Böyle Mi Olacaktı? (Kızılcık Şerbeti, 16.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

İslam’da anne babaya “Of bile” demeyin der. Evet, anne baba hakkı bu kadar büyüktür evladı üzerinde. Peki ya evladın hakkı, onun hakkı yok mu ebeveyn üstünde? Bir ebeveyn çocuk yapmayı kendi seçer, ama o çocuk doğmayı da, yaşamayı da kendi seçmez. Bu yüzden ben anne baba hakkı kadar evladın da onlar üstünde hak talep edebileceğine inanıyorum. O evlat istediği gibi kullanabileceği bir mal yahut oyuncak değildir, hür iradesi olan bir bireydir benim de, gerçekten İslam’a gönül vermiş herkesin nazarımda da bu böyledir. Mustafa, Nursema, Fatih, Doğa, Çimen, Metehan… Hepsi duyguları olan, kendi yaşamları olan bireyler ama farkında mısınız hepsi ailelerinin baskıları, mutsuzlukları yahut var gibi görünen yoklukları nedeniyle eksik büyüyen yetişkinler.

Biz bu bölüm Nursema’ya yapılanlarla deyim yerindeyse cahiliye döneminden beterini yaşadık. Cahiliye döneminde insanlar kız çocuklarını diri diri toprağa gömer hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ederdi. Peki Nursema’nın bu yaşadığı aynı şey değil miydi? O, ailesinin elleriyle toprağa diri diri gömülmüş olmadı mı şimdi?
Nursema’yı ilk tanıdığımızda ruhu çekilmiş, renkleri solmuş sadece ona söyleneni yerine getiren biriydi. Annesi onu babasıyla sürekli korkutarak bir şeyler dayatıp yaptırılan biriydi. Zaten Nursema daha çok babacı bir kadındı; hatırlarsınız ilk bölümlerde sürekli “Burası Abdullah Ünal’ın evi, Abdullah Ünal’ın ismi…” deyip duruyordu. Sonra yavaş yavaş fark etmeye başladı ki o evde babası dahi kimse ona önem vermiyor. O evde ne istekleri kaale alınıyor, ne hayalleri önemseniyor, ne de kimse varlığına değer veriyor. Otuz yaşında bir kadın olarak bu güne kadar tek bir sefer karşı çıkmadığı babası sırf birini sevdi diye tokat attı ona var mı ötesi? Bu durum onda dank ettiği an anne babasının yanlış düşünce yapısını gördüğü an bakış açısını değiştirdi. Bir gece evden çıkmaya cesaret edemeyen kadın bavulunu toplayıp kaçmayı göze aldı. Her ne kadar başarısız olmuş olsa da o inandığını peşinden gitmeyi seçti “Ne olursa olsun el ele olunmalı, insan kadın ya da erkek birbirine güvenmeli” gibi erkeği üstün değil eşit tutan bir tavır sergilemeye başladı en basiti. Daha önce annesinin boyunduruğundan çıkmayan kız isyan etmeye başladığı an ise kalemi kırıldı, ölüm fermanı imzalandı o toz konduramadığı anne babası tarafından. Bir yük bir huzursuzluk kaynağı olarak görülüp nitelendirdi. Aslına bakacak olursak Doğa dışında hiç kimse o evde Nursema’yı gerçekte görmüyordu ki zaten.

Bakmakla görmek arasında ince bir fark vardır. O evdeki herkes Nursema’ya bakıyor ama kimse onun neler çektiğini nasıl hissettiğini yahut nelerle boğuştuğunu görmüyor. Abdullah’ı , Pembe’yi geçtim Fatih ve hatta nahif, düşünceli dediğim Mustafa bile “Bu kız istiyor mu, bu ne acele?” diye sormadı. Kurbanlık koyun gibi attılar imamın önüne. Peki neden? Ben söyleyeyim sırf birini sevdi diye. Halbuki gerçek Müslümanlık, muhafazakârlık böyle bir şey değildir. İslam dininde Ünalların yaptıklarının aksine kız evlatlarına çok değer verilirdi. Peygamber efendimiz kızı Fatma odaya girdiğinde ona olan hürmetinden ayağa kalkar, selamlardı, düşüncelerine önem verir, kafasına takılan konularda fikrini sorardı. Kızların birini sevmesi günah yahut haram değildir İslam’da. Erkek çocuğunda olduğu gibi hatta kızlar iyi ahlaklı eşler bulsun diye karşı taraf kılı kırk yararak araştırıldı. Peki Abdullah ve Pembe ne yaptı?

Pembe sırf Alev uzakta dursun diye kızını bile bile ateşe atarken, Abdullah da kızının çığlığına kulak tıkadı. Bakın bunun dinle, imanla falan alakası yok. Sırf yapabiliyorlar diye birine zulmetmek bu. Umut daha ilk andan itibaren, Nursema’sına dünyanın en değerli varlığı gibi davranırken, onun ruhunu okurken, dokunurken onu var eden ailesinin o ruhu öldürmesi nasıl bir zalimlik? Nursema Umut’u seviyor ve Umut onun için ideal bir eş adayı. Halbuki ne Abdullah ne de Pembe onu bir kerecik olsun tanımaya yeltenmedi. Onu kendilerine layık görmedikleri için birlikte olmalarını istemediler bu Müslümanlık yaşantısına göre değil bencilce bir insan davranışıdır sadece. Nursema şimdilik kaderine razı gelip sustu ve başkasıyla evlendirildi. Bu saatten sonra tamamen içine çekilip ona dayatılan hayata sesini çıkarmadan razı mı olur yoksa bu onun baş kaldırışının bir başlangıcı mı olur bilmiyorum ama bence bu yolda asla yalnız olmayacak. Çünkü Doğa evdeki tek kişi bile olsa ona yardım etmekten geri kalmayacağını çok açık bir şekilde gösterdi.

Doğa ve Nursema’yı izlerken ikisi içinde aynı şeyi düşündüm; ikisi de aşık olduğu için odalara hapsedilen, zorla bir şeyler dayatılan kadınlar. Doğa ona sımsıkı sarılırken Nursema’yla arasındaki tüm buzları da eritmiş oldu ve ben inanıyorum ki bu yolda her daim onun yanında olacak. Zaten o evde Doğa şu anda Nursema için can simidi, başkası değil. Nursema ise hayatının dersini alıyor aslında, en başından beri asla sıcak ilişkileri olmayan iki insanın bir anda birbirine tutunması bana “kadın, kadının yurdudur” sözünü anımsattı. Nursema için hala umut var ve o umudun adı da Doğa…

Doğa Nursema’yı anlayıp onunla empati kursa da aynı şeyi annesi için yapması biraz zamanını alacak gibi görünüyor. Çünkü o şu anda kendi dahi bilmediği bir kızgınlığa sahip annesine karşı. Aslında Doğa’nın bu kadar öfkeli olmasının sebebi annesinin kendisine söylediği şeyleri tamamen görmeden gelip, o kötü dediği aileden biriyle ilişki yaşaması bence. Yalnız ayrıntı şurada, Kıvılcım asla taviz vermiyor, Doğa ise yine hata üstüne hata yapıyor. Halbuki Doğa’nın da Ünal ailesinin de unuttuğu bir şey var; ne Ömer bir Fatih ne de Kıvılcım Doğa kadar toy ve tecrübesiz. Üstelik Doğa’nın Ünal ailesiyle yaşadığı sorunların sebebi Kıvılcım değil ama bu bölüm tıpkı Fatih gibi Doğa da sanki tüm bu yaşananlar onun suçuymuş gibi davrandı.

Doğa’nın unuttuğu şey o evi terk etmesinin sebebi annesinin nasihatleri, baskısı yahut annesinin Fatih’i istememesi değil, Fatih’in ona insan gibi davranmamasıydı. Halbuki Doğa söyledikleriyle sanki annesi o evi terk etmesini istemiş gibi davrandı. Yine de Doğa’yı da anlıyorum; ne düşüneceğini ne yapacağını bilmez bir halde hormonları tavan yapmış durumda. Bir yandan ne düşüneceğini az çok tahmin ettiği Fatih ve ailesi diğer yanda kendi durumunun belirsizliği onu çok yıpratıyor. Zaten birazcık durup düşündüğünde yumuşayıp annesine destek olacağını düşünüyorum zira Fatih annesi hakkında konuştuğunda yahut Nilay ve Pembe laf sokmak istediğinde ağızlarının payını bir güzel vermiş ne olursa olsun annesi hakkında konuşturmamıştı onları. Doğa her ne olursa olsun, hangi duyguda olursa olsun ailesine yürekten bağlı ancak duygusal durumu onu sürekli hataya zorluyor.

Benim asıl merak ettiğim şeyse şu : Bence burada asıl soru Doğa Ünalların ona suçlayıcı gözle bakacaklarını , laf sokup üzeceklerini bildiği halde neden o eve geri döndü. Aslında benim bu konuda iki düşüncem var. Birincisi Doğa Fatih’le boşanmak istemiyor aksine Fatih’i o evden çekip çıkarmak ve yeni bir hayat yaşamak istiyor. Fakat bu durum Fatih’ten çok daha fazla uzaklaşmasına ve Pembe’nin onu doldurmasına çok güzel zemin hazırlayacağı için geri döndü.İkincisi bence o evde annesinin arkasında neler döneceğini çok iyi biliyordu bu yüzden orda oldu. Şimdi ona kızgın olsa da nasıl Kıvılcım her olayda onun arkasında duruyorsa o da zamanı gelince yine sımsıkı sarılacaktır annesine.

Belki bana kızacaksınız ama Doğa iyi ki gitti o eve çünkü Nursema tek başına o evde o psikolojiyle yaşayamaz. Bir desteğe ihtiyacı var. Fatih dahi onu susturmaya çalışırken o “Bir de Nursema’nın fikrini sorsaydık, bu onun hayatı” diyen yine tek kişiydi. Şimdi biliyorum burada Fatih’e üç beş bir şey söylemem gerekiyor ama artık ona söylenecek yerlerim yoruldu maalesef. Onun bencilliğine, düşüncesiz tavırlarına, Ömer tarafından yüzüne çarptırılan gerçeklere verdiği tepkilere artık midem bulanıyor. Kendisine gelince amcasının yakasına yapışmayı bilen büyük Fatih’imiz kardeşi için kılını bile kıpırdamadı.

Fatih kişisi  için artık ne desem boş. Ama bakalım yarın öbür gün çok sevgili babası karısının teyzesinin peşinde fellik fellik koşarken gördüğünde aynı baba yiğitliği ona da gösterecek mi? Hiç zannetmiyorum. Çünkü onun derdi kendi yapamadığını yine ve yeniden Ömer’in yapmış olması. Ömer onun aksine tüm ailesini karşısına alarak sevdiği kadının elinden tutup o evden çıkardı ama Fatih’te bunu yapacak ne cesaret ne de sevgi var maalesef.

Ömer yanlışıyla doğrusuyla aşkını yaşamaya çalışan biri. Bu yüzden onu gerçekten takdir ediyorum ve Kıvılcım’la çok çok mutlu bir hayat sürsünler istiyorum. Bence Kıvılcım da Ömer de mutlu olmayı sonuna kadar hak eden kişiler. Kıvılcım hayatını çocuklarına iyi bir yaşam verebilmek için robot gibi çalışıp, duygularını dahi ne onlara ne de çevresine yansıtmış biri. Üstelik hala bile bir çocuk için aşkını tek kelimeyle silip atabilecek durumda. Düşünüyorum da bu gerçekten çok büyük bir irade gerektirir. O Metehan için Ömer’in Leman ile bir araya gelmesi gerektiğini Ömer’e söyleyebilecek kadar koca yürekli bir kadın benim gözümde. Ömer’se ne gençliğini bilmiş ne hayatını yaşayabilmiş biri. Yeğenine baba olmak için elinden geleni yapmış, ölen kardeşinin emanetleri için hayatını heba etmiş biri. Şimdi gerçekten ellerinden sımsıkı tutup bırakmak istemediği birine aşık ve bunun için herkesi karşısına almaya hazır. Bu yolculuk ikisi için de hiç kolay olmayacak; engellerle karşılaşacak, kültür çatışması yaşayacaklar ve belki de çocuklarıyla sınanacaklar. Fakat onlar dik durup el ele oldukça her şeyin üstesinden geleceklerdir.

Yazımı bitirmeden şunu da söyleyeyim içimde kalmasın. Ben bir kadın, bir evlat ve bir kardeş olarak Nursema’nın yaşadıklarına sadece büyük bir üzüntüyle göz yaşı dökebildim. O annesi babası ve kardeşleri tarafından ne kadar mutsuz ve acı çektiğini gördükleri halde bir çöp gibi fırlatıldı kenara ve bu Müslümanlık adı altında yapıldı. Haftalardır bir domuz resmi için çıkardığı yaygarayı Nursema için çıkarmayan Fatih’in davranışları da, her olayda dini ve hoşgörülü olunması gerektiğini öne sürüp afili konuşmalar yapan Abdullah beyin samimiyetsizliği de, Pembe’nin sürekli “Ben öleyim” diye yaptığı psikolojik baskıyı da, Doğa’nın sürekli her şeyi yutup bir özür bile almadan Fatih’i affetmesini de midem kaldırmıyor artık. Kızına, gelinine gelince ahlak abidesi kesilen ama gelininin teyzesi için süslenen bunu kendine hak gören Abdullah’ın babacan tavırları, oğullarına tanrı gibi davranıp kızına fazlalık gibi davranan Pembe’nin anneyim ben deyişi benim gözümde iğrençlikten başka bir şey değil. Diziyi daha ne kadar izler ve yorumlarım bilmiyorum ama böyle devam edemeyeceği aşikar. Dinim ve kadınlarımız bu kadar aşağılanırken bir izleyici bir yorumcu olarak buna tahammül etmem mümkün değil, çok üzgünüm.

Sevgi Her Şeyi Yenebilir Mi? (Kızılcık Şerbeti, 13.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

Aşkın bir yaşı var mı sizce? Ben aşkın bir ömrü olup olmadığını deneyimleyemeyecek kadar tecrübesiz olsam da bana göre gerçek aşka ömür biçilemeyecek kadar özel bir duygu. Evet belki zamanla insan değiştiğinden, ihtiyaçları farklılaştığından duyguları da değişebiliyordur. Fakat bana göre gerçek aşk tüm engelleri geçebilecek kadar güçlü olmalıdır. Doğa ve Fatih’in aşkı ne kadar gerçek bunu zaman gösterecek sanırım.

Doğa ve Fatih rüya gibi bir tanışmayla başladıkları bu aşka, ailelerin dahil olmasıyla kabusa döndü adeta. Çünkü gün geçtikçe Doğa Fatih’in aslında tanıdığı aşık olduğu kişi olmadığı gerçeğiyle yüzleşti. Ne kendi ne de evlatları için hiçbir mücadele vermeyen, elini taşın altına koymayan biri olduğu kanısına vardı ve aslında içine attığı, yuttuğu her olayın birikimiyle duvar kağıdını yırtılmasıyla Doğa’daki bardak da son damlasını alıp taşmış oldu. Şimdi dışarıdan bakıldığında Doğa sanki sadece bir duvar kağıdı yüzünden gitmiş gibi görünse de; o, aslında çok daha derin mevzuların konuşulmayıp halının altına süpürülmesi sonucu bu noktaya geldi. Mesela Fatih ailesiyle olan hiç bir tartışmada Doğa’dan haksız dahi olsa özür dilemedi, ailesi ne yaparsa yapsın Fatih bir kez olsun Doğa’nın arkasında durmadı. Fakat asıl mesele ne biliyor musunuz? Daha önce yapılan her şey sadece Doğa’nın şahsına yapılıyordu, o yüzden Doğa olanları sindirip susabiliyordu ama bu kez farklı, bu kez hem annesinin şahsına hem de çocuklarının özel alanına müdahale edildi. Bu da demek oluyordu ki Doğa çocuklarını asla istediği gibi büyütemeyecek, o ailenin isteğine uygun biçimde yetiştirileceklerdi. Bu Doğa için bir kırılma noktası oldu ve Fatih’i terk etti. Bence Fatih’i terk etmesinin en önemli sebebi Doğa’nın önceliklerinin değişmiş olması. Doğa Fatih’e olan aşkı sayesinde onunla evlenmeyi kabul etti ve ailesinin evine kendi rızasıyla taşındı. Fakat Fatih ailesinden isteyemediği şeyi Doğa’dan istedi. Ondan değişip ailesine ayak uydurmasını istedi. Belki Doğa Fatih’e eskisi kadar güvenebilseydi yine ne yapar eder onlara ayak uydurmanın bir yolunu bulurdu ama Fatih onu bu yolda yalnız bıraktı ve Doğa istese de artık tek kişilik düşünemez çünkü o bir anne. Daha doğurmamış olsa da o içinde günden güne büyüyen iki canlı barındırıyor ve onları düşünmek zorunda. Bu yüzden bir seçim yaptı ve onları mutlu yetişeceği bir ortamda büyütmek aşkından üstün geldi. Bu tabi ki Fatih’i sevmediği anlamına gelmez. Ama onunda dediği gibi en çok o çocuklarını düşünüyor ve mutsuz olacaklarına aşkından ayrı kalmayı tercih etti. Doğa bu kararında ne kadar ciddi, gerçek düşüncesi bu mu yahut bu kararında duracak mı? Bunu zaman gösterecek ama en az Doğa kadar Fatih’te tam olarak ne istediğini bilmiyor.

Fatih “Doğa’ya sen benim neler yaşadığımı, sana yansımasın diye nelerle uğraştığımı bilmiyorsun” dediğinde durup bir düşündüm Fatih bu evlilik için neler yaptı diye. Bu evliliğe gelin bir de Fatih açısından bakalım. Fatih muhafazakâr bir ailede büyüyen kısmen bu düşünceye sahip biri. Evlenmeden sevdiği kadının hamile olması haberi ailesi için tam bir felaket demekti ki Abdullah bey Fatih’i evlatlıktan men etme noktasına dahi geldi. Üstelik ailesinin hiç onaylamadığı bir gelin adayını “evleneceğim” keskin kararıyla dikildi karşılarına. Belki de Fatih ilk kez babasına karşı çıkıyordu, bu onun için gerçekten büyük bir adımdı ve Doğa için atmıştı bu adımı. Daha sonra aileler devreye girmiş ve her hali ve hareketiyle onu istemediğini açıkça belli eden kaynanasını idare etmek zorundaydı , iki ailenin bir arada olduğu her an ortamda gerginlik hakimdi ve Fatih iki aileyi de idare etmek zorundaydı. Bu da Fatih için çok zordu zira anne babasının dediği onun için emir sayılır ikilemezdi ama ne Doğa ne de annesi buna uymaya pek niyetleri yoktu. Babasına ve onun görüşüne tamamen bu aileyi sırf Doğa’yı seviyor diye ailesine akraba etmişti. Bu yüzden olan her aksilikte yahut gerginlikte ilk olarak Doğa suçlanıyordu ve Fatih buna engel olacak hiç bir şey yapamıyordu. Üstelik üstünde her geçen gün daha büyük aile baskısı oluşuyor ve Fatih boğulacakmış gibi olurken Doğa bu konuda asla ona yardımcı olmuyor aksine bir de sürekli sorun çıkartan tarafta yer alıyordu. İşte Fatih’e göre evlilikleri tamda böyle ilerliyordu. Halbuki Fatih’in tek yaptığı annesi gibi düzeni ve rahatı bozulmasın diye sorunları halının altına süpürmekti. O ne yaptıysa kendi hür iradesiyle yaptı. Paçasını bir olayda en kolay nasıl kurtarabilecekse öyle davranıp, Doğa’yı daha çok hırpalamaktan başka bir şey yapmadı o evlilikte. Belki bizim görmediğiniz, şahit olmadığımız şeyler olmuş olabilir. Fakat sizde taktir edersiniz ki ben hamile haliyle hırpalanan, yıpranan ve bunu aşık olduğu adamın eliyle yaşayan bir kadın varken ortada kimse kusuruma bakmasın ben başkasıyla pekte empati kuramayacağım üzgünüm.

Aslında bence Fatih daha tam olarak ne hissettiğini bile bilmiyor. Ömer’in “Sen Doğa’yı sevdiğin için mi boşanmak istemiyorsun yoksa babandan çekindiğin için mi?” diye sorduğunda Fatih sanki daha önce hiç düşünmediği bir soru sorulmuş gibi afalladı, düşündü ve vermesi gereken cevap neyse onu vermiş gibi bir hali vardı. Üstelik Doğa’nın kapısına geldiği iki kez de babasının zoruyla gelmişti. Farkında mısınız Fatih Doğa’ya Doğrudan ne eve dön diyebiliyor, ne seni merak ettim diyebiliyor ne de düşüncelerini açık açık bunlar benim fikirlerim deyip ona sunabiliyor. Bunun nedenini henüz bilmiyorum ama yaptığı yahut yapamadığı her şey için sürekli birilerinin ardına saklanarak hamle yapıyor ve bu çok belirgin olmaya başladı.

Ömer ki kendisinin sırdaşı ve akıl danıştığı kişi ona bile doğrudan duygu ve düşüncelerini aktarmaktan çekiniyor. Ömer onu zorlamasa Doğa’ya olan aşkını dahi itiraf edemeyecek durumdaydı. Ben bu konuda Fatih ne düşünüyor bilmiyorum ama Ömer onun aksine Kıvılcım’ı kaybetmemek adına en büyük gerçeğini onunla paylaşmak zorunda kaldı. O ne gerçekte Leman’ın kocası ne de Metehan’ın babasıydı.

Ömer yaşadıklarının etkisiyle de olgunlaşmış ve ona göre davranan biri. Kıvılcım konusunda fevri davranmayarak aralarındaki bağı iyice koparmamaya özen gösterdi. Ona ve kendine zaman tanıyarak hem Kıvılcım’ın sakinleşmesini bekledi hem de artık onu çok iyi tanıdığı için ne yapacağına karar verebildi. Kıvılcımsa duydukları karşısında neye uğradığını şaşırdı. Bu sır ikisi için de çok ağırdı bana kalırsa.

Kıvılcım son olanlardan sonra acısını, yaşadıklarını bir kenarda bırakarak işine daha çok odaklanmaya başladı ki bu içindeki duyguları gizlemenin de bastırmanın da en kolay yoludur. Açıkçası zorbalık konusunun üstüne bu denli gitmesini de, bu konuda daha önce dış görünüşü yüzünden kavga ettiği Kübra hanımla çalışmak istemesini de taktır ettim. Bu durum aslında Kıvılcım’ın ilk tanıdığımız andan bu zamana kadar nasıl fark etmeden gelişim gösterdiğini de gösteriyor bize. O hiç tanımadığı bir ortamda bile yan yana durmaya katlanamadığı kadınla kendi okulunda ortak bir çalışma yürütecek duruma geldi ve açıkçası bu ayrıntı çok hoşuma gitti. Bir tek Kübra değil başlarına gelen zorbalıklar yüzünden hayatları altüst olan diğer konuşmacılar oradaki öğrencilere çok güzel örnek olduklarını düşünüyorum. Üstelik zorbalık yapan Buse’ye böyle akıllıca bir ders vermesi de Kıvılcım’ın ne kadar kıvrak zekalı olduğunu bir kez daha gösterdi. Ben inanıyorum o eğitimci olarak öğrencileri için bu kadar güzel mücadele ederken çocukları için çok daha fazlasını bir anne olarak yapacaktır. O gerekirse Ünal ailesine savaş açar yine de kızına istemediği bir şey yapılmasına izin vermez. Pembe’nin aksine kızı ağlayarak eve döndüğünde kulağından tutup mutsuz olduğu eve sırf başında bir erkek olsun diye gönderen bir anne değil çünkü o.

Ben artık Pembe’nin yaptığı hiçbir şeye şaşırmıyorum doğrusu. Oğulları için ayılıp bayılan kadın söz konusu kızı olduğunda “Evlendirelim de kurtulalım bundan” diyebiliyor. Ama en sevindiğim nokta ne biliyor musunuz Nursema artık o evdeki herkesin ne halt olduğunu çok iyi biliyor. O yemek masasında söylediği sözlerin tek bir tanesinde tek bir yanlış yoktu. Ne Abdullah bey samimi orada, ne Pembe ne de Fatih, Nilay bile her an fitne sokmaya çalışıyor araya. Pembe’nin bencilliğini, kendi düzeni için, istekleri için ailesini nasıl ateşe attığını, kimsenin mutluluğunu düşünmediğini pek güzel vurdu yüzüne. Nursema, Doğa hususunda da haklıydı, Doğa asla Pembe’nin samimiyetine inanmadı ve haklıydı da…

Pembe yemekte gerine gerine “Ayağına kadar gittim ama gelmedi” diyecek kadar düştü ama hem Pembe hem Fatih hem de Nursema samimi olmadığını biliyordu, dile getiren sadece Nursema oldu. Biliyor musunuz Nursema, Doğa sayesinde gelişti, değişti. Doğa ona başka bir yol olduğunu, başka bir hayat biçimi olduğunu gösterdi. Zaten Pembe’nin Doğa ile en büyük sorunu bu, onu düzeni için risk olarak görüyor. Eğer ikizler olmasa şu anda Fatih’i boşanma hususunda ikna etmeye çalışıyordu. Torunları başka evde büyümesin diye tüm savaşı ancak karşısındaki de bir anne ve onun bağnaz dünyasına çocuklarını asla sokmayacak kadar da bilinçlenen bir anne. Pembe bir şeyi unutuyor, Doğa eğitimli bir kadın. Bir gün o eve dönse bile Pembe asla ş çocuklar üstünde anneleri kadar kontrol sağlayamayacak ve zaten ben bebekler doğunca Pembe’nin bu evliliğin üstüne kabus gibi çökeceğini düşünüyorum. Pembe’nin bu hırsına şu anda sadece Nursema karşı duruyor. Onun dışında herkes sessiz, üç maymunu oynamaya devam ediyor. Özellikle de Mustafa hususunda ben çok üzgünüm.

Mustafa o evin mazlumu. “Bana Mazlumu getirin!” durumu var ya, işte tam olarak o. Ne olursa olsun olay dönüyor, dolaşıyor bu adamda patlıyor. Mustafa o yıllardır o ailede ikinci planda olduğunun da, annesinin onu sevmekten ziyade acıdığını, babasının ona zerre güvenmediğini bilerek yaşıyor o evde. Ben bu bölüm Mustafa’ya kahroldum doğrusu. O masum masum ağladıkça ben ekran karşısında göz yaşlarına hakim olamadım. Belki de tek istediği babasının birazcık olsun gözüne girmek, karısını birazcık olsun mutlu edebilmekti ama sonunda aldığı tek şey babasından hakaretten başka bir şey olmadı. Pembe nasıl ki Nursema’ya bir artık, bir fazlalık gözüyle bakıyorsa Abdullah beyde aynı şekilde Mustafa’yı öyle görüyor. Evet hata yaptı kabul ama babası ona bu güne kadar biriktirdiği ne varsa saydı döktü ve bu Mustafa’yı çok kırdı. Umarım Nursema’ya da Mustafa’ya yaptıkları gibi yapıp sindirmezler.

Nursema’yı ilk tanıdığımızda ruhsuz, renkleri solmuş, sadece ona söyleneni yapıp mutsuz bir şekilde yaşamını idame ettiren, nefes alan ama yaşamayan biriydi. Ama Umut’la tanıştıktan sonra o güzel gülüşü de renkleri de geri geldi. Umut sayesinde sevilmeye ve değer görmeye layık olduğunu gördü. Bu yüzden Umut’un ona hiçbir şey söylemeden onu engellemesi onu bu denli kahretti. Alev’in ufak bir müdahalesiyle hem Umut’un hem de Nursema’nın gözlerinin içi yeniden parlamaya başladı. Fakat onlar için vuslat pekte kolay olmayacak gibi görünüyor çünkü Pembe Nursema’nın kendi isteği dışında biriyle evlenmesine asla izin vermez ve onları öğrenirse ayırmak için elinden geleni ardına koymayacaktır benden söylemesi.

Aşk sonunda her ne yaşanırsa yaşansın muazzam bir duygu bana göre. Düşünsenize insanların çoğu belki de hiç aşık olmadan geçip gidiyor bu dünyadan. O yüzden sahip olduklarımızın kıymeti bilinmeli ve ona göre davranılmalı diye düşünüyorum.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

Fırtına Öncesi Sessizlik (Kızılcık Şerbeti, 10.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

Ben çok hayal kuran ama bir o kadar da gerçeklere göre hareket eden bir insanım. Çoğu zaman bu özelliğimi hayallerimin önüne geçtiği için sevmesem de, hayatın gerçeklerini unutmadan hareket ettiğim için hayalim gerçekleşmeyince daha az canımın yandığını hissediyorum. Çünkü ne kadar çok hayal kursam da beynimin bir yerinde gerçekleşmeyeceğini bilen ve bana sürekli hatırlatan bir yer var. Doğa hayal gibi bir aşkla başladı bu evliliğe Fatih’i bir başka kadının evine girerken gördüğünde bütün hayalleri kocaman bir kabusa döndü. Yine de ne kadar seviyor olursa olsun bir an bile tereddüt etmeden onu terk etme kararı aldı.

Doğa’nın o yemek masasından kalkarak ve Fatih’e tavrını koyarak aslında ne kadar doğru bir davranışta bulunduğunu o adamın metresi olduğunu görünce daha da anlaşılmış oldu. Doğa doğru olduğunu düşündüğü durumların çoğunda asla taviz vermeyip bildiğini okumaktan da yapmaktan da geri kalmayan biri. Aslında bunu annesine rağmen evi terk ederken de, bu kadar aşık olduğu halde “Bitti” deyip tek bir notla Fatih’i terk ederken de çok net gördük. Evet belki doğru düzgün kendine ait kararları hala yok ama ona yanlış gelen durumlarda sesini çıkarmayı da ihmal etmiyor çoğu zaman. O metrese haddini bildirirken mesela, Fatih’in tüm durdurmalarına, kadının evliliklerini övmelerine ve hatta arkadaşının orada da olmasına rağmen içinden geçen her şeyi takır takır yüzüne söyledi. Aslında burada Doğa’nın nasıl güçlü bir karaktere sahip olduğunu da çok net gördük. O fedakarlık yapmak zorunda olmadığı zamanlarda doğrusuna ters gelen hiçbir şeyi kabul etmiyor ve bunu çok net gösteriyor. Fatih dahi olsa karşındaki bunu yapıyor ve bence bu çok güzel bir özellik. Doğa için doğru bir tane ve kişiden kişiye değişmiyor ama Fatih için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Fatih işine nasıl geliyorsa öyle davranıyor. Gecenin bir yarısı başka bir adamın metresinin evine gidiyor ve bunda asla bir sakınca görmediği gibi bir de bu durumu normalleşme çabasında. Halbuki tam tersi bir durum olsaydı yaşanacakları tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok diye düşünüyorum. Belki yazdıklarımdan Fatih’i sevmediğim yahut ona karşı iyi şeyler hissetmediğim izlenimi veriyor olabilirim ama Fatih bu gün gelişim göstermeye başlasa, hatalarının farkına varıp düzeltmek için adımlar atsa, Doğa’ya onun her zaman yanında olduğunu hissettirse ve evliliğine gerçekten sahip çıksa emin olun burada en çok sevinenlerden biri de ben olurum. Fakat Fatih böyle hata yapıp edip sonra samimiyetsize şirinlik yaptıkça benden daha çok çekeceği olur şimdiden söylemesi. Fatih’in bir an önce hayal dünyasından uyanıp gerçeğe dönmesi gerekiyor yoksa bu gidişle ciddi ciddi Doğa’yı kaybedecek, zira Doğa annesinin kızı güvendi mi tam teslim olur ama o güven sarsıldı mı alır bavulunu çeker gider. Çünkü onu yetiştiren de bu güne hazırlayan da Kıvılcım’ın ta kendisi.

Kıvılcım Kayhan’dan boşandıktan sonra muhtemelen kendini kızlarına adamış, bir kadın olarak kendini dünyaya kapatmış biriydi. Annesinin ısrarlı konuşmaları, arkadaşının sürekli onu biriyle tanıştırma isteği Kıvılcım’da bir karşılık bulmadığı gibi daha çok içe çekilmesine neden olmuştu bu zamana kadar. Ama Ömer onun için sıradan bir erkek olmadı hiçbir zaman. Tanıştıklarından beri Ömer onu sürekli şaşırttı, onu anladığını ona hissettirdi, kalbinin kapılarını o daha farkında bile olmadan açıp girmesine izin verdi. Çünkü Ömer ona o güveni, kendini korumak zorunda olmadığı, gardını indirebileceği bir alan sunmuştu çoktan. Öyle ki Kıvılcım başı belaya girdiğinde aradığı ilk kişi listesinde yerini çoktan almış bile. Evet belki Kıvılcım şu an tozpembe hayaller kurmuyor ama gerçekler tam anlamıyla tokat gibi yüzüne çarptığında nasıl bir yol izleyecek aşırı merak ediyorum.

Kıvılcım ve Ömer ilişkisi için eğer evlilik meselesini bilmesem ideal ilişki diyebilirdim. Ama ortada bir yalan ve sınır tanımayan bir adam var. Kıvılcım kendisi gibi bekar biriyle birlikte olduğunu düşünüyor ancak durum ortaya çıkınca ne olacak? Kıvılcım zaten Fatih’in düşünce yapısına, ailesine bakış açısı pek iyi değildi şimdi çok daha fena bir yola girilecek diye düşünüyorum. İyiden iyiye kendini kaptırdı, hayal aleminde yaşıyor. Oradan çıkınca düşüşü çok sert olacak diye düşünüyorum. Aşk insanı değiştirir derler belki de Kıvılcım daha anlayışlı ve ılımlı olur.

Aşk Kıvılcım’a ne yapar bilmem ama birini fena halde değiştirmeye başladı : Nursema! Özellikle Doğa ile ilişkisinde bunu görmeye başladım. Doğa o sinirle eve geldiğinde onu teskin etmeye çalışan biri vardı karşımda. Hinlik ya da ortalık karıştırmak istemiyordu. Zaten size bir şey diyeyim mi? Nursema kötü ya da artniyeti olan biri değil, sadece bastırılmış bir kadın. Umut onu değiştiriyor. Dünyanın bilmediği bir yanını gösteriyor. Doğa ile ilişkisinin de böyle böyle düzeleceğini düşünüyorum ben zira o evde Nursema için mücadele edecek tek insan Da Doğa’dan başkası değil.

Nursema Umut hayatına girdiğinden beri belki de ilk defa kendiyle ilgili hayaller kuruyor ve başkaları ilk defa hayallerini destekliyor. Hat sanatçısı olmak, dünyayı gezmek bunun konusu geçince bile o kadar mutlu oldu ki belki de o sofrada çoğu kişi ilk defa onu gülerken gördü.Nursema için bırakın gerçek hayatta bunu yapmayı maalesef hayal kurması bile istenmiyor o evde çünkü annesi sadece Alev’in arkadaşı diye Umut’u aşağılayıp kendilerine layık görmezken Nursema’ya verdiği hediyeye bile böyle kulp bulan Pembe bu durumu öğrenirse Nursema’ya da Umut’a da çok çektirir benden söylemesi.

Pembe, Pembe, Pembe… Ben ömrümde böyle anne çok zor görürüm. Düşünce sistemini, oğlum diye ortalarda gezmesini geçtim başka bir dünyada bu kadın. Doğa “Aldatıldım” diyor, olan benim oğluma olacak diye oturuyor köşesinde. Kız orada bebeğini düşürecek kadar üzgün belki ancak Pembe için mesele torununun nerede büyüyeceğinden başka bir şey değil. Doğa bugün çocuk sizin olsun, ben gidiyorum dese zil takıp oynar diye düşünüyorum. Açıkçası Abdullah Fatih’e tepkisinde çok samimi geldi bana ama Pembe değil. İyi hoş bendeki de laf! Kızına acımayan, gelinine acır mı hiç?

Pembe sırf Alev meselesi yüzünden kızına iyi gelecek bir evliliğe karşı çıkacak. Senin fikrin yok, isteklerin yok deyip durduğu kızının başını eliyle yakacak, ALIN BURAYA YAZIYORUM. O kadar bencil, o kadar gözleri kör ki kendi istekleri dışında bir şey görmüyor. Ben Abdullah’ın bile onun kadar olduğunu sanmıyorum artık. Nursema için çok üzülüyorum ama yine de direnecek diye ummak istiyorum zira Umut ve o bunu hak ediyor. Nursema ve Umut dizide izlemekten en zevk aldığım ilişkiden biri. Saf duyguları, ilmek ilmek işlenen ve güçlenen aralarındaki bağ çok özel bana göre. Ben bu bağın giderek güçleneceğini de hayatın gerçeklerine karşı ikisi el ele verirse hayallerini gerçek kılacaklarına da eminim. Bence Umut’un Nursema ile olan bağı kadar Alevle olan bağı da çok güzel ve değerli. Onlar birbirleriyle iş yapan, dertleşen ve gerektiğinde birbirlerine abi kardeş olabilen iki dost. Bence Umut bu hikayede Alev üzülmesin diye elinden geleni yapan nadir insanlardan biri.

Hani derler ya çok gülen insanın acılarını gizlemek için bunu bir maske olarak kullanır diye. İşte Alev’e bakınca tamda bunu görüyorum. O umursamaz halleri, hiçbir şeyi kafaya takmama durumları sadece gerçek duygularını gizlemek için bence. Düşünsenize hayatı boyunca bir kere bile annesinden övgü almamış, yaptığı her şey kötü eleştiri almış, ne işine ne de hayatına saygı duyulmuş. Üstelik yaptığı her hareket annesinin onu daha çok aşağılamasına sebep olmuş. İşte Alev tam da bu durumlar yüzünden böyle davranıyor. Hayal kurmayı bırakıp hayat ona ne sunduysa almış kabul etmiş. Hani derler ya bir şeyi kırk kere söylerseniz olur diye. Sönmez Alev’i öyle yaftalamış, ona öyle acımasız bir baskı kurup, kendini öyle bir değersiz hissettirmiş ki o da “Bari öyle olayım da değsin yaşadıklarıma” deyip hiçbir şeyi umursamıyormuş gibi davranıyor. “Muş” gibi diyorum çünkü öyle, zira Alev düşünceli, yardımsever ve anlayışlı bir kadın bana göre, en azından sevdiklerine karşı. Sırf Doğa istedi diye hem düğününü hem de Fatih’in doğum gününü organize etti hemen, Umut için nedenini dahi sormadan sergi açılışını üstlendi ki ne kadar sıkışık olduklarını kendileri söyleyip durduğu halde o küçük iş için vakit harcamayı kabul etti. Yeğenleriyle ilgilenmekten, yanlarında olmaktan asla geri kalmıyor mesela.

Ama yine de içinde dolduramadığı bir boşluk var ve sanırım bunu Abdullah beyle kapatmaya çalışacak gibi duruyor. Peki bu kadar çekici, genç, güzel ve kendi işinde başarılı bir kadın neden Abdullah beyden etkilensin? Çünkü Alev umursamadığı kadar umursanmayan bir kadın aynı zamanda. Annesi bir kere olsun iyi misin kötü müsün, bir derdin sorunun var mı? Diye sorma gereği bile duymuyor. Kıvılcım’a dahi çok nadir dertlerini anlatıyor ki Kıvılcım bir keresinde ‘Benimle konuşmak istiyor bu çok fazla olmaz” demişti. Şu an gördüğüm kadarıyla bir tek Umut’la dertleşiyor. Görüştüğü erkekler bile ona değerli hissettirmiyor kendini. Ama Abdullah bey öyle değil ; ona değer veriyor, umursuyor, kalbini kırdığını düşündüğü için çiçekler getiriyor. Son görüşmelerinde mesela o hadsiz adamın yanında Alev korunmuş ve yüceltilmiş olmanın etkisinde kaldı. Onu aşağılayan adamlar Abdullah bey önünde el pençe durdu. Doğal olarak Alev’in hoşuna gidiyor bu durum. Yalnız benim daha tam çözemediğim konu Alev’in Abdullah beyden tam olarak nasıl etkilendiği. Yani onda bir baba sevgisi ve şefkati mi arıyor, yoksa gücü ve kuvveti Alev’i bir kadın olarak kendine mi çekiyor bende hala soru işareti. Bakalım Alev hayatın gerçeklerini mi kendi hayallerini mi kabul edecek bu sefer göreceğiz.

İki aile arasındaki çatışma iyiden iyiye alev almaya başladı. Bir yanda saf aşktan gözü açılmaya başlayan Doğa, diğer yanda kandırılan Kıvılcım, bir yanda kendi ailesiyle ilgili gözü açılan bir diğer insan Nursema ve hepsinin yanında hala ne olduğunu anlamadığım Abdullah, Alev ilişkisi. Kıyamet koptu kopacak ve bunların hepsi sadece fırtına öncesi sessizlik gibi geliyor bana… Bekleyip, göreceğiz.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

BİTTİ (Kızılcık Şerbeti,8.bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

Ben hayatın bize her zaman tercih hakkı sunmadığına inanırım, ama bunun yanında aldığınız kararların çoğu yine de bizim tercihinizle gerçekleştiği de aşikar.  Peki biz kendi hür irademizle seçtiğimiz şeylerin sonucunu üstleniyor muyuz? İşte tercihlerinizin sonuçlarını üstlenme olgunluğu da bizim kendi seçimimiz bana göre. Doğa mesela kendi seçiği hayatın sorumluluğunu üstlendiği halde Fatih asla o olgunlukta değil. Doğa’yla birlikte olmayı, bebeği aldırmayıp aile olmayı, ailesine karşı çıkıp Doğa’yla bir hayat kurmayı hepsini kendi seçti. Fakat şimdi ilk fırsatta sanki her şeyi Doğa’nın zoruyla yapıyormuş gibi davranıyor ona. İşin kötüsü Doğa da buna izin verip karşı dahi çıkmıyor.

Doğa annesinin evinden çıkarken kendi hür iradesiyle bir karar verdi ve iyi yahut kötü bu kararların sonucuna katlanıyor . Hatta verdiği kararların doğruluğunu sorgulamaya başladığı anda onları düzletmek için adım atmaya bile başladı. İşte okula gitmeye de tam bu yüzden karar vermişti Doğa. Çünkü bunun doğu bir tercih olmadığını, hayatını böyle sürdürürse kendinden geriye hiçbir şeyin kalmayacağını gayet iyi kavramıştı. Kıvılcım’ın söylediği bir söz benim de kafamı çok kurcaladı aslında; “Bir insan niye yalan söyler” bunun üzerine çok düşündüm aslında. Doğa Fatih’e söylese Fatih’in nasıl tepki vereceğini az çok biliyordu. Üstelik Doğa Fatih onu çocuk gibi azarladığı gün karar vermişti yeniden okumaya. Ayrıca madem Doğa “Hamile olan benim , çocuğumu da en çok ben düşünüyorum, yorulursam tekrar dondururum” diyebiliyordu niye en başta itiraz etmedi. Çünkü Doğa Fatih’in diğer yüzünü şimdi gördü. İlk önce okulu dondurmayı kabul etti çünkü Fatih’in bu kararı gerçekten onun ve çocuğunun iyiliği için verdiğini düşünüyordu ama sonra yavaş yavaş gördü ki Fatih’in düşündüğü tek şey kendi ve ailesinin düşünceleri. Doğa’ysa eğer kendi için bir adım atmazsa ortada ne fikir ve düşünceleri ne de Doğa’dan geriye hiçbir şey kalmayacaktı. Sadece Fatih’in karısı, Ünalların gelini ve doğuracağı çocuğun annesi olacak o evde Pembe gibi , Nilay gibi Nursema gibi özgür görünen hapis bir hayat yaşayacaktı. Gelelim Fatih’e neden söylemediği konusuna; çünkü Doğa biliyordu kaydı yeniden oluşturmadan önce söyleseydi Fatih ne yapıp edip onu ikna edecekti, dahası artık Fatih’e düşüncelerini söylerken iki kere düşünüyor çünkü neredeyse Fatih hiç bir zaman onun fikirlerini ciddiye dahi almıyor. Doğa aşık olabilir ama kör değil, Fatih’in hangi konuda nasıl tepki vereceğini gayet iyi biliyordu ve söylememe kararı aldı ki ne kadar haklı olduğuna hepimiz şahit olduk. O Fatih tarafından merdivenlerden sürüklendi ve Fatih bunun için bir özür dahi dilemedi. Doğa belki aşkından birçok şeyi kafasında aklayabilir ama ya Kıvılcım? O nasıl aklasın? Belki evlatlar kendilerine yapılanı unuturlar da anneler, onlar asla unutmaz. Kıvılcım da unutmayacak. Ne bu şiddeti, ne de Fatih’in kızına uyguladığı zorbalığı ne de kendisine yaptığı saygısızlığı. O bir anlık öfke değildi, o kendini haklı görmeydi ve ne yazık ki Doğa bunu bir türlü görmüyor.

Doğa bazı şeyleri görmek istemiyor, Fatih’in yaptığının hiç bir mazereti olamazken o “Ona yalan söylediğim için böyle yaptı” maskesine sığınmayı tercih etti. Fatih’in yaptıklarına şimdiden bahaneler üretmeye başladı bile. Hâlbuki Fatih ilk fırsatta yaptığını düşündüğü, ilk hatada Doğa için yaptığı tek fedakarlığı yüzüne vurmaktan asla çekinmedi. Doğa’nın bu güne kadar Fatih için yok saydıkları tek bir sözle tokat gibi çarptırıldı yüzüne; ben senin için ailemi karşıma aldım. O laf Doğa için ne anlam ifade ediyor bilmiyorum ama benim için Doğa’nın bu güne kadar yaptığı hiç bir şeyin Fatih’in nezdinde bir kıymeti olmadığının ayan beyan göstergesidir. En basitinden Doğa alışık olduğu hayatı, okulunu hatta ailesini bırakıp geldi Fatih’e. Fakat Fatih sanki Doğa bunları yapmak zorundaymış gibi davranması bencillikten başka bir şey değil. Doğa bugüne kadar her şeye Fatih’i sevdiği için sustu. Ailesine hakaret edildi, teyzesi küçük düşürüldü, kendisinin her şeyine müdahele edilirken Fatih’i düşnerek sesini çıkarmadı ama her şeyin bir sınırı var. Evdekiler, çevresi hep Doğa’yı boynu bükük gördü ama hep sevgisinden, edebinden sustu.

Doğa aslında o kadar da silik biri değil, her zaman diyorum birinin sakin olmasını her zaman ezik biri olmasına bağlamamalıyız diye ama Fatih bile bunu anlamamış diye düşünüyorum. Doğa kendi aldığı kararları uygularken zerre tereddüt etmedi. Okuluna dönerken de evden ayrılırken de bir anda verdi kararını. Doğa sevdiği adama saygı duyarken saygı görmediği, kuralların sürekli kendisine işlediği bir evde yaşamaktan sıkılmaya başladı. Fatih tehlike çanlarını duymasa da Doğa artık saf aşık bir gözle bakmıyor. Ailesine de kendisine de saygısızlık yapılmasına tahammülü bile yok. Fatih ona bağırdığında odadan git derken şimdi o da ağzını açıyor zira o zaten hiç korkusundan susmamıştı. Hep sevdiğinden, insanlar üzülmesin diye susuyordu ama karşı tarafın umurunda olmadığını gördükçe Doğa da bunu yapmaya başladı. Yeni Doğa’dan ilk nasibini alan da Nursema oldu.

Doğa aslında o kadar da boyunu bükük, vur ensesine, al ekmeğini bir kadın değil. Bunun en bariz örneğini de Nursema ile olan konuşmasından anlayabiliriz. Bugüne kadar hep kocasının ailesine saygı duyulması kafasına kalkılırken, kendi ailesi sanki hiç bir şeymiş gibi sürekli aşağılandı. Nursema bunu yine yapmaya kalktığında karşısında hiç tanımadığı bir Doğa buldu. Doğa ailesinden aldığı terbiye ile herkese saygı gösteren bir kız ancak bir türlü hak ettiği saygıyı alamıyor. Bebeğinin isminden, gideceği doktora kadar müdahele edilirken, Nursema sürekli olarak ailesini korumak adı altında Doğa’ya karşı saldırıya geçiyor. Aslında onun saldırısının sebebi hayranlık. Doğa istediği hayatı yaşayabilecek potansiyele sahip biri ancak Nursema öyle değil. Doğa saygının doğuştan değil kazanılan bir şey olduğunu Nursema’ya gösterirken, aslında anlattığı şey tüm ailesi için de geçerliydi. Özellikle de tatlı tatlı sürekli Doğa’nın her alanına müdahale eden, kapıları dinleyen Pembe için geçerli.

Ben ilk başta Doğa’nın  Pembe’ye karşı neden bu kadar dolduğunu hiç anlayamadım doğrusu. Sanki Alev meselesi öfkesini ve kızgınlığını ona karşı dile getirmek için bir bahane olduğunu düşünmeye başladım. Hatta evet teyzesine yaptığı şey, söyledikleri çok ağır ve bu konuda onu asla haksız görmüyorum ama abartıyor sanki bile dedim. Fakat geriye doğru biraz dönüp bakınca Doğa ve Fatih’in her kavgasında Fatih annesi kisvesi altında Doğa’ya sözler sarf ettiğini fark ettim. Pembe’nin hiç söylemediği sözleri bile Fatih sanki Pembe söylemiş gibi Doğa’ya aktarıyordu. Yani Doğa’ya göre Pembe oğlunu doldurup onun üstüne salıyor ve aralarının bozulmasının tek sebebi o. Bu yüzden Alev için ona kızarken aynı zamanda bu durumların oluşmasının nedeninin kızgınlığını da katıyor  farkında olmadan.  Çünkü gerçekte Pembe ne düşünüyor bilmiyor ve onu evdeki herkes gibi aynı kefeye koyuyor. Pembe onu sevmiyor, samimiyetsiz davranıyor ve oğluyla arasını bozmasına sebep oluyor Doğa’ya göre. Yine de ben Pembe’nin o kadar masum biri olmadığına eminim. Doktor meselesinden, kapı dinleme, olayları Abdullah’a sürekli aktarma derken sabrım taşıyor. Hele şu evdeki kapı dinleme meselesi beni benden aldı. Evli çift onlar, ne hakkınız var? Doğa belki gidip özür dilemiş olabilir ancak Pembe’nin rengini pek belli etmediğini ancak onun da pamuk şeker olmadığını düşünüyorum. Fatih bir tek babasının değil annesinin de etkisi altında büyümüş. Eeee, iki kere iki ama değil mi?

Fatih tanıdığım en bencil karakterlerden biri olabilir. Sadece kendini düşünmekle kalmıyor , kendi rahatlığı için anne babasını ileriye sürmekten, Doğa’nın duygularını yok saymaktan, Kıvılcım’a bağırmaktan asla geri kalmıyor. Ben eminim ki Doğa Fatih’in Kıvılcım’a söylediklerinin çeyreğini aynı ses ve üslupla Pembe’ye söyleseydi Fatih ortalığı ayağa kaldırdı. Ama size bir şey  söyleyeyim mi o annesini çok sevdiğini, çok saygı duyduğunu ve yere göğe sığdıramadığını söylediği annesine Fatih beyimiz zerre saygı duymuyor. Çünkü eğer ona gerçekten saygı duysaydı Doğa’ya annesi söylüyormuş gibi kendi sözleriyle saldırmazdı. Doğa bu gün Pembe’ye karşı bu kadar doluysa bunun tek sebebi Fatih’in söyledikleri. Ayrıca Fatih kendi istediği olduğu sürece Doğa’ya dünyanın en tatlı insanıyken aksi bir durumda gördüğüm en iğrenç adama dönüüşüyor. Doğa’ya şiddet uyguladı, annesi ne karışamaz noktasından bir adım geri atmadı. Ömer’le yaptığı konuşmadan da hala yaptıklarının arkasında olduğunu sanıyorum. Ömer çok net bir adam, merhameti, vidanı ve kadına saygısı var. Fatih biliyor olacak ki hamile karısını okulun ortasında torba gibi taşımaya kalktığını, sürüklediğini anlatmadı. Yine de Ömer Fatih’i değil, Kıvılcım’ı haklı buldu. Bu sebeple ben Fatih’in o kadar kolay değişeceğini sanmıyorum.

Fatih’in bir tek Doğa yahut annesine değil hiç bir kadına saygısı yok. Kıvılcım’a olan davranışları, amcasına anlatırken tiksine tiksine adını anması ve özür dilemeyi asla istememesi ileride Kıvılcım’la arasının daha çok gerileceği hissiyatı veriyor bana. Üstelik Fatih kendi ailesiyle yaşayıp , Doğa’yla her kavgasında önce annesini sonra aile yapısını öne sürerken Kıvılcım gibi hiç tanımadığı bir kadına yardım ederken başı belaya girmesini göze almış birine ,Doğa kızı olmasına rağmen, “Siz hayatımıza karışmayın” diyecek kadar samimiyetsiz biri. Ailesi onun evlilik hayatının tam ortasında karar mercii olmasına rağmen bu sözleri sarf etmesi inanılır gibi değil. Üstelik Doğa’ya yaptığı baskının şiddetin bir türü olduğunu kavrayamayacak durumda. Aslında işin acısı Fatih şiddet uygulamadığını düşünüyor. Mesela Kıvılcım onunla konuşurken çok adildi. Doğa asla yalan söylememeliydi ama neden yalan söylemek durumunda kaldı? sorusunu sorarken Fatih’in bakışları cevabı veriyordu. Orada samimieytsiz şekilde özür dilerken, Kıvılcım da zaten durumun gayet farkındaydı. Kızı psikolojik ve fiziksel şiddete uğradı, Kıvılcım için korku dolu günler yeniden başladı.

Fatih’in şiddet anlayışı sadece fiziksel zarar verme olsa da o evlendiklerinden beri neredeyse her an Doğa’ya  psikolojik şiddet uyguluyor. Çok sevdiğim bir filmde çok sevdiğim bir replik aynen şöyle diyor “Keşke insanların beynine nasıl bir şiddet uygulandığını gösteren bir makine olsaydı da nasıl bir baskıya maruz kaldıklarını görebilseydik.” Fatih daha evlendiklerinden beri Doğa’nın gözünün ferinin nasıl sündüğünü  görmüyor nasıl ona yapılan baskının etkisini görsün. Doğa şu an “Dövüyor muyum, sövüyor muyum?” sorusuna bilmiyorum diye cevap verse de ileride aslında Fatih’in onun üstünde kurduğu inanılmaz baskıyı fark edecek ve evet cevabını çok net duyacağız bana göre. Fakat bunun için daha kat etmesi gereken çok yol var bana göre çünkü daha kendini bir şeyler için suçlamayı bile bırakmadı.  Yine de bence en büyük şansı her durumda yanında olan bir annesi var olması.

Kıvılcım uzun zamandır izlediğim en özel karakter bana göre. Kendi ayakları üstünde duran, verdiği kararların sonucuna katlanan, hata yaptığını anladığında geri adım atan ve en önemlisi iş hayatına, kendi şahsi meselelerini karıştırmayan bir kadın. Kübra hanım ve oğlu Muhammed ile bu kadar ilgilenmesi, görüşleri farklı olduğu  ve aralarında bir münakaşa olduğu halde tüm bunları bir kenara bıraktı ve Muhammed’e yardım etmek için elinden geleni yaptı. Ayrıca bunun sonucunda Kübra hanımla sarılması kalbimi ısıttı açıkçası ve bu benim için ondan özür dilemesinden kat be kat daha özeldi. Başta da dediğim gibi Kıvılcım bence çok özel bir karakter kızıyla birlikte o da değişiyor ve bunu görmek açıkçası benim için ayrı bir zevk. Normalde yüzüne bakmayacağı insanlarla oturup sohbet ediyor, sarılmalarına izin veriyor. Üstelik ben inanıyorum ki bir gün Nursema yahut Pembe ondan yardım isterse hiç tereddüt etmeden yardımcı da olacaktır. Çünkü Nursema’nın yardıma ihtiyacı var ve kimse onun ne halde olduğunu görmüyor bile.

Nursema o evde günden güne eriyor ve o bile yeni yeni fark ediyor bir şeylerin yolunda gitmediğini. Bence Nursema’nın en büyük sorunu neyi neden savunduğunu dahi bilmiyor. Mesela gece neden onların evinden çıkılmaz, neden bir arkadaşında kalamıyorsun? Hiçbirinin sorsan mantıklı bir açıklaması yok ama o bu durumu deli gibi savunuyor, çünkü anne babası ona böyle empoze etmişler. Anne babasının dediği neyse doğru olan odur. Ne kendi tercih hakkı var ne karar verme yetkisi var, kendi hayatı bile ailesinin elinde. Fakat Umut’la olan ilişkisi başladıktan sonra o da sorgulamaya başladı. Ve bence hayatını o kadar güzel özetledi ki artık bazı şeylerin o da farkında; “Ben bu evde sadece birilerine yemek yapmak için yaşıyorum, bu sefer kendim için bir şey yapacağım.” Evet bunları değiştirmek için şu an adım atmaya cesareti yok ama bir gün o da korkmadan o eşikten adımını dış dünyaya atacak. Nursema yavaş yavaş o evde yaşamadığını sadece nefes alıp verdiğini anladığı an bence hayat onun için bambaşka olacak. Ayrıca Doğa’nın söylediği “Kendini önemli hissetmek için yapıyorsun, anlıyorum” durumu da çok doğru bir tespitti çünkü evdeki hiç kimse annesi dahi onu önemsemiyor. Annesi gibi olmak istemiyorsa da Pembe farkında mı emin değilim ama kendi mutsuzluğuna onu da ortak ediyor. Yaşadığı hayatta ne çocukları ne kocası ne de gelinleri ona zerre saygı duymuyor. Onunla doğru düzgün konuşmuyor ve o ufacıkta olsa kendini önemli hissetmek için çevresine yemekler yapıp iyilikle kendini avutuyor.

Umuyorum ki Nursema Umut’la kurduğu bu yeni ilişki sayesinde aslında o evde hiç değer görmediğini de, kendisinin de bir birey olduğunu da farkına varır. Bunun o kadar kolay olmayacağı da ortada zira herkese karşı savunduğu ailesi kendi isimleri için onu harcamaya dünden razı. Pembe’nin kocasının adına yakışır bir gelin olmasıyla ilgili ettiği konuşma beni yerle bir etti. Nursema neler yaşıyor, neler hissediyor Pembe’nin asla umurunda değil. Tek umurunda olan oğulları belli ki, kızının bir önemi yok aksine kızındaki değişimi görürdü. Nursema aşık oluyor ve bunu söylemeye bile kokruyor. Halbuki erkek kardeşi evlenmeden ilişkisini de yaşadı, hamile kalan kız arkadaşıyla evlendi ve ona kimse bir şey demedi. Nursema ise biriyle buluşmaya giderken bile bün tane bahane bulmak zorunda. Doğa’nın evdeki varlığı Nursema’nın da uyanmasına sebep oldu.

Doğa da artık bir şeyleri sorgulama noktasına gelmek üzere. Fatih’in bir fotoğraf için ona hayat kadını muamelesi yapması bardağı taşıran son damla oldu. Onca eziyete aşkı için katlandı ama Doğa’nın da bir sınırı olduğunu gördüm. Doğa Fatih’in o son söylediği sözle artık bardağında dolacak yer kalmadığını anladı ve o evi terk etti. O eve geri dönecek olsa bile umuyorum ki Fatih’in birazcık olsun ona neler yaptığını göstermiştir.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

ARAFTAYIM (Kızılcık Şerbeti, 7.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Kadınlar ne ister? Bu soru Yıllardır sorulan, karmaşık olduğu düşünülen, cevabına çoğunlukla “Anlayamazsın” denilen bir soru. Bence cevap çok basit tabi anlamak isteyene. Kadınlar güvenmek ister, inanmak ister, ilgi ister her şeyden önce karşısındaki onu sevsin saygı duysun ister. Daha fazlası değil ya bana göre. Bir kadın mutlu ve huzurlu olduktan sonra bana göre geriye başka hiç bir şeyin önemi kalmıyor. Doğa mesela sadece okuluna devam etmek istedi. Ben eminim ki o Fatih’in parası, evi, yahut soyadının saygınlığı için değil sadece Fatih’in onu sevdiği, koruyup kollayacağına inandığı için evlendi. Pembe keza tek istediği kocasından bir dal çiçek ya çok mu? Kocasının onu saymasını istiyor ki bu onun en doğal hakkı değil mi? Aynı şekilde Kıvılcım tek istediği çocukları kendi ayakları üstünde dursun, babaları dahi kimseye muhtaç olmasın istiyor.

Kıvılcım’ı bu hafta daha iyi anladığımı düşünüyorum, Kıvılcım tarafı açıldıkça neden böyle bir kadına dönüşmüş olduğunu görmek beni üzse de Kıvılcım’ı Kıvılcım yapan şeyler de bunlar demeden duramıyorum.Kıvılcım ve annesinin yemek masasındaki konuşmalarına bakacak olursak, Sönmez yıllarca ama yıllarca Kıvılcım’ın kendini ne yaparsa yapsın yetersiz hissetmesine sebep olmuş. Sanki başında onun deyimiyle bir erkek olmayınca kadın asla mutlu yahut başarılı olamayacakmış gibi davranıyor. Hele o söylediği  “Erkek kaçıran tavrınla…” sözü tam da bu söylediğimi ispatlar nitelikte diye düşünüyorum. Halbuki o da Kayhan’ın ne mal olduğunu bile bile yapıyor bunu. Söylediği o söz bile Sönmez’in Kıvılcım üstünde nasıl bir baskı kurduğunu ve aslında bugün neden bu halde olduğunu ispat eder nitelikteydi. Sönmez Kıvılcım’ı çok öifskil olmakla suçlasa da insanlara baskı yapmanın birden fazla yolu vardır. Sönmez de bunu yaparken belki Kıvılcım gibi bir kırbaç kullanmadı ama kızının üstünde korkunç bir baskı kurdu. Hala bile ortaya bir laf attığında Kıvılcım’a lafı dokundurmadan geçmiyor. Bir tek Sönmez değil Kayhan da aynı şeyi yapıyor Kıvılcım’a; Ona destek olmak, yanında durmak yerine onu manipüle edip yetersiz hissetmesine neden oluyor. Ataerkil her toplumda olduğu gibi kadınlardan her şeyi bekleyip kılını kıpırdamayan erkek modeli işte. Ama bence Ömer öyle biri değil.

Ömer sırf Kıvılcım onun yardım ettiğini öğrenip de gururu kırılmasın, dışardan gösterdiği güçlü imajı sarsılmasın, bir de onun haberi olmadan onunla ilgili konuşulduğu bilinmesin diye davayı geri çektirdiğini bilsin istemedi. Aslında her iki hareketi de bence çok olgun ve centilmence. Sadece Kıvılcım’ın iyiliğini düşündüğü için yaptı ne yaptıysa. Ömer Kıvılcım’ın sırtındaki yüklere bile isteye talip; dahası Kıvılcım daha farkına dahi varmadan o yükleri almaya da, onu idare etmeye de başladı bile. Ondan bir şeyler beklemek yahut istemek yerine kendi ona hissettirmeden, onu annesi ve Kayhan gibi kendini eksik hissettirmeden dokunuyor Kıvılcım’ın hayatına. Kıvılcım şu an bunların hiçbirinin farkında değil ama zamanı geldiğinde o da bunları tek tek fark edecek diye düşünüyorum.

Kıvılcım’ın Ömer’le konuşmasını dinlemeden önce nasıl oluyor da Kayhan gibi biriyle evlendi acaba demeden duramıyordum ama Kıvılcım’ın söylediklerinden sonra her şey yerli yerine oturdu kafamda. Kıvılcım’ın söyledikleri size de bir şey hatırlatmadı mı? Ben evliliği kurtuluş sandım, özgürlük sandım, güvenli alan sandım, öyle değilmiş meğer” tıpkı itiraf edemese de Doğa’nın evlenme sebepleriyle aynı sebepler. O yüzden Kıvılcım bu kadar tetikte bekliyor aslında. Çünkü kızının da neden evlendiğini, neler yaşayabileceğini az çok biliyor ve bunun olmaması için elinden geleni yapacaktır. Doğa şu an farkında değil ama annesi onun ne büyük şansı.

Doğa henüz görmüyor yahut yeni yeni görmeye başladı; o şuan tam bir cehennemin ortasında ve maalesef ki kendi ateşini de kendi yaktı. Doğa kendi odasında, kendini en özgür hissetmesi gereken yerde tedirginlikle defterlerini saklayacak duruma geldi. Bunun ne kadar ağır bir yük olduğunu düşünebiliyor musunuz? Artık kendisine ait özel bir alanı bile yok. Üstelik kendisin için doğru düzgün bir kararı bile yok. Doktoru seçerken mesela; Fatih kızmasın diye kadın Kıvılcım kızmasın diye açık seçti. Kendi olması gereken evde sığıntı gibi.

En güvende, en iyi hissetmesi gereken yer daha şimdiden cehenneme dönüşmeye başladı. Fakat Doğa zeki biri bu durumun böyle yürümeyeceğini gördüğü anda harekete geçti. Doğa sadece boyun eğerek yahut sadece onların istediği gibi davranarak bu işin sonunu gelmeyeceğini anladığı an okula dönmeye karar verdi, çünkü o da biliyor ki ancak bu şekilde ayakları üstünde durursa ezilip büzülmeyecek.

Doğa onunla evlendiğinde beri bir çok farklı Fatihle karşı karşıya geldi fakat bu son olayda karşısındaki Fatih’i en korkunç kâbuslarında bile görmemiştir. Doğa Fatih’in yaptığından sonra ne yapar nasıl bir yol izler bilmiyorum ama Fatih affedilmezler listeme giriş yapmayı çoktan başardı bile.Aslında Fatih’i tanımlayan en iyi cümleyi Doğa kurdu; Fatih benim yanımda başka biri ailesinin yanında bambaşka biri gibi.

Şiddete deli gibi karşı olan ben bu bölüm Fatih’i Doğa’yı o çekiştire çekiştire çıkardığı merdivenlerden aşağı yuvarlamak istedim, o derece sinirlendim. Böyle yuvarlana, yuvarlana aşağı insin ki belki ne yaptığının farkına varır. Ben normalde en kötüsünden en iyisine, en haksızından en haklısına tüm karakterleri anlamaya onlarla empati kurmaya çalışırım. Neyi, neden yaptıklarını anlamak isterim. Ona göre hareket eder ve yazarım ama kimse kusura bakmasın Fatih’in tek anlaşılır, tek haklı görür tarafı yok artık benim nazarımda. O sadece kendini düşünen, Doğa’nın ne duygularını , ne düşüncelerini ne de hayallerini umursayan biri değil. Başta “ Oku ben senin yanındayım” diyen adam karısını bir çuval gibi sürükleyerek okulundan aldı, inanılır gibi değil.Düşünsenize çocuklarına koymak istediği isimlerle bile dalga geçti, ciddiye dahi almadı. Ona sorma gereği duymadan çocuklarına isim koydu ve Doğa’nın fikrine dahi ihtiyaç duymadı. Üstelik ben o yaptığı zorbalıktan sonra bebeğini de Doğa’yı da zerre düşündüğünü zannetmiyorum. Çünkü onları gerçekten düşünüp değer verseydi; karısının okulunda tüm arkadaşlarının gözünün önünde onu kolundan tutup sürüklemezdi. Eğer azıcık Doğa’nın karnındaki bebeği düşünseydi benim karım riskli bir hamilelik geçiriyor bu yaptığım ona zarar verebilir der en azından çocuğu için daha sakin davranabilirdi ama o ne yaptı Doğa’yı sürükleyerek okuldan çıkarmayı tercih etti. Zaten doktordayken bebeğiyle ilgili söylediği ilk şey “Cinsiyeti ne acaba” ydı. Dahası Fatih’in sanki tek sıkıntı Doğa’nın ona yalan söylemesiymiş gibi davranması bana hiç inandırıcı gelmedi. Yalan söylemiş olsa bile bunun nedenini tartmak varken “Kim bilir bana daha ne yalanlar söyledin, gözümün içine baka baka.” Düşüncesindeydi. Üstelik yaptığı şeyden zerre pişman değil hala bir de Kıvılcım’a dikleniyor.

Hayır bir de hem suçlu hem güçlü hem de yüzsüz yüzsüz “Siz karışmayın Kıvılcım hanım” diyor. Kıvılcım ki hiç tanımadığı bir kadın için hiç tanımadığı bir yaratığa karşı çıkmış, sonuna kadar kendini paralayıp kadının o adamdan (!) kurtulması için mücadele etmiş bir kadın hiç kızının böyle bir muamele görmesine izin verir mi ? Kıvılcım’ın ona çok güzel haddini bildireceğim bilsem de umarım Doğa bunu da diğerleri gibi sineye çekip iki dakikada affetmez. Çünkü bu eften püften yahut ailesinin saçma sapan kuralları yüzünden çıkmış bir şey değil bu bir şiddettir ve hiç bir mazereti o la maz, nokta.

Fatih’in bu yaptığı din yahut kültür ile ilgili değil onun nasıl bir zihniyette olduğuyla ilgilidir. Çünkü İslam’da şöyle bir söz vardır “ İlim Çin’de olsa bile gidip alın” dinimiz böyle düşünken Fatih’in yaptığı sadece onun aciz ve aşağılık kompleksinin bir sonucu hepsi bu. Fatih’in egosunu, kendini büyük görme çabasını ve bunun aksi bir durumla karşılaştığında ne kadar gerildiğini bu bölüm bir kez daha şahit oldum. Kayhan’ın Ömer ve onun hakkında söyledikleri şeylerden sonra yüzü asıldı, gerildi ve sinirlendi. Kendisinin yok sayılması zoruna gitti. Halbuki Ömer’i en iyi tanıyan kişi o olduğu halde, böyle bir şey yaptıysa vardır bir bildiği demek yerine kimseye danışmadan iş yaptı. Aynı şey yıllardır Mustafa’ya yapılıyor ki Fatih ondan küçük, ben zannetmiyorum ki Fatih bir kere sesini çıkarmış olsun. Kayhan iki dakikada egosuna oynayıp manipüle etti kendisini ve onu istediği kıvama getirdi. Kimseye danışmadan üç milyonluk otel aldı.
Fatih’e söylemek istediğim, saydırmak istediğim çok şey var. Umarım Kıvılcım hepimizin yerine ona bol bol haddini bildirmiştir. Gerilmekten omuzlarımın ağrıdığı bir bölümü daha geride bırakırken haftaya neler olacak deli gibi merak ediyor açıkçası, bekleyip göreceğiz.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

 

Ben Bu Dünyaya Ait Değilim (Kızılcık Şerbeti,5.bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

Gökyüzünde çok sevdiğim bir yıldız takımı vardır; Polaris, diğer bir adıyla Kutup yıldızı. Bu yıldız gökyüzünde hep aynı yerdedir ve yüzyıllardır insanların pusulası olup kuzeyi göstermektedir. Yolculara özellikle denizcilere tarih boyunca rehberlik etmiştir. İşte Kur’an-i Kerim İslam dinine inanan Müslümanlar için böyle bir şeydir. Her zaman iyiyi, doğruyu ve inanalar için güzeli gösterir. Onu kendine rehber edinen insan asla kaybolmaz, inananlara göre. Fakat örf ve adetler için aynısını söyleyemeyeceğim; onlar belki iyi niyetlerle başlatılmış fakat insan çıkarları doğrultusunda değiştirilmiş şeylerdir. Ve benim izlediğim, tanık olduğun Ünal ailesi dindar muhafazakâr kesim değil kendi işine geleni adetimiz diyerek sadece kendilerini düşünen bir aile benim nazarımda.  Ünal ailesin ne zaman bir şeye sıkışsa “Ama örfümüz böyle, ama adetimiz şöyle” deyip duruyor.  Kıvılcım’sa “ Yaşam tarzım böyle”  diyerek aynı şeyi söylüyor aslında.

Kıvılcım’ı bu bölüm büyük bir tebessümle izledim, hiç tanımadığı bir kadını kendi canı pahasına kurtarmak için didinirken “Mevzu dayak olduğu zaman herkesin arasına girilir” deyişi cesaretinin bir göstergesiydi. Keşke herkes şiddete karşı Kıvılcım gibi dimdik  durabilse. Ülkemizde maalesef ki bir çok kadın Pembe’nin dediği gibi ya çocuğumu göremem korkusuyla ya gidecek, sığınacak başka kimsesi olmadığından yahut böyle yaşamaya alıştığından uğradığı şiddeti gizliyor ve öyle yaşamaya devam ediyor. İşte tam da bu yüzden Kıvılcım evlatlarının kendi ayakları üstünde dursun, kimseye muhtaç olmadan yaşasın istiyor. Ve ben baskı yapmasını kabul etmesem de  bu konuda onu sonuna kadar destekleyeceğim. Çünkü henüz farkında değil ama Doğa psikolojik şiddet görmeye başladı bile ve onu bu durumdan çekip çıkarabilecek tek kişi yine annesi Kıvılcım.

Kıvılcım ben adetlere inanmıyorum, bizim yaşam tarzımız böyle değil dese de onunda kendine göre “Yaşam tarzı” adı altında adetleri var. Kıvılcım’ın kapalı insanlara tahammülü olmasa da kızı için görüşmeyi de, iyi geçinmeyi de kabul etti. Fakat Kıvılcım bir konuda çok haklı Ünal ailesi onun yaşam tarzına asla saygı duymuyor, onlar asla ortak bir yol bulalım diye düşünmüyor. Her şeyi Doğa ve annesinden bekliyorlar. Onu yok saymak bir yana Doğa tamamen onların istediği gibi biri olsun istiyorlar. Yine de burada bir parantez açmak zorundayım aynı şeyi Kıvılcım da yapıyor ve maalesef ki arada kalan, sıkışan tek kişi Doğa oluyor. Ayrıca şunu da belirtmeden geçemeyeceğim doktor konusunda kesinlikle Kıvılcım’a katılıyorum, Doktorun kadını erkeği mi olurmuş. Başta onların gönlü olsun diye gidip muayene olmasında bir sakınca görmedi ama asıl niyetlerini anladığı anda tavrını ortaya koydu.  Gün geçtikçe Doğa gibi ben de bunu tamamen onun yararına yaptığını çok açık görebiliyorum tek sorun Kıvılcım da Doğa’nın bir birey olduğunu kabul etmemiş olması bana kalırsa.

Kıvılcım aslında çok net bir insan gibi görünüyor, onun için ya siyah var yahut beyaz, gri rengi şu an için kabul etmiyor. Mükemmeliyetçi ve herkesten aynısını bekliyor.   Ama ben bu durumu Ömer’in sayesinde aşacağını düşünüyorum. Çünkü Ömer ne kendini gördüğü kadar beyaz ne de muhafazakâr insanlar hakkında düşündüğü kadar siyah biri. Ve O Ömer’i tanıdıkça aslında insanların hepsinin aynı olmadığını, düşünceler farklı olsa bile bakış açısıyla birbirini anlayabileceklerini o da görecektir.  Ömer Ünal’ı izledikçe kendisine daha çok hayran oluyorum doğrusu. Hayata ve insanlara bakış açısı, karşısındakini anlayıp dinleyebilme kabiliyeti, anlayışlı yapısıyla tabiri caizse tam bir görmüş geçirmiş biri oluğu hissiyatı veriyor bana. Abisiyle konuşmasından sonra “Evet Kıvılcım böyle bir şey yapar” demeden, ona karşı önyargılı olmadan geldi, onun açısından dinledi ve ona göre ne düşüneceğine karar verdi. Üstelik üstü kapalı laf çarptırma olmadan doğrudan bunu Alev olayıyla ilgili olup olmadığını doğrudan sordu ve Kıvılcım’ın sözüne itimat etti. Bunların hepsi aslında onun ne kadar olgun bir yapısı olduğunu da çok net gösteriyor. İleride bu iki aile arasında olabilecek tek köprü Ömer’dir bana kalırsa. Ayrıca Kayhan’a, Kıvılcım’a, Doğa’ya  tavırlarına baktığımda tam bir insan sarrafı diyebileceğim biri o. Fakat abisi Abdullah bey için aynı şeyi söyleyemeyeceğim maalesef.

Abdullah Ünal etliye sütlüye karışmayan, “İyi aile babası” gibi görünen ama aslında sadece kendini düşünen bencil bir adam. Adetler gelenek ve görenekleri sadece onun istediği doğrultuda ilerliyor ne hikmetse. Karısına sadece işine geldiği zaman “Sana saygısızlık edemezler” diyor ama en büyük saygısızlığı onu yok sayarak, onun eliyle gelinine, dünürlerine müdahale ederek yapıyor. Üstelik bir tek Pembe’ye değil o evdeki hiç kimseye saygısı yok. Fatih’in köpek için bulduğu çözüme bile tavırlarıyla ne kadar karşı olduğunu çok net gösterdi. Ayrıca Doğa’ya “Gelin’in dili iyice uzadı” demesi, karısına kadın doktor baksın ona, anlamazlarsa izah et demesi inanılır gibi değildi.  Arada kötü, baskıcı olan Pembe olmuş oluyor.

Aslında Pembe çok tanıdık geliyor bana; “Aman başımda bir erkek olsun” diyen, kocasından ne görürse razı gelen, bildiği, gördüğü tek şey “Kol kırılır yen içinde kalır” mantığıyla hareket etmek olan biri. Düşünsenize kadın orada şiddete uğramış Pembe hala umarım bir an önce aranız düzelir diyor. Çünkü ona göre başka bir seçenek yok. Ya araları düzelecek ya da araları düzelecek, o kadar.  O evde Pembe dahil hiçbir kadının ne söz hakkı ne de bir birey olarak yeri var ne yazık ki. Tıpkı cahiliye dönemini hatırlatmıyor mu size de? Düşünsenize hala erkek doktor kadın doktor kavgası yapılıyor. Ve bunlar sözde görmüş geçirmiş, saygın bir aile. Bir kadın ve bir hemşire olarak kendim bile izlerken sinirlerim tepeme zıpladı. Ne demek erkek doktor istemiyoruz. Hani şey vardır ya; kızını, kız kısmı okur muymuş deyip okutmayan fakat hastanede kadın doktor yok mu diye her seferinde soran kişiler, aklıma tam da onlar geldi. Kadını hiçbir yerde insan yerine koymayıp işi düşünce de yaptıklarını unutan bu zihniyete her zaman karşı olacağım. Ayrıca Ünal ailesinin özellikle Fatih’in yaptıklarının hiçbir şekilde bir mazereti olamaz kimse de kusuruna bakmasın. Hele Doğa için söyleyenler, onların görüşüne uymuyor diye sürekli azar işitmesi inanılır gibi değil. Sanırım bu bölümün Fatih’in elime geçirsem bir güzel haşlardım , bir insan nasıl bir anda bir kişiye karşı böyle değişebilir aklım almıyor. Hani o Doğa’yı gözünden sakınan şefkatli adam

Doğa Fatih’in şefkatine, ona kendini eşsiz hissettirmesine aşıktı. Onu her an ve herkesten koruyacağına inanıyordu. Hatırlarsınız sırf Fatih abisine karşı kendisini koruduğu için yanlış yaptığını düşünmediği halde ailesinden özür dilemişti ama şimdi görmeye başladı ki Fatih ailesi söz konusu olduğunda sadece Doğa’dan fedakarlık yapmasını istiyor. Tek taraflı fedakarlık beliyor ve bunu açık açık dile getiriyor. Doğa’ysa sabır kotasını doldurmak üzere  “Ben senin ailen değil miyim?” isyanı tam olarak bundandı. Yavaş yavaş Fatih’in aslında düşündüğü gibi biri olmadığını, “Fatih beni hiç ezdirir mi?” lafının aslında ne kadar boş olduğunu, söz konusu onun istekleri olduğunda ikici plana atılmaya başlandığını  görmeye başladı. Ben tam bu noktada Doğa’nın annesinin kızı olduğunu hatırlamasını, o evde kalmaya mecbur olmadığını başta Fatih olmak üzere herkese göstermesini çok istiyorum.  Çünkü hiç bir kadın, hiç bir insan acı çektiğini bildiği, mutsuz olduğu bir yerde aşık bile olsa kalmamalı. “Bir köpeği sığdıramadılar bu eve bizi mi sığdıracaklar?” Doğa görüyor, hissediyor bu ev, evliliklerinin de aşklarının da sonu olacak. Bu uyanış umarım Doğa’nın kabuğunu kırıp o evden çıkışıyla son bulur zira bu gidişle Doğa o evde uğradığı psikolojik şiddetle solan bir çiçek gibi solup gidecek. Ama Fatih öyle kör ki, öyle inanıyor ki  Doğa da annesi gibi, Nilay gibi her denileni kabul edip öylece duracağını düşünüyor.

Bu bölüm Fatih’i izlerken ekran karşısında tırnaklarımı kemirdim desem yeridir. Aslında arkadaşlarının Fatih’e söylediği bir cümleyle Fatih’in verdiği cevap beni iliklerime kadar dondurdu. Arkadaşları “Vay be senden hiç beklemezdik aşkım falan” demesi üzerine Fatih’in çünkü hamile deyişi aslında ileride nasıl biri olacağının da habercisi sanki. Fatih’in kendine ait bir kararı, evliliğine dair bir adımı bile yokken sürekli Doğa’ya yüklenmesi onun ne kadar bencil biri oluğunu da ayan beyan gösteriyor. Fatih yaptığı her şeye ailesini bahane olarak gösteriyor , halbuki Doğa’nın arkasında dursa bu benim evliliğim, benim karım, bizim kararımız deseydi  kimsenin gıkı çıkmayacaktı ama o kendi istediği için Doğa’nın özgürlüğünü kısıtlarken korkaklığını ve acizliğini  “Erkeğim ben” kisvesi altında  ailesiyle kapatıyor. Babasının sözünden çıkmaya dahi cesareti yokken sözde hamile olduğu için hassas davrandığı karısına her an bağırıp çağırırken bir kez bile hamile olduğu aklına gelmiyor ne hikmetse. Ama en ufak bir şeyde “Ama Doğa sen hamile bir kadınsın, ama sen evlisin” deyip duruyor.

Fatih Doğa’ya her seferinde “Sen buraya gelirken benim ailemin nasıl olduğunu biliyordun” deyip duruyor. Asıl o Doğa’yla beraberken onun nasıl bir hayatı olduğunu, nasıl bir yaşamdan geldiğini gayet iyi biliyordu ama o Doğa’nın duygu ve düşüncelerine asla önem vermediği için onun bu durumdan dolayı ne kadar özgün olduğunu da görmüyor. Maalesef ki Fatih şimdiden ailesini seçti bile ve bu durumda üzülen tek kişi Doğa olacak.

Zaman zaman sinir krizi geçirdiğim, zaman zaman üzülüp  dağıldığım bir bölüm oldu. Doğa’nın ve Doğa gibi baskılanan herkesin ayakları üstünde durması dileğiyle…

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek dileğiyle.

 

 

 

 

 

 

 

 

İki Dünya Arasında (Kızılcık Şerbeti, 4.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Bir toplumda yaşamanın bedelleri vardır; herkese biçilen roller ve bu rollere uyulsun diye elinden geleni yapanlar vardır. Toplum dayatmasına göre bu rollerin yerine getirilmesi gerekir ve maalesef ki genelde en ağır rol de kadınlara verilmiştir. Başı örtülüyse suç, açık giyinse suç, çalışmak istese suç, evden çıksa suç eve girse suç… Tacizci, tecavüzü, şiddeti hiç bitmez. Kadına biçilen rol belli “evinin kadını, çocuklarının annesi ol.” Peki biz, bize yüklenen bu rollerin ne kadarını kabul ediyoruz ya da ne kadarına katlanarak yapıyoruz? Kıvılcım mesela; güçlü olabilmek için duygusuz, katı ve kuralcı bir role bürünmek zorunda. Pembe bir aileyi arada tutmak için sürekli mutlu rolünde, sürekli gülümseyen, sürekli orta yolu bulma durumunda. Doğa eskiden evin kızı, diş hekimliğinde öğrenci rolünde iken, şimdi evli bir kadın çocuğunu taşıyan bir anne ve bir evi yuva yapması gereken bir dişi kuş rolünde. Peki Doğa’nın istediği gerçekten bu mu? Ya da Kıvılcım duygusuz olmayı kendi mi seçti? Güçlü olabilmek için sürekli direnmeyi istiyor mu? Nursema mesela yurtdışında okumuş ama şimdi dört duvar bir evin içinde bütün gününü sadece orada geçiriyor, peki acaba Nursema orada yaşamak istiyor mu? Onu yüklenen vasıf sadece evin kızı olmak, Nursema gerçekten üstlenmek istediği rol bu mu? Ve erkekler bu toplumda onlara güçlü, evin direği, parayı getiren kişi, ailenin babası rolü yüklenmiş durumda. Ailesini koruyacak, her zaman her ortamda ağır başlı, saygı duyulması gereken kişi olmak zorunda. Ataerkil bir toplumda yaşıyorsanız ya size biçilen tüm rollere boyun eğip kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyeceksiniz yahut baş kaldırıp bu düzene son vermek için direneceksiniz. Doğa şu an için hangi yolu seçecek bilmiyorum ama o hiç bilmediği bir dünyaya yepyeni bir rolde yaşamaya çalışıyor.

Doğa yeni hayatına adapte olmaya çalışırken bir yandan annesiyle yeni ailesi arasında köprü, bir yandan da Fatih’le ikisinin içinde olduğu bir yuva kurmaya çalışıyor. Doğa’nın da evlenen her insan gibi bu evlilikten beklentileri, hayalleri ve yaşamak istedikleri var. Fakat Ünal ailesine katıldığından beri eşiyle doğru düzgün vakit dahi geçiremedi. Üstelik eşi aile evinden ayrılmayı düşünmüyor bile. Fatih her ne kadar modern görünse de maalesef ki Doğa ve onun arasında keskin bir kültürel farklılık var ve bu her geçen gün kendini daha çok belli ediyor. İnsan doğası gereği kendinden farklı olana ilgi duyar. Yani hep denir ya zıt kutuplar birbirini çeker ama bir yere kadar, daha sonra bu durum çok farklı bir yere doğru gidebilir. Doğa, kendinden oldukça farklı olan Fatih’e aşık oldu ancak evlenene kadar ne kadar farklı olduklarını da göremedi. Şimdiyse ne yapsa, ne etse hep bir kurala çarpıyor ve şimdilik sesli olarak itiraf edemese de annesinin haklı olduğunu düşünmeye başladı. Adımını atsa olay, sorun. Hep karşılaştığı cümle de şu: Bu bizim ailemize yakışmaz. Sanki Doğa’nın ailesi, aileden değilmiş gibi bir tavra girildi ve bu bir süre sonra Doğa için katlanılmaz bir hale gelecek. Her ne kadar mülayim ve anlayışlı olsa da bam teline basıldığında Fatih’le arasında aşılmaz köprüler inşa edebiliyor ve sanırım o aşamaya gelmesine çok da kalmadı.

Fatih’se hala kendini aracı olmakla kandırmaya devam ediyor. En başından beri Doğa’ya  Seni anlıyorum, ailem gibi düşünmüyorum…” diyordu. Güya ailesiyle Doğa arasında köprü olacaktı ama bunu asla yapmadı. Aile ne derse doğrudan Doğa’nın yanında alıyor soluğu. Fatih’in en büyük handikabı bu. Doğa’ya söylenmeyen her şey ona iletiliyor, farklılıklar ilk onun gözüne sokuluyor ve o ister istemez bundan etkilenip Doğa’nın üzerine gidiyor. Doğa’yı sırf hamile olduğu için eğilmesini istemeyecek kadar düşünürken söz konusu Doğa’nın yaşam tarzı yahut özgürlük sınırları olunca her şeyi unutup ona, onu gerecek şekilde bağırabiliyor. “Bırak herkes nasıl mutlu oluyorsa öyle yaşasın” diyor fakat oklar kendisine dönünce maalesef ki tüm söyledikleri lafta kalıyor ve Doğa’yla aralarında gerginlik oluşmasına neden oluyor. Fatih, Doğa onun istediği gibi davrandığında tam bir melek. Dünyanın en anlayışlı, sevecen insanına dönüşüyor ancak olay Doğa onun alanından çıktığında başlıyor. O sırada anlayışsız, bağıran, psikolojik şiddet uygulayan birine dönüşüyor. Fatih’in Ömer gibi olduğunu hiç sanmıyorum. O tam olarak ailesinin oğlu bence. Söz konusu kendisi olduğunda anlayış bekleyip , ailesi olduğunda alttan alınmasını beklerken olay Doğa tarafında cereyan edince anlayışsız, kaba birine dönüşüyor. Bu sebeple de Doğa ile olan ilişkisi her daim çatırdıyor. Açıkçası benim nazarımda da hala Fatih’e çok aşık diyemiyorum, üzgünüm.

Fatih ve Doğa zıt kutuplar birbirini çeker misali aşık oldular, evlendiler. Şimdi anne, baba olmak üzereler ancak aralarında büyük sorunlar var. En önemlisi de iletişimsizlik ve anlaşamama. Bu bölüm genelinde olmasa da bu sorun ikisi arasında hala devam ediyor. Mesela düğünü çok konuşmadı Fatih zira Abdullah bu konuyu kapattı. Aksi olsaydı ben hiç sanmıyorum ki Fatih konuyu olduğu gibi kapatırdı aksine Doğa’nın üstüne giderdi. Zaten onun fikirlerine pek saygısı yok ancak söz konusu babası olduğunda Doğa’yı tamamen yok sayıyor diye düşünüyorum. Fatih, Doğa’nın her daim onunla kalacağına, zorunlu olduğuna öyle emin ki aksi bir düşünce aklına bile gelmiyor. Halbuki, Doğa bambaşka bir kültür ve çevreden geliyor. Onun için evlenmek kadar boşanmak da doğal bir durum o yüzden Doğa’nın Kıvılcım’ın dediğine gelmesi için baskının dozunun biraz daha artması yeterli diye düşünmeye başladım vallahi, ne yalan söyleyeyim?

Kıvılcım; ne kadar sert bir kaya gibi görünse de içi parça parça, toz zerrecikleri gibi darmadağın. Kızları onu anlamıyor, eski kocası hem sorumsuz hem de ona sorun çıkarmak için elinden geleni yapıyor. Ve çevresi onu yargılamak için fırsat kolluyor, bu yüzden çevresini ne düşündüğü onun için çok önemli. Eski kocası mesela kızının nikahına nişanlısını getirmiş fakat Kıvılcım o görünce yanlış anlar diye omuzundaki ceketi hemen çıkaracak kadar tedirgin oldu. Halbuki kendisi; bekar, ekonomik özgürlüğü olan, genç ve hayatına birini almasından daha doğal bir şey olmayan bir kadın. Aynı şey düğünde onun için söylenen sözler için de geçerli, bu sözleri duymak o kadar zoruna gitti ki sonunda orayı terk edecek duruma geldi. O yaptıklarına bu denli dikkat ettiği halde insanların “Para için kızını verdi, yahut yakında onlar da kapanır” gibi cümleler kaldıramayacağı kadar ağırdı ki zaten kendisi de altında ezilmiş oldu.

“Başkaları için yaşayan insanlara benim tahammülüm yok” Kıvılcım’ın en büyük amacı bu bence çocukları başkaları için değil, kendileri için yaşasın istiyor. Şimdi Doğa’nın sırf Pembe yahut Fatih istiyor diye bazı şeylere boyun eğmesi bu yüzden bu kadar zoruna gidiyor. Halbuki Kıvılcım farkında olmasa da o da aynı şeyi yapıyor. Hem kızları için yaşıyor hem de etrafındaki insanların ne diyeceği, onun hakkında ne düşüneceği onun için çok önemli, tıpkı Pembe için çeyize gelecek olanların ne düşündüğünü önemsediği yahut Abdullah’ın itibarını düşündüğü gibi. Aslında bence iki aile birbirini yargılamak ve benim saygınlığım benim fikirlerim diye tutturmak yerine birazcık olsun diğer tarafın bakış açısıyla bakabilse tüm işler hepsi için çok daha kolay olacak ama sanırım bunun için epey bir zamana ihtiyaçları var. Ama aralarında biri var ki her iki aileyi de anlayıp hak verebiliyor. Kim mi o tabi ki Ömer Ünal. O kendini de, karakterini de geliştirmiş, farklı düşüncelere saygılı olmayı öğrenmiş biri.

Ömer ; Modernliğin ve muhafazakarlığın aynı vücutta buluşmuş halı gibi. Aslında bu dizide en çok kendini kime yakın hissediyorsunuz deseniz sanırım şu an ki cevabım net Ömer olur. Hem insanların dünya görüşlerine saygılı, hem karşısındaki kişinin bakış açısını anlayabiliyor hem de yargılama yapmadan önce empati kurmasını becerebilen biri. Kıvılcım’la ilk tanıştığında onu değişik olarak nitelemişti, sert duruşunu gördüğü halde onu tanıdıkça yaptıklarını garipsemeye değil taktir etmeye başladı mesela. En sevdiğim özelliklerinden biri kalıpçı değil. İnsanları kapalı, açık, seküler yahut muhafazakâr diye kodlamıyor kafasında, tanımaya ve anlamaya çalışıyor. Bunun en bariz örneğini Fatih’le Doğa hakkında konuşurken görebiliyoruz bana kalırsa. Fakat sanırım onun tam tersi profil çizen biri de var; Pembe Ünal.

Pembe  bugüne kadar beni en çok düşündüren karakterlerden biri her zaman ailesinin yanında kocasını çok seviyor ve güveniyor gibi görünüyor. Pembe tüm hayatını ailesine adamış, görünürde de mutlu bir kadın. Ancak kendisine dair bir hayatı olmayan hangi kadın ya da kadın diye sınırlandırmayalım, hangi insan mutlu olabilir ki? Pembe dört duvar arasında, ev işleri, temizlik, sorumluluklarla bezeli bir hayatın içerisinde. Mesela arkadaşlarıyla dışarıya çıkıp, bir akşam yemeği yemenin bile doğru görülmediği bir ailenin içerisinde yaşıyor. Bunun adına da aile olmak, bağlılık, kurallar, gelenekler adını koyuyorlar. Ben Pembe’nin de açıkçası mutlu olduğunu düşünmüyorum. Koşullu öğrenme diye bir şey vardır, hepiniz bilirsiniz. Pembe’ye belirli şekillerde bu olay öğretilmiş ve kendini de mutlu sanıyor zira onun hayatı tamamen kocasına bağlı. Bir şeyden rahatsız olduğunda ” Benim canımı saçma sapan şeylerle sıkma!” cevabını alıyor ve artık o konu Pembe’nin canını sıksa bile konu olmaktan çıkıveriyor. Eskiler anasına bak, kızını al demişler. Annesi ney ki, kızı ne olsun? Aynı durum ne yazık ki Nursema için de geçerli. Onun hayatı da bazı erkeklerin iki dudağının arasında, tıpkı annesi gibi…

Nursema kocaman kız, iki gelini ona abla demesine, evin tek kızı olmasına ve özgür olduğunu düşünmesine rağmen evden çıkmak isterken bile izin almadan çıkamıyor, hatta zorlanıyor. Sürekli annesiyle birlikte hareket etmek zorunda. Sanki bu hayattaki tek vasfı; babasını savunmak, babasının kızı olmak, o evde öylece oturup hayırlı bir kısmeti çıksın diye beklemek. Halbuki o da bir birey ve bunun farkında mı emin değilim; çünkü Nursema’ya baktığımda ona dair hiç bir şey göremiyorum. Sadece çok fazla kızgın, öfkeli ve öfkesini Doğa’dan, Doğa’nın yaşantısından çıkarmaya çalışan birini görüyorum. İlk başta bu duruma bir anlam verememiştim fakat görünen o ki Nursema sadece Doğa’nın yapabildiklerini aynı evin içinde olduğu halde yapamadığı için istemsizce böyle davranıyor.  İçindeki öfke o kadar büyük ki ne yapsa başa çıkamaz hale gelmiş. Halbuki bu hafta onun Doğa’yı anladığını da gördüm, ben. Onunla bir sorunu yok. Sıkıştırıldığı, hiç bir şeyin hak görülmediği hayatının içerisinde öyle bir sıkışmış ki ne yapsa olmuyor işte. Doluya koysa almaz, boşa koysa dolmaz. Abdullah’ın tayin ettiği yaşamın içerisinde kendi düşünceleri içerisinde sıkışmış biri Nursema. Söz hakkı da olmadığı için kendini ifade edemiyor. O evdeki hiç bir kadının yok olsaydı belki de Pembe kendini bu kadar komik duruma düşürmeyecekti.

Pembe, Pembe, Pembe…Alev ve Abdullah’ın yediği yemeği kafasında öyle saçma bir şekilde kurdu ki bir anda aldatıldığı kanısına vardı. Daha önce de Kıvılcım’dan Almanya meselesini duyunca, kocası da aynı yere gidiyorum dediği anda parçaları birleştirdi. Önce ben Pembe’ye çok kızdım, gencecik bir kıza nasıl bunu yakıştırdı diye ama ona kim haksız diyebilir? Abdullah karısını insan yerine koyup da bir açıklama yapsaydı, durumu açıklasaydı Pembe bu duruma düşer miydi?  Asla düşmezdi ama kocasına soru sormaya bile hakkı olmadığı için soluğu dünürlerinin evinde aldı ve maalesef ki yerin dibine girdi. Ben bir insan olarak Pembe’ye üzüldüğüm gibi kadın olarak da onu yürekten anladım. Umarım Kıvılcım ve Alev de aynı anlayışta olabilirler…

Bu hafta bölümü yine çok heyecanlı bir yerde bıraktık. Kul hakkına bu denli önem veren Pembe masum bir kadının hakkına girdi. Annesinin ve ablasının yüzüne karşı ona iftira attı ve sanırım bu durum iki aile arasında çok büyük bir gerilime neden olacak.
O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

 

 

 

 

Bu Hayat Benim Mi? (Kızılcık Şerbeti, 2.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

Hayat seçimlerimizden ibarettir ve kim olduğumuz yahut olacağınız verdiğimiz kararlar belirler. Bunu aldığımız ayakkabıdan seçtiğimiz mesleğe kadar etkilediği de aşikar. Peki ya kendi hür irademizle veremediğimiz kararlar, bize dayatılan zorunlu seçmeli hayatlar onlar ne olur? Bu durumda iki seçenek var bana göre. Ya size dayatılan hayatın tam tersi hareket edip ruhunuzda ki boşlukları doldurmaya çalışırsınız yahut hayatınız boyunca birbirlerinin size “Bunu yap şunu et” demesiyle hareket eder, sizin için çizilen çemberin içinde debelenip durursunuz, üstelik hiçbir şeyin farkında dahi olmadan. Doğa bu güne kadar ona biçilen hayatı yaşadı ve şimdi ilk kez içinde bulunduğu çemberi parçalayıp çıktı, Fatih’se bence hala ne yaşadığının farkında bile değil. İçinde bulunduğu çemberde dolanıp duruyor. Ve gelelim Kıvılcım’a, o kendi çemberini kendi yaratmayı tercih etmiş. O çemberin içinde kendini mutlu hissediyor mu emin değilim ama güvende hissettiği aşikar.

Geçen hafta Kıvılcım’ın bu kadar katı olmasının sebepleri olduğunu düşündüğümü ve bunları görmek için sabırsızlandığımı dile getirmiştim. Bu hafta tanık oldum ki Kıvılcım’ın kalbinde de ruhunda da benim düşündüğümden çok daha büyük yaralar var ve o, bu yaralara rağmen dimdik durabiliyor.

Kıvılcım’a yaklaştıkça ben de Ömer gibi düşünmeye başladım, her seferinde farklı bir Kıvılcım ile tanışıyorum. Önce karşımda kaskatı, çocuklarına bile sevgisini göstermeyen despot bir kadın vardı. Biraz daha yaklaşınca idealist, fazla abartmış olsa da korumacı ve çocukları üzülmesin diye ağlamayı dahi unutmuş bir kadın gördüm. Ve ben artık emin oldum Kıvılcım göründüğünden çok daha fazlası. Evet hayat felsefesi, düşünce yapısı çok farklı Ünal ailesinden ama şu da bir gerçek ki Doğa için buna bile uyum sağlamaya çalıyor. Düğünde içkileri iptal ettirmesi buna en iyi örnek bence. Kıvılcım’ın sert görünüşünün altında anlayışlı ve merhametli bir kişilikte var aslında. Metehan’ın ailevi sorunları olduğunu öğrendiği anda babasını aradı, arayı yumuşattı ve Metehan için psikolojik destek önerdi. Aynı şekilde okuldaki bir personelin durumundan yola çıkarak bir kampanya başlattı ve bir tek o kadına değil aynı zamanda çevredeki yardıma muhtaç herkese yardımcı olmayı hedefledi. İstese sadece o personel için bir şey yapardı ama o kolayına kaçmadı ve aynı zamanda öğrencilere yardımlaşma bilinci aşılayacak bir harekette de bulunmuş oldu. Ayrıca Metehan’a yaptığı teklifle de ailesine ne kadar önyargılı olursa olsun bunu asla öğrencisine yansıtmaması da işine duygularını karıştırmadığını gayet net gösteriyor. Fakat şöyle de bir gerçek var ki bu durum çocukları için pek de geçerli olmamış gördüğüm kadarıyla. Zira çocukları onu bambaşka görüyor. Şüphesiz tüm bunları çocuklarına düşündüren kendisi ve Ünal ailesiyle olan ilişkisinde de aynı şekilde davranıyor. Değil onlarla anlaşmak, kaynaşmak tanımak dahi istemiyor. Çünkü sabit fikirli.

Evet, belki Kıvılcım mutsuz sonla biten bir evlilik yaşadı, belki kızlarına göre mutsuz ve bu yüzden huysuz ama şu da bir gerçek ki Kıvılcım gerçekçi biri, söylediklerinin çoğu tecrübelerinden kaynaklanıyor bana kalırsa. Özellikle aşk konusunda bu kadar keskin konuşabiliyorsa bu konuda epey canı yanmış demektir. “Aşk bir görme kusurudur, evlilikte onun tedavisi; aşık olduğunda hayal ettiğini evlendiğinde gerçek olanı görürsün. Kısacası aşk hayal ettiğinle gerçek arasındaki farkı görene kadar ki o süreçtir.” Kocasıyla ne yaşadı ya bu konuşmasının sebebi boşandığı kocası mı henüz bilmiyorum ama Kıvılcım bu derece endişeli ve kızının birini sevmesi, hamile kalması hatta onunla tartışırken “Çünkü sen mutsuzsun diye herkes öyle olsun istiyorsun” deyişinde bile kontrolünü kaybetmemişken Doğa’nın okulu bırakacağını öğrendiğinde hıçkıra hıçkıra ağladı. Demek ki ciddi manada korkuları var bu yönde. Kızının engelleneceğine, mutsuz olacağına emin gibi.

Bütün bunları düşününce aklımda tek bir soru oluştu : Peki Kıvılcım nasıl bu kadar emin konuşabiliyor? Ayrıca kocası terk ettiğinde, boşandığında hatta kocasının yeniden evlenme kararı aldığını öğrendiğinde bile tek bir tepki göstermeyen kadın kızı için hıçkıra hıçkıra ağladı ve dediği o cümle “Bir hata her şeyi nasıl mahveder biliyoruz” Ve “Ben seni şimdi anlıyorum anne” lafı Kıvılcım’ın bilmediğimiz çok fazla yaşanmışlıkları olduğunu gösteriyor. Bakın ben bu cümlelerin rasgele kullanılmış cümleler olduğunu düşünmüyorum. Eğer Kıvılcım “Ben böyle bir hata yapmadım ama” demeseydi ben onun da Doğa gibi bir şey yaptığını söyleyebilirdim fakat şimdilik sadece bana biraz daha kırıntı verilmesini bekleyeceğim sanırım. Zira kafam hala karışık bu konuda. Kıvılcım evet çocuklarının iyiliği için her şeyi yaptığını söylüyor fakat burada şöyle bir durum var ki; o kızlarının her şeyini o kadar çok yönetmiş ki kendi başlarına karar alma yetileri dahi sorgulanacak durumda. Çimen halası gibi umursamaz davranıyor, Doğa’ysa daha kendi başına karar bile veremiyor ve tüm bunlar Kıvılcım’ın katı kurallarından, baskıcı yapısından ve çocuklarına söz hakkı tanımayışından kaynaklanıyor maalesef. İdealist bir eğitimci, anlayışlı bir patron olabilir ama ebeveynlik sınavında kalmış gibi duruyor ve biz bunun en net halini Doğada görüyoruz şu an.

Ben şu an için Doğa’nın kendine ait bir düşüncesi, bir fikri olduğunu dahi düşünmüyorum maalesef. Fatih okulu dondurmasını istediğinde aklına gelen ilk şey annem ne der oldu, halbuki burada düşünmesi gereken şey “Ben ne istiyorum” demek olmalıydı. “Ben annem gibi düşünmüyorum Fatih’in ailesi hakkında” düşüncesinde fakat Pembe’yi ve Nursema’yı görür görmez aklına ilk “Acaba bana da kapan derler mi?” düşüncesi belirdi. Yani annesinin düşüncesi. Aslında bu da çok doğal, çünkü o da Fatih gibi belirli kalıplarla, fikir ve düşüncelerle büyümüş biri. Annesinin muhafazakâr insanlara karşı düşüncesi belli ve bunu her defasında dile getirmekten çekinmiyor. Onun korkularının oluşması da bunu dert edip sorması da çok normal.

Farkındasınızdır biz daha Doğa’nın kendine ait tek bir hayaline, belirttiği fikrine tanık olmadık. Ya Fatih ve Ünal ailesiyle yahut kendi annesiyle ilgili düşüncelere katılmak zorunda kalıyor. Ben düğün istemiyorum diyen Doğa’ya Nilay’ın ne dediğini hatırlayın ; “Senin ne düşündüğünün bir önemi yok, babamın bir itibarı var.” Zaten görünürde Doğa’ya “ Doğa sen ne dersin” dense de ben daha tek bir söylediğinin iki aile tarafından da kabul edildiğini görmedim ki o da bir fikir belirtmedi zaten. Çünkü bu zamana kadar kendi başına aldığı doğru düzgün karar olmamış ki. Ben diş hekimi olma düşüncesinin bile annesinden geldiğini düşünüyorum. Çünkü buna karşı bile bir heves bir heyecan görmedim kendisinde. Doğa şu an sadece dalgalar onu nereye savurursa oraya yöneliyor ve bunun farkında bile değil. Açıkçası Kıvılcım gibi benim de okuma, ve okula devam etme konusunda endişelerim var. Evet belki Fatih gerçekten okulu bırakmasını değil de ara verip onun da bebeğinin de sağlıklı olmasını istiyor ama ben size bir şey diyeyim mi bu ara uzar gider. Zira önce bebek doğsun denir, sonra bebek azıcık büyüsün sonra devam edersin kaçmıyor ya denir. En son bu yaştan sonra okuyup ne yapacaksın bir elin yağda bir elin balda ailenle ilgilen denir ve konu kapanır. Umarım ne benim ne de Kıvılcım’ın korktuğu gibi olmaz , bu konuda Fatih’e güvenmek istiyorum çünkü. Bu işin sonu nasıl olursa olsun ben biliyorum ki Kıvılcım söylediği gibi kızının hem yanında hem de arkasında duracaktır. Benim asıl merak ettiğim Fatih’in nerde duracağı?

Fatih babasının sözünden çıkmayan biri ,hatta bence bu zamana kadar bir kez bile söylediği şeylere karşı çıkmamış. Çünkü kahvaltıda Doğa hakkında söylenen şeylere şaşırıp üzülse de ses etmedi. Düğün, nikah, aynı evde yaşamak her şeyi babasının istediği doğrultuda ilerliyor. Bu yüzden Fatih kendini özgür hissetse de bence o da öyle değil. Bunun en bariz örneğini “Kır düğünü” meselesinde gördük bence. Babası Fatih’in ne dediğini duymadan kestirip attı , Fatih sesini dahi çıkarmadı.

Ben Fatih’in iyi niyetli olduğunu düşünsem de kafamda soru işaretleri yok değil. “Doğa ben senin hamileyken okula gitmeni istemiyorum.” Fatih Doğa’ya da bebeğine de düşkün biri, bunu ilk sancılandığında doktora gidelim deyişinden belli ama Doğa’nın fikrini ne düşündüğünü dahi sormadan okulu dondurmasını istemesi bana hiç doğru gelmedi. Aslında anne babasının ilişkisine baktığımda Fatih bunu yaptığının farkında bile değil. Hem yengesiyle abisinin hem de anne babasının ilişkisi böyle yürüyor. Fatih gerçekten inanarak bazı şeyleri söylüyor; mesela “Kapanmak bir tercihse kapanmamak da öyle.” Demişti Doğa’ya bu çok doğru çünkü Nilay da iki yıldır orada yaşıyor ve kapalı değil. Ama yine de hem bu emrivaki hem de bugüne kadar defalarca konusu geçmesine ve onlarca söz verilmesine rağmen bir tek okul konusunun ortaya atılması, üstelik birçok çözüm yolu bulunabilecekken ilk olarak okulun gözden çıkarılması iyi düşünmeme mani oluyor maalesef. Üstelik “Sen artık evli ve hamile bir kadınsın senin önceliğin artık burası, ailen” lafı irkilmeme sebep olacak kadar ağır geldi. Bakalım Fatih Abdullah bey gibi sadece onun istekleri yerine geldiği zaman mı anlayışlı yoksa bu ruhunda mı var izleyip göreceğiz.

Abdullah Ünal çok anlayışlı, tercihlere saygılı gibi görünse de yaptıkları ve söyledikleri asla birbirini tutmuyor maalesef. Abdullah beyin “Çocuklar bir karar vermiş, kızınız reşit biz onların kararlarına saygı duymak zorundayız” dediğinde içimden tam da şu geçti “ Eğer Fatih biz Doğa’nın annesiyle yahut kendimize ait bir evde yalnız yaşamak istiyoruz” deseydi Abdullah bey yine aynı şeyi söyleyecek miydi? Ya da Doğa ve Fatih biz düğün istemiyoruz bu kesin kararımız deseydi Abdullah bey yine saygı duyacak miydi bu karara? Çok net söylüyorum ki hayır bunu asla kabul etmeyecekti. Çünkü daha sabah kahvaltıda düğün için onun “Antin kuntin” hayaller kurmaması gerektiği konusunu çok net vurguladı. Kendi açılarından düşündüklerinde çok anlayışlı gibi görünse de Fatih babasına karşı çıkmaya başlarsa olaylar nasıl cereyan edecek şimdiden merak etmeye başladım. Çünkü gördüğüm kadarıyla Fatih baya özgür gibi görünse de o babasının istediklerini yaptığı sürece özgür ve bence o da en az Doğa kadar görünmeyen bir baskıyla yaşamış. Ben bu baskının aynısını Nursema’nın da yaşadığını düşünüyorum. Zira yurt dışında eğitim almış, kültürlü bir kadın. Fakat o da baya baya önyargılı yaklaşıyor insanlara.

Kıvılcım nasıl ki önyargılı davranıyorsa muhafazakâr ailelere Fatih’in kardeşi de öyle önyargılı seküler kişilere karşı. Şu an ne yaşadı bilmiyorum ama bu kadar keskin yargılarda bulunduğuna göre ben Nursema’nın da bir şeyler yaşamış olduğunu düşünüyorum.

Herkes seçimini yaptı, Doğa; Fatih ve bebeğini seçti, Fatih onlarla bir hayat kurup mutlu olmayı. Bakalım bu evlilik Doğa’nın dediği gibi ikisi arasında mı yoksa iki aile arasında mı olmuş, sanırım hep birlikte öğreneceğiz.
O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

Ayrı Dünyalar (Kızılcık Şerbeti,1.bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

Kızılcık Şerbeti daha ilk sansasyonel tanıtımıyla radarıma girmeyi başaran bir iş oldu. İki zıt kutuptaki ailenin birbirine aşık gençleriyle bir araya gelme hikayesinin, ön yargıların insanları nasıl etkilediğini anlatan dizi beni ilk bölümüyle derinden etkiledi. Dizide ayrıca Sıla Türkoğlu, Barış Kılıç ve Evrim Alasya’nın başrol koltuğunda oturması, özellikle de Kıvılcım karakterinin daha ilk sahneden ruhumu zaptetmesiyle “Ben bu işi yazmalıyım!” dedim ve işte karşınızdayım.

Sevmek, sevildiğini hissetmek bu hayattaki en kıymetli şey bence çünkü bir insan yeterince sevilir ve o sevgi doyumuna ulaşırsa verdiği kararlardan tutun da hayatın akışında bile ona göre davranır. Halbuki sevilmeyen, o sevgi yoksunluğunu yaşayan insan karşısına ilk çıkan şeyi sevgi zanneder ve ona sığınır.  Özellikle anne ve babasından sevgi doyumluluğuna ulaşmayan biri ya kendini sevilmeye layık görmeyip tüm kapılarını kapatır ya da karşısına  çıkan ilk şefkate sığınır ve ne olursa olsun onu kaybetmemek için çırpınır durur. Bana göre Doğa anne babasının sevgisizliğini, onların yanında olmayışını ve onlardan hiç şefkat bulamayışını Fatih’te kapatıyor. Tabi ki aşık değil yahut sevmiyor onu demiyorum ama bunun rolü yokta değil. Ve Kıvılcım onun da sorunsuz bir aile geçmişi olduğunu  zannetmiyorum çünkü çevresinde o kadar kalın duvarlar var ki o duvarları kendi iradesiyle ördüğünü de o sınırları da kuralları da sadece koruma amaçlı koyduğunu da düşünmüyorum.

Kıvılcım aslında bu sert ve disiplinli yapısı sayesinde hayatını yönetebiliyor çünkü bu sayede duygularını yani zayıflıklarını yok sayabiliyor ve umarım bize de gösterilir ama ben tüm bu davranışlarının altında bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Yani bunca yıllık eşinden boşanmış, çocuklarını tek başına büyütmüş ama annesi dahil kimse onun bunlar yüzünden bir kez bile ağladığını dahi görmemiş.  Bir insan bu kadar şeyi üst üste yaşayıp da yarasız, beresiz bu durumu atlatamaz. Kıvılcım’ın da bu kadar sert olmasının altında çok ciddi sebepler var diye düşünüyorum. Şimdilik bunların ne olduğunu bilmiyorum ama ailesindeki en sert insan,o. Annesi, söylendiği kadarıyla kız kardeşi de böyle değil. O zaman onu böyle yapan ne? Fakat şu da su götürmez bir gerçek ki hiç bir insan doğuştan böyle duygusuz, katı, kuralcı ve kalıpçı doğmaz. Bir şeyler olmuş olmalı ki Kıvılcım etrafında kurallardan bir duvar oluşturmuş olsun.  Benim asıl merak ettiğim bunların sebepleri. Yani Kıvılcım neden bu kadar sert, kapalı insanlara karşı neden bu kadar önyargılı? Sınıfsal ayrımcılığa bir eğitimci olarak nasıl bu kadar destekçi? İşte benim onun hakkında asıl merak ettiğim şeyler bunlar.  O kadar net ve sert ki, bakışlarıyla bir kayayı paramparça edebilir bence.

Kıvılcım’ın bu tavrını, ön yargılarını ve kendisinden farklı insanlara karşı bakış açısını ilk alışverişte, sonra da Fatih’in tanışma gecesinde gördük. Fatih, Sönmez Hanım’ın elini öperken ona takındığı tavır aslında her şeyi anlatıyordu. Kıvılcım oldukça soğuk ve üstten bir bakışla süzerken Fatih’in dediklerini duymadı bile. Önyargı olaylarda çok işe yarayan, insanların geniş perspektifle olayları analiz etmesini sağlayan bir şeydir ama bu durum insanlarda çok az işe yarar. Kıvılcım bana sorarsanız hatayı burada yapıyor. İnsanları tanımadan onları kafasında gruplandırıyor. Bunu nasıl yapacak bilmiyorum ama toplumun da bizleri hatta birçoğumuzu da buna zorladığını düşünüyorum. Yaşantımız, sosyal çevremiz ve belki de kendi kalıplarımız bazı şeyleri görmemizin önüne geçiyor. Özellikle de Kıvılcım gibi böylesine eril bir toplumda, bir kadın olarak ayakta durmaya çalışan bir kadınsanız gardınız hep çok yüksek olmak zorunda zira erkeklerin acımasız dünyası bize başka şans bırakmıyor. Fatih’e tavırları doğru demiyorum ama ben de herkes gibi onu et çengeline çekmeyeceğim, anlamaya çalışacağım. Kıvılcım derisinin altında çok fazla sır barındırıyor bence ve ben hepsini öğrenmek istiyorum.

Kıvılcım’a aslında basit bir gözle bakabilir, işte toplumdaki diğerlerinden bir farkı olmayanlardan biri daha diyebilirdim. Eğer Doğa ile arasındaki büyük kavgaya şahit olmasaydım. Kıvılcım karakter olarak despot, sinirli ve agresif olabilir ama aynı zamanda da çok kontrollü biri. Okulda Ömer’le yaptığı tartışmada da bunu çok net bir şekilde gördüm. Kıvılcım ne olursa olsun kendini kaybetmedi. Doğa ona evleneceğini söylediğinde de aslında önce çok kızdı ama asıl kıyamet bebekle koptu. Hamileyim dediği anda Kıvılcım kendini kaybetti. Doğa’nın bu yaşta hamile kalmasına, evleneceğim demesine ve belki de kızının ilk kez karşısına bu şekilde çıkıp dikilmesine tahammül edemedi ama buradaki durum öyle kızının kontrolünü kaybetme dürtüsü değildi. Kıvılcım okuluna birincilikle giren kızının eğitim hayatını sonlandırma ihtimaline takıldı. O noktadan sonra da karşımda resmen bir canavar vardı. Doğa ne dedi, ne söyledi Kıvılcım için bir önemi yoktu. Kızının evlenip, çocuk büyüterek hayatının en kötü kararını alacağına inandı ki onun yerinde kim olsa onu düşünür. Kız hem çok genç hem de çok toy. Kıvılcım’ın kendini kaybetmesi, psikolojik şiddetini asla tasvip etmiyorum ama endişesini, korkusunu da anlıyorum.

Kıvılcım belli konularda sonuna kadar haklı. Özellikle de bizim toplumumuzda bir kadının eğitimli, kariyerli olması konusunda söylediklerinin altına imzamı çakarım. Neden mi? Sebep çok bariz değil mi? Bu kadar cinsiyetçi bir toplumda başka şansımız mı var? Güçlü olmak zorundayız ve bunun tek bir yolu var: Eğitim! Ancaaaaaakkkk hiç bir sebep, gerekçe ya da bahane bir insanı istemediği halde zorla kürtaja götürmenin bahanesi olamaz. Doğa 20 yaşında üniversite kazanmış reşit ve kendi kararlarını kendi verebilecek bir durumda. Ona bu zorbalığı yapması akıl alır gibi değildi. İkincisiyse o bir ebeveyn olabilir ama çocuklarını bu şekilde baskılayarak, “ Benim evim benim kurallarım” diye diretmesi çok yanlış. Zira bu şekilde çocukları tüm hatalarını, yanlışlarını ondan saklayacakları yetmiyormuş gibi onlara sevgi ve şefkat gösteren ilk kişinin peşinden gider. Yanlışı doğruyu bu şekilde onlara gösteremez aksine onları bile bile yanlışa sürükler. Doğa mesela o gördüğün kadarıyla çok fazla baskıyla büyümüş ve bundan dolayı kendi doğruları yahut düşünceleri bile karşısındaki kişinin tepkisine bağlı olarak değişiyor.  Bir şeye annesi kızacak diye üzülüyor, Fatih’in tepkilerine göre sevinip üzüleceğine karar veriyor mesela. Ve henüz hiç izlemedik o yüzden net bir şey diyemem ama Fatih’in evinde baskı görse bile bunu baskı olarak algılayacağını dahi düşünmüyorum çünkü zaten buna alışarak büyümüş biri o ne yazık ki.

Doğa baskı dolu bir evde anne sevgisi görmeden, en çok babasına ihtiyacı olduğu dönemde babasız büyümüş bir genç kadın. Bu yüzden hem annesinden hem de babasından farklı olarak Fatih ona şefkat gösteriyor ve bu Doğa’nın ona neden bu derece bağlı olup güvendiğini de gösteriyor bir anlamda. Düşünsenize sırf annesi görüp kızacak diye tahlil yaptırmak istemezken Fatih en ufak bir telefonla onu o an sabahı beklemeden hastaneye götürdü. Sabaha kadar endişeyle ne yapacağını bilemeyen Doğa, Fatih’in bebeği istediğini, bunun için ne kadar heyecanlanıp sevindiğini gördüğünde tüm gece ağlayan kızdan eser kalmadı. Bir anda tüm kederi hüznü geride kaldı, çünkü onunla birlikte sevinen biri vardı bu habere. Yanında bir destekçi bulmak bu yüzden onun için çok kıymetli ve Fatih hem sevgisini, hem şefkatini hem de desteğini sunuyor ona.

Şimdi burada bir paragraf açmam gerekiyor çünkü Doğa ile ilgili benim ciddi endişelerim var. Az önce de dediğim gibi Doğa’nın kendisi için istediği bir şeyi görmedim. Bunun en barizi bebektir. Kimse ona “Anne olmak istiyor musun?” demedi. Ne Fatih ne de Kıvılcım sormadı. Kıvılcım meseleyi kürtaja kadar getirdi, Fatih de hemen baba olma mevzusuna daldı. Peki 20 yaşında bir genç kadın anne olmak istiyor muydu mesela? Ben Doğa’dan bu bölüm boyunca evlenmek istiyorum, anne olmak istiyorum ya da diş hekimi olmak istiyorum sözlerinden birini bile duymadım. Hep şu iki cümle vardı: Annem üzülür, Fatih üzülür. Peki ya Doğa? Doğa ne hissediyor? Ne istiyor? Bunu kimse sorgulamazken, evlenirken bile bir yıldırım nikahı yapılıp, genç bir kızın hayalleri halı altına süpürülürken iki aileye de aşırı bir şekilde uzak duruyorum, haberiniz olsun. Şimdi sonra olacak diyenleriniz olabilir ama her şeyi usulüne uygun bir şekilde yapacak gibi görünenlerin bunları da düşünmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Bu hikayede şu anda ben aslında Doğa’yı düşünüyorum çünkü onu kimsenin anladığını sanmıyorum. Fatih’in bile…

Fatih’te ilgili bu hafta elime pek bir veri geçmemiş olsa da ben onların aşkına güvenmek için biraz daha bilgi sahibi olmak  isterdim doğrusu. Fatih gördüğüm kadarıyla saygılı, ailesine düşkün biri. Evet Doğa’yı seviyor, değer veriyor, destek oluyor ve bunlar çok önemli şeyler  ama kurduğu bir cümlesine irkilmedim  değil açıkçası. Fatih “Ben eşimin okumasına karşı değilim” dediğinde bunu tüm iyi niyetiyle söylediğine eminim ama içten içe de “Ya destek olmasaydın, okumasına ve meslek sahibi olmasına karşı olsaydın? O zaman ne olacaktı?” Kıza annesi gibi hapis hayatı mı yaşatacaktı, yahut annesi ablası gibi kapanmasını isteyecek mi ilerde diye düşünmeden duramadım. Zira daha Fatih ile ilgili  konuşmak için çok erken ama muhafazakar bir ailede yetişmiş biri o ve bu durumdan etkilenmesi de mümkün. Mesela Kıvılcım’ın dediği bir cümle de dikkatimi çok çekti. Evet Fatih’in annesi yahut ablasıyla tek kare fotoğrafı yok sosyal medyada. Demek ki bu durumdan hoşlanmıyor. Dediğim gibi Fatih konusunda konuşmak için henüz çok erken umarım benim kaygılarım boşa çıkarda Doğa gerçekten çok mutlu olacağı bir yaşama başlamış olur.

Son sahneyse kafamda bir çok ışığın aynı anda yanmasına sebep oldu. Birincisi Doğa büyük bir yanılgı içerisinde, bir insanla evlenirsen onun ailesiyle de evlenirsin. Yani ben Fatih’le evlendim diye bir durum yok. Şu tanışma toplantısı aslında iki aile arasındaki çekişmenin çok net olacağının sinyalini şimdiden vermiş oldu. İki birbirinden ayrı aile ve dünyada olan bu insanların aile olması sandığınız kadar kolay olmayacak. Özellikle de Kıvılcım ve Pembe arasında yaşanacağını düşünüyorum. Ayrıca evinde bir yastık bile düzeltmeyen Doğa’ya iş yaptırılması, Kıvılcım’ın evinde Doğa adına konuşmalar yapılması doğal olarak Kıvılcım’ı delirtti ama size bir sır vereyim mi? Pembe de ortamda uygun yeri bulduğunda tamamen oğluna yönelik konuşmalar yaptı. Yani aslında gelinim değil, oğlum diyecek bir kadın ancak onun bi farkı var bence. Pembe’nin kızının saçları açıktı. Yani belki de bu aile o kadar da despot olmayabilir ancak şunu da sormam lazım. Ya hamile kalan evin kızı olsaydı, o zaman ne olacaktı?

Ayrı dünyalar, ayrı hayatlar…Doğa ve Fatih yan yana alışveriş bile yapamayan iki aileyi akraba yaptı. Bundan sonra neler olur bilmiyorum ama tarafların ikisinin de sert olduğunu düşünüyorum. Doğa için çok endişeliyim. Fatih’in ailesi oldukça muhafazakar ve Doğa’nın tüm bildiklerini unutturacak cinsten. Kadın  ve istifra örneklerinde olduğu gibi Doğa’nın bir bakış açısı var. Şimdilik el öpmek, kahve yapmak ona ağır gelmiyor ama gelebilir de…Aşk her zaman tüm şiddetiyle bizi sarıp, sarmalamaz. Ben bu evlilik ve iki aile arasında Doğa’nın kabuğunu kıracağı o anı çok merak ediyorum çünkü anladığım kadarıyla yeni hayatı da eskisinden pek de farklı olmayacak gibi duruyor, hayırlısı olsun.

Yazıma son vermeden önce bu ilk bölüme damga vuran iki kadından bahsetmek istiyorum: Evrim Alasya ve Sıla Türkoğlu. Öncelikle Evrim Alasya ile başlamak istiyorum. Bir karakter beni korkutabilir mi? Evet varmış böyle bir ihtimal. Öyle bir Kıvılcım yarattı ki nefesim kesildi izlerken. Beden dilinden, bakışlarına kadar yaymış karakteri. Her hücresiyle ekrandan taşıyordu. Özelikle de Sıla Türkoğlu ile yüzleşme sahnelerinde ağzım açık izledim. Kendisine, performansına öyle hayran oldum ki bazı sahnelerde koltuğumdan dahi kıpırdayamadım. Evrim Alasya’yı izlemeyi de özlemişim ne yalan söyleyeyim, ruhuna, emeğine sağlık.

Sıla Türkoğlu’nun Doğa’sına da tek kelimeyle BAYILDIM. O kadar içten bir karakter yaratmış ki onu sarmalamak istedim. Sıla zaten önceki projesinde de beni kendine hayran bırakmıştı ama burada bambaşka bir ışığı vardı. Doğa’nın korkularını, endişelerini, sıkılmışlığını…Her şeyini dört dörtlük aktardı beyaz cama. Doğa özellikle iç çatışması çok yüksek bir karakter ama ilk bölümden ben onun tüm gelgitlerini çok iyi gördüm, hissettim. Sıla Türkoğlu rolüne iyi hazırlanarak, muazzam bir karakter çıkarmış ortaya. Emeğine, yüreğine sağlık.

Zaman zaman gerim gerim gerildiğim, bazen düşüncelere daldığım bir ilk bölüm oldu. Olaylara daha her iki aile açısından bakmamış olsak da Doğa’nın da dediği gibi belki de her şey daha yeni başlıyordur. Kim bilir? İzleyip görelim

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere. Sevgiyle kalın.

Sen Benim Her Şeyimsin (Senden Daha Güzel,14.bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR 

Yaşamın akışında başlangıçlar ve sonlar vardır. Yeni bir işe başlarsınız, yeni bir ev alırsınız yeni bir şehirde yepyeni bir hayata başlarsınız. Tüm bunlar birer başlangıç olurken geride bırakılanlar son demini almış ve bitmiş olur. Ben garantici bir insanım risk almayı pek sevmem ama şu da su götürmez bir gerçek ki bazen adım atmaya korktuğumuz şeyler en çok ihtiyacımız olan şeyler olabiliyor. Yani yeniden başlamak, toksik bir ilişkiden kurtulmak yahut geleceğe bir adım atıp bazı şeylere son vermek bazen bizim için en iyisi olabiliyor. Emir mesela; “Mükemmel olacağım, en iyisini başaracağım, herkesin saygı duyduğu biri olacağım” düşüncesiyle o hayatın içine sıkışıp kalmışken mutlu olmadığının farkında bile değildi. Sadece ona dayatılan hayatın içinde sürüklenip duruyordu. Efsun’sa korkuları yüzünden güvenli alanına çekilmiş ne kimsenin girmesine izin veriyordu ne de oradan çıkmaya niyeti vardı ta ki hayatına bir yabancı ondan izinsiz dalana kadar.

Efsun yaşadığı travmalardan dolayı çok sevdiği mesleğini bırakmış, cerrahlık ve kendi arasına kocaman bir set çekmiş ve  anne babasının ilişkisi yüzünden hayatına birini almadan öylece yaşayıp gidiyordu. Babasının dizinin dibinde kimsenin ona bulaşamayacağı kendi yağında kavrulup gidiyordu. Farkında değildi ama onun da kendini ait hissetmediği bir hayatı vardı. Yalnızdı, korkularına kendini hapsetmiş, hiç kimseye gerçek duygularını açmadan yok sayarak yaşıyordu. Ta ki annesi Emir vasıtasıyla onu İstanbul’a getirene kadar. O bu olaydan sonra önce yavaş yavaş fark etmeden güvenli alanında çıkmayı sonraysa korkularıyla baş edip risk almayı öğrendi. Aslında o her tökezlediğinde, yalnız hissettiğinde yahut yanında biri olsun istediğinde yani başında Emir’i buldu. Onun varlığı bir çok şeyin üstesinden gelmesini sağladı ve asla yapamam dediği şeyleri başarmak için kolları sıvadı. Başardı da; o bu sayede hayatının aşkını bulup mesleğine geri dönerken, aynı zamanda annesiyle arasını da düzeltmiş oldu. Aslında anne kızın arasının düzeldiğini görmek en çok istediğim şeylerden biriydi. Uzun uzun konuşup Efsun’un da Pervin’in de yaralarının sardığını görmeyi çok isterdim.   Efsun’la ilgili aklımda birçok soru işareti kalmış olsa da sonunda gerçekten mutlu olduğunu görmek benim için büyük zevkti. Ben inanıyorum ki Gaziantep’te en çok sevdiği kişiyle çok güzel bir hayat yaşamaya devam edecek. Her fırsatta gazeteci Bekir’le kavga edecek, insanlara bedava hizmet verecek, Binnur’la birlikte Gaziantep’in altını üstüne getirecekler. Emir’le o ne yapmak isterse istesin yan yana durup her şeyin üstesinden gelmenin bir yolunu bulacaklar. Çünkü onlar birlikte yepyeni bir başlangıç yapıp birbirlerini buldular.

Emir başta asla empati kuramadığım, bazen ekrana girip güzel bir nasihat çekmek istediğim bazense ekran karşısından bana saç baş yoldurtan bir karakter oldu. Ama onun hikayesi açıldıkça, karakteri derinleşip neden böyle davrandığı sorusunun cevaplarını aldıkça ona karşı duygu ve düşüncelerim de değişmeye başladı. O mükemmel görünen bir hayatın içinde yapayalnız ve mutsuz büyümüş bir çocuktu. Hayatta en çok güvenmesi gereken öz anne babası onu bırakıp gitmişken o, ona koruyucu olan aile onu bırakmasın diye uğraşıp durmuş. Kim bilir hata yapmaktan, bir gün ondan sıkılıp onu aldıkları yere geri bırakacaklarından ne kadar çok korkmuştur. Büyüyüp yetişkin bir adam olduğunda bile sırf çevresindekiler onu bırakıp gitmesin, onu sevsin saygı duysun diye aynı çırpınışları devam etmişti. Kusursuz olmak için dümdüz bir adam olup çıkmıştı. Ne yaşamından ne de yaptıklarından zevk dahi almıyordu ve o bunun farkında bile değildi. Hayatına kimseyi almayıp gençlik hatası evliliği telafi etmeye çalışmıştı. Fakat hayat bu biz plan yaparken başımıza gelenlerdir ya biraz da. Emir de yaşamının böyle sürüp gideceğini, günü geldiğinde kliniğin tek yöneticisi olacağını ve hep böyle mükemmel(!)  bir hayat yaşayacağını zannediyordu. Ta ki yaşamının tam ortasına bomba gibi düşüp hayatının her anına ortak olan Efsun gelene kadar. O aslında Emir’e bahşedilmiş bir armağandı ve Emir bunu çok sonra öğrenecekti. Efsun’un hayatına girişi onun için yeni başlangıçların habercisi oldu resmen. Önce onun varlığını, ortaklığını kabul etti sonraysa o hayatında kalsın diye kliniğin yarısını gitmesine sesini dahi çıkarmadı. Onun varlığı Emir için kendini bulma yolunda rehber oldu ve önce içindeki gerçek Emir’in kendini keşfetmesini sağlarken o duygusuz, katı, sert kişiliğine büründüğü maskesini de söküp attı. Zaaflarını, endişelerini tek tek ona anlattı ve onu hayatının tam merkezine yerleştirdi. Onunla çoğu acısını, korkusunu geride bıraktı ve yepyeni bir yaşama başladı. Hep ve çok çok mutlu olması dileğiyle.

Bu dizide en güzel şey Emir ve Efsun’un masallara konu olabilecek nahiflikte bir hikayeleri vardı. Aşkın rekabeti kendi içindedir ki Emir’le Efsun’un kendi marazları zaten yan yana gelmelerini epeyce zorlaştırmıştı. Üçüncü sınıf karakterlere, hikayelere gerek yoktu. Sevda’nın ortaya çıkış anına kadar aslında biz birbiriyle her konuda  konuşan, sorunlarını, kırgınlıklarını çözen bir peri masalı izliyorduk. Nedense o masal hikayenin kalemi tarafından evin en ücra köşesine atılan bir eşya gibi fırlatıldı. Birbirinden bir sürü sır saklayan, konuşmayıp sadece bakışan bir çifte döndüler. Hal böyle olunca da zaten kült bir izleyiciye hitap eden iş, o kitleyi de kaybetti. Açıkçası ben oldukça sinirliyim bu hususta. Hikayenin açılacak onca kısmı varken en olmayacak kısmıyla ilgili yapılanlar beni çok üzdü ve bence dizinin de sonunu getirdi.

Son bölümdeki gibi birbirinin yarasına merhem olan, daha ilk andan birbirlerini bambaşka dilden anlayan Efsun ve Emir’in hikayesi kalbime işliyordu. İzledikçe daha da derinine temas ediyordum ama bir yerlerde kopmalar başladı. Efsun dinlemeyen kadına, Emir de onu anlamayan bir adama dönüştü. Halbuki Efsun’u konuşmadan anlayan tek adam değil miydi Emir? Gözlerinden anlardı. Efsun ondan bir şeyler saklayacak, Emir de bunu anlayamayacak öyle mi? Yazdığınız karakterlere neden bu kadar kolay ihanet ediyorsunuz ki siz? Emir’in altı bu kadar oyulmamalıydı diye düşünüyorum. Emir karakteri elimizden gidince geriye de mızmız gibi görünen bir kadın kaldı ne yazık ki ve ben bunun için direkt olarak senaristi suçluyorum.

Her kıyafet, her bedene uymaz. Genel izleyici kitlesine hitap etmek için yazılan hiç bir hikaye bu kurguya olmazdı, eğri dururdu ki öyle de oldu. Efsun ve Emir’i farklılıklarıyla sevmiştik ama bu ikiliyi tek düzeye döndürmek dizinin sonunu getirdi. İlk yazıldığı haliyle kalsaydı, ana konulara girilseydi bence biz bugün hala yeni bölüm analizini konuşuyor olurduk diye düşünüyorum, neyse artık söyleyecek pek de bir şey kalmadı.

Ben aklımda birçok soru işareti ve izleyicinin hayal gücüne bırakılmış bir çok detayla sonlandığı için içimde buruk bir hüzünle finalini izlemiş olsam da “Senden Daha Güzel” Benim için hep çok özel bir iş olarak kalacak. Hiç bitmeyen enerjisi, umut aşılayan bakış açısı, sevdiğim ve izlemekten zevk aldığım oyuncu kadrosuyla bana hep iyi hissettirdi. Ayrıca Pervin’in kızı için deli gibi çırpınışları, Kaya’nın çocuklarına karşı gösterdiği  o sert ve uzak tavrının çocuklarında yarattığı travmaları, Serpil’in kendini kanıtlama çabası hayatın ta içinden yaşanıyormuş gibi hissettirdi bana. Şirin’in ismiyle ve Yaşar’ın mesleğiyle tam tersi karakterler oluşu bir o kadar marjinal kişilerin olduğunu da hatırlatıyordu bana. Ama Emir’le Efsun’un birbirine olan destekleri, birbirini hayata yeniden bağlamaları ve ikiyken bir olmaları çok güzel ve özeldi benim için.

Ama bu diziyle ilgili iyikilerim kadar keşkelerim de yok değil. Keşke Efsun ve Pervin’i daha çok izleyebilseydik, keşke diziye ve EfMir ilişkisine hiçbir katkısı olmayan Sevda izlemek yerine anne kız, baba oğul çatışması izleseydik. Keşke Efsun’un adım adım korkusunu nasıl yendiğini, geçmişinde tam olarak neler olduğunu, kremini ve anne babasının yüzleşmesini en azından bir kerecik olsun görebilseydik. Keşke Emir ve Cem’i abi kardeş oluşuna daha çok tanık olsaydık. Belki o zaman bu kadar soru işaretleri kalmazdı aklımda. Belki o zaman bu kadar yarım kalmış hissetmezdim. Belki o zaman son bulmaz kendine başka bir platformda yepyeni bir yer edinebilirdi. Ama kısmet değilmiş demek ki. Her ne olursa olsun yine de iyi ki izlemiş ve yazmışım, iyi ki Senden daha güzel ailesini tanımışım. Ekran önü ve arkadasındaki set çalışanlarının hepsinin eline, emeğine sağlık.

Son olarak Cemre Baysel ve Burak Çelik ikilisine bir paragraf açmak lazım diye düşünüyorum. Ekrandaki uyumları o kadar iyiydi ki daha ilk bölümden ısınıvermiştim. Yarattıkları Efsun ve Emir’e çok inandım ben. Hep destek olmak istedim çünkü çok gerçeklerdi. Bence dizinin bunca insana ulaşmasını da bu samimiyet sağladı diye düşünüyorum. Buradaki yol kısa olsa da çok güzeldi ve ben bu ikiliyi yeniden izleyeceğime olan inancımı da sabit tutuyorum.

Efsun ve Emir Demirhan sizi asla unutmaycağım…

 

Şimdilik benden bu kadar, yeni bir yolculukta yepyeni yazılarda görüşmek üzere. Hoşçakalın

Sen Benim Diğer Yarımsın (Senden Daha Güzel, 13.bölüm)

 

YAZAR : Simay DEMİR 

İnsanın mücadelesi daha doğmadan başlar. Anne rahminde diğer 20 milyon spermle, iyi bir okul için arkadaşlarla, iyi bir üniversite, iş hayatı hiç durmadan sadece koşuşturmacayla yitip gider, hayat. Aslında hep mücadele halindedir; doğayla, çevresiyle, düşmanlarıyla dostlarıyla… Tüm bunlarla belki bir şekilde başa çıkmanın yolunu bulur da peki ya kendiyle olan mücadele onunla nasıl baş eder insan?

Efsun Sevda için önce kendisiyle sonra da aşkıyla mücadele etti. Sonunda kaybeden taraf olsa da asıl kazanan yine kendisi oldu. Emir’in ise hayatı mücadele etmekle geçmiş olsa da aslında onun da en büyük mücadelesi kendisiyle olandı. İkisinin de aşkla savaşı birbirlerini bulmaları ile son buldu.

Efsun’un en büyük savaşı kendisiyleydi aslında. Travmaları vardı, hayatını tamamen değiştiren korkuları ve sorunlu bir aile yaşamının tam ortasında debelenip duruyordu. Annesinin isteğiyle geldiği yeni iş yerinde önce ortağıyla sonra da kliniktekilerle mücadele etti. Fakat onun en çetin mücadelesi aşkla olanıydı. Çünkü Efsun kolay kolay hayatına birini alacak bir kadın değildi. Kendini ve acılarını kapalı bir kutu gibi dış dünyaya kapatmıştı. Annesinden dolayı ilişkilere de pek güveni yoktu ve bu yüzden hayatına birini almadan, kendini muhtaç insanlara yardıma adamış bir şekilde yaşıyordu. Babası ve Binnur’la kurduğu küçük dünyasında risk almadan geçinip gidiyordu. Ta ki hayatına Emir girene kadar…

Efsun Emir’i tanıdıktan sonra birine güvenmeyi, başı her sıkıştığında elini tutacak biri olduğunu, ağladığında, mutlu olduğunda her zaman yanına koşup konuşabileceği biri olduğunu gördü. O Emir’le yalnız kalmak, her an güçlü görünmek zorunda olmadığını anladı. İşte tam bunların idrakına vardığı an hayatlarına Sevda girdi ve bu sefer kalbindeki aşkla mücadele etmek zorunda kaldı. Onu yok saymak hatta mümkün olsa tamamen bitirmek istiyordu. Çünkü vicdanı bunu kabul etmeyecek kadar merhamet doluydu. Ama ne yaparsa yapsın aşk galip geldi ve o, yaralı haliyle kendini bir eşeğe binmiş bir şekilde Emir’in peşinde buldu. Ona olan aşkı o denli büyüktü işte.

Bir tek Emir ve Efsun değil hayatla savaşı olan; Pervin, Kaya, Serpil hepsinin bir amacı ve direnişi var. Pervin hayatı boyunca Doktor olmak istemiş bu yüzden çabalayıp durmuş, aşık olduğu adamı, hatta canından çok sevdiği kızını bile ardında bırakacak kadar çok istemiş bunu ve sıfırdan başlayıp yepyeni bir hayat kurmuş kendine. Serpil mesleğini, kariyerini çocukları için bırakmak zorunda kalmışken hem kocasına hem de herkese kendini kanıtlama peşinde. O bir yandan ailesini bir arada tutup aralarındaki bağ olurken bir yandan da bir iş insanı olarak neler yapabileceğini göstermek istiyor. Onun aksine Kaya iki çocuk babası olsa da aile olmak baba olmak ne demek maalesef ki bilmiyor. Eve ekmek getirerek yahut bağırıp çağırarak baba sıfatı kazanılmıyor ve Kaya’nın bildiği tek yol bunlar. O çocukları iyi olsun diye mücadele ederken aslında onları kendinden de sevgisinden de mahrum bırakmış. Babasıyla neler yaşadı, neden onu hiç tanıyamadı bilmiyorum ama bunun bedelini Emir’in ödediği çok açık.

Evet belki Senden Daha Güzel evreninde herkesin bir hayat mücadelesi vardı ama bence bu konuda en çetin savaşı veren kişi hiç şüphesiz Emir. Onun kendisiyle, babasıyla, geçmişi ve geleceğiyle savaşı vardı ve Efsun sayesinde hepsini tek tek kazandı.Aslında Emir doğduğu günden beri mücadele halinde. Sevdikleri onu terk etmesin diye bambaşka biri gibi davranmak zorunda kalmış. Yetimhaneden gitmek ve bir aile edinmek için o küçücük yaşta kendinden ödün verip durmuş ve Demirhan ailesi onu kabul etsin diye hayatını olmadığı biri gibi idame ettirip yepyeni bir Emir yaratmak zorunda kalmış. Aslında ne kadar acı bir durum öyle değil mi? Sırf kabul görmek, sevilmek ve olduğu duruma tutunabilmek için yaşamı boyunca bir maskenin ardında gizlenmek zorunda kalmış Emir. Buna rağmen babasının görmediği, sevgisini göstermediği, gerçekte hiç mutlu olamadığı bir hayat sürmüş. Ne hiç kimseye gerçek kişiliğini gösterebilmiş, ne de olmak istediği kişi olabilmiş. Hayatı başkalarının onayını almak için mükemmel olmaya çalışmakla geçmiş. Ta ki hayat ona bir “Armağan” sunana kadar.

Emir’in yaşamına Efsun girdikten sonra ilk kez kendi olduğunu ve en önemlisi mutlu olduğunu hissetti. O Efsun’la içinde gizlediği ne varsa dışarı çıkarmaya ve korkmadan öyle yaşamaya başladı. Hayatla ve kendiyle girdiği mücadelenin aslında onu ne kadar yorduğunu ve kusursuz olmasa bile sevilecek biri olduğunu gördü. Bu yüzden Efsun onun için sıradan bir kadın olmadı hiç bir zaman. Çünkü Efsun onun içini görebilen, kalbindeki boşluğa dokunabilen ve ona mutsuzluğunu unutturan tek insandı. En önemlisi o gercek Emir’i ortaya çıkarabilen tek kişiydi. Emir onun yanındayken kendi gibi olabildiği tek zamanları yaşıyordu ve bu onun için tarifsiz bir öneme sahipti. Fakat bir yerden sonra sadece onu üzdüğünü ve ona zarar verdiği düşüncesiyle içi içini kemirmeye başladı. Çünkü Sevda yüzünden sürekli kıskançlık yaşaması, Filiz’in her an peşlerinde olması Efsun’un mutsuz olmasına sebep oluyordu. Bir de üstüne Binnur’un ameliyathane önünde söyledikleri Emir’in gitme kararı almasına yol açsa da bence en önemli sebep Emir’in Sarp gibi Efsun’un da Sarp’a aşık olduğunu düşünmesiydi. Çünkü Emir’e göre Sarp; kusursuz seven, üzmeyen, incitmeyen biriydi, yani tam da Efsun’a layık biri.

Emir hiç bir zaman göremedi Efsun’un sevgisini çünkü ona layık görmedi kendisini ancak onun en büyük sınavı o hastane odasında oldu. Sevdiği kadını kaybetme korkusu, ihtimali Emir’in dile gelmesini sağladı. Efsun onunla ölüm arasına girerken aslında Efsun’dan duyması gerekeni ona hayat gösterdi, Efsun onu seviyordu ama işte Emir buna hiç bir şekilde ihtimal vermedi. Verdiğinde de çekip gitmek istedi. Emir için Efsun’un canını yanmasına sebep olmak çok ağırdı ve o bunu kaldıramadı.

Emir duydukları, yaşadıkları karşısında büyük bir şokla berbat bir karar aldı. Sevdiği kadını, işini, ekibini, ailesini herkesi geride bıraktı ve kendi yoluna gitti.

Aslında ben bunun kendini de Efsun’u da inandırmak istediği bir kalkan olarak kullandığını düşünüyorum. Çünkü Emir Sarp’ın söylediklerinden sonra gitme kararı aldı ve aslında Efsun’un hala Sarp’a aşık olduğunu düşündüğü için gitti. Düşünsenize Efsun sana aşığım dediğinde çok şaşırdı, inanamadı. Efsun’un aşk itirafından sonraysa ona tamamen teslim oldu. Zira o da biliyor aşkla ne kadar mücadele ederse etsin sonunda kazanan yine aşk olacaktı. O aşka yenilip kazanmayı tercih etti. Hep mutlu olması dileğiyle.

Hayat bu her adımımız bizi yolumuzdan ayırmak isteyen engellerle dolu, bir tek dizilerde değil gerçek hayatta da mücadele ettiğimiz çok şey var. İyi bir okul, iyi bir gelecek, iyi bir yuva, aile, aşk sevgi, intikam… Daha sıralayabilceğim milyonlarca şey var uğruna mücadele ettiğimiz. O yüzden bence bazen durup bir nefes almalı ve sadece “Ben ne istiyorum” diye sormalıyız kendimize. Çünkü tam o zaman aslında ne olduğunuz ve ne olmak istediğinizi anladığımız an olacaktır.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya son kez görüşmek dileğiyle.

 

 

 

 

 

 

 

Benimle Oynama Dayanamam (Senden Daha Güzel,12.bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

Aşk nedir? Bir insana körü körüne bağlanmak mı? Karşılıklı yahut karşılıksız sevmek mi? Tüm mantığını bir kenara bırakıp sadece duygularına yoğunlaşmak mı? Aşk birçok insan için bir çok şeyi ifade eder; bağlılık, sadakat, güç, tutku, arzu, hırs… Bana göre aşk güvendir ve ben sanırım aşkta ilk karşımdakine güveniyor muyum, ona bu güveni sağlıyor muyum sorusuna cevap arıyorum. Emir ve Efsun için aşk tam olarak neyi ifade ediyor bilmiyorum ama bu konuda birbirlerinden farklı düşündükleri aşikar. Efsun deli gibi aşık olduğu halde onu bir başkası için yok saymayı seçecek düşüncedeyken, Emir duygularından emin olduğu kadını kaybetmemek için herkesi karşısına almaya hazır buna en yakın arkadaşı da dahil. Ama bu demek değil ki Efsun Emir kadar çok sevmiyor, o Sevda’nın yaşamı için Emir’den vazgeçmişken Emir için kendi hayatından vazgeçecek kadar çok seviyor onu.

Efsun merhametli biri amenna, insanlara yardım etmeyi seviyor, ücretsiz destek oluyor. Onların hayatlarını iyileştirirken kendi ruhunu da besliyor aynı zamanda. Kaybettiklerini bu şekilde telafi ediyor bana kalırsa. Ama sevdiği adamı sevildiğini bile bile sırf biri mutlu olsun, yaşamak için bir umudu olsun diye hem onu hem de kendini mutsuzluğa mahkum etmesi bana pek mantıklı gelmiyor açıkçası. Evet kabul ediyorum Sevda’nın birkaç yıl ömrü kaldığını düşünüyor, kendince onun umudunu yok etmek istemiyor, bunun vicdanıyla yaşayamaz  hepsine tamam. Ama kim bir gün sonra yaşayacağının garantisini verebilir ki?  Bakın birkaç gün, birkaç hafta yahut ay değil kadın yıl diyor yıl ve Efsun daha sadece birkaç hafta önce kaza geçirip ölümle burun buruna gelmişken aşkını hiçe sayıyor bir ihtimal için. Kendi birkaç yılını belki ömrünü  heba ediyor. Bunu yaparken yanında Emir’in hayatını da alt üst ediyor farkında değil. Tamam anlıyorum Sevda ona arkadaşça yanaştıkça kendini kötü ve ona karşı borçlu hissediyor ama kusura bakmayın bunu onun umudunu kırmamak için yaptığını söylese de Sevda’ya umut aşılamanın da onu kurtarmaya çalışmanın da birçok yolu var. Fakat ne hikmetse sanki bir tek Emir’in ilgisi sevgisi onu kurtaracakmış gibi davranması merhametten bambaşka bir boyut, üzgünüm. Üstelik Efsun sıradan bir insan değil bir doktor; moral motivasyon bir yere kadar iyi gelir tamam ama Sevda sırf Emir’in sevgisi ona iyi geliyor diye iyileşemez. Üstelik bu Emir’e büyük haksızlık. Onun hiç bir şeyden haberi yok, Efsun’un davranışlarını sebebini anlamaya çalışırken bir anda onu Sarp’la gördü, en yakın arkadaşıyla.

“Dayanamam, seni onunla görmeye dayanamam” Belki Efsun değil ama Emir için çok önemli bir cümle bu. Çünkü Emir belki de Sarp dışında herkesle Efsun için mücadele edebilir ama aynı şeyi Sarp’a karşı yapar mı bundan Emin değilim. Zira Sarp onun için sadece bir arkadaş değil. Tüm hüznünü, dertlerini, mutluluklarını paylaştığı çocukluk arkadaşı ve şimdi kardeşim dediği kişiyle sevdiği kadını birlikte zannediyor. Bu bir tek Emir için değil bu durumu yaşayan, yaşayabilecek her insan için altından kalkamayacağı kadar ağır bir yük bana kalırsa. Bu yüzden Efsun’u alıp konuşması da derdini açık açık anlatmaya çalışması da bana çok doğru geldi. O bununla yoluna hiçbir şey olmamış gibi devam edemezdi. Çünkü Emir eski Emir değil, o duygularını saklayan, sadece mükemmel olmak için uğraşan kişi çoktan gitti.

Emir Efsun’a aşık olduktan sonra çok değişti ve biz bunun her anına şahit olduk neredeyse. Ama ben aşkın insanı iyileştirdiğine inanıyorum saflaştırdığına değil.Efsun’u bir yere kadar anlıyorum; Sevda’yla daha yeni tanıştı, onun arkadaşça tavırlarından, hastalar konusunda Efsun’a benzeyişinden onun güvenini kazandı ve Efsun daha fazlasını sorgulama gereği duymadı. Peki ya hiç bir kadına güvenmeyen, kendinden başkasına itimat etmeyen Emir Demirhan’a ne oldu? Güvensizliği bir tek Efsun’a karşı mıydı?  Bunca sene aradığı, ilk geldiğinde tek kelime konuşmak istemediği, zerre güvenmediği kadının tek sözüne, iki belgeyle hemen inandı mı yani? Bir doktor olarak bile hastalığın hangi evrede olduğunu dahi merak etmedi mi? Adam bir tane bile tahlil yaptırmayıp onun getirdiği sonuçlarla diğer doktorla konsültasyon yaptı. Ki hadi diyelim tatlı yaptırmak çok pahallı klinik onun ya var mı ötesi.  Bir hemşire olarak izlerken “Ne yaşıyor bunlar” demeden duramadım kimse kusuruma bakmasın.

İki tarafın da ciddi hataları olsa da bu durumda ben bir tık Efsun’a kızıyorum. Aslında koca bir süreci düşünecek olursak şahsen ben bu ilişki için müspet adımları atanın hep Emir olduğunu düşünüyorum. Efsun’u kalbine aldığından beri hep çabaladı. Evet bazı şeyleri sakladı belki ama ikili ilişkilerini ilgilendiren konularda hep dürüst davrandı. Efsun’sa bunu yapmıyor. Ne doktorluğunu ne Ali Bıçakçı’yı ne de başka konularda hep önce Emir öğrenmek zorunda kaldı. Efsun ilişkiler hususunda acemi olabilir ama Emir’e biraz açık olması gerekiyordu diye düşünüyorum.

Efsun’un bugüne kadar Emir’e en açık olduğu an sarhoş olduğu andı. O an öyle saf halindeydi ki duyguları direkt dökülüverdi. Efsun içinde Emir’e karşı büyük bir sevgi , bağlılık hissediyor. Onu çok seviyor ama hep o sevgiyi başkaları için feda ediyor. Önce ailesi, sonra klinik şimdi de Sevda…Hatta kendi canı bile değersiz olabildi ama hiç sormadı Emir’e “Sen ne istiyorsun?” demedi. Halbuki Emir sadece Efsun’u istedi o kadar. Fazlası yok ama işte Efsun’un bunu anlaması için Emir’i kaybetmesi gerekiyordu diye düşünüyorum.

Yazımı bitirmeden önce aklımda duracağına yazımda dursun istediğim bir konu var. Haftalardır bunun ayak sesleri geliyordu aslında senaryo çatışması zayıflamış biz yaşanabilecek onca olay varken Ayşe teyzelere, Ferhat amcalara boşanma partisi izletmeye çalışıyoruz, izlenmez ve o kanal zaplanır net.  Halbuki sabırsızlıkla beklenilen anne kız sahneleri çok daha diri tutabilirdi izleyiciyi hatta Emir ve babasının neden böyle olduklarını aralarındaki o soğuk rekabeti çok daha ilgi çekiciydi bana kalırsa. Efsun’un o kliniğe geliş sebebi annesiyken elle tutulur tek bir yüzleşmeleri yok. Bu kadar korktuğu uğruna cerrahlığı bırakıp dermatolog olduğu korkusunu bir anda yenip konunun üstü kapatıldı. Neler olduğu dahi sunulmadı bize, korkusunun da travmasının da iyileşme sürecinin de  altı bomboş kaldı. Dikiş atarken eli titreyen kadın bir anda ameliyat eder oldu, gerçek hayatta bu böyle mi ben mi yanlış biliyorum?  Dahası Efsun’un kendi ürettiği bir kremi vardı hatırlıyorsunuz değil mi? En son Emir annesine vermişti sahi ne oldu o kreme. Bu konunun üstü dahi hiç yokmuş gibi kapatıldı gitti. Eeee bu kadar konu varken kimse boşanma partisi, eski karı kocayı bir arada görmek istemez. Hele de Emir gibi Efsun’a güvenmediği için ona kan kusturan bir adam bunu yapıyorsa kimseye bu hikayeyi inandıramazsınız üzgünüm.

Daha yazımı bitirmeden final kararı alındığının haberini aldım. Evet alınan son oranlara bakarsak sürpriz değildi ama bu noktaya da bile isteye gelindi hiç kusuruma bakmayın. Ne desem boş bu saatten sonra biliyorum ama söylemeden de geçmek istemiyorum; bu diziye göz göre göre kıyıldı, tüm sezonun en çok izlenen iki dizisinin geldiği gün günü değiştirildi. Ben şahsen gün değişikliğiyle ilgili akılda kalıcı doğru düzgün bir pr de görmedim ki ben özellikle takip ettiğim halde bunu söylüyorum. Sosyal medyası güçlü bir dizi belki ana akıma satmak zor ama hemen final kararı alınması beni çok üzdü keşke dijitalde bir şansını deneseydi. Her şeye rağmen beni içine çeken, zevkle izlediğim bir dizi oldu ve finale kadar yazmaya da izlemeye de devam edeceğim bir iş olacak. Şimdiden tüm oyuncuların ve set arkasında emeği geçen herkesin yolu açık işleri ve şansları bol olsun.

Yine de Efsun ve Emir’in aşkları, nahiflikleri çok özel çok güzeldi. Bir istiridyenin kıymetli incileri gibilerdi ve ehli olmayan ele düşünce kararıp, soldular. Final dahil 2 yazımız daha kaldı ama ben yine de hayatıma değdikleri için çok mutluyum. Efsun ve Emir’le çok tatlı bir yolculuğa çıkmıştık, sezonlarca sürecek hikayeleri vardı ama olmadı ne yazık ki…

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek dileğiyle. Hoşçakalın

Aşk Cesaret İster (Senden Daha Güzel, 11.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

Aşkın çok güçlü bir duygu olduğuna inanmışımdır hep, insanı değiştirebilecek, iyileştirebilecek bir güçtür. Ona teslim olmak, kabullenmek, yaşamaya başlamak bile başlı başına cesaret gerektirir ki travması olan insanlar için çok daha meşakkatlidir bu süreç. İşte bu yüzden çok güçlüdür bana göre, önce insana kendine yenilmeyi, sonraysa karşındakine bile isteye yenilmeyi öğretir. işte tam bu noktada aşkla bir olan her zaman kazanır bana göre.

Emir Efsun’a olan duygularını kabul ettikten sonra bambaşka biri oldu, Efsun’sa o çevresinden her şeyi gizleme huyundan,”İnsanlar ne der, nasıl açıklarım” gibi korkulara düşmeden durabiliyor ve en önemlisi artık birine zarar veririm korkusuyla eline neşter almama durumu bile ortadan kalktı. Birbirlerine olan duyguları onları çok daha güçlü, hayata iyi bakan ve cesur insanlar yaptı.

Efsun Emir’e aşık olduğunu kabul etmekten hep en çok çekinen taraf oldu, öyle ki bu durumu değil Emir’e, Binnur’a kendine bile çok sonradan itiraf etti. Aşkın o kendine çeken yanına karşı koymadığını anladığı ansa artık çok geçti, çünkü çoktan aşık olmuştu bile. Fakat bu hafta gördüm ki Efsun için aşktan daha öte şeyler var. Annesi ve onunla olan sorunları mesela yahut insanlara iyilik etme arzusu hatta sevdiği insandan vazgeçmek uğruna bir insanın hayatına dokunma içgüdüsü aşkından daha ön planda onun için. Evet, canı çok yanıyor ama yine de başkasının canını yakacağına kendininkinin yanmasını tercih ediyor. Burada ben biraz takılıyorum aslında. Efsun bu huyundan vazgeçmezse başına hep böyle işler açılır.

Efsun’un herkesin yerine düşünme huyu bence çok yanlış . Sevda olayında; Efsun sırf Sevda ölüyorum dediği için Emir’den vazgeçti. Ben zaten Sevda’nın ağlayışına da isteğine de kayıtsız kalacağını düşünmemiştim ama bunu Emir’le paylaşmasını beklerdim doğrusu. Ben her ne kadar Efsun’un bu kararına saygı duysam da onaylamıyorum zira bunun kararını vermek, Emir’in duygularını yok saymak tek başına ona düşmezdi. Dahası bu konudaki doğrudan muhatap Emirken onun ne düşündüğünü ve ne hissettiğini çok iyi bildiği halde bunu yapması Emir’e büyük haksızlık olduğunu düşünüyorum. Çünkü o da çok iyi biliyor Emir sırf Sevda hasta diye onun yanında, yoksa yıllar önce bitmiş, boşanmak için gün sayan biri olduğunun gayet farkında. Yanlış anlaşılmasın burada asla Efsun’u yargılamıyorum zira o doğru bildiği, herkesin en az üzüleceğini düşündüğü ve vicdanının onu en az rahatsız edeceği şeyi yaptı.

Efsun’u da anlıyorum başka biri, hele de öleceğini dile getiren birinin son arzusu sevdiği adamla mutlu olmakken ve onun üzüleceğini bildiği halde Emir’le bir yola çıkamazdı. Üstelik Sevda’nın hastalığını bile bile onun üzülme müsebbibi olamazdı. Ne vicdanı ne de karakteri buna izin vermez ki böyle bir şey yapsa bile mutlu olamayacağını çok iyi biliyor. Öte yandan kalbini Emir’de bıraktı ve şu an için geri alması da pek mümkün görünmüyor. Emir onun için çok başka yerde ve bu fedakarlığıyla Emir’in ondan vazeçeceğini düşünüyor. Halbuki bu tek taraflı fedakarlık onun da Emir’in de hayatına üzüntüden başka bir şey getirmeyecek.

Efsun hayatında biri olduğunu söyleyerek Emir’in ondan uzaklaşacağını düşünse de ben aynı fikirde değilim. Emir ki Efsun’un nasıl kıskandığını görerek mest olmuş, kapıya kadar gelip ortamı kontrol ettiğinde yaşlı teyzelere atıfta bulunarak laf sokmuş, dahası ona karşı neler hissettiğinden eminken onun tek lafına bakıp altını eşelemeyeceğini düşünmüyorum. Zira artık Emir de eski Emir değil. Hiç kimseye güvenmiyor olsa bile Efsun’un duygularına da ona karşı olan kendi duygularına da çok güveniyor. Eğer öyle olmasaydı ne Taner’e bundan bahseder ne de Efsun’a ilanı aşk ederdi.

Aşk en büyük değişimini Emir’de yaşattı bana kalırsa. O gözümüzün önünde bambaşka biri haline geldi ve bunu neredeyse çevresindekilerin hepsi fark etmeye başladı. Düşünsenize Emir’in en büyük savaşı babasıyla olanıydı çünkü ucunda hayatını harcadığı klinik vardı. O kliniği yönetmek için bunca yıl çalışıp didinirken Efsun’un sadece geçici ortak olmasına bile zamanında çıldırmış ve ona büyük bir savaş açmıştı. Halbuki şimdi sırf Efsun gitmeyecek, yanında kalacak diye kliniğin yarısını gitmesine dahi ses çıkarmadığı gibi bir de Efsun’a sımsıkı sarılacak kadar çok sevindi. Efsun yanında olsun da gerisi hiç önemli değil onun için.

Emir’in artık öncelikleri değişti; eskiden tüm hayatı klinik ve işiyken şimdi tek önceliği Efsun ve bunu ona hissettirmek için elinden geleni yapıyor. Fakat o Efsun’a yaklaşmaya çalıştıkça Sevda’nın varlığı yüzünden Efsun ondan giderek uzaklaştı ama bence bunun tek sebebi Sevda’nın hasta olması değil aynı zamanda Emir için söyledikleri ve yaptıkları da Efsun’un uzaklaşmasına neden oluyor. Çünkü Sevda ona sarılıyor, evinde kalıyor ve Efsun’a Emir’in de ondan yeniden hoşlanmaya başladığını söyledi. Belki Sevda gerçekten hasta -ki ben hala inanamıyorum- ama niyeti asla iyi değil bana kalırsa; Emir’in Efsun’a nasıl baktığını, sarılışını görüyor söz konusu oyken nasıl hassas davrandığına birebir tanık olduğu halde aralarına girmek için bir çok şey yapıyor. Üstelik Efsun’a olanları anlatırken Emir’le ilgili hiç doğru olmayan şeyler anlattı; “Bana karşı duyguları canlanmaya başladı, benimle çok ilgileniyor.” Bana kalırsa gelişinin tek sebebi Efsun ve Emir’in arasını bozmak zira o nişanlılık haberi çıktıktan sonra bir anda ortaya çıkması ve birkaç yıl ömrüm kaldı demesi sadece Emir’in onu hayatına dahil etmesi için. Yoksa Emir başka hiç bir sebeble değil onu hayatına almak, klinikte işe başlatmak konuşmaya bile tenezzül etmezdi. Açıkçası ben Sevda’nın “Hala Emir’e çok aşığım” deyişine de inanmadım çünkü fark etmişsinizdir sadece Efsun etraftayken Emir’e sarılıyor, geçmişi hatırlatmaya çalışıyor, her an eskiden ne kadar güzel vakit geçirdiklerini anlatıp duruyor. Halbuki Emir’le yalnızken sanki sadece arkadaşlarmışta bir süre onunla kalacakmış gibi davranıyor. Yani tek amacı Efsun’u kıskandırıp Emir’den uzaklaşmasını sağlamak.

Aşk güçlü bir duygu kabul ediyorum ama bir tek aşık olmak yetmez biriyle yan yana, can cana kalmak için. Mücadele ister, özveri ister bu yüzden aşk korkakların işi değildir derler. Efsun şu an Sevda için fedakarlık yaptığını zannediyor ama onun tek yaptığı başka bir çözüm yolu bulmamak, Emir’den ve bulunduğu durumun içinden her zaman yaptığı gibi kaçmak. Fakat ben inanıyorum Emir öyle kolay kolay bu işin peşini bırakmayacak çünkü artık çok iyi tanıyor Efsun’u. Üstelik Emir duygularını kabul edip harekete geçmişken Efsun’dan tek bir sözle vazgeçebileceğini hiç zannetmiyorum. Hepimiz Emir’in ne kadar mücadeleci olduğunu da söz konusu sevdiği biri yahut bir şey olduğunda nasıl onu elinde tutmak için uğraştığını da çok iyi biliyoruz. Ve ben şimdi aynı hareketi sevdiği kadın için de yapmasını ve Efsun’un ondan neden uzaklaşıp öyle bir şey söylediğini öğrenmesini istiyorum, umarım beni yanıltmaz.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek dileğiyle.

 

 

 

 

 

Sesinde Aşk Var (Senden Daha Güzel, 10.bölüm)

 YAZAR : Simay DEMİR

Geçen hafta “Senden Daha Güzel”i çok merak ettiğim bir yerde bırakmıştık. Ferdi ve Pervin sonunda karşı karşıya gelmiş belki de geçmişin tüm sırlarını ortaya dökeceklerdi. Efsun belki de uzun zaman sonra ilk kez ailesini bir arada görecek ya da toparlanması için bir fırsat olacaktı gibi bir çok düşünceyle geçirdim haftayı. Fakat ne yazık ki düşündüğüm hiç bir şey olmadığı gibi bir de Efsun darmadağın oldu. Pervin’le araları hiç olmadığı kadar açılmışken üstüne üstlük babası tarafından hiç dinlenilmeden evlatlıktan reddedildi.

Efsun babası için hiç sevmediği bir şehirde hiç istemediği bir işte çalışmaya mahkum olurken Ferdi’nin ona ufacık bir şans dahi vermeden bu denli ağır konuşması içimi yaktı açıkçası. Pervin’e olan bütün kinini, öfkesini kızından çıkardı ve her zaman ki gibi onu acılarıyla başbaşa bırakıp gitti. “Bu kız bizim yüzümüzden neler yaşadı bunca zaman” demeden onu tek bir sözle tuzla buz etti. Fakat bu sefer tek başına ağlamadı Efsun yanında elini sımsıkı tutup yaralarına merhem olan biri vardı: Emir.

Efsun anne babasından yaralı bir kadın bundan dolayı hep işin en kötüsünü düşünüyor. Emir meselesinde bile Emir’in her tavrının her hareketinin altında en kötü senaryoyu kurgulayacak şekilde bir şeyler arıyor. Hem nasıl bu şekilde düşünmesin? Efsun’un tüm hayatı bu iki ebeveyn arasındaki savaş yüzünden yalnız geçmiş. İlla ki haklı sebepler var ama bakar mısınız? Büyük kavga ve yüzleşme sonrasında kimin canı daha çok yandı? Kim en dibi gördü? İşte bu sepeple Efsun gerçek aşka inanmıyor, inanmamak için uğraşıyor. Bittiğini ve sonuçlarını gördü. Bu yüzden ne kadar istese de kendini Emir’e bırakmadı. İstese de bir noktada içindeki kuşku tohumları Efsun’u üzüyor ama sesindeki aşka bile engel olamayan Efsun için artık Emir’den öte yol yok ve işin acısı Efsun da bunun farkında.

Ben aslında Efsun’un duygularının farkına vardığında reddedeceğini ve bunlara direneceğini düşünmüştüm ama Efsun’un bunu yapmak için bir sebebi yoktu artık. O anne babası yüzünden ilişkilere sıcak bakmasa da Emir bunların çok ötesinde onun için. Nerden mi vardım bu kanıya?  Efsun Pervin ve Ferdi tarafından bilerek yahut bilmeyerek yalnız bırakılmış bir kadın bu yüzden birinin varlığını sürekli yanında hissetmek onun için yeni bir şey. Emir o istese de istemese de her zor anında, her kendini yalnız ve çaresiz hissettiğinde yanında oldu. Düşünsenize daha önce neşter gördüğünde panik atak geçiren kadın artık Emir’le birlikte operasyona girip bir de ameliyat yaptı. Korkusunu yendi, babası gittiğinde teselli buldu ve ben inanıyorum ki annesiyle arasını düzeltme konusunda da Emir ön ayak olacak. Tüm bunlar Emir’i hayatındaki diğer tüm insanlardan farklı kılıyor. Zaten sevgi de böyle bir şey değil midir? En mutlu olunan anda, en üzgün olunan zamanda o daha ihtiyaç duymadan o kişinin yanında olması değil midir?

İşte Emir de böyle bir sevgiyle bağlı Efsun’a ve Efsun bunu gayet iyi biliyor. Onun varlığını her zaman yanında hissediyor ve bu Efsun için tarifsiz bir öneme sahip. Emir Efsun’un düştüğü o karanlık kuyuda tek ışık kaynağı şu an ve bunu kaybetmek üzere olduğunu düşünüyor, buna rağmen çok rahat değil mi sizce de? Aslında ben Emir’i Naz’dan kıskandığı halde ona yönlendiren, içi içini kemirip dursa da dışına yansıtmamaya çalışan bir Efsun daha önce görmesem Emir’e çokta aşık olmadığını sadece bir hoşlantı durumu olduğunu düşünürdüm. Yani o kadar olgun davrandı ki herhalde fırtına öncesi sessizlik dedim ama zaten Efsun güven hususunda hep bir tarafını ayakta tuttuğu için, içten içe kaçmak için bir sığınak alanı buldu. İlk zamanlarda olduğu gibi yine içindeki hislere ket vurmanın bir yolunu buldu ama çok geç, ateş bacayı çoktan sardı bile,Efsun bu savaşta mağlup olacak, benden söylemesi.

Efsun aslında ilk günden beri böyle çünkü hem Emir konusunda antrenmanlı hem de kaybetme korkusunu umursamaz davranarak bastırmayı öğrenmiş biri o. Bu yüzden önce sevgili sonra evli olduklarını öğrendiği halde büyük büyük tepkiler vermedi. Üstelik Emir’in bu durumu saklamaması ona olan güvenini yerinde tutmasını sağladı ve herhangi bir sorun çıkmadı ta ki Emir’in onu ihmal edip Sevda’yla vakit geçirdiğini görene kadar. İşte o zaman tavrını koydu çünkü daha önce karşında boşanmaya karar vermiş ve ilişkisi çoktan bitmiş bir Emir vardı ama şimdi boşanacağım dediği kadınla mumlarla süslü bir masada oturup kahkahayla yemek yiyen bir adam gördü. Bakalım son sahneden sonra Emir’le nasıl bir yol izleyecekler merakla bekliyorum.

Efsun aşkın ilk kıvılcımlarını içinde hissedip gülüşünü bile kontrol edemezken, Emir uzun zamandan beri duygularını kabullenip buna göre davranıyor. Üstelik bunu Efsun’a hissettirmekten de geri kalmıyor. Çünkü Efsun için nasıl tüm çevresindekiler bir yana Emir bir yanaysa Emir için de geçerli bu durum. Efsun fark ettirmeden ilmek ilmek kazandı Emir’in güvenini, kalbini. Bu yuzden Efsun’u kaybetmemek için Sevda’yla olanları dürüstçe anlattı. Gerçi ben Sevda’yla tam olarak neler oldu ilk kim bıraktı bilmiyorum ama anladığım kadarıyla Emir hiçte ahım şahım aşık olarak evlenmemiş onunla. Şimdi bunu nereden anladın diyebilirsiniz fakat Emir’in Efsun’a ilişkilerini anlatırken söyledikleri bana bunu hissettirdi. Emir ” İkimizde farklıydık, ikimizde bir şeylerden kaçıyorduk, ailem onu sevmedi” gibi cümleleri aslında ailesinden kaçmak için, kendi gibi farklı birine sığınmış Emir. Belki ailesine karşı çıkmak için yaptığı bir çılgınlıktı bu evlilik, belki bir başkaldırı bilemiyorum ama yine onun dediği gibi işler ciddiye binince aslında olmayan aşkları da son bulmuş. Sevda açısında durum nasıl, aşık mıydı yahut sadece bir heves miydi bilmiyorum ama Emir’i bırakıp gitmeyi seçtiğine göre onun da pek sevdiğini zannetmiyorum. Gelelim bu hastalık olayına açıkçası Sevda gayet zeki bir kadın üstelik sınır tanımayan doktorlar da gönüllü olan, dünyanın dört bir yanını gezmiş ve çoğu nadir hastalığa şahit olabilecek bir kadın aynı zamanda. Artı Emir’i çok da iyi tanıyor ve tam da boşanma evraklarını getirip vereceği zaman bayılması da bana çok manidar geldi doğrusu. Demek istediğim ben bu hastalık durumuna pek tatmin olmadım. Gayette yanında getirdiği raporlarla oynayıp ve hastalığının birkaç semptomunu taklit edebilecek zakada biri.

Sevda için oyun mu gerçek mi bilmiyorum ama yani Emir nasıl hemen kabullendi anlamadım. Emir gibi uçan kuştan şüphe duyan bir adamın iki rapora bakıp hiçbir test, muayene vs yapmadan bir anda nasıl oluyor da inanıp onu hayatına dahil ettiğı. Evet belki gerçekten hasta, belki o raporlar da bayılma da gerçekti ama Emir hiç sorgulamadan nasıl hemen doğruyu söylediğine inandı? Evet değer veriyor insan hayatına ki Sevda onun her şeyden önce arkadaşı ama bu çokta inandırıcı gelmedi bana. En ufak bir şey duymadan aldı kabul etti Sevda’nın dediklerini ve benim bugüne kadar izlediğim Emir böyle biri değildi kimse kusura bakmasın. Bu yüzden altından ters köşe bir şey çıkmasını umut ediyorum zira başka türlüsü beni büyük bir hayal kırıklığına uğratacak.

Hayal kırıklığı demişken Ferdi ve Pervin arasındaki yüzleşmeye değinmeden geçersem çatlarım. İtiraf etmek gerekirse neredeyse bütün hafta acaba nasıl bir diyalog geçecek aralarında diye kafamda kurgulayıp durdum. Ferdi’nin gösterdiği hassasiyet, Efsun’u bile annesine düşman yetiştirmesi, dakika başı Efsun’a bizi bırakıp gitti deyip durması bende milyon tane soru işareti oluşturmuştu ve ben tek bir tanesinin bile cevabını alamadım. Pervin’in onun karşısında kendinden emin tavırlarına bakarak onun haklı olduğunu düşünsem de Ferdi’den de dinlemeyi çok isterdim. Fakat Ferdi’nin Efsun’u darmadağın etmesi, tek bir yanlış olduğunu düşündüğü hareketinde silmesi, artık kızım değilsin deyip yok sayması, Pervin’i asla dinlemek istememesi bana çokta haklı olmadığını düşündürüyor.

Son sahnede bir şey demiyorum ama yani bu kadın ölmüyorsa ciddi anlamda öldürülecekler listeme zirveden giriş yapmış olacak. Boşanma kutlaması nedir yahu? Yeni Zelanda’da mıyız? Ayrıca Emir daha önce Efsun’a bu kadar kuzu olsaydı ilk bebeğimize patik örüyorduk şu anda. Evet sinirlendim. Arkadaşlar bu evlilik ağır geldi biraz sanırım kusuruma bakmayın.

Beni yine ikilemde ve bir çok soruyla başbaşa bırakan bir bölüm oldu. Bakalım neler olacak izleyip görelim.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek dileğiyle.

Beni Aşka İnandır (Senden Daha Güzel,8.bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

“Güven tek kullanımlıktır” demişti çok sevdiğim bir karakter haklıydı da bence; eğer kişi karşısındakinin güvenini kırıp bir daha düzeltmeye çalışmazsa o duygu sonsuza dek yok olur. Ben güvenmeyi her zaman hassas, kırılgan ama iyi muhafaza edildiğinde bin yıl bir şey olmayacak bir objeye benzetirim. Ona iyi bakar ruhen iyi beslerseniz en güçlü duygulardan biri olur ama özensiz davranır hoyratça kullanılırsa elinizden düşer ve kırılan parçaları toplamak neredeyse imkansız hale gelir. Evet, başkasına olan güvenimiz kırılabilir, belki zamanla o kişi uğraşır, çabalar ve geri kazanmak için mücadele ederse geri de kazanır. Peki ya kendinize olan güvenimiz kırılıp yok olduysa, ya artık kendimize zerre güvenmiyorsak o zaman ne olacak? Nasıl bir çaba yitip giden özgüvenimizi geri getirebilir?  Efsun mesela bu bölüm çok net gördük ki onun bir daha cerrahlık yapamayacağını düşünecek, bu düşünceyle panik atak geçirecek  kadar güvensiz kendine. Emir’se belki de hayatında ilk kez birine en büyük sırrını verecek kadar güveniyor ona.

Efsun bir cenderenin içerisinde, kıvranıp duruyor. Birilerine zarar verme düşünce düşündüğümden de büyük bir travmaymış onun için. Efsun’un korktuğu, çekindiği için cerrahlığı bıraktığını bilsem de onun ameliyata girme düşüncesi bile ona panik atak geçirtecek kadar büyük olduğunu tahmin etmemiştim doğrusu. Ameliyatı asiste etme fikri bile Efsun’u çığırından çıkarmaya yetti de arttı bile. Efsun’un gözlerinde panik, korku, stres vardı ve aslında sakinleşmesini bile beklemiyordum. Emir’in o anlarda Efsun’u sakinleştirmeyi başarması, Efsun’un aslında Emir’le güven hususunda bir sorunu yok aksine çok güveniyor. O anlarda Binnur olsa sakinleşmezdi ancak Emir, Efsun’u sakinleştirirken oradan rahatlıkla çıkabileceklerine ilişkin umut da verdi. Sonrasında da çok önemli bir şeye de şahit olduk; Efsun belki de Binnur’dan sonra ilk kez birine güvendi ve bence Emir dışında hiç kimse o durumda Efsun’u sakinleştiremezdi. Üstelik Efsun’un ona en gizli sırrını verecek kadar güvendiğini görmüş olduk.

Efsun Armağan’ın bu hayatla olan sorunu küçük yaşlarına dayanıyor. Anne ve babasının arasında kopan kıyametin ne yazık ki kurbanı Efsun oldu. Kendine güven sorunu diyoruz ya, nasıl kurulur o güven peki? Ailede kurulur arkadaşlar, ailede. Anne bırakmış, baba kendini içkiye vermiş. Nasıl olacaktı da Efsun kendine güveni tam bir kadın olarak büyüyecekti? Yine de birçok şeyi tek başına başaran, girdiği her işi kıvraklıkla çözen özel bir kadın, o. Yanında annesi gibi tecrübeli bir cerrah olsa yine ayağa kalkabilirdi ama yapamadı. Yalnız başına bu kadar oldu ve birine zarar vermektense koca bir kariyeri hem de rüya gibi bir kariyeri elinin tersiyle itti. Ailesinin bir araya gelme hususundaki problemleri Efsun’un kendine güvenli bir insan olarak değil, başarılı olduğu yerde kalma, kimseye zarar vermeden insanlara yardım etmesini sağlayacak biri olarak hayatına devam etmesine yol açtı. Kaybolan bir potansiyel, gözden çıkarılan bir hayat değil de nedir bu? İşin daha da kötüsü Efsun’un sadece kendine değil kimseye itimat etmemesinin de sebebi yine aynı: Ailesi.

Aslına bakacak olursak Efsun’un güven problemi bir tek yaptığını söylediği hatadan kaynaklı değil bana kalırsa. Onun bu hayatta en çok güvenmesi gereken kişiler yani anne ve babası yaptıklarıyla yok etmişler o duyguyu, başkasına nasıl güvensin? En sevdiği, birlikte hayaller kurduğu annesi kırmış onu en hassas yerinden ve görünen o ki Emir yavaş yavaş fark ettirmeden sarıyor o yarayı. Çünkü Efsun bir tek güvenmiyor ona aşık da oluyor aynı zamanda Emir’e. Emir’in her durumda önceliğinin Efsun olması, ona kimden olursa olsun zarar gelmesine izin vermemesi, daha önce görmediği desteği onda görmesi Efsun için çok kıymetli. Bu yüzden onun ikinci kez annesiyle ilgili yalan söylediğini öğrendiği halde kızgınlığı uzun süreli olmadı. Çünkü biliyor ki bu konuda Emir ona yalan söylemişse zorunda kaldığı içindir. Annesine duyduğu saygı ve sevgi ortadayken üstelik Serpil’den duyduğu “Keşke Pervin benim annem olsaydı” lafı Efsun’un Emir karşısındaki duruşunu etkilediğini düşünüyorum. Fakat tüm bunlar bir yana Efsun Emir’i affetti çünkü Efsun da anladı diye düşünüyorum ikisinin de acıları ortaktı. Emir de en az onun kadar yaralıydı ve sevgisizliğini Pervin’in sevgisiyle kapatmaya çalışmıştı. Üstelik bir anne, bir dost bellemişti Pervin’i kendine, bu durumda ona nasıl kızgın kalabilirdi ki?

Efsun Emir’e ameliyatı yaptığı için kızmadı aslında biliyor musunuz? Affetmesi de bu sebeple kolay oldu. Emir’in bir bildiği vardır demesinin yanında her zaman açık olmaya çalıştığı Emir’in onu aptal yerine koymalarına izin vermesine sinirlendi. Efsun’un geldiğinden beri tek derdi ciddiye alınmak, başarısını kanıtlamak ama en yakınındaki insan tarafından kandırılmayı yediremedi. Aslında tüm siniri bundandı yoksa bu sırrı saklamasını da neden kendisine söylemediğini de anladı. Aksi durumda Efsun, Emir’in yüzüne bile bakmazdı. Yine de Emir’in bu sırrı saklaması ve Emir’in de yalandan nefret eden haliyle Efsun’u kandırmasından duyduğu pişmanlık iç içe geçince kısa süreli de olsa aralarında çatışma yaşandı. Emir gibi yüksek egolu bir adamın bir kadına kendini anlatmaya çalışması aslında Emir’in de artık değişmeye başladığını gösteriyor. Efsun affetme hususunda nasıl değişim gösteriyorsa Emir de kendini artık birilerine anlatmaya çalışıyor. Biz buna aşkını değiştirici gücü diyoruz.

Efsun Emir’i affetti, ona güvenmeyi ve bir şans daha vermeyi tercih etti ama Pervin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim; onun işi cidden zor görünüyor. Zira Efsun Pervin’in çaresizliğini göremiyor ya da bir daha beni bırakır korkusu yüzünden görmek istemiyor. Ona eli titrediğinde olduğu gibi arada kıyamasa da  Efsun ne yaparsa yapsın Pervin yanındayken onsuz geçen çocukluğunu yok sayamıyor. Ben bunun bile ona olan sevgisinden kaynaklandığını düşünüyorum. O annesini hala deli gibi seviyor ama bunu kabul etmek bile Efsun için çok zor zira böyle bir şeyi kabul ederse çocukluğuna, annesiz geçen günlerine ihanet etmiş olacak.  Bu yüzden ona karşı yumuşamamak adına onu yanında istemiyor ki bu çok doğal bir durum bana kalırsa. Bu böyle bir çocukluk geçiren biri için çok normal bir davranış bana göre. Ama Pervin onun gidişi hiçte öyle klinik ya da kariyer için bir terk etme gibi gelmiyor bana.

Fark etmişsinizdir Pervin’in gözlerinde hep bir kırgınlık, bir burukluk var. Sanki dokunsan ağlayacak ama güçlü görünmek zorunda olduğu için kendini tutuyor gibi. Kaya’yla konuşurken, Emir’le Efsun’dan bahsederken ama en çokta kendini Efsun’a anlatmaya çalışırken buğulanıyor o gözleri. Başından beri söylüyorum ve sanırım tüm her şey açığa çıkana kadar da bu söylediğimde ısrarcı olacağım; Pervin’in tek gitme sebebi kariyer yapmak o la maz. Düşünsenize kadın neredeyse yirmi yıldır ayrı ailesinden ama hayatına tek bir kişi bile almamış. Bu da demek oluyor ki ailesini çok severken ayrılmış oradan. Peki ama asıl nedeni ne, çok sevdiği, birlikte hayaller kurduğu kızını bırakıp gitmesine sebep olan? İşte bunu deli gibi merak ediyorum. Yani Serpil gibi ondan asla hazmetmeyen biri bile ona saygı duyup arkasından iyi şeyler söylüyor, ona güveniyor, Emir ona aşırı bağlı bir sebebi var dinle diyor. Bakalım Emir’in hatırına dinlemeyi kabul ettiği annesinden neler duyacak göreceğiz. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim Pervin nasıl ki Emir’i çocuğu yerine koyup yıllarca aynı zamanda dert ortağı yaptıysa bence Emir de gerçekten ona olan sevgisine inanıp sevgisini sunmuş. Emir sevilmek için başarılı ve mükemmel olması gerektiğini düşündüğü bir ortamda belki de onu Emir olduğu için seven tek kişinin Pervin olduğunu hissetmiştir kim bilir?  Bu yüzden ona bu derece bağlıdır belki. Yine de ben Pervin’in Emir ve Efsun arasındaki ortaklığın arkasındaki gerçeği gördüğünü düşünüyorum ki buna mutlu da oluyor. Kızı kalsın, onunla yaşasın istiyor ama bunu bir türlü anlatamadı. Bu sebeple bana soracak olursanız Emir’in tüm sıkıntılarına rağmen kızını ona emanet etmiş ve ben Efsun’un babasının da o kadar masum olmadığını düşünüyorum.

Kapalı kapılar ardında bir sürü soru birikti ve artık cevapları almamız gerekiyor.  “Pervin ve kocası arasında neler oldu? Emir neden bu hale geldi? Kaya neden oğluna bu kadar sert?” gibi bir ton soru var aklımda. En merak ettiğim soruların başında da yakışıklı prensimizin nasıl bu hale gelmesiydi ki sonunda bir şeyler öğrendik. Emir’in neden mükemmeliyetçi olduğuna, neden kimseye güvenmediğine yahut neden hata yapma lüksünün olmadığını düşündüğüne defalarca değindim aslında önceki yorumlarımda ama doğrusunu söylemek gerekirse onun ağzından bunları duymak, tüm hayatını böyle hissederek yaşamış olduğunu düşünmek gözlerimin dolmasına sebep oldu, onun acısını ekran karşısında kalbimde hissettim. Efsun’a bunları anlatırken bile aslında her iki ailesine ne kadar kırgın olduğu sesinden anlaşılıyordu. Şüphesiz Emir bunların hiçbirini Efsun’a anlatmak zorunda değildi. Üstelik Emir gibi kapalı bir kutu için bunları anlatmak, zaaflarını ve zayıfliklarini birine hele de bir kadına açmak hiç kolay bir durum değil. Ama Efsun onun için artık sıradan biri ya da bir kadın değil. Bunu en net Sarp’la karşılaştırarak verebilirim sanırım. Eğer Efsun sadece güvendiği bir arkadaşı olsaydı ya da ona sıradan hisler besliyor olsaydı Sarp’a, çocukluk arkadaşına rağmen ona bu derece yakınlaşmazdı. Bence Binnur Efsun için neyse Sarp’ta Emir için o. Onun sırlarını, neye üzüldüğünü neye sevineceğini bilen biri. Emir ciddi manada ne zaman üzülse kendini Sarp’ın yanına atıyor

Yani Emir için arkadaştan öte biri Sarp ve Efsun’a ilgisi olduğunu çok iyi biliyor. Üstelik Sarp; Ali Bıçakçı yahut başka bir erkek gibi sıradan bir rakip de değil, duygularını önemsemeyeceği ya da kafa tutacağı biri hiç değil. Bundan bile Emir’in Efsun’a ne derece kapıldığını  anlayabiliriz aslında. O Efsun’a bal gibi aşık ve bunu gizleme gereği duymuyor artık  çünkü çoktan kabul etti duygularını ve en önemlisi artık Efsun’a güveniyor, bu çok büyük bir adım Emir için. Gaziantep’te yaşananlar aslında bunun en bariz ispatı. Duygusal yakınlıklardan, yalan dolandan nefret eden Emir her bir lafını tek tek yuttu. Efsun’un yanında olmasını seviyor mesela. O omzuna yattığında bir sürü güzel şey düşünüyor, umut doluyor görüyoruz. Kadınlara numaralar veren Emir’den yıldızların altında, sevdiği insanla hayaller kuran Emir’e ne ara geldik bilemiyorum ama çok güzel olmadı mı? Emir çoktan kendini bu kadını sevdiğine de yanında olmasını istediğine de ikna etti. Şimdi sıra Efsun’u ikna etmekte çünkü aşka bakışı en son baktığımda pek iyi değildi. Emir’in işi zor çünkü Efsun zora düştüğünde kaçmaya meyilli, Emir de peşini bırakmamaya. Bu kavgada Emir’in yanında saf tutuyoruz, tabi şimdilik.

Hayat sürprizlerle doludur. Emir ve Efsun birbirlerini şehirden göndermeye çalışan ikiliden bir anda iş ortağı olan, gönül birliği kuran insanlara dönüştüler. Ölümden kaçtıkları yolun kenarında en özellerini birbirlerine açarken arada sadece ufak tefek problemlerin kaldığı çok net görünüyor. Efsun, Emir’e annesine bile anlatamadığı sırrını açıyor, Emir neden bu hale geldiğini ona korkmadan, bana karşı kullanır mı demeden anlatıyor. O anlara şahit olurken Ah aşk, sen nelere kadirsin dedim.Onlar artık aynı yolu yürüyen iki insana dönüşmek üzereler, sadece geride Efsun’un korkuları kaldı sanki, ne dersiniz?

Efsun’un korkuları demişken, işte tam da o korkuların altında ezileceği bir durumla karşı karşıya kaldı. Mafyadan kaçarken geçirdikleri trafik kazası Efsun’u bir kabusun tam ortasında bırakmak üzere çünkü Emir’in hayatı artık onun ellerinde. Ya sevdiği insanı ölümden çekip alacak ya da en büyük kabusunu en kötü şekilde yaşayacak, bekleyip görelim.

Hayat bu türlü türlü badireler atlatırız, bazen düşer ve hiç kalkamayacakmış gibi hissederiz. Fakat yanımızda bizi her daim, hangi zorlukta olursak olalım kurtaracağına inandığımız biri varsa işte o zaman tüm olumsuzlukların üstesinden gelebiliriz diye düşünüyorum.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek dileğiyle. Hoşçakalın

Sensiz Olmaz (Senden Daha Güzel,7.bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

Anne babası olmadan büyüyen çocukların hep bir tarafı eksik, bir tarafı hep yarımdır. Bunu çocukluk arkadaşının gözünden gören biri olarak söylüyorum. En özel en güzel anlarında bile gülüşü hep buruk, gözleri hep mahzundur. Tıpkı gülüşü ne kadar kocaman olsa da gözleri hep üzgün bakan Efsun gibi, tıpkı sanki dünyadaki en mükemmel hayatı yaşıyormuş gibi görünen ama içten içe darmadağın olan Emir gibi. Onlar asla yeri dolmayacak bir duygudan anne baba sevgisinden mahrum büyümek zorunda kalan iki yetişkin.

Efsun annesi var olsa da, babası yanında dursa da ebeveynleri olmadan, yalnız büyümüş bir kadın, bu hayatta tutunduğu tek şey Binnur ve ailesi olmuş. Annesi onu umursamadan çekip gitmiş, babası o gittikten sonra kendini alkole vermiş gözü kızını bile görmemiş. Çevresindekiler desek dedikodu yapmaktan, Efsun’u eleştirmekten öteye gidememiş insanlar ve tüm bunlar onda koca koca iyileşmeyen ama incecik, tek bir dokunuşla kanayan kabuk tutmuş yaralar bırakmış. Bu yüzden yaralarını herkesten gizliyor, bu yüzden insanların hayatına dokunmayı onlara derman olmayı seviyor. Çünkü karşısındakinin yarasını iyileştirdikçe kendisini de iyi hissediyor. Böylelikle yaralarını yok sayıp hayata tutunmaya devam ediyor. Pes etmemek, direnmek onun için sıradanlaşmış durumlar gördüğüm kadarıyla ama Emir’in söylediklerinden sonra bu derece ağlayıp gitmeye dahi karar verdiğini görünce onun aslında terk edilmekten, değer verdiği insanların onu bırakıp gitmesinden çok korktuğunu da görmüş oldum.

Efsun İstanbul’a geldiğinden beri Emirle bir çok kez tartıştı, kavga etti, Emir sana güvenmiyorum dedi ama Efsun hiçbirinden bu derece etkilenip pes etmemişti. Öyle ki gitmeye bile çok kararlıydı. Peki ne oldu da Emir’in bu defa söyledikleri ona bu kadar dokundu? Ben söyleyeyim; çünkü önceleri tek amacı kliniği üç aylığına yönetip eski hayatına, babasına geri dönmekti ama şimdi İstanbul’da kalmak için bir sebebi var. Emir’in de dediği gibi onu oraya bağlayan artık gönül bağları var ve bence Efsun Emir misafirini (!) bırakıp gelip ona yardım edene kadar bunu anlayamadı. Daha da mühimi Efsun Emir kalsın diye herkesle mücadele verirken, Emir’in bir anda bu şekilde geri dönüş yapması Efsun’u paramparça etti. Efsun babasıyla konuşana kadar da gitmeye kararlıydı ancak burada iki sebeple kaldı: Birincisini söyledim, artık onu İstanbul’a bağlayan sebepler var. İkincisi de “Efsun başaramadı, kaçtı!” denmesi meselesi var. Her ne kadar daha önce korkularına teslim olsa da bu sefer savaşmaya karar verdi çünkü fark etmese de Emir onu değiştiriyor. Efsun kimse kendisini bilmesin diye savaşırken, birden bire kendini bir mücadelenin tam ortasında buldu. Efsun henüz farkında olmasa da Emir’e çok farklı bir yerden bağlandı ve onun kendisine birden bire neden böyle davrandığını çözmeden de bir yere kıpırdamayacaktır. Yine de o bunun rekabet olduğunu düşünse de üzgünüm ama Efsun düpedüz aşık oldu ve bırakın bunu etrafına söylemeyi kendi kalbine dahi itiraf edemiyor.

Efsun aslında Ali’yle geçmişte bir şeyler yaşamış olsa da ilişkilere pekte sıcak bakan biri değil ama bence Emir’i sevmesini bambaşka sebepleri var; öncelikle Emir de onun gibi yaralı biri ve ona hiçbir şey anlatmadan da Emir onu anlıyor, Efsun gibi tek başına büyümüş, kendi göbeğini hep kendi kesmek zorunda kalmış birisi için birinin desteğini sürekli hissetmek çok değerli bir şey.   Emir farkında bile değil ama her seferinde bunu yapıyor. Efsun hasta için kendini suçladığında Emir hiç tereddüt etmeden yanına koştu, sadece yüksek sesle bağırıyor, totem tutuyor diye Emir hemen yanında bitiverdi ve aşağıda onu bir kadın beklerken Emir onunla kalıp musluk tamir etti, üstelik Efsun hiç istememesine rağmen. Bunlar Emir için sadece centilmence davranışlar olabilir ama Efsun için çok çok kıymetli. Üstelik Emir Efsun’un en çok istediği şeyi yapması için yanında oldu, bir insanın hayatını kurtardı. Efsun Emir’e baktığında egoist, düz, soğuk bir duvar görmüyor artık; merhametli, yardımsever ve kendine benzeyen kaybetmek istemediği birini görüyor. Bundan dolayı şu an kabul etmese de o yine Emir için kaldı İstanbul’da. Efsun’un kafasında daha aşık olduğunu anlayacağı şimşekler çakmamış olsa da bence Emir çoktan kabul etti duygularını.

Emir için Efsun gerçekten de rehberine kaydettiği gibi bir “Armağan” bence. Çünkü Efsun  geldiğinden beri Emir de bir insan olduğunu hatırladı. Kusurlarımızın olabileceğini, her şeyin dış görünüş olmadığını, mükemmel olmasa bile sevilip kabul görebileceğini görmüş oldu. Her şey bir yana sevmek yahut sevilmek diye bildiği şeyin aslında bambaşka bir şey olabileceğini daha yeni yeni hissetmeye başladı. Bir insanı anlamak için kısacık bir anın yeterli olduğunu Efsun’la geçirdiği kısacık anlarda anlamış oldu diye düşünüyorum. Hani Ali Bıçakçı diyor ya “Efsun’u en iyi ben tanıyorum, onun hayallerini, hırslarını en iyi ben biliyorum” diye, Emir’e katılıyorum biriyle uzun zamandır tanışıyor  olmak onun tanıdığımız anlamına gelmiyor. Ali daha Pervin’in Efsun’un annesi olduğunu dahi bilmiyor. Emir’se Efsun’un kalbinin derinlerinde ki en büyük acıda ortak ve bence onları birbirine bağlayan en kuvvetli bağlarda biri de bu. Yani demek istediğim Emir gibi elini sallasa elli hayran peşinden koşturabilecek biri Efsun’a niye aşık olsun, Efsun’u onun için farklı kılan ne? Ben söyleyeyim etrafındaki herkes onun arkasına sığındığı ambalaja takılıp kalırken Efsun için bu en son dikkat edeceği şey bile değil. O Emir’in maviş gözlerinin içine bakarken kalbindeki acıyı görüyor, ruhundaki eksik yani tamamlıyor ve en önemlisi Efsun’un onun kusursuz olduğu için değil “Emir” olduğu için değer verdiğini biliyor. Tüm bunlar Emir için çok kıymetli şeyler. Ne yazık ki Emir  sevgi dolu bir ortamda yetişmiş biri değil. Öz ailesi onu bırakıp gitmişken, evlatlık olarak gittiği evde de sevilmiş mi yoksa ona sadece acıdıkları için mi yanlarına almışlar bilmiyor, bunun ayrımında değil.  Kusursuz ve sadece başarılı olduğu için etrafında onu seven insanların olabileceğine inanmış ki Ali Bıçakçı geldiğinde buna biz de bizzat şahit olduk. Onu çok sevdiğini söyleyen ekip bile Ali ilk geldiğinde peşinde pervane olup Emir’in gidişini hemen kabullendiler. Eğer Ali onlara üstten bakıp, aşağılamasaydı  aynı şekilde devam edeceklerdi. Fakat Efsun onu geri getirmek için bir an bile durmadı. Ondan daha iyi bir ambalaja sahip olan biri bile Emir’in yerine geçmeyi başaramadı ve bu Emir için çok önemli ve belki de ilk kez yaşadığı bir şey. Çünkü zaten babası hiç bir zaman sevgisini gösterememişken Serpil bile öz evladı olunca Emir’i ikinci plana atmış belli ki ve bunlar Emir’in  sevgi yahut sevilmek anlayışını tamamen değiştiren konular. Fakat ilk defa karşısına biri çıkıyor ve daha iyi bir alternatifi varken o yine de kendisiyle kalmayı tercih ediyor. EMİR İLK KEZ BİR İNSANIN TEK TERCİHİ, GÜVENDİĞİ İNSAN OLDU.Bu Emir için yepyeni bir şey ve bunu kaybetmek istememesi çok doğal. Emir aslında değer verdiklerine karşı aşırı kaybetme korkusu olan biri; bunu Efsun’un başına en ufak bir şey geldiğinde hep gördük aslında. Ona ne kadar kızgın olursa olsun tek bir olumsuzluk yetiyor koşa koşa yardımına gitmeye. Şimdi diyebilirsiniz Efsun’a aşık olduğu için böyle ona özel bu durum. Ama değil kardeşi kaza geçirdiğindeki tepkisi, ona bir şey olacağını düşündüğü için bağırıp çağırması da onu kaybetmekten ne kadar çok korktuğunu gösteriyor. Bu korkunun altında nasıl bir sebep yatıyor şimdilik bilmiyorum ama çok yakında öğrenecekmişiz gibi hissediyorum.

Emir korktuğumun aksine Efsun ve Ali’nin eskiden sevgilisi olduğunu öğrendiğinde çok büyük tepki vermedi. Ama Ali Bıçakçı kendinden iki sınıf aşağı gördüğü Emir’e karşı kaybetmeyi hazmeder mi ondan emin değilim işte. Emir gibi bir adam, Ali’nin adına bile dayanamazken nasıl Efsun’u anlayışla karşıladı? Aslında bunun üzerinde düşünmemiz lazım. Emir sıradan bir adam ve karşısındaki kadın “Beni zorla öptü, aramızda bir şey yok!” dedi. Emir için bu beyan yeterli. Efsun’a her ne kadar yakışıklı mı diye sorular sorsa da aslında içten içe cevabı biliyor. Efsun için önemli olan Emir’den başkası değil. Emir’in Efsun’a yalan hususunda  yüklenmemesinin bir sebebi daha var: Kendisi de ona kocaman bir yalan söyledi ve çember gittikçe daralıyor. Bu sebeple adaletli davranarak meseleyi geride bıraktı.

Emir ve Efsun aslında sürekli olarak çevrelerindeki insanlar yüzünden zıtlaşıyorlar. Ortak olamıyorlar zira hep bir şeyleri saklamak orunda bırakılıyorlar. Efsun geçmişini sakladığı için Emir’e yalan söyledi. Pervin, kızını kazanmak için Emir’e yalan söyletiyor. Aynı şekilde zaten Serpil kıskançlığından Efsun’u düşman ilan etti. Ve tüm bunların ortasında köşe kaçmaca oynamaya başlayan bir çift var: Efsun ve Emir. Pervin’in söylediği yalan ikiliyi büyük bir çıkmaza sokmak üzere çünkü Emir henüz bilmese de Efsun’un çok derin yaraları var. Pervin’in hala esas sebeplerini bilemiyorum ama kızını ve Emir’i çok zor durumlara soktu. Şimdiyse tüm meseleler birbirine girmek üzere ve tüm bunların yanında Emir bir de Efsun’un peşinde dolaşan Ali’yi bertaraf etmek zorunda. O cephede de işler çok karışmak üzere zira Ali öyle kolay kolay vazgeçeceğe asla benzemiyor.

Ali Bıçakçı Amerika’nın en ünlü estetik cerrahlarından biri, başarılı, zengin yani her şeyiyle kusursuz biri. Üstelik Emir gibi alanında gayet başarılı birinin hayran kalacağı türden bir doktor. Ama hani bir deyim var ya “dışı seni içi beni yakar” diye işte tam da öyle biri. Uzaktan ne kadar harika biri gibi görünse de ona yaklaşıp onu tanımaya başladıkça aslında ne kadar kendini beğenmiş, insanları kendinden aşağı gören biri olduğunu anlıyorsunuz. Aslında bir noktaya kadar onu da anlıyorum. Öyle bir duruma gelmiş ki istediği her şeyi elde edebileceğini zannediyor. Fakat Efsun bunlardan biri olmayınca ve her seferinde onu reddedince kıymetli oldu çünkü bu bir doğa kanunudur; kaçan kovalanır. Üstelik karşısında iyi olduğunu kabul ettiği bir de rakibi var bundan daha cezbedici ne olabilir ki? Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim hangi kadın bu devirde bir muma iki çiçeğe tav olur ki Ali’cim, Efsun’u geri kazanmak için bayağı bir fırın ekmek yemen gerekecek.

Efsun zaten Ali yüzünden Emir’le çok ciddi bir şekilde karşı karşıya geldi. Emir’in kıskançlıktan gözü dönerken, ilk yaktığı kişi Efsun oldu. Ali’nin kendi arzuları için Efsun’u zorla öpmesi, Emir’in bunu yanlış anlamasıyla çarşı pazar karıştı. Ha bana sorarsanız her akşam eve başka kadın getiren (bir şey yaşamsa da niyet önemli, niyet) Emir gık bile diyemez de neyse, şimdilik bir şey demeyeceğim. Kıskanınca da Ali ve Efsun’u birlikte görmeye tahammül edemeyeceği için gitmesini istedi ve Efsun’u paramparça etti. Emir bunun da geyet farkında artık. Bir noktada Emir’in Ali’ye karşı insaflı olacağını bile düşünmüyorum. Belki son meseleler olmasa olurdu ancak onun yüzünden sürekli olarak Efsun’u incitmesinin faturasını aşkını kabul edene kadar kendisine kesemeyeceği için bu oyunda yanan Ali oldu.

Efsun Ali meselesinde her ne kadar Emir’i ikna etse de büyük açıklar da verdi. Biliyorsunuz ki cerrahlığını saklamak Efsun için çok önemli çünkü en zayıf yönünü insanlara asla göstermek istemiyor. Ancak Emir karşısında pek şansı yok çünkü karşısındaki adam tam bir stratejik deha. Parçaları birleştirip, gerçeklere ulaşmak Emir için hiç de zor değil ancak onun en önemli yanı Efsun istemediği sürece asla konusunu açmıyor. Yaralarına saygı duyuyor tıpkı Efsun’un onun yaralarına saygı duyup, kanatmadan onarmaya çalışması gibi. Emir aslında bu sırlara vakıf oldukça Efsun’un da kendisi gibi yaralarının olduğunu, incinmişliğini görmeye başladı. Efsun ona beyaz atlı prensini sorduğunda anlattığı adam kendisiydi ki sorsam Emir bile bunun farkında değildir. Bu sebeple Emir Efsun’un yalanlarına anlayışla yaklaşıp, alttan aldı ama bunu Efsun yapacak mı?Emir Efsun’un tüm sırlarını öğrenip içinde saklamaya devam ederken Efsun onun hakkında daha hiç bir şeyi öğrenmedi. Annesinin ameliyatını yaptığını ona annesiyle ilgili yine yalan söylediğini öğrendiğinde bakalım neler olacak. İzleyip görelim.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek dileğiyle.

Seni Kendime Sakladım (Senden Daha Güzel,6.bölüm)

YAZAR: SİMAY DEMİR

Karakterimizi ne belirler ya da yaptığımız her davranışın bir sebebi var mıdır? İstemsizce mi yaparız bazı şeyleri, yoksa her hareketimiz planlı mı? Bu tür sorular kafamı hep kurcalamıştır. Bu konuda kesin bir yargı bulamasam  da açıkçası ben yaptığımız çoğu şeyin bir nedeni olduğunu düşünüyorum. Bilinçli ya da bilinçsiz bir davranışta bulunduğumuzda altında bir sebep yatıyor bana göre. Kimse sabah yatağından kalktığında “Bugün kızgın davranacağım herkese!” demez yahut bir anda “Ben bu mesleği bırakıyorum, şu işi yapacağım.” düşüncesine girmez. Bunların olması için belirli bir süreç ve neden gerekiyor. Efsun mesela dediği gibi hala hırçın biri; hayat ona hırçın  davrandıkça o da çevresindekilere öyle davranmış. Yakmış yıkmış ortalığı, hıncını almak istercesine kırıp dökmüş tıpkı şimdi annesiyle her yan yana geldiğinde ona yaptığı gibi. Emir’inse bugün böyle koca duvarları olan, kimseye güvenmeyen, tek bildiği şeyin mükemmel olması gerektiği düşüncesi yaşadıklarından, babasından, ailesinden kaynaklanıyor.

Emir’i ilk tanıdığımızda kadınlarla ilişkisi  annesi Serpil ve belki de bu hayatta güvendiği tek kişi olan Pervin’le sınırlıydı. Geriye kalan tüm kadınlar ya hastası ya da tek gecelik birlikte oldukları ve bir puanlama sisteminden ibaret olan kadınlardı. Kuralları vardı ve ona göre yaşamını idame ediyordu. Fakat Efsun; onunla tanıştığı günden beri kuralları, prensipleri ona karşı işlemez oldu. Onunla koca bir gece geçirip sadece muhabbet edebildiği, dertlerini anlatmadan anladığını bildiği biri oldu. Üstelik kıskandığı ve bunu apaçık belli ettiği bir kadın o artık. İstese de inkar da etse Efsun Emir için artık diğer bütün kadınlardan başka bir konumda. Bu yüzden Ali Bıçakçı’yı deli gibi kıskanıyor.

Şüphesiz Emir’in ilk baştaki çıldırmasının sebebi de iş konusunda kendisine rakip gelmesi değil Efsun’un kendisini getirmiş olma ihtimaliydi. “Onunla olan bu gereksiz samimiyetin ne?” Sorusu aslında onu neden istemediğini apaçık ortaya koyuyor bana kalırsa. Zaten kadehleri sorması, evi matkapla delmesi hepimiz de çok iyi biliyoruz ki kıskançlığından. Ama fark ettiniz mi Emir kıskansa da, bazen kendine hakim olamayıp belli etse de, Efsun’a ikazda da bulunsa Ali’nin yanında herhangi bir tepki göstermedi, hep bir adım geride kaldı. Yani Ali otel odasına geldiğinde, at çiftliğinde seni bırakırım dediğinde, yahut evinde kaldığını düşündüğünde bir müdahalede bulunmadı. Çünkü onun ilgilendiği kişi hep Efsun oldu. Ona göre hareket etti, Efsun “O mezeler senin içindi” dedikten sonra ilk defa sahiplenici davrandı. Eli hep Efsun’un sandalyesinde onun omuz bölgesindeydi. Ali geldiğindeyse istifini dahi bozmadı. Emir Efsun’a diğerlerine davrandığından farklı davransa da kadınlar konusunda Emir hala aynı Emir, hala kadınları puan çizelgesine koyan, tek gecelik ilişkilerine devam eden kişi, o henüz uzun veya ciddi bir ilişkiye hazır mı emin değilim.

Ben Emir’in kadınlarla olan durumunu birazda belkide hiç tanımadığı annesine bağlıyorum aslında. Düşünsenize Emir’in bu hayatta tanıdığı ilk kadın annesi, en çok koruyup kollaması gereken, en çok kendini güvende hissettirmesi gereken annesi onu bırakıp gidiyor. Emir nasıl başka bir kadına güvenip uzun süreli ilişki yaşasın ki. Hatta Pervin bile onun için bir örnek bence. Emir’in tanıdığı, güvendiği hatta belki de hayran olduğu biri ama o bile evladını bırakıp gitmiş. Emir aslında Pervin’i de anlamaya başladı diye düşünüyorum. Kendi ailesiyle yaşadığı sorunları düşününce hocasıyla empati yeteneği de gelişiyor. Ancak ne olursa olsun o klinik için ailesini feda eden Pervin’i de gördüğünde Emir’in bu tip duygulara güvenmesini sağlayacak tek bir done bile yok elinde ya da duygularını dayandıracağı bir tecrübesi yok.  Şimdi bu denli güvendiği bir kadın bile çocuğunu, kocasını bırakıp gidiyorsa başka kadınlar neden yapmasın? Onun açısından  bakınca pek de haksız sayılmaz değil mi?

Emir tüm bunlara rağmen Efsun’a karşı kabuklarını yumuşatmaya duvarlarını indirmeye başladı, ne yaparsa yapsın kalbini, aklına kazdığı kadın profilini, içinde yarattığı kalıpları yıkıyor ve bunu Emir’in Efsun’a bakışını gören herkesin anlayacağını düşünüyorum. Emir’in hissettiklerinin farkında olup olmadığından emin değilim ama artık fark etse de karşı koyabileceğini pek zannetmiyorum. Emir kıskançlığı doruklarda yaşarken Efsun şu an bu durumu düşünecek dahi durumda değil. Zira bir yandan yüzleşmekten dahi kaçındığı annesi öte yandan hem geçmişini bilen hem de hala ona ilgisi olan Ali’yle uğraşmak zorunda. Emir ve diğerleri gerçek Efsun’u bilmesin, gerçekleri öğrenmesin diye endişelenmekten Emir’in davranışlarının sebebini dahi algılamayacak durumda. Aslında bir arkadaş, bir ortak olarak Emir’i sevse de Naz’ın onun yanında oluşuna verdiği tepkiye bakacak olursa onunda kıskançlık ve aşık olma konusunda Emir’den geri kalır yanı yok. Aslına bakacak olursanız  Efsun gibi karşısında anne babası gibi örnekler duran ve bu ilişkiden en çok yıpranan kişi olan biri için hayatına birini almak oldukça zor. Üstelik bunun dışında travmaları var hayatı karman çorman bu yüzden Emir’e karşı hissettiklerinin pek farkında olduğunu zannetmiyorum.

Efsun’un şu an farklı öncelikleri var ve bunların en başında annesi geliyor. Ona kızgınlığı, kırgınlığı çok fazla ve bunu her fırsatta hissettiriyor. Aslında Efsun’a baktığımda bu kendi kabuğuna çekilmesinin, yaşadığı travmaları gizlemesinin ve hatta bu kadar çevresine karşı temkinli olup, onların düşüncelerini bu kadar önemsemesinin sebebi de annesi. Annesinin onu terk ettiğini arkadaşlarından gizlerken aynı zamanda kendine onu seven ama işi olduğu için gelemeyen bir anne yaratmış. Efsun o anları anlatırken Pervin’in yüzündeki o üzüntü içime işledi doğrusu ve itiraf etmeliyim ki Pervin’in çekip gitme sebebi en çok merak ettiğim konuların başında geliyor.

Pervin Efsun’la her yan yana gelişinde “Gidişimin bir sebebi var, anlatacağım ama sen henüz hazır değilsin” deyip duruyor fakat henüz biz izleyiciler bile en ufak bir kırıntı alamadık maalesef. Emir’e “Bu klinik için ” dese de açıkçası ben gitmesinin tek sebebi kariyeri olduğunu düşünmüyorum. Efsun’a karşı bu denli sevgi ve hasret doluyken sadece kariyer yapmak için ondan vazgeçmiş olamaz. Bu mazeret ne onun affedilmesini ne de Efsun’un kırılan kalbinin onarılmasını sağlar.  Üstelik bir kliniğe tercih edilmesin ona iyi geleceğini de hiç zannetmiyorum.

Bir tek Pervin değil Kaya da ebeveynlik konusunda özeleştiri yapmaya başladı anladığım kadarıyla, evet belki birazda Efsun’un ittirmesiyle oldu ama küçücük bir sevgi dokunuşun bile Emir’e ne kadar iyi geldiğini görmüş olduk. Babası özür dilemeden özür dilerken belki de hayatında ilk defa Emir’e  gitme kal, sana ihtiyacım var dedi, Emir’in yaşamı boyunca beklediği “Aferin”i omuzuna tek dokunuşuyla vermiş oldu. Emir’in dolan gözlerine bakacak olursak bu onun için tarif edilemez bir öneme sahipti ve o anlarda en az Emir kadar duygulandım desem yeridir. Yine de benim hala çözemediğim bir mevzu var; Kaya daha yeni değil anladığım kadarıyla çocukluktan beri Emir’i görmezden gelmiş, takdir etmemiş ve kendinden hep uzak tutmuş ve diğer oğluyla olan ilişkisine bakacak olursak onunla da aynı durumda.  Peki ama neden, Kaya neden çocuklarına karşı bu kadar sert ve aşılmaz bir duvar gibi? Niye onlara tüm kapılarını kapatmış gibi davranıyor? Sanırım öğrenmek için biraz daha sabretmem gerekiyor.

Emir de Efsun da en çok ailelerinden yana yaralılar, bir tek klinikte değil aldıkları yaralarda da verdikleri mücadele de de ortaklar. Dahası sergiledikleri davranışların çoğu bu yaralardan çıkardıkları sonuçlardan kaynaklanıyor. Bakalım ortaklıkları yaralarını sarmada da başarılı olacak mı, göreceğiz. Ama her şeyden önce güvenmeyi öğrenmeleri gerekiyor. İkisi de etraflarındaki sağlıksız ilişkilerden dolayı oldukça güvensiz bir ortamda büyüdüklerinden karşı tarafa asla güvenmiyor. Emir’in hali hazırdaki çapkın hayatı da Efsun için tuzu biberi oldu ancak aşk çok başka bir duygudur.

Aşk öyle engel, gurur ya da başka negatif duyguyu tanımaz ki yapmam, gitmem ya da hissetmem derken birden asla dediklerini yapmaya başlarsın. Emir aslında bu kadar taviz veren biri değil ama veriyor. Efsun birinin peşinden koşacak, ikna etmeye çabalayacak biri değil ama o da bunları tek tek yaptı. İçten içe ikisi de birbirlerinin son durağı olduklarının farkına varmaya başladılar. Efsun ve Emir’in yaralarını birlikte tedavi edebilmeleri için önce o yaraları görmeleri gerekiyor. Kalpse görmediği ağrıyı hissediyor. İkisinden hangisi ilk adımı atar dersiniz? Benim içimdeki ses ilk imana gelecek kalbin Emir’e ait olduğunu söylüyor arkadaşlar.

Yazımı bitirmeden son sahneye şöyle bir değinmek istiyorum. Açıkçası bu Ali Bıçakçı hususuna girmemiş olsam da Efsun’u sürekli zorlamasından da darlamasından da bana ikrah gelmeye başladı. Bitmiş bir ilişki hala neyi kanırtıyorsun acaba? Efsun’a son anda yaptığı şey zaten kabul edilir değil ama bir de özellikle Emir bunu yanlış anlayıp da güvenmem de güvenmem diye gezerse ona da iki çift laf ederim haberiniz olsun.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek dileğiyle. Hoşçakalın.

Sana İhtiyacım Var (Senden Daha Güzel,5.bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

Ben aşkın, birini sevmenin iyileştirici gücü olduğuna inanıyorum. Bununla karşı tarafı iyileştirmekten bahsetmiyorum kesinlikle; kendi içini, kalbini, ruhunu iyileştirmekten  bahsediyorum. Emir mesela Efsun’a kapıldıkça kendi dikenlerinden arınıyor. Çevresine ördüğü duvarları istemsizce Efsun için indirdikçe daha mutlu bir adama dönüşüyor. Bunu en basitinden film izlerken gördük.  Efsun’sa Emir’in yanında olduğu her an kendi oluyor. O hamle yapmaktan korkan Efsun gidiyor yerine ne yapmak istediğini bilen biri geliyor.

Efsun cesur görünen ama hata yapmaktan ve rezil olmaktan deli gibi korkan biri bu yüzden kararlılığını asla göremiyoruz. Evet tüm bunlar geçmişte yaşadığı travmaların etkisiyle olan şeyler ama ne yapmak istediğine karar verdiği an bütün olanları unutuyor ve savaşıyor. Fakat şimdilik bunu sadece Emir’le ilgili durumlarda görsek de bunu çok yakında klinik için savaşırken de göreceğimize inanıyorum. Aslında Efsun’un sorunu ne biliyor musunuz? O burada olduğum sürece kliniği en iyi şekilde yönetmek istiyorum diyor ama o ne İstanbul’u ne de kliniği benimsedi. Bu yüzden de afallayıp  duruyor. O, klinik onun ve yönetmesi gerekiyormuş gibi davranmıyor sadece eline verilen bir emanet var ve  gün geçiriyor sadece. Binnur’un dediklerini hatırlayın “Sen koca at çiftliğini ve içindeki insanları yönetiyordun” halbuki kliniği yönetmeye gelince eli ayağı birbirine dolaşıyor. Söz konusu at çiftliği olduğunda asla tereddüt etmiyor, nasıl hareket edeceğini çok iyi biliyor ama sıra kliniğe geldi mi endişeli gergin, ne yapacağını bilmeyen biri oluveriyor. Farkında değil ama bu durumun bir alternatifi olduğu fikri dengesini bozuyor. Çünkü onun her durumda sığındığı tek şey “Nasıl olsa üç ay sonra Gaziantep’e döneceğim” düşüncesi oluyor. Ve o düşünceden sıyrılmadığı, gerçekten bu klinik benim, ben yöneteceğim demediği sürece yönetemez orayı. Dahası hem Kaya hem Pervin hem de diğerleri ona müdahale etmeye ve onu bir patron gibi görmemeye devam eder. Emir’in hasta kabul etmediğini öğrendikleri zaman mesela; Pervin müdahale etmek istediği an Efsun öne atıldı ve bu durumu kabul etmedi işte tam o an tam anlamıyla bu kliniği ben yönetiyorum düşüncesindeydi ve öyle hareket etti. Ve tamda Pervin’in yapmasını istediği şey yaptı; kliniğe sahip çıktı. İkisi bir araya gelirse harika işler yapacaklarına inansam da şimdilik göz göze gelmeye bile korkuyorlar.

Aslına bakacak olursanız Pervin kadar Efsun da korkuyor Pervin’le  yüzleşmekten. Pervin affedilmemekten Efsun’sa onu dayanamayıp affetmekten çok korkuyor. Bu yüzden zaten onu görmek yahut konuşmak istemiyor çünkü hissettirmese de o annesini hala çok seviyor ve onu affetme ihtimali kalbinin derinlerinde bir yerlerde onu yumruklayıp duruyor. Ama annesiz geçen yıllar, sevgisinden yoksun kaldığı her an içini kasıp kavururken kalbindeki sızıyı duymaması da bana çok normal geliyor. Farkındaysanız Efsun annesine “Neden” bile demedi çünkü o geçmişin sisli perdesi kalkarsa onu affedebilme ihtimali var. Bu da şimdilik Efsun’un istediği bir şey değil çünkü annesini affederse İstanbul’a bağlanır ve babasını da yüz üstü bırakmış olur. Ama Efsun’a korkunç bir haberim var: Onu İstanbul’a klinik değil kliniğe dönsün diye savaş verdiği Emir bağladı bile ama şimdilik Efsun’un bundan haberi yok ancak bu aşk yavaş yavaş ruhunu zapt etmeye başladığında işler iyice çığırından çıkacak, benden söylemesi.

İnsan birbirini en iyi yarasından tanır. Kendine benzeyeni hemen görür düşüncesindeyim.  Emir Efsun’un anne sevgisinden mahrum oluşundan, gözlerindeki acıdan tanımışken, Efsun Emir’in nasıl babası yanındayken babasız kaldığına şahit oldu. Aslında fiziken bir babası olsa da ruhuna bunca yarayı tek tek işleyenin de yine babası olduğunu gördü, tanıdı.  Belki de Emir’in bu kadar çok geri dönmesinin istemesinin en önemli sebebi de budur. O yıllarca baba sevgisini kendini işine adayarak bastırmış etmiş biri ve şimdi bunun da elinden kayıp gidiyor olmasını kabul edemiyor Efsun. Babasının görmediğini gördüğünü göstermek istiyor ona. Emir’se Efsun’un annesi konusunda ne kadar hassas olduğunu bildiğinden bu konuda bir şey olduğunda hemen harekete geçiyor. Pervin’in geldiğini duyduğu an düşündüğü ilk şey Efsun oldu mesela, yanına gidişi de, durumunu sorması da onun o an nasıl bir ruh hali içinde olduğunu bildiğindendi. Aslında Emir de Efsun kadar çaresiz ama bunu göstermek onun için bir kusur sayıldığından asla belli etmiyor.

Emir Demirhan hayatında ilk kez bir kadınla cinsellik dışında zaman geçirdiği için şaşkın olsa da aslında onu esas şaşırtan ne biliyor musunuz? Biri onun için mücadele ediyor. Efsun var gücüyle Emir kliniğe geri dönsün diye çırpınıyor. Bunun sebebinin ilk bakışta Gaziantep’e dönecek olması olarak düşünülse de aslında esas cevap bu değil. Efsun, Pervin diğerlerinin önünde kaybetmek, yıllarca başarıyla gelen bir işi batırmamak istiyor ve bunun için de Emir’e ihtiyacı var. Sadece doktor olarak da değil, insan olarak da ona çok ihtiyacı var. Bu yüzden de Emir’in klniğe dönmesi çok önemli. Efsun her ne kadar Emir’e ihtiyaç duysa da bunu asla söylemez ancak Efsun’un Emir’e ihtiyacı olduğu kadar Emir’in de Efsun’a ihtiyacı var.

Emir hayatını çalışma ve günü birlik ilişkileri arasında yaşayan, yalnız bir adam. Arkadaşlarıyla bir havuz kenarında sohbet etmemiş, oturup maç izlememiş, yani hayatı uzaktan izleyen biri. Bütün bu dediklerimi bir bir Efsun’la deneyimliyor. Anılar biriktiriyor. Bu sebeple Efsun’a çok başka bir şekilde, kalbinden bağlandı. Koskoca çapkınlar çapkını Emir bir kadını kıskanır mı? Ya da istemediği halde onunla uzun vakitler geçirir mi? Asla geçirmez. Efsun’la bunları yapıyor çünkü Efsun’un kalbini gördü ve farkına varmasa da Emir de artık o kalbin etrafında albatros kuşları gibi uçmaya başladı. Belki ikisi için de bir umut vardır, ne dersiniz?

Emir’i tanımaya başladıkça aslında onun egosu yüzünden böyle olduğu değil de böyle olduğu için egolu göründüğünü fark ettim. O kendini böyle olmak zorunda hissettiği, yaralarını ancak böyle gizleyebildiği için böyle davrandığını görebiliyorum.  En iyisi olmadan elindekini hak etmeyeceğini, ancak kusursuz olursa bir şeyler sahip olabileceği düşüncesine bu derece hakimken kalbinde neler olduğunu bilmeyenlerin bunu ego savaşı olarak nitelemeleri çok normal. Ama bu sadece kendini koruma mekanizması bana kalırsa hepsi bu. Çünkü o ailesi tarafından terk edilmeyi bir kusur olarak görüyor ve bunu ancak mükemmel olursa kapatabileceğini düşünüyor. Emir’in evlatlık olduğu, babası tarafından görünmediğini bu yüzden bu kadar duvarı olduğunu ve daha birçok şeyi öğrenmiş olsak da benim merak ettiğim bir diğer konu da Emir’in kadınlara neden böyle davrandığı. O bu konuda hiç değişim göstermedi, hala kadınlara sadece bir obje gözüyle bakan, numarayla sistemlendiren biri. Kadınlardan yara almadığını yahut onlara bu kadar yakın olup bu derece uzak oluşunun sebepsiz olabileceğini düşünmüyorum. Şu an ki en büyük sorunu babasıyla yaşıyor olsa da ben onun hala geçmişte bir aşk yarası olduğunu düşünüyorum.

Emir’in böyle bir yarası var yahut yok şimdilik muamma olsa da Efsun’un eski erkek arkadaşının gelişiyle ona karşı olan hislerini daha yoğun göstermeye başladı en azından kendine. Çiçeği vermeyip çöpe atması da, onları  birlikte her gördüğünde sinirden dişlerini sıkması da ne kadar kıskandığını belli ediyordu aslında. Bence Ali’nin gelişi Efsun için sancılı olsa da Emir için daha sancılı olacak çünkü kariyerinde zirvede olan gıptayla izlediği biri iş konusunda bir rakibi oldu ki bu da ona “Sen vazgeçilmez değilsin, bak sen gidiyorsun biz senin yerine daha iyisini getirdik” mesajı verildi. Ama en önemlisi Efsun’la özellikle ilgilenen ve Emir’in aksine bu ilgisini belli eden biri var artık. Efsun’sa şu an için farkında olmasa da her yaptığıyla Emir’e çekiliyor öyle ki fark etmeden kokusuyla mest olacak, ceketini koklayacak duruma gelmiş bile. İkisinin de yaraları ve özel ilişkiler için ördükleri duvarları var ve kendilerine dahi bunu çok zor itiraf edecekler gibi duruyor. Efsun ve Emir cephesinde bunlar olurken Kaya ve Pervin çocukları için belki de ilk kez karşı karşıya geldi. Fakat bu konuda ben Kaya’nın haksız olduğunu düşünüyorum.

Kaya Emir’in bu gün böyle davranma sebebi ama bunu asla kabul etmediği gibi ona karşı yenilmiş olma ihtimali bile onu deli ediyor. Fakat Emir’in gidişi için Serpil özür dilemesini istediğinde evden kovulma pahasına bu durumu reddederken Serpil’in sorumlu olarak Efsun’u gösterip “Efsun gidecek” sözünü Hemen benimseyip Pervin’le bu durumu konuştu bile. Halbuki bence Emir hiçte Kaya’nın söylediği gibi egoist biri olduğu için bırakmadı. Haksızlığa uğradığını düşündüğü için bıraktı ki defalarca Efsun’a senin yüzünden değil babamla benim meselem dedi.  Üstelik Emir egoistlik olsun diye değil aksine kendini her zaman kanıtlama ihtiyacı hissettiği için böyle davranıyor. Bakalım daha ne kadar böyle devam edebilecek. İzleyip görelim.

Bu arada demeden yazımı bitirmek istemiyorum. Ali Bıçakçı benim şimdiden sinir olduğum erkekler listemde en tepeye çıktı. Ne demek bir kadının odasına gidip de içki içmeyi teklif etmek, hem de odasında. Ben geri kafalı biri değilim ama Ali’nin niyeti bariz ortadaydı. Şimdi Emir de odaya girecekti diyeceksiniz ama birincisi Ali gelir gelmez geri adım attı çünkü Efsun için bu çok yanlış anlaşılmaya müsait bir konuydu. Emir bu şekilde geri çekilirken Ali denen şahsın bu şekilde davranması onu öldürülecekler listemin zirvesine yazdı, biz Emir’le devam edeceğiz.

Hayat bu bir gün batar diğer gün zirveyi görebiliriz ama bence sevdiğin , değer verdiğin insanla o zirvede olmak en güzeli.

 

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek dileğiyle.

Senden Önce Ben (Senden Daha Güzel,2.bölüm)

Yazar: Simay DEMİR

Ben sevginin gücüne inananlardanım. Bu gücün iyileştirici özelliği olduğuna da, insanı motive  ettiğine de olan inancım tamdır. Fakat bazen karşımızdakinden aldığımız enerji sevildiğimizi pek hissettirmez bize, bu da ona karşı önce özleme sonra öfkeye dönüşür. Bir kitapta okumuştum; sevginin farklı dilleri var diyordu. Karşındaki hangi dilden anlıyorsa o dili kullanmalısın ki sevgini görebilsin. Efsun annesine oldukça öfkeli ve onun sevgisine zerre inanmıyor bu yüzden bir yanı hep eksik ve yaralı ben bunu tamamlamak için böyle güçlü, yıkılmaz  durduğuna ve kimseye bu zayıf yönünü göstermediğine inanıyorum. Emir’inse babadan yana pek yüzü gülmeyenlerden; o ise babasının gözüne girmek için mükemmeliyete oynayan biri. Ama bence onun böyle olmasında tek rolü olan kişi babası değil ve ben asıl nedeni öğrenmek için sabırsızlanıyorum. Bakalım Efsun aslında bu kadar çok ortak yönleri olduğunu ne zaman keşfedecek?

Efsun Armağan aslında içimizden biri. Kusurları olmayan, pürüzsüz mükemmellik ve porselen bir şekilde sunulan biri değil. Acıları,yaraları, korkuları var. Efsun hayatını acılarını göstermeme üzerine inşa etmiş biri. Zayıflıklarını göstermeyecek, karşısındakiler onu hep güçlü görecek! Başka türlüsü olamaz. Onun bu mükemmel görüntü için verdiği çaba takdire şayan olsa da Efsun’un bu özelliğiyle tamamen zıt bir özelliği daha var; o da çok tezcanlı olması. Baloda Emir’i öpmesi çok hızlıca alınmış ve de yanlış bir karardı. Orada kendi hatasını telafi etmeye çalışırken kendisinden de fazlasıyla uzaklaştı. Efsun’un klinikte sürekli çuvallamasının sebebi bu arkadaşlar, kendi gibi davranmıyor. Efsun başarılı olmaya, hata yapmamaya ve gerçek kimliğini, kendisini saklamaya o kadar çok çalışıyor ki ortaya çıkan yapay kadını kimse takmıyor. Halbuki Gaziantep’te olduğu gibi kendisi olsa sorun kendiliğinden çözülecek. Ama onun çok büyük sırları var ve onları saklamak, hele de Emir gibi bir dahiden saklamak hiç de kolay olmayacak.

Efsun, hastanede kendini kabul ettirmeye çalıştığı her adımında karşısında Emir’i buldu. Emir ona karşılık kliniğini, çalışanlarını oldukça iyi tanıyan bir doktor. Efsun’sa onları tanımaya çalışırken ürkek tavırları, acele aldığı kararlarla iyiden iyiye patron statüsüne zarar vermeye başladı. O dışından Emir karşısında zafer kazanmaya çalışmadığını söylese de aslında bu durumun tam tersi bir mücadelenin içerisine girdi. Emir’e karşıdan baktığında umursamaz, çıkarcı ve duygusuz bir adam gördüğü için onun reddettiği ilk hasta biraz daha yardıma muhtaç görününce düşünmeden vakayı kabul etti. Halbuki Efsun detaycı bir kadın. Emir’in ilk danışma meselesinde oynadığı oyunu görmüştü ancak hastanın da aynı şekilde oynadığını göremedi. O anda dikkati Emir’i alaşağı etmekti çünkü ona 2 kez mağlup olmuştu. Burada yine Efsun’un gizlendiği sırların arkasında ezilmesi var. Efsun aslında bir estetik cerrahı, bu yüzden orada aslında Emir’e “Bu iş böyle olur!” diye yüzüne çarpmak istiyor ancak yapamıyor. Bu da Efsun’u Emir’i bir şeyler yapmaya zorlamasıyla sonuçlanınca bazı ayrıntıları gözden kaçırmasına sebep oldu ve aslında Emir’i de bu vakayla gözümde biraz olsun akladı diyebilirim. Biliyorsunuz geçen hafta kendisinin derisini yüzmekle çarmıha germek arasında gidip geliyordum.

Emir karakter olarak benim gözümde 1-0 geride başladı. Çapkın, kadınlara değer vermeyen bir adam görüntüsündeydi ama son vaka meselesinde biraz olsun yumuşadım. Emir düşüncesizce her vakaya dalan biri değil, ölçüyor, tartıyor ve ona göre şekil alıyor. Klinik için başarılı bir doktor ancak ben artık babası ve Pervin’le aynı fikirde değilim. Onun egosu işinin önüne geçmiş vaziyette değil aksi durumda o hastayı gözünü kırpmadan alırdı. Emir’se almadığı gibi riske girmek isteyen Efsun’dan başkası değildi. Bu da Pervin ve Kaya’nın bu işte fazlasıyla yanıldığını gösteriyor ki ben Pervin’in yanılmadığına eminim.

Emir’e güvenmeyen kişi Kaya bence Pervin değil. Bir cerrah kendi elini, kızını emanet ettiği adama kliniğini mi emanet etmeyecek? Aslında Pervin kızını da Emir’i de iyi analiz ettiği için kızının cerrahlığa dönmesi için tüm bu düzeneği kurdu diye hissediyorum. Emir’le güven sorunu yaşadığını samimiyetle düşünmüyorum. Bu hamlesiyle yarattığı rekabet ortamıyla hem kızının kendisi gibi başarılı olmasını sağlayacak hem de Kaya’yla Emir’in arasını düzelteceğini, en azından babasının oğluna güveneceğini düşünüyorum. Pervin seneler önce neden ailesini terk etti bilmiyorum ama elinde çiftlik kozu varken kızı kendisini görmesin diye köşe bucak kaçmazdı. Efsun babasının düzenini yıkabilecek cesarette biri değil ancak bence Efsun’un en başta kabul etmeme sebebi de cerrahlığıyla alakalıydı. Pervin’in gizliden yürüttüğü bu plan işe yarar mı bilmiyorum ama Emir’in kendisinden daha büyük sırlar sakladığını öğrenmesiyle zaten çok da iyi olmayan ilişkileri iyiden iyiye darbe alabilir diye düşünüyorum.

Emir ve Efsun karşılıklı olarak birbirlerinden çok fazla sır saklıyorlar. Emir, Pervin’in Amerika’ya gitmediğini, onun ameliyatına girdiğini saklarken Efsun da Emir’den bir zamanlar cerrah olduğunu, hem de harika bir cerrah olduğunu saklıyor. Normal insanlar söz konusu olsaydı bu Efsun’un kararı, ne olacak ki diyebilirdim ama Emir işin içinde olunca diyemiyorum. Ben size olacağı söyleyeyim mi? Emir, Efsun’un sakladığı cerrahlık meselesine nasıl bakacak biliyor musunuz? Efsun’un onu ezdiğini, dalga geçtiğini falan düşünecek bence. Efsun’un safça attığı bir adımı bile çıkar meselesi olarak gördüğü için onun Efsun’u ve iyi niyetini anlaması zaman alırken toplantı gecesinde olduğu gibi yakıp yıkacak diye düşünüyorum. Peki bunun sebebi nedir? Neden Emir Efsun’u önce yaralayıp sonra da kırdığını tamir etmek için çabalıyor? Emir kötü biri değil sadece en büyük hayali olan kliniği Efsun’a kaptıracağını düşündüğü için onun gitmesi için elinden geleni yapmaya çalıştı. Ancak temelde onu incitmek ya da kırmak istemedi çünkü aslına bakacak olursanız Efsun onu tanımadan ona güvenen tek insan olarak çıktı karşısına. Emir ne kadar doğru adımlar atıp, başarılı olsa da Kaya onun başarılarını asla görmek istemiyor. Bazı hususlarda onu katlayan bir oğlu var ancak Kaya asla Emir’i anlamıyor ki anlamak dahi istemiyor. Bu sebeple Emir için Efsun önemli biri ahline geldi. Yıllardır dizinin dibinde yetiştiği babası güvenmezken 7 kat yabancı güvendi. Efsun Emir’e hep güvendi aslında.  Gaziantep yolunda güvendi, yalan söylediğini öğrendi sonrasında yine güvendi yani aslında Emir tüm yaptıklarına rağmen Efsun bir şekilde hep onun yanında oldu. O kadından kurtarırken de diğer meselelerde de belki de Pervin’den sonra kendisine güvenen ikinci insan oldu. Efsun’un Emir’i en çok buradan etkilediğini düşünüyorum ben.

Emir ve Efsun birbirlerini fazlasıyla etkiliyorlar, bunu görmemek için kör olmak lazım ama bana bu hafta daha fazla etkilenen Emir gibi geldi. Efsun şimdilik kendini geride tutuyor ama Emir öyle değil. Aile yemeğinde olanlar bence Efsun’un Emir’in en çok kanayan yarasına merhem olacağını gösterdi. Efsun akşam yemeğine davet edilince gerginlikten öleceklerini düşünen Emir, Kaya ve Efsun’un bu kadar iyi anlaşması karşısında şoke oldu. Babasıyla kimsenin iletişim kuramayacağını düşünürken Efsun bunu başardı. Aslında ikisi bu taraflarıyla birbirlerini tamamlıyor bence. Nasıl ki Emir Pervin’le babasından daha iyi bir ilişki kurdu aynısını şimdi Efsun da yaptı. Eğer karşılıklı anlaşmanın bir yolunu bulurlarsa bence eksikliklerini de tamamlayan iki aşık olurlar diye düşünüyorum ancak bu özellikle Efsun için çok zor olacağa benziyor. Efsun’un gerçek korkuları ve yaraları var, bu yüzden ne bir ilişkiye ne de cerrahlığa öyle kafasına estiği gibi dalabileceğini sanmıyorum.

Efsun her ne kadar şimdilik Emir’in yanında, yöresinde olmamaya çalışsa da aslında bir yanı istemsizce ona çekiliyor. Aslında Emir her davranışıyla benden uzak dur dese de bazı anlarda Efsun küçücük bir an Emir’in çoğu insana göstermediği tarafını gördü. Buna iki spesifik örneğim var: İlki yemek dönüşündeydi. Emir aslında ailesinden uzak durmak isteyen biri asla değil ancak babasıyla olan çatışması buna engel. Sürekli tartışmaları, fikir çatışmasına girmeleri baba oğlu yan yana gelmekten alıkoyan acı bir gerçek. Kaya her birlikte vakit geçirdiklerinde Emir’i yetersiz hissettiriyor ancak Emir hayatında belki de ilk kez ailesiyle çok keyifli vakit geçirdi. Efsun bir köy doktoru olarak insanlarla o kadar çok iletişim kurmak zorunda kaldı ki bence herkesle nasıl konuşması gerektiğini çok iyi biliyor. Yüzünde asla gülümse olmayan Kaya Demirhan’ı bile kahkahalarla güldüren kadın karşısında Emir’in savunma mekanizmalarının çok da işe yarayacağını sanmıyorum. Zaten şu an farkında olmasa da Emir Efsun’un büyüsüne kapıldı ve işin güzel yanı bunun farkında bile değil.

Emir’in ikinci özel durumuysa restoran çıkışında oldu. Efsun’u ailesiyle, annesiyle vurarak canını yakınca normalde Emir’in umursamaz bir tavra bölünmesi lazımdı ama ne hikmetse öyle olmadı. Aksine hayatındaki insanlara numara takan bir adam olarak Efsun’un peşinden gitti. Ailesine ve Pervin’e onu mahvedeceğini söylese de Efsun’un dolan gözlerine çok da fazla direnç gösteremedi bizim kadın avcısı. Dedim ya Efsun Emir’e duyduğu güvenle onun elini ayağını bağlıyor. Efsun bunu bilinçli yapmasa da kendince davrandığında Emir’in ona daha da kapılmasına sebep oldu. Her ne kadar bu durum Efsun’un içten içe hoşuna gitmese de aralarındaki mesafe de kapandı. Efsun belki Emir’i görmeye başladı ama Emir de Efsun’u, yaralarını fark etti. Şimdilik durum eşit gibi olsa da bence ikisi arasındaki çatışmayı da çok şiddetli hale getirecek ve yaralarının farkedildiğini anlayan ilk kişi araya mesafe koymayı deneyecektir.

Efsun, yıllar önce Amerika’da bir hastasını kaybetmesinin ardından cerrahlığı bıraktı. Bunu da Billur hariç herkesten saklıyor ve bunun bence iki sebebi var: Birincisi efsane bir cerrah olan annesinden zayıf olduğunu göstermemek, ikincisi de insanların gereksizce bunu konuşmasını önüne geçmek diye düşünüyorum. Annesi sorduğunda cevap vermedi ama Efsun’un Pervin yüzünden cerrah olduğunu anlayabiliyorum. Annesi olmasa da kendini bir şekilde ispat etmek istemiş ama tek başına olduğu için onu girdiği travmadan kimse çıkaramadı. Pervin Emir’in hayatında böylesine özelken öz kızına yardım edemedi ve bence bunun geri dönüşü çok zor olacak. Diğer konuysa annesinin ardından babasının tamamen kendisini kaybetmesi oldu. Bu da bana Efsun’un aşka, ilişkiye bakışının da çok sağlıklı olmadığı düşüncesini verdi. Bu iki konuda Efsun ciddi hasarlı ve şimdi en büyük kabusu olan hasta kaybetme travması seneler sonra tüm ihtişamıyla ortaya çıktı.

Efsun işte göstermeye çalıştığının aksine gerçek yaraları olan bir kadın ve bu hasta kaybetme meselesi onun başını iyice ağrıtacak gibi duruyor. Hep zayıflıklarını saklamaya çalışsa da hayat onun kusurlarını hep ortaya çıkarıyor ancak bence bu Emir için eksi değil, artı bir özellik. Emir hayatını mükemmel olduğunu söyleyen iki cerrahın yanında geçirdi, annesi zaten kusursuz değil mi? İlk kez birinin GERÇEK acılarını gördü bence. Bu son olayda da Efsun’un aslında hastalarını ne kadar önemsediği ortaya çıktı. Efsun’un hiç hatasının olmamasına rağmen Emir’in ona sorumluluk vermesi, kadının komaya girmesiyle Efsun doğal olarak hesabı kendisine kesti. Kendini at çiftliğine atarak hayatını da riske sokan Efsun için Emir tam zamanında oradaydı ama bu travma o ikisini nereye savuracak bekleyip göreceğiz.

Emir ve Efsun aslında görünmeyen çok fazla yaraya sahip iki insan; nerede birbirlerini anlarlar bilmiyorum ama o zamana kadar birbirlerini de yaralamaya devam edecekler diye düşünüyorum. Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya görüşmek üzere.

 

 

İki Deli Bir Araya Gelmemeliydi (Senden Daha Güzel,1.bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

Yaz heyecanı başladı, kabul edelim hiç bitmeyecekmiş gibi bir kış yaşadık ve yaz mevsiminin gelişiyle romantik komedi sezonu da açılmış oldu. Romantik komedi izlemeyi seven biri olarak bu durumun beni bir hayli sevindiğini de belirtmeden geçemeyeceğim; kış aylarının içimizi karartan yapımları sezona ara verirken, yaz dizilerinin rengarenk, cıvıl cıvıl işleri içimizi açtı. Ben romantik komedi türünü ayrı sevdiğimden midir nedir 1 aydır hop oturup, hop kalkıyorum. Ne yazayım, ne yapayım derken karşıma Senden Daha Güzel çıkıverdi. Özelikle son dönemin yükselen yıldızı Cemre Baysel ve Karagül, Söz ve Kuruluş Osman’da çok severek izlediğim Burak Çelik’li castı görünce heyecanla ilk bölümü beklemeye başladım. Dizimizde kendi köyünde doktorluk yaparken birden bire kendini metropolde bulan Efsun ve ailesinin işini ondan kurtarmaya çalışan çapkın ve yakışıklı estetik cerrahı Emir’in eğlenceli macerasına konuk olacağız. Öncelikle Efsun’la başlamak gerekirse, işte ekranlarda görmek istediğim kadın karakterlerden dedim. Umuyorum ilerleyen zamanlarda bozulmaz da biz bu kendine yeten, ayaklarının üstünde duran kadını doya doya izleriz.

Efsun Armağan, annesi babasını terk ettikten sonra tek başına ayakta kalmayı başaran, iyi eğitimli, yetenekli genç bir doktor. Bugünün yükselen alanlarından estetik alanında dünyaya nam salacak kadar yükselebilecekken kendisini hastalarına, mesleğine adayan bir kadın,o. Efsun’la ilgili ilk dikkatimi çeken detaylar şunlar oldu: Merhametli ve cömert. Efsun’un doktor olmasının yanı sıra kendi merhemlerini, kremlerini yaptığını görüyoruz. Efsun, bu kremleri belki binlerce liraya satabilirdi ama o ne yaptı? İhtiyacı olan hastalara, kadınlara ücretsiz dağıttı. Bu kadar kapital olan, her şeyin parayla ölçüldüğü bu dünyada işine atla gidip, gelen, hastalarına Lokman Hekim gibi deva olurken onlardan bir kuruş almayan Efsun sanki başka diyarlardan gelmiş gibi değil mi ?

Efsun’la ilgili gözümüze çarpan en önemli özelliklerinden biri de haksızlığa tahammülü olmaması. Şimdi feminist falan dememi bekliyordunuz ama Efsun’unki altı boş, gösteriş meraklısı bir hak savunuculuğu değil. Efsun’un genç bir hastasıyla tanıştık: Adı Elif. Elif tarlada çalışamayacak kadar hasta bir kadın ve kocası tarafından zorla çalıştırılıyor. Efsun’un burada muhtara gitmesi yok işte jandarma falan uğraşmasını beklerken Efsun hastası için kahve bastı arkadaşlar. Bir kadının yardım çığlığına kulaklarını tıkamayan Efsun’un bu idealist, cesur ve gözü karalığı birinin daha dikkatini çekti: Emir Demirhan!

Efsun ve Demir’in karşılaşması da öyle tatlı, sevimli olmadı. Emir, Pervin’in isteğiyle müstakbel rakibini getirmek için Gaziantep’e gittiğinde karşısında köylü kızı bulmayı beklerken bir doktor bulacağından habersizdi. Emir adım adım Efsun’u izlerken onunla dalga geçiyordu. O küçücük andaki hareketiyle aslında kendini nasıl Kaf Dağı’nda gördüğünü anlamak çok da zor değil. Efsun’a bakışları, ona sergilediği tavırlar aslında Emir’in kendisini ondan çok daha yükseklerde gördüğünü bağırır nitelikteydi. Eeee ne de olsa o İstanbul’da lüks bir klinikte çalışan bir estetik cerrahı, Efsun’sa basit bir taşra doktoru değil mi? Emir’in alacağı en büyük ders buradan olacak diye düşünüyorum çünkü çok basite indirgediği kadını hiç istemediği belki de kabusa dönecek ve daha da kötüsü bütün çocukluk travmalarını başlatan kadının karşısına dikmek için yalan üstüne yalan söyledi. Emir hem rakibini elleriyle getirdiğinden hem de karşısındaki kadının acılarından bihaberdi ve sanırım ikisi için de çok sancılı geçecek bir dönemin ilk kıyameti de bu şekilde koptu.

Efsun’un nasıl merhametli bir insan olduğundan yazının girişinde bahsetmiştim. Annesinin şoförü sandığı birinden nefret ettiği kadının hasta olduğunu öğrenerek çıktığı yolda annesini karşısında ve oldukça sağlıklı buldu. Efsun, bütün hayatını karşısında dikilen kadından nefret etmeye çalışarak geçirmiş ve bence başarılı olamadı. Ben şahsen nefret ettiğim birinin fotoğraflarını saklamazdım ama Efsun sakladı. Bence o nefret etmeyi becerebilen biri değil ama annesinin arkasında bıraktığı enkazla yıllardır uğraşmak zorunda kalan da Efsun’dan başkası değil. Burada da Pervin’in kızının durumunu bir saniye bile düşünmediğini görebiliyorum. Şimdi tam meseleleri bilmeden yargılamak istemiyorum ancak klinikte çalışması için Efsun’u babasıyla vurması, hem de kendisi yüzünden hayatı kararan insanlara karşı bunu yapması Pervin’in öyle pamuk şeker kıvamında bir anne olmadığını gözler önüne serdi diye düşünüyorum.

Diğer yandan Pervin’in kimseyle öyle bir ilişkisi olduğunu da sanmıyorum. Nasıl ki istediğini elde etmek için Efsun’u kıskıvrak yakaladı aynısını Emir’e de yaptı. Emir, kliniğin devrini beklerken Pervin’le klinik pazarlığına oturacağı aklının ucuna bile gelmedi. Binbir türlü yalanla Gaziantep’ten getirdiği Efsun’un yani kendi gözünde bir kasaba doktorunun ona ortak çıkması Emir’in egosunda birine ağır geldi ve daha da acısı düşmanını  alaşağı etmek için maçın ilk devresini de kaybetti.  Efsun’a yalan söyleyerek oyuna 1-0 geriden başlayan Emir için tehlike çanları hiç olmadığı kadar yüksek çalmaya başladı ve onun neler yapacağını bilmesem de bu kadar kolay yalan söyleyebilen birinin klinik için ellerini kirleteceğini düşünüyorum.

Emir Demirhan benim gözümde diziye ekside başladı şimdi ne yalan söyleyeyim? Egolu, kendini beğenmiş ve bence kadın düşmanı bir adam Emir. Birlikte olduğu kadına “Sen altı numarasın!” diyecek kadar kendini beğenmiş, kendisi kadar başarılı olduğunu gördüğü kadına ” Taşra doktoru” diyecek kadar da egoist olan bu adamı bana sevdirmeleri için baya bir uğraş gerekiyor arkadaşlar, üzgünüm. Emir’le ilgili ilk söyleyeceğim şey çok sığ bir adam olduğu yönünde ve şimdilik aksini düşünmem mümkün değil. Sadece “Ben bugünlere gelmek için neler yaşadım” sözü belki beni yumuşatabilir. Orası açılmadan peşin hükümlü olmak istemiyorum ama her hareketiyle sadece Efsun’u değil beni de sinir krizine soktu şimdi, yalan söylemeyeceğim.

Emir aslında bu huyları olmasa başarılı bir insan ve bunu sadece yakışıklılığıyla kazanmış olamaz. Bize verilen tanıtımda ” Ülkenin en çok tercih edilen estetik cerrahı” tanımlamasına bakacak olursak işinde oldukça iyi olduğu görülüyor. Peki bu özellikleriyle Emir ne yapıyor? Hastalarıyla flört ederken karşısındaki insanlara asla değer vermiyor. Zaten Efsun’la İstanbul’da ilk kafa kafaya gelişleri de bu yüzden değil mi? Yalnız o anda bir sorun var ki Efsun Emir’i çok fena kışkırttı. Hem ondan hiç etkilenmedi ki bu Emir’in hayatında olan bir durum değil. İkincisi de Efsun sürekli kendisini aşağılayan Efsun tarafından aşağılanırken kandırıldığını da yine alaycı bir ses tonuyla Efsun’dan öğrenmesi oldu. Efsun Armağan artık resmen Emir’in kara listesine girdi ve daha da kötüsü yıllardır uğraştığı klinik de bu yüzden ellerinin arasından kaydı gitti.

Emir Demirhan karakter olarak kendisinde hata gören ya da özeleştiri yapabilen biri değil. Öyle olsa babasının neden kendisini yeterli görmediğini sorgulardı ama Emir bunu yapmadı. Tam aksine sanki elinden şekeri alınmış bir çocuk gibi önce Pervin2in önünde Efsun’u aşağılayıp , kavga etti. Pervin’in ondan beklentisi şu aşamada ne bilmiyorum ama Emir bu tavırlarına devam ederse kliniği komple Efsun’a kaptırabilir diye düşünüyorum ki bence Pervin sadece 3 ay için kızını getirmedi. Önden ikna turları için getirseler de asıl sınava tabi olan kişi Emir. Büyük ihtimalle kliniğin geleceğiyle ilgili kararı 3 ay sonunda alacaklar ve Emir bu tavırlarına devam ederse çok şeye katlandığını söylediği kliniğini Efsun’a kaptırabilir. Pervin bir başkasıyla da bu işi yapabilecekken Efsun’u tercih etmesinin bir sebebi olmalı diye düşünüyorum. Her ne kadar bu durumdan Efsun pek hoşlanmasa da 90 gün rüya gibi mi yoksa cehennem gibi mi geçecek bilmiyorum ama Emir’in ondan öğrenecek çok şeyi olacağına eminim.

Efsun babası daha fazla hırpalanmasın diye yıllardır görmediği annesine ve idealist, insanlara değer veren bir doktor olarak inandığı her şeyin tersini temsil eden Emir’le çalışmak zorunda kaldı. Pervin’e 90 gün dese de yine söylüyorum Pervin gibi bir kadının kendi yarattığı bir markayı kolaylıkla Emir gibi bir savruğa teslim etmesine inancım yok.Pervin’in aklından 100 tilki geçiyor ve bu tilkilerden iki tanesi birbirine dolanmış vaziyette. Daha ilk andan itibaren aralarında şimşekler çakan Efsun ve Emir ya kol kola verip birlikte çalışmayı öğrenecekler ya da hem kendilerini hem de kliniği beraberlerinde yakacaklar.

Yazımı bitirmeden son sahneyi de söylemeden geçmek istemiyorum. Şimdilik öpüşme sahnesi meselesine yükselmeyeceğim ancak Efsun’la Emir’in oyun arkadaşı olabileceklerinin ilk sinyalini aldık. Aralarındaki çekime sözüm yok ancak şu aşamada Efsun gibi bir kadın Emir gibi bir adama aşık olamaz. Hele hele bir öpüşmeyle falan çok zor. Bu sebeple ben Emir’in görmediğimiz bir yanı olduğuna inanmak istiyorum. Mükemmel erkek yoktur ama çabalayan erkek vardır. Emir şu anda iki noktadan da çok uzakta! Ama şunu çok net söyleyebilirim ki Senden Daha Güzel benden geçer not aldı arkadaşlar. Yeni bölümde neler olacak görmek için sabırsızlanıyorum.

Şimdi bir iki durum var yalnız, söylemem lazım: Bu Emir’in numaralı kadın konuşmaları, aşkla iyileşen erkek karakter meselesi beni çok yoruyor ve irrite ediyor. Bir kadın olarak hemcinslerime bu şekilde davranan, bunu eril bir dille beyaz cama aktaran işlerdeki bu karakterler hep 1-0 geriden başlar.  İlerleyen zamanlarda bu yanlıştan dönmenizi sabırla bekliyor olacağım.

Bütün ekibin emeğine sağlık, haftaya yeni bölümde görüşmek üzere.