YAZAR : Şeyma BULUT 

Aşk tanımlanan, nedenleri olan bir duygu değildir bana göre. Sevginin, aşkın sebebi olmaz diye düşünenlerdenim. Biri size onu neden seviyorsun diye sorduğunda kafanızda bir sürü sebep belirmeye başlarsa oradaki sevgi değil de daha çok hayranlıktır. Tam tersi olursa, yani bu soru sorulduğunda “Seviyorum işte ama nedenini bilemiyorum” dediğinizde işte o gerçek sevgidir diye düşünüyorum. Planlayarak aşık olmaz insan bir anda düşersin, işin kötüsü o insanı kaybetme riski ortaya çıkana kadar fark etmemiş bile olursun. Sadi ve Songül birbirlerini neden sıralamadan, beklentisiz ve saf bir şekilde sevdi. Tüm hayatını yalnız geçiren iki insan için mucize değil de nedir bu? Plansız, beklentisiz buldular birbirlerini ve artık biri diğeri olmadan nefes almayı bile tahayyül edemeyecek hale geldi. Böylesine bir aşka insan birden düşer, tıpkı Payaslılar gibi…

Sadi ve Songül her şey bitti dedikleri anda yeniden birbirlerine kavuştular. Bu aşkın mucizesi, hayatın hediyesiydi onlara. Yalnızlığı kendine kimlik edinen bir kadın ve kendini asla sevilmeye layık görmeyen bir adamın aşkla iyileşen ruhlarının hikayesi bu, öyle özel, öyle anlamlı geldi hayat onlara… Vardır bir bildiği diyelim mi o zaman?

Sevilmeye layık görmeyen bir adam demiştik, oradan devam etmek istiyorum. Sadi Payaslı ya da Emin Güngören, hiç fark etmez… Onunla ilgili denecek ilk şey kendini asla sevmeyen bir adamdı. Sadi kendini hiç sevmedi ki bugüne kadar ne bir aile kurma isteği ne de baba olma arzusu vardı. Sadi karanlık bir çöplüğün ortasında, artık sadece fiziksel olarak varlığını sürdüren biriydi. Aşkla iyileşti tabiri bana da çok klişe gelir ama Sadi böyle iyileşti. Önce kendini sevmeyi öğrendi. Songül onun ruhunu severken, Sadi’ye de o ruhu gülüşüyle gösterdi. Songül, Sadi’nin ruhunu gördükçe güldü, o güldükçe Sadi kendini sevmeyi öğrendi. Şimdi tamamen kendi ruhuyla barıştı diyemem ama artık umudu var diyebilirim. Sadi yeni hayatına başladığında tek arzusu insanlara yardım ederek, geçmişin günahlarını temizlemek olacaktı. Sonra da ölüp gidecekti. Güzel bir hayata, aile kurmaya dair bir planı da yoktu ki Yaver ile vedalaşırken ona aile kurmasını öğütledi. Bu sebeple şimdi karşımdaki umut dolu adama baktıkça içimden “Ah aşk, sen nelere kadirsin?” diyorum. Songül, Sadi’nin içindeki o ölü adamı yavaş yavaş sevgisiyle, gülüşüyle tedavi ederken bunun farkına bile varmadı. Sadi’yi yüreğinden yakaladı, usul usul yaralarını sardı ve şimdi karşımızda duran, aile olmak isteyen, sevdiği kadına sürprizler hazırlayan o adama dönüştü.

Peki bu hikayede iyileşen bir tek Sadi mi? Elbette hayır. Nasıl ki Songül farkına bile varmadan Sadi’nin kendini sevilmeye layık görmeyen ruhunu yavaş yavaş tedavi etti. Sadi de Songğl’ün içindeki kırıklığı, kimsesizliği aldı. Songül, hayatını yapayalnız, tek başına geçiren, gülmeyi unutmuş bir kadındı. Songül yeniden mutlu olmayı, kahkaha atmayı Sadi ile hatırladı. Sadi ona kimsesizlğini unutturdu. Hatta öyle güzel yaptı ki bunu Songül canı yansa da ondan ayrılmadı. Sadi her ne kadar Songül’ün kimsesizliğini ondan alsa da, belki onu kaybetme belki de üzülmesi korkusuyla söylediği bir yalan Songül’ü perişan etti. Ruhunda, kalbinde derin yaralar açtı. Hayatında güvendiği, yalan söylemeyeceğine inandığı kocasının ömründeki en büyük yalanı söylemesini Songül unutmuş gibi gözükse de bence hala pek unutmuş sayılmaz. Aksine hala onun artçıllarını yaşıyor. Sadi’ye tamamen açamıyor kendini. Kocası ama geceleri başını onun omzuna koyarak uyuyamıyor, aralarındaki mesafeyi kaldıramıyor. Kırıldı ve güven yeniden kazanması en zor şeydir. Ancak Songül’ün olayı burada güven değil. Bugün sorsam, en çok kime güveniyorsun diye yine Sadi’ye diyecektir. O zaman derdi ne? Çok açık değil mi? Hem kocasıyla hiç yaşamadığı sevgili olma dönemini yaşamak, bu sevgiyi sindire sindire sindire ilerletmek istiyor hem de Sadi bir zamanlar elleri kanayarak topladığı can kırıklarını tedavi ederek toplasın istiyor. Ben bir kadın olarak Songül’ün bu halini çok nahif buluyorum.

Hatırlar mısınız? Songül, bir keresinde kendi kendine söylenirken “Sonra çok güzel gülüyorsun karıcım, artık laflarla değil hareketlerle gösterilecek, yeter” demişti. Sadi bugüne kadar sevgisini hep güzel sözlerle değil aslında kendisinden yaptığı fedakarlıklarla bize gösterdi ama Songül hiç hissedemiyordu ama artık o sevgiyi görüyor, hissediyor. Sadi sevgisini imgelerle değil doğrudan ona söylüyor, sürprizler hazırlayıp, onunla ilgili hayallerini içini şahıslar üzerinden değil doğrudan Songül’ün kendisine söylüyor. Zaten Songül’ün başından beri ondan istediği de tam olarak buydu. Kadınlar neden çiçeklere benzetilir biliyor musunuz? Çiçekler su verildikçe, kadınlar da sevildikçe açarlar. Kadının suyu sevgidir. Sadi Songül’ü sevdikçe, Songül çiçek açtı, herkesin içinde seni seviyorum demeye, kimseye bakmadan sevdiği insanın boynuna sarılır oldu. Zaten tek istediği buydu ki, sevilsin bunu hissetsin sonra da sevdiği insanla cenneti yaşamak istedi. Bunu da şu anda yaşıyor, hissediyor, gülüyor…

Sadi ve Songül’ün yaşadığı deprem ikisini de felakete sürüklemek üzereydi. Songül, sevdiği adam tarafından aldatıldığını, Sadi de zaten sevilmeyi hak etmeyen ruhunun gerçekten sevilmediğini düşünüyordu. Biz Songül’ün kırıklarını, acılarını gördük, yaşadık. Ancak Sadi de durum böyle olmadı. Tam aksine, Sadi önce Songül’ün yaralarını iyileştirmeye, onu geri kazanmaya odaklanınca onun yaralarını kendisi dahil kimse görmedi. Songül onun ellerini yeniden tutunca Sadi’nin içinde sakladığı yarası ortaya çıktı. Songül ile eskiyi konuşurken ayrıldıklarında Songül’ün beni içinden sök at demesini de Sadi unutmamış. Yemekte yüzlerine vurmasını ya da sonraki hareketlerini değil sadece o cümlesi yaralamış Sadi’nin kalbini. Bunun üzerine düşündüm biraz ben ve bulduğum sonuç kalbimi kırdı. Sadi, Songül’den gelen her şeye razı. Öfkesine, sinirine, sözlerine ama bir tek şeyi görmeye, duymaya katlanamıyor. O da Songül’ün onu sevmeme ihtimali olarak çıkıyor karşıma. Bir tek o gün Songül onu sevmediğini söylemişti. Songül nasıl ki tüm kırıklarını Sadi’ye gösterdi, Sadi de o bir kırgınlığı karısına söyleyiverdi. Burada Songül eğer “Aldatıldığımı düşünüyordum, öyle söyledim!” dese bile kabulüm olurdu ama o çok başka bir yerden baktı olaya. Sadi’nin kırıklığını, acısını gördü ve göz ardı etmedi. Burada tamamen haklı olan kendisi olmasına, öyle düşünmesi için binlerce sebebi olmasına rağmen Songül o anlarda öfkesinden böyle söylediğini söyleyerek Sadi’nin yaralarını sardı. Sadi aslında hep Songül’ün öfkesinden böyle söylediğini biliyordu ama yine de duymak istedi. Songül en öfkeli anlarında bile kocasını çok seviyordu ki burada gurur yapabilirdi ancak hiç bu yollara sapmadan doğrudan “Seni seviyorum” deyiverdi.

Sadi için cennet ne deseler herhalde, karısının defalarca kez ona sevdiğini söylediği, gösterdiği anları tarif ederdi diye düşünüyorum. Sadi, Songül’e hayatının sürprizini hazırladı. En sevdiği gruptan tutun da, boğazı Songül için hazırlamaya kadar ince ince düşündü. Bugüne kadar ona hep “Boğaz sana hazırlansın” deyip bunu gerçekleştirdi. Ancak asıl sürpriz ona ona yapıldı diye düşünüyorum. Songül sahneye çıktı, kocasının gözlerine bakarak şarkı söyledi ve defalarca kez aşkını ilan etmiş oldu. Belki Sadi aylardır hayalini kurdukları yere karısını getirdi ama Songül de aynısını içinden gelerek, plansızca yapmış oldu. Zira Sadi’nin beklediği tek şey buydu : Sevildiğini bilmek, hissetmek, duymak…

Sadi ve Songül ilişkilerindeki en büyük sınavlardan birini kanaya kanaya verdiler. Kimse onlara yardım etmeden, birlikte çıktılar o hengameden. O kadar zor oldu ki bu, şimdi her şeyin, her anın kıymetini biliyorlar. Yalnız bu durum bir şeyin daha habercisi, öyle büyük bir kırılmadan sonra aşklarını kurtardılar ki, artık onların ayrılması, sarsılması çok zor. Bu sebeple o evde barbunya artık sadece bir zeytinyağlı olarak yenecek gibi hissediyorum. Bir de unutmamak gerekir ki Sadi ve Songül sadece karı, koca değiller aynı zamanda iş ortağı da sayılırlar.

Sadi ve Songül yaralarını sardılar ama dışarıda hala onları özellikle de Songül’ün bekleyen büyük bir tehlike var. Yılan ekibiyle birlikte Serdar’ı kıskıvrak yakaladılar. Songül ailesinin katiline bir adım daha yaklaştı. Şimdi ne yapacağını pek bilmese de Serdar kolay lokma değil ve yılan ekibinin mücadelesi de daha yeni başlıyor. Songül için zor günlerin kapıda olduğunu hissediyorum. Bir yanda Sadi diğer yanda görevi, Serdar, Servet var. Devam etmek istediği hayatı varken bildiği ve bilmediği dolu düşmanı birikiyor. Üstüne üstlük bir de kocasının sürprizini anlatırken ona garip ve küçümseyen bir bakışla bakan Taylan meselesine hiç girmek bile istemiyorum.

Songül için Serdar ile yüzleşmek sandığından da ağır geçti. Zaten bu da çok garip değil zira Songül hayatını adadığı dosyanın faillerinden biriyle karşı karşıya geldi. Bana iki can borcun var dedi ya, eksikti biliyor musunuz? Bu adamların Songül’e iki can ve yalnız geçen bir ömür borcu var. Gülüşü solan, hayatı kararan bir çocuğun ahının bedeli üç beş yıl, müebbet hapis olamaz. Songül için bu olay çok ağır ve Taylan onun yanında olsa da görev dışında anlaşabilecekler mi göreceğiz? Taylan aşırı görev aşkıyla yanan biri ve Songül’ün özeliyle ilgili anlattığı ufacık mesele bile onun ” Şimdi konu bu mu?” bakışları atmasına sebep oluyor. Taylan tam olarak neyden rahatsız oldu bilmiyorum ama Songül hayatını,işini sadece görev bilinciyle değil insanlara yardım etme aşkıyla da yapıyor. Bunun en bariz örneğini de Mert meselesiyle verebiliriz.

Mert, hayatının en zor dönemini yaşıyor. Üzerine atılan alevleri bir kısım insan söndürmek için ellerini ateşe sokarken bir kişi tüm bu ateşi daha da harlamak için elinden geleni ardına koymadı. O kişi de Gizem’den başkası değil. Gözüyle görmediği, sadece travması yüzünden hissettiği bir sezi yüzünden Mert’i gözünü kırpmadan alevlerin içine attı, hayatıyla oynadı. Orada Mert’e o kadar üzüldüm ki anlatamam. En başından beri zaten bu içeriden çıkma meselesi en fazla Mert’in önüne fatura olarak konurken şimdi de yeniden yine aynı insan yüzünden başlangıç noktasına geri döndü. Şimdilik ayakta ve güçlü durmaya çalışıyor ancak ben Mert’in kimsesizliğine, anne babasızlığına, herkes için ayakta kalmaya çalışma çabasına çok üzüldüm. Derya’nın artık konuşması gerektiğini düşünüyorum. Evet bir yandan Sadi diğer yandan Songül her şeyi bırakıp onun için mücadele etseler de Mert hocası ve Songül ablasının yardım ettiğini sanıyor. Babasının olduğunu, onun yanında olduğunu bilmiyor.

Mert ve Sadi ilişkisi bugüne kadar hep baba, oğul ilişkisi gibi ilerledi. Mert ilk günden beri Sadi’yi benimsedi, Sadi de aynı şekilde davrandı. Mahkeme sonrası Sadi’ye sarıldığında ayakları titrerken, ondan dayanak alırken ihtiyacı olan şey tam olarak gözlerimin önündeydi diye düşünüyorum. Mert babasızlığı çok derin hissediyor ve bu yüzden Sadi’ye ondaki en derin boşluğu doldurduğu için bu kadar bağlı. Derya için tehlike çanları çalmaya başladı diye düşünüyorum zira Sadi bir şeyleri fark etmeye başladı diye hissediyorum. Bunu tam olarak ne zaman öğrenir bilmesem de Sadi’nin küçük ailesinde Mert’e de yer açacağından hiç şüphem yok.

Sadi aslında babalığı bilmiyor değil, Yaver ile bunu yaşamış diye düşünüyorum. Ben açıkçası aralarında biat kültürüne bağlı bir ilişki var sanıyordum ama bundan çok daha ötesi olduğunu gördüm. Yaver, Sadi’nin oğlu gibi bence. Sarhoş olunca onu yatırma şekli, eve kadar taşıması, yanında olması, karısına erkek sinek yaklaşsa deliren Sadi’nin Yaver sarılırken gülerek izlemesi falan hep bundan bence. Yaver’in oğlu gibi büyütmüş ve doğal olarak aşkıyla kurduğu yuvanın yaramaz çocuğu olarak Payaslı Ailesinin bir ferdi oldu.

Yaver, Sadi’nin sağ kolu, sol yanı ve bence en güvendiği iki insandan bir tanesi. Aralarında sır yok ve bence hiç olmamış da. Şimdi Serdar çekip onu vursa da Yaver’de çelik yelek, ambulansın içinde de Songül’ün olduğuna ben adım kadar eminim ama sizi bilmem.

Sadi Payaslı sevdiğine kavuştu, Yaver’i yanında, belki de ileride Busenaz’ını kucağına alacak… Bununla ilgili rüyalar görüyor, büyük bir aile, köklerini salmak istediği bir dünya hayali kuruyor. Buna nasıl vardın derseniz hemen açıklayayım. Sadi rüyasında hayatının kontrolünü tamamen Songül’ün ellerine bırakan bir adam görüntüsü verdi. Misal Songül’ün karşısında güçlü, ilişkilerini yönlendiren ve bunu yaparken de gayet mutlu olduğunu gördüm. Ayrıca Payaslı gecesi derken büyük bir aile hayali kuruyor diye düşünüyorum. Sadi’nin rüyası arzuları ve hayallerini barındırıyordu bence. Nasıl ki Songül’ün gözünde Sadi yıkılmaz bir adam ki bunu görmek için onu uyurken görmeme gerek bile yok, açıkça gösteriyor. Sadi için de büyük bir aile planı olsa da her şeyini Songül ile kurmak istiyor diye düşünüyorum. Sadi’nin rüyası onun aslında hayallerini görmemizi sağladı. Diğer yandan da gerçekte rüyalarının bir kısmına da kavuştu. Tamamen kavuşması da an meselesi… Şimdi onun cenneti gerçek oldu. Peki bu cennet bir kişiyi daha içine alabilir mi? Bakak, görek onu da…

Yazımı burada sonlandırıyorum, haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Farketmeden Senin Olmuşum (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 23.bölüm)” için 2 yorum

  1. ”Sadi rüyasında hayatının kontrolünü tamamen Songül’ün ellerine bırakan bir adam görüntüsü verdi.”
    Tüm hayatı kontrolünde geçmişken belkide ilk defa kendi hayatını ruhunu birine teslim etti .O da büyük aşkı Songül…
    Elinize emeğinize kaleminize sağlık.

    Beğen

  2. Hermoso tu texto ,Dios bendiga tu pluma y tu alma ,Efnan es el personaje que siempre estará en mi corazón ,una mujer dadora de amor .

    Beğen

Yorum bırakın