha yüzüne bakmaz diye ondan hayatının en büyük gerçeğini sakladı. Ama bence bu evliliğin ardında bambaşka şeyler var. Söylenenleri kafamda birleştirmeye çalışıyorum hala bir eksik var ama Pembe’nin “Ömer ve Leman konusu başka, orda çok yaşanmış acılar var.” Demesi, Ömer’in yakınmaları, Abdullah’ın “Verilmiş sözler vardı ve sen ailemiz için fedakarlık yapmak zorunda kaldın” sözleri bana bambaşka şeyler döndüğü izlenimi veriyor. Ömer zaten sevmediği, kalbini vermediği, görücü usulü biriyle tanışıp, sırf ailesinin gelenekleri var diye evlenecek karakterde biri değil. Bu yüzden geçmişte ne yaşandı, Ömer neden evlenmek zorunda kaldı, bu emanet meselesi ne? Aşırı merak ediyorum doğrusu. Yine de Kıvılcım şu an için bunların hiçbirini bilmiyorken sırf Leman eve geldi diye kendinden nefret etme noktasına gelmişken, Leman’dan hala evli olduklarını öğrendiğinde kendisine de Ömer’e de çok şeyler yaşatacak maalesef.

Kıvılcım gururu için yaşayan bir kadın, etrafındakilerin düşüncesi onun için çok önemli. Ama şimdi evli bir adamı baştan çıkarmaya çalışan, metres konumuna düştü. Bu onun için çok ağır bir durum. Üstelik hiç kimsenin onaylamayacağını düşündüğü bir ilişkiyi dahi yaşamayı kabul etmişken Ömer’in ona böyle bir şey söylememiş olması Ömer’le aralarına koca koca uçurumlar koyacak gibi duruyor. Şimdi ne olur Ömer kendini Kıvılcım’a nasıl ifade eder bilmiyorum ama umarım Kıvılcım kendini tamamen kapatmaz. Zira bu ikisinin de hak etmediği bir şey. Kıvılcım Ömer ikilisi kadar sevdiğim bir çift daha var; Nursema ve Umut.

Umut ve Nursema’yı her izlediğimde “Umut sen ne güzel bir adamsın” diye geçiriyorum içimden. Nursema’ya karşı olan o nahif tavırları, Nursema’nın durumunu anlayıp asla üstüne gitmemesi, ona destek olup yapabilecekleri için cesaretlendirmesi ve bence en önemlisi ona değer verdiğini her an hissettirip yanında olması Nursema için paha biçilemez. Üstelik fedakarlığı bilen, farklılıkları görüp ona göre davranan iki taraf var, bu yüzden ben Doğa ve Fatih gibi çok büyük çatışma yaşayacaklarını düşünmüyorum. Tabi ki onların en büyük engeli farklılıklarından ziyade Pembe olacağını düşünüyorum.

Ben Pembe’den yakınmaktan bıktım Pembe otuz yaşındaki kızına eziyet etmekten bıkmadı. Bazen Pembe’nin ne yapmaya çalıştığını cidden aklım almıyor, bir insan çocuklarının arasında nasıl bu kadar ayrımcı olabilir? Oğlu dizinin dibinde olsun diye antlar verdiren, iki günlük tatile yollamayan, küçük oğlu otel aldı büyük oğlu üzülecek diye otel aldırmak isteyen kadın, kızı sergi açmak üstelik bunu babasının gücü olmadan yapmak istiyor, kendi ayakları üstünde durmak istiyor diye bağırıp çağırıyor, kısıtlamalar koyuyor. Bakın çok açık söylüyorum toplumu bu hale getiren, kadınları kocalarına muhtaç bırakan, her türlü şiddete, hakarete susmasını öğütleyen yine Pembe zihniyetinde insanlar. Kimse kusuruma bakmasın bu dindarlık ya da muhafazakârlık falan değil, bu bildiğin dini çıkarları için kullanmak. Fakat burada Kıvılcım’a da bir parantez açmak gerekiyor. Evet Kıvılcım’ın tüm savaşı çocukları kendi ayakları üzerinde dursun diye ki bunu gerçekten takdir edip çok da saygı duyuyorum. Ama Kıvılcım tersi bir durum için kızlarının üstüne gitse de o da zamanında Doğa’ya aynı şeyi yaptı. Fatih’i kendi kriterlerine göre beğenmediği için Doğa’dan ondan ayrılmasını istedi, aynı şekilde elinden telefonunu alıp odaya hapsetti ve rızası dahi olmadan çocuğunu aldırmak istedi. Şu an Nursema’ya uygulanan baskının aynısını Doğa da yaşadı. Pembe de Kıvılcım da çocukları dahi olsa asla onlara böyle davranma hakkına sahip değil.

 Kimse kusuruma bakmasın ama Fatih’te tam annesinin oğlu; her şey onun istediği gibi olsun, herkes önce ona saygı duysun derdinde. Bebeğinin olmasını bile erkek olup Ünal ailesine bir veliaht verme düşüncesinden başka bir şey değil. Doktora ilk gittiklerinde mesela Doğa bebeğin sağlığını sorarken Fatih cinsiyetini sordu, Doğa hevesli hevesli kendilerine ait bir dünya ve gelecek ile ilgili rüyasını anlatırken onun yine tek sorduğu şey bebeğin cinsiyeti oldu. Önceliği asla Doğa, bebeği ya da hamilelik falan değil sadece babasının kucağına vereceği erkek torun derdinde hepsi bu. Aslında bu hafta gördük ki aile sorunları, üçüncü şahısların müdahalesi olmadan, kendilerine odaklandıkları zaman onlar çok güzel bir aile olabilecek durumdalar. Fatih Doğa’yı kırıp dökmeden dinlediğinde, Doğa ortak bir yol bulmaya çalıştığında ve ikisinin de mutlu olacağı bir karar verilmiş olduğunda yani aileler işin içine girmediğinde gayet sürdürülebilir bir evlilik hayatları olabileceğini çok net görmüş olduk. Fakat bir yandan, Pembe’nin baskıları, bir yandan Ömer Leman ve Kıvılcım meselesi, öte taraftan Abdullah ve Alev’in durumu suların pekte durulmayacağını gösteriyor.

Abdullah henüz farkında değil ama Alev’in içindeki boşluğu dolduruyor. Hastanede onu gördüğü an kendini çocuk gibi salması buna en büyük işaret bence. Hani çok güçlü görünmek için direniriz de o an çok ihtiyacımız olan kişi çıkıp tüm yaralarımızı saracakmış gibi kendimizi bırakırız ya, işte tam öyle gördüm ben Alev’i. O çoktan Abdullah beyi bir kurtarıcı olarak koymuş bir köşeye. Kendi bunun farkında mı bilmiyorum ama o sarılışı bile bunu çok net ortaya koyuyor. Abdullah beyin şefkati, onu her an korumaya ve kollamaya hazır duruşu Alev’in bilmediği tanımadığı bir duygu bu yüzden onun yanında küçücük bir kız çocuğuna dönüşüyor. Bunun adını aşk mı koyacak kendince, yoksa bambaşka bir şey mi izleyip göreceğiz.

Kızılcık Şerbeti kadınlarının hepsi bir başka alemde ve hepsi kendimce çok haklı. Burada en nahif olarak Doğa’yı görüyorum. Hamile ve en doğrusu neyse onu yapmaya çalışıyor. Fatih’e çok aşık, bu hafta neredeyse beni de ikna edecek boyuta geldi ancak köprüyü geçme meselesi olduğunu düşünüyorum. Pembe zaten ne Doğa ne Nursema ne başka bir şey varsa yoksa oğulları, Kıvılcım da aynı şekilde sürekli olarak hayat yönetmeye kalkıyor. Nursema ise kendi yolunu bulmak için dişlerini çıkarması gerektiğini hala göremedi. Bakalım vu kadınlar neler yapacak, göreceğiz.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere hoşçakalın.

 

Fırtına Öncesi Sessizlik (Kızılcık Şerbeti, 10.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

Ben çok hayal kuran ama bir o kadar da gerçeklere göre hareket eden bir insanım. Çoğu zaman bu özelliğimi hayallerimin önüne geçtiği için sevmesem de, hayatın gerçeklerini unutmadan hareket ettiğim için hayalim gerçekleşmeyince daha az canımın yandığını hissediyorum. Çünkü ne kadar çok hayal kursam da beynimin bir yerinde gerçekleşmeyeceğini bilen ve bana sürekli hatırlatan bir yer var. Doğa hayal gibi bir aşkla başladı bu evliliğe Fatih’i bir başka kadının evine girerken gördüğünde bütün hayalleri kocaman bir kabusa döndü. Yine de ne kadar seviyor olursa olsun bir an bile tereddüt etmeden onu terk etme kararı aldı.

Doğa’nın o yemek masasından kalkarak ve Fatih’e tavrını koyarak aslında ne kadar doğru bir davranışta bulunduğunu o adamın metresi olduğunu görünce daha da anlaşılmış oldu. Doğa doğru olduğunu düşündüğü durumların çoğunda asla taviz vermeyip bildiğini okumaktan da yapmaktan da geri kalmayan biri. Aslında bunu annesine rağmen evi terk ederken de, bu kadar aşık olduğu halde “Bitti” deyip tek bir notla Fatih’i terk ederken de çok net gördük. Evet belki doğru düzgün kendine ait kararları hala yok ama ona yanlış gelen durumlarda sesini çıkarmayı da ihmal etmiyor çoğu zaman. O metrese haddini bildirirken mesela, Fatih’in tüm durdurmalarına, kadının evliliklerini övmelerine ve hatta arkadaşının orada da olmasına rağmen içinden geçen her şeyi takır takır yüzüne söyledi. Aslında burada Doğa’nın nasıl güçlü bir karaktere sahip olduğunu da çok net gördük. O fedakarlık yapmak zorunda olmadığı zamanlarda doğrusuna ters gelen hiçbir şeyi kabul etmiyor ve bunu çok net gösteriyor. Fatih dahi olsa karşındaki bunu yapıyor ve bence bu çok güzel bir özellik. Doğa için doğru bir tane ve kişiden kişiye değişmiyor ama Fatih için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Fatih işine nasıl geliyorsa öyle davranıyor. Gecenin bir yarısı başka bir adamın metresinin evine gidiyor ve bunda asla bir sakınca görmediği gibi bir de bu durumu normalleşme çabasında. Halbuki tam tersi bir durum olsaydı yaşanacakları tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok diye düşünüyorum. Belki yazdıklarımdan Fatih’i sevmediğim yahut ona karşı iyi şeyler hissetmediğim izlenimi veriyor olabilirim ama Fatih bu gün gelişim göstermeye başlasa, hatalarının farkına varıp düzeltmek için adımlar atsa, Doğa’ya onun her zaman yanında olduğunu hissettirse ve evliliğine gerçekten sahip çıksa emin olun burada en çok sevinenlerden biri de ben olurum. Fakat Fatih böyle hata yapıp edip sonra samimiyetsize şirinlik yaptıkça benden daha çok çekeceği olur şimdiden söylemesi. Fatih’in bir an önce hayal dünyasından uyanıp gerçeğe dönmesi gerekiyor yoksa bu gidişle ciddi ciddi Doğa’yı kaybedecek, zira Doğa annesinin kızı güvendi mi tam teslim olur ama o güven sarsıldı mı alır bavulunu çeker gider. Çünkü onu yetiştiren de bu güne hazırlayan da Kıvılcım’ın ta kendisi.

Kıvılcım Kayhan’dan boşandıktan sonra muhtemelen kendini kızlarına adamış, bir kadın olarak kendini dünyaya kapatmış biriydi. Annesinin ısrarlı konuşmaları, arkadaşının sürekli onu biriyle tanıştırma isteği Kıvılcım’da bir karşılık bulmadığı gibi daha çok içe çekilmesine neden olmuştu bu zamana kadar. Ama Ömer onun için sıradan bir erkek olmadı hiçbir zaman. Tanıştıklarından beri Ömer onu sürekli şaşırttı, onu anladığını ona hissettirdi, kalbinin kapılarını o daha farkında bile olmadan açıp girmesine izin verdi. Çünkü Ömer ona o güveni, kendini korumak zorunda olmadığı, gardını indirebileceği bir alan sunmuştu çoktan. Öyle ki Kıvılcım başı belaya girdiğinde aradığı ilk kişi listesinde yerini çoktan almış bile. Evet belki Kıvılcım şu an tozpembe hayaller kurmuyor ama gerçekler tam anlamıyla tokat gibi yüzüne çarptığında nasıl bir yol izleyecek aşırı merak ediyorum.

Kıvılcım ve Ömer ilişkisi için eğer evlilik meselesini bilmesem ideal ilişki diyebilirdim. Ama ortada bir yalan ve sınır tanımayan bir adam var. Kıvılcım kendisi gibi bekar biriyle birlikte olduğunu düşünüyor ancak durum ortaya çıkınca ne olacak? Kıvılcım zaten Fatih’in düşünce yapısına, ailesine bakış açısı pek iyi değildi şimdi çok daha fena bir yola girilecek diye düşünüyorum. İyiden iyiye kendini kaptırdı, hayal aleminde yaşıyor. Oradan çıkınca düşüşü çok sert olacak diye düşünüyorum. Aşk insanı değiştirir derler belki de Kıvılcım daha anlayışlı ve ılımlı olur.

Aşk Kıvılcım’a ne yapar bilmem ama birini fena halde değiştirmeye başladı : Nursema! Özellikle Doğa ile ilişkisinde bunu görmeye başladım. Doğa o sinirle eve geldiğinde onu teskin etmeye çalışan biri vardı karşımda. Hinlik ya da ortalık karıştırmak istemiyordu. Zaten size bir şey diyeyim mi? Nursema kötü ya da artniyeti olan biri değil, sadece bastırılmış bir kadın. Umut onu değiştiriyor. Dünyanın bilmediği bir yanını gösteriyor. Doğa ile ilişkisinin de böyle böyle düzeleceğini düşünüyorum ben zira o evde Nursema için mücadele edecek tek insan Da Doğa’dan başkası değil.

Nursema Umut hayatına girdiğinden beri belki de ilk defa kendiyle ilgili hayaller kuruyor ve başkaları ilk defa hayallerini destekliyor. Hat sanatçısı olmak, dünyayı gezmek bunun konusu geçince bile o kadar mutlu oldu ki belki de o sofrada çoğu kişi ilk defa onu gülerken gördü.Nursema için bırakın gerçek hayatta bunu yapmayı maalesef hayal kurması bile istenmiyor o evde çünkü annesi sadece Alev’in arkadaşı diye Umut’u aşağılayıp kendilerine layık görmezken Nursema’ya verdiği hediyeye bile böyle kulp bulan Pembe bu durumu öğrenirse Nursema’ya da Umut’a da çok çektirir benden söylemesi.

Pembe, Pembe, Pembe… Ben ömrümde böyle anne çok zor görürüm. Düşünce sistemini, oğlum diye ortalarda gezmesini geçtim başka bir dünyada bu kadın. Doğa “Aldatıldım” diyor, olan benim oğluma olacak diye oturuyor köşesinde. Kız orada bebeğini düşürecek kadar üzgün belki ancak Pembe için mesele torununun nerede büyüyeceğinden başka bir şey değil. Doğa bugün çocuk sizin olsun, ben gidiyorum dese zil takıp oynar diye düşünüyorum. Açıkçası Abdullah Fatih’e tepkisinde çok samimi geldi bana ama Pembe değil. İyi hoş bendeki de laf! Kızına acımayan, gelinine acır mı hiç?

Pembe sırf Alev meselesi yüzünden kızına iyi gelecek bir evliliğe karşı çıkacak. Senin fikrin yok, isteklerin yok deyip durduğu kızının başını eliyle yakacak, ALIN BURAYA YAZIYORUM. O kadar bencil, o kadar gözleri kör ki kendi istekleri dışında bir şey görmüyor. Ben Abdullah’ın bile onun kadar olduğunu sanmıyorum artık. Nursema için çok üzülüyorum ama yine de direnecek diye ummak istiyorum zira Umut ve o bunu hak ediyor. Nursema ve Umut dizide izlemekten en zevk aldığım ilişkiden biri. Saf duyguları, ilmek ilmek işlenen ve güçlenen aralarındaki bağ çok özel bana göre. Ben bu bağın giderek güçleneceğini de hayatın gerçeklerine karşı ikisi el ele verirse hayallerini gerçek kılacaklarına da eminim. Bence Umut’un Nursema ile olan bağı kadar Alevle olan bağı da çok güzel ve değerli. Onlar birbirleriyle iş yapan, dertleşen ve gerektiğinde birbirlerine abi kardeş olabilen iki dost. Bence Umut bu hikayede Alev üzülmesin diye elinden geleni yapan nadir insanlardan biri.

Hani derler ya çok gülen insanın acılarını gizlemek için bunu bir maske olarak kullanır diye. İşte Alev’e bakınca tamda bunu görüyorum. O umursamaz halleri, hiçbir şeyi kafaya takmama durumları sadece gerçek duygularını gizlemek için bence. Düşünsenize hayatı boyunca bir kere bile annesinden övgü almamış, yaptığı her şey kötü eleştiri almış, ne işine ne de hayatına saygı duyulmuş. Üstelik yaptığı her hareket annesinin onu daha çok aşağılamasına sebep olmuş. İşte Alev tam da bu durumlar yüzünden böyle davranıyor. Hayal kurmayı bırakıp hayat ona ne sunduysa almış kabul etmiş. Hani derler ya bir şeyi kırk kere söylerseniz olur diye. Sönmez Alev’i öyle yaftalamış, ona öyle acımasız bir baskı kurup, kendini öyle bir değersiz hissettirmiş ki o da “Bari öyle olayım da değsin yaşadıklarıma” deyip hiçbir şeyi umursamıyormuş gibi davranıyor. “Muş” gibi diyorum çünkü öyle, zira Alev düşünceli, yardımsever ve anlayışlı bir kadın bana göre, en azından sevdiklerine karşı. Sırf Doğa istedi diye hem düğününü hem de Fatih’in doğum gününü organize etti hemen, Umut için nedenini dahi sormadan sergi açılışını üstlendi ki ne kadar sıkışık olduklarını kendileri söyleyip durduğu halde o küçük iş için vakit harcamayı kabul etti. Yeğenleriyle ilgilenmekten, yanlarında olmaktan asla geri kalmıyor mesela.

Ama yine de içinde dolduramadığı bir boşluk var ve sanırım bunu Abdullah beyle kapatmaya çalışacak gibi duruyor. Peki bu kadar çekici, genç, güzel ve kendi işinde başarılı bir kadın neden Abdullah beyden etkilensin? Çünkü Alev umursamadığı kadar umursanmayan bir kadın aynı zamanda. Annesi bir kere olsun iyi misin kötü müsün, bir derdin sorunun var mı? Diye sorma gereği bile duymuyor. Kıvılcım’a dahi çok nadir dertlerini anlatıyor ki Kıvılcım bir keresinde ‘Benimle konuşmak istiyor bu çok fazla olmaz” demişti. Şu an gördüğüm kadarıyla bir tek Umut’la dertleşiyor. Görüştüğü erkekler bile ona değerli hissettirmiyor kendini. Ama Abdullah bey öyle değil ; ona değer veriyor, umursuyor, kalbini kırdığını düşündüğü için çiçekler getiriyor. Son görüşmelerinde mesela o hadsiz adamın yanında Alev korunmuş ve yüceltilmiş olmanın etkisinde kaldı. Onu aşağılayan adamlar Abdullah bey önünde el pençe durdu. Doğal olarak Alev’in hoşuna gidiyor bu durum. Yalnız benim daha tam çözemediğim konu Alev’in Abdullah beyden tam olarak nasıl etkilendiği. Yani onda bir baba sevgisi ve şefkati mi arıyor, yoksa gücü ve kuvveti Alev’i bir kadın olarak kendine mi çekiyor bende hala soru işareti. Bakalım Alev hayatın gerçeklerini mi kendi hayallerini mi kabul edecek bu sefer göreceğiz.

İki aile arasındaki çatışma iyiden iyiye alev almaya başladı. Bir yanda saf aşktan gözü açılmaya başlayan Doğa, diğer yanda kandırılan Kıvılcım, bir yanda kendi ailesiyle ilgili gözü açılan bir diğer insan Nursema ve hepsinin yanında hala ne olduğunu anlamadığım Abdullah, Alev ilişkisi. Kıyamet koptu kopacak ve bunların hepsi sadece fırtına öncesi sessizlik gibi geliyor bana… Bekleyip, göreceğiz.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

Beni Bırakma (Kızılcık Şerbeti, 9.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Bu hayatta sizi en çok destekleyen kişi kim diye sorsalar hiç düşünmeden ablam derim sanırım. Onun bu güne gelmem için yaptığı fedakarlıklar, kendi hayatından verdiği ödünler benim bugün kendi ayaklarımın üstünde durmamı sağladı. Eğer bugün mesleği olan kendi hayatını kurmak için adımlar atan, verdiği kararların sorumluluğunu alan biriysem bu onun destek ve özverisi sayesinde olmuştur. İşte belki de Kıvılcım’a bu kadar saygı duymamın sebebi de budur. O da tıpkı ablam gibi evlatları kendi kanatlarıyla uçabilsin , kimsenin ne gölgesine, ne himayesine muhtaç olsun diye tüm çırpınışı.

Bence Kıvılcım’ın hayat görüşü bu, “Herkes kendi ayakları üstünde durabilmeli” bir tek Doğa yahut Çimen değil, etrafına tanıdığı tanımadığı herkes için aynı şeyi düşünüyor. Çünkü o görmüş, yaşamış ve bundan ders çıkarmış bir kadın. Bu yüzden yardım etti Kübra hanım ve oğlu Muhammed’e, bu yüzden hiç tanımadığı bir kadına yardıma koştu, sonrasında kocasından boşanması için desteğini esirgemedi, geçinemeyen personel ve mahalle halkı için kermes düzenledi. Çünkü onun düşünce yapısı böyle.

Aslında Kıvılcım çok ince düşünceli bir kadın bunu Doğa’yla Fatih ve Kayhan hakkında konuşurken bir kez daha ortaya çıkardı.Kıvılcım Doğa’ya “ Bu konuda Fatih’i de düşünmemiz lazım” dedi. Fatih’le her ne kadar fikir ayrılığı yaşıyor olsa da, yaptıklarının çoğunu onaylamıyor ve Doğa konusunda gerekirse her seferinde karşı karşıya gelecek olsa da ortaklık meselesinde onun duygu ve düşüncelerin de önemseyerek hareket etmeye özen gösterdi. Evet belki Doğa ve Çimen üzerinde fazla baskı uyguluyor ki sebebini artık biliyoruz, yine de artık Nursema dahi herkes çok iyi biliyor ki Doğa ne yaparsa yapsın Kıvılcım her an onun yanında olmak için hazır ve bunu hiç bir şey ve hiç kimse değiştiremez. Fakat sanırım ona bu konuda en güzel desteği veren kişi Ömer. O Kıvılcım’ın kalbini, içindeki nahif kişiliği gören ve ona göre hareket eden çok güzel bir adam.

Kıvılcım ve Ömer sahnelerini izlerken içim kıpır kıpır oluyor, kendimi tebessüm ederken yakalıyorum çoğu zaman. O gergin anların içinde bana nefes aldıran bir baha gibi geliyorlar adeta ve bence bunda Ömer’in büyük payı var.  Ömer Ünal; anlayışlı, olgun ve empati yeteneği oldukça gelişmiş biri. Üstelik her şeyden önce adaletli bir adam bana göre. Abisinin günlü olsun diye onu pışpışlamıyor, ayıp olur demeden Kayhan’ın fikrini yanlış bulduğu için kabul etmedi ve ona göz dağı vermekten geri kalmadı. Üstelik Kayhan’ın işinin doğru olmadığını bildiği halde abisine danışmadan onu reddetmedi. Fatih üzülmesin diye doğruları söylemekten çekinmedi, haksız olduğu konularda onu uyardı. Hepsine gerektiği gibi davrandı, bir kişi hariç; Kıvılcım.

Kıvılcım artık onun yanında ağlayabilecek kadar çok güveniyor ona. Onun yanında gerçek Kıvılcım olmaktan korkmuyor, çekinmiyor. Bu kolay kolay yaptığı bir şey değil ki altının çizmek istiyorum o annesinin, kardeşinin evlatlarının yanında zaaf göstermeyecek kadar dikkat eden biri. Fakat Ömer’in yanında bambaşka biri oluveriyor. Ama Ömer onun hayatına bu kadar dahil olmuşken ondan hayatının en büyük gerçeğini saklıyor; o hala evli bir adam ve bu yaptığı Kıvılcım’a çok büyük haksızlık bana göre. Evet belki bile isteye yapmıyor, belki bu evliliği kabul etmiyor, onun için bu evlilik sadece kağıt üstünde kalmış bir şey ama toplum önünde Ömer hala evli biri. Dahası Kıvılcım gibi çevresinde söylenenlere çok dikkat eden ve önemseyen biri için bu çok çok ağır bir durumken Ömer Kıvılcım’ın ona bu kadar güvenmesine izin verdi. Ama asıl kötü olan ne biliyor musun? Kıvılcım bu durumu öğrendiği zaman güveni ne kadar büyükse yaşayacağı hayal kırıklığı da o oranda büyük ve Ömer’e öreceği duvar da bir o kadar kalın olacaktır. Ömer bu durumu nasıl açıklar, kendini nasıl anlatır Kıvılcım’a bilmiyorum ama bunu bir an önce yapsa hiç de fana olmayacak. Zira Kıvılcım bu meseleyi Ömer dışından birinden öğrenecek olursa olacakları düşünmek bile istemiyorum. En azından Ömer’den duyarsa onun kendini açıklaması için bir fırsatı olur. Aslında Ömer ve Kıvılcım’ın ilişkisi Fatih ve Doğa gibi değil bu yüzden belki de korktuğum kadar çetin olmaz ne dersiniz?

 

Doğa ve Fatih neredeyse üç aydır evli ama evliliklerinde daha kavga etmedikleri, birbirlerine bağırmadıkları, birbirlerinin kalplerini kırmadıkları tek bir gün yok. Evet bu evlilik zor olacaktı ama ne yazık ki Fatih bilinçli yahut bilinçsiz Doğa için çekilmez bir hale getiriyor. Fatih köşeye sıkıştıkça Doğa’ya saldırıyor ve bu durum giderek daha da şiddetlenmeye başladı. Fotoğraf paylaşma meselesine bile ikisi çok farklı açıdan bakıyor. Doğa gururu kırıldığı için evden ayrılma kararı almışken Fatih saçma sapan şeyler diye nitelendiriyor. Fatih’in hiç bir kadın için ağıza alınmaması gereken sözcükleri Doğa’ya; sıradan bir insanı geçtim hayat arkadaşım dediği karısına karşı kullandı ve bunu bu şekilde nitelendirdi. Bu Hafta Doğa ve Fatih arasındaki bambaşka bir ayrımcılığı daha görmek beni hiç şaşırtmadı doğrusu. Düşünüyorum da eğer yemek yedikleri sırada içeriye iki yakışıklı erkek girseydi ve o çocuğun karısı Doğa’ya bir gün ikimiz tek gelelim buraya deyip o erkekleri işaret etseydi Fatih yine öyle gevrek gevrek sırıtacak yahut şaka yapıyor diye alttan alacak mıydı? Bu sorunun cevabını öğrenmek için bu durumun yaşanmasına gerek bile yok zira Fatih Doğa’nın grup çalışmasında erkek olmasını bile kaldıramayacak ve bu yüzden hesap soracak kafada. Böyle bir durumda orayı birbirine katar sanki Doğa söylemiş gibi ona o evi zindan ederdi, net. Ama bence Doğa da bunu artık gayet iyi biliyor, öyle ki gurupta erkek arkadaşları olduğunu dahi ona söylemedi.

Doğa grupta erkeklerin olacağını öğrendiği an telaşa kapıldı ve endişelenmeye başladı, bu yüzden okul olayında olduğu gibi yine söylememeyi tercih etti. Aslında düşünüyorum da Fatih’in bu davranışlarının sebebi ailesi ya da yetiştirilme tarzı değil onun kendi zihniyeti bana kalırsa. Çünkü Ömer de o ailede üstelik Abdullah beyin dediğine göre daha sert bir babayla yetiştirilmiş, fakat gayet düşünceli biri. Mustafa onun gibi egoist biri değil üstelik ona yapılanların farkında olmasına rağmen Nilay gibi birinin dolduruşuna gelmiyor. Ama Fatih iki cümleyle şirket basacak duruma geldi . Buradan anlamış oldum ki bu fevri tavırları bir tek Doğa’ya özgü değil herkese karşı böyle. Ömer çok doğru söyledi, Fatih sırf kendini Kayhan’a “Ben de o şirkette söz sahibiyim, benim de yetkilerin var demek için girdi bu işe. Üstelik sözde yalana tahammülü olmayan, sırf okula gittiğini söylemediği için kolundan sürükleyerek çıkardığı karısına yapmadığını bırakmayan dürüstlük abidesi Fatih bey kendi çıkarı söz konusu olunca hemen yalan söyleyebiliyor. Ömer’e o gece Kayhan para ödedi derken yalan söyledi, Doğa’ya yaptıklarını anlatmayıp doğrudan Kıvılcım’ı suçladı ama sorsan yalana tahammülü yok. Üstelik o istediği konuda istediği gibi davranırken Doğa aynı şeyler için eşitlik istediğinde mutlaka tartışma çıkıyor.

Doğa’nın Fatih’in doğum gününü kutlamak için verdiği mücadeleyi izleyince tek bir sonuç çıkardım. Doğa bu evlilikte o eve de içindekilere ve hatta Fatih’e rağmen ideallerini, hayallerini ve isteklerini bir şekilde gerçekleştirecek ben onda o çözümcü yani gördüm. Ünal ailesiyle ilgili sorunları var amenna ama Doğa’nın Fatih konusunda endişeleri ve güvensizlikleri de var gördüğün kadarıyla. Fakat maalesef ki bu durumun oluşmasının tek sebebi de Fatih ve onun yaptıkları. Mesela ilk başta annesine Fatih’i anlatırken “o beni hiç ezdirir mi, o çok anlayışlı, o bana çok aşık” gibi cümleler kurardı. Şimdiyse söylediği tek şey “O aslında çok iyi biri onu yanlış tanımanı istemem” demek oluyor. Annesine sürekli Fatih’in iyi biri olduğunu kanıtlamaya çalışıyor ama aslında size bir şey söyleyeyim mi o buna kendini inandırmaya ve böyle olduğunu kabul etmeye çalışıyor farkında olmadan. Çünkü o da yaşayarak çok iyi öğrendi ki ; Fatih onu ailesine karşı ezer de ezdirir de. Dahası evlenmeden önce Fatih’i bir kadınının evine girerken görseydi “Bunun mutlaka bir mantıklı açılması vardır” deyip ona sorar ona göre hareket ederdi. Fakat şimdi hiç düşünmeden onu aldattığına kanaat getirdi. Şimdi nasıl bir yol izleyeceğini az çok tahmin ediyorum aslında ama yine de izleyip görelim.

Farkında mısınız Doğa annesinin kapılarının her zaman ona açık olduğunun, her zaman arkasında annesi gibi onu koruyacak biri olduğunu bilmenin rahatlığıyla yaşıyor. Bu bir kadın için hele de Nursema gibi kadınları düşününce ne kadar muhteşem bir şey öyle değil mi? Ama Nursema gibi sadece cinsiyeti farklı olduğu için evlendirilmek istenen biri için bunun tersinin oluğunu bilmek bir o kadar acı ve ağır bir şey. Düşünsenize Pembe sırf oğulları yanında kalsın diye analık hakkını,hastalıklarını öne sürüp ayılıp bayılırken Nursema’ya bir yük gibi davranıyor. Üstelik onun evlenme konusunda fikrini bildiği halde kocasını da arkasına alıp kıza danışmadan görücü çağırıyor. Her gün o evde çok sevgili oğullarıyla yaşamak için bin bir türlü gerginlik yaşarken kızının bir sergiye üç tane çizim vermesini evden gönderme sebebi olarak kullandı, inanılır gibi değil. Sanki üvey evlatmış gibi babasına şikâyet edip duruyor.

Pembe erkek çocuklarını “Paşam” diye seven, onlarla kıymetli olduğunu düşünen ve ben eminim ki onları doğurduğu için kendiyle gurur duyan bir kadın. Ona göre erkek her şeyi yapar eder ama sıra kız evladına yani Nursema’ya gelince; aman o evden çıkmasın, aman kimseyle görünmesin, yemek yapsın, çamaşır yıkasın, çeyizle uğraşsın. Fakat asla bir birey olup kendi ayakları üstünde olmasın düşüncesinde. Kendi kararları, kendi doğruları, kendi amaçları olmasın derdinde. sadece bir Sergi fikri bile kızını aşağılamaya yetti de arttı bile. Üstelik Pembe Nursema’yı bir tek aşağılamıyor aynı zamanda ona kendini önemsiz ve değersiz de hissettiriyor.

Düşünsenize Umut’un onun için bir şeyler yapmasını bile ona acımasına, yalnızlığına bağladı. Bu kadar önemsiz görüyor kendini, “Biri onu sevemez ya da önemseyemez sadece acır” kafasında bu ne da kadar ağır bir durum. Zira kimse onu Nursema sadece Nursema olduğu için değerli hissettirmemiş bu zamana kadar. Bu yüzden Umut’un yaptıklarını sevildiği yahut değerli olduğu için yapıldığı aklına bile gelmedi. Annesi Fatih ve Mustafa’ya yaptığının aksine ona destek olacağına ona hükmetmek ve günü geldiğinde tıpkı onun gibi olması için baskı uyguluyor. Pembe sürekli ama sürekli Nursema’ya kendini yetersiz hissettirip önüne engel koyuyor ve bunu bile isteye yaptığı halde hiçbir şey yapmamış gibi davranıyor. “Okuyacağım dedi okuttuk her istediğini yaptık” sözleri bunun açık bir göstergesi zaten, ben bu kurduğu cümleden sonra eminim ki pembe, Nursema mezun olup geri döndükten sonra çalışmaması için de böyle davranmıştır. Pembe hep diyor ya “Doğa bu eve geldikten sonra Nursema’ya bir haller oldu” diye evet Nursema hem Umut hem de Doğa sayesinde uyanıyor. Umarım o evdeki herkese rağmen kendi hayallerini gerçekleştirmeyi başarır.

Son sahneye diyecek bir şey bulamıyorum, umuyorum ki göz yanılması ya da bariz bir sebebi vardır. Hiç bir şey göründüğü gibi değildir. Fatih’i gözümde zaten pek bir değeri kalmadı, bununla artık kendisini magmaya atar, keyfime bakarım. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

 

BİTTİ (Kızılcık Şerbeti,8.bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

Ben hayatın bize her zaman tercih hakkı sunmadığına inanırım, ama bunun yanında aldığınız kararların çoğu yine de bizim tercihinizle gerçekleştiği de aşikar.  Peki biz kendi hür irademizle seçtiğimiz şeylerin sonucunu üstleniyor muyuz? İşte tercihlerinizin sonuçlarını üstlenme olgunluğu da bizim kendi seçimimiz bana göre. Doğa mesela kendi seçiği hayatın sorumluluğunu üstlendiği halde Fatih asla o olgunlukta değil. Doğa’yla birlikte olmayı, bebeği aldırmayıp aile olmayı, ailesine karşı çıkıp Doğa’yla bir hayat kurmayı hepsini kendi seçti. Fakat şimdi ilk fırsatta sanki her şeyi Doğa’nın zoruyla yapıyormuş gibi davranıyor ona. İşin kötüsü Doğa da buna izin verip karşı dahi çıkmıyor.

Doğa annesinin evinden çıkarken kendi hür iradesiyle bir karar verdi ve iyi yahut kötü bu kararların sonucuna katlanıyor . Hatta verdiği kararların doğruluğunu sorgulamaya başladığı anda onları düzletmek için adım atmaya bile başladı. İşte okula gitmeye de tam bu yüzden karar vermişti Doğa. Çünkü bunun doğu bir tercih olmadığını, hayatını böyle sürdürürse kendinden geriye hiçbir şeyin kalmayacağını gayet iyi kavramıştı. Kıvılcım’ın söylediği bir söz benim de kafamı çok kurcaladı aslında; “Bir insan niye yalan söyler” bunun üzerine çok düşündüm aslında. Doğa Fatih’e söylese Fatih’in nasıl tepki vereceğini az çok biliyordu. Üstelik Doğa Fatih onu çocuk gibi azarladığı gün karar vermişti yeniden okumaya. Ayrıca madem Doğa “Hamile olan benim , çocuğumu da en çok ben düşünüyorum, yorulursam tekrar dondururum” diyebiliyordu niye en başta itiraz etmedi. Çünkü Doğa Fatih’in diğer yüzünü şimdi gördü. İlk önce okulu dondurmayı kabul etti çünkü Fatih’in bu kararı gerçekten onun ve çocuğunun iyiliği için verdiğini düşünüyordu ama sonra yavaş yavaş gördü ki Fatih’in düşündüğü tek şey kendi ve ailesinin düşünceleri. Doğa’ysa eğer kendi için bir adım atmazsa ortada ne fikir ve düşünceleri ne de Doğa’dan geriye hiçbir şey kalmayacaktı. Sadece Fatih’in karısı, Ünalların gelini ve doğuracağı çocuğun annesi olacak o evde Pembe gibi , Nilay gibi Nursema gibi özgür görünen hapis bir hayat yaşayacaktı. Gelelim Fatih’e neden söylemediği konusuna; çünkü Doğa biliyordu kaydı yeniden oluşturmadan önce söyleseydi Fatih ne yapıp edip onu ikna edecekti, dahası artık Fatih’e düşüncelerini söylerken iki kere düşünüyor çünkü neredeyse Fatih hiç bir zaman onun fikirlerini ciddiye dahi almıyor. Doğa aşık olabilir ama kör değil, Fatih’in hangi konuda nasıl tepki vereceğini gayet iyi biliyordu ve söylememe kararı aldı ki ne kadar haklı olduğuna hepimiz şahit olduk. O Fatih tarafından merdivenlerden sürüklendi ve Fatih bunun için bir özür dahi dilemedi. Doğa belki aşkından birçok şeyi kafasında aklayabilir ama ya Kıvılcım? O nasıl aklasın? Belki evlatlar kendilerine yapılanı unuturlar da anneler, onlar asla unutmaz. Kıvılcım da unutmayacak. Ne bu şiddeti, ne de Fatih’in kızına uyguladığı zorbalığı ne de kendisine yaptığı saygısızlığı. O bir anlık öfke değildi, o kendini haklı görmeydi ve ne yazık ki Doğa bunu bir türlü görmüyor.

Doğa bazı şeyleri görmek istemiyor, Fatih’in yaptığının hiç bir mazereti olamazken o “Ona yalan söylediğim için böyle yaptı” maskesine sığınmayı tercih etti. Fatih’in yaptıklarına şimdiden bahaneler üretmeye başladı bile. Hâlbuki Fatih ilk fırsatta yaptığını düşündüğü, ilk hatada Doğa için yaptığı tek fedakarlığı yüzüne vurmaktan asla çekinmedi. Doğa’nın bu güne kadar Fatih için yok saydıkları tek bir sözle tokat gibi çarptırıldı yüzüne; ben senin için ailemi karşıma aldım. O laf Doğa için ne anlam ifade ediyor bilmiyorum ama benim için Doğa’nın bu güne kadar yaptığı hiç bir şeyin Fatih’in nezdinde bir kıymeti olmadığının ayan beyan göstergesidir. En basitinden Doğa alışık olduğu hayatı, okulunu hatta ailesini bırakıp geldi Fatih’e. Fakat Fatih sanki Doğa bunları yapmak zorundaymış gibi davranması bencillikten başka bir şey değil. Doğa bugüne kadar her şeye Fatih’i sevdiği için sustu. Ailesine hakaret edildi, teyzesi küçük düşürüldü, kendisinin her şeyine müdahele edilirken Fatih’i düşnerek sesini çıkarmadı ama her şeyin bir sınırı var. Evdekiler, çevresi hep Doğa’yı boynu bükük gördü ama hep sevgisinden, edebinden sustu.

Doğa aslında o kadar da silik biri değil, her zaman diyorum birinin sakin olmasını her zaman ezik biri olmasına bağlamamalıyız diye ama Fatih bile bunu anlamamış diye düşünüyorum. Doğa kendi aldığı kararları uygularken zerre tereddüt etmedi. Okuluna dönerken de evden ayrılırken de bir anda verdi kararını. Doğa sevdiği adama saygı duyarken saygı görmediği, kuralların sürekli kendisine işlediği bir evde yaşamaktan sıkılmaya başladı. Fatih tehlike çanlarını duymasa da Doğa artık saf aşık bir gözle bakmıyor. Ailesine de kendisine de saygısızlık yapılmasına tahammülü bile yok. Fatih ona bağırdığında odadan git derken şimdi o da ağzını açıyor zira o zaten hiç korkusundan susmamıştı. Hep sevdiğinden, insanlar üzülmesin diye susuyordu ama karşı tarafın umurunda olmadığını gördükçe Doğa da bunu yapmaya başladı. Yeni Doğa’dan ilk nasibini alan da Nursema oldu.

Doğa aslında o kadar da boyunu bükük, vur ensesine, al ekmeğini bir kadın değil. Bunun en bariz örneğini de Nursema ile olan konuşmasından anlayabiliriz. Bugüne kadar hep kocasının ailesine saygı duyulması kafasına kalkılırken, kendi ailesi sanki hiç bir şeymiş gibi sürekli aşağılandı. Nursema bunu yine yapmaya kalktığında karşısında hiç tanımadığı bir Doğa buldu. Doğa ailesinden aldığı terbiye ile herkese saygı gösteren bir kız ancak bir türlü hak ettiği saygıyı alamıyor. Bebeğinin isminden, gideceği doktora kadar müdahele edilirken, Nursema sürekli olarak ailesini korumak adı altında Doğa’ya karşı saldırıya geçiyor. Aslında onun saldırısının sebebi hayranlık. Doğa istediği hayatı yaşayabilecek potansiyele sahip biri ancak Nursema öyle değil. Doğa saygının doğuştan değil kazanılan bir şey olduğunu Nursema’ya gösterirken, aslında anlattığı şey tüm ailesi için de geçerliydi. Özellikle de tatlı tatlı sürekli Doğa’nın her alanına müdahale eden, kapıları dinleyen Pembe için geçerli.

Ben ilk başta Doğa’nın  Pembe’ye karşı neden bu kadar dolduğunu hiç anlayamadım doğrusu. Sanki Alev meselesi öfkesini ve kızgınlığını ona karşı dile getirmek için bir bahane olduğunu düşünmeye başladım. Hatta evet teyzesine yaptığı şey, söyledikleri çok ağır ve bu konuda onu asla haksız görmüyorum ama abartıyor sanki bile dedim. Fakat geriye doğru biraz dönüp bakınca Doğa ve Fatih’in her kavgasında Fatih annesi kisvesi altında Doğa’ya sözler sarf ettiğini fark ettim. Pembe’nin hiç söylemediği sözleri bile Fatih sanki Pembe söylemiş gibi Doğa’ya aktarıyordu. Yani Doğa’ya göre Pembe oğlunu doldurup onun üstüne salıyor ve aralarının bozulmasının tek sebebi o. Bu yüzden Alev için ona kızarken aynı zamanda bu durumların oluşmasının nedeninin kızgınlığını da katıyor  farkında olmadan.  Çünkü gerçekte Pembe ne düşünüyor bilmiyor ve onu evdeki herkes gibi aynı kefeye koyuyor. Pembe onu sevmiyor, samimiyetsiz davranıyor ve oğluyla arasını bozmasına sebep oluyor Doğa’ya göre. Yine de ben Pembe’nin o kadar masum biri olmadığına eminim. Doktor meselesinden, kapı dinleme, olayları Abdullah’a sürekli aktarma derken sabrım taşıyor. Hele şu evdeki kapı dinleme meselesi beni benden aldı. Evli çift onlar, ne hakkınız var? Doğa belki gidip özür dilemiş olabilir ancak Pembe’nin rengini pek belli etmediğini ancak onun da pamuk şeker olmadığını düşünüyorum. Fatih bir tek babasının değil annesinin de etkisi altında büyümüş. Eeee, iki kere iki ama değil mi?

Fatih tanıdığım en bencil karakterlerden biri olabilir. Sadece kendini düşünmekle kalmıyor , kendi rahatlığı için anne babasını ileriye sürmekten, Doğa’nın duygularını yok saymaktan, Kıvılcım’a bağırmaktan asla geri kalmıyor. Ben eminim ki Doğa Fatih’in Kıvılcım’a söylediklerinin çeyreğini aynı ses ve üslupla Pembe’ye söyleseydi Fatih ortalığı ayağa kaldırdı. Ama size bir şey  söyleyeyim mi o annesini çok sevdiğini, çok saygı duyduğunu ve yere göğe sığdıramadığını söylediği annesine Fatih beyimiz zerre saygı duymuyor. Çünkü eğer ona gerçekten saygı duysaydı Doğa’ya annesi söylüyormuş gibi kendi sözleriyle saldırmazdı. Doğa bu gün Pembe’ye karşı bu kadar doluysa bunun tek sebebi Fatih’in söyledikleri. Ayrıca Fatih kendi istediği olduğu sürece Doğa’ya dünyanın en tatlı insanıyken aksi bir durumda gördüğüm en iğrenç adama dönüüşüyor. Doğa’ya şiddet uyguladı, annesi ne karışamaz noktasından bir adım geri atmadı. Ömer’le yaptığı konuşmadan da hala yaptıklarının arkasında olduğunu sanıyorum. Ömer çok net bir adam, merhameti, vidanı ve kadına saygısı var. Fatih biliyor olacak ki hamile karısını okulun ortasında torba gibi taşımaya kalktığını, sürüklediğini anlatmadı. Yine de Ömer Fatih’i değil, Kıvılcım’ı haklı buldu. Bu sebeple ben Fatih’in o kadar kolay değişeceğini sanmıyorum.

Fatih’in bir tek Doğa yahut annesine değil hiç bir kadına saygısı yok. Kıvılcım’a olan davranışları, amcasına anlatırken tiksine tiksine adını anması ve özür dilemeyi asla istememesi ileride Kıvılcım’la arasının daha çok gerileceği hissiyatı veriyor bana. Üstelik Fatih kendi ailesiyle yaşayıp , Doğa’yla her kavgasında önce annesini sonra aile yapısını öne sürerken Kıvılcım gibi hiç tanımadığı bir kadına yardım ederken başı belaya girmesini göze almış birine ,Doğa kızı olmasına rağmen, “Siz hayatımıza karışmayın” diyecek kadar samimiyetsiz biri. Ailesi onun evlilik hayatının tam ortasında karar mercii olmasına rağmen bu sözleri sarf etmesi inanılır gibi değil. Üstelik Doğa’ya yaptığı baskının şiddetin bir türü olduğunu kavrayamayacak durumda. Aslında işin acısı Fatih şiddet uygulamadığını düşünüyor. Mesela Kıvılcım onunla konuşurken çok adildi. Doğa asla yalan söylememeliydi ama neden yalan söylemek durumunda kaldı? sorusunu sorarken Fatih’in bakışları cevabı veriyordu. Orada samimieytsiz şekilde özür dilerken, Kıvılcım da zaten durumun gayet farkındaydı. Kızı psikolojik ve fiziksel şiddete uğradı, Kıvılcım için korku dolu günler yeniden başladı.

Fatih’in şiddet anlayışı sadece fiziksel zarar verme olsa da o evlendiklerinden beri neredeyse her an Doğa’ya  psikolojik şiddet uyguluyor. Çok sevdiğim bir filmde çok sevdiğim bir replik aynen şöyle diyor “Keşke insanların beynine nasıl bir şiddet uygulandığını gösteren bir makine olsaydı da nasıl bir baskıya maruz kaldıklarını görebilseydik.” Fatih daha evlendiklerinden beri Doğa’nın gözünün ferinin nasıl sündüğünü  görmüyor nasıl ona yapılan baskının etkisini görsün. Doğa şu an “Dövüyor muyum, sövüyor muyum?” sorusuna bilmiyorum diye cevap verse de ileride aslında Fatih’in onun üstünde kurduğu inanılmaz baskıyı fark edecek ve evet cevabını çok net duyacağız bana göre. Fakat bunun için daha kat etmesi gereken çok yol var bana göre çünkü daha kendini bir şeyler için suçlamayı bile bırakmadı.  Yine de bence en büyük şansı her durumda yanında olan bir annesi var olması.

Kıvılcım uzun zamandır izlediğim en özel karakter bana göre. Kendi ayakları üstünde duran, verdiği kararların sonucuna katlanan, hata yaptığını anladığında geri adım atan ve en önemlisi iş hayatına, kendi şahsi meselelerini karıştırmayan bir kadın. Kübra hanım ve oğlu Muhammed ile bu kadar ilgilenmesi, görüşleri farklı olduğu  ve aralarında bir münakaşa olduğu halde tüm bunları bir kenara bıraktı ve Muhammed’e yardım etmek için elinden geleni yaptı. Ayrıca bunun sonucunda Kübra hanımla sarılması kalbimi ısıttı açıkçası ve bu benim için ondan özür dilemesinden kat be kat daha özeldi. Başta da dediğim gibi Kıvılcım bence çok özel bir karakter kızıyla birlikte o da değişiyor ve bunu görmek açıkçası benim için ayrı bir zevk. Normalde yüzüne bakmayacağı insanlarla oturup sohbet ediyor, sarılmalarına izin veriyor. Üstelik ben inanıyorum ki bir gün Nursema yahut Pembe ondan yardım isterse hiç tereddüt etmeden yardımcı da olacaktır. Çünkü Nursema’nın yardıma ihtiyacı var ve kimse onun ne halde olduğunu görmüyor bile.

Nursema o evde günden güne eriyor ve o bile yeni yeni fark ediyor bir şeylerin yolunda gitmediğini. Bence Nursema’nın en büyük sorunu neyi neden savunduğunu dahi bilmiyor. Mesela gece neden onların evinden çıkılmaz, neden bir arkadaşında kalamıyorsun? Hiçbirinin sorsan mantıklı bir açıklaması yok ama o bu durumu deli gibi savunuyor, çünkü anne babası ona böyle empoze etmişler. Anne babasının dediği neyse doğru olan odur. Ne kendi tercih hakkı var ne karar verme yetkisi var, kendi hayatı bile ailesinin elinde. Fakat Umut’la olan ilişkisi başladıktan sonra o da sorgulamaya başladı. Ve bence hayatını o kadar güzel özetledi ki artık bazı şeylerin o da farkında; “Ben bu evde sadece birilerine yemek yapmak için yaşıyorum, bu sefer kendim için bir şey yapacağım.” Evet bunları değiştirmek için şu an adım atmaya cesareti yok ama bir gün o da korkmadan o eşikten adımını dış dünyaya atacak. Nursema yavaş yavaş o evde yaşamadığını sadece nefes alıp verdiğini anladığı an bence hayat onun için bambaşka olacak. Ayrıca Doğa’nın söylediği “Kendini önemli hissetmek için yapıyorsun, anlıyorum” durumu da çok doğru bir tespitti çünkü evdeki hiç kimse annesi dahi onu önemsemiyor. Annesi gibi olmak istemiyorsa da Pembe farkında mı emin değilim ama kendi mutsuzluğuna onu da ortak ediyor. Yaşadığı hayatta ne çocukları ne kocası ne de gelinleri ona zerre saygı duymuyor. Onunla doğru düzgün konuşmuyor ve o ufacıkta olsa kendini önemli hissetmek için çevresine yemekler yapıp iyilikle kendini avutuyor.

Umuyorum ki Nursema Umut’la kurduğu bu yeni ilişki sayesinde aslında o evde hiç değer görmediğini de, kendisinin de bir birey olduğunu da farkına varır. Bunun o kadar kolay olmayacağı da ortada zira herkese karşı savunduğu ailesi kendi isimleri için onu harcamaya dünden razı. Pembe’nin kocasının adına yakışır bir gelin olmasıyla ilgili ettiği konuşma beni yerle bir etti. Nursema neler yaşıyor, neler hissediyor Pembe’nin asla umurunda değil. Tek umurunda olan oğulları belli ki, kızının bir önemi yok aksine kızındaki değişimi görürdü. Nursema aşık oluyor ve bunu söylemeye bile kokruyor. Halbuki erkek kardeşi evlenmeden ilişkisini de yaşadı, hamile kalan kız arkadaşıyla evlendi ve ona kimse bir şey demedi. Nursema ise biriyle buluşmaya giderken bile bün tane bahane bulmak zorunda. Doğa’nın evdeki varlığı Nursema’nın da uyanmasına sebep oldu.

Doğa da artık bir şeyleri sorgulama noktasına gelmek üzere. Fatih’in bir fotoğraf için ona hayat kadını muamelesi yapması bardağı taşıran son damla oldu. Onca eziyete aşkı için katlandı ama Doğa’nın da bir sınırı olduğunu gördüm. Doğa Fatih’in o son söylediği sözle artık bardağında dolacak yer kalmadığını anladı ve o evi terk etti. O eve geri dönecek olsa bile umuyorum ki Fatih’in birazcık olsun ona neler yaptığını göstermiştir.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

ARAFTAYIM (Kızılcık Şerbeti, 7.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Kadınlar ne ister? Bu soru Yıllardır sorulan, karmaşık olduğu düşünülen, cevabına çoğunlukla “Anlayamazsın” denilen bir soru. Bence cevap çok basit tabi anlamak isteyene. Kadınlar güvenmek ister, inanmak ister, ilgi ister her şeyden önce karşısındaki onu sevsin saygı duysun ister. Daha fazlası değil ya bana göre. Bir kadın mutlu ve huzurlu olduktan sonra bana göre geriye başka hiç bir şeyin önemi kalmıyor. Doğa mesela sadece okuluna devam etmek istedi. Ben eminim ki o Fatih’in parası, evi, yahut soyadının saygınlığı için değil sadece Fatih’in onu sevdiği, koruyup kollayacağına inandığı için evlendi. Pembe keza tek istediği kocasından bir dal çiçek ya çok mu? Kocasının onu saymasını istiyor ki bu onun en doğal hakkı değil mi? Aynı şekilde Kıvılcım tek istediği çocukları kendi ayakları üstünde dursun, babaları dahi kimseye muhtaç olmasın istiyor.

Kıvılcım’ı bu hafta daha iyi anladığımı düşünüyorum, Kıvılcım tarafı açıldıkça neden böyle bir kadına dönüşmüş olduğunu görmek beni üzse de Kıvılcım’ı Kıvılcım yapan şeyler de bunlar demeden duramıyorum.Kıvılcım ve annesinin yemek masasındaki konuşmalarına bakacak olursak, Sönmez yıllarca ama yıllarca Kıvılcım’ın kendini ne yaparsa yapsın yetersiz hissetmesine sebep olmuş. Sanki başında onun deyimiyle bir erkek olmayınca kadın asla mutlu yahut başarılı olamayacakmış gibi davranıyor. Hele o söylediği  “Erkek kaçıran tavrınla…” sözü tam da bu söylediğimi ispatlar nitelikte diye düşünüyorum. Halbuki o da Kayhan’ın ne mal olduğunu bile bile yapıyor bunu. Söylediği o söz bile Sönmez’in Kıvılcım üstünde nasıl bir baskı kurduğunu ve aslında bugün neden bu halde olduğunu ispat eder nitelikteydi. Sönmez Kıvılcım’ı çok öifskil olmakla suçlasa da insanlara baskı yapmanın birden fazla yolu vardır. Sönmez de bunu yaparken belki Kıvılcım gibi bir kırbaç kullanmadı ama kızının üstünde korkunç bir baskı kurdu. Hala bile ortaya bir laf attığında Kıvılcım’a lafı dokundurmadan geçmiyor. Bir tek Sönmez değil Kayhan da aynı şeyi yapıyor Kıvılcım’a; Ona destek olmak, yanında durmak yerine onu manipüle edip yetersiz hissetmesine neden oluyor. Ataerkil her toplumda olduğu gibi kadınlardan her şeyi bekleyip kılını kıpırdamayan erkek modeli işte. Ama bence Ömer öyle biri değil.

Ömer sırf Kıvılcım onun yardım ettiğini öğrenip de gururu kırılmasın, dışardan gösterdiği güçlü imajı sarsılmasın, bir de onun haberi olmadan onunla ilgili konuşulduğu bilinmesin diye davayı geri çektirdiğini bilsin istemedi. Aslında her iki hareketi de bence çok olgun ve centilmence. Sadece Kıvılcım’ın iyiliğini düşündüğü için yaptı ne yaptıysa. Ömer Kıvılcım’ın sırtındaki yüklere bile isteye talip; dahası Kıvılcım daha farkına dahi varmadan o yükleri almaya da, onu idare etmeye de başladı bile. Ondan bir şeyler beklemek yahut istemek yerine kendi ona hissettirmeden, onu annesi ve Kayhan gibi kendini eksik hissettirmeden dokunuyor Kıvılcım’ın hayatına. Kıvılcım şu an bunların hiçbirinin farkında değil ama zamanı geldiğinde o da bunları tek tek fark edecek diye düşünüyorum.

Kıvılcım’ın Ömer’le konuşmasını dinlemeden önce nasıl oluyor da Kayhan gibi biriyle evlendi acaba demeden duramıyordum ama Kıvılcım’ın söylediklerinden sonra her şey yerli yerine oturdu kafamda. Kıvılcım’ın söyledikleri size de bir şey hatırlatmadı mı? Ben evliliği kurtuluş sandım, özgürlük sandım, güvenli alan sandım, öyle değilmiş meğer” tıpkı itiraf edemese de Doğa’nın evlenme sebepleriyle aynı sebepler. O yüzden Kıvılcım bu kadar tetikte bekliyor aslında. Çünkü kızının da neden evlendiğini, neler yaşayabileceğini az çok biliyor ve bunun olmaması için elinden geleni yapacaktır. Doğa şu an farkında değil ama annesi onun ne büyük şansı.

Doğa henüz görmüyor yahut yeni yeni görmeye başladı; o şuan tam bir cehennemin ortasında ve maalesef ki kendi ateşini de kendi yaktı. Doğa kendi odasında, kendini en özgür hissetmesi gereken yerde tedirginlikle defterlerini saklayacak duruma geldi. Bunun ne kadar ağır bir yük olduğunu düşünebiliyor musunuz? Artık kendisine ait özel bir alanı bile yok. Üstelik kendisin için doğru düzgün bir kararı bile yok. Doktoru seçerken mesela; Fatih kızmasın diye kadın Kıvılcım kızmasın diye açık seçti. Kendi olması gereken evde sığıntı gibi.

En güvende, en iyi hissetmesi gereken yer daha şimdiden cehenneme dönüşmeye başladı. Fakat Doğa zeki biri bu durumun böyle yürümeyeceğini gördüğü anda harekete geçti. Doğa sadece boyun eğerek yahut sadece onların istediği gibi davranarak bu işin sonunu gelmeyeceğini anladığı an okula dönmeye karar verdi, çünkü o da biliyor ki ancak bu şekilde ayakları üstünde durursa ezilip büzülmeyecek.

Doğa onunla evlendiğinde beri bir çok farklı Fatihle karşı karşıya geldi fakat bu son olayda karşısındaki Fatih’i en korkunç kâbuslarında bile görmemiştir. Doğa Fatih’in yaptığından sonra ne yapar nasıl bir yol izler bilmiyorum ama Fatih affedilmezler listeme giriş yapmayı çoktan başardı bile.Aslında Fatih’i tanımlayan en iyi cümleyi Doğa kurdu; Fatih benim yanımda başka biri ailesinin yanında bambaşka biri gibi.

Şiddete deli gibi karşı olan ben bu bölüm Fatih’i Doğa’yı o çekiştire çekiştire çıkardığı merdivenlerden aşağı yuvarlamak istedim, o derece sinirlendim. Böyle yuvarlana, yuvarlana aşağı insin ki belki ne yaptığının farkına varır. Ben normalde en kötüsünden en iyisine, en haksızından en haklısına tüm karakterleri anlamaya onlarla empati kurmaya çalışırım. Neyi, neden yaptıklarını anlamak isterim. Ona göre hareket eder ve yazarım ama kimse kusura bakmasın Fatih’in tek anlaşılır, tek haklı görür tarafı yok artık benim nazarımda. O sadece kendini düşünen, Doğa’nın ne duygularını , ne düşüncelerini ne de hayallerini umursayan biri değil. Başta “ Oku ben senin yanındayım” diyen adam karısını bir çuval gibi sürükleyerek okulundan aldı, inanılır gibi değil.Düşünsenize çocuklarına koymak istediği isimlerle bile dalga geçti, ciddiye dahi almadı. Ona sorma gereği duymadan çocuklarına isim koydu ve Doğa’nın fikrine dahi ihtiyaç duymadı. Üstelik ben o yaptığı zorbalıktan sonra bebeğini de Doğa’yı da zerre düşündüğünü zannetmiyorum. Çünkü onları gerçekten düşünüp değer verseydi; karısının okulunda tüm arkadaşlarının gözünün önünde onu kolundan tutup sürüklemezdi. Eğer azıcık Doğa’nın karnındaki bebeği düşünseydi benim karım riskli bir hamilelik geçiriyor bu yaptığım ona zarar verebilir der en azından çocuğu için daha sakin davranabilirdi ama o ne yaptı Doğa’yı sürükleyerek okuldan çıkarmayı tercih etti. Zaten doktordayken bebeğiyle ilgili söylediği ilk şey “Cinsiyeti ne acaba” ydı. Dahası Fatih’in sanki tek sıkıntı Doğa’nın ona yalan söylemesiymiş gibi davranması bana hiç inandırıcı gelmedi. Yalan söylemiş olsa bile bunun nedenini tartmak varken “Kim bilir bana daha ne yalanlar söyledin, gözümün içine baka baka.” Düşüncesindeydi. Üstelik yaptığı şeyden zerre pişman değil hala bir de Kıvılcım’a dikleniyor.

Hayır bir de hem suçlu hem güçlü hem de yüzsüz yüzsüz “Siz karışmayın Kıvılcım hanım” diyor. Kıvılcım ki hiç tanımadığı bir kadın için hiç tanımadığı bir yaratığa karşı çıkmış, sonuna kadar kendini paralayıp kadının o adamdan (!) kurtulması için mücadele etmiş bir kadın hiç kızının böyle bir muamele görmesine izin verir mi ? Kıvılcım’ın ona çok güzel haddini bildireceğim bilsem de umarım Doğa bunu da diğerleri gibi sineye çekip iki dakikada affetmez. Çünkü bu eften püften yahut ailesinin saçma sapan kuralları yüzünden çıkmış bir şey değil bu bir şiddettir ve hiç bir mazereti o la maz, nokta.

Fatih’in bu yaptığı din yahut kültür ile ilgili değil onun nasıl bir zihniyette olduğuyla ilgilidir. Çünkü İslam’da şöyle bir söz vardır “ İlim Çin’de olsa bile gidip alın” dinimiz böyle düşünken Fatih’in yaptığı sadece onun aciz ve aşağılık kompleksinin bir sonucu hepsi bu. Fatih’in egosunu, kendini büyük görme çabasını ve bunun aksi bir durumla karşılaştığında ne kadar gerildiğini bu bölüm bir kez daha şahit oldum. Kayhan’ın Ömer ve onun hakkında söyledikleri şeylerden sonra yüzü asıldı, gerildi ve sinirlendi. Kendisinin yok sayılması zoruna gitti. Halbuki Ömer’i en iyi tanıyan kişi o olduğu halde, böyle bir şey yaptıysa vardır bir bildiği demek yerine kimseye danışmadan iş yaptı. Aynı şey yıllardır Mustafa’ya yapılıyor ki Fatih ondan küçük, ben zannetmiyorum ki Fatih bir kere sesini çıkarmış olsun. Kayhan iki dakikada egosuna oynayıp manipüle etti kendisini ve onu istediği kıvama getirdi. Kimseye danışmadan üç milyonluk otel aldı.
Fatih’e söylemek istediğim, saydırmak istediğim çok şey var. Umarım Kıvılcım hepimizin yerine ona bol bol haddini bildirmiştir. Gerilmekten omuzlarımın ağrıdığı bir bölümü daha geride bırakırken haftaya neler olacak deli gibi merak ediyor açıkçası, bekleyip göreceğiz.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

 

ANKA KUŞU (Kızılcık Şerbeti,6.bölüm)

YAZAR :Simay DEMİR 

Anka kuşunu bilmeyeniniz yoktur herhalde; Anka kuşu deyince aklımıza ilk gelen küllerinden doğması olur ama aslında kendi ateşinde kasıp kavrulan ve yanarak ölen sonrasındaysa aynı ateşin külüyle dönüşen ve böylece yeniden doğan bir kuştur. O kendi ateşiyle yanıp kavrulurken aynı ateşin kalıntılarıyla yeniden kendini bulmasıyla yani kendi yolculuğuyla kendini var eden bir kuştur aslında. Doğa’ya her baktığımda düşündüğüm şey tam olarak bu oluyor. Acaba diyorum acaba Doğa’da bu yolculuğa Anka kuşu olmak, kendi elleriyle yaktığı ateşte kavrulup yeniden doğacağı için mi başladı?

Doğa şu anda kendi kararlarını kendi hür iradesiyle alamayan, kendi başına hareket edemeyen biri. Umutlarını bu evliliğe ve Fatih’e bağlamış durumda. Evet Fatih’i hala deli gibi seviyor bu hayatta onsuz olamayacağını düşünüyor fakat şu da bir gerçek ki aşk tüketilen, hoyrat davranıldıkça maalesef ki yok olan bir duygudur. Eğer aşk zamanla sevgiye dönüşüp de aşkı beslerse o ilişki sonsuza kadar gider ancak tersi durumda ne yazık ki ilişkiler bitmeye mahkumdur. Fatih yaptıklarıyla Doğa’nın aşkını yavaş yavaş kendi elleriyle öldürüyor. Fatih Doğa’nın ona olan aşkıyla sevgisiyle onu sınadıkça aralarında oluşan boşluk biraz daha gözle görülür hale geliyor. Bence Doğa’nın Fatih’in dahi haberi olmadan okula dönme kararı alması onun için uyanışın ve yeniden doğuşun başlangıcı.

Doğa aslında çok cesur bir kadın annesinden bu kadar çekinmesine rağmen ona karşı koydu ve evlendi. Evet Fatih’i çok seviyor ama annesinin haklı olduğunu anladığı an okuluna geri döndü ve annesinin haklı olduğunu sesli bir şekilde dile getirdi. Bu kabulleniş aslında çok önemli çünkü çoğu insan yaşadıklarını kabul etmediği gibi bunları yok sayarak yaşıyor. Tıpkı geçen hafta şiddete uğradığı halde hayır o beni seviyor diye uygulanan şiddeti görmezden gelen, sevgiye yoran, şiddet gördüğünü kabul etmeyen kadın gibi, halbuki Doğa “Annem haklıydı” derken başına gelenleri çoktan kabul etmiş ve bir çıkış yolu aramaya başlamıştı bile. Bu bence çok büyük bir gelişme çünkü ben Doğa’nın bir an yaşayacaklarını sineye çekip öylece oturacağını düşmüştüm. Ama okula dönme hareketiyle Ünal ailesinin kurallarına boyun eğmeyeceği anlamına geliyor benim için. Yine de ben inanıyorum ki Fatih birazcık Doğa tarafından olaylara baksa evlilik hayatları da aşkları da bu kadar sancılı olmayacak.

Fark etmişinizdir Doğa ve Fatih’in kavga etmelerinin tek sebebi aileleri daha doğrusu Ünal ailesiyle birlikte yaşamaya çalışmaları. Onlardan bağımsız konuştuklarında, buluşup vakit geçirdiklerinde yahut sadece ikisini ilgilendiren bir konuda karar aldıklarında aralarında tek bir gerginlik oluşmuyor. Aksine çok uyumlu ve tatlı bir çift oluyorlar ama söz konusu ailelere geldiği an anlaşmazlık ve kavgalar başlıyor. Çünkü tam o an Fatih tıpkı Pembe gibi Doğa’nın sadece ona söylenen şeylere göre hareket etmesini istiyor.

Fatih Doğa’yı seviyor amenna ama şöyle bir gerçek var ki o Doğa’yı anlamıyor, anlamamak için direniyor. O böyle yaptıkça Doğa ondan gün be gün uzaklaşıyor ve Fatih bunu fark etmiyor bile. Çünkü Fatih aslında önünde duran büyük bombayı henüz fark edebilmiş değil.

Fatih abisinin sorunları olması nedeniyle Ünal ailesinin yegâne varisi olarak bir dediği iki edilmeyecek şekilde büyütülmüş. Bunu babasının en önemli işleri kendisine gözü kapalı vermesinden, abisi Mustafa’ya bir görev verileceği zaman iki kere düşünülmesinden çok net görebiliyorum. Fakat Fatih’in yanıldığı konu tam da burada başlıyor; bu onun evliliği ailesinin değil. Fatih Doğa’dan bir Nilay, bir Nursema olsun istiyor ama onun sevdiği, aşık olduğu kadın bunların hiçbiri değil ve Fatih böyle devam ederse bunu çok acı bir şekilde öğrenecek. Üstelik o Doğa’ya istemediği hiçbir şey yaptıramaz zira her ne olursa olsun arkasında Kıvılcım gibi bir kadın var.

Kıvılcım’ı tanıdıkça ona daha çok hayran oluyorum açıkçası. Birçok düşüncesi o kadar doğru ki; özellikle kız çocuklarının okuması, kariyer yapması, kendi ayaklarının üzerinde durması konusunda o kadar doğru şeyler söylüyor ki her seferinde daha çok sempati duyuyorum kendisine. “Bir kadının övünmesi gereken şey çeyizi değil kariyeridir.” İşte bence Kıvılcım’ın hayat felsefesi tam da bu.

Ben kıvılcımın bu disiplin anlayışının, bu baskıcı yapısının ve çocukları üzerinde kurduğu bu kuralcı davranışının sebebini hep çok merak etmiştim. Başta annesini gördüğümde bunun ondan kaynaklı olacağını hiç düşünmemiştim. Hatta acaba babaları çok disiplinli olduğu için mi Alev tam tersi tavır sergilerken Kıvılcım tam bir despot gibi davranıyordu diye düşünmeden duramıyordum . Açıkçası annelerinden kaynaklı olduğu aklımın ucundan dahi geçmemişti. Çünkü annesi anlayışlı, orta yolu bulan biri konumundaydı. Şimdi görüyorum ki aslında Kıvılcım’ın da Alev’inde böyle olmasının tek sebebi Sönmez. Çünkü Kıvılcım’ın ne kadar iyi bir anne olduğunu gördüğü halde hala çocukları konusunda ona kendini yetersiz hissettiriyor, disiplinini sorguluyor ve çocuklarının yaptıklarından onu sorumlu tutuyor. Aynı şeyi aynı şekilde Alev’e de yapıyor. İşi, yaptıkları ve karakteri hakkında sürekli onu eleştirip onun kendini yetersiz hissetmesine sebep oluyor. Kıvılcım aslında çok bir şey istemiyor; takdir görmek çocuklarına yetebildiğini hissetmek ve onların kendi ayakları üstünde durduğunu görmek. Yine de artık ona kendini iyi hissettiren bir kişi var : Ömer Ünal. Ömer’in bence herkesten Farklı olan özelliği de bu.

Ömer Kıvılcım’a değer veriyor, iyi yönlerini görüyor, anneliğini, eğitimci kişiliğini ve kadınlığını onun saygı ve kırmızı çizgilerini görüyor ve hepsine ayrı ayrı saygı duyuyor. Mesela o şiddet olayında Kıvılcım’la gurur duyduğunu söyleyen tek kişi Ömer oldu. Annesi dahil herkes onun anneliğini sorgularken Ömer onu aslında ne kadar iyi bir anne olduğunu argümanları ile önüne serdi dahası Kıvılcım’ı anlayan destek olan ona kendini yalnız hissettirmeyen biri. Tüm bunlar Kıvılcım için çok kıymetli her ne kadar onun bunlara ihtiyacının olmadığını düşünse de bence her insanın bunlara ihtiyacı vardır. Zaten kendini sürekli Ömer’le dertleşirken bulmasından anlıyoruz ki Ömer’e güvenmeye de başladı. Fakat şöyle korkunç bir gerçek var ki kıvılcım Ömer’i boşanmış zannederken Ömer’in evliliği hala devam ediyor. Ve büyük ihtimal Kıvılcım bunu öğrendiğinde Ömer’e açtığı bütün kapıları sonuna kadar kapatacak. Zira Kıvılcım etrafındaki insanların onun hakkında ne düşündüğünü neler söyleyebileceğine çok önem veren bir kadın evli bir erkekle birlikte dedikodusunun dönmesi kadar onu incitecek bir şey olamaz. Üstelik Kayhan gibi, Yasemin gibi bunu bire bin katacak şekilde konuşacak etrafında çok insan var. O bu konuda kendini ne kadar anlatabilir bilmiyorum ama sonunda sanırım bu hikayede en çok üzülen o olacak. Ama ben inanıyorum ki Ömer kendini ona en doğru şekilde anlatacaktır çünkü Ömer için bu evlilik yıllar önce bitmiş zaten ve bunu Ömer’i tanıyan herkes biliyor. Bazen Ömer ve Abdullah nasıl kardeş diye düşünmeden, karşılaştırma yapmadan duramıyorum. Fakat biraz daha kafa yorduğumda görüyorum ki Ömer abisi gibi yapmayıp geçmişine ve ona dayatılan hayata baş kaldırmışken Abdullah geçmişteki düzeni sürdürmekte memnuniyet duyuyor.

Abdullah Beyin bir çok düşüncesi ve davranışı hoşuma gitmese de bu hafta Fatih ve Mustafa’ya olan tavrı çok hoşuma gitti açıkçası. İkisine de durumlarına ve yetebilecekleri seviyelerine göre davrandı. Öte yandan karısını yok sayışı, gelinlerine karşı gösterdiği anlayışsızlık hiç hoşuma gitmedi. Ayrıca özür dilemek adına Alev’e bir kucak dolusu kırmızı gül götürmesi yine Alev’in başına bela açacak ve ona sorulmayan hesaplar dönüp dolaşıp Alev’in canını sıkacak bu da cabası.

Kızılcık Şerbeti’ni yorumlamaya başladığım günden beri yazılarımı takip edenler görecektir. Ne Ünal ailesinin yaşadığı dini ne de Kıvılcım’ın karşıt görüşe hiç yazılarımda değinmedim, çünkü beni ilgilendiren onların inanışları değil bunu çevrelerine nasıl yansıttıklarıdır. Misal Pembe; kimse kusuruma bakmasın ama o dinine göre değil kocasının ona kızıp kızma durumuna göre hareket ediyor. Bir iyiliği yapıp yapmama kararını bile acaba Abdullah bey ne der bu duruma düşüncesini tarttıktan sonra yapıyor yahut vazgeçiyor. Ve açıkçası bu durum benim hiç ama hiç hoşuma gitmiyor. O dini maalesef ki kocasının sınırlarına göre yaşıyor

Doğa’nın gelişim göstermeye başladığı, herkesin tek tek nereye everileceğini az çok tahmin etmeye başladığım bir bölüm oldu. Emeği geçen herkese teşekkürler.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ben Bu Dünyaya Ait Değilim (Kızılcık Şerbeti,5.bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

Gökyüzünde çok sevdiğim bir yıldız takımı vardır; Polaris, diğer bir adıyla Kutup yıldızı. Bu yıldız gökyüzünde hep aynı yerdedir ve yüzyıllardır insanların pusulası olup kuzeyi göstermektedir. Yolculara özellikle denizcilere tarih boyunca rehberlik etmiştir. İşte Kur’an-i Kerim İslam dinine inanan Müslümanlar için böyle bir şeydir. Her zaman iyiyi, doğruyu ve inanalar için güzeli gösterir. Onu kendine rehber edinen insan asla kaybolmaz, inananlara göre. Fakat örf ve adetler için aynısını söyleyemeyeceğim; onlar belki iyi niyetlerle başlatılmış fakat insan çıkarları doğrultusunda değiştirilmiş şeylerdir. Ve benim izlediğim, tanık olduğun Ünal ailesi dindar muhafazakâr kesim değil kendi işine geleni adetimiz diyerek sadece kendilerini düşünen bir aile benim nazarımda.  Ünal ailesin ne zaman bir şeye sıkışsa “Ama örfümüz böyle, ama adetimiz şöyle” deyip duruyor.  Kıvılcım’sa “ Yaşam tarzım böyle”  diyerek aynı şeyi söylüyor aslında.

Kıvılcım’ı bu bölüm büyük bir tebessümle izledim, hiç tanımadığı bir kadını kendi canı pahasına kurtarmak için didinirken “Mevzu dayak olduğu zaman herkesin arasına girilir” deyişi cesaretinin bir göstergesiydi. Keşke herkes şiddete karşı Kıvılcım gibi dimdik  durabilse. Ülkemizde maalesef ki bir çok kadın Pembe’nin dediği gibi ya çocuğumu göremem korkusuyla ya gidecek, sığınacak başka kimsesi olmadığından yahut böyle yaşamaya alıştığından uğradığı şiddeti gizliyor ve öyle yaşamaya devam ediyor. İşte tam da bu yüzden Kıvılcım evlatlarının kendi ayakları üstünde dursun, kimseye muhtaç olmadan yaşasın istiyor. Ve ben baskı yapmasını kabul etmesem de  bu konuda onu sonuna kadar destekleyeceğim. Çünkü henüz farkında değil ama Doğa psikolojik şiddet görmeye başladı bile ve onu bu durumdan çekip çıkarabilecek tek kişi yine annesi Kıvılcım.

Kıvılcım ben adetlere inanmıyorum, bizim yaşam tarzımız böyle değil dese de onunda kendine göre “Yaşam tarzı” adı altında adetleri var. Kıvılcım’ın kapalı insanlara tahammülü olmasa da kızı için görüşmeyi de, iyi geçinmeyi de kabul etti. Fakat Kıvılcım bir konuda çok haklı Ünal ailesi onun yaşam tarzına asla saygı duymuyor, onlar asla ortak bir yol bulalım diye düşünmüyor. Her şeyi Doğa ve annesinden bekliyorlar. Onu yok saymak bir yana Doğa tamamen onların istediği gibi biri olsun istiyorlar. Yine de burada bir parantez açmak zorundayım aynı şeyi Kıvılcım da yapıyor ve maalesef ki arada kalan, sıkışan tek kişi Doğa oluyor. Ayrıca şunu da belirtmeden geçemeyeceğim doktor konusunda kesinlikle Kıvılcım’a katılıyorum, Doktorun kadını erkeği mi olurmuş. Başta onların gönlü olsun diye gidip muayene olmasında bir sakınca görmedi ama asıl niyetlerini anladığı anda tavrını ortaya koydu.  Gün geçtikçe Doğa gibi ben de bunu tamamen onun yararına yaptığını çok açık görebiliyorum tek sorun Kıvılcım da Doğa’nın bir birey olduğunu kabul etmemiş olması bana kalırsa.

Kıvılcım aslında çok net bir insan gibi görünüyor, onun için ya siyah var yahut beyaz, gri rengi şu an için kabul etmiyor. Mükemmeliyetçi ve herkesten aynısını bekliyor.   Ama ben bu durumu Ömer’in sayesinde aşacağını düşünüyorum. Çünkü Ömer ne kendini gördüğü kadar beyaz ne de muhafazakâr insanlar hakkında düşündüğü kadar siyah biri. Ve O Ömer’i tanıdıkça aslında insanların hepsinin aynı olmadığını, düşünceler farklı olsa bile bakış açısıyla birbirini anlayabileceklerini o da görecektir.  Ömer Ünal’ı izledikçe kendisine daha çok hayran oluyorum doğrusu. Hayata ve insanlara bakış açısı, karşısındakini anlayıp dinleyebilme kabiliyeti, anlayışlı yapısıyla tabiri caizse tam bir görmüş geçirmiş biri oluğu hissiyatı veriyor bana. Abisiyle konuşmasından sonra “Evet Kıvılcım böyle bir şey yapar” demeden, ona karşı önyargılı olmadan geldi, onun açısından dinledi ve ona göre ne düşüneceğine karar verdi. Üstelik üstü kapalı laf çarptırma olmadan doğrudan bunu Alev olayıyla ilgili olup olmadığını doğrudan sordu ve Kıvılcım’ın sözüne itimat etti. Bunların hepsi aslında onun ne kadar olgun bir yapısı olduğunu da çok net gösteriyor. İleride bu iki aile arasında olabilecek tek köprü Ömer’dir bana kalırsa. Ayrıca Kayhan’a, Kıvılcım’a, Doğa’ya  tavırlarına baktığımda tam bir insan sarrafı diyebileceğim biri o. Fakat abisi Abdullah bey için aynı şeyi söyleyemeyeceğim maalesef.

Abdullah Ünal etliye sütlüye karışmayan, “İyi aile babası” gibi görünen ama aslında sadece kendini düşünen bencil bir adam. Adetler gelenek ve görenekleri sadece onun istediği doğrultuda ilerliyor ne hikmetse. Karısına sadece işine geldiği zaman “Sana saygısızlık edemezler” diyor ama en büyük saygısızlığı onu yok sayarak, onun eliyle gelinine, dünürlerine müdahale ederek yapıyor. Üstelik bir tek Pembe’ye değil o evdeki hiç kimseye saygısı yok. Fatih’in köpek için bulduğu çözüme bile tavırlarıyla ne kadar karşı olduğunu çok net gösterdi. Ayrıca Doğa’ya “Gelin’in dili iyice uzadı” demesi, karısına kadın doktor baksın ona, anlamazlarsa izah et demesi inanılır gibi değildi.  Arada kötü, baskıcı olan Pembe olmuş oluyor.

Aslında Pembe çok tanıdık geliyor bana; “Aman başımda bir erkek olsun” diyen, kocasından ne görürse razı gelen, bildiği, gördüğü tek şey “Kol kırılır yen içinde kalır” mantığıyla hareket etmek olan biri. Düşünsenize kadın orada şiddete uğramış Pembe hala umarım bir an önce aranız düzelir diyor. Çünkü ona göre başka bir seçenek yok. Ya araları düzelecek ya da araları düzelecek, o kadar.  O evde Pembe dahil hiçbir kadının ne söz hakkı ne de bir birey olarak yeri var ne yazık ki. Tıpkı cahiliye dönemini hatırlatmıyor mu size de? Düşünsenize hala erkek doktor kadın doktor kavgası yapılıyor. Ve bunlar sözde görmüş geçirmiş, saygın bir aile. Bir kadın ve bir hemşire olarak kendim bile izlerken sinirlerim tepeme zıpladı. Ne demek erkek doktor istemiyoruz. Hani şey vardır ya; kızını, kız kısmı okur muymuş deyip okutmayan fakat hastanede kadın doktor yok mu diye her seferinde soran kişiler, aklıma tam da onlar geldi. Kadını hiçbir yerde insan yerine koymayıp işi düşünce de yaptıklarını unutan bu zihniyete her zaman karşı olacağım. Ayrıca Ünal ailesinin özellikle Fatih’in yaptıklarının hiçbir şekilde bir mazereti olamaz kimse de kusuruna bakmasın. Hele Doğa için söyleyenler, onların görüşüne uymuyor diye sürekli azar işitmesi inanılır gibi değil. Sanırım bu bölümün Fatih’in elime geçirsem bir güzel haşlardım , bir insan nasıl bir anda bir kişiye karşı böyle değişebilir aklım almıyor. Hani o Doğa’yı gözünden sakınan şefkatli adam

Doğa Fatih’in şefkatine, ona kendini eşsiz hissettirmesine aşıktı. Onu her an ve herkesten koruyacağına inanıyordu. Hatırlarsınız sırf Fatih abisine karşı kendisini koruduğu için yanlış yaptığını düşünmediği halde ailesinden özür dilemişti ama şimdi görmeye başladı ki Fatih ailesi söz konusu olduğunda sadece Doğa’dan fedakarlık yapmasını istiyor. Tek taraflı fedakarlık beliyor ve bunu açık açık dile getiriyor. Doğa’ysa sabır kotasını doldurmak üzere  “Ben senin ailen değil miyim?” isyanı tam olarak bundandı. Yavaş yavaş Fatih’in aslında düşündüğü gibi biri olmadığını, “Fatih beni hiç ezdirir mi?” lafının aslında ne kadar boş olduğunu, söz konusu onun istekleri olduğunda ikici plana atılmaya başlandığını  görmeye başladı. Ben tam bu noktada Doğa’nın annesinin kızı olduğunu hatırlamasını, o evde kalmaya mecbur olmadığını başta Fatih olmak üzere herkese göstermesini çok istiyorum.  Çünkü hiç bir kadın, hiç bir insan acı çektiğini bildiği, mutsuz olduğu bir yerde aşık bile olsa kalmamalı. “Bir köpeği sığdıramadılar bu eve bizi mi sığdıracaklar?” Doğa görüyor, hissediyor bu ev, evliliklerinin de aşklarının da sonu olacak. Bu uyanış umarım Doğa’nın kabuğunu kırıp o evden çıkışıyla son bulur zira bu gidişle Doğa o evde uğradığı psikolojik şiddetle solan bir çiçek gibi solup gidecek. Ama Fatih öyle kör ki, öyle inanıyor ki  Doğa da annesi gibi, Nilay gibi her denileni kabul edip öylece duracağını düşünüyor.

Bu bölüm Fatih’i izlerken ekran karşısında tırnaklarımı kemirdim desem yeridir. Aslında arkadaşlarının Fatih’e söylediği bir cümleyle Fatih’in verdiği cevap beni iliklerime kadar dondurdu. Arkadaşları “Vay be senden hiç beklemezdik aşkım falan” demesi üzerine Fatih’in çünkü hamile deyişi aslında ileride nasıl biri olacağının da habercisi sanki. Fatih’in kendine ait bir kararı, evliliğine dair bir adımı bile yokken sürekli Doğa’ya yüklenmesi onun ne kadar bencil biri oluğunu da ayan beyan gösteriyor. Fatih yaptığı her şeye ailesini bahane olarak gösteriyor , halbuki Doğa’nın arkasında dursa bu benim evliliğim, benim karım, bizim kararımız deseydi  kimsenin gıkı çıkmayacaktı ama o kendi istediği için Doğa’nın özgürlüğünü kısıtlarken korkaklığını ve acizliğini  “Erkeğim ben” kisvesi altında  ailesiyle kapatıyor. Babasının sözünden çıkmaya dahi cesareti yokken sözde hamile olduğu için hassas davrandığı karısına her an bağırıp çağırırken bir kez bile hamile olduğu aklına gelmiyor ne hikmetse. Ama en ufak bir şeyde “Ama Doğa sen hamile bir kadınsın, ama sen evlisin” deyip duruyor.

Fatih Doğa’ya her seferinde “Sen buraya gelirken benim ailemin nasıl olduğunu biliyordun” deyip duruyor. Asıl o Doğa’yla beraberken onun nasıl bir hayatı olduğunu, nasıl bir yaşamdan geldiğini gayet iyi biliyordu ama o Doğa’nın duygu ve düşüncelerine asla önem vermediği için onun bu durumdan dolayı ne kadar özgün olduğunu da görmüyor. Maalesef ki Fatih şimdiden ailesini seçti bile ve bu durumda üzülen tek kişi Doğa olacak.

Zaman zaman sinir krizi geçirdiğim, zaman zaman üzülüp  dağıldığım bir bölüm oldu. Doğa’nın ve Doğa gibi baskılanan herkesin ayakları üstünde durması dileğiyle…

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek dileğiyle.

 

 

 

 

 

 

 

 

İki Dünya Arasında (Kızılcık Şerbeti, 4.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Bir toplumda yaşamanın bedelleri vardır; herkese biçilen roller ve bu rollere uyulsun diye elinden geleni yapanlar vardır. Toplum dayatmasına göre bu rollerin yerine getirilmesi gerekir ve maalesef ki genelde en ağır rol de kadınlara verilmiştir. Başı örtülüyse suç, açık giyinse suç, çalışmak istese suç, evden çıksa suç eve girse suç… Tacizci, tecavüzü, şiddeti hiç bitmez. Kadına biçilen rol belli “evinin kadını, çocuklarının annesi ol.” Peki biz, bize yüklenen bu rollerin ne kadarını kabul ediyoruz ya da ne kadarına katlanarak yapıyoruz? Kıvılcım mesela; güçlü olabilmek için duygusuz, katı ve kuralcı bir role bürünmek zorunda. Pembe bir aileyi arada tutmak için sürekli mutlu rolünde, sürekli gülümseyen, sürekli orta yolu bulma durumunda. Doğa eskiden evin kızı, diş hekimliğinde öğrenci rolünde iken, şimdi evli bir kadın çocuğunu taşıyan bir anne ve bir evi yuva yapması gereken bir dişi kuş rolünde. Peki Doğa’nın istediği gerçekten bu mu? Ya da Kıvılcım duygusuz olmayı kendi mi seçti? Güçlü olabilmek için sürekli direnmeyi istiyor mu? Nursema mesela yurtdışında okumuş ama şimdi dört duvar bir evin içinde bütün gününü sadece orada geçiriyor, peki acaba Nursema orada yaşamak istiyor mu? Onu yüklenen vasıf sadece evin kızı olmak, Nursema gerçekten üstlenmek istediği rol bu mu? Ve erkekler bu toplumda onlara güçlü, evin direği, parayı getiren kişi, ailenin babası rolü yüklenmiş durumda. Ailesini koruyacak, her zaman her ortamda ağır başlı, saygı duyulması gereken kişi olmak zorunda. Ataerkil bir toplumda yaşıyorsanız ya size biçilen tüm rollere boyun eğip kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyeceksiniz yahut baş kaldırıp bu düzene son vermek için direneceksiniz. Doğa şu an için hangi yolu seçecek bilmiyorum ama o hiç bilmediği bir dünyaya yepyeni bir rolde yaşamaya çalışıyor.

Doğa yeni hayatına adapte olmaya çalışırken bir yandan annesiyle yeni ailesi arasında köprü, bir yandan da Fatih’le ikisinin içinde olduğu bir yuva kurmaya çalışıyor. Doğa’nın da evlenen her insan gibi bu evlilikten beklentileri, hayalleri ve yaşamak istedikleri var. Fakat Ünal ailesine katıldığından beri eşiyle doğru düzgün vakit dahi geçiremedi. Üstelik eşi aile evinden ayrılmayı düşünmüyor bile. Fatih her ne kadar modern görünse de maalesef ki Doğa ve onun arasında keskin bir kültürel farklılık var ve bu her geçen gün kendini daha çok belli ediyor. İnsan doğası gereği kendinden farklı olana ilgi duyar. Yani hep denir ya zıt kutuplar birbirini çeker ama bir yere kadar, daha sonra bu durum çok farklı bir yere doğru gidebilir. Doğa, kendinden oldukça farklı olan Fatih’e aşık oldu ancak evlenene kadar ne kadar farklı olduklarını da göremedi. Şimdiyse ne yapsa, ne etse hep bir kurala çarpıyor ve şimdilik sesli olarak itiraf edemese de annesinin haklı olduğunu düşünmeye başladı. Adımını atsa olay, sorun. Hep karşılaştığı cümle de şu: Bu bizim ailemize yakışmaz. Sanki Doğa’nın ailesi, aileden değilmiş gibi bir tavra girildi ve bu bir süre sonra Doğa için katlanılmaz bir hale gelecek. Her ne kadar mülayim ve anlayışlı olsa da bam teline basıldığında Fatih’le arasında aşılmaz köprüler inşa edebiliyor ve sanırım o aşamaya gelmesine çok da kalmadı.

Fatih’se hala kendini aracı olmakla kandırmaya devam ediyor. En başından beri Doğa’ya  Seni anlıyorum, ailem gibi düşünmüyorum…” diyordu. Güya ailesiyle Doğa arasında köprü olacaktı ama bunu asla yapmadı. Aile ne derse doğrudan Doğa’nın yanında alıyor soluğu. Fatih’in en büyük handikabı bu. Doğa’ya söylenmeyen her şey ona iletiliyor, farklılıklar ilk onun gözüne sokuluyor ve o ister istemez bundan etkilenip Doğa’nın üzerine gidiyor. Doğa’yı sırf hamile olduğu için eğilmesini istemeyecek kadar düşünürken söz konusu Doğa’nın yaşam tarzı yahut özgürlük sınırları olunca her şeyi unutup ona, onu gerecek şekilde bağırabiliyor. “Bırak herkes nasıl mutlu oluyorsa öyle yaşasın” diyor fakat oklar kendisine dönünce maalesef ki tüm söyledikleri lafta kalıyor ve Doğa’yla aralarında gerginlik oluşmasına neden oluyor. Fatih, Doğa onun istediği gibi davrandığında tam bir melek. Dünyanın en anlayışlı, sevecen insanına dönüşüyor ancak olay Doğa onun alanından çıktığında başlıyor. O sırada anlayışsız, bağıran, psikolojik şiddet uygulayan birine dönüşüyor. Fatih’in Ömer gibi olduğunu hiç sanmıyorum. O tam olarak ailesinin oğlu bence. Söz konusu kendisi olduğunda anlayış bekleyip , ailesi olduğunda alttan alınmasını beklerken olay Doğa tarafında cereyan edince anlayışsız, kaba birine dönüşüyor. Bu sebeple de Doğa ile olan ilişkisi her daim çatırdıyor. Açıkçası benim nazarımda da hala Fatih’e çok aşık diyemiyorum, üzgünüm.

Fatih ve Doğa zıt kutuplar birbirini çeker misali aşık oldular, evlendiler. Şimdi anne, baba olmak üzereler ancak aralarında büyük sorunlar var. En önemlisi de iletişimsizlik ve anlaşamama. Bu bölüm genelinde olmasa da bu sorun ikisi arasında hala devam ediyor. Mesela düğünü çok konuşmadı Fatih zira Abdullah bu konuyu kapattı. Aksi olsaydı ben hiç sanmıyorum ki Fatih konuyu olduğu gibi kapatırdı aksine Doğa’nın üstüne giderdi. Zaten onun fikirlerine pek saygısı yok ancak söz konusu babası olduğunda Doğa’yı tamamen yok sayıyor diye düşünüyorum. Fatih, Doğa’nın her daim onunla kalacağına, zorunlu olduğuna öyle emin ki aksi bir düşünce aklına bile gelmiyor. Halbuki, Doğa bambaşka bir kültür ve çevreden geliyor. Onun için evlenmek kadar boşanmak da doğal bir durum o yüzden Doğa’nın Kıvılcım’ın dediğine gelmesi için baskının dozunun biraz daha artması yeterli diye düşünmeye başladım vallahi, ne yalan söyleyeyim?

Kıvılcım; ne kadar sert bir kaya gibi görünse de içi parça parça, toz zerrecikleri gibi darmadağın. Kızları onu anlamıyor, eski kocası hem sorumsuz hem de ona sorun çıkarmak için elinden geleni yapıyor. Ve çevresi onu yargılamak için fırsat kolluyor, bu yüzden çevresini ne düşündüğü onun için çok önemli. Eski kocası mesela kızının nikahına nişanlısını getirmiş fakat Kıvılcım o görünce yanlış anlar diye omuzundaki ceketi hemen çıkaracak kadar tedirgin oldu. Halbuki kendisi; bekar, ekonomik özgürlüğü olan, genç ve hayatına birini almasından daha doğal bir şey olmayan bir kadın. Aynı şey düğünde onun için söylenen sözler için de geçerli, bu sözleri duymak o kadar zoruna gitti ki sonunda orayı terk edecek duruma geldi. O yaptıklarına bu denli dikkat ettiği halde insanların “Para için kızını verdi, yahut yakında onlar da kapanır” gibi cümleler kaldıramayacağı kadar ağırdı ki zaten kendisi de altında ezilmiş oldu.

“Başkaları için yaşayan insanlara benim tahammülüm yok” Kıvılcım’ın en büyük amacı bu bence çocukları başkaları için değil, kendileri için yaşasın istiyor. Şimdi Doğa’nın sırf Pembe yahut Fatih istiyor diye bazı şeylere boyun eğmesi bu yüzden bu kadar zoruna gidiyor. Halbuki Kıvılcım farkında olmasa da o da aynı şeyi yapıyor. Hem kızları için yaşıyor hem de etrafındaki insanların ne diyeceği, onun hakkında ne düşüneceği onun için çok önemli, tıpkı Pembe için çeyize gelecek olanların ne düşündüğünü önemsediği yahut Abdullah’ın itibarını düşündüğü gibi. Aslında bence iki aile birbirini yargılamak ve benim saygınlığım benim fikirlerim diye tutturmak yerine birazcık olsun diğer tarafın bakış açısıyla bakabilse tüm işler hepsi için çok daha kolay olacak ama sanırım bunun için epey bir zamana ihtiyaçları var. Ama aralarında biri var ki her iki aileyi de anlayıp hak verebiliyor. Kim mi o tabi ki Ömer Ünal. O kendini de, karakterini de geliştirmiş, farklı düşüncelere saygılı olmayı öğrenmiş biri.

Ömer ; Modernliğin ve muhafazakarlığın aynı vücutta buluşmuş halı gibi. Aslında bu dizide en çok kendini kime yakın hissediyorsunuz deseniz sanırım şu an ki cevabım net Ömer olur. Hem insanların dünya görüşlerine saygılı, hem karşısındaki kişinin bakış açısını anlayabiliyor hem de yargılama yapmadan önce empati kurmasını becerebilen biri. Kıvılcım’la ilk tanıştığında onu değişik olarak nitelemişti, sert duruşunu gördüğü halde onu tanıdıkça yaptıklarını garipsemeye değil taktir etmeye başladı mesela. En sevdiğim özelliklerinden biri kalıpçı değil. İnsanları kapalı, açık, seküler yahut muhafazakâr diye kodlamıyor kafasında, tanımaya ve anlamaya çalışıyor. Bunun en bariz örneğini Fatih’le Doğa hakkında konuşurken görebiliyoruz bana kalırsa. Fakat sanırım onun tam tersi profil çizen biri de var; Pembe Ünal.

Pembe  bugüne kadar beni en çok düşündüren karakterlerden biri her zaman ailesinin yanında kocasını çok seviyor ve güveniyor gibi görünüyor. Pembe tüm hayatını ailesine adamış, görünürde de mutlu bir kadın. Ancak kendisine dair bir hayatı olmayan hangi kadın ya da kadın diye sınırlandırmayalım, hangi insan mutlu olabilir ki? Pembe dört duvar arasında, ev işleri, temizlik, sorumluluklarla bezeli bir hayatın içerisinde. Mesela arkadaşlarıyla dışarıya çıkıp, bir akşam yemeği yemenin bile doğru görülmediği bir ailenin içerisinde yaşıyor. Bunun adına da aile olmak, bağlılık, kurallar, gelenekler adını koyuyorlar. Ben Pembe’nin de açıkçası mutlu olduğunu düşünmüyorum. Koşullu öğrenme diye bir şey vardır, hepiniz bilirsiniz. Pembe’ye belirli şekillerde bu olay öğretilmiş ve kendini de mutlu sanıyor zira onun hayatı tamamen kocasına bağlı. Bir şeyden rahatsız olduğunda ” Benim canımı saçma sapan şeylerle sıkma!” cevabını alıyor ve artık o konu Pembe’nin canını sıksa bile konu olmaktan çıkıveriyor. Eskiler anasına bak, kızını al demişler. Annesi ney ki, kızı ne olsun? Aynı durum ne yazık ki Nursema için de geçerli. Onun hayatı da bazı erkeklerin iki dudağının arasında, tıpkı annesi gibi…

Nursema kocaman kız, iki gelini ona abla demesine, evin tek kızı olmasına ve özgür olduğunu düşünmesine rağmen evden çıkmak isterken bile izin almadan çıkamıyor, hatta zorlanıyor. Sürekli annesiyle birlikte hareket etmek zorunda. Sanki bu hayattaki tek vasfı; babasını savunmak, babasının kızı olmak, o evde öylece oturup hayırlı bir kısmeti çıksın diye beklemek. Halbuki o da bir birey ve bunun farkında mı emin değilim; çünkü Nursema’ya baktığımda ona dair hiç bir şey göremiyorum. Sadece çok fazla kızgın, öfkeli ve öfkesini Doğa’dan, Doğa’nın yaşantısından çıkarmaya çalışan birini görüyorum. İlk başta bu duruma bir anlam verememiştim fakat görünen o ki Nursema sadece Doğa’nın yapabildiklerini aynı evin içinde olduğu halde yapamadığı için istemsizce böyle davranıyor.  İçindeki öfke o kadar büyük ki ne yapsa başa çıkamaz hale gelmiş. Halbuki bu hafta onun Doğa’yı anladığını da gördüm, ben. Onunla bir sorunu yok. Sıkıştırıldığı, hiç bir şeyin hak görülmediği hayatının içerisinde öyle bir sıkışmış ki ne yapsa olmuyor işte. Doluya koysa almaz, boşa koysa dolmaz. Abdullah’ın tayin ettiği yaşamın içerisinde kendi düşünceleri içerisinde sıkışmış biri Nursema. Söz hakkı da olmadığı için kendini ifade edemiyor. O evdeki hiç bir kadının yok olsaydı belki de Pembe kendini bu kadar komik duruma düşürmeyecekti.

Pembe, Pembe, Pembe…Alev ve Abdullah’ın yediği yemeği kafasında öyle saçma bir şekilde kurdu ki bir anda aldatıldığı kanısına vardı. Daha önce de Kıvılcım’dan Almanya meselesini duyunca, kocası da aynı yere gidiyorum dediği anda parçaları birleştirdi. Önce ben Pembe’ye çok kızdım, gencecik bir kıza nasıl bunu yakıştırdı diye ama ona kim haksız diyebilir? Abdullah karısını insan yerine koyup da bir açıklama yapsaydı, durumu açıklasaydı Pembe bu duruma düşer miydi?  Asla düşmezdi ama kocasına soru sormaya bile hakkı olmadığı için soluğu dünürlerinin evinde aldı ve maalesef ki yerin dibine girdi. Ben bir insan olarak Pembe’ye üzüldüğüm gibi kadın olarak da onu yürekten anladım. Umarım Kıvılcım ve Alev de aynı anlayışta olabilirler…

Bu hafta bölümü yine çok heyecanlı bir yerde bıraktık. Kul hakkına bu denli önem veren Pembe masum bir kadının hakkına girdi. Annesinin ve ablasının yüzüne karşı ona iftira attı ve sanırım bu durum iki aile arasında çok büyük bir gerilime neden olacak.
O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

 

 

 

 

Beni Böyle Sevebilir Misin? (Kızılcık Şerbeti, 3.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

Aşkın gözü kördür derler bu ne kadar doğru ne kadar yanlış bilemem ama insanın gözünün önündeki çoğu şeyi görmemesine neden olduğunu söyleyebilirim. Çoğu hata, yanlış yahut durum tam ortadayken kişi bile isteye bunu görmeyi reddeder. Tıpkı en başında Fatih ve Doğa’da olduğu gibi. Fatih Doğa’yı da ailesini de az çok biliyordu buna rağmen yaşayacakları zorlukları da, içinde bulundukları kültürel farklılığı da görmek istemedi. Doğa’ysa içinde bulunduğu hayal dünyasını o kadar çok seviyor ki, gerçekleri görmesi için biraz daha zamana ihtiyacı var ve bu durum neredeyse sona ermek üzere.

Doğa’nın Fatih’e olan sevgisi “En çok sana güveniyorum” diyecek ve tek sözüyle yelkenleri suya indirecek kadar büyük. Aşkı, ona olan güveni Doğa için öyle değerli ki ona söylediği her şeye inanmaya da, ondan istediği her şeyi yapmaya da hazır. Kapının önünde Fatih ve abisinin konuşmasına denk geldiği zaman mesela. Öncesinde kavga etmiş ve araları daha yeni düzeliyordu, aşağıya dahi inmek istemeyen Doğa sırf Fatih’in onu koruduğunu düşündüğü için gelip ailesinden özür diledi. O konuşma Doğa için çölde bulduğu bir vaha gibiydi çünkü bu sayede sevdiği, aşık olduğu adamın hala onu sevdiğini de, koruyup kolladığını da görmüş oldu. Bu yüzden o da yanlış bir şey yapmadığını bile bile özür dilemeyi kabul etti. Fakat böyle sorunları halı altına süpürüp günü kurtartmakla olacak durum değil onların ki zira onların ki iki kişilik bir ilişki olmaktan çıkalı bir hayli zaman oldu. Doğa ve Fatih o evde Ünal ailesiyle yaşamaya karar verdikleri an bitti o durum.

Ev ev üstüne olmaz derler ya; Fatih ve Doğa’yı her tartışırken gördüğümde aklıma bu laf geliyor. Şu ana kadar Doğrudan ikisini ilgilendiren tek bir sebep olmadı tartışmaları için, hep çevresindekilerden dolayı tartışması oldu bu çiçeği burnunda evli çiftin. Doğa ve Fatih bir birbirlerini çok sevseler de Fatih o evde kalmak için ısrar ettiği sürece kavga etmeye devam edecekler. Zira ortam çok kalabalık, her kafadan bir ses çıkıyor ve ikisinin de kendi kafalarındaki sesi duyması çok zor. Bu yüzden kendi seslerini değil çevresindekilerim seslerine göre hareket ediyorlar ve sonuç her seferinde hüsranla bitiyor. Tıpkı yatak odasında yaptıkları kavga gibi.

Oradaki tartışma öyle bir noktaya geldi ki hem Fatih hem de Doğa evliliklerini sorgulayacak duruma geldi. “Ben bunun böyle olacağını bilseydim…” Olaylara Kıvılcım, Abdullah ve Doğa açısından baktığımızda hepsinin kendince sorunları ve endişeleri var ama bence Doğa kadar Fatih de sıkışmış durumda. Bir yandan bunca zaman hiç karşı çıkmadığı babası, bir yandan aşık olduğu, çocuğunun annesi ve ona öğretilmiş bir hayat. Bu yüzden hala ne babasına karşı çıkabiliyor ne de Doğa’nın annesi yahut Nilay olmadığını görebiliyor. O da en az Doğa kadar çaresiz. Aslında Fatih’in da davranışlarına baktığımızda Ömer’i kendine örnek aldığını görmek zor değil fakat babasını kırmamak da onun için çok önemli. Bu yüzden Fatih babasını çoğu zaman öncü belleyip ona göre davranıyor. Fark etmişsinizdir Doğa’yla kavga ederken bile babasının ona sarf ettiği cümlelerle ifade etti kendisini. Halbuki Ömer’in yanından döndükten sonra bambaşka bir şekilde davrandı. Fatih karakter olarak nerede duracağını bilmeyen biri. Ne Ömer gibi bu işe yapıcı bir bakış açısıyla bakıyor ne de babasını idare edebiliyor. Bence şu anda babasına daha yakın bir noktada. Ben Fatih’i bir noktada karısını anladığını da sanmıyorum aksine onun sürekli kendisini anlamasını istiyor. Kendince sürekli çıkarım yapıyor. Doğa bizim gibi büyümedi, şimdi ondan bizim gibi davranmasını beklemek…” işte Fatih tam da burada yanlış yapıyor, o Doğa’nın onun kurallarına, onun yaşantısına ayak uydursun istiyor. Halbuki Doğa bir oyun hamuru değil ki çekiştirip şekillendiresin, o kanlı canlı yetişkin bir insan. Fatih Doğa’yı çok sevse de maalesef ki onun duygu ve düşüncelerini hiçe sayıyor.

Doğa da aynı şeyi yapıyor kendine,her şeyi alttan alarak içindeki öfkeyi körükleyerek ayrılığa zemin hazırlıyor. Evet ben evli biri değilim ama evlilik bana göre karşılıklı anlayış, eşit miktarda fedakarlık ve emekle yürür. Halbuki şu an ne Fatih ne de Doğa bu bilince sahip değil ve aileleri onları nereye çekerse oraya gidiyorlar. Üstelik Doğa sürekli fedakarlık yaparken Fatih sürekli fedakarlık isteyen tarafta. Düşünsenize Doğa’nın o gelinliği giymeyi ne kadar çok istediğini de, nasıl bir gelinlik modeli seçtiğini de çok iyi bilmesine rağmen annesinin istediği gelinliği alması için zorladı onu. Çünkü Fatih hem annemlerin istediği olsun hem de Doğa benimle kalsın düşüncesinde. Fakat ona kötü bir haberim var Doğa içinde bulunduğu pembe hayaller dünyasından çıkmak üzere ve eğer Fatih öyle davranmaya ve Doğa’nın duygularını hiçe saymaya devam ederse Doğa Kıvılcım’ın sahilde ona açtığı kapıdan hiç tereddüt etmeden içeri girecek haberi olsun.

Kıvılcım kızına ne kadar kızgın olursa olsun, kararlarına karşı çıksa da, yaptıklarını onaylamasa da sahil kenarındaki konuşması onu asla yalnız bırakmayacağını, her zaman yanında ve arkasında duracağını çok net bir şekilde gösterdi. O sahil kenarındaki konuşması Sadece Doğa için değil Kıvılcım için de çok önemliydi. Zira kızına dahi zayıf yanlarını göstermeyen o, kızına açık açık konuştu. Hala ne gibi bir pişmanlığı var, neler yaşadı bilmiyorum ama “Ben hayatıma mutsuz devam ederken, ayaklarımın üstünde durmadan hiç bir yere kıpırdayamadım.” Sözü aslında neden bu kadar duvarlı olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Kıvılcım’ın neden kızlarının eğitimine bu kadar önem verdiğini, onların kimseye muhtaç olmadan yaşamalarını istediğini bir kez daha çok iyi anladım. Söylediklerinden anlıyorum ki o da bir şeyler yaşamış ve kendini mesleğine vererek çıkmış o cehennemden. Şimdi aynı şeyleri kızı da yaşasın istemediğinden bu kadar keskin davranıyor.

Kıvılcım her ne kadar keskin olsa da aslında kızının içinde bulunduğu durumu ayan, beyan görüyor. Bu öyle bir görme ki Doğan’ın bir noktadan sonra zıvanadan çıkacağının da farkında. Hediye meselesinde bile kızının kendi ailesinden gelen hediyelere gösterdiği tepkiyi, gelinlik konusundaki üzüntüsünü gördü. Doğa şimdilik onu anlamasa da o aileye de göz açtırmaya niyeti yok. Zira Kıvılcım kızının üstünden elini çektiği anda o aile onu istediği şekle sokmak için elinden geleni yapacak. Az önce bahsettiğim kapı açma meselesinin özü burada aslında. Kıvılcım hem bir eğitimci olarak hem de toplumu gören bir kadın olarak aslında kızının başına gelecekleri çok iyi biliyor. Bu sebeple de o ailenin Doğa’yı Nursema’ya dönüştürmeleleri için elinden geleni ardına koymayacaktır.

Nursema bu dizide beni en çok etkileyen karakter şu anda. Öyle bir kapalı kutu ki, altından ne gibi bir hazine çıkacak inanın çok merak ediyorum. Nursema sürekli olarak babasından dem vurarak konuşmaya çalışıyor. Hep onun adı, gücü temelli konuşuyor. Nursema için ben diye bir şey yok. Babasının kuralları, ailesinden öğrendiği gerçekler var. Bu sebeple de içlerinde Doğa ve ailesine karşı en sert tepkiyi veren de ondan başkası değil. Aynı evde yaşayan kadınlara bakarsak daha net anlaşılıyor bu durum. Doğa evden istediği gibi çıkarken o bunu yapamıyor. Belki evlenmek istese ailesinin hoş görmediği biri olduğu anda bu direkt engellenecek. Ya da tam tersi bir olacak. Evde diğer gelinin başının açık olması mesele değil, ama o da evin kuralları doğrultusunda yaşamak zorunda. İşte Doğa bu kuralların dışında olduğu için Nursema böyle sert bir karakter.

Nursema’nın ben kendi arzusuyla türbana girdiğini düşünmüyorum. Her davranışını babasına bağlayarak anlatıyor. Babama yakışmaz, babam böyle ister. Kendi isteği değil önemli olan aksi olsa Alev o soruyu sorduğunda “Ben böyle inanıyorum, güzelliğin bunla alakası yok” diyebilir ama tepkisi çok yüksekti. Bu sebeple koşa koşa babasına gidip anlattı. Orada kimsenin kimseye müdahale edemeyeceğini savunup sonra da gidip Doğa’ya mayoyla gelsin diyecek kadar ileri gitti. Şimdi uzaktan bakınca Pembe kocasından korkusundan müdahele ederken, Nursema çok daha sert davrandı. Ben üstüne basıyorum ki Nursema ailesinin davranışını normalleştirdiği için bu şekilde davranıyor. Yani aslında içten içe Doğa’ya müdahil olduğunun farkında değil zira olması gereken kendi yaptığı ve bu davranış normal ancak tam tersi durumlar düzeltilmesi gerektiği için buna ses çıkarılmalı. Abdullah Efendi de bu kafada. Bu yüzden ben Nursema’ya kızmıyorum aksine onun da bir kırılma anı gelecek ve ben bu anı heyecanla bekliyor olacağım.

Gelelim olaylı düğüne… Birbirinden tamamen farklı iki aile ve onların düğün konseptleri elbette ki çakışacaktı. Ancak ben ne gördüm biliyor musunuz? Tamamen bir tarafın kontrolünde diğer tarafın ona uygun hareket etmesi istenen bir organizasyon gördüm. Düğünde alkol var diye mesela araya paravan çekilmesi Abdullah Beyin misafirleri için önemli ama Doğa’nın ailesine, misafirlerine büyük saygısızlık. Ancak bunu bir an bile umursamadılar. Hatta Fatih bile bunu olağan karşıladı. Peki saygı bunun neresinde? Evet herkes herkese saygı duymalı ama bunun bir dozu vardır. En başından sonuna ne Doğa’ya ne ailesine saygı duymadılar. Şimdi en ufacık olayda fırtına kopuyor ve saygı bekleniyor. Bekarlığa veda için belki denebilir ama orada da zaten Doğa ve ailesi vardı. Diğerleri yoktu. Aynı ortamdaki davranışın bence akla, mantığa uyan tek bir yanı yok. Bu sebeple Alev’e kızabilirdim ama hiç kızmadım. Saygı gösterilmedi o da kendi bildiğini okudu. Oradaki had bildirme savaşında olan kime oldu biliyor musunuz? Ne Doğa, ne Fatih ne de bir başkası zarar gördü. Orada olan kızıyla ilgili tüm hayallerini bir gecede kaybeden Kıvılcım’a oldu. Rio Karnavalı tarzı düğün onun da asla hayali değildi ki zaten olay patladığı anda düğünü terk etti ki bu aslında bardağı taşıran son damla oldu. Kıvılcım’ın içinde fırtınalar kopuyor ve sessiz bir fırtına tüm benliğini ele geçirdi.

Kıvılcım düğünde korkunç ithamlarla muhatap olmak zorunda kaldı. Para için kızını evlendirdi dendi, bu servet için bunlar da kapanır dendi. Yani bir eğitimci ve idealist bir kadın olarak korkunç şeylere maruz kaldı. Düğünden kendini dışarı attığında tüm kabuslarını yaşamaya başladı. Kızı diş hekimi olacakken bir belirsiz hayata sürüklendi. Girdiği yeni dünyada ona asla saygı duymayan ama sürekli saygı bekleyen bir insan grubu var. Annesi, kızları sürekli onu suçluyor. İçinde kopan fırtınayı, yanan ateşi asla durduramadı. Bu sebeple de o göz yaşları istemsizce de olsa akmaya başladı ama Kıvılcım yanılıyor. Onu duyan, gören biri var : Ömer.

Ömer Kıvılcım’ın durumunun da ve iki aile arasındaki imkansızlığın da farkında. Ancak onun da elinden şimdilik bir şey gelmiyor. Bu karmaşanın kilidi Doğa’nın ellerinde. İki aile anlaşacak mı bilmiyorum ama bu tekne bu kadar suyu kaldırmaz. Benden söylemesi…

Fırtına öncesi sessizlik bittiğinde neler olacak ben de merak ediyorum.

Şimdilik benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

Bu Hayat Benim Mi? (Kızılcık Şerbeti, 2.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

Hayat seçimlerimizden ibarettir ve kim olduğumuz yahut olacağınız verdiğimiz kararlar belirler. Bunu aldığımız ayakkabıdan seçtiğimiz mesleğe kadar etkilediği de aşikar. Peki ya kendi hür irademizle veremediğimiz kararlar, bize dayatılan zorunlu seçmeli hayatlar onlar ne olur? Bu durumda iki seçenek var bana göre. Ya size dayatılan hayatın tam tersi hareket edip ruhunuzda ki boşlukları doldurmaya çalışırsınız yahut hayatınız boyunca birbirlerinin size “Bunu yap şunu et” demesiyle hareket eder, sizin için çizilen çemberin içinde debelenip durursunuz, üstelik hiçbir şeyin farkında dahi olmadan. Doğa bu güne kadar ona biçilen hayatı yaşadı ve şimdi ilk kez içinde bulunduğu çemberi parçalayıp çıktı, Fatih’se bence hala ne yaşadığının farkında bile değil. İçinde bulunduğu çemberde dolanıp duruyor. Ve gelelim Kıvılcım’a, o kendi çemberini kendi yaratmayı tercih etmiş. O çemberin içinde kendini mutlu hissediyor mu emin değilim ama güvende hissettiği aşikar.

Geçen hafta Kıvılcım’ın bu kadar katı olmasının sebepleri olduğunu düşündüğümü ve bunları görmek için sabırsızlandığımı dile getirmiştim. Bu hafta tanık oldum ki Kıvılcım’ın kalbinde de ruhunda da benim düşündüğümden çok daha büyük yaralar var ve o, bu yaralara rağmen dimdik durabiliyor.

Kıvılcım’a yaklaştıkça ben de Ömer gibi düşünmeye başladım, her seferinde farklı bir Kıvılcım ile tanışıyorum. Önce karşımda kaskatı, çocuklarına bile sevgisini göstermeyen despot bir kadın vardı. Biraz daha yaklaşınca idealist, fazla abartmış olsa da korumacı ve çocukları üzülmesin diye ağlamayı dahi unutmuş bir kadın gördüm. Ve ben artık emin oldum Kıvılcım göründüğünden çok daha fazlası. Evet hayat felsefesi, düşünce yapısı çok farklı Ünal ailesinden ama şu da bir gerçek ki Doğa için buna bile uyum sağlamaya çalıyor. Düğünde içkileri iptal ettirmesi buna en iyi örnek bence. Kıvılcım’ın sert görünüşünün altında anlayışlı ve merhametli bir kişilikte var aslında. Metehan’ın ailevi sorunları olduğunu öğrendiği anda babasını aradı, arayı yumuşattı ve Metehan için psikolojik destek önerdi. Aynı şekilde okuldaki bir personelin durumundan yola çıkarak bir kampanya başlattı ve bir tek o kadına değil aynı zamanda çevredeki yardıma muhtaç herkese yardımcı olmayı hedefledi. İstese sadece o personel için bir şey yapardı ama o kolayına kaçmadı ve aynı zamanda öğrencilere yardımlaşma bilinci aşılayacak bir harekette de bulunmuş oldu. Ayrıca Metehan’a yaptığı teklifle de ailesine ne kadar önyargılı olursa olsun bunu asla öğrencisine yansıtmaması da işine duygularını karıştırmadığını gayet net gösteriyor. Fakat şöyle de bir gerçek var ki bu durum çocukları için pek de geçerli olmamış gördüğüm kadarıyla. Zira çocukları onu bambaşka görüyor. Şüphesiz tüm bunları çocuklarına düşündüren kendisi ve Ünal ailesiyle olan ilişkisinde de aynı şekilde davranıyor. Değil onlarla anlaşmak, kaynaşmak tanımak dahi istemiyor. Çünkü sabit fikirli.

Evet, belki Kıvılcım mutsuz sonla biten bir evlilik yaşadı, belki kızlarına göre mutsuz ve bu yüzden huysuz ama şu da bir gerçek ki Kıvılcım gerçekçi biri, söylediklerinin çoğu tecrübelerinden kaynaklanıyor bana kalırsa. Özellikle aşk konusunda bu kadar keskin konuşabiliyorsa bu konuda epey canı yanmış demektir. “Aşk bir görme kusurudur, evlilikte onun tedavisi; aşık olduğunda hayal ettiğini evlendiğinde gerçek olanı görürsün. Kısacası aşk hayal ettiğinle gerçek arasındaki farkı görene kadar ki o süreçtir.” Kocasıyla ne yaşadı ya bu konuşmasının sebebi boşandığı kocası mı henüz bilmiyorum ama Kıvılcım bu derece endişeli ve kızının birini sevmesi, hamile kalması hatta onunla tartışırken “Çünkü sen mutsuzsun diye herkes öyle olsun istiyorsun” deyişinde bile kontrolünü kaybetmemişken Doğa’nın okulu bırakacağını öğrendiğinde hıçkıra hıçkıra ağladı. Demek ki ciddi manada korkuları var bu yönde. Kızının engelleneceğine, mutsuz olacağına emin gibi.

Bütün bunları düşününce aklımda tek bir soru oluştu : Peki Kıvılcım nasıl bu kadar emin konuşabiliyor? Ayrıca kocası terk ettiğinde, boşandığında hatta kocasının yeniden evlenme kararı aldığını öğrendiğinde bile tek bir tepki göstermeyen kadın kızı için hıçkıra hıçkıra ağladı ve dediği o cümle “Bir hata her şeyi nasıl mahveder biliyoruz” Ve “Ben seni şimdi anlıyorum anne” lafı Kıvılcım’ın bilmediğimiz çok fazla yaşanmışlıkları olduğunu gösteriyor. Bakın ben bu cümlelerin rasgele kullanılmış cümleler olduğunu düşünmüyorum. Eğer Kıvılcım “Ben böyle bir hata yapmadım ama” demeseydi ben onun da Doğa gibi bir şey yaptığını söyleyebilirdim fakat şimdilik sadece bana biraz daha kırıntı verilmesini bekleyeceğim sanırım. Zira kafam hala karışık bu konuda. Kıvılcım evet çocuklarının iyiliği için her şeyi yaptığını söylüyor fakat burada şöyle bir durum var ki; o kızlarının her şeyini o kadar çok yönetmiş ki kendi başlarına karar alma yetileri dahi sorgulanacak durumda. Çimen halası gibi umursamaz davranıyor, Doğa’ysa daha kendi başına karar bile veremiyor ve tüm bunlar Kıvılcım’ın katı kurallarından, baskıcı yapısından ve çocuklarına söz hakkı tanımayışından kaynaklanıyor maalesef. İdealist bir eğitimci, anlayışlı bir patron olabilir ama ebeveynlik sınavında kalmış gibi duruyor ve biz bunun en net halini Doğada görüyoruz şu an.

Ben şu an için Doğa’nın kendine ait bir düşüncesi, bir fikri olduğunu dahi düşünmüyorum maalesef. Fatih okulu dondurmasını istediğinde aklına gelen ilk şey annem ne der oldu, halbuki burada düşünmesi gereken şey “Ben ne istiyorum” demek olmalıydı. “Ben annem gibi düşünmüyorum Fatih’in ailesi hakkında” düşüncesinde fakat Pembe’yi ve Nursema’yı görür görmez aklına ilk “Acaba bana da kapan derler mi?” düşüncesi belirdi. Yani annesinin düşüncesi. Aslında bu da çok doğal, çünkü o da Fatih gibi belirli kalıplarla, fikir ve düşüncelerle büyümüş biri. Annesinin muhafazakâr insanlara karşı düşüncesi belli ve bunu her defasında dile getirmekten çekinmiyor. Onun korkularının oluşması da bunu dert edip sorması da çok normal.

Farkındasınızdır biz daha Doğa’nın kendine ait tek bir hayaline, belirttiği fikrine tanık olmadık. Ya Fatih ve Ünal ailesiyle yahut kendi annesiyle ilgili düşüncelere katılmak zorunda kalıyor. Ben düğün istemiyorum diyen Doğa’ya Nilay’ın ne dediğini hatırlayın ; “Senin ne düşündüğünün bir önemi yok, babamın bir itibarı var.” Zaten görünürde Doğa’ya “ Doğa sen ne dersin” dense de ben daha tek bir söylediğinin iki aile tarafından da kabul edildiğini görmedim ki o da bir fikir belirtmedi zaten. Çünkü bu zamana kadar kendi başına aldığı doğru düzgün karar olmamış ki. Ben diş hekimi olma düşüncesinin bile annesinden geldiğini düşünüyorum. Çünkü buna karşı bile bir heves bir heyecan görmedim kendisinde. Doğa şu an sadece dalgalar onu nereye savurursa oraya yöneliyor ve bunun farkında bile değil. Açıkçası Kıvılcım gibi benim de okuma, ve okula devam etme konusunda endişelerim var. Evet belki Fatih gerçekten okulu bırakmasını değil de ara verip onun da bebeğinin de sağlıklı olmasını istiyor ama ben size bir şey diyeyim mi bu ara uzar gider. Zira önce bebek doğsun denir, sonra bebek azıcık büyüsün sonra devam edersin kaçmıyor ya denir. En son bu yaştan sonra okuyup ne yapacaksın bir elin yağda bir elin balda ailenle ilgilen denir ve konu kapanır. Umarım ne benim ne de Kıvılcım’ın korktuğu gibi olmaz , bu konuda Fatih’e güvenmek istiyorum çünkü. Bu işin sonu nasıl olursa olsun ben biliyorum ki Kıvılcım söylediği gibi kızının hem yanında hem de arkasında duracaktır. Benim asıl merak ettiğim Fatih’in nerde duracağı?

Fatih babasının sözünden çıkmayan biri ,hatta bence bu zamana kadar bir kez bile söylediği şeylere karşı çıkmamış. Çünkü kahvaltıda Doğa hakkında söylenen şeylere şaşırıp üzülse de ses etmedi. Düğün, nikah, aynı evde yaşamak her şeyi babasının istediği doğrultuda ilerliyor. Bu yüzden Fatih kendini özgür hissetse de bence o da öyle değil. Bunun en bariz örneğini “Kır düğünü” meselesinde gördük bence. Babası Fatih’in ne dediğini duymadan kestirip attı , Fatih sesini dahi çıkarmadı.

Ben Fatih’in iyi niyetli olduğunu düşünsem de kafamda soru işaretleri yok değil. “Doğa ben senin hamileyken okula gitmeni istemiyorum.” Fatih Doğa’ya da bebeğine de düşkün biri, bunu ilk sancılandığında doktora gidelim deyişinden belli ama Doğa’nın fikrini ne düşündüğünü dahi sormadan okulu dondurmasını istemesi bana hiç doğru gelmedi. Aslında anne babasının ilişkisine baktığımda Fatih bunu yaptığının farkında bile değil. Hem yengesiyle abisinin hem de anne babasının ilişkisi böyle yürüyor. Fatih gerçekten inanarak bazı şeyleri söylüyor; mesela “Kapanmak bir tercihse kapanmamak da öyle.” Demişti Doğa’ya bu çok doğru çünkü Nilay da iki yıldır orada yaşıyor ve kapalı değil. Ama yine de hem bu emrivaki hem de bugüne kadar defalarca konusu geçmesine ve onlarca söz verilmesine rağmen bir tek okul konusunun ortaya atılması, üstelik birçok çözüm yolu bulunabilecekken ilk olarak okulun gözden çıkarılması iyi düşünmeme mani oluyor maalesef. Üstelik “Sen artık evli ve hamile bir kadınsın senin önceliğin artık burası, ailen” lafı irkilmeme sebep olacak kadar ağır geldi. Bakalım Fatih Abdullah bey gibi sadece onun istekleri yerine geldiği zaman mı anlayışlı yoksa bu ruhunda mı var izleyip göreceğiz.

Abdullah Ünal çok anlayışlı, tercihlere saygılı gibi görünse de yaptıkları ve söyledikleri asla birbirini tutmuyor maalesef. Abdullah beyin “Çocuklar bir karar vermiş, kızınız reşit biz onların kararlarına saygı duymak zorundayız” dediğinde içimden tam da şu geçti “ Eğer Fatih biz Doğa’nın annesiyle yahut kendimize ait bir evde yalnız yaşamak istiyoruz” deseydi Abdullah bey yine aynı şeyi söyleyecek miydi? Ya da Doğa ve Fatih biz düğün istemiyoruz bu kesin kararımız deseydi Abdullah bey yine saygı duyacak miydi bu karara? Çok net söylüyorum ki hayır bunu asla kabul etmeyecekti. Çünkü daha sabah kahvaltıda düğün için onun “Antin kuntin” hayaller kurmaması gerektiği konusunu çok net vurguladı. Kendi açılarından düşündüklerinde çok anlayışlı gibi görünse de Fatih babasına karşı çıkmaya başlarsa olaylar nasıl cereyan edecek şimdiden merak etmeye başladım. Çünkü gördüğüm kadarıyla Fatih baya özgür gibi görünse de o babasının istediklerini yaptığı sürece özgür ve bence o da en az Doğa kadar görünmeyen bir baskıyla yaşamış. Ben bu baskının aynısını Nursema’nın da yaşadığını düşünüyorum. Zira yurt dışında eğitim almış, kültürlü bir kadın. Fakat o da baya baya önyargılı yaklaşıyor insanlara.

Kıvılcım nasıl ki önyargılı davranıyorsa muhafazakâr ailelere Fatih’in kardeşi de öyle önyargılı seküler kişilere karşı. Şu an ne yaşadı bilmiyorum ama bu kadar keskin yargılarda bulunduğuna göre ben Nursema’nın da bir şeyler yaşamış olduğunu düşünüyorum.

Herkes seçimini yaptı, Doğa; Fatih ve bebeğini seçti, Fatih onlarla bir hayat kurup mutlu olmayı. Bakalım bu evlilik Doğa’nın dediği gibi ikisi arasında mı yoksa iki aile arasında mı olmuş, sanırım hep birlikte öğreneceğiz.
O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

Ayrı Dünyalar (Kızılcık Şerbeti,1.bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

Kızılcık Şerbeti daha ilk sansasyonel tanıtımıyla radarıma girmeyi başaran bir iş oldu. İki zıt kutuptaki ailenin birbirine aşık gençleriyle bir araya gelme hikayesinin, ön yargıların insanları nasıl etkilediğini anlatan dizi beni ilk bölümüyle derinden etkiledi. Dizide ayrıca Sıla Türkoğlu, Barış Kılıç ve Evrim Alasya’nın başrol koltuğunda oturması, özellikle de Kıvılcım karakterinin daha ilk sahneden ruhumu zaptetmesiyle “Ben bu işi yazmalıyım!” dedim ve işte karşınızdayım.

Sevmek, sevildiğini hissetmek bu hayattaki en kıymetli şey bence çünkü bir insan yeterince sevilir ve o sevgi doyumuna ulaşırsa verdiği kararlardan tutun da hayatın akışında bile ona göre davranır. Halbuki sevilmeyen, o sevgi yoksunluğunu yaşayan insan karşısına ilk çıkan şeyi sevgi zanneder ve ona sığınır.  Özellikle anne ve babasından sevgi doyumluluğuna ulaşmayan biri ya kendini sevilmeye layık görmeyip tüm kapılarını kapatır ya da karşısına  çıkan ilk şefkate sığınır ve ne olursa olsun onu kaybetmemek için çırpınır durur. Bana göre Doğa anne babasının sevgisizliğini, onların yanında olmayışını ve onlardan hiç şefkat bulamayışını Fatih’te kapatıyor. Tabi ki aşık değil yahut sevmiyor onu demiyorum ama bunun rolü yokta değil. Ve Kıvılcım onun da sorunsuz bir aile geçmişi olduğunu  zannetmiyorum çünkü çevresinde o kadar kalın duvarlar var ki o duvarları kendi iradesiyle ördüğünü de o sınırları da kuralları da sadece koruma amaçlı koyduğunu da düşünmüyorum.

Kıvılcım aslında bu sert ve disiplinli yapısı sayesinde hayatını yönetebiliyor çünkü bu sayede duygularını yani zayıflıklarını yok sayabiliyor ve umarım bize de gösterilir ama ben tüm bu davranışlarının altında bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Yani bunca yıllık eşinden boşanmış, çocuklarını tek başına büyütmüş ama annesi dahil kimse onun bunlar yüzünden bir kez bile ağladığını dahi görmemiş.  Bir insan bu kadar şeyi üst üste yaşayıp da yarasız, beresiz bu durumu atlatamaz. Kıvılcım’ın da bu kadar sert olmasının altında çok ciddi sebepler var diye düşünüyorum. Şimdilik bunların ne olduğunu bilmiyorum ama ailesindeki en sert insan,o. Annesi, söylendiği kadarıyla kız kardeşi de böyle değil. O zaman onu böyle yapan ne? Fakat şu da su götürmez bir gerçek ki hiç bir insan doğuştan böyle duygusuz, katı, kuralcı ve kalıpçı doğmaz. Bir şeyler olmuş olmalı ki Kıvılcım etrafında kurallardan bir duvar oluşturmuş olsun.  Benim asıl merak ettiğim bunların sebepleri. Yani Kıvılcım neden bu kadar sert, kapalı insanlara karşı neden bu kadar önyargılı? Sınıfsal ayrımcılığa bir eğitimci olarak nasıl bu kadar destekçi? İşte benim onun hakkında asıl merak ettiğim şeyler bunlar.  O kadar net ve sert ki, bakışlarıyla bir kayayı paramparça edebilir bence.

Kıvılcım’ın bu tavrını, ön yargılarını ve kendisinden farklı insanlara karşı bakış açısını ilk alışverişte, sonra da Fatih’in tanışma gecesinde gördük. Fatih, Sönmez Hanım’ın elini öperken ona takındığı tavır aslında her şeyi anlatıyordu. Kıvılcım oldukça soğuk ve üstten bir bakışla süzerken Fatih’in dediklerini duymadı bile. Önyargı olaylarda çok işe yarayan, insanların geniş perspektifle olayları analiz etmesini sağlayan bir şeydir ama bu durum insanlarda çok az işe yarar. Kıvılcım bana sorarsanız hatayı burada yapıyor. İnsanları tanımadan onları kafasında gruplandırıyor. Bunu nasıl yapacak bilmiyorum ama toplumun da bizleri hatta birçoğumuzu da buna zorladığını düşünüyorum. Yaşantımız, sosyal çevremiz ve belki de kendi kalıplarımız bazı şeyleri görmemizin önüne geçiyor. Özellikle de Kıvılcım gibi böylesine eril bir toplumda, bir kadın olarak ayakta durmaya çalışan bir kadınsanız gardınız hep çok yüksek olmak zorunda zira erkeklerin acımasız dünyası bize başka şans bırakmıyor. Fatih’e tavırları doğru demiyorum ama ben de herkes gibi onu et çengeline çekmeyeceğim, anlamaya çalışacağım. Kıvılcım derisinin altında çok fazla sır barındırıyor bence ve ben hepsini öğrenmek istiyorum.

Kıvılcım’a aslında basit bir gözle bakabilir, işte toplumdaki diğerlerinden bir farkı olmayanlardan biri daha diyebilirdim. Eğer Doğa ile arasındaki büyük kavgaya şahit olmasaydım. Kıvılcım karakter olarak despot, sinirli ve agresif olabilir ama aynı zamanda da çok kontrollü biri. Okulda Ömer’le yaptığı tartışmada da bunu çok net bir şekilde gördüm. Kıvılcım ne olursa olsun kendini kaybetmedi. Doğa ona evleneceğini söylediğinde de aslında önce çok kızdı ama asıl kıyamet bebekle koptu. Hamileyim dediği anda Kıvılcım kendini kaybetti. Doğa’nın bu yaşta hamile kalmasına, evleneceğim demesine ve belki de kızının ilk kez karşısına bu şekilde çıkıp dikilmesine tahammül edemedi ama buradaki durum öyle kızının kontrolünü kaybetme dürtüsü değildi. Kıvılcım okuluna birincilikle giren kızının eğitim hayatını sonlandırma ihtimaline takıldı. O noktadan sonra da karşımda resmen bir canavar vardı. Doğa ne dedi, ne söyledi Kıvılcım için bir önemi yoktu. Kızının evlenip, çocuk büyüterek hayatının en kötü kararını alacağına inandı ki onun yerinde kim olsa onu düşünür. Kız hem çok genç hem de çok toy. Kıvılcım’ın kendini kaybetmesi, psikolojik şiddetini asla tasvip etmiyorum ama endişesini, korkusunu da anlıyorum.

Kıvılcım belli konularda sonuna kadar haklı. Özellikle de bizim toplumumuzda bir kadının eğitimli, kariyerli olması konusunda söylediklerinin altına imzamı çakarım. Neden mi? Sebep çok bariz değil mi? Bu kadar cinsiyetçi bir toplumda başka şansımız mı var? Güçlü olmak zorundayız ve bunun tek bir yolu var: Eğitim! Ancaaaaaakkkk hiç bir sebep, gerekçe ya da bahane bir insanı istemediği halde zorla kürtaja götürmenin bahanesi olamaz. Doğa 20 yaşında üniversite kazanmış reşit ve kendi kararlarını kendi verebilecek bir durumda. Ona bu zorbalığı yapması akıl alır gibi değildi. İkincisiyse o bir ebeveyn olabilir ama çocuklarını bu şekilde baskılayarak, “ Benim evim benim kurallarım” diye diretmesi çok yanlış. Zira bu şekilde çocukları tüm hatalarını, yanlışlarını ondan saklayacakları yetmiyormuş gibi onlara sevgi ve şefkat gösteren ilk kişinin peşinden gider. Yanlışı doğruyu bu şekilde onlara gösteremez aksine onları bile bile yanlışa sürükler. Doğa mesela o gördüğün kadarıyla çok fazla baskıyla büyümüş ve bundan dolayı kendi doğruları yahut düşünceleri bile karşısındaki kişinin tepkisine bağlı olarak değişiyor.  Bir şeye annesi kızacak diye üzülüyor, Fatih’in tepkilerine göre sevinip üzüleceğine karar veriyor mesela. Ve henüz hiç izlemedik o yüzden net bir şey diyemem ama Fatih’in evinde baskı görse bile bunu baskı olarak algılayacağını dahi düşünmüyorum çünkü zaten buna alışarak büyümüş biri o ne yazık ki.

Doğa baskı dolu bir evde anne sevgisi görmeden, en çok babasına ihtiyacı olduğu dönemde babasız büyümüş bir genç kadın. Bu yüzden hem annesinden hem de babasından farklı olarak Fatih ona şefkat gösteriyor ve bu Doğa’nın ona neden bu derece bağlı olup güvendiğini de gösteriyor bir anlamda. Düşünsenize sırf annesi görüp kızacak diye tahlil yaptırmak istemezken Fatih en ufak bir telefonla onu o an sabahı beklemeden hastaneye götürdü. Sabaha kadar endişeyle ne yapacağını bilemeyen Doğa, Fatih’in bebeği istediğini, bunun için ne kadar heyecanlanıp sevindiğini gördüğünde tüm gece ağlayan kızdan eser kalmadı. Bir anda tüm kederi hüznü geride kaldı, çünkü onunla birlikte sevinen biri vardı bu habere. Yanında bir destekçi bulmak bu yüzden onun için çok kıymetli ve Fatih hem sevgisini, hem şefkatini hem de desteğini sunuyor ona.

Şimdi burada bir paragraf açmam gerekiyor çünkü Doğa ile ilgili benim ciddi endişelerim var. Az önce de dediğim gibi Doğa’nın kendisi için istediği bir şeyi görmedim. Bunun en barizi bebektir. Kimse ona “Anne olmak istiyor musun?” demedi. Ne Fatih ne de Kıvılcım sormadı. Kıvılcım meseleyi kürtaja kadar getirdi, Fatih de hemen baba olma mevzusuna daldı. Peki 20 yaşında bir genç kadın anne olmak istiyor muydu mesela? Ben Doğa’dan bu bölüm boyunca evlenmek istiyorum, anne olmak istiyorum ya da diş hekimi olmak istiyorum sözlerinden birini bile duymadım. Hep şu iki cümle vardı: Annem üzülür, Fatih üzülür. Peki ya Doğa? Doğa ne hissediyor? Ne istiyor? Bunu kimse sorgulamazken, evlenirken bile bir yıldırım nikahı yapılıp, genç bir kızın hayalleri halı altına süpürülürken iki aileye de aşırı bir şekilde uzak duruyorum, haberiniz olsun. Şimdi sonra olacak diyenleriniz olabilir ama her şeyi usulüne uygun bir şekilde yapacak gibi görünenlerin bunları da düşünmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Bu hikayede şu anda ben aslında Doğa’yı düşünüyorum çünkü onu kimsenin anladığını sanmıyorum. Fatih’in bile…

Fatih’te ilgili bu hafta elime pek bir veri geçmemiş olsa da ben onların aşkına güvenmek için biraz daha bilgi sahibi olmak  isterdim doğrusu. Fatih gördüğüm kadarıyla saygılı, ailesine düşkün biri. Evet Doğa’yı seviyor, değer veriyor, destek oluyor ve bunlar çok önemli şeyler  ama kurduğu bir cümlesine irkilmedim  değil açıkçası. Fatih “Ben eşimin okumasına karşı değilim” dediğinde bunu tüm iyi niyetiyle söylediğine eminim ama içten içe de “Ya destek olmasaydın, okumasına ve meslek sahibi olmasına karşı olsaydın? O zaman ne olacaktı?” Kıza annesi gibi hapis hayatı mı yaşatacaktı, yahut annesi ablası gibi kapanmasını isteyecek mi ilerde diye düşünmeden duramadım. Zira daha Fatih ile ilgili  konuşmak için çok erken ama muhafazakar bir ailede yetişmiş biri o ve bu durumdan etkilenmesi de mümkün. Mesela Kıvılcım’ın dediği bir cümle de dikkatimi çok çekti. Evet Fatih’in annesi yahut ablasıyla tek kare fotoğrafı yok sosyal medyada. Demek ki bu durumdan hoşlanmıyor. Dediğim gibi Fatih konusunda konuşmak için henüz çok erken umarım benim kaygılarım boşa çıkarda Doğa gerçekten çok mutlu olacağı bir yaşama başlamış olur.

Son sahneyse kafamda bir çok ışığın aynı anda yanmasına sebep oldu. Birincisi Doğa büyük bir yanılgı içerisinde, bir insanla evlenirsen onun ailesiyle de evlenirsin. Yani ben Fatih’le evlendim diye bir durum yok. Şu tanışma toplantısı aslında iki aile arasındaki çekişmenin çok net olacağının sinyalini şimdiden vermiş oldu. İki birbirinden ayrı aile ve dünyada olan bu insanların aile olması sandığınız kadar kolay olmayacak. Özellikle de Kıvılcım ve Pembe arasında yaşanacağını düşünüyorum. Ayrıca evinde bir yastık bile düzeltmeyen Doğa’ya iş yaptırılması, Kıvılcım’ın evinde Doğa adına konuşmalar yapılması doğal olarak Kıvılcım’ı delirtti ama size bir sır vereyim mi? Pembe de ortamda uygun yeri bulduğunda tamamen oğluna yönelik konuşmalar yaptı. Yani aslında gelinim değil, oğlum diyecek bir kadın ancak onun bi farkı var bence. Pembe’nin kızının saçları açıktı. Yani belki de bu aile o kadar da despot olmayabilir ancak şunu da sormam lazım. Ya hamile kalan evin kızı olsaydı, o zaman ne olacaktı?

Ayrı dünyalar, ayrı hayatlar…Doğa ve Fatih yan yana alışveriş bile yapamayan iki aileyi akraba yaptı. Bundan sonra neler olur bilmiyorum ama tarafların ikisinin de sert olduğunu düşünüyorum. Doğa için çok endişeliyim. Fatih’in ailesi oldukça muhafazakar ve Doğa’nın tüm bildiklerini unutturacak cinsten. Kadın  ve istifra örneklerinde olduğu gibi Doğa’nın bir bakış açısı var. Şimdilik el öpmek, kahve yapmak ona ağır gelmiyor ama gelebilir de…Aşk her zaman tüm şiddetiyle bizi sarıp, sarmalamaz. Ben bu evlilik ve iki aile arasında Doğa’nın kabuğunu kıracağı o anı çok merak ediyorum çünkü anladığım kadarıyla yeni hayatı da eskisinden pek de farklı olmayacak gibi duruyor, hayırlısı olsun.

Yazıma son vermeden önce bu ilk bölüme damga vuran iki kadından bahsetmek istiyorum: Evrim Alasya ve Sıla Türkoğlu. Öncelikle Evrim Alasya ile başlamak istiyorum. Bir karakter beni korkutabilir mi? Evet varmış böyle bir ihtimal. Öyle bir Kıvılcım yarattı ki nefesim kesildi izlerken. Beden dilinden, bakışlarına kadar yaymış karakteri. Her hücresiyle ekrandan taşıyordu. Özelikle de Sıla Türkoğlu ile yüzleşme sahnelerinde ağzım açık izledim. Kendisine, performansına öyle hayran oldum ki bazı sahnelerde koltuğumdan dahi kıpırdayamadım. Evrim Alasya’yı izlemeyi de özlemişim ne yalan söyleyeyim, ruhuna, emeğine sağlık.

Sıla Türkoğlu’nun Doğa’sına da tek kelimeyle BAYILDIM. O kadar içten bir karakter yaratmış ki onu sarmalamak istedim. Sıla zaten önceki projesinde de beni kendine hayran bırakmıştı ama burada bambaşka bir ışığı vardı. Doğa’nın korkularını, endişelerini, sıkılmışlığını…Her şeyini dört dörtlük aktardı beyaz cama. Doğa özellikle iç çatışması çok yüksek bir karakter ama ilk bölümden ben onun tüm gelgitlerini çok iyi gördüm, hissettim. Sıla Türkoğlu rolüne iyi hazırlanarak, muazzam bir karakter çıkarmış ortaya. Emeğine, yüreğine sağlık.

Zaman zaman gerim gerim gerildiğim, bazen düşüncelere daldığım bir ilk bölüm oldu. Olaylara daha her iki aile açısından bakmamış olsak da Doğa’nın da dediği gibi belki de her şey daha yeni başlıyordur. Kim bilir? İzleyip görelim

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere. Sevgiyle kalın.