ARAF (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 32.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT 

Cennet ve cehennemin tam arasındaki yere verilen addır, Araf. İyi ve kötü arasındaki ince çizgiye benzetirim ben. İyiler cennete gider, kötülerse cehenneme ama ya tercih yapamayacak olanlara ne olur? İşte onlar iki noktanın tam ortasında cayır cayır kavrulurlar. Tıpkı Sadi’nin kavrulacağı gibi…

Sadi artık Araf’ta! Bir daha asla yalan söylemeyeceğini düşündüğü karısına, bu hayatta kalmasının yegane sebebine yalan söylemek zorunda. Bunu da bir zamanlar kendisine güvenmiyor diye hayatından vazgeçtiği Songül’e görev için bile olsa yalan söyleyecek. İşin içinde Servet olmasa sorun yok ama Songül’ün en derin yarasını yaratan , hayatını mahveden adamla el sıkışmak zorunda kalması Sadi için iyi bir şey değil. En azından Songül bunu öğrendiğinde en son yalan söylediğinde başına gelenleri düşünecek olursak resmen tüm hayatıyla, mutluluğu ile oynuyor. Sadi öyle bir arada kaldı ki cendere ile sıksak canı bu kadar acımazdı. Devletin kendisine verdiği görevi yaparken hayatının en büyük ikileminde kalacağı belli olan Sadi’nin bu yola girmesinin en büyük sebeplerinden biri de yine Songül’den başkası değil.

Geçtiğimiz hafta analizi yaparken Sadi’nin toplantıya savcıyı haberdar ederek gittiğini düşündüğümü, bu husustaki gerekçelerimi de sizlerle paylaşmıştım. Açıkçası Sadi’nin bunca zaman sonra böyle bir şeyi saklaması garip gelse de onu anladım. Sonuçta bu adamlar onu karısı ve çocuklarıyla tehdit ettiler. Orada alışılmışın dışında tek bir hareketin sevdiklerine zarar vereceğini bildiğinden büyük ihtimalle ilk etapta söylemek istemedi. Aslında bence Sadi oradaki meselenin bir anda büyüyeceğini de Servet ile anlaşmak zorunda kalacağını da hesaplayamadı diye düşünüyorum. Ancak burada öncelikle konuşmamız gereken konu Sadi’nin geçmişinin derinliği olmalı diye düşünüyorum. Sadi, bildiğimiz gibi bir çok mafya babasının ipliğini pazara çıkararak yeni hayatına geçiş yapmıştı. Sadi’yi 7 Emin olarak bu işe dahil eden adamın kardeşini öldürmesine, hepsini hapse yollamasına rağmen ortama girdiğinde herkesin saygı ile yaklaştığını gördüm. Ötesinde Servet bile geri adım attı. Burada ben Sadi’nin geçmişinin çok derin olduğunu düşünüyorum. Onunla hiç bir şekilde düşman olmak ya da açıktan saldırıya geçmek istemiyorlar. Belki oraya tehditvari bir konuşma ile geldi ama kardeşi ölmüş bir adam, her şeyini kaybetmiş bir örgüt lideri vardı ancak hepsi karşısında ipe dizildi. Sadi oraya tam teşekküllü bir şekilde gitti ve üstüne eski hayatına dair saati bile yoktu. Bence bunun en önemli sebebi bir değişmediğini hala aynı insan olduğunu herkese göstermek bir de zaaflarını kendi içerisinde tutmak diye düşünüyorum. Orada kimse Sadi’nin zaaflarını bilmiyor. Onların karşılarında yıllardır tanıdığı mafya babası var. Sadi’nin okulda merhametli, anlayışlı, idealist bir öğretmen olduğunu, evinde de sadık, aşık bir koca olduğunu kimse bilmiyor. Sadi’yi oraya çağıran bilse de bunun derecesine kimsenin vakıf olduğunu sanmıyorum. Sadi’nin aşkını son gören suç örgütü unsurlarının hepsi öldü ancak biri hariç. Orada olan bir kişi Sadi’nin hayatını, aşkını, karısına düşkünlüğünü ve dahi öğrencilerini gayet iyi biliyor : Servet!

Geçtiğimiz bölümde Servet’in bir masaya dahil olduğunu, büyüklerden olduğunu öğrenmiştik. Ancak masanın başında kim varsa bu kişinin çok tehlikeli biri olduğunu Servet’in ağzından dinledim. Servet, Sadi’ye işbirliği teklif ettiğinde açıkçası ben Sadi’nin buna direkt hayır çekeceğini düşünmüştüm. Sonuçta arada Songül var, Songül’ün şehit babası var, Sadi için bu tartışmaya bile değer olmazdı. Eğer ki Servet üstü kapalı o tehdidini yapmasaydı da konuşma oraya gidiyordu. Ancak Servet’in ben bu oyunda kaplan köpek balığıyım ancak beyaz köpek balığı var, karın onunla mı savaşsın demesinin ardından daha sahne bitmeden Sadi’nin o eli sıkacağı ayan, beyan ortadaydı. Öncelikle bu sahneyi ilk gördüğümde ben de sinirlendim ancak Servet’in arkasında kim var belli değil, bu adam her kimse iyi saklanıyor ve Sadi bildiği birinden karısını bilemediği gölge ordulardan çok daha iyi koruyacağını düşünerek anlaştı diye düşünüyorum. Ayrıca Servet yüzünden defalarca kez ölümle burun buruna geldi Songül, birinde neredeyse ölüyordu. Sadi’nin girdiği bu yol sevdiklerine güvence olabilirdi. Ayrıca Servet’in büyük bir organizasyonun parçası olması, kartal ateşi operasyonu için de bulunmaz bir hint kumaşı özelliği taşıdığı için Sadi düşünmeden o eli sıktı, en azından ben bu şekilde düşünüyorum.

Sadi’nin devlet görevi hususundaki hassasiyeti ortada ancak üstüne basarak söyleyebilirim ki bu işe girmesinin temel sebeplerinden biri de sevdikleri. Vatan, millet, memleket bunlar çok hassas konular elbette, hepimiz yürekten bağlıyız ancak bir insan vatanını neden sever? Bu sorunun cevabı da aslında aynı diye düşünüyorum. Köklerimizin olduğu, bağlı olduğumuz değerler sayesinde ülkemize bağlıyızdır ancak insan ülkesini içinde yaşayanlar için de sever. Sadi bugüne kadar adını bile anmadığı ailesi olmasına rağmen komando olarak mücadele etmiş ama o zaman bile birilerine bağlanmış, sevmiş, onlar için savaşmış. Hatta Yaver bu sayede hayatında. Zaten savcıya olanları anlatmaya gittiğinde aklında Servet’in Songül ile yaptığı imalar, onu ölümden aldığı anlar verdı. Sadi defalarca kez Songül’ü ölümden aldı ancak Servet’in yardim etmezsen karın ölür tehdidi Sadi’nin de bu yola girmesine sebep oldu diye düşünüyorum. Zaten tanık koruma sonrası da aynı sebepten bu operasyonlara dahil olmuştu, şimdi resmen icraate geçti diye düşünüyorum. Ancak Ahmet Başsavcı, işte orada bazı sıkıntılar bence artık gün gibi ortada ve Sadi tam da istediği yerde!

Sadi yaptıklarını savcıya anlatmaya gittiğinde savcı içerideki muhbiri sayesinde Sadi’nin yaptığı her şeyi biliyordu zaten. Öncelikle bu muhbir meselesi enteresan değil mi sizce de? Taylan Songül’e muhbiri Sadi’ye söyleme dedi, üstüne de çekilen fotoğraf gazeteci kılıfıyla Sadi’nin önüne kondu. Sadi açık bir şekilde tanık korumayı ihlal etti. Bunun cezası hapiste çürüme olurdu ancak savcı sonra konuşuruz cezayı derken bile aslında ceza olmadığı söyler gibiydi. Bence o beyaz balina her kimse savcı onun peşinde ve Sadi’yi de ona ulaşmak için kullanacak diye düşünüyorum. Savcı için operasyon tam da istediği noktada. Sadi operasyonun tam kalbinde, içeride bir muhbir Sadi’yi kontrol ediyor. Eee daha ne olsun? Aksi halde ilk yasa dışı işte operasyon biterdi ancak Savcının hedefindeki isim Servet değil, bambaşka biri. Yoksa Servet ellerinde ve Sadi’nin Yörük olarak operasyona devam etmesinin başka bir amacı olamaz. Sadi için de kendince çok karlı oldu bu anlaşma. Hem Songül’ü kontrol edeceği, koruyacağı bir noktada artık hem de Servet avucunun içinde. Bir taşla kuş katliamı oldu ama yılan Ekibi kendi içinde mücadele etmeye de başladı. Bu trafik karışırsa ne olacak?

Şimdi bir yanda Savcı ve Sadi var, diğer yanda Taylan, Songül, Bahri ve Melike ile organize ekibi var. Normalde bunlar düne kadar birlikte operasyona çıkıyordu. Şimdiyse Sadi’nin içine girdiği durum, bunun da Songül’den gizlenmesi yüzünden iki ayrı ekibe dönüştüler. Organize Servet’in peşinde, diğerleri organizeden Servet’i kaçırma peşinde. Çarşı her an karışabilir bence. Taylan şimdilik her şeyden habersiz olsa da bşe noktada haberi olmak zorunda kalacak sanki ama şu anda iki başlı, kimsenin kimseden haberdar olmadığı büyük bir ekibe dönüştüler. Her şeyden haberdar olan tek kişi de Ahmet Başsavcı oldu. Şimdi açıkçası bu durumun Songül’den gizlenmesi önce beni biraz şaşırttı açıkçası, sonuçta Songül işine aşık bir polis ve bunu anlayabilirdi derdim ta ki Songül, Sadi’ye “Senin biraz geri çekilmen lazım” konuşmasını yapana kadar. Songül bugüne kadar Sadi’nin sadece danışmanlık ve bir kaç küçük operasyonda olacağı gibi bir görüşe sahipmiş bence. Bu kadar hayati bir konumda olduğunu öğrendiğinde başta Sadi olmak üzere herkesin canı sıkılacak diye düşünüyorum zira o anlarda mantığını kullanacak durumda olmayacaktır, benden söylemesi.

Songül karakter olarak söz konusu işi olduğunda soğukkanlı biri. Bugüne kadar büyük operasyonlarda da görev alan, tek başına çete bile çökerten bir polis olarak gizli görevi de, operasyonu da anlar. Tabi işin içine kocası girene kadar diye düşünüyorum. Songül, Sadi’nin kendisinden gizli bir şekilde, ailesinin katiliyle birlikte olduğunu bilmiyor. İşin içinde Servet olmasa ve de Sadi’nin yeniden o hayata dahil olması olmasa bence Songül yine dert etmezdi ancak tanık koruma programı yüzünden Songül’ün buna engel olmak isteyeceğini düşünüyorum. Bu yüzden de şimdilik bu durum ondan saklanıyor. Sadi’yi anlıyorum işin ucunda Songül’ü korumak istiyor, verdiği sözü tutmak ve sonra hayatına dönmek istiyor. Songül de ailesinin katilini bulmak ve sonrasında da kocasıyla duş perdesinin kavgasını yaptığı o sıkıcı hayatına dönmek istiyor diye düşünüyorum. İşte ikisinin de aslında yolun sonunda istediği şey aynı olsa da gerçekler ortaya çıktığında Songül çok incinecek.

Songül mesleğini bile ailesinin katillerini bulabilmek adına şekillendiren bir polisti. Sırf bu girdiği yol yüzünden kendisine bir hayat bile kurmadı. Tek amacı yükselerek ailesinin katillerinin peşine düşüp, onları yakalamaktı. Eğer mesleği ona Sadi’yi getirmese evlilik bile düşündüğünü sanmıyorum. Bunun tek sebebi de tek odakla yaşaması değil. Songül ailesinin tamamını kaybetmiş bir kadın, bundan sonra da aynı acıyı yaşamaktan korktu diye düşünüyorum. Hatırlarsanız Sadi’yi ilk terk etmesi de onun ölümden dönmesinin ardından olmuştu. Bu yüzden Songül aile kurmamayı tercih etti diye düşünüyorum. Şimdiyse tüm tabularını yıkarak, zor da olsa bir adamın elini tuttu. Onunla hayal bile edemediği kadar güzel bir hayat yaşıyor ancak tüm bunlar büyük bir tehlike altında. Zira ailesinin katilleri artık kocasıyla birlikte, bu yüzden Songül’ün bunu olgun ve profesyonel bir şekilde karşılayacağını düşünmüyorum. Aksine kıyamet kopacak, herkes siperlere geçsin.

Şimdi nasıl bu kadar eminsin dediğinizi duyar gibiyim. Çok net. Sinemada şu repliği hatırladınız mı? “Sen bana mesleğimin en güzel hediyesisin!” dedi. Songül’ün hayatı mesleğinden ibaretti, hiç bir beklentisi ya da hayali yoktu. Bir amaç uğruna yaşıyor, babasının mirasını devam ettiriyordu. Sadi hayatına girdikten sonra yalnızlık kelimesini hayatından çıkardı. Songül ahşapta tek başına mücadele ederken Sadi ona hayata sarılır gibi sarılarak yeniden yaşama sevinci verdi. Songül’ün yaralı, kırık, dökük ruhu aşkla iyileşti ve her tarafına neşe saçmaya başladı. Aşk iyileştirir, değiştirir derim ya hep, bunun ispatı Songül hep gülen yüzü değil mi sizce de?

Songül hep çok eksik bir kadındı diye düşünüyorum. Öyle olmasa Sadi’nin hediyesini açmadan “Ay Sadi, çok güzel buuu!” diye çığlık atmazdı herhalde değil mi? O kadar eksik kalmış, o kadar kimseden bir şey görmemiş ki Sadi onun için bir şey yaptığında sevinçten çığlık çığlığa kalıyor. Karısıyla ilk kez sinemaya gidecek olan Sadi Payaslı her şeyi Songül mutlu olsun diye yaparken karısının gözlerindeki mutlulukta mest olduğunu uzaydan da baksanız görürsünüz bence. Sadi dışarıda herkese kök söktürmeye başlasa da Songül’ün yanında Mecnun’a dönmesi de biraz şov artık ama bir şey demeyeceğim.

Bu arada küçük bir ayrıntı gözüme çarptı, sizinle bunu paylaşmak istiyorum. Geçen bölümde Songül, Sadi kendisiyle, elbiseleriyle ilgilenmedi diye gözleri dolarak soyunma odasına gitmiş, operasyon sırasında Songül kocasının kıskandığını anlamıştı. Halbuki Songül kıskanmasının yanında ondan güzel bir söz biraz da özen bekledi. Hiç birini göremeyince de gözlerinize dolu dolu odasına gitti. Bunun üzerine Sadi’nin ona çok güzel bir elbise alarak gönlünü alması çok güzel bir hareketti. Ancak Sadi tüm bunları yaparken bence içindeki fırtınaları da dindirmeye çalışıyordu. Özellikle sinemayı kapatmasının nedense ben sadece romantizm için değildi diye düşünüyorum.

Sadi’yi belki de ilk kez bu kadar tedirgin gördüm. Songül bugüne kadar belki de yüzlerce kez o eve sessizce girdi ancak Sadi ilk kez bu kadar tedirgindi zira artık çok tehlikeli bir yolda yürüyor ve hayatları da bununla paralel risk altında diye endişeli. Sadi, Songül ile masal diyarlarında uçtuğu, mutluluk sarhoşu olduğu bir hayat yaşıyor. Karısıyla mutlu ve hatta neredeyse baba olmaya hazırlanacak, o kadar benimsedi yeni hayatını. Bunu ona aşk sağladı. Songül’e bağlandıkça, onu sevdikçe o masalı gerçekten yaşıyor. Belki daha önce ailem olsun bile demeyen bir adam olarak şimdi karısıyla huzurlu, mutlu bir hayat sürmek istiyor. Buna da çok yakın ancak girdiği yeni yol riskleri de beraberinde getirdi. Bu sebeple bu hafta gergin, sürekli etrafı kolaçan eden, bunu Songül’e belli etmemeye çalışırken sessizleşen bir Sadi izledik. Sadi şu anda geçmişinin karanlık gölgesi masal diyarındaki prensesinin mutluluğunun üstüne düşmesin istiyor ve tüm mücadelesinin sebebi bu ancak aklına bile gelmeyen kendisinin bile bilmediği bir sırrın adım adım ortaya çıkmak üzere olması : Mert!

Asuman adım adım sinsi planlarını devreye sokmaya başladı. Mert’i ailesi hususunda uyandırmaya başlarken, Derya’yı da elinin altında tutuyor. Derya için demoklesin kılıcı gibi üstünde dolaşan bu sır açığa çıktığında kimsenin hayatı eskisi gibi olmayacak. Songül’ün burada birleştirici unsur olacağını düşünüyorum. Zira Sadi bu kadar sınırda dolaşırken, sevdiklerini korumak için mücadele verirken, bunca tehlikenin ardında korumasız olarak dolaşan oğlunu, ondan çalınan hayatı öğrendiğinde bence büyük bir patlama yaşayabilir. Burada en büyük yıkımı ise Mert yaşayacak. Tüm hayatının yalan olduğunu öğrenen Mert, özellikle arkadaş grubunun da dağılma sinyalleri göstermesiyle birlikte iyice dibi görecektir diye düşünüyorum.

Mert de en sonunda Aylin ve Araz ilişkisini öğrendi. Araz ve Gelincikler arasındaki mücadele daha yeni alev alan aşka ne yapar bilmiyorum ama iki grubu iyiden iyiye birbirinden uzaklaştıracak diye düşünüyorum. Araz, Aylin’e aşık olduğu için vazgeçmek istemeyecek, Aylin iki arada kalacak ve sonunda herkesin herkesle sorunlarının daha da büyüyeceğine delalet diye düşünüyorum.

Sırlar, yalanlar, geçmişin yükleri derken Karabayır karışmak üzere. Bakalım enkazın altından kimler sağlam çıkacak? Bekleyip, göreceğiz.

Sadi ve Songül olmazlara inat birbirine tutunan iki aşık. Bugüne kadar çok zor yollardan geçerek şimdiki mutluluklarına kavuştular. Sadi, Songül’ün eksik yanlarını tamamlarken, Songül de Sadi’nin karanlık ruhuna ışık oldu. Bundan sonra neler olur bilmiyorum ama onlar Jack ve Rose gibi rüyalarda değil gerçekten mücadele ederek birbirlerine kavuştular. Bu aşkı herhangi bir şeyin artık yıkacağını sanmıyorum… Kendi masal diyarlarında hep mutlu olacaklar… Gerisine bakak, görek!

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Ateşten Gömlek (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 31.bölüm)

YAZAR :Şeyma BULUT 

Bu dünyadaki en kötü hislerin başında arada kalmışlık hissi gelir. İnsan kendisini bir cenderede gibi hisseder ve sonra içine düştüğü sıkılmışlık hissinden bir türlü kurtulamaz. Sadi uzun zamandır bu durumda değildi, yeni hayatına ayak uydurmuş gibi görünüyordu ancak durum pek de öyle değil diye düşünüyorum. Bir insan varoluşundan, onun getirdiği sorunlardan kaçarak ya da baskılayarak kurtulamaz. Ancak onları ileri bir tarihe erteleyebilir. Sadi kaçtığı hayatına bile isteye geri döndü, o ateşten gömleği yeniden giydi. Başarısız olursa yakacağı tek kişi kendisi olmayacak.

Sadi bir süredir ikili bir hayat yaşıyordu. Bir tarafta o vefakar coğrafya öğretmeni, diğer yanda da yılan ekibiyle karısını korumak için sürekli operasyonlara katılan ama daha çok danışman görevi gören adam vardı. Ancak artık bir şeylerin değiştiğini hissediyorum. Hala karısını her şeyden çok sevdiğine, korumak için elinden geleni yapacağına eminim ama köprüde Taylan’ın kartal ateşi fısıltısının ardından bir şeylerin başladığı hissine kapılmıştım. Sadi’nin suç örgütleri çerçevesinde her şeye sessiz kalmaya başlaması, savcı ile bakışarak anlaşması, toplantılarda hep dışarıya bakarak konuşması falan derken çok bariz bir değişim geliyordu ve bence artık kimsenin hayatı eskisi gibi olmayacak diye düşünüyorum.

Gazino baskını ardından kartal ateşi kolyesini gösteren de Sadi oldu. Savcı da oradaydı ama o kolyeyi gösteren, karşı istihbarat olduğunu düşündüğüm kişinin başıyla selam vermesiyle bu operasyonun tamamen Sadi’yle ilgisi olduğu gün gibi ortada. En başından beri iki ayrı operasyon şeklinde karşımıza çıktılar. İlki yılan diğeri kartal ateşiydi. Yılanın amacı Servet’ti ancak biz bu hafta bir de masa olduğunu öğrendik. Servet’in de dahil olduğu bir masa var ve burada çarşı pazar baya karışacak gibi duruyor.

Servet ve Sadi arasında bir savaş başlamıştı. Sadi işkence gördüğü anlarda Servet’i tehdit etmiş, Servet ise Sadi’yi ciddiye almamıştı. Karşısındaki adamın sıradan biri olmadığını anlasa da nam-ı diğer 7Emin ile muhatap olduğunu bilmiyordu. Sadi eski hayatından dostlarının selamıyla yeniden eski haline dönerken nedense bunun bir kerelik bir durum olmadığını, tam anlamıyla Sadi’nin kartal ateşini yaktığını ve İstanbul ile Ankara çatışması ortasında tüm suç örgütlerine karşı koz olarak kullanılacağını düşünmeye başladım. Açıkçası Sadi’nin olan onca şeye rağmen, şu andaki hayatını tek kalemde silerek eskiye döneceğini düşünmüyorum. Mutlaka ki bu işte savcının bir parmağı vardır ki bunu daha önce de söylemiştim.

Hatırlıyor musunuz Ahmet Başsavcı ile ilk tanıştığımızda organize suç örgütleriyle alakalı büyük bir operasyon hazırlığında olduklarını, bunu kimsenin bilmediğini, özellikle Ankara dahil emniyetin ileri gelenlerinin bu operasyonda Sadi’yi istediklerini öğrenmiştik. Ancak sonra bu konu hiç açılmadı ta ki organize şube Servet ile tanışana kadar. Servet’in bağlı bulunduğu masa, Sadi’nin Servet ile tanışmasının ardından çeteler arası çıkan mücadele, Servet’in gücünün sınırları ve tam bu savaşın ortasına eski ismi, mevkisiyle katılan 7Emin neler yapacak? Öncesinde sadece koruma görevindeyken şimdi tam olarak operasyonun beyni, kumandasındaki insan olarak bu ikili hayatı nasıl idame ettirecek? İşte ben burada oldukça fazla karışıyorum.

Sadi, 7Emin olduğu hayatından kendi isteğiyle çıktı yani onu kimse zorlamadı. Öğrencileriyle kurduğu hayattan da onlara bir şeyler öğretmekten de, onların hayatına dokunmaktan da gayet mutlu görünüyor. Dahası kendi evinin içinde de kurduğu bir dünyası var ve Sadi orada da çok mutlu. Bebeği olmasını hayal ettiği bir ailesi, yuvası var mesela, aşık olduğu bir karısı var. Sadi şimdi sahip olduğu her şeyle çok mutlu ancak ondan istenen görevi de yerine getirmek isteyecek. Peki bu defa gireceği ikili hayat, Sadi’nin hayatında nelere mal olur? Ya da bir şeyleri kaybetmesine sebep olabilir mi? Bence olabilir. Zira bu durumdan Songül’ün haberinin olmaması enteresan diye düşünüyorum.

Songül, her şeyden habersiz organizenin yeni operasyon toplantılarına kocasıyla katılıyor ancak Sadi’nin müthiş bir sessizliği var. Mesela Sadi ne zamandır bu kadar sakin bir adam oldu? Hadi savcının yanında sesi çıkmaması normal de Songül’e de belli etmeme çabası sadece “bak kıskanmıyorum” göstermesinden ileri gelmiyor bence.

Songül’ün Sadi’siz katıldığı operasyonları bir düşünsenize, hep bu yılan ve kartal ateşi dışındaki operasyonlardı. Kaldı ki Sadi onlara bile bir şekilde müdahil oldu. Aslında her şey her defasında Sadi nasıl istiyorsa öyle oluyor gibi gelmiyor mu size de? Sadi en başında, daha hiç bir şey yokken Songül’ün bu operasyonlarda olmasından taraf değildi. Şimdi de bir şekilde Songül’ün etrafında etten bir duvar ördü, onu herkesten koruyor ve operasyonun en kanlı kısmına kendisi dahil oldu. Peki Songül tüm bunları öğrendiğinde neler olacak? Gelin biraz bunu konuşalım.

Songül zorlu geçen bir hayatın ardından yeniden aile olmanın sevincini yaşıyor. Çok sevdiği bir kocası, kardeşim dediği Yaver’i var. Sabah onlarla kahvaltı yaparken geyik yapmayı, şakalaşmayı, hayatı paylaşmayı çok seviyor. Sadi’nin yanında olması, ileride doğacak çocuklarını birlikte büyütme hayaliyle yaşıyor. Şu anda ne Sadi’nin dönen düşmanlarından, ne de 7Emin’in sahalara döndüğünden haberi var. Bütün bunların Songül için biraz fazla olabileceğini düşünüyorum.

Songül daha önce saklanan sıralara ve yalanlara verdiği tepkiyle bu durumu normal karşılamayacağının da işaretini vermişti ancak bu defa daha farklı olabilir. Hatırlıyor musunuz Songül, Sadi’yi senin yeni hayatına zarar veriyorum diye terk etmişti. Çok da haklıydı. Sadi şu anda tam da Songül’ün o korktuğu çizgide ve buradan geri dönüş yok, kartal ateşi yandı. Songül, Sadi’nin hep merhametli yanına, onu herkesten fazla düşünen haline aşık oldu. Hayatını o adamla birleştirdi ve şimdi Sadi’nin girdiği yol en çok da emek emek kurduğu yuvalarının üstüne karanlık gibi çökebilir. Sadi’nin değişeceğini sanmıyorum zaten olduğu gibi davranıyor ama bu savaşta meydandaki tek asker olarak hayatta kalabilecek mi? Ya da bunu yaparken Songül’ü her şeyin dışında, o saf, huzurlu yuvasında nasıl tutacak? Sonuçta Songül aptal biri değil, bir süre sonra Sadi’nin nelerle uğraştığından şüphelenecek, belki de yine peşine düşecek. Nasıl ki Sadi bir zamanlar Songül’ün organizeye girmesini, tehlikeli bir hayatının olmasını istememişti, Songül de bu 7Emin işini istemeyecek diye düşünüyorum. Bu da belki şimdi değil ama ilerleyen zamanlarda ilişkilerinde bir çatışmaya sebep olacak belki de radikal kararların alınmasına sebep olabilir.

Sadi bir yanda dengede durmaya çalışırken diğer yanda da Songül ile eksik olan yanlarını toparlamaya çalışıyor. Mesela daha önce Songül onun hediyesini reddetmişti ama şimdi yeniden ona hediye almak istedi. Sadi, Songül’e dünyaları vermek istiyor. Ancak bilmediği, fark etmediği Songül’ün tek dünyasının kendisi olduğu gerçeği diye düşünüyorum. Songül, Sadi’nin başına bir şey gelirse çok zor devam eder. Bu yüzden Sadi’nin yeni girdiği yol umarım o huzur buldukları evlerine zarar vermez ancak Sadi’nin başına bir şey gelirse ne kurdukları o taştan binanın ne de hayallerinin bir değeri kalmayacak zira bir evi güzelleştiren içindekilerdir. Songül’ün en büyük hazinesi kocası ve şu anda görev arkadaşları dahil o yuvayı başına yıkmak üzere ve bence Songül her şeyi öğrendiğinde sırf bu çete savaşları yüzünden arkadaşları, güvendiği insanlar tarafından yarı yolda bırakılabileceği düşüncesinde de bürünebilir diye düşünüyorum.

Sadi yeniden başladığı noktaya döndü. Aslında ilk bakışta bir kereliğine mahsus sanıyordum ama öyle değil. Sadi’nin savcının radarından uzak tuttuğu tek kişi Yaver. Nedense aylar sonra kendisi olarak girdiği ilk toplantıda her anında yanında olan sağ kolu yok. Ben Sadi’nin bu işe savcıdan habersiz gireceğini düşünmüyorum. Nedeni de basit, yeni hayatında yaşamaya devam etmek istiyor, Servet’in de dahil olduğu bir toplantı savcı için kaçırılmaz bir fırsat olur, Sa de ona bunu altın tepside sunmuştur bence. Aksi halde yaptığı tüm anlaşmalara aykırı hareket ederek içinde olmaktan mutlu olduğu hayatını da riske atmış olur. Sadi bunu yapmaz. Bu sebeple kartal ateşinin alevini zaten yakan Sadi, büyük ihtimalle bu hamle ile operasyonu da başlatmış oldu.

Servet’in dahil olduğu büyüklerin masası, çıkan savaş, operasyonun hayati riski yüzünden Sadi var gücüyle Songül’ü bu işin dışında tutmak isteyecektir diye düşünüyorum. Zaten hiç bir zaman onun bu işlere dahil olmasını istememesi de düşünecek olursak, uzun bir süre bu durumu gizli tutmak bile isteyebilir gibi geliyor ama tabi bekleyip görmek lazım gerisini… Sadece tek bildiğim benim bildiğim Sadi, Songül’ü o ahşapta tek başına hiç bir koşulda bırakmaz, her şeyin sonunda birlikte çok mutlu olacaklarına eminim.

Gelsin Hayat Bildiği Gibi’de artık yeni bir döneme giriyoruz. Bir sürü sır yer altından çıkmaya hazırlanıyor. En büyük sır ise Sadi’nin yanı başında, tüm hayatını değiştirecek güçte bir sır : Mert! Asuman’ın anlık şüphesi onu hakikate ulaştıracak mı göreceğiz. Sadi, Mert’i öğrendiğinde neler olacak işte ben onu çok merak ediyorum.

Bir diğer merak ettiğim şeyse Sadi ve Songül’ün herkese, her şeye meydan okuyan aşkları tüm bu ölüm ve sır dolu olayların içerisinde gücüyle neleri iyileştirecek? Ben şahsen birbirine mucizeleri getiren bu çiftin en sonunda sevdikleri herkesi o ahşaba bindirip, mutlu edeceklerine eminim.

O ahşap hepimizi taşır….

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Senin İçin Her Şeye Değer (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 25.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT 

Hayat iniş çıkışlarla dolu bir yolculuktur. İnsan tercih bu hayatı tercih ettiği şekilde yaşar ve bedelini öder. Ama iyi ama kötü olur bu ancak bir şekilde olur. Sadi gençlik yıllarından bu yana bir hayat tercihi yaptı ve onu yaşadı. O hayat için, içinde olduğu dünya için bir çok şeyi feda etti ve bir gün bu dünyadan çıkma şansı yakaladı. Ona yeni bir hayat ve yeni bir kimlik verildi. Sadi ikinci şansının bu verilen kimlik olduğunu sanıyordu ta ki onu gözetleme işine verilen polise aşık olana kadar. İnsanın ruhu değişmedikçe, doğru ve yanlış arasındaki farkı net göremez diye düşünüyorum. Songül de Sadi’ye tam olarak bunu yaptı, onun ruhunu besledi, değiştirdi ve şu an karşımızdaki o bambaşka adamı yarattı.

Sadi, yeni hayatına başladığında öğrencileriyle bir kefaret, yardıma ihtiyacı olan çocuklara yardım ederek, zor durumda olanlara yardım eli uzatarak bir hayat yaşayacak, sonra da uygun bir vakitte ölecekti. Sadi’nin en başında planı buydu ama işler pek öyle gitmedi. Songül ile tanıştığında ne ona aşık olacağını ne de onun kendisini bu kadar değiştireceğini tahmin bile etmemiştir diye düşünüyorum. Asıl mesele zaten Sadi’nin değişmesi değil, şu anda yaşadığı hayatı sadece ikinci şansı için değil, Songül için de yaşaması. Hatta sadece onun için bambaşka bir dünya inşa etmeye çalışıyor. Sadi çöplük diye lanse edilen o dünyadan çıkmak için her şeyi geride bırakan bir adam ama o dünya bir noktada Songül’e zarar verme noktasına gelince, Sadi’nin gözü ne ikinci şans ne de yeni hayatını gördü. Gözünü kırpmadan kendisini yeniden o dünyanın içine gireceği bir konumda buldu ve bundan zerrece pişmanlık da duymadı. Halbuki Sadi bugüne kadar geçmişini anmak dahi istemeyen, Emin ile ilgili bir çok şeyden nefret eden bir adamdı. Hatırlarsanız onun geçmişi Songül’ü kafasına silah dayama noktasına getirince bütün kimliklerinden sıyrılarak hayatını sonlandırmaya karar vermiş, Songül yetişmese gerçekten onun hikayesi orada bitecekti. Sadi’nin kendiyle ve de geçmişiyle barışmaya başladığı anda da tam olarak o andı. Zira orada Sadi Payaslı olarak değil baya baya Emin’di ve Songül onu ölümden çekip aldı. Sadi tam da o an anladı karısının komple, her şeyiyle kendisini sevdiğini, değer verdiğini. Abartmak istemem ama bence Sadi’nin kalbi, ruhu bence tam olarak o an çiçeklendi, tüm ama ve fakatlardan kurtularak kendini bu sevginin kollarına bıraktı diye düşünüyorum.

Ne demiş üstad?” Her şey bir insanı sevmekle başlar…” Sadi bir kaç sene kefaret ödeyip sonra da kendini yok etmek için başladığı yeni hayatında artık gelecek planları yapan, hayatına devam etmek isteyen birine dönüştü. Sabah uyandığında aynada gördüğü adama artık kızmıyor. Onun artık kızgın ya da üzgün olması için bir sebebi yok çünkü her sabah onu karşılayan, seven bir kalp var hayatında. Sadi kendisine böyle bir şeyin hayalini kurmaya bile izin vermezken, şimdi bunu Songül ile paylaşıp, mutluluğun tadını çıkarıyor.

Songül çevresine sevgi saçan, mutlu olduğunda herkes mutlu olsun isteyen bir kadın. Tüm hayatı acılar içinde geçmiş olsa da hayat ona da bir yol sundu ve nefret ederek girdiği hayat onun nefes alma alanı oldu. Songül için hep diyorum ya Sadi’nin içinden bambaşka bir adam çıkardı diye peki size sormak istiyorum. Sizce Songül bunu kasten, bilerek ve özel çaba ile mi yaptı? Kesinlikle hayır. Songül sadece olduğu gibi davrandı, kalbindeki ışıkla Sadi’nin karanlığına güneş gibi doğdu o kadar. Sadece severek, önemseyerek, hayatta herkesin ikinci şansa, sevilmeye layık olduğunu göstererek yaptı bunu. Halbuki 12 yaşından bu yana Songül de sevgisiz, eksik büyüdü ancak o Sadi’den farklı olarak kalbini karartmadı. Aksine o küçük kızın umutlarını, hayallerini, neşesini hep saklı tutmuş içinde ve gün gelip de aşık olunca, ruh eşini bulunca o çocuk olduğu gibi ortaya çıktı. Hayatında her şeyi tek başına yapmaya çalışırken şimdi onu kendisinden de önce düşünen, her hareketini izleyen, aldığı nefesi nefesi sayan bir adamla olmanın huzurunu yaşıyor. Bu hayatın mucizesi, aşkın en güzel sonucudur diye düşünüyorum.

Songül ve Sadi sıradan bir karı koca hayatı  yaşayan bir çift değil. Birbirlerine çok aşık bir çfit olmalarının yanı sıra onlar iş ortağı, arkadaş hatta suç ortağı bile oldular. İki insanın birbirine aynı anda bu kadar farklı şekilde bağlanmasını sadece aşkla açıklamak bence mümkün değil. Sadi ve Songül birbirlerine büyük bir aşkla bağlı ancak o kadarla sınırlı değil diye düşünüyorum. Bence onlar aşık olmadan önce birilerine güvenip, inandılar, arkadaş oldular aşk akabinde geldi. Buna kısaca bağlılık da diyebiliriz diye düşünüyorum. Sadi ve Songül birbirlerine kalpten bağlı, çıktıkları her yol ortak, varmak istedikleri her yere birlikte varmak istiyorlar bence bir insan böyle birine sahipse çok da fazlasına ihtiyacı kalmaz diye düşünüyorum.

Songül yılan ekibiyle Sadi’nin tüm itirazlarına rağmen bir kumarhanede gizli göreve gitti ve tabii ki ne Taylan ne de kendisi hiç bir şey bilmediği için sudan çıkmış balığa döndüler. Rulet masasına ilerlerken birden operasyona Sadi’nin dahil olmasıyla içeride işler iyice karıştı. Songül’ün kocasını orada görmesine şaşırmamasına ya da sevinmesi anladım ama huysuz şirin lakabıyla bilinen bir başkomiserin buna ses çıkarmaması beni oldukça şaşırttı. Hatta ayak uydurması, Sadi’nin kurallarıyla oynaması derken bana biraz kal geldi arkadaşlar şimdi ne yalan söyleyeyim?

Başa dönelim, Sadi ve Songül ilk kez gizli görevde değiller. Daha önce de defalarca kez başka karakter ve rollerde gizli göreve çıktılar. Talat ve Afife sonrası da Alfonso ve Frenceska olarak bambaşka kimliklerle rollerini müthiş oynadılar diye düşünüyorum. Burada bir parantez açmam lazım, Sadi’nin karısına ya da diğerlerine güvenmediğini sanmıyorum. Ama daha iki gün önce ölümden çekip aldığı karısını, daha Kırdarlar yakalanmadan tek kişiyle hem de hiç bilmedikleri, bulunmadıkları, nasıl davranacaklarını bilmedikleri bir yere tek göndermesi mümkün değildi. Servet defalarca kez Songül’ü öldürmek istemişken,bunu onu yalnız ya da korumasız gördüğü her an yeniden yapacağı ihtimali ortada dururken Sadi daha önce de dediği gibi evde oturup, belgesel izlemez. Bu yüzden Taylan ve Songül’ün operasyonunun tam ortasına daldı. Az önce de dediğim gibi Taylan gibi birinin Sadi’yi bu kadar kolay kabul etmesi benim bütün antenlerimi açmama sebep oldu.

Taylan ve Ahmet başsavcı başından beri Sadi’ye kendilerinden biri gibi davranıyor. Semih hiç böyle değildi ama onlar böyle devranmaya devam ettikçe ben bir karıştım. Özellikle de Taylan ile başlamak istiyorum. Şimdi bu adam değişti desem Bahri ve Melike’ye de aynı şekilde yumuşak davranması lazım diye düşünüyorum. Ancak nedense öyle değil. Bu kartal ateşi operasyonunun altından ne çıkar bilemem ancak sandığımız gibi sadece dışarıdan desteklenen bir şey olmadığını düşünmeye başladım.

Öncelikle böyle düşünmemin en önemli sebebi böylesine büyük bir operasyonu Sadi’nin bilip, Songül’ün bilmemesi. Şimdi ben kendimce Songül bilmiyor diye kabul ettim, çünkü bugüne kadar daha bir kere bile Songül bu kelimeye bir tepki vermedi. Defalarca hem Sadi hem de Taylan söyledi ama Songül asla tepki vermiyor ya da onun ağzından bu kelimeyi hiç duymuyoruz. Size komplo teorisi gibi gelmesin ama bu operasyonun doğrudan Sadi ile ilgisi olduğunu düşünmeye başladım ben. Başka bir yere çıkmıyor mesele, her nedense bu işin sonunda Sadi’nin çok önemli bir rolü olacak ama bunu şimdilik Songül’ün bilmemesini sağlamaya çalışıyorlar diye düşünüyorum. Sadi’nin ikinci şansı için bu iş nereye varacak bilmiyorum ama Sadi, Songül yanında olduğu sürece onun için her şeye göğüs gerecek kadar güçlü ve sadece kartal ateşi değil her şeye, herkese yetişecek kadar güçlü bir adam olduğunu düşünüyorum.

Sadi bu hayata kaybedilen bir kız çocuğu için girdi ancak bir çocuğun ölmesi için sadece hayatının sona ermesi gerekmez. Sadece doğacak Busenaz’ın değil, Sadi’nin yanı başında solan çiçek Melek’in de hocasına çok ihtiyacı var…

Ah Melek, ah… Bu hafta beni perişan etti desem yalan olmaz. Melek bizim hikayemizin sesi en duyulmayan ama en güçlü kız çocuğuydu. Bir kabusun içinde yaşarken sesi çıkmadı zira o sesi kimse duymaz diye düşünüyordu. Melek, sırf annesine zarar veriyor diye üvey babasını sakatlayarak cezaevine giren bir kız çocuğu. Bir delikte yaşayan Melek, eve döndüğünde ıslah evinden çok daha kötü bir cehennem onu bekliyordu. Zira babası sadece annesini döven değil, Melek’i de istismar etmek isteyen bir canavar. Melek uzunca süre sesini annesine duyurmak istedi. Bağırdı, çağırdı, anlattı ama ne yazık ki olmadı. Aygün, kızının sesini asla duymadı. Ona hiç inanmadı. Belki zamanında inansa, o evi terk etse, kızıyla yeni bir hayat istese bugün ne cezaevine girecekti, ne de Melek başına gelen o felaketi yaşayacaktı. Aygün, sonunda kızını duydu ama onu dinlerken değil, Celal ona tecavüz etmek isterken Melek’in korku ve çaresizlikle attığı çığlığı duydu. Aygün bugüne kadar olanların kefaretini ödemek ister gibi her şeyi üstüne alarak, kızının adını bu işin dışında tutmak istedi. Açıkçası ona çok kızsam da yapmaya çalıştığı şeyi anladım. Kızına inanmayan bir anne olarak, Melek daha fazla hırpalanmasın, bunu kimse duymasın diye tüm sorumluluğu üstüne almak istedi ancak buna bir kişi asla inanmadı : Songül.

Melek ve Aygün teslim olmaya geldiklerinde onları emniyette Songül karşıladı. Olanlar anlatılırken Songül’ün yüzünde bir ifade vardı ve zaten Melek’e dokunduğunda onun irkilip, canının yanması Songül’ün aklına başka bir olasılık getirmemiştir. Üvey baba, eline aldığı bıçakla kocasını öldürmeye kalkan bir anne, canı yanan, ürkek bir kız çocuğu… Zaten başka ne olabilir ki? Adli vakalarla biraz haşır neşir olan herkesin aklına ilk nu ihtimal gelecek ki Songül tüm sevgisiyle sardı Melek’i, korumak ister gibi acısını almak ister gibi sarıldı. Dahası ondan daha küçük bir yaşta kimsesiz kalan bir çocuk olduğu için onun yaralarını sarmak istedi ve bence bunu biraz da olsa başardı diye düşünüyorum.

Melek emniyetten Zülfikar ile ayrılıp da okula geldiğinde başı öndeydi. Hep ama hep önde… Aylin’i omzuna yatarken de Sadi ile konuşurken de omuzlar içerideydi zira her kız çocuğu gibi başına gelen şeyden ötürü utanıyor. Sadi, Melek ile konuşurken onunla belli bir mesafedeydi ancak Melek’e verdiği güven buradan bile anlaşıldı. Melek için Sadi çok özlemiş ama biz bunu pek anlamamışız. Zira bakar mısınız? Melek sadece ona açtı içini, ona döktü. Utandığını söyledi. Songül, Melek’in yalnızlığını ve nasıl olduysa Sadi de çaresizliğini anladı. Hayatta güzel şeyler de oluyor derken, arkadaşlarını, Songül ve kendisini söylerken ona umudunu kaybetmemesini, çaresiz olmadığını anlatıyordu. Melek şimdi kendini berbat hissetse de artık onu, hayatını bitirmek isteyen bir cani yok yanında, yalnız değil. Zaman geçtikçe daha da güçlenerek, ayağa kalkacağına eminim. Melek çok güçlü bir insan, bunu da başaracak. Başına gelenlerin ardından yıkılmayacak diğer kale kim biliyor musunuz? Mert Yılmaz.

Mert sonunda üzerine atılan iftiradan kurtulup, yeniden evine, ablasına, arkadaşlarına kavuştu. Ancak giden adamla dönen adam arasında dağlar kadar fark var. Mert daha sert, daha güçlü geri geldi. Evde yemek masasında bir şeyler söylerken aslında eksikliğini anlatıyordu. Mert, Derya yüzünden hayatı oradan oraya sürgün hayatı yaşamakla geçmiş. Yanında ne anne diyeceği biri ne de babası vardı. Derya bir şekilde kendisi anne olamadığı için, yani neden demedi hala muamma ama şu anda bile bu yalanı ısrarla devam ettiriyor. Hatta öyle bir tavrı var ki, ben anne olamadım Sadi de baba olmasın, tatmasın bu duyguyu kafasında ilerliyor. Derya’nın geçmişteki sebebini bilmiyorum ama şu anda bunu söylememesi için bir sebep olduğunu sanmıyorum. Zaten Mert babasıyla bir çok özel zamanı kaçırdı, asla ileride doğacak Busenaz ya da adı ne olacaksa o küçük çocuğun kuracağı bir bağ gibi bir ilişkisi olamayacak zira o çocuk hem istenen hem de bir evlilik içinde doğan, Sadi’nin dizinin dibinde büyüyecek bir çocuk olacak. Mert’in asla sahip olmayacağı şeyler bunlarken, başına gelenlerin ardından en azından sırtını dayayacağı bir babasının olmasını hak ettiğini düşünüyorum. Derya, Sadi’ye olan öfkesinden ne bunu ne de Kıvanç’ın dengeeizliklerini fark edemiyor. Anlıyorum bir yandan oğlunu kaybetme korkusu fa yaşıyor ancak en azından babasına söylese, bu durumu bir şekilde toparlarlardı diye düşünüyorum. Şimdi hele bir de Servet’in Mert’e bulaştığını öğrenen Sadi’ bin Derya karşısında çok da sakin kalmayacağını düşünüyorum.

Servet demişken, artık yolun sonu geldi demiştim. Teknede Songül’ü öldürmek için tekneyi batırmak istedi ancak Sadi’nin manevra kabiliyetini, on parmağında on marifet olduğunu bilmediği için yapamadı. Ancak kafasına koydu, Songül’ün sonunu getirecek. Açıkçası ben Servet’in aşırı takıntılı ve ruhsal sorunları olan biri olduğunu düşünüyorum. Aksi halde göz göre göre bu kadar hatayı kimse yapmaz. Ancak güç onu kör etmiş, Songül’ün üstüne geldiğini, polis olduğunu bile bile onlara tuzak kurdu. Servet bence hırsının kurbanı olacak ama orada bir tanıdık yüz daha karşımıza çıktı : Gizem.

Gizem küçük torun için o evde kalırken, Mert’in başına gelenleri duyunca kendisinin de hedef olduğunu düşünerek ya da bağına bir şey gelmesi ihtimaline karşı Araz’ın silahını çaldı. Songül ve Sadi tam tuzağa düşmüşken karşılarında Gizem’i buldu. Şimdi ne olacak bilmiyorum ama Afife ve Talat hem kendilerini, hem Gizem’i hem de küçük Aslı’yı o cehennemden sağ salim çıkarmak zorundalar. Yapacaklar mı, bakak görek artık.

Uzun zamandır izlediğim en güzel bölümlerden birini izlediğim için tüm ekibe, senaristlerimize, başta Devrim Özkan ve Ertan Saban olmak üzere tüm oyunculara ve kamera arkasında çalışan set emekçilerine teşekkür ederim. Gönlünüze bereket.
Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Sen Hep Gül Komiserim (Gelsin Hayat Bildiği Gibi)

YAZAR : Şeyma BULUT 

Bazı dizi karakterleri vardır, sanki gerçekmiş gibi insan içine sokmak ister, onunla empati kurar,acısıyla hüzünlenir, mutlu olduğu zaman yüzünüzdeki tebessüme engel olamazsınız. Bu her zaman olmaz ama bazen işte, ender zamanlarda bu gerçek olur. Songül de böyle bir karakter olarak çıktı karşıma. Onu o kadar sevdim ki ağlarken hüzünlendim, gülerken ondan daha çok mutlu oldum. Onu tanıdıkça şunu çok net söyleyebildim : Songül Acarerk Payaslı bu ekranlardan geçen en güçlü kadınlardan biri, iyi ki onunla yollarımız kesişti. Sizce?

Songül ile ilk tanıştığımda onun kendinden emin, net ve vakur duruşundan çok etkilendim. Emniyet müdürünün odasında sonrasında nedenini öğreneceğimiz bir sebepten İstanbul’a tayin olmak istiyordu. Arkasındaki ekrana yansıyan bir çift mavi gözün tüm hayatını değiştireceğini bilmeden ailesinin intikamının peşinden gidecekti. Aslında müdürünü de ikna etmek üzereydi ki 7Emin lakaplı Emin Güngören, Songül’ün çalıştığı organize şubeye arz-ı endam edene kadar. O andan sonra Songül’ün hayatı asla tahmin edemeyeceği şekilde değişti. Kendi işinde, yalnız ve başarılı bir komiser olarak çalışırken bir anda kendini trafik şubede, Emin’in karısı olarak buldu.

Songül Acarerk hayata hep mücadele etmek zorunda kalanlardan oldu. Hayatını işine adamış, başka bir kişiyi ya da hayali düşünmeden yaşamış bir insandı. Onunla ilk karşılaştığımız zamanları düşünüyorum da, nasıl duvarları yüksek bir insandı değil mi?Songül Komiser oldukça sert, gülmeyen, yalnız olmayı kendine kimlik edinmiş, hayatında idealleri, işi ve ailesinin katillerini yakalama arzusundan başka bir şeyi olmayan bir kadındı. Emin’in teslim olup da tanık koruma programına girmesiyle, adı şimdi Sadi Payaslı olan, hiç tanımadığı bir adamla evlendi, Songül. Hayatıyla ilgili planlarının böyle olmadığını İstanbul’a giderken gizli gizli akıttığı gözyaşlarında gördüm. O kadar istemediği bir duruma düştü ki ne yapsa nereye gitse işin içinden çıkamadı. Artık trafik polisiydi ve yıllarca peşinden koştuğu kötülerden biri olarak gördüğü bir adamın karısı oldu. Songül için hayat planlamadığı şekilde ilerlerken varlığına tahammül edemediği adamın hayatının aşkı olacağını da, onunla birlikte yaşlanma, çocuk hayalleri kuracağını bile düşünmediğine adım kadar eminim. Songül’ün ben Sadi ile tanışana kadar hayal kurduğunu bile sanmıyorum zira kendini öyle bir kapana hapsetmiş ki yaşarken ailesi gibi kendisini ölüme mahkum ettiğinin farkında bile değildi…

Songül, 12 yaşında anne, babasını bir suikast sonucunda yitirmiş, tüm çocukluk hayallerini, gülmeyi, umudu o yaşında bırakmış bir kadın. Anladığım kadarıyla akademiye gidene kadar halası tarafından büyütülmüş, sonrasında da onunla da sağlıklı ilişki kurmadan hayatına devam etmiş. Songül için hep kullandığım yalnızlığı kendine kimlik edinmiş tabirinin çok doğru olduğunu düşünüyorum. Songül, bilinçli bir şekilde hayatına kimseyi almadı bence. Zira Ankara’dan giderken onu kimse ile vedalaşırken görmedim. Kimseye hoşçakal demedi, o telefonu bir kez bile çalmadı. Ya da halasının cenazesinde yanında Sadi ve Yaver dışında kimse yoktu. Buradan da Songül’ün sevilmeden değil, kimseyi yanına sokmadan bir hayat sürdürdüğü anlamı çıkıyor. Bunun bir çok sebebi olabilir ama bence en büyük sebebi Songül bu hikayede sağ çıkma planı olan biri değildi. Ailesinin katillerinin ona da bir şey yapma ihtimalini göz önüne alarak kimseyi geride bırakmak istemedi diye düşünüyorum. Songül’e ilk pusu atıldığında destek ekipleri değil, Sadi’yi arayarak onunla vedalaşmak istedi. Ölmemek için bir çabasını dahi görmedim. Songül onca yıl sadece ailesi için adaleti sağlayacağına inanarak yaşadı bence ve hayatta kalmak, hayal kurmak, ileriye dair umut beslemek bu planların arasında yoktu diye düşünüyorum. İşte tam bu sırada bir şey oldu ve Songül gülmeye, yaşama sevinci duymaya başladı. Tabir-i caizse, yeniden hayata döndü, gülmeye başladı, çevresine insanları almaya, onlarla bağ kurmaya başladı.

Bir insanı bu hayatta en güzel şekilde aşk değiştirir. Aşk insanı değiştirir, geliştirir, umut verir, devam etme isteğinin doğmasına sebep olur. Aşk Songül’ü öyle güzel değiştirdi ki “Hadi bana eyvallah!” diyen kadından “Yaşamak istiyorum!” diyen kadına dönüştü. Az önce size Songül için geride kimseyi bırakmak istememesinden bahsetmiştim ya bunun dışında neden kimseyi hayatına almıyordu biliyor musunuz? Onlara güven duymuyordu. Songül bence Sadi ile tanışana kadar kimseye güvenmeden tek başına hayatını yaşıyordu. Bu yüzden onun planlarından, İstanbul’a gelme sebeplerinden de kimsenin haberi yoktu. O ne zaman düşse tek başına kalkan, kalbinin kırıklarını elleriyle toplayan, kimseye eyvallah etmeden, bağlanmadan yaşayan biriydi. Sonra Sadi girdi hayatına. Ona kısaca “Tüm bunlarla artık tek başına mücadele etmek zorunda değilsin, ben varım” dedi. Songül’ün kendini zorla hapsettiği o gri dünya birden rengarenk oluverdi. Bu aşkın mucizesi değil de nedir?

Songül ağlayarak geldiği, nefret ederek evli rolü yapmak zorunda olduğu insana günden güne aşık oldu. Sadi önce onun önyargılarını kırdı. Hatırlarsanız Songül ilk tanıştıklarında Sadi ile ilgili oldukça netti. Suçlu, o dünyaya ait, güvenilmez biriydi. Hatta ailesi ile ilgili ilk ipuçlarına ulaştığında, Sadi’nin resmini gördüğü anda hükmünü vermişti. Ailesini Emin öldürdü ve sıra da ondaydı. Sadi, kendi kafasına namluyu dayadığında Songül için kırılma noktası oldu. İnandığı her şey ve karşısında kendisine inanmadığı için hayatından vazgeçen bir adam vardı. Belki de hayatında ilk kez biri onun için böyle bir şey yapıyordu ve Songül Sadi’ye inanmayı tercih etti. İçindeki tüm kuşkulara, güvensizliğe rağmen inandı. Sadi, Songül’e önce inanmayı öğretti. Sonra ailesi ile ilgili gerçekleri anlatarak güven duymayı, birine yeniden güvenebileceği inancını aşıladı. Bunlar çok küçük şeyler gibi dursa da Songül gibi tüm hayatını sadece kendisine inanarak ve kimseye güvenmeden geçiren bir kadın için devrim niteliğinde gelişmelerdi.

Songül, Sadi’ye aşık olmadan önce inandı, sonra güvendi. Bununla beraber hayatındaki bazı ön yargılar yıkıldı. İnsanların değişeceğine, gelişim göstereceğine inanmaya başladı. Sadi adım adım Songül’e unuttuğu tüm duyguları yaşattı diye düşünüyorum. Bu aşk öyle ilk bakışta gelmedi. Zamanla, yavaş yavaş Songül’ün tüm ruhunu sarmakayarak geldi. İlk kez bir adam onun için ölümü göze aldı mesela. Daha aralarında hiç bir şey yokken “Dokuz canım olsa, dokuzunu da senin için veririm!” dedi. Songül farkına bile varmadan bu adama çekildi. Öyle ki anne babasından sonra en değer verdiği insan oldu. Kaybetmeye dahi tahammülü yok , incinmesine dayanamıyordu. Bu yüzden kendisi yüzünden ikinci şansını kaybedeceği korkusuyla aşkını geride bırakmak bile istedi, Songül. Ona zarar vermektense kendisini yeniden, hem de bilinçli bir şekilde yeniden yalnızlığa mahkum etmek istedi ancak yapamadı. Zira Sadi, Songül’ü öyle bir hayatın içine soktu ki, Songül artık bırakın yalnız yaşama geri dönmeyi, bunu düşünmek bile istemiyor. Sadi’nin olmadığı bir hayatı yaşamak onun için artık neredeyse imkansız çünkü içindeki duygu sadece aşk değil. Songül için Sadi sadece aşk değil sırtını dayadığı dağ, sığındığı yuva ve kalbini ellerine bıraktığı en değerli varlığı diye düşünüyorum.

Songül, Sadi’ye öylesine derinden bağlandı ki onun kendisini aldattığına inandığında yıkılması da aynı şiddetle oldu. İçeriden başladı çürümesi, paramparça olması ve bunu kimse dururamadı. Seneler sonra birine kendini öyle bir teslim etti ki her şeyin yalan olduğu düşüncesi Songül’ü perişan etti. Sadi’nin onu hiç sevmediğini, kandırdığını, kullandığını düşündü. Bu düşünceler bir süre sonra sırtında koca bir küfeye dönüştü. Sadi’nin karşısına çıkıp sormaya bile korktu. Duyacakları onu öylesine korkuttu ki bir süre yüzleşemedi bile ve ben açıkçası onun içine düştüğü durumu gördükçe kahroldum. Bir insan bir ihtimalden bile bu kadar korkar mı? Korkarmış. Songül, gerçekleri Sadi’nin yüzüne vurduktan sonra da onu dinlemek istemedi zira bu defa da Sadi’nin onu kandırmasından korktu. Yine yalan söyleyeceğinden, manüpüle edileceğinden korktu. Songül’ün bu dönemde hissettiği tek duygu da korku değildi tabii ki, kendini suçladığı, hayalleri yüzünden bile kendine kızdığı bir döneme girdi. Kafasının karışıklığı, üzüntüsü, acısı onu öyle bir tüketti ki bu hayatta en büyük korkusunu, olmasından deli gibi korktuğu düşünceyi Sadi’den istedi  : Git!

Songül, her şeye rağmen Sadi’nin gitmesini de, ondan ayrı bir dünya kurmasını da istemedi. Zaten bu yüzden olayların ardından Ankara’ya dönmedi. Görev aşkı değil, Sadi’ye duyduğu sevgiden gitmedi. Ona karşı olan hisleri gururunun da öfkesinin de önüne geçti. İşin aslı ne biliyor musunuz? Songül artık içinde Sadi olmayan bir hayat istemiyor. Ona kızsa da öfkelense de onunla devam etmek istediğini düşünüyorum. Sadi tüm kimliklerini geride bırakıp gittiğinde de o ismi önemli olmaksızın sevdiği adamın peşine düştü. O an anladım ki Songül, Sadi’nin varlığına, her şeyine aşık. Zira bulduğu adam Sadi değil, Emin’di. Kendini feda eden, düşmanlarının önüne atandı. Buna rağmen Songül o eli yeniden tuttu. Sadi ona yalan söyledi, belki korkusundan bazı gerçekleri sakladı ama Songül’ün kendisine zarar verme noktasına geldiğinde kendinden vazgeçecek kadar da çok sevdi. Bu adanmışlık karşısında Songül de hayatına yeniden Sadi’yi alırken ikisinin de birbirinin en büyük zaafı olduğunu gördüm.

Songül Acarerk Payaslı çok güçlü bir kadın. Bu hayatta en büyük zaafı Sadi ve bence onun dışında asla bir zaafı yok. Emniyette Serdar’ın ailesine ihanet eden insan olduğunu çözdü ve asla renk vermedi. Normalde Songül fevri bir karakter. Orada ters bir hareket yapması olası olsa da yapmadı. Adım adım gitti ve Serdar’ı kıskıvrak yakaladı. Olay sırasındaki vakur duruşu, sakin tavrı bence takdire şayandı. Buradan da Songül’ün sadece sevdiği adam hususunda zayıflıkları olduğunu, onun yanında fevri olabildiğini görüyorum ama onun dışında gayet de kendinden emin, akıllı bir kadın.

Songül güçlü olmak zorunda kalanlardan. Ailesini kaybettikten sonra bu hayatta tek başına kaldı, tek başına mucadele etti. Bu yüzden o akıllı, dik duruşlu ve güçlü olmak zorundaydı. Serdar karşısındaki o öfkenin ardından gelen sakinliği, üstüne çip takacak kadar çok yönlü düşünmesi hep senelerin ona verdiği tecrübelerden diye düşünüyorum. O her şekile devam etmek, yolundan dönmemek zorundaydı ve başardı. Anne, babasının ölümüne sebep olarak onu yalnızlığa mahkum eden adamı kıskıvrak yakaladı. Metin Acarerk ona gökyüzünden gururla bakıyordu, ben buna yürekten inanıyorum.

Bu hayat Songül’e başlangıç aşamasında hiç adil davranmadı. Onu önce büyük bir yalnızlığa itti. Tek başına devam etmek zorunda bıraktı. Kimseyi sevmedi Songül, kimseye güvenmedi. İlk ergenliğine, ilk üniversite sınavına, sonra akademiye hep tek başına gitti. Mutlu anlarını paylaştığı kimsesi yoktu. Sadi hayatına girdiğinden beri hayat ondan aldığı her şeyi tek tek ödüyor ve Songül artık çok başka bir hayat yaşıyor.Songül aşık olduğunda ilk olarak unuttuğu gülümsemeyi hatırladı. Artık mutlu, gülüyor. Ona gülüşünü geri veren bir insan var. Hatta öyle ki, bu gülüş için kendinden vazgeçecek kadar seven bir insan var. Songül hayatına tek başına devam ederken, kimseye güvenmeden yaşamaya alışmışken şimdi dünyadaki herkesten çok güvendiği bir insanla hayatına devam ediyor.

Hayat ondan önce iki can, sonra da mutluluğu almıştı. Songül önce mutlu olmayı hatırladı. Sadi ile hayatından öyle mutlu ki ne olursa olsun gülebiliyor. Dahası kaybettiği iki candan sonra şimdi yeniden aile olmanın ne demek olduğunu hatırlayarak yaşıyor. Sadi ve Yaver ona unuttuğu, hatırlayınca canı yandığı tüm duyguları geri verdi. O artık aşık, sevdiği adamla mutlu, kardeş dediği insanın varlığıyla huzurlu bir kadın. Bu işte mucizedir, aşktır, gökkuşağının sonundaki altın kesesini bulmaktır….

Songül her yanı yara bere içinde bir hayat yaşarken, tek başına yaralarını sararken artık yalnız değil. Sadi ona aşkıyla, sevgisiyle, bağlılığı ile unuttuğu tüm güzellikleri geri verdi. O artık hayaller kuran, ailesini büyütmek isteyen, işinde başarılı ama her şeyden öte mutlu bir kadın….

Songül benim hayatımda ayrı bir yeri olan özel bir karakter oldu. Her anı o kadar gerçek ki hep kendimden bir parça buldum. Hayat onu bundan sonra nereye savurur bilmiyorum ama onun vazgeçmeyen ruhu, inatçı yapısı, içindeki savaşçı kadının kazanamayacağı mücadele yok. Yeter ki tüm bunların gücünü aldığı kalbine bir şey olmasın.

Songül büyük yol kat etti. Kadınlar çiçek gibidir, sevildikçe tomurcuklarında sakladıkları güzellikleri, renkleri ortaya çıkar. Songül de hayatında görmediği sevgiyi gördükçe güzelleşti, dünyaya daha farklı bakmaya başladı. Yüreğinden yaralı, kimsesiz bir kadınken şimdi ona bakınca mutlu oluyorum. Songül sevgiyle bu hayata yeniden dört kolla bağlandı, şimdi içindeki o sevgiyle herkesi sarıp sarmalıyor. Sadi’nin ikinci şansı için geldiği dünyada yaptığı en güzel şey Songül’ün yaralı ruhunu sarıp, sarmlayarak iyileştirmek oldu. Sadi bunu yaparken kendi de iyileşti… Bu aşkın mucizesidir.

Peki Songül neden bu kadar sevildi? Bence karakterin yazılması dışındaki en önemli sebeplerinden biri de sevgili Devrim Özkan! Hep diyorum ya Devrim, Songül’ü senelerce heybesinde saklamış, beslemiş, büyütmüş ve şimdi tam zamanında bize sundu. Songül’e öyle güzel ruh üfledi ki karakteri direkt içime sokmak istedim. Songül’ün tüm acılarına, sevinçlerine, her bir duygusuna bizi öyle güzel ortak etti ki bunu anlatacak kelimem yok. Sadece iyi ki Songül’ümüze ruhunu Devrim verdi diyorum.  Oyunculuğunun her bir zerresini akıttığı bu özel karakter her zaman kalbimde yaşayacak ve umarım bu yolculuk daha da uzun süreler devam eder. Songül’ün bize, bizim de ona anlatacak çok şeyimiz var.

Songül ile harika bir altı ay geçirdik. Böylesine güçlü, özel bir karakteri tanıdığım, yorumladığımiçin kendimi ayrıcalıklı hissediyorum.

İyi ki doğdun Songül  Acarerk Payaslı, iyi ki doğdun hayatımıza…

Benim Evim Senin Yanın (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 24.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT 

Derler ki insanın ömrü ait olduğu yeri aramakla geçer, bulduğunda da orada kök salarmış. Bu aidiyet bir çok şekilde ortaya çıkar. Bazen bir ev, bazen bir memleket bazen de bir kalptir. Songül ve Sadi hayatlarını yalnız ve köksüz iki insan olarak geçirdikten sonra birbirlerinin kalplerinde kök saldılar. Karabayır’daki o küçük yapı değil onların evi, onların yuvası kalpleri, aşkları oldu.

Songül, 12 yaşında ailesini kaybetti. O günden bugüne anladığım kadarıyla kimseye güvenmeden, hayatına almadan tek başına bir hayat yaşadı. Yalnızlık, insanı en korkutan şeylerden biridir. Hatta ben onu bir canavar olarak tasvir ederim ama öyle sıradan, bilindik bir şekilde değil. Bu canavar her insanı korkutur ancak ona alışınca, onun güvenli alanında kaldıkça insan o canavara önce alışıyor, sonra da sığınak olarak kabul ediyor. Songül de bugüne kadar bu şekilde yaşadı. Kimseye güvenmeden, kimseye alışmadan yaşadı. Düşünsenize Ankara’dan İstanbul’a gelirken Sadi geride Yaver’i bıraktı ama Songül amirleri hariç kimseye veda bile etmedi. Kimsesi yoktu ki veda etsin, şu kadar olay yaşadı da arayıp dert yanacağı kimsesi yoktu. Hatta aşık oldu, onu da bireysel olarak yaşıyor. Bir kişiyi arayıp da ben aşık oldum bile diyemedi. Tüm bunların sebebi de uzun zaman sonra tam karşısında duruyordu. Serdar ondan sadece anne babasını değil, güven duygusunu, aile olma hayalini, her şeyini çaldı.

Songül ve Serdar arasındaki yüzleşme sadece anne babasını kaybeden bir kadın ve katili arasındaki bir çatışma değildi. Serdar, Songül’e bir hayat borçluydu. Anne, babasının kaybı Songül’ün hayatını kökten değiştirdi. Umutla doğum günü mumlarını üfleyen o küçük kız çocuğu gitti, yerine hayata öfkeli, gülmeyi unutan ama ruhunu tertemiz bırakıp, babasının katilini bulup adaleti yerine getirmek için savaşan bir kadın kaldı. Songül orada bir an için kendini kaybedecekti, tek bir an gözünde o acıyla birlikte nefreti gördüm. Sadi de görmüş olacak ki o sihirli bir dokunuşla Songül’ü belki de sonrasında içinde boğulacağı bir azabın içine düşmekten kurtardı. Orada yaptığı küçük dokunuş Songül’ü katil olmaktan, ruhunu, kana bulamaktan kurtardı.

Hep diyorum ya Songül, Sadi’nin aydınlık yanı, güneşi, kutup yıldızı diye, bence Sadi sevdiği kadından aldığı ışığı ona geri yansıtarak, Songül’ün karanlığa düştüğü anlarda onu ışıkta tutuyor. Songül neredeyse katil olup, karanlığa düşeceği anlarda Sadi buna izin vermedi. Belki Serdar’ı hayatta tutamadı ama Songül’ün büyük bir buhran yaşamasının önüne geçti. Aslında Songül intikamını alınca belki rahat edeceğini düşünebiliriz ama bence etmezdi. Songül asla intikam peşinde koşan biri olmadı, adalet istiyordu. Babasının, annesinin katilini adalete teslim edip, onların rahat uyumasını sağlamaktı tek amacı ve bence Songül operasyon VS dışında böylr bir şeyi kaldıramaz. Sadi birinin canını almanın karısına, onun ruhuna ne yapacağını o kadar iyi biliyordu ki buna asla izin vermedi. Songül eğer orada geri durmasa adım kadar eminim silahını alır, Serdar’ı alnının ortasından vururdu yine de Songül’ün ruhuna bunu yüklemezdi. Songül yaşananların ardından hem vicdanen rahat hem de artık yalnız olmadığını anladı diye düşünüyorum.

Bu hayat Songül’e hiç adil davranmadı. Önce ailesini aldı, sonra onu derin bir yalnızlığa mahkum etti. Ancak karma diye bir şey vardır. Serdar yapayalnız öldüğü bir yerde Songül diğer yanı ve kardeşini alarak gitti. Songül iki insan kaybetti, hem de her şeyden çok sevdiği iki insanı bir ihanet sonucunda kaybetti ama hayat ona her şeyiyle güvendiği iki insan verdi. Bir yanına kocasını diğer yanına artık manevi oğlu öı kardeşi mi dersiniz Yaver’ini alarak olay yerinden ayrılırken bence içinde huzur da vardı. Songül artık yalnız değil ve bu ona bir ömür yeter diye düşünüyorum.

Songül çok duygusal, çok narin görünse de aslında zehir gibi bir polis. Serdar’ın bir şeyler karıştıracağını hissederek üstüne dinleme cihazı yerleştirip, onu kıskıvrak yakaladı. Şimdi burada benim aklımı karıştıran Taylan, Semih ve Ahmet başsavcıya durumu anlatamaması oldu. Aslında ilk yapacağı şey onlara haber vermek olması lazımdı zira üstüne dinleme cihazı yerleştirecek kadar şüphe duyduğu bir durum olmuş ama söylemedi. Bence ailesinin meselesiyle ilgili Songül hala Sadi ve Yaver dışında kimseye güvenmiyor. Operasyonu bitirince haber verecekti büyük ihtimalle ya da orada büyük patrona ulaşsa haberdar edecekti ama Serdar’la tek başına yüzleşmek istedi. Onun yaralarını, acılarını kimsenin görmesini istemedi diye düşünüyorum. Songül hayatını o yaraları saklayarak geçiren bir kadın, kocası ve kardeşi dışında kimse zayıf tarafını görsün istemedi diye düşünüyorum. Kaldı ki benim de özellikle savcının Sadi’ye Hansel ve Gratel’deki cadı gibi iyi davranması canımı sıkmaya başladı. Bana paranoyak demeyin ama Sadi’nin bu kartal ateşi meselesinde canı yanacak gibi hissediyorum. Burada Songül ne gibi bir tepki verecek bilmiyorum ama hala kartal ateşi meselesini bilmediğini düşünüyorum. Burada da Songül’ün ilerleyen zamanlarda özellikle Taylan ve bu operasyona tavrı değişebilir diye hissetmeye başladım. Elimde bir veri yok ancak bu durumun Songül’e söylenmemesi bu ateş operasyonun bir sebebi olduğu ve bunun da doğrudan Sadi ile ilgisi olduğu düşüncesine kapılmama sebep oluyor. Bu mesele açılmadıkça Songül’e işin içinde bir risk faktörü olduğu hissi geliyor. Umarım ki bu işin sonunda Sadi ciddi bir hasar almaz zira Songül bunu kaldırabilir mi, orada ciddi şüphelerim var.

Son zamanlarda Songül ile gözüme çarpan en dikkat çekici durum Sadi’yi kaybetme korkusu oldu. Daha ilk mektubu okuduğunda bu korkusu yüzünden kontrolünü tamamen kaybetmişti. Sadi’nin başkasını sevmesi, gitmesi, zarar görmesi ihtimalleri Songül’e ciddi travmalar yaşattı. Sevildiğini anladığında, onu bir kamikaze saldırısından aldığında artık her şey önemini yitirdi. Songül, Sadi’nin onu her şeyden çok sevdiğini anladığında tüm kırıklıklarını, acılarını bir köşede bıraktı,affetti. Şimdi bu kartal ateşi ona ne yapacak bilmiyorum ama o gün bir şeyleri anlayan tek kişi Songül değildi, Sadi de hem Songül hem de ilişkileri hakkında kafa karışıklıklarını geride bıraktı.

Sadi bu ilişkide hep geride duran, içinde yaşayan ancak gözleriyle, bakışlarıyla aşkını gösteren ama asla karşı tarafa elini açmayan kişiydi. Hatta Songül hep daha cesur olan taraftı. Bu bende uzun zaman kafa karışıklığına sebep oldu. Neden diye sorguladım, neden Sadi bir türlü kendini açmıyor, geçmişiyle barışmıyor diye düşünürken karşıma o depoda çıkan manzara her şeyi anlattı. Songül, Sadi’ye git dediğinde onun için artık yaşamanın, kimliklerin bir anlamı kalmamıştı. Sadi olarak o evden çıkıp, Emin olarak düşmanlarının karşısına çıktı. Sadi o gün aslında tüm varlığı ile Songül’e aşık olduğunu ancak iki kimliğiyle de onu mutlu edemediğini düşündü. Zira Sadi, Songül’ün kocası olsa da Emin ölmeliydi çünkü onun geçmişi Songül’ü üzdü. Sadi’nin yüzüne kondurduğu gülümseme, Emin’in karanlığı yüzünden silindi. Daha doğrusu Sadi’nin sınırlı sevgiyi görme kapasitesi bunu böylr algıladı. Halbuki Songül, Sadi’yi her şeyiyle sevdi,kabul etti. Sadi bunu görünce karısına karşı tamamen pür bir hale geldi. İsteklerini, arzularını açıkça göstermeye hatta direkt göstermeye başladı. Songül artık Sadi’nin onu çok sevdiğini, evliliklerinin her şeyiyle gerçeğe dönmesini istediğini biliyor. Bence bu durumda Sadi’nin bu kadar çabalaması, etrafında pervane olması da bir tık hoşuna gidiyor diye düşünüyorum.

Sadi ve Songül aradaki sırlar aradan çekilince en saf halleriyle birbirlerine kavuştular. Eskiden başka meseleler, ilişki imaları onlar arasında kuşkuya sebep olurken şimdi sadece birlikte bir hayat geçirmeye hazır olduklarını yeniden söylemek için bir bahane oluyor, o kadar. Ben sevginin söylenmesinden ziyade hissedilmesi, hissettirilmesi gereken bir duygu olduğunu düşünüyorum. Songül ve Sadi birbirlerini çok uzun zamandır seviyorlar ama bir türlü bunu gösteremediler. Bu sebeple Songül aldatıldığını, Sadi de hiç sevilmediğini düşündü. Şimdiyse durum çok farklı, onlara biri gelip benzer cümleler kursa, birine kocan seni aldatıyor, diğerine seni sevmiyor deseler güler geçerler. Artık biliyorlar… Önlerinde bir ömür var ve onlar bu ömrü birlikte geçirecekler.

Sırlar ilişkilerin kurdudur. Bir ilişkide sır varsa her zaman için tehlike var demektir. Songül ve Sadi aradaki sırlar bitince mutluluğa kavuştu. Yaşadıkları cehennemden çıktılar ancak tüm bu yaşananları bir kişi en ön sıradan izlemesine rağmen hala anlamamakta ısrar ediyor : Derya! Mert, üzerine atılan iftira sonrası cezaevine girdi ve Derya kardeşinin yanına gittiğinde onu içeriye alışmış, sertleşmiş buldu. Sadi’nin babası olduğu sırrını saklaması, Mert ve Derya ilişkisinin dinamiti olacak. Mert değişiyor, sertleşiyor. Gözündeki merhamet yerini sertliğe bırakırken nahifliğini de kaybediyor. İki kez aynı iftirayı yaşayan, sistemin yok etmeye çalıştığı her genç gibi işi kavgayla çözeceğini düşünmeye başlaması an meselesidir. Bu yüzden eski Mert belki babasını öğrenince kızacaktı ama sonunda annesini afdederdi ancak şimdi Mert ne yapar? Bunu kestirmekte zorlanıyorum. Doğru olmanın yetmediğini düşünmeye başlaması durumunda Mert’in içinden can düşmanı Araz gibi biri çıkacak diye korkuyorum vallahi ne yalan söyleyeyim.

Araz demişken… Onun tarafta trafik karışmak üzere, hem de öyle böyle değil. Bir yanda Gizem bir yanda Aylin var ve Araz sanki geçmişle geleceği arasında sıkışmış gibi bir görüntü sergiliyor. Gizem, Araz’ın geçmişi, çocukluk hayali, onun sokaklardaki tavrını benimsemiş, onu değiştirmek gibi bir gayesi olmayan biri. Ancak Aylin öyle değil, Araz Aylin’le olmak istiyorsa kötü olmamak zorunda diye düşünüyorum. Mesela Aylin’e yetişme tarzını, mecbur kaldığı şeyleri anlatırken Aylin’i de benzer durumlardan geçtiğini görüyor. Ben bu durumun Araz için ilham olacağını düşünüyorum. Zira birini sevmek onun kötü yolda olduğunu bile, bile her şeyiyle kabul etmek değildir. Bazen değişime zorlamak lazım, göstermek lazım diye. Aylin iyiliği, mücadeleci yapısı, pes etmeyen ruhuyla bunu Araz’a gösterebilir, ona iyi olması, doğruyu yapması için bir yol açabilir yani Araz da isterse. İsterse o da hocası Sadi gibi kendini her şeyiyle kabul eden değil ama ona ışık olan bir kadının yanında aşkı bulabilir diye düşünüyorum, kim bilir?

Aşk insanı iyileştirir, tedavi eder, ruhuna iyi gelir. Sadi içine düştüğü aşkla iyileşti, kendine geldi, geçmişiyle barıştı ama daha da önemlisi kendisini affetmeye başladı. Eskiden insanların arasında Songül’e yaklaşırken üç kez düşünen Sadi, şimdi emniyete elinde çiçeklerle gidebiliyor. Bu aşkı hep dört duvar ardında yaşarken, ya da sadece Songül insanlara bu aşkı gösterirken şimdi Sadi de çekinmeden bunu yapıyor. Songül ona yer açtıkça o da kendini ona layık görmeye başladı diye düşünüyorum. Tamamen bu durumu atlatamasalarda her durumda o ahşabın üstünde artık iki kişiler ve bunun farkındalar. Bu aşkın mucizesi değil de nedir değil mi ama?

Sadi ve Songül ya da Afife ve Talat her isimde, her şekilde birbirleriyle bir dünya kurdular. Sadi için o dünyanın hakimi Songül. Öyle bir aşkla bakıyor ki karısına hayatının, dünyasının tüm kontrolünü ona bıraktı. Özellikle ikili ilişkilerinin tüm kontrolü Songül’ün ellerinde ve Sadi bu durumdan çok memnun. Öyle ki Songül’e o çok sevdikleri Titanik filmindeki “Ben dünyanın hakimiyim” repliğinin ardından, “Ben dünyanın hakimine aşığım” sözlerini söylemesi bunun işaretiydi bence. Sadi’nin tüm dünyası Songül ve ona karşı yönelen her tehdidi yok etmek için elinden geleni ardına koymayacak diye düşünüyorum.

Sadi ve Songül gizli göreve giderken Servet tarafından fark edildiler. Servet ikisinden de kurtulmak için son bir hamle yaptı, bir tekne kazasına sebep olarak hem Songül’den kurtulacak hem de olaya kaza süsü verecek. Bizimkiler oradan nasıl kurtulur bilmiyorum ama Sadi Payaslı çözer diyorum.

Ben de Songül gibi,Sadi’ye çok güveniyorum. Bu hafta Songül’ün görmediğimiz son iki rengini de gördük diye düşünüyorum. Serdar ile yüz yüze geldiği anlarda saf bir öfke, ardından acı ve buruk mutluluğunı gördüm. Ben Devrim’in aksiyon sahnelerindeki yeteneğine hayranım. Özellikle Serdar ile yüzleştiği anlada Songül’ ün öfkeyle karışık acısını mimik bile kaçırmadan aktarırken, dövüş sahnesinde de tek bir hareketi kaçırmadı. Bölüm boyunca da bu başarısını devam ettirdi. Özellikle Ertan Saban’la karşılıklı sahnelerdeki paslaşmalarını izlemek büyük keyifti. Önümüzdeki bölümlerde kartal ateşi ile birlikte sanırım çok daha üst seviye performanslar izleyeceğiz diye düşünüyorum, herkesin gönlüne sağlık.

Bu hafta aksyonel sahnelerle Özgü Delikanlı da oldukça başarılıydı. Mert’in ani değişimlerini ekrana iyi taşıdı diye düşünüyorum.

Bütün ekibin emeklerine sağlık, haftaya görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Farketmeden Senin Olmuşum (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 23.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT 

Aşk tanımlanan, nedenleri olan bir duygu değildir bana göre. Sevginin, aşkın sebebi olmaz diye düşünenlerdenim. Biri size onu neden seviyorsun diye sorduğunda kafanızda bir sürü sebep belirmeye başlarsa oradaki sevgi değil de daha çok hayranlıktır. Tam tersi olursa, yani bu soru sorulduğunda “Seviyorum işte ama nedenini bilemiyorum” dediğinizde işte o gerçek sevgidir diye düşünüyorum. Planlayarak aşık olmaz insan bir anda düşersin, işin kötüsü o insanı kaybetme riski ortaya çıkana kadar fark etmemiş bile olursun. Sadi ve Songül birbirlerini neden sıralamadan, beklentisiz ve saf bir şekilde sevdi. Tüm hayatını yalnız geçiren iki insan için mucize değil de nedir bu? Plansız, beklentisiz buldular birbirlerini ve artık biri diğeri olmadan nefes almayı bile tahayyül edemeyecek hale geldi. Böylesine bir aşka insan birden düşer, tıpkı Payaslılar gibi…

Sadi ve Songül her şey bitti dedikleri anda yeniden birbirlerine kavuştular. Bu aşkın mucizesi, hayatın hediyesiydi onlara. Yalnızlığı kendine kimlik edinen bir kadın ve kendini asla sevilmeye layık görmeyen bir adamın aşkla iyileşen ruhlarının hikayesi bu, öyle özel, öyle anlamlı geldi hayat onlara… Vardır bir bildiği diyelim mi o zaman?

Sevilmeye layık görmeyen bir adam demiştik, oradan devam etmek istiyorum. Sadi Payaslı ya da Emin Güngören, hiç fark etmez… Onunla ilgili denecek ilk şey kendini asla sevmeyen bir adamdı. Sadi kendini hiç sevmedi ki bugüne kadar ne bir aile kurma isteği ne de baba olma arzusu vardı. Sadi karanlık bir çöplüğün ortasında, artık sadece fiziksel olarak varlığını sürdüren biriydi. Aşkla iyileşti tabiri bana da çok klişe gelir ama Sadi böyle iyileşti. Önce kendini sevmeyi öğrendi. Songül onun ruhunu severken, Sadi’ye de o ruhu gülüşüyle gösterdi. Songül, Sadi’nin ruhunu gördükçe güldü, o güldükçe Sadi kendini sevmeyi öğrendi. Şimdi tamamen kendi ruhuyla barıştı diyemem ama artık umudu var diyebilirim. Sadi yeni hayatına başladığında tek arzusu insanlara yardım ederek, geçmişin günahlarını temizlemek olacaktı. Sonra da ölüp gidecekti. Güzel bir hayata, aile kurmaya dair bir planı da yoktu ki Yaver ile vedalaşırken ona aile kurmasını öğütledi. Bu sebeple şimdi karşımdaki umut dolu adama baktıkça içimden “Ah aşk, sen nelere kadirsin?” diyorum. Songül, Sadi’nin içindeki o ölü adamı yavaş yavaş sevgisiyle, gülüşüyle tedavi ederken bunun farkına bile varmadı. Sadi’yi yüreğinden yakaladı, usul usul yaralarını sardı ve şimdi karşımızda duran, aile olmak isteyen, sevdiği kadına sürprizler hazırlayan o adama dönüştü.

Peki bu hikayede iyileşen bir tek Sadi mi? Elbette hayır. Nasıl ki Songül farkına bile varmadan Sadi’nin kendini sevilmeye layık görmeyen ruhunu yavaş yavaş tedavi etti. Sadi de Songğl’ün içindeki kırıklığı, kimsesizliği aldı. Songül, hayatını yapayalnız, tek başına geçiren, gülmeyi unutmuş bir kadındı. Songül yeniden mutlu olmayı, kahkaha atmayı Sadi ile hatırladı. Sadi ona kimsesizlğini unutturdu. Hatta öyle güzel yaptı ki bunu Songül canı yansa da ondan ayrılmadı. Sadi her ne kadar Songül’ün kimsesizliğini ondan alsa da, belki onu kaybetme belki de üzülmesi korkusuyla söylediği bir yalan Songül’ü perişan etti. Ruhunda, kalbinde derin yaralar açtı. Hayatında güvendiği, yalan söylemeyeceğine inandığı kocasının ömründeki en büyük yalanı söylemesini Songül unutmuş gibi gözükse de bence hala pek unutmuş sayılmaz. Aksine hala onun artçıllarını yaşıyor. Sadi’ye tamamen açamıyor kendini. Kocası ama geceleri başını onun omzuna koyarak uyuyamıyor, aralarındaki mesafeyi kaldıramıyor. Kırıldı ve güven yeniden kazanması en zor şeydir. Ancak Songül’ün olayı burada güven değil. Bugün sorsam, en çok kime güveniyorsun diye yine Sadi’ye diyecektir. O zaman derdi ne? Çok açık değil mi? Hem kocasıyla hiç yaşamadığı sevgili olma dönemini yaşamak, bu sevgiyi sindire sindire sindire ilerletmek istiyor hem de Sadi bir zamanlar elleri kanayarak topladığı can kırıklarını tedavi ederek toplasın istiyor. Ben bir kadın olarak Songül’ün bu halini çok nahif buluyorum.

Hatırlar mısınız? Songül, bir keresinde kendi kendine söylenirken “Sonra çok güzel gülüyorsun karıcım, artık laflarla değil hareketlerle gösterilecek, yeter” demişti. Sadi bugüne kadar sevgisini hep güzel sözlerle değil aslında kendisinden yaptığı fedakarlıklarla bize gösterdi ama Songül hiç hissedemiyordu ama artık o sevgiyi görüyor, hissediyor. Sadi sevgisini imgelerle değil doğrudan ona söylüyor, sürprizler hazırlayıp, onunla ilgili hayallerini içini şahıslar üzerinden değil doğrudan Songül’ün kendisine söylüyor. Zaten Songül’ün başından beri ondan istediği de tam olarak buydu. Kadınlar neden çiçeklere benzetilir biliyor musunuz? Çiçekler su verildikçe, kadınlar da sevildikçe açarlar. Kadının suyu sevgidir. Sadi Songül’ü sevdikçe, Songül çiçek açtı, herkesin içinde seni seviyorum demeye, kimseye bakmadan sevdiği insanın boynuna sarılır oldu. Zaten tek istediği buydu ki, sevilsin bunu hissetsin sonra da sevdiği insanla cenneti yaşamak istedi. Bunu da şu anda yaşıyor, hissediyor, gülüyor…

Sadi ve Songül’ün yaşadığı deprem ikisini de felakete sürüklemek üzereydi. Songül, sevdiği adam tarafından aldatıldığını, Sadi de zaten sevilmeyi hak etmeyen ruhunun gerçekten sevilmediğini düşünüyordu. Biz Songül’ün kırıklarını, acılarını gördük, yaşadık. Ancak Sadi de durum böyle olmadı. Tam aksine, Sadi önce Songül’ün yaralarını iyileştirmeye, onu geri kazanmaya odaklanınca onun yaralarını kendisi dahil kimse görmedi. Songül onun ellerini yeniden tutunca Sadi’nin içinde sakladığı yarası ortaya çıktı. Songül ile eskiyi konuşurken ayrıldıklarında Songül’ün beni içinden sök at demesini de Sadi unutmamış. Yemekte yüzlerine vurmasını ya da sonraki hareketlerini değil sadece o cümlesi yaralamış Sadi’nin kalbini. Bunun üzerine düşündüm biraz ben ve bulduğum sonuç kalbimi kırdı. Sadi, Songül’den gelen her şeye razı. Öfkesine, sinirine, sözlerine ama bir tek şeyi görmeye, duymaya katlanamıyor. O da Songül’ün onu sevmeme ihtimali olarak çıkıyor karşıma. Bir tek o gün Songül onu sevmediğini söylemişti. Songül nasıl ki tüm kırıklarını Sadi’ye gösterdi, Sadi de o bir kırgınlığı karısına söyleyiverdi. Burada Songül eğer “Aldatıldığımı düşünüyordum, öyle söyledim!” dese bile kabulüm olurdu ama o çok başka bir yerden baktı olaya. Sadi’nin kırıklığını, acısını gördü ve göz ardı etmedi. Burada tamamen haklı olan kendisi olmasına, öyle düşünmesi için binlerce sebebi olmasına rağmen Songül o anlarda öfkesinden böyle söylediğini söyleyerek Sadi’nin yaralarını sardı. Sadi aslında hep Songül’ün öfkesinden böyle söylediğini biliyordu ama yine de duymak istedi. Songül en öfkeli anlarında bile kocasını çok seviyordu ki burada gurur yapabilirdi ancak hiç bu yollara sapmadan doğrudan “Seni seviyorum” deyiverdi.

Sadi için cennet ne deseler herhalde, karısının defalarca kez ona sevdiğini söylediği, gösterdiği anları tarif ederdi diye düşünüyorum. Sadi, Songül’e hayatının sürprizini hazırladı. En sevdiği gruptan tutun da, boğazı Songül için hazırlamaya kadar ince ince düşündü. Bugüne kadar ona hep “Boğaz sana hazırlansın” deyip bunu gerçekleştirdi. Ancak asıl sürpriz ona ona yapıldı diye düşünüyorum. Songül sahneye çıktı, kocasının gözlerine bakarak şarkı söyledi ve defalarca kez aşkını ilan etmiş oldu. Belki Sadi aylardır hayalini kurdukları yere karısını getirdi ama Songül de aynısını içinden gelerek, plansızca yapmış oldu. Zira Sadi’nin beklediği tek şey buydu : Sevildiğini bilmek, hissetmek, duymak…

Sadi ve Songül ilişkilerindeki en büyük sınavlardan birini kanaya kanaya verdiler. Kimse onlara yardım etmeden, birlikte çıktılar o hengameden. O kadar zor oldu ki bu, şimdi her şeyin, her anın kıymetini biliyorlar. Yalnız bu durum bir şeyin daha habercisi, öyle büyük bir kırılmadan sonra aşklarını kurtardılar ki, artık onların ayrılması, sarsılması çok zor. Bu sebeple o evde barbunya artık sadece bir zeytinyağlı olarak yenecek gibi hissediyorum. Bir de unutmamak gerekir ki Sadi ve Songül sadece karı, koca değiller aynı zamanda iş ortağı da sayılırlar.

Sadi ve Songül yaralarını sardılar ama dışarıda hala onları özellikle de Songül’ün bekleyen büyük bir tehlike var. Yılan ekibiyle birlikte Serdar’ı kıskıvrak yakaladılar. Songül ailesinin katiline bir adım daha yaklaştı. Şimdi ne yapacağını pek bilmese de Serdar kolay lokma değil ve yılan ekibinin mücadelesi de daha yeni başlıyor. Songül için zor günlerin kapıda olduğunu hissediyorum. Bir yanda Sadi diğer yanda görevi, Serdar, Servet var. Devam etmek istediği hayatı varken bildiği ve bilmediği dolu düşmanı birikiyor. Üstüne üstlük bir de kocasının sürprizini anlatırken ona garip ve küçümseyen bir bakışla bakan Taylan meselesine hiç girmek bile istemiyorum.

Songül için Serdar ile yüzleşmek sandığından da ağır geçti. Zaten bu da çok garip değil zira Songül hayatını adadığı dosyanın faillerinden biriyle karşı karşıya geldi. Bana iki can borcun var dedi ya, eksikti biliyor musunuz? Bu adamların Songül’e iki can ve yalnız geçen bir ömür borcu var. Gülüşü solan, hayatı kararan bir çocuğun ahının bedeli üç beş yıl, müebbet hapis olamaz. Songül için bu olay çok ağır ve Taylan onun yanında olsa da görev dışında anlaşabilecekler mi göreceğiz? Taylan aşırı görev aşkıyla yanan biri ve Songül’ün özeliyle ilgili anlattığı ufacık mesele bile onun ” Şimdi konu bu mu?” bakışları atmasına sebep oluyor. Taylan tam olarak neyden rahatsız oldu bilmiyorum ama Songül hayatını,işini sadece görev bilinciyle değil insanlara yardım etme aşkıyla da yapıyor. Bunun en bariz örneğini de Mert meselesiyle verebiliriz.

Mert, hayatının en zor dönemini yaşıyor. Üzerine atılan alevleri bir kısım insan söndürmek için ellerini ateşe sokarken bir kişi tüm bu ateşi daha da harlamak için elinden geleni ardına koymadı. O kişi de Gizem’den başkası değil. Gözüyle görmediği, sadece travması yüzünden hissettiği bir sezi yüzünden Mert’i gözünü kırpmadan alevlerin içine attı, hayatıyla oynadı. Orada Mert’e o kadar üzüldüm ki anlatamam. En başından beri zaten bu içeriden çıkma meselesi en fazla Mert’in önüne fatura olarak konurken şimdi de yeniden yine aynı insan yüzünden başlangıç noktasına geri döndü. Şimdilik ayakta ve güçlü durmaya çalışıyor ancak ben Mert’in kimsesizliğine, anne babasızlığına, herkes için ayakta kalmaya çalışma çabasına çok üzüldüm. Derya’nın artık konuşması gerektiğini düşünüyorum. Evet bir yandan Sadi diğer yandan Songül her şeyi bırakıp onun için mücadele etseler de Mert hocası ve Songül ablasının yardım ettiğini sanıyor. Babasının olduğunu, onun yanında olduğunu bilmiyor.

Mert ve Sadi ilişkisi bugüne kadar hep baba, oğul ilişkisi gibi ilerledi. Mert ilk günden beri Sadi’yi benimsedi, Sadi de aynı şekilde davrandı. Mahkeme sonrası Sadi’ye sarıldığında ayakları titrerken, ondan dayanak alırken ihtiyacı olan şey tam olarak gözlerimin önündeydi diye düşünüyorum. Mert babasızlığı çok derin hissediyor ve bu yüzden Sadi’ye ondaki en derin boşluğu doldurduğu için bu kadar bağlı. Derya için tehlike çanları çalmaya başladı diye düşünüyorum zira Sadi bir şeyleri fark etmeye başladı diye hissediyorum. Bunu tam olarak ne zaman öğrenir bilmesem de Sadi’nin küçük ailesinde Mert’e de yer açacağından hiç şüphem yok.

Sadi aslında babalığı bilmiyor değil, Yaver ile bunu yaşamış diye düşünüyorum. Ben açıkçası aralarında biat kültürüne bağlı bir ilişki var sanıyordum ama bundan çok daha ötesi olduğunu gördüm. Yaver, Sadi’nin oğlu gibi bence. Sarhoş olunca onu yatırma şekli, eve kadar taşıması, yanında olması, karısına erkek sinek yaklaşsa deliren Sadi’nin Yaver sarılırken gülerek izlemesi falan hep bundan bence. Yaver’in oğlu gibi büyütmüş ve doğal olarak aşkıyla kurduğu yuvanın yaramaz çocuğu olarak Payaslı Ailesinin bir ferdi oldu.

Yaver, Sadi’nin sağ kolu, sol yanı ve bence en güvendiği iki insandan bir tanesi. Aralarında sır yok ve bence hiç olmamış da. Şimdi Serdar çekip onu vursa da Yaver’de çelik yelek, ambulansın içinde de Songül’ün olduğuna ben adım kadar eminim ama sizi bilmem.

Sadi Payaslı sevdiğine kavuştu, Yaver’i yanında, belki de ileride Busenaz’ını kucağına alacak… Bununla ilgili rüyalar görüyor, büyük bir aile, köklerini salmak istediği bir dünya hayali kuruyor. Buna nasıl vardın derseniz hemen açıklayayım. Sadi rüyasında hayatının kontrolünü tamamen Songül’ün ellerine bırakan bir adam görüntüsü verdi. Misal Songül’ün karşısında güçlü, ilişkilerini yönlendiren ve bunu yaparken de gayet mutlu olduğunu gördüm. Ayrıca Payaslı gecesi derken büyük bir aile hayali kuruyor diye düşünüyorum. Sadi’nin rüyası arzuları ve hayallerini barındırıyordu bence. Nasıl ki Songül’ün gözünde Sadi yıkılmaz bir adam ki bunu görmek için onu uyurken görmeme gerek bile yok, açıkça gösteriyor. Sadi için de büyük bir aile planı olsa da her şeyini Songül ile kurmak istiyor diye düşünüyorum. Sadi’nin rüyası onun aslında hayallerini görmemizi sağladı. Diğer yandan da gerçekte rüyalarının bir kısmına da kavuştu. Tamamen kavuşması da an meselesi… Şimdi onun cenneti gerçek oldu. Peki bu cennet bir kişiyi daha içine alabilir mi? Bakak, görek onu da…

Yazımı burada sonlandırıyorum, haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Kalp Düşünebilseydi Atmaktan Vazgeçerdi(Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 21.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT

Aşk acısının insana mantığını kaybettiren bir duygu olduğunu söylerler. Öyledir de… O bünyeye geldiğinde mantık yerini sadece duygulara bırakır. Aksi de olamazdı zaten zira aşk ve mantık aynı köyden değiller. Toprakları, mayaları farklı diye düşünüyorum. İnsan mantıklı düşünmeye başladığında mesela acısını bile hafifletebilir. Misal, babasını kaybeden biri zaman geçtikte onun yaşlı, hasta olduğunu söyleyerek kendini motive ederek ayağa kalkma sürecini hızlandırabiliyor, en azından acısıyla başa çıkmaya çalışırken hayata devam etmenin yollarını arayabiliyor ama aşkta bu reçete asla işe yaramaz. Birini kaybetmek aşktan beterdir demiyorum asla ama başa çıkma sürecinde insanın kendini ayağa kaldırmak için ölümün hayatın en büyük gerçeği olması noktasında devam edebildiğini, zamanla da acısını azaltabildiğini en azından acıya alışarak hayatına devam edebildiğini düşünüyorum. Songül ailesinin kaybında bunu başarmıştı ama Sadi’de durum böyle olmadı. Zira bu anlarda hissedilen duygu tek başına o kadar güçlü, o kadar tüketicidir ki mantık bu süreçte bizimle olsa inanın kimse aşık olmayı tercih etmezdi. Zira ölüm elimizde değil ama nedense sevmemek elimizde sanırız, acı da bu oranla daha büyük olur. Ancak sevmenin, aşkın nedeni olmaz. Bu yüzden “Ona neden aşıksın?” sorusunun asla bir cevabı yoktur. Gerçek bir aşkın sebebe, misale ihtiyacı olmaz, aşıksın işte, bu kadar basit. Songül ve Sadi de ama ve nedenler olmadan aşık oldular, bağlandılar. O güçlü bir bağ geliştirdiler ki çok güçlü bir fırtına ancak onları sarsabilirdi, öyle de oldu. Gerçeklerin gün yüzüne çıkması Songül’e mantığını, Sadi’ye de sağduyusunu kaybettirdi.

Denizler durulmaz dalgalanmadan derler, Sadi ve Songül de tam olarak bunu yaşadılar. O kadar düz bir çizgide birbirlerine aşık oldular mi fırtına çıkana kadar belki ikisi de bu kadar aşık olduklarının farkına bile varamadılar. Bunun için aslında tonlarca sebep sayabilirim ama sanırım en güçlü argüman şu olacaktır : İnsan bilmediği bir duyguyu tanıyamaz. Songül de Sadi de ilk başta içine düştükleri duyguyu tanıyamasa da tanıdıkça ikisinin de içindeki korku bazı şeylerin hep önüne geçti. Songül daha 12 yaşında hayatında en değer verdiği insanları kaybetti, Sadi de içinde bulunduğu dünyadan dolayı hayatına değer vereceği, seveceği hiç kimseyi almadı zira Songül nasıl ki sevdiklerini kaybetmekten korkuyor, Sadi de kendi karanlığı yüzünden değer verdiği insanları yaralamaktan, onları mutsuz etmekten ve tabii ki onların zarar görmesinden korkuyor. Buna da bir nevi kaybetme korkusu diyebiliriz diye düşünüyorum.

Sadi o felaket akşam yemeği ardından Songül ile konuştuğunda karşısında duygularını kapatmış, ilk tanıdığı günkü gibi ailesinin katillerinin peşinde bir hayata dönmek isteyen bir Songül ile karşılaştı. Bir şeyleri konuşarak düzeleceğini sanarken aslında duvarda açılan gediği de, Songül’ün içindeki fırtınayı da anladığını pek sanmıyorum.

Songül, Sadi ile konuşurken tek bir şey söyledi “Artık özgürsün, benim için sorun yok, sevgiline gidebilirsin!” Bakın bu cümleler basit birer kavga sözcüğü değil. Daha derin, daha yıkıcı anlamları var. Songül apaçık bir şekilde Sadi’ye “Ben senden vazgeçtim!” dedi. Bu o kadar net, o kadar pak bir cümle ki çok da üstüne tartışmamız gerekmiyor. Sadi’yse bunu pek anlamadı. Anlamama sebebi ne biliyor musunuz? Sadi, Songül’ün sadece aldatılma meselesinden dolayı kırıldığını sanıyor. Aylarca ona söylenen yalanların, arkadaşı sandığı insanın, Meltem’in dalga geçmelerinin, kendisinin yüzüne baka baka yalan söylemesinin ve dahi birlikte yaptıkları ilk dansı bile Derya’nın en sevdiği şarkıyla yaptığı gerçeğinin yakıcılığını anlayamadı. Songül sadece aldatıldığını düşündüğü için kırgın değil, en sevdiği, en güvendiği insanın yalan söylemesinden dolayı hayata, her şeye olan güvenini yitirdi. Bu yüzden iki açıklama ile Songül’ün kafasındaki soruları kaldıramadı ama benimkiler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Sadi, Songül’ün kapısının önüne çöküp bazı şeyleri anlatmaya başladığında benim kafamdaki bir çok acaba da ortadan kalktı. Sadi, karakter olarak tam bir kapalı kutu, ne hissediyor, hayattan beklentisi ne, ya da hayata nasıl bakıyor çözmek zor. Zamanla izledikçe, belli konular karşısındaki tutumları, cümle aralarında söyledikleri ya da bir anda sürpriz bir şekilde yaptıkları ile anlaşılabiliyor. Ben Sadi’yi anlamak için hep adım izlerini, arkasında bıraktığı ekmek kırıntılarını topladım. Onunla ilgili yaptığım iki spesifik yorum vardı bugüne kadar :Sadi, Songül’ün kalp atışında yaşıyor ve Sadi Songül olmadan bu hayata devam edemez. O kapı önündeki çaresizliği bu iki tezimin de doğruluğunu ortaya koydu diye düşünüyorum. Sadi, Derya’yı bıraktığında kalbinde öyle büyük bir aşk ya da sevgi yoktu diye düşünüyorum. Orada daha çok sevildiği için ilişkinin içerisinde olmaktan mutluydu ancak sevdiğini sandığı kadına hayatını, gerçeklerini, karanlığını anlatmadı. Usulca çekti, gitti hayatından. O dönemki duygularla yazılan bir mektup var belki ortada ama bugün yaşadığı duygular çok başka. Sadi, Songül’e “45 yıldır seni bekledim” dedi. Bu cümle aslında Sadi’nin şu an yaşadığı şeyin aşkın da ötesinde bir şey olduğunu bize gösteriyor. Sadi’nin yaşadığı aşk, bağlılık, tutku, hayata devam etme inancı ve yaşama isteği olarak söylenebilir. Ve tüm bu duyguları hissetmesine, devam etmesine sebep olan kişi Songül’den başkası değil. Bu yüzden ona her şeyi anlattığında “Sana karıcım diyebilir miyim?” diyecek kadar çocuklaştı, başka türlüsünü bilmiyor ki yapsın. Bu yüzden de tüm dengesi alt üst oldu ancak Songül’ün Sadi’ye inanması için üç dört cümleden fazlasına ihtiyacı var.

Sadi Payaslı’yı bu hafta tanımlayacak bir kelime söyleme hakkım olsaydı, adı çaresizlik olurdu. O kadar aciz kaldı ki olaylar karşısında, ne yapacağını, nasıl toparlayacağını asla bilemedi. Sadi’ ye on tane orduya karşı nasıl savaşması gerektiğini sorsan, sana savaş sanatı üzerine tez verir ama bir kalbi nasıl tamir edeceğini sorduğunda içine düştüğü aciziyete sadece üzüldüm. Bilmiyor ki nasıl düzeltsin? Ayrıca içten içe de bu durumu hak ettiğini düşünüyor. Düşünsenize kendini sadece “mafya babası” olarak kodlayan bir adam var karşımızda. Hatta “MEB’ten Sadi Payaslı” diyerek sürekli eğitimci olduğunu kendine hatırlatan, hiç hak etmediğini düşündüğü bu dünyaya adapte olmaya çalışırken, tüm desteğini de karısının gülüşünden alan bir insandı, Sadi. Bu yüzden tamamen çaresiz kaldı. Eskiden olsa ona bu durumdan nasıl çıkacağını göstersin diye Songül’e bakardı, o da onu içine düştüğü karanlıktan çıkarırdı. Ancak bu defa bu karanlığın sebebi hayatının ışığı olarak gördüğü karısının ona tüm kapıları kapatması oldu. Daha önce Songül, Sadi’siz kalmayı üşüdüğünü söyleyerek ifade etmişti. Nasıl ki Songül sıcaklığına sığındığı kovuğunu kaybetti, Sadi de ışığını kaybedince zifiri karanlığın tam ortasında kaldı.Songül’ün her kırgın, inanmayan bakışı Sadi’yi öldürdü ama ne çare! O kırgın bakışların sebebi ve Sadi yavaş yavaş anladı Songül’ü ne kadar incitip, perişan ettiğini. Kafede Derya ile konuşurken de “İnsan sevgilisinden, eşinden bir şey saklamaz!” diye bunu itiraf ederken de, Derya’dan çaresizce yardım isterken de aslında Sadi’nin girdiği karanlıktan nasıl çıkacağına dair en ufak bir fikri bile olmadığını anladım.

Şimdi Sadi istese yapardı diyebilirsiniz ama durumun o kadar farkında değildi ki, attığı her adım Songül’ü daha da sinirlendirmekten, daha da üzmekten başka bir şeye yaramadı. Neden biliyor musunuz? Kadının yatağının üstüne notlar yazdı, hediyeler aldı, hikayesini anlattı ama mesela özür dilemedi. “Sana yalan söyledim, hatalıyım, özür dilerim!” demedi. Geçmişi anlatırken artık onunla hiç bir ilgim yok, bak ben senin yanındayım da demedi zira bunları dediğini, Songül’ün bildiğini düşünüyor. Daha önce de “Seni seviyorum” dememiş, imalarla, yaptıklarıyla gösterdiğini düşünmüştü ama Songül asla hissedemedi bu sevgiyi, bu yüzden de aldatma durumun hemen inandı. Sadinin en büyük sorunu bu, olayları kendince anlatıyor ancak karşı tarafın beklentisini asla hesaba katmıyor. Halbuki Songül dibe batmış vaziyette, ne yapsa çıkamadı o çukurdan ve bir noktada Sadi’nin bunu görmesini bekledi ancak nafile. Kimse Songül’ün sessiz çığlıklarını, yardım çağrısını duymadı. Zaman geçtikçe o daha da içine kapandı ve artık kontrolünü tamamen kaybetti.

Songül belki de anne, babasını kaybettiğinden bu yana ilk kez bu kadar ağır bir buhran içerisinde kaldı. Doluya koysa almıyor, boşa koysa dolmuyor. Evde kendine hakim olmaya çalıştıkça daha da dibe battı. Aslında gerçekleri yüzlerine çarptıktan sonra rahatlaması gerekiyordu ama Songül daha da beter bir hale geldi. Bir yanı Sadi gerçekten Derya’ya gidecek diye korkarken, diğer yanı en ağır faturayı kendisine kesti. Songül yaşanan olayların ardından faturayı kendisine kesmeye çok müsait bir karakter. Daha önce ailesinin katilini bulamadığında da aynısını yapmıştı, şimdi de yine aynı noktada. Sadi’yi hala çok sevdiği için, ona hala inanmak istediği için kendine çok kızıyor. Mantığı ona “Artık ona inanma!” dedikçe, kalbi ona acı gerçeği en ağır şekliyle hatırlattıkça Songül iyice dibe vurdu zira duygularını hala bastırmak için kendisiyle amansız bir savaşa girdi. Asla kalbiyle, öfkesiyle, duygularıyla yüzleşmek istemiyor ve hal böyle olunca da arafta kaldı.

Songül büyük yüzleşmenin ardından kendini tamamen kapattı. Evde Sadi’yi dinlemiyor hatta onun dediği en ufak bir şeyi bile dikkate almamak için büyük bir mücadele içerisinde. Evde onu sürekli kendini kontrol altında tutmaya çalışırken izledik çünkü biliyor, en ufacık zaafında Sadi o açıktan içeri girer ve yeniden tüm kaleleri zapt eder. Bu yüzden kocasına karşı kendi kalbi ve onun göstermeye çalıştığı aşkla mücadele etti ancak Songül’ün fark edemediği şey şu : Bu verdiği savaş Sadi’ye karşı zafer gibi dursa da, kalbini öldürmeye başladı.

Songül tamamen kontrolünü kaybetti. Bunun en bariz ispatı da emniyette yaşananlar oldu. Songül evde tutmaya çalıştığı öfkesini, iş yerinde tutamadı ve bir faile saldırdı. Şimdi burada artık Songül’ün kendisi olmaktan çıktığını bariz bir şekilde söyleyebilirim. O böyle biri değil, aksine işi konusunda oldukça sakin, aklı selim davranan biriydi ancak artık başaramıyor. İçinde yaşadığı acı ve öfke onu ele geçirmeye başladı. Emniyette kavga çıkardı, yetmedi istifa etmeye bile kalktı. Şimdi burayı biraz konuşmamız lazım diye düşünüyorum. Daha bir gün önce Sadi’ye “İşime olan aşkım, sana olan nefretimden daha fazla!” dedi ya, bariz bir şekilde doğru değil bu. Songül ‘ün Sadi’ye duyduğu sevgi, her şeyin ötesinde bence. Yoksa işini düşünen, bu kadar kontrolden çıkan birinin ilk hareketi tanık koruma programından affını istemek olurdu. Songül’ se bunu yapmadı. Aksine programda kaldı zira her şeye rağmen Sadi’den ayrılmak istemiyor. İçindeki öfke onu bitiriyor ama o acısına baka baka yaşamayı, onsuz yaşamaya yeğliyor. Buna siz ne dersiniz bilmiyorum ama ben aşktan delirme noktasına gelmek olarak görüyorum. Songül öyle bir ruh haline girdi ki Taylan bile ona kızmak yerine, yanında oldu,destek çıktı. Tıpkı Yaver’in de Sadi’ye destek çıktığı gibi…

Yaver, olanları çok anlamasa da Sadi’nin yanında ve yengesiyle ağası barışsın diye didindi, durdu. Bugüne kadar Sadi’nin Yaver’e “Gerçekleri duyunca bana kızma” dediğini hiç duymamıştım. Daha doğrusu bu ikisinin ilişkisini hem tamamen biat olarak görmüştüm ama öyle değil sanırım. Aksine, Sadi Yaver’in de kendisine kuzacağını düşündü. Olanlarda en büyük suç Sadi’de ve evet Songül dışında birilerinin de ona aslında kızması gerekiyordu. İlişkiler hususundaki saflığını belki de bu şekilde yıkabilir de Songül belki onu affederse, bir daha aynı yanılgıya düşmez.

Yaver gibi can dostunu sarsmaya çalışan biri daha var: Meltem. Şimdi açık konuşayım bu karakter hakkında hala çok da pozitif değilim. Onu, motivasyonunu anlamakla beraber hiç tanımadığı bir kadına düşmanlık beslemesinin siniri hala bende mevcut ama bazı hususlarda da hakkını teslim etmem lazım diye düşünüyorum. Meltem dizideki en net bir kaç karakterden biri, ne düşünüyorsa söylüyor, yanlışa doğru demiyor ve bazı şeyleri anladıkça Derya’ya olan söylemleri de sertleşti. Arkadaşını gurursuzlukla suçlarken içten içe Songül’ün haklı olduğunun da ayırdına varmaya başladı diye düşünüyorum. Ancak hala ilk cümlemin arkasındayım, Meltem henüz kendini affettirmiş değil. Dostuna başka bir kadına düşmanlık etmeden de destek olabilirdi ki bence bunu yapmayı bir an önce öğrensin zira Mert’in başına gelenlerin ardından birilerinin Derya’yı toplaması gerekecek.

Mert ve arkadaşları kelebeklerin kurduğu bir oyun yüzünden neredeyse ikinci şanslarını kaybediyordu. Gelincikler bir cezaevi aracıyla başlangıç noktasına doğru ilerlerken tabii ki dillerinde tek bir cümle vardı : Sadi hocayla vedalaşamadık. Bu çocukların hepsinin baba eksikliği var, bu yüzden Sadi onlar için su kadar değerli bir insan. Sadece öğretmen olarak bakmıyorlar, baba olarak da görmeye başladılar. Bu düşüncelerinde de haksız sayılmazlar, yine en zor anlarında Sadi gölgelerin arasından çıkıp, geldi. Onları büyük bir kaybedişten kurtardı. Ben bunu Sadi için de çok değerli buluyorum. Birden fazla ruha dokunuyor, yardım ediyor ve onlardan asla vazgeçmiyor. Babalar böyle değil midir?Hep çocuklarının yanında olurlar. Gelincikler öz babalarından yana çeşitli sebeplerle belki şansız oldular ama iyi olmalarının karşılığını Sadi Payaslı ile aldılar.

Sadi Payaslı’nın hayatına habersizce dokunup, değiştirdiği biri daha var :Araz! Şimdi ne alaka dediğinizi duyar gibiyim ancak gerçekten böyle olduğunu düşünüyorum. Araz, Sadi ile yaptığı geçmiş konuşmasından sonra annesinin peşine düştü, hayatının en büyük kabusunu yaşarken gelincikleri de böyle anlamaya başladı. Hastane odasında Sadi ona yanındayım dediğinden bu yana Mert’i saymazsak daha farklı bir kişiliğe büründü. Mesela gelinciklerin başına bu gelmesin diye büyük bir mücadele verdi, uğraştı hatta arkadaşlarıyla kavga etti. Bunların hepsi Araz’ın değişiminin ayak sesleriydi ki bu değişime en az Sadi kadar katkı sunan biri daha var :Aylin!

Aylin ve Araz ilişkisi çok tatlı bir şekilde, sağlam temellere dayanarak ilerliyor diye düşünüyorum. Aylin, Araz’ın herkesten sakladığı gizli bahçesi gibi oldu. Mesela onu kimseyle paylaşmıyor, herhangi bir amaçla yanında durmuyor. Gelinciklerle olan savaşında en büyük kozu bu olurdu ama Gizem’i Mert’e kullandı ama Aylin’i kullanmadı. Özellikle de Aylin’in her gidişinin ardından sıcak gülümsemesiyle yeniden Araz’ın yanında olması, Araz için anlamı çok büyük bir hareket. Hayatındaki herkes onu terk ettiği için öfkesini başka şeylerden çıkaran bir çocuk, bir gülümseme ile içindeki iyiliği görmeye başladı. Bu hikaye size de tanıdık geldi mi? Araz ve Sadi arasındaki organik bağı görmemek için kör falan olmak lazım ama ikisi de aynı yerden yaralı olduğuna göre belki de onların umutları bir gülüşün ardındaki gözlerde saklıdır.

Araz kendi güvenli alanında yaşarken, Sadi de kaybettiği aşkını geri kazanmak için büyük bir savaş veriyor. Artık sözlerle, hediyelerle geri alamayacağını anladığı karısının “Evli olduğumuz sürece parmağından asla çıkmayacak!” dediği ferayesini sattığını duyunca, o da kıyamasa da Songül’ün üstüne gitmeye karar verdi. Bu yüzüğün artık son nokta olduğunu, Songül’ün aşkından vazgeçmeye başladığının farkına vardı. Sadi, aşkının ruhunda acıya sebep olduğunu bilse de bir yıkıma sebep olduğunu bilmiyordu o yüzden de “Daha önce de beni yargıladın, on saniye bile dinlemedin!” diyerek zaten kendini zor zapt eden Songül’ün kendisini kaybetmesine sebep oldu. Evde ailesinin ardına saklarken kendisini, Sadi de tam da o güvenilir alanıyla saldırıya geçti ve sanırım hayatındaki en büyük azabı yaşayacağı bir olayın olmasına sebep oldu, Songül bir zamanlar Sadi’nin yaptığı gibi hayat ve ölüm arasındaki ince çizgiye kendini getirdi.

Bu noktadan sonra ne olur bilmiyorum ama Sadi için bir şeylerin kökten değişeceğini biliyorum. “Ben bir kadını mutlu edebilir miyim?” korkusunu yaşayan bir adamın, her şeyim dediği kadını kendini öldürme noktasına getirmesini kaldırabileceğini sanmıyorum. Sadi ve Songül’ün hayatında artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Onları ya cennet bahçeleri ya da aşk acısıyla kavrulacakları cehennem kuyuları bekliyor. Bakak, görek o zaman.

Bu hafta da tabii ki Devrim’in karakterine olan katkılarındam bahsetmeden yazımı bitirmeyeceğim. Dizinin son üç bölümü tamamen Songül odaklı ilerlediği için karakteri her yönüyle analiz etme şansı buldum. Özellikle de Devrim Özkan, her hafta Songül’den bambaşka bir duyguyu bir zen ustası kıvraklığıyla ekrana taşıdı. Songül’ün acısı, öfkesi derken kendini kaybeden, aşktan gözü dönen bir kadının gözlerine kadar işleyen acısını iliklerime kadar hissettim. Özellikle de boks yaptığı anla, son sahnede bugüne kadar sergilediği en iyi performanslardan birini sergiledi diye düşünüyorum. Son sahnede durduğu mesafe, sesinin titremesi, ağlarken saf bir korku ve öfke karışımını aktaracak tonu net bir şekilde yakalaması zaten iyi yazılan bir sahneyi zirveye taşıdı. Bu hafta özellikle sakinliği koruduğu sahnelerde, aralarında boy farkı bulunan Ertan Saban’la da altın mesafeyi koruyarak sahnenin her duygusunu mimik ve jest kaçırmadan aktardı. Songül’ü onunla izlemenin keyfi bir başka oldu.

Son sahnede özellikle Ertan Saban ile aralarındaki ahenge ayrıca bayıldım. Ertan Saban’ın bölüm boyunca sadece beden dili ve en az mimikle Sadi’nin tüm duygusunu tek hareketle vermesi de sanırım üstad olmakla alakalı diye düşünüyorum. Emeğine, gönlüne bereket olsun.

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Bitti mi Hikayemiz? (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 19.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT

“Sen benim hiç kalbime girmedin ki Sadi, sadece hayatıma girdin. ” Seven bir adama daha ağır bir cümle söylenebilir mi? Bir adam, âşık olduğu kadından daha ağır ne duyabilirdi ki? Sadi ve Songül keskin bir yol ayrımındalar ve bu defa şakağa dayanan bir silah tüm sorunların çözümü olamayacak nitelikte. Songül’ün kalbinde başlayan yangın başta Sadi olmak üzere herkesi yakıp, kül etmek üzere ve Sadi bu öfkenin önüne nasıl geçecek? İşte ben bunu tahayyül etmekte dahi zorlanıyorum.

Songül, Derya’nın odasında bulduğu mektuptan kendisinden saklanan gerçekleri öğrendiğinde ilk önce kısa çaplı bir şok yaşadı. Yavaş yavaş şok yerini öfkeyle karışık acıya bıraktı. Daha bir gece önce evliliğini gerçeğe dönüştürmenin mutluluğunu yaşarken, bir gün sonra hayatının yalanının içine düştü. Songül, Derya ve Sadi geçmişini en olmadık şekilde öğrendi ve içindeki öfkeyle birlikte yükselen acı tüm bedenini ele geçirdi. Burada kendisine yalan söylenmesinin ötesinde, Songül ihanete uğradığını düşünüyor. Hastanenin önünde çöktüğü o kısacık anda daha ilk günden itibaren Derya’nın yaptıkları, Sadi’nin sırlarla ilgili konuşmasını, kaçak dövüşlerini tek tek hatırladı. Kendimi bir kadın olarak Songül’ün yerine koyduğumda ilk hissettiğim duygu aldatılmışlık hissi oldu. Başka ne olacaktı ki? Songül ne bu ilişkinin geçmişinden haberdar ne de Sadi ve Derya’nın artık birbirlerin hayatından çıktığını biliyor. Kim olsa ihanete uğradığını düşünürdü ama Songül’ ün durumu çok farklı. Kısa süreli sevgilisi tarafından ihanete uğramadı o, Songül babasından sonra ilk kez sırtını dayadığı, kovuğunda ısındığı, her şeyiyle güvendiği limanını kaybedip, buz gibi soğuk bir tundranın ortasında çırılçıplak kaldı.

Songül için birini sevmek mucizenin ta kendisiydi, zira ailesini kaybettiği günden beri bir kez bile mutlu bir ailenin, evlenmenin ya da birini hayatına almanın hayalini kurmadı. O seçilmiş yalnızlığında, ailesinin intikamı için yaşayan, sonrasını da düşünmeyen bir kadındı. Öfkeliydi Songül ama o öfkesinin ardında hep bir hüznü, yalnızlığının içinde tutunmaya çalışan bir ruhu vardı. Alışmıştı da bu duruma, istemiyordu hayatında kimseyi hatta hayal bile kurmuyordu. Ancak her zaman  hayat başka bir şekilde kendini gösterir. Sadi, Songül’ün hayatına girdiğinde ona sırtını yaslayıp, huzurla dayanacağı bir dağ, kalbini açıp, sıcaklığıyla ona üşümeyi unutturan bir sevgili oldu. Songül çocukluğundan bu yana ilk kez üşümedi, ağlarken kendine değil Sadi’ye sarıldı. Bu duyguya teslim olmak istemedi ama Sadi gibi bir adam karşısında çok da şansı olmadı. Sadi onu çok güzel sevdi ve bunu gösterdi ancak yaptığı bir hata Songül’ü perişan etti. Bir tuvalete sığınıp, onsuz üşüyorum diyecek kadar ruhu paramparça oldu, başlangıç noktasına ilk kez gitmiyordu belki ama ilk kez bu kadar bitmiş vaziyette ilk durduğu noktaya geri dönmüştü. Geçmişte bu noktaya geldiğinde ailesi ondan alınmıştı ancak şimdi en sevdiği, en güvendiği insan tarafından ihanete uğradığını hissediyor ve Songül bu duyguya o kadar yabancı ki nasıl başa çıkacağını dahi bilmeden oradan oraya savruldu. Tıpkı dalında yeni tomurcuk veren bir gülün fırtınayla birlikte dalından kopup oradan oraya sürüklenmesi gibi…

Songül önce anılarıyla vedalaştı. Arabasında Sadi ile yaşadığı güzel günleri düşünürken, son kez ferayesine baktı.
Belki de içinden bir ses onu atmasını söyledi ancak yapamadı. Songül o bağı koparamadı. O yüzük sevdiği adamla arasındaki son bağ ve bunu nedense bir türlü koparıp atamadı zira acı gerçekle yüzleşmek istemiyordu. Songül biliyordu ki o yüzük çıktığı anda artık Sadi onun için bir anlam ifade etmeyecek çünkü o yüzüğü ilişkisinin ay ışığı olarak anlamdırdı ki ona feraye adını koydu. Yine de bu defa ne yüzüğü, ne mutlu anıları Sadi’yi içinde aklamak için yeterli değildi, Songül deyim yerindeyse kendini kaybetti. Aşık olduğu adamın ve en yakın arkadaşının ihanet ettiğini düşündüğü için de içindeki öfke yerini göz yaşlarına, yanında olmayan bir adamın hayaline sığınmak oldu. Bir insan daha nasıl kötü hale gelebilirdi ki?

Songül’ün içindeki acı o kadar büyüdü ki bununla kendideyken başa çıkması da, eve gidip yüzleşmesi de mümkün değildi. Tıpkı bir zamanlar Sadi’nin yüzleşemediği gibi. Hatırlar mısınız, Sadi Derya’yı ilk gördüğünde altında ezildiği vicdan azabıyla kendini meyhaneye atmıştı. Songül hayatının en kötü gecelerinden birini yaşamış ve neredeyse aklını yitirecek noktaya gelmişti. Karma denen bir şey varsa Sadi bunun iki halini de yaşadı. İlk önce uzun süre karısını sokak sokak aradı. Onu bulduğunda acıdan, içkiden kendinden geçmiş bir Songül buldu.

Sadi, Songül’ü eve getirdiğinde hem durumu bir türlü çözemiyor, hem de Songül’ü ne bu kadar perişan etti bir türlü anlamadı. Bir zamanlar Songül’ün onu taşıdığı gibi karısını yatağına yatırıken gözlerindeki acıyı görmemesi belki de başına gelecekleri önlemesi için son şansını da yitirmesine sebep oldu diye düşünüyorum. Songül yatağında “Bana neden yalan söyledin Sadi?” diye mırıldanırken, hayal kırıklıklarıyla, biten aşkına sarılarak yatağında içindeki tükenmişlikle uyuyakaldı.

Sadi, bu geceyle ilgili çok başka hayaller kurarken kendini sarhoş karısının baş ucunda, olanlara anlam vermeye çalışırken buldu. Sadi üst üste yaşanan felaketler yüzünden olsa gerek bir türlü Songül’ü bu kadar perişan edecek gerçeğin ne olduğunu düşünemedi ama bence buna pek ihtimal de vermiyordu. Songül nasıl öğrenecekti ki değil mi? Derya bir söz verdi, her şeyi yok etti, konu kapandı. Nereden bilebilirdi ki uzun zaman sonra hala kendisinin hayalini kurduğunu ama burada Sadi’ye de iki çift lafım olacak benim. Yani evet Songül’e neden söylemediğini anlıyorum ama bir noktadan sonra susması, gülüşüne aşık olduğu karısının yüzündeki gülüşü sildi, attı. Sadi henüz farkında olmasa bile…

Sadi Payaslı aslında oldukça zeki bir adam, yeri geldiğinde stratejik zekasıyla hepimizi kendine hayran bırakan biri ama söz konusu Songül olduğunda o adam gidiyor yerine bambaşka biri geliyor. Sadi, içinde bulundukları durumu asla kavrayamadığı gibi, Songül’ün neden birden kendinden uzaklaştığını da ailesine, kendisiyle ilgilenmemesine yordu. O kafasında Derya meselesini bitirdiğinden olsa gerek aklına bile gelmedi. Halbuki olaya önceden uyansa çok başka bir konumda olurlardı ama olmadı, olmadı, olmadı…Ben yine de burada Sadi’nin de aldatmasa bile hastasının olduğunu düşünüyorum. Songül’e bir kere taşınalım demek dışında bu hususta bir adım atmadı. Evet, Derya onun isteğiyle hayatına girmemiş olabilir ancak en azından doğum gününde burnunun dibine kadar giren Derya’yı Songül’e söylemesi gerekirdi. Korkusunu anlıyorum ama bu kadar hayatına dahil olan kadının kim olduğu ortaya çıktığında başına gelecekleri en azından tahmin etmesi gerekirdi diye düşünüyorum.

Sadi bir yandan Songül’ün ne halde olduğunu anlamaya çalışırken, diğer yanda savcıyla birlikte girecekleri diğer operasyonun planlarını kurmaya başladı. Hayatlarının tam ortasına düşecek meteordan habersiz Servet planlarını başlatan yılan ekibi için bu operasyonu sürdürmek sandıkları kadar kolay olmayacak. Özellikle de operasyonun Bay ve Bayan Payaslı ayağı ciddi şekilde sekteye uğramak üzere. Songül, Sadi’yi tamamen kalbinden atmaya çalışırken Sadi de her şeyden habersiz karısının ailesinin katillerini yakalamak için büyük bir planın düğmesine bastı. Peki bu planı sağlıklı bir şekilde hayata geçirebilecekler mi? Ben samimiyetle şüpheliyim zira Songül daha Sadi’nin yüzüne bakamıyor, nasıl onunla gizli operasyona girecek? Söylemesi elbette kolay da bunu yapabilir mi? Bakak, görek…

Songül, bir yanda içindeki acıyla başa çıkmaya çalışırken, diğer yanda da bunu Sadi’ye belli etmemeye çalıştı. Şimdi ben burada biraz kalacağım. Songül, neden bir türlü Sadi ile konuşmak istemedi? İşte bunu irdelememiz lazım diye düşünüyorum. Hatırlarsanız Songül’ün Sadi’ye direkt söylemişti ancak bu defa bu yolu tercih etmedi. Kendi içinde önce acısını, sinirini yaşamak istedi. Ben bunun sebebini Songül’ün bu adama asla bağışıklığı olmamasına bağlıyorum. Daha aralarında hiç bir şey yokken kolayca onu ikna eden biri, bu kadar aşık olduğu bir anda bunu tek bir hareketiyle başarırdı. Songül, Sadi’nin gözlerine bir kez baksa, biraz uzun süre takılı kalsa adı gibi biliyordu ki inanırdı. Songül’e göre Sadi onlara, aşklarına, hayallerine ihanet etti. O artık sığınacak liman değil, kaçacağı biriydi. En azından gerçekleri öğrenene kadar bu böyle olmaya devam edecek.

Songül, bu hayattaki tek sığınağını kaybedince doğal olarak asla bir daha sarılamayacağı ama hayalinde hep sarıldığı anne babasına koştu. Onlara bir zamanlar Sadi’yi anlatmış, mutluluğunu paylaşmıştı ama şimdi sadece yeniden yalnız olduğunu anlatmaya geldi. Songül belki de Sadi’yi elinden tutup getirmek istediği bir zamanda ihanete uğradığını düşünerek koştu anne, babasına. Onlar uğruna girdiği onca tehlikeden, acıdan sonra gitmedi de aşk acısı onu yeniden mezarlığa getirdi. Songül o kadar yalnız ki şu durumunu gidip paylaşacağı ne bir arkadaşı ne de bir dostu var. Eskiden de sadece anne, babası vardı. Şimdi de yine sadece onların olduğunu hissediyor. Sadi’nin Songül’ü üzmemek için, geçmişte kaldı diye düşündüğü için sakladığı bir sır onu, ilişkisini, evliliğini bitirecek hale geldi. Songül adım adım içindeki aşkı öldürmeye çalışırken, Sadi de Songül’ün kendisinden ne sakladığını bir türlü anlayamadığı için artık delirecek kıvama geldi. Songül ailesinin mezarında göz yaşı dökerken, Sadi de için için “Songül’e ne oldu?” sorusuna olmadık cevaplar bulurken, felaketine adım adım yaklaştığından habersizdi. Tıpkı çevresindeki herkes tarafından kandırılan Araz gibi…

Araz hastanede yatarken, arkadaşlarının dışarıda neler yaptığından asla haberi olmadı. Ne Vural, ne Bora ne de Sevda ona bir şey söylemedi ve Aylin Araz’ın yüzüne çarpana kadar da bu durumdan habersizdi. Araz, kendi içinde Gizem’i geri almak için Aylin’e yaklaştığına kendini ikna etmeye çalışıyordu ama bence durum çok farklı. Araz bir şekilde o prensesin hayatında olmasından mutlu ama bunu bırakın arkadaşlarına, kendisine bile itiraf edecek durumda değil. İçindeki öfke, Gizem’in onu eliyle itip atması gibi durumlar yüzünden karmaşık duygular yaşadı ve en sonunda kelebekler grubunu dağılma noktasına getirdi. Sevda’nın sürekli Araz’ın arkasından iş çevrilmesi, Aylin’in Araz’a söyledikleri yüzünden koca grup dağıldı. Araz’ın öfkesi önce Sevda’yı sonra da Vural’ı gruptan uzaklaştırdı.

Araz, Aylin ile ne yaşadığını anlamadan ona çekiliyor. İlk önce arkadaşlarına şikayet dilekçelerini çektirmesi, Mert’in evdeki varlığından rahatsız olması, Aylin’in Mert’ten hoşlandığının duyulmasına gösterdiği tepkiyi düşünecek olursak Araz için bu kız oldukça farklı bir konuma gelmek üzere. İşin güzel yanı Araz henüz bunun farkına bile varmadı. Yine de Aylin’in kendisine söyledikleri o kadar ağır geldi ki çocukluklarından beri ayrılmayan kelebekler grubu bir anda paramparça oldu.

Dizide bu hafta paramparça olan olanaydı değil mi? Önce kelebekler ardından da Sadi ve Songül başk başka yerlere dağıldı.

Sadi, uzun zamandır neden kendisinden uzak durduğunu anlamadığı Songül ile baş başa kaldığında artık durumu anlamaya başladı ve ne yazık ki bir gün önce ruhunda başlayan yaz yerini kışa bıraktı. Songül, arabada bana karıcım deme, bana seviyormuş gibi bakma derken bir saniye daha o aşık olduğu gözlere baksaydı inanıverecekti. Hem nasıl inanmasın ki? O gözlere teslim etmedi mi kendini her defasında? Her defasında inanmadı mı o dudaklardan dökülen her bir kelimeye? Ona bu kadar rahat yalan söyleyen adama aşık oldu, bunu da bir gün bile anlamadı ama be yazık ki bilmediği durumları da kendi kafasından birleştirdi. Daha önce ailesinin ölümünden Sadi’yi suçlarken nasıl ki kendi fr bir çıkarım yapmıştı, bu defa da okuduğu mektubu kocasına sormak yerine aldatıldığı sonucuna vardı. Sadi ise hiç bir şeyden habersiz Songül’ün karşısında biçare kaldı…

Her ayrılık acıdır, her vazgeçiş keskindir ama bu defa durumu bu kadar kısa anlatamam. Songül, hayatındaki en değerli insandan vazgeçerken bu defa onun için değil, kendi kalbi için gitmek istiyordu. Aldatılan her kadın gibi ruhunu tamamen kaybetmemek adına, kendi yaralarını sarmak için gitmek istedi. Bir Anka kuşu gibi önce göz yaşlarıyla kalbini tedavi edecek, sonra da küllerinden yeniden doğacaktı. “Ben seni hiç sevmedim ki…” derken aslında gerçekteki Sadi ‘yi değil, ona ihanet ettiğini sandığı adamı cezalandırdı, Songül. Bu kadar olayda en haklı olan kişi Songül’ den başkası olmasa da burada verdiği peşin hüküm gerçekler ortaya çıktığında her şeyden kendini suçlamaya alışkın olan Songül’ün kendini de yargılamasına sebep olacak. Songül, Sadi’ye sen benim için sadece iştin derken Sadi sadece “Nasıl istersen komiserim…” diyebildi. Aslında Sadi de karşısındaki kadının kendisini sevdiğini, değer verdiğini biliyor. Bilmese “Hiç sevmedin mi?” derdi ya da gözlerinin içine bakmaya zorlardı ama bunu yapmadı. Songül iyi değildi ve Sadi içten içe buna sebep olduğunu gördü. Anlamasa bile hissetti diye düşünüyorum. Bundan sonra top artık Sadi Payaslı’da… Bir zamanlar bir kadından vazgeçmişti, şimdiyse hayatının aşkı, onca ihanetin, acının yıkamadığını yıkıp geçen sevgilisi ondan gidiyordu. Bu savaşı ya kazanacak ya da kaybedecek, başka bir çözümü yok. Savaşırsa kendi cennetini geri alır aksi halde araftaki hayatına kaldığı yerden devam eder…

Bu savaşta aşk mı yoksa gurur mu kazanacak? Hep birlikte göreceğiz…

Yazımı bitirmeden önce bahsetmek istediğim bir konu var : Devrim Özkan. Bu hafta dizide Songül’ü dört ruh halinde gördük. Önce acıyla karışık öfkeyle izledik ve hastane önündeki Songül’ün adım adım duygusal geçişlerini Devrim’in çok net verdiğini söyleyebilirim. Adım adım acısına, öfkesine şahit olurken özellikle tuvalette ağladığı ve mezarlık sahnelerine parantez açmak istiyorum. Devrim Özkan önce tuvalet sahnesinde acısıyla yüzleşirken beden dilini kullanmadan sadece yüz ve mimikleriyle karakterin tüm acısını tek bir kayma bilr olmadan mükemmelen aktardı. O sahnede Songül’ün acısını, çaresizliğini hissederken, mezarlıkta da yalnızlığını ve çaresizliğini aynı şekilde bize aktardı. Biz Devrim Özkan’ı bu dizide iki kez sarhoş izledik ama ikisi de birbirinden çok farklıydı. İlkinde sadece ailesinin ardından özlem duyan, eşine aşık bir kadının sarhoşluğunu nahif bir şekilde yansıtırken, bu hafta gülerken bile acısını, hayal kırıklığını gördük. Açıkçası son yıllarda izlediğim en iyi sarhoşluk performanslarından biriydi. Bu hafta onun bölümüydü, Karabayır’a Songül Acarerk, diziye de Devrim damgasını vurdu. Emeğine, gönlüne, yeteneğine sağlık.

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Pandoranın Kutusu (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 18.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT 

Bu hayatta hiçbir şey gizli kalmaz. Hiç bir sır sonsuza kadar bir kutunun içinde saklanamaz. Bir sırrı tarihe gömmenin tek yolu ya onu hatırlamadığın bir diyara gitmektir ya da onu kapattığın kutudan onu asla çıkarmamaktır. Ya o kutunun kapağı aralanırsa ne olur? Tıpkı Zeus’un sözünü dinlemeyen Pandora gibi hayatına yedi büyük günahı getirir, üstünü kapatmaya çalışırsan da o günahla savaşmamayı tercih edersen de   yeniden kapattığın o sandığa umudunu da gömersin. Sadi bugüne kadar her tavrıyla Derya’ya o kutuya dokunmamasını hissettirecek şekilde davrandı ancak Derya bunu anlamadı. Kutu açıldı ve kapandı. İçinde de Sadi’nin mutluluk hayalleri kaldı.

Sadi Payaslı, ikinci hayatına girdiğinde ne bir mutlu yuva kurma taleşesi ne de aşık olma düşüncesi vardı. Ama hayat böyledir işte, siz ne plan yaparsanız yapın onun her zaman başka planları vardır. Sadi aynı hayatı yaşamak zorunda kaldığı kadına her gün daha da aşık oldu. Bu öyle yavaş, öyle içine işleyerek gerçekleşti ki Sadi fark etmedi bile ta ki bir kadının gülüşü nefesi olana kadar. Aşk iyileştirir,geliştirir ve insanı bambaşka birine dönüştürür. Sadi de adım adım bambaşka bir adama dönüştü. İkinci şansına ödemek zorunda olduğu bir diyet gibi değil yaşamak istediği bir vaha, bir yuva gibi sarıldı. İnsanların hayatına dokundu, çocuklarım dediği öğrencilerinin kahramanı oldu. İlk geldiğinde daha sert bir hocayken sonrasında daha anlayışlı, daha ılımlı bir öğretmene dönüştü. Bunu yapmak için bir isim değişiminden fazlası gerekir. Ona adım adım nasıl yaşaması, davranması gerektiğini Songül öğretti. Sadi sert bir yaşamın kurallarını herkesten iyi bilirken, başka yolların olduğunu da Songül ile öğrendi. Ben buna her zaman aşkın iyileştirici gücü derim. Zira Sadi artık sadece coğrafya öğretmeni değil, gerçekten bir kahraman, bir rol modeli, babasız çocukların sırtını dayadığı dağ oldu. İşte o çocuklardan biri : Zülfikar…

Zülfikar kardeşinin kaybolmasının ardından acılar içindeki annesiyle baş başa kaldı. Ne yapsa, nereye gitse bilemiyordu ki o anda tek güvendiği, belki de hesapsız, sorgusuz kapılarını çalacağı tek insanı aradı : Sadi. Zülfikar bugüne kadar ailesinin yükünü hep tek başına sırtlamış, baktığında 17 ama içinde 100 yaşına gelmiş bir delikanlı. Hocasından, Songül ablasından yardım isterken bile boynunu büken biri. Hem nasıl bükmesin? Alışmamış ki birilerinden yardım istemeye, birilerinin ona yardım etmesine. Bu yüzden de Sadi ve Songül onlara yardım ederken hem annesi hem Zülfikar sadece minnetle baktılar. Zülfikar, annesinin yanında ağlamayı bile kendine yediremeyen, ağlamayı hala zayıflık sanan bir çocuk. Sadi de onun yanında sadece öğretmeni olarak değil, babası gibi dimdik duran hocası oldu. Ona destek oldu. Morga giderken bile Sadi bir kolunda Zülfikar diğer kolunda Ozan’ın acılı annesi bir ölüm yolunda yürürken içinden geçenler onun aslında bu hayatın içinde neleri yapmak istediğinin de habercisi oldu. Sadi ikinci şansında sadece hayatındaki insanlara değil, umutla, saflıkla tüm mazlumlara yardım etmek, umudunu yitirmeyenlerden olmak istiyordu. Bir zamanlar kendisine, hayata ve geleceğine dair hiç umudu olmayan bir adamken, artık geleceğine, hayallerine tutunan bir adam var karşımızda. Ve tüm bunların tek bir mimarı var : Songül…

Songül, Sadi’nin hayatını tek bir sihirli dokunuşla değiştirdi. Hem de bunu bilinçsizce yaptı. Özel bir çabası, taktiği yoktu. Songül öylesine iyi, saf ve pak bir ruha sahip ki istemeden de olsa çevresinde ne varsa güzelleştiriyor. Sevdi mi tam sevip, her zaman sevdiği her şeye sahip çıkan bir yapısı var. Sadi’yi de böyle sarıp, sarmaladı. Geçmişindeki onca yüke, sıkışmış ruhuna rağmen yaptı bunu. Halbuki hayatının şimdilik en zor evresinden geçiyorken bencil olabilir, kendini düşünebilirdi. Bunu asla yapmadı. Kendisinden önce sevdiği insanları, onların mutluluğunu düşündü. Belki seneler sonra sevilmenin mutluluğuyla ailesinden kalan mutlu anıları anlatmaya, onları ağlayarak değil gülerek hatırlamaya başladı. Aşk iyileştirir demiştim ya aynı şey Songül için de geçerli. Aşk onu da değiştirdi ve aslında onun Sadi’yi etkilediği gibi Sadi de farkına varmadan Songül’ü en güzel şekilde mutlu etmenin yolunu buldu.

İlk bölümlerde hatırlarsanız Sadi’nin farkında bile olmadan anlattığı bir sahte tanışma ve evlenme teklifi hikayesi vardı. Songül’ün ayaklarını yerden kesen, Sadi’nin kirli gördüğü ruhuna en temiz haliyle sarılarak aralarındaki bağın ilk kurulduğu o anı hatırladınız mı? Meğerse Sadi fark etmeden Songül’ün ailesinin hayatına, hikayesine dokunmuş. Ben her zaman akıl değil ama önce kalbin gördüğüne inanırım. Sadi belki bilinçli bir şekilde Songül’ün hikayesini bilmiyordu ama kalben hissetti. Kalp kendinden olanı sever, tanır, hisseder. İkisi de yüreğinden yaralı hikayenin kahramanları ve bir hayatın içinde fark etmeden birbirlerine karıştılar. Songül Sadi’yi çok sevdi, onunla gelişti, hayata tutundu. Songül de Sadi’nin hayatının tamamı oldu. Şimdi ikisi de bunu kaybetmemek için olacaklardan habersiz düşmanlarının peşinden gidiyorlar. Halbuki kapının önünde onları bekleyen tek felaket bu değil…

Sadi ve Songül ses kaydında duydukları kayıtların peşine düşerek Servet’e bir adım daha yaklaştılar. Hala çok spesifik adımlar atamamış olsalar da artık ellerinde bir şüpheli listesi var. İkisi de büyük patronu bulup, erteledikleri mutluluğu yaşamak istiyorlar ama bu o kadar kolay değil. Servet dört bir yanlarını sarmış vaziyette ve bence artık sadece Yaver de ona ulaşmak için yeterli değil zira Songül hala burnunun dibindeki haini görmüyor.

Songül bir yanında Sadi bir yanında Yaver ile ailesinin katillerini kovarlarken ne en yakınındakinin de müdürünün yaptıklarını hala fark etmedi. Serdar müdür hala Songül’ün ağzından aldığı laflarla adam asmaca oynatıyor ama Songül babasından emanet olarak gördüğü adamdan şüphe bile duymadı. Babasına öyle büyük bir hasreti var ki ondan kalan her şeye büyük bir aşkla sarılıyor. Bu sebeple de hala Serdar’dan şüphe etmedi. Serdar bu sayede her şeye sahip olduğunu sanırken Songül’ün dahil olduğu yılan operasyonundan, ya da Songül’ün bile haberinin olmadığı ancak başında Sadi’nin bulunduğu ve kendi mezarını kazdıracağı kartal ateşinden haberi var. Ben yanlış anlamadıysam ortalık çok yakında fena kızışacak.

Sadi, Semih ve başsavcının iş birliği ile yürütülen operasyonda sonunda Songül de savcı ile tanıştı. Açıkçası ben orada ona bir şeyler söylenir demiştim ama Sadi ve savcı bunu söylemek istemediler. Bence bunun en önemli sebebi Songül’ün Sadi kısmına şiddetle karşı çıkacak olması ve belki de işi duygusal olarak baltalama ihtimalinin olması diye düşünüyorum. Ben açıkçası Serdar için yapılan operasyonu değil ama Servet için başlatılan kartal ateşi operasyonunun yakın zamanda başlayacağını düşünüyorum. Sadi şimdilik bu yolda sadece savcı ile hareket ediyor ve bir şekilde kimse destek olmazsa Servet’in öyle iki küçük olayla yakalanacağını sanmıyorum. Sadi’nin tanık koruması, Songül’ü hedef alan Servet için kurulan kartal operasyonu. Bu ikisi iç içe geçtiğinde umarım kimse zarar görmez ancak bundan samimiyetle şüphe duyduğumu söylemek zorundayım.

Bir yanda operasyonlar, diğer yanda sırlar derken tüm bu hengamenin arasında birbirine tutunmaya çalışan Songül ve Sadi aşklarını da yaşamaya çalışıyorlar. Az önce birbirlerine tutundular dedim ya, daha da ötesinde birbirlerine sığınak, aşk ve sevda oldular. Öyle ki artık bir taraf diğerini konuşmadan anlamaya başladı. Songül, Sadi’nin isteklerini, Sadi de Songül’ün hayallerini çok iyi biliyor ama bir türlü de gerçek bir çift olamıyorlar. Bir adım ileri, iki adım geri gidip geldiler ta ki bu haftaya kadar. İlk kez ikisi de gerçek bir adım attı ama bence bu sadece başlangıçtı diye düşünüyorum.

Sadi ve Songül aylar sonra yaşadıkları ilk gerçek anda Songül  uzun zamandır aralarında bir ihtilafa sebep olan “MSK” şifresini sonunda açıkladı :Maalesef sahte karın. Sadi, Songül ile anılardan konuşurken Metin komiserin çekingen tavırlarını “Damat kaynata toprağındandır” diye fısıldadı. Çok doğru. Sadi bir türlü karşısındaki kadına hislerini açamıyor. Ona kuzey yıldızımsın diyor ama sevgilimsin demiyor, ölümden alıyor ama açık açık benimle ol diyemiyor. Songül sırrı açıkladığında  Sadi’nin “Hayır, sen benim gerçekten karımsın!” demesini bekledi ama Sadi yine söyleyemedi. Belki kendini hala bu hayata layık görmediğinden belki de başka bir sebeple bir şekilde Songül belki de onu oraya getirsin istiyor. Anne ve babasının hayatında çok değerli bir yere sahip bir tabloyu hediye ederken benim yukarıda Sadi için söylediğim şeyleri üç kelimeyle ifade etti : Sen beni terbiye ettin! Evet, Songül Sadi’yi bambaşka bir adama dönüştürdü, onu kendine bağladı ama artık Sadi’nin de spesifik bir adım atması lazım. Sevdiği kadını gülüşünden öpmek, onu hayatının merkezine alması önemli ama net bir adım atarak o eli tutmak zorunda yoksa Songül hala mecbur olduğu için yanında olduğunu düşünecek. Bugüne kadar başka bir seçeneği asla konuşmadılar bu yüzden Sadi’nin bit şekilde net olarak Songül’ün ellerinden tutup “Ben senin sahte kocan değilim, yanında isteyerek kalıyorum” demesi lazım yoksa o da Araz gibi saçma sapan yollarda sürünmeye devam eder.

Araz uzun zamandır kendi iç dünyasında debelenip duruyor. Ne yapsa, ne etse bir türlü ne huzura erdi ne de çevresine huzur verdi. Şimdiki hobisi de Aylin oldu. Açıkçası önceleri Gizem için aracı yapmaya çalışıyor dedim ama bu hafta evine hırsızlık için girdiklerinde eşyalara asla zarar vermemesi, üzgünken yanına gitmesi, gelinciklerden ayrı bir iletişime sahip olması biraz değişik geldi. Hadi yine Gizem diyelim ama zengin olduğunu bildiği birine sadece bilgisayarını verse bile yeterdi. Halbuki o iğnesini bile çalmadan kutuyu olduğu gibi Aylin’e teslim etti. Yetmedi arkadaşlarına “O artık mahallenin kızı” diyecek kadar da önemsiyor onu. Hep dediğim bir laf vardır ya kalp kendinden olanı tanır diye bence tüm mesele buydu, Araz kendinden olanı gördü. Aylin’in de kendisi gibi terk edilmiş bir çocuk olduğunu anladığında aslında ona bambaşka bir gözle bakmaya başladı bile. Araz bunu zamanla kabullenecek ve adım adım sevgisini Aylin’e gösterecek. Keşke Sadi’nin de o kadar zamanı kalsaydı ama maalesef yok. Sadi için geri sayım Araz’ın aksine başladı ve eğer gerekeni yapamazsa tüm hayatı ellerinden kayıp gidecek.

Veee o işte o an geldi. Pandoranın Kutusu açıldı ve kapandı. İçinde de Sadi’nin umudu, Songül’ün masum sevgisi kaldı. Derya’nın Kıvanç’a çekilmesiyle biten hikayesini çöpe atmasıyla başlattığı yeni hayatı aslında geçmişin hem Sadi’nin hem de kendisinin tepesine kabus gibi çökmesine sebep olacak. Halbuki Sadi’ ye o çöplükte sır olarak kalacaklarını söylemişti. Ancak kendisi sır olarak bırakmayınca “Yağmurdan sonraki toprak kokusu” olarak tanımladığı yeni hisleri, tanıdığı gerçek bir adama olan duyguları Derya için yeni bir başlangıç olsa da bir başkasının da bitişine sebep olmak üzere…

Bir tarafta Sadi ve Songül, diğer yanda Kıvanç ve Derya… İki kişinin sakladığı sır ne yazık ki iki ilişkinin de üstüne kabus gibi çökmek üzere. Burada yanan da ne yazık ki Sadi olur gibi zira Kıvanç ve Derya daha yolun çok başında. Ancak Sadi bunca zamandır sustuğu şeyler onun felaketi olmak üzere ve ne yazık ki bu defa gelen felaketi ön göremedi…

Songül en masum duygularıyla gittiği hastanede hayatının şokunu yaşadı. En yakın arkadaşı olarak gördüğü Derya ve hayatının aşkı Sadi’nin birlikte olduklarını bir mektup ve fotoğrafla öğrendi. Mektupta ne bir tarih vardı ne de Emin yazıyordu… Songül ne hissetti bilmesem de içime doğan ilk duygu ihanete uğradığını düşünmesi oldu. Çünkü dudaklarından “Bana yalan söylediniz…” kelimeleri dökülürken bu hayatta en güvendiği iki insanın ihaneti Songül’ün saf, herkesi içine alan dünyasını darmaduman etti. Peki şimdi ne olur? Songül Acarerk’in öfkesi tüm Karabayır’ı özellikle de Sadi’yi yakar.

Yukarıda zorunlulukla başlayan evliliğin, gerçek bir evlilik olmadığını söylemiştim. O evlilik o mektubun açığa çıkmasıyla bitti. Payaslılar şimdilik bizi terk etti. Sadi, Songül’ü gerçekten sevdiğini ve istediğini ispat ederse bir ay ışığında yeniden Bay ve Bayan Payaslı olurlar. Aksi halde ikisi de tarihteki yerlerini alır diyemem zira bu ayrılık Sadi’nin sonu olur…

Yazımı bitirmeden önce bahsetmek istediğim bir konu daha var : Devrim Özkan! Bilenler bilir onu senelerdir takip eder, desteklerim. Sektörde oyunculuğuna şapka çıkardığım nadir genç aktrislerden. Bu hafta Songül ile duygudan duyguya sürüklendim. Onun umudunu, acısını, aşkını, hayal kırıklığını öyle güzel yansıttı ki ekranın diğer tarafına geçip sarılmak istedim. Songül’ün yalnızlığını öyle güzel işliyor ki tek bakışıyla onlarca duyguyu bize kusursuzca veriyor. Hep dedim, diyeceğim. Devrim Özkan Songül’ü senelerdir heybesinde taşıyıp, bize öyle güzel sundu ki, öyle güzel bir Songül yarattı ki her hafta daha da hayran oluyorum, oluyoruz. Onunla bu yolu yürümek çok nefis. Hele de haftaya neler neler yapacak bilmiyorum ama bir kadın olarak yanındayım, bu işin sonunda kazanan sadece güzellikler ve aşk olsun.

Bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Geçmişin İzleri (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 17.bölüm)

YAZAR : A. Ela ERDOĞDU

Zaman sanırım dünya üzerinde tanımlanması en zor olan kavram olabilir. Fazlasıyla geniş bir kavram kimi için ânı kimi için de geçmişi anlatır. Bazı insanlar vardır dünlerinde öyle şeyler yaşarlar ki içinde bulundukları ânı bile geçmişiyle doldururlar. Geçmişinden bugününe taşıdığı öfke, acı, nefret, mutluluk gibi duygular sadece yaşadığı zamanı değil geleceğini de şekillendiriyor. İçinde taşıdığın vicdan azabı ise seni içten içe eritir ama belki de insanın en kolay içinden silebileceği şeyde budur çünkü bir yüzleşme ile bunu çözebiliyoruz ama kırıldığımız, ağladığımız anları günümüzde maalesef iyileştiremiyoruz. Sadi, Songül ve Kıvanç bu kişilerin geçmişlerinden bugünlerine taşıdıkları o kadar şey var ki yavaş yavaş karşılarına çıkıyor tıpkı hiç beklenmedik bir şekilde karşılaşan Sadi ve Kıvanç gibi.

Geçtiğimiz hafta yüksek bir tansiyonla bıraktığımız bölümümüzü aynı tansiyonla karşıladık. Kıvanç ve Sadi geçmişten gelen iki hayalet gibiydiler artık ikisi de birbirlerine ilk defa imalar yapmadan açıkça konuştular. Sadi içinde sakladığı Yedi Emin’i çıkararak başta karısı olmak üzere çocukları için bir tehdit gördüğü Kıvanç’a adeta “Sadi olsam da sevdiklerime özellikle de karıma yaklaşırsan Yedi Emin’i göreceksin” dedi bir nevi gövde gösterisi yaptı. Çünkü bizim onun geçmişini bilmediğimiz gibi Sadi’de Kıvanç’ın geçmişini bilmiyor. Bilinmeyen, flu olan her şey tehlikelidir. En azından Sadi’nin bakış açısıyla bu durum böyle olduğundan elindeki verilerle kalan boşlukları doldurdu. Sadi için o para karşılığı insanların hayatını alıp başkalarına hayat veren bir doktordu. Kıvanç belki de ilk defa o an Sadi’nin ona karşı olan tavrını tam anlamıyla çözmüştü çünkü bana göre kendisi de “Sadi’nin sırrını ifşa edeceğini” düşündüğünden ondan rahatsız olduğunu sanmışı ancak durum ikisinin de düşündüğünden çok farklıydı. Öncelikle sahnede yakaladığım bir detayı sizlere söylemek istiyorum Sadi Kıvanç’ın karşısında Yedi Emin gibi duruyorken Kıvanç’ın “Emin” demesiyle “Sadi Bey” diye düzeltmesi sıradan bir diyalog değildi. Sadi bence burada “Ben artık Sadi olsam da özümde buyum ve eğer karıma, sevdiklerime zarar vermeye kalkarsan karşında bunu bulursun” demek istedi. Sadi ne kadar kendinden eminse Doktor Kıvanç ’da öyleydi gözlerini kaçırmadan kendinden gayet emin bir tavırla tıpkı kendisinin yaptığı gibi ikinci şansını değerlendirmeye çalıştığını anlattı, ben zararsızım dedi. Sadi zeki ve donanımlı bir adam söylediklerine ek olarak vücut dilini de analiz ederek söylediklerine ikna olmuş gibi olsa da tam olarak güvenemiyordu çünkü o dünyadan gelen birine karşı hiçbir zaman yelkenleri hemen indirmemek gerektiğini iyi biliyordu. Yanından ayrılmadan vereceği mesajı verip bir eski tanıdığı daha arkasında bırakarak gitti, Sadi. Şimdi burada neden Sadi, Kıvanç’a zarar vermedi sorusunu da irdelersek şu aşamada Songül için bir risk değil. Yani Sadi kendisiyle ilgili hususlarda Songül için olduğu gibi sonuç odaklı yaşamıyor. Osman Baba Songül için riskti, öldü. Kıvanç şu anda değil, ikinci şansına o da sarıldığı için Sadi henüz ona dokunmadı ki bence dokunamayacak da. Kim ikinci şansı için tüm hayatını değiştiren birini Sadi kadar iyi anlayabilir ki?

İnsan annesinden bir kere yaşarken ise defalarca kez doğar. Yaşadığı her olay hissettiği her güçlü duygu sonucu bambaşka bir insana dönüşür. Tamamen değişmez belki ama farklılaşır bir nevi teknolojik cihazları düşünün her özelliği değişmez ama güncellemelerde yeni şeyler eklenir işte insanda bence böyle bir şey. Bu durumu da belki en açık Sadi Payaslı’da görüyoruz. Sadi değişmeye karar verdiği ilk andan bu yana aslında çok yol yürüdü, çok değişti kendisine ördüğü yeni kozaya her gün bir şeyler ekleyerek gerçeklik verdi. Kendisine sonradan verilen bu kimliği kendince hakketmeye çalıştı. İlk önce hayatlarına dokunacağı öğrencileri için çabalamaya başladı daha sonra ise karısı için çabalamaya. Ben hayatının hiçbir yerinde Sadi’nin emek vermekten, çabalamaktan, fedakârlık yapmaktan gocunan bir adam olduğunu düşünmüyorum. Geçmişte Yedi Emin olduğunda da ihtiyacı olanlara el uzatmaktan geri duran biri değildi bence. Sadi şu an nasılsa Emin iken de öyleydi tek farkı “Yedi Emin” bir mafyaydı, illegal bir hayatı, karanlıkta geçirmesi gereken bir yaşamı, mücadele etmesi gereken düşmanları vardı. Yeri geldiği zaman hayatta kalabilmek için acımasız olması gerekmiş de olabilir, bilemeyiz. Sadi ise bir öğretmen geleceklerine ışık olacağı çocukları ve yüzünü her daim güldürmesi gereken çok ama çok sevdiği bir karısı var. Ortak noktaları ve zıt yanları olsa da aynı kalbe ve aynı vicdana sahipler bundan şüphe yok. Âşık olmak beraberinde insana büyük korkular getirir “kaybetme korkusu” en önde ve en büyük olandır. Uykularınızı kaçırır, yemeden içmeden keser hatta paranoyaklaştırır. Sürekli diken üstünde yaşarsınız sevdiğinize siper olursunuz tıpkı şu an Sadi’nin olduğu gibi. Fark ettiniz mi bilmiyorum ama Sadi hâlâ uyumuyor biz bu adamın uzun zamandır uyuduğunu görmedik ya salonda ya koltukta uyuyan Songül’ün yanında sürekli tetikte ya da sürekli araştırma peşinde ve tüm bunları yaparken Songül’e de hiçbir şey hissettirmemeye çalışıyor. Çünkü hissederse gerilecek ve üzülecek ki bu Sadi’nin son isteyeceği şey. Sadi bu yola çıktığında hayattan beklentileri netti basit, eski hayatının aksine aydınlık bir hayat. Sadi hala bu noktada bence. Işıkta kalmak istiyor ama ilk çıkış noktasından da farklı bir durumda. O zaman hayatının tek amacı ve gerçeği bir diyet ödemek ve belki de yalnız bir şekilde ölmekti. Bu diyet için de her şeyini feda etti ama hayat onun için çok daha farklı bir plan kurdu. Sadi aydınlıkta kalmak için artık mücadele etmek zorunda ancak bunu yaparken de karanlıktan tamamen kopamayacak yani kendi benliğini de yok edemez. Yani bu hayatın içinde tamamen kendi olarak devam etmeyi öğrenecek ki bunu ona öğreten biri var : Songül! Sadi hayatının diyetini ödemek için girdiği bu hayatta ruh eşini buldu. Bu mucizesi olsa da karşısına  o mucize ondan gitsin diye uğraşan gölge haramileri var. Sadi’nin gerçek savaşı asıl şimdi başlıyor. Hayatının en huzurlu ama belki de en zor zamanlarını yaşıyor Sadi, zorluğu da sürekli karıma bir şey olacak korkusunu taşımasından kaynaklanıyor. Sadi şu an da beşe bölünmüş durumda desem abartmış olmam sanırım. Bir tarafı karısını korumaya çalışıyor, bir yarısı baştaki büyük patronu arıyor, bir yandan Kıvanç’ı gözetim altında tutmaya çalışıyor, bir yandan öğrencilerini ihmal etmemeye çalışıyor bir yandan da Nevzat’ı kontrol altında tutmaya çalışıyor. Bu kadar zorluk arasında da en büyük yardımcısı şüphesiz Yaver oluyor. Yaver ile konuşurken korkularını ve endişelerini gizlemiyor ki bu adam birileriyle de konuşamazsa bunca zorlukta delirir. Songül’e her konuda çok açık ve şeffaf ama korkularını onunla paylaşıp onu üzemez böyle olunca da Yaver imdadına yetişiyor. Sadi, Kıvanç’ın söylediklerine tam inanmadığından yine de araştırtıyor çünkü büyük bir tehlike onun için. Sadi’nin şu an gözü kararmış durumda Kıvanç’ın hikayesinde yakaladığı yalan ile ölüm emrini vermekten çekinmedi zira karısının yakınlarında böyle bir tehdidin bulunmasına bile tahammül edemiyor. Sadi şu an bir halk kahramanı misali herkese yardım etmeye çalışıyor ama çok ince bir sınırda bu sınır Yedi Emin olmakla Sadi olmak arasında. Sadi’nin Yedi Emin’e tekrar dönmek istediğini ya da isteyeceğini düşünmüyorum ancak her insanın bir sabır sınırı ve dayanma gücü var. Yaşayacağı tek bir korku ya da olay bardağı taşıran son damla olabilir ve o damlayla birlikte suyu taşıranın vay haline diyebilirim.

Hayat birçok yol ayrımları ve kavşaklarla dolu bazen bir önceki yanlış seçimi değiştirebilmek için dönüş şansı verir hayat bizlere, önemli olan bunu zamanında görebilmektir. Karabayır da bu konuda yeni başlangıçlar durağı oldu önce Sadi şimdi Kıvanç. Doktor Kıvanç’ın kötü bir adam olmadığını düşünüyordum şu an için de bundan eminim umarım alabora olmam. Benim Kıvanç’ın geçmişiyle ilgili bazı düşüncelerim vardı bu işe mecbur bırakıldığını düşünüyordum ama altından bu denli hassas ve dokunaklı bir olay çıkacağını düşünmemiştim açıkçası. Ailesi zarar görmesin diye istediklerini yapmasına rağmen verdiği kayıplar çok ağır. Kardeşini ve eşini kaybetmek içini zaten kavururken aynı zamanda yeğenin engelli olmasına sebep vermesi aynı zamanda da ailesiz bırakılmasına sebep vermesi ömrü boyunca adım adım ağırlığı altında ezerek onunla olacak. Tüm bunlara rağmen yeğenine sırtını dönmeyip sahip çıkması da çok hoş bir davranış başkası olsa gördükçe hatırlamamak için sırtını dönebilirdi. Hayatını yeniden inşa etmeye geldiği bu yerde Sadi ile karşılaşmayı oda beklemiyordu. Tekrar tekrar söylüyorum ki Kıvanç şimdi bile Sadi’nin durumunu ortaya çıkarıp her şeyi bitirebilir hem bunu yapmıyor hem de Derya’ya geçmişini anlatırken onunla arasında geçen diyaloglardan asla bahsetmiyor şu an için Kıvanç’ın kimseye bir zararı olacağını düşünmüyorum gizli bir planı olsa Derya’ya geçmişindeki olayları anlatır mıydı? Hiç sanmıyorum ki mecburiyetten de olsa yaptığı şeyden yeterince acı çekip altında eziliyor. Kıvanç ve Sadi aslında birbirlerine benziyorlar ikisi de geçmişlerini geride bırakmak için çabalayan iki adam hatta Sadi farkında olmadan onun bu hayata başlamasına olanak sağlamış. Bu ayrıntı bir süre sonra ikisini de mutlu edecektir. Zira Sadi bir çocuk için girdiği yolda belki de farkına bile varmadan bir çocuğun hayatını kurtardı. Kıvanç ve Sadi’yi bu ayrıntı birbirine bağlar. İkisi de şu anda birbirlerine benzeseler de bir keskin ayrım var. Sadi bu hayata kendi isteğiyle girerken Kıvanç mecbur edildi. Yani o karanlığa mahkum edildi. Bu sebeple de Sadi’nin onu daha iyi anlayacağı aşikar. Kim bilir bu iki yaralı adam belki arkadaş olmayı başarırlar. Servet kapı ağzında tüm heybetiyle beklerken, zaten birbirlerine düşmeleri ona ancak güç verir. Zira bu düşman kimseye benzemiyor ve adam öyle bir genel tavra sahip ki düşmanına değen tüm hayatları hallaç pamuğu gibi atıyor. Bu sebeple gereksiz düşmanlıklar ancak hayattan çalar diye düşünüyorum.

Aile… Toplumu oluşturan en küçük yapı taşı klasik tanıma bakacak olursak böyle diyor. Her aile bir hikâye barındırır içinde ve her evde gizli bir acı vardır. Bir laf vardır bilir misiniz bilmiyorum ama “akrabanın akrabaya ettiğini akrep bile etmez” ben bu söze katılıyorum. Akraba dediğimde aklınıza ikinci kişiler gelmesin anne ve babanızın verdiği o zararı onlar bile veremez. Bunu nereye bağlayacağımı düşünüyorsunuz biliyorum söyleyeyim Servet’e. Bu adamın yapamayacağı hiçbir şey yok bundan artık tamamen eminim elindekini kaybetmemek için elini karanlığa sokmaktan gocunmaz. Böyle hırslı bir çocuğu öldürmeyi düşünmekten rahatsız olmayan bir adamın nasıl bir baba olacağı da az buçuk tahmin edilebilir. Rıza’nın, Servet’in oğlu olduğundan şüphelendiğimi söylemiştim nitekim öyle çıktı ama bence Rıza babasından pek hazzetmiyor gibi geliyor. Babasını görünce değişen yüz ifadesi, gerginliğini buna bağlıyorum bu durumda Rıza babasının gerçek yüzünü biliyor demektir. Her ne kadar şu an için böyle düşünsem de bazen koşullar bizi istemediğimiz kişiye dönüştürebiliyor. Baba- oğul arasında neler olacağını cidden merakla bekliyorum.

Karabayır da yeni başlangıçlar rüzgârı eserken geçmiş mevsimlerden kalan olaylarda da yol almaya başladık. Derya ve Sadi olayında oldukça büyük bir mesafe almışız bu net olarak söyleyebilirim. İki tarafında birbirine karşı durumu sadece “saygı” bundan farklı hiçbir şey yok. Sadi için mesele zaten çoktan kapanmışken bu hafta Derya’da bana artık bu konuyu kapatmış ve aşmış gibi geldi. Sadi’yi araması da tamamen oğlu için korkmasından kaynaklanıyordu ki sonrasında Songül ile de bu konuyu konuştu. Derya’nın da bu konuyu aştığını Sadi ile konuşurken, ona Kıvanç’ı savunurken sesinin titrememesi, yüzüne rahatça bakarak konuşması “Aramızda bir şey ama hayatımda böyle biri olduğu için çok şanslıyım” demesinden anladım. Derya da aslında bir konuda Sadi’den farksız. Sevilmek istiyor. Biri onu olduğu gibi kabul etsin istiyor ve bence bunu Kıvanç ile yaşayacak. Kıvanç’ın ona tavrı, yaklaşımı bence Derya’nın hiç yaşamadığı kadar güzel gibi geldi ki daha iki gün öncesine kadar günlüğüne adını yazdığı adama bunu direkt söyledi. Bu meselede yolun sonu görünmeye başladı. Onlar artık sadece iki eski tanıdık olma yolunda ilerliyorlar ama bir konuyu da unutmamak lazım. Mert’le aynı zamanda ebeveynler de. Derya tüm kaybettiklerini yavaş yavaş kazanmaya başladı ama onun varlığı bunlara hiç sahip olamayan birinin kalbini paramparça etmek üzere : Songül…

Yaşamak öyle zor hayat öyle acımasız ki bazen tüm olup bitenin içerisinde kendimizi aciz, güçsüz hissediyoruz. O kadar normal ki çünkü hayatımızdaki en ufacık şey için bile büyük çabalar göstermek zorundayız. Tüm bu hengâmede bir de kimsesiz, yalnızsanız daha çok yoruluyorsunuz, omuzlarınızdaki yük daha da artıyor. Songül şimdi tam olarak böyle sıkışıp kaldı, nefes alamıyor artık her şeyin sonuna geldi ve patladı. Tıpkı dünyayı taşırken onun ağırlığında ezilen Atlas gibi ama tek fark Songül’ü bu sıkışmışlıkta bile güldürebilen bir kocasının olması. Songül artık tükendi kendini beceriksiz, işe yaramayan biri olarak görüyor ve bu psikolojik çöküntünün başlangıcıdır. Songül bu zamana kadar düşse de kendi kalkmış, kalkamamışsa da başının çaresine bakmayı öğrenmiş şimdi ise durup farklı korkmadan tutunabildiği bir dalı var. Songül kendini tamamen açamıyor henüz çünkü geçmişten gelen travmaları sebebiyle ürkeklik var üstünde. Songül, Sadi’nin ondan vazgeçmeyeceğinden ondan gitmeyeceğinden emin ama ilişkileri için çabalayan tarafın hep Sadi olduğunun kendisi de bizde farkındayız. Bu durum çabalamak istemediğinden, beni seviyorsa çabalasın düşüncesinden değil tecrübesizliğinden kaynaklanıyor gibi geliyor bana. Biraz açmak gerekirse Songül her şeyi tek başına ve aynı anda yaşadı. Aşk da beraberinde geldi ve ne yapacağını bilemez oldu. Ailesinin ağırlığı ruhunu öyle bir çıkmaza soktu ki her gün bir parçası daha kayboluyor. Sevilmek, sevgi gibi kavramlara uzak bir kadındı, o. Bu sebeple bu kadar ürkek, çekingen… Songül büyük ihtimalle aşk ne demek, ilişki ne demek, nasıl yaşanır bilmeden çarptı Sadi’ye ve nasıl davranması gerektiğini bilmediğinden oluyor tüm bunlar ama zamanla anlayacak ki aşk hep ansızın gelir. Songül zaten aşkın geldiğini bile algılayamıyor ki. Üst üste yaşadığı felaketler yüzünden arafta kaldı. Songül şu an öyle karışık ki etrafın olup biten çoğu şeyi göremiyor. Bakın görmüyor demiyorum göremiyor diyorum. Üst üste onca şey yaşadı, halasını kaybetti ve ailesinin ölümüyle ilgili çok büyük bir kanıtı da kaybetti. Her yaptığı hamlenin geri tepmesinden, bir ileri iki geri yürümekten öyle sıkıldı ki sorgulayamıyor artık, yorgun. Kasetin varlığından üç kişinin haberi vardı kendi dışında Taylan, Sadi ve Serdar Müdür. Bu üç isimden seçin deseniz Taylan’ı direkt göstereceğinden eminim ben ancak mantığı eline aldığı zaman her şey çorap söküğü gibi gelecek ve işte o zaman kıyamet kopacak gibi hissediyorum.

Songül bu henagemede delirmediyse bunu hiç şüphesiz yanında dağ gibi duran adama borçlu. Songül’ün gülüşüne hayatını adayan Sadi tüm varlığıyla Songül ayakta dursun diye uğraşıyor. Başarılı olsa da Songül’ün yüklerini üstünden çekip alamadıkça karısının kollarının arasında damla damla eridiğini gördü. Bu Sadi için en zoru diye düşünüyorum. Çünkü Songül çırpındıkça karanlığa batmaya başladı ve Sadi Servet’i bılamadıkça da bunu engelleyemiyor. Şimdilik birbirlerine tutunsalar da gölgedeki sırlar, geçmişin yükü artık özellikle Songül’e çok ağır geliyor.

Sizlerle bir şiir paylaşmak istiyorum zira bu şiiri okuduğumda aklıma direk Sadi ve Songül geldi:

Acılar vardır, bir de çaresizlikler

Ne zaman başladıysa benim öyküm

Yürüdük, kim bilir kaç yıl beraber

Bir yanımda aşk, bir yanımda ölüm

Durup kirlendim yaşadıkça

Aşktı beni yıkayan, arıtan su (Ümit Yaşar Oğuzcan)

Bu satırları okuduğumda dünden bugüne yaşadıkları her şey bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. İkisi de İstanbul’a gelirken hayatlarının bu denli değişeceğini, sürekli didişmelerine rağmen birbirlerini böyle sevebileceklerini tahmin etmiyordu büyük ihtimalle. Birbirlerinin tamamlayıcısı olan bu iki insan eş olmanın ötesinde bir yerdeler. Sadi artık karısının bakışından, duruşundan ne olduğunu anlayabiliyor. Cam bir bebek misali ipeklere sarıyor karısını, Songül’ün kendisi gelene kadar o kaseti defalarca izleyip ağladığını tahmin ediyordu. Sadece delil olarak da değil, orada Songül’un hep kaçtığı ama karşısına çıkınca kendine sarılarak, iç geçirerek ağladığı anne babası var. Songül hayatını onların ölümüne acarken, onlarsız geçen günlerine, özlemine ağladı. Sadi’nin eve gelip, hadi beraber izleyelim demesi de her anında ben varım, artık yalnız değilsin demekti diye düşünüyorum. Bence Songül de farkında ki “Ağlasam da yaslanacağım bir omuz var” diyerek özlem dolu geçmişini kocasının omzunda izledi. Songül çok iyi biliyor artık ne olursa olsun Sadi’yi istedikçe hayatında bulacağından ki Sadi’de kapıdan kovulsa bacadan girer. Sadi Songül’e zarar verdiğini düşünmediği sürece onu asla bırakmaz ki varlığı zaten karısının hayatındaki en önemli şey. Sadi, Songül’ün can suyu oldu. Bu yüzden ben bu ikilinin değil ayrılmak küs bile kalacağına pek ihtimal vermiyorum. Onlar karı koca veya aşık olmanın ötesinde ruh eşi oldular. İnsan ruh eşinden ayrılamaz, ayrıldığı anda ölür….

Sadi, Songül’ün kalbini, sıkıntısını kalbinde hissediyor. Geçen yazımda demiştim, o bir kalp atışında yaşıyor artık. Bu yüzden de her yükü üstünden aldı. Songül’ün güzel bir geceye, her şeyden arınmaya ihtiyacı vardı ve Sadi bunu ona elleriyle hazırladı. Karı koca karşılıklı sohbet ede ede uzun zaman sonra güzel bir akşam yemeği yediler. Böyle küçük ama önemli anlardır ilişkilerde. Her şeyi geride bırakıp yemek yerken tatlı tatlı sohbet etmek dertleşmek büyük güç verir insana. Sadi ve Songül için de öyle oldu. Songül belki ayıkken utanıp söylemeyeceği cümleler kurdu “Biz ikimiz tekiz. Biriz” dedi. Her şeyi açık açık gözlerinin içine baka baka söyledi. Songül hazır olduğunu belli ederken Sadi kabul etmedi bakın bu çok ama çok önemli. “Her anını hatırlamak istiyorum” diye söylese de bence Songül’ün bu durumunu kullanmış gibi görünmemek için. Sadi gibi ince, naif seven erkek karakterlere hasret kalmışken Sadi ve Songül bizim aşka olan inancımızı güçlendirmeye başladı.

Sadi Payaslı için bir çok şey söyledim bugüne kadar ama böyle bir şeyi gördüğüm anda dedim ki keşke gerçekten olsa. Sadi’nin tüm centilmenliğiyle karısının boş ve zayıf anından yararlanmak istememesi bir yana ona kaybettiği çocukluğunu tek bir karede hediye etti. O videoyu kurtarması yetmiyor gibi bir de ondan çerçeve yaptırırken Songül’e kendisiyle barışması yolunu da açtı diye düşünüyorum. Farkında mısınız? Songül’ün evinde ailesine dair anıları yok büyük ihtimalle onların katilini bulamadığı için yüzlerine bakamıyor ve kaçıyor. Sadi bunu fark etmiş olacak ki babalar kızlarını izler diyerek verdi o çerçeveyi karısına. Sadi sadece Songül’ün gülüşüne aşık değil, onu güldüren tek insan. Onun eksik yanlarını tek tek tamamlayarak bugünde tutuyor. Bence bir insanın başına gelecek en güzel şey bu. Songül belki de hayatının çok büyük bir kısmını yalnız geçirdi ama hayat ona bunu Sadi gibi seven bir adamla ödedi. Herkese aynı tarife maalesef ki yazılmıyor. Nevzat ve Araz gibi…

İnsanların kişiliklerinde en büyük izleri bırakıp hayata bakış açılarını belirleyen evre şüphesiz ki çocukluk yıllarıdır. Bu zaman iyi veya kötü fark etmez yaşadığınız her şey gelecekti sizi inşa eder. Bu durumu en iyi ifade eden cümle Şeker Portakalı’nda geçiyor sanırım “Çocuk yüreği unutur ama asla affetmez” okuduğum andan itibaren bende derin izler bıraktı. Beynimizin yapısı gereği bazı yaş aralıklarını hatırlayamıyor olmamız normal ancak yaşanan iyi veya kötü fark etmez bir olayı unutmaz. Ben çok iyi hatırlarım mesela öfkem canlıdır, özlemi de olaya göre değişir. Olayı yaşadığınız zaman afettim sanırız ama affedememişizdir tıpkı Nevzat’ın annesini affedemediği gibi. Ben onu o kadar iyi anlıyorum ki o öfkesini, hırçınlığını çünkü canı çok yanıyor ve canı yanan bir insan canını yakanın canını yakmak ister kim ne derse desin. Nevzat ve Araz çok zor bir aile içerisinde büyümüşler ki bu ailede bir süre sonra dağılmış zaten. Buradan büyüklerimize sesleniyorum “çocuklarını döverek terbiye edemezsiniz, şiddet çözüm değildir ve anadır, babadır döver de sever de”, “şiddet gösteriyor ama sizi çok seviyor” diye bir şey yok olamaz! Böyle yaparak siz çocuklarınızı kendi ellerinizle parçalıyorsunuz. Böyle bir yol izlediğinizde çocuğunu ya hiçbir şekilde hakkını aramayan pasif bir insan olur ya da tam tersine asi bir insan olur. Araz ve Nevzat ikinci duruma örnek, babaları zamanında kemerle dövmüş olmasına rağmen “Öyle severdi” bizi diyorlar çünkü onların yıllarca bilincine kodlanan bu. İki kardeş birbirlerine mesafeli görünseler de aşırı derin bir bağları var sevgi gösterilmeden büyümüşseniz göstermeyi de bilmezsiniz durum bu.

Nevzat’ın kardeşine bunu yapana hesap ödetmek istemesi bence “El alem ne der” mantığından çok yaşadığı kaybetme korkusuyla başa çıkamamasından kaynaklanıyordu. Bu korkuyla bocalayacağı sırada kendisinin değimiyle “koruyucu meleği” olan Sadi korudu. Bazı anlar olur bizi kendimizden birisinin koruması gerekir Sadi ve Yaver bunu yaptılar Nevzat’a. Sadi’nin Nevzat ile yaptığı konuşma çok dokunaklı ve anlamlıydı, benim kardeşim yok belki anlayamam ama en yakın arkadaşımı yalnız bırakmamak uğruna bende her şeyi yaparım. Sadi’nin tek derdi Nevzat düzgün davransın da Araz da düzelsin değil ki Nevzat kendisi de bu öfkeden kurtulup hayatını toplasın, zarar görmesin istiyor. Nevzat bildiğiniz gibi Sadi’ye aga diyor, tıpkı Yaver gibi. İkisinin de hayatında örnek aldıkları, belki de sözünü dinledikleri tek insan, o. Onları anlıyor, yalnız asla bırakmadı. Araz’ın nasıl bir abiye ihtiyacı olduğunu da biliyordu Sadi. Kendisi de Yaver sayesinde bunu belki öğrendi. Ona ömrünce abilik yaparak, tecrübeyle anladı. Bu yüzden Nevzat ayağa kalkmak zorunda. Nevzat iyileşir yaralarını sararsa Araz da iyi olur çünkü kardeş olmak bunu gerektirir.

Araz, bizim hırçın kelebeğimiz hepimizi çok korkutsa da aramıza nihayet döndü, izlerken fark ettim ki çok özlemişim. İzlerken bir diğer dikkatimi çeken ise Araz’ın ne kadar değiştiği idi. Evet hâlâ asi ama iyileşiyor Araz. Ağabeyine engel olmaya çalışması, okuldaki tavırları, Aylin tamirhaneye geldiğinde ekibine ve ağabeyine karşı Aylin’i koruması bizim ilk tanıdığımız Araz olsa bence daha farklı olurdu. Belki Araz bile farkında değil Sadi Hocasının onu nasıl değiştirdiğinin, nasıl iyileşmeye başladığının ama ilk bölümlerdeki Araz’ın Aylin’i takip edip evine bırakayım geç oldu diyeceğini, söyleseydin mahallenin en iyi evini bulurdum diyeceğini hatta özür dileyeceğini bile düşünmezdim. Ama oldu biz Araz’ın içinde en derinler de kalan hâlini görmeye başladık. Değişmeyen bazı huyları elbet var ki zaten bir insanı tamamen değiştiremezsiniz kendi istemezse hiç olmaz zaten Araz içten içe istiyor demek ki bazı yönleri giderek törpüleniyor. Net söylemek istemiyorum ama Araz yavaş yavaş Gizem’i unutuyor gibi gelmeye başladı özellikle Aylin ile sohbet ederken gelen Mert ve Gizemle konuşurken ki tavrından. Araz büyümeye, olgunlaşmaya başladı çünkü. Araz’ın hayata karşı hep bir savaşı vardı şimdi Aylin’de hayata tek başına savaş açtı. Ne yaşarsa yaşasın pes etmeden savaşıyor, boyun eğmiyor ve artık susmuyor. Babasıyla telefonda yaptığı konuşma beni çok duygulandırdı zaten masumken bedel ödemişti bir de tek başına bırakılmıştı. Aylin ve Araz aileden yaralı iki kalp birbirlerine şifa olur mu dersiniz? İzleyip hep birlikte göreceğiz bunun cevabını.

Araz ve Aylin cephesi böyleyken Mert ve Gizem arasında neler olduğunu ben şahsen anlayamıyorum. İki haftadır daha dikkatli inceliyorum ilişkilerini de pek sevgili diyemem sanırım. İki sevgiliden ziyade iki çok yakın arkadaş gibiler sanki bir şey eksik aralarında ama ne? Zülfikar ve Melek de öyle bir durum yok sevgili oldukları gayet belli oluyor ama Gizem aralarına sonradan girdiği için mi böyle çekingen yoksa başka bir durum mu var bilmiyorum ama ilişkilerinde bazı eksik noktalar var, sonları nasıl olacak onları nasıl bir yok izliyor çok merak ediyorum açıkçası.

Dizimizin son sahnesi öyle bir yerde bitti ki hepimiz bir an önce Perşembe olsa da izlesek diye bekliyoruz. Can’ın sesleri ayıklamasıyla Songül artık sonuca her zamankinden çok ama çok daha yakın. Öğrendikleri karşısında nasıl bir yol izleyecek neler yapacak bende dört gözle bekliyorum. Bakalım önüne hangi taşlar yıkılacak çok merak ediyorum çünkü büyük patron o kaseti gözleri önünde yaktırdı bu yüzden kurtuldum sanıyor ama ummadık taş baş yardı ve Sadi içine doğmuş gibi kopyasını çıkarttırmıştı. Servet bundan habersiz yaşamaya devam ededursun ama sanırım bu zaman çok uzun olmayacak onun için.

Bu haftada yazımı bitirmeden önce değinmek istediğim kalbime taht kuran bir sahne var. 10 Kasım Atatürk’ü anma… Şu an düşündüğümde dahi gözlerimin dolmasına engel olamıyorum oldukça duru ve çarpıcı bir sahneydi. Öğrencinin koluyla fotoğrafın tozunu alması, gözleri dolu dolu bakması, “Atatürk sevilmez mi?” deyişi Sadi’nin “çocuk” demesi… Bu dünyadan çok büyük insanlar geçti hepsi tarihe iz bıraktılar şüphesiz ama Mustafa Kemal Atatürk çok başka o tarihe değil kalplerimize altın harflerle yazıldı. 35 ülkede heykeli bulunan ebedi başkomutan, tüm dünyanın saygı duyduğu, bizimse hasretiyle yüreğimizin yandığı canım Atam aramızdan bedenen ayrılalı tam 84 yıl olsa da sen hâlâ yaşıyorsun çünkü fikirler asla ölmez.

Seni ve fikirlerini özümsediğimiz kadar da özledik baba…Işıklar içinde uyu

 

 

 

Sen Benim Diğer Yarımsın (Gelsin Hayat Bildiği Gibi,

YAZAR: A. Ela ERDOĞDU

Nefes almaya başladığımız andan itibaren bir koşturmaca içerisine giriyoruz. En büyük çabamız ise yaşayabilmek için. Hayat herkes için zor olsa da biz kadınlar için yaşam çok daha zor oluyor. Kadının bu coğrafyada hayatta kalmasının bile mucize olduğu bir dönemden geçiyoruz. Her gün bir şiddet haberi ile uyanırken, her gün bir taciz veya tecavüz duyarken bir kadın olarak direnmeye devam ediyoruz ama bu savaş bizden de çok şey götürüyor.

Kimsenin hayat mücadelesini hafife almıyorum elbet ama hepimizin bildiği bir gerçek var ki günümüz şartlarında kadınlar daha yoğun bir mücadele ile yaşamaya çalışıyorlar. Tıpkı Songül, Gizem, Aylin ve Melek gibi. Hepsi hayatın acımasız rüzgârında savrulmadan ayakta kalmaya çalışıyorlar. Melek tacizci bir babadan annesine rağmen kurtulmaya çalışırken, Gizem kendisini para kapısı olarak gören annesinin psikolojik şiddetine maruz kaldı. Songül ve Aylin’se küçük yaşında hem yetim hem öksüz kalan ve buna rağmen devam etmeye çalışıyorlar.  Hepsi ayrı birer masal kahramanıyken bir karabasan hapsedilmişler.

Songül’ün hayatı yetim kaldığı andan itibaren çok büyük bir şekilde değişerek bir bilinmeze girdi büyük ihtimalle. Nerede, nasıl büyüdü henüz bilmiyoruz ama nasıl yaşadıysa büyük bir iz bırakmış Songül’de. Songül aslında büyük bir çelişki hem çok büyük güven sorunları yaşayan bir kadın hem de birine güvendiğinde koşulsuz güveniyor, bir arası yok bunun ki kimse de bunun için onu suçlayamaz. Bir kadın olarak tek başına devam etmesi zorken bir de üstüne ailesi ondan bir örgüt tarafından koparıldı. Büyük ihtimalle de Songül aslında bugüne kadar içindeki öfkeyle yaşadı ve hayatta kaldı. Onunla ilk tanıştğımızda Sadi ile özellikle hep kavgacı bir dille konuşuyordu. Sürekli kızgındı, agresifti. Yatarken kapısını kapatıyor, hayatını kapana kıstıran mesleğine bile odaklanamadı. İşte bütün bunları düşünecek olursak Songül en başta Sadi’ye alışmayı da sevmeyi de kendi kafasında reddediyordu. Sonrasında bu adama aşık olunca, yaşadığı duyguyla birlikte Songül’ün ruhundaki renkler ortaaya çıktı. Sevgi boşluğu olan insanlar normalde bunu negatif olarak yansıtırlar ama Songül’de bu durum öyle işlemedi. Aksine daha da sevgisini yansıtan birine dönüştü. Mesela normal şartlarda Meltem’i yere sererdi ama Derya’Dan ötürü sesini çıkarmadı. O sevdiği insanları hayatlarındaki her şeyle kabul eden bir kadın ve bu huyu onun canını çok yakacak.

Güzel kalpli komiserimiz bu huyu yüzünden ailesinin katiline sarılıyor, var mı daha ötesi? Ailesini o kadar özlüyor ki Serdar’ı hemen bir ağabey olarak görmeye başladı. Songül, Serdar Müdürden asla şüphelenmedi, hiçbir şeyi sorgulamadı çünkü ona bakınca gördüğü tek şey anne ve babasıyla zaman geçirmiş, anne ve babasının imzasını taşıyan bir aile dostu. Ailesini onda görmenin, onların tanıdığı biriyle olmanın mutluluğuyla bazı şeyleri görmüyor, görse de umursamıyor belki de. Halbuki depodaki sahnede Serdar olmasa Nejat bülbül gibi şakıyacaktı ancak ailesinden dolayı Songül hayatını kurtardı olarak gördü bu meseleyi. O fark etmese de Sadi bu durumdan şüphelendi bence. Şöyle ifade edeyim spesifik bir olayda şüphesi olmasa da tecrübesi yüzünden adamdan hoşlanmıyor. Bir iki olay daha yaşanırsa Sadi’nin listesine girer diye düşünüyorum. Songül, Sadi ile olan ilişkisinde de onun hareketlerini sorgulamadan sadece güveniyor.  Ona aşık oldu ve konu kendiliğinden kapandı. Serdar’a aynı mantıkla bakıyor şu anda. Bence bunun en büyük sebeplerinden biri Songül artık yalnız kalmak istemiyor diye düşünüyorum.

Hayatı boyunca yalnızdı Songül büyük ihtimalle hayatında kimse yoktu demiyorum ama bazen kalabalıklar içinde de yalnızsındır ama hayatında ilk kez Songül bir kalabalıkta ve yalnız değil. Songül ve Yaver’in ilişkisini düşünelim ilk geldiğinde evden kovduğu adamı artık kahvaltıya çağırıyor Songül. Bunu yapmasının tek sebebi Yaver’in Sadi için çok önemli olması da değil üstelik artık Songül için de Yaver bir kardeş. Eskiden Sadi ve Songül’ün özel hayatıyla ilgili yaptığı şakalara kızan Songül şimdi üstü kapalı ya da direkt karşı bir şakayla karşılık veriyor. Songül aslında Sadi ile çıktığı bu mecburi yolda kaybettiği ailesini daha büyük bir şekilde kurmaya başladı ama yavaş yavaş farkına varıyor gibi. Sadi ve Yaver’e şakalarının karşılığını şaka yoluyla verdiğinde ikisinin de korkusunu görünce yaptığına üzüldüğünü düşünüyorum. Evet, belki Sadi’nin korkacağını biliyordu ama Yaver’in bile nasıl korktuğunu görünce biraz ileri gittiğini hissetti. Amacını anlatmaya çalışsa da iki adamın da hayatının merkezi olduğundan habersiz olduğundan habersiz kalakaldı orada.

Songül işinde büyük bir riskin içinde olduğundan Sadi’nin değimiyle ölümle dans ettiğinden habersiz bir yandan da “Yılan” operasyonu için koşturuyor ve tıpkı kendisi gibi Başkomiseri de Sadi’nin her şeyden oldukça uzakta olduğunun rahatlığı var. İşindeki bunca soruna rağmen özel hayatında mutlu ve huzurlu olmanın verdiği konforlu alanında gayet neşeli bıcır bıcır kalmaya devam edebiliyor Songül. Kocasına, kardeşi gibi gördüğü Yaver’e takılıyor ve kocasına gayet açık mesajlarla dolu şaka yapabiliyor. Songül kafasında her şeyi artık net olarak bitirdi ve bu evliliğin gerçek bir evlilik olduğunu hissetti. Sadi ile olan ilişkisi bu zamana kadar flört aşamasındaydı ama bu hafta flörtten sevgililiğe geçildiğini bariz bir şekilde gördük. Sadi’ye yaptığı banyo şakası, Yaver’e “temas var ya hemen gel” demesi basit ve öylesine söylenen cümleler değildi. Geçen hafta yaptıkları konuşmaya binaen Sadi’ye hazırım demeye çalıştı Songül bence. Songül hayatının en zor ama belki de en mutlu döneminde ve bunda şüphesiz Sadi temel faktörü oluşturuyor.

Songül bu kadar mutlu, kocasıyla her şeyin üstesinden geleceğinden eminken Sadi karısına yansıttığının üstüne içten içte korkudan kıvranıyor bence. Evet ilk başlardaki gibi korkusunu net bir şekilde yansıtmıyor ama hissettiği korku fırtınasını içine hapsetmiş durumda. Bir çocuğun ölümüne sebep olduğu için vazgeçtiği hayata bir nevi geri döndü Sadi. Burada tek sebep kendisine iş birliği çağrısı yapan devletine yardımcı olma isteği yok “Kartal ateşi” operasyonun dahil olmasının en büyük sebebinin Songül’ü korumak için kabul ettiğini düşünüyorum çünkü kartallar burnunun ucunu göremeseler de 5 km uzakta ne olup bittiğini net bir şekilde görürler. Baş savcıdan aldığı bu kolyeyle Sadi Bir tık büyük güç eline geçirdi çünkü artık polislik bir duruma bulaştığında kolye sayesinde çözecek. Yine de operasyonun adına bile şaşırmaması bende acaba bu adam daha önce en azından ismini duydu mu diye düşündürdü. Sadi her ne kadar karısı için bu yollara girse de her şeyi bilip de dahil oluyor gibiydi. Bu gücü de karısını korumaktan başka bir şey için kullanmayacak gibi duruyor, yani en azından şimdilik…

Sadi şu an hayatta olduğu konumdan çok mutlu ama içindeki korku ona nefes aldırmıyor. Sizlerle dikkatimi çeken bir durumu paylaşmak isterim. Eskiden sabahları Sadi ve Songül odalarından aynı anda çıkar ya da Songül çıkıp Sadi’ye seslenirdi ama bir süredir Songül kalkıp odadan çıktığında Sadi ya temizlik yapıyor ya mutfakta ya da kahve içiyor salonda biz uzun zamandır bu odadan çıktığını görmedik bence Sadi içindeki korkudan kaynaklı doğru düzgün uyuyamıyor gibi geliyor. Ne kadar doğru bilemem tabi belki de hepsi birer tesadüftür bilemeyiz. İkinci önemli husus ise Songül’ün yaptığı şaka da gizliydi bence onu öyle yerde gördüğünde korksa da büyük bir soğukkanlılıkla Yaver ile profesyonel bir şekilde müdahale etti. Ve bayıldığında bu kadar korkan bir adamın Songül’e gelecek en ufak bir zararda nasıl yaşayan bir ölü olacağını düşünmek zor değil sanırım. Sadi’nin bu tavırları biraz abartı gelse de karısını 1 kez bombalı, 2 kez de silahlı çatışmadan alan bir insan için az bile tepki veriyor. Songül, Sadi’nin her şeyi şu anda, devam etmesinin tek sebebi de Songül. Onun hayatının risk altında olması Sadi2yi yeni hayatına adapte olmaktan alıkoyan tek şey. Bu sebeple belki de kafasını çevirip bakmayacağı dünyaya balıklama daldı. Böylelikle Songül’ü hem hayatta tutuyor hem de olayları kontrol edebiliyor.  Sadi, Songül’ü kaybederse kendini kaybeder bundan şüphe yok.

Başsavcı ve Sadi’nin iş birliğini baz alarak Yedi Emin’in geçmişinin bizim sandığımızdan daha karışık ve büyük olduğunu düşünüyorum. Yeni bir hayat yaşamak için devlet ile iş birliği yapan bir mafya babasına böyle bir operasyon için el sıkışmak? Sadi, Yedi Emin iken çok ama çok etkili bir adammış izlenimini verdi bana evet elimde net bir veri yok ama sadece mafyanın emanetçisi olan bir adam birçok alanda bu kadar uzman olması kafamı kurcalıyor. Sadi’nin her anlamda geçmişi büyük bir giz hem mafya hayatı hem bireysel. Bu adam hiç doğum gününü kutlamadığını söyledi bu büyük bir şey çünkü hiçbir şekilde hiçbir zaman doğum gününü kutlamayan biri ancak doğduğundan mutsuz olan birinin yapacağı bir şeydir. Sadi belki de “Benim doğumum kutlanacak bir şey değil” düşüncesinde belki altında başka bir sır saklı bu sırra belki de Yaver bile bilmiyor.

Sadi için araftan çıktı cennete ulaşmak için yürüyor demiştim ya cennete vardı ama her an kaybedebilir çünkü onun için cennet Songül demek. Derya’nın Sadi için büyük bir vicdan azabından başka bir şey olmadığını, bir duygu beslemediğini defalarca dile getirsek de bu hafta bunun bize gösterildiğini düşünüyorum. Sadi ilk defa Derya’yı gördüğünde dağılmadı, gözlerini kaçırmadı aksine bakışlarıyla “Sen neden buradasın?” der gibiydi. Sadi açıkça Songül’e onunla arkadaşlık etme diyemez ama Derya içinde bulundukları durumu bilerek bu durumu devam ettiriyor. Özellikle de Kıvanç’ı üstüne bastıra bastıra tanıştırması ve de bütün gece onunla dans etmesi artık Derya’nın bu meseleyi çocuğunu koruma gayretinden çok takıntı haline getirmesine bağlıyor. Sır ortaya çıkmasın isteyen insan şüphe yaratmak bile istemez ama sanki Derya bunu bile umursamaz gözükmeye başladı.

Bu zamana kadar bir kadın olarak Derya’nın yaşadığı durumu ve duygularını anlamaya gayret ettim ama bu hafta yaptıklarını ben gerçekten anlayamıyorum. Evet Derya kötü biri değil ama sinsi bunu Songül’e yardım için eve gelmesinden, doğum gününde Sadi konuşurken ki mimiklerinden anlamak mümkün. Songül’ün davetini kibarca reddedilecek konumda Derya çünkü bir hayatı var ama bunu yapmadı aksine bilerek orada olmak istediğini düşünüyorum çünkü Derya kıskanıyor. Kendisinde olmayıp da onda olan şeyin ne olduğunu merak ediyor. Burada şunu sorguluyorum aslında yıllardır unutamadığı bu adamın doğum gününü kutlamamış hadi geçtim bir küçük hediye bile almamış adama. Kendi yıllardır bir küpe saklıyor Sadi aldı diye peki sen neden bir küçük hediye almadın. Almayı geçtim kendi bandanasını bile verebilirdi ama yapmamış. Bu durum biraz kafa karıştırıcı buluyorum açıkçası. Bir diğer durum ise Derya’nın kontrolcülüğünden dolayı yaşam alanına kimseyi alamadığını düşünüyorum, Meltem ne zaman birilerinin ona ilgi gösterdiğinden bahsetse bundan mutlu oluyor. Derya bence odakta olmayı seven biri ve Emin’i unutamamasının sebebi de onu bırakıp giderek başka bir hayat kurup mutlu olması bunu hazmedemiyor gibi.

Songül her şeyden bir haber olsa da Sadi aslında çoktan durduğu yeri Derya’nın yüzüne çarpacak şekilde belli etti. Doğum gününde yaşananları düşününce zaten durum net bir şekilde kendini gösteriyor. Derya Sadi için yabancı bir yüzden ibaret olduğunu anlamasa da Sadi’nin tavrı bunu bize hissettirdi. Daha doğum gününün başında, duygularını belli etmek konusunda pek de başarılı olamayan Sadi, herkesin içerisinde neredeyse karısına ilan-ı aşk etti. Songül’ü bir an olsun bırakmaması, yanında olması, gözleri ve beden diliyle konuşmasına bile gerek olmadan gösterdi diye düşünüyorum. Songül orada ” İyi ki doğdun hayatıma ” dediğinde hayatında yaptığı en doğru tespiti yapmış olabilir. Emin’ken nasıl bir hayatı vardı bilmiyorum ama Yaver dışında kimsesi olmadığını düşünüyorum. Şimdiyse ona aşık bir karısı, yaveri, öğrencileri, arkadaşları var. Songül, Sadi’nin hayatına öyle güzel bir yerden dokundu ki sonsuz yalnızlığı büyük bir aileye kavuşmasıyla sona erdi.

Sadi’nin doğum gününde dağılacağını düşünüyordum ama artık onda vicdanen de bir sıkıntı kalmadığını görüyorum. “Benim dünyam karım, dünyamı sarmalamak istiyorum” diyen Sadi artık o dünyayı iki eliyle sarmalıyor. Orada çalan şarkının söyledikleri bile onun için önemli olmadı. Sadi kollarının arasına aldığı dünyasıyla, can yoldaşı ve arkadaşları, öğrencileriyle çok mutlu. Bu huzur biraz sarsılsa da ikisinin aşkının gücüne de bu belayı da def edeceklerine ben yürekten inanıyorum. Bilirsiniz sizi yıkmayan şey sadece güçlendirir. Zira Sadi artık onun kalbini bilen, tanıyan insanların yanında, olması gerektiği gibi…

Derya geçmişinden olup da Emin’i bu kadar tanımazken belki de Sadi için geçmişinin en güzel yanı olan Yaver her zaman yanında. Sadi’nin geçmişinin ayaklı tarihi ve belki de kara kutusu kendisi ama bu kutlamama olayını belki o bile bilmiyor. Yaver hayatını Sadi’ye adamış durumda aralarında ağa-çalışandan öte bir kardeşlik bağı var kesinlikle. Sadi teslim olurken ağlayışı, onu takip edip buluşu, hâlâ onun için hayatını riske atabilmesi bunu kanıtlar nitelikte. Ayrıca bir garip durum daha var ki Yaver Derya’yı tanımıyor. Adamın kalp atış sayısını bilen biri olarak Sadi dağıldığında bile mi konuşmadı yahu? Ki baktığında yenge olayına çok da sıkıntılı olan biri de değil. Şimdi laf aramızda kalsın ama Derya bu aşkı içinde büyütmüş gibi gelmeye başladı. Yaver’in adını bile bilmiyor olması bana çok da mantıklı gelmiyor. Yaver ki Sadi’nin az önce dediğim gibi kara kutusu. Onu da kutuya atıverirdi. Songül’e bakışlarına baksanıza, neredeyse içine sokacak kadar seviyor.Yaver de tıpkı Songül gibi başlarda ağası için Songül’ü hayatına alsa da şu an durum onun için de çok başka. Yaver, Songül’ü çok seviyor. Songül onun için “yenge” olmanın ötesine geçti kız kardeşi gibi ve tıpkı Sadi gibi ona bir şey olacak diye aklı çıkıyor, en az onun kadar endişeli. Yaver, Sadi ile girse de hayatlarına o da bir hayat edinmeye başlıyor bence ona da “ship” yapılması, çocuklarla aynı ortama girmesi gibi birçok örnek var. Yaver bence artık Songül için Sadi’den sonra hayatının en önemli kişilerinden ki Songül için de durum böyle.

Tüm bu hayat mücadelesinin içinde kapılarını kapatıp da evlerinde birbirlerinin yanında huzur bulan Songül ve Sadi Payaslı çifti aşklarını en güzel ve içten şekliyle yaşayarak birbirlerinde nefes alıyorlar. Songül işte Sadi’de ona bir şey olacak korkusuyla tüm gün diken üstündeyken evde birbirlerini gördüklerinde tüm her şey dışarıda kalıyor  “kıskançlıkları” hariç tabii ki. Sadi’nin ne kadar kıskanç olduğunu biliyoruz ve son zamanlar da Songül’ün kıskançlığının da ondan az olmadığını görüyoruz. Ne demişler kalp sevdiğine çeker. Songül artık kıskandığında Sadi’nin tepkilerini veriyor “Ayselciğim?” gibi mesela. Sadi’nin doğum gününü kutlamadığında Songül’ün ne kadar üzüldüğünü gördük temelde bu doğum gününü organize etme sebebi her ne kadar Aysel’e ne kadar mutlu olduklarını göstermek olsa da tahminimce tek sebep bu değil. Songül zamanda bir sebebi olduğunu bile Sadi’nin doğum gününü kutlamaz ama kocasını mutlu etmek de istiyor. Aysel bahane kocamı mutlu etmek şahane gibi bir durum olabilir. Organizasyonu yaparken fark ettiniz mi Sadi’nin değer verdiği herkesi topladı, aralarında sadece Mert’i tanımasana rağmen tüm gelincikleri de çağırdı. Songül, kocasının öğrencileri ile tanışarak hem onların hayatına dahil oldu hem de kocasının hayatını. Gelinciklerin yaptırdığı pankarttaki yazı “Seni tanımayan yaslı iyi ki doğdun Sadi Payaslı” ama yine tekrar edeceğim Songül “Hayatıma iyi ki doğdun” dedi işte bu cümle Sadi için birçok sevgi sözcüğüne bedel bana sorarsanız. Bazı şeyler göstermekten ziyade hissettirmektir zira.

Bu arada çok tartışmalara sebep olduğu için şu küçük Aysel’cikle ilgili bir iki kelam etmem gerekiyor. Aysel aslında hepimizin hayatında olan kadınlardan. Kötü bir hayatı var ve başkalarının hayatlarına da bu yüzden saygı duymuyor. Sadi’yi gözüne kestirse de herkes Songül’ün tepkisini abartı buldu. Ben bulmadım. Songül gayet kadınca bir tepkiyle Aysel’e “Uzak dur!” dedi. Evliliğinin mutlu olduğunu, varlığından haberdar olduğunu kadınca gösterdi. Umarım anlamıştır zira gerçek sevgiyle kurulan bir yuvayı yıkmak için ördüğü atkıdan fazlasına ihtiyacı var.

Hepimiz yılladır şu cümleyi duyuyoruz “Sevgi neydi? Sevgi emekti.” Eskiden bu sözü çok anlamazdım insan sevince gözü bir şey görmez sanırdım ama öyle olmadığını anlıyorum. Ve sevgi emektir sözünü en iyi gelinciklerin hayatında görüyoruz. Bu hafta gelinciklerin sahnelerini ben çok sevdim özellikle Melek’in sahnelerinde. Ben bu zamana kadar Aynur’u anlamaya çalıştım ama artık anlamıyorum daha doğrusu bir annenin kızına bu kadar kör ve sağır olmasını anlamıyorum. Anne demek bu hayatta ne olursa sığınabileceğin yuva demektir ama Aynur kızını evden kovdu hem de inkar ettiği o Celal yüzünden ben bunu anlamıyorum izlerken de sıkıca sarılmak istedim Melek’e. Melek bundan sonra ne yapacak bilmiyorum ama olacakları çok merak ediyorum.Melek öz annesiyle bunları yaşarken bir tarafta Esra sorunu ile boğuşan Aylin var. Aylin onun üzülmesinden korkan babası ile onu dışlayan Esra arasında sıkışıyor. Henüz tam anlamıyla rest çekecek bir durumda olmasa da tüm zorluklara rağmen kendi evini tutup ayaklarının üstünde durmaya başladı bile kim bilir belki Melek’i de yanına alır bir gün. Oğuz bu durumdan pek hoşlanmayacak bence çünkü aslında Sanem’in babası olan Aylin’in sahte gerçek babası onu çok korkutuyor. Esra’nın aksine Oğuz Aylin’i çok seviyor çünkü. Dizide bizi sinir eden annelerimiz kadar sıkıca sarılıp ellerini öpmek istediğim anneler de var tıpkı Mahur ve Gülseren gibi. Bu iki yüce gönüllü anne yaşadıkları tüm zorluklara rağmen evlatlarına sımsıkı sarılmış ve mutlu olmaları için her şeyi yapan fedakâr anneler tıpkı Nevzat’ın Araz’a anlatmaya çalıştığı gibi. Annelik zor bir durum ve sırf doğurabildiği için herkesin de anne olamadığını görüyoruz hayatın satır aralarında gördüklerimiz gibi.

“Anne” demek muhakkak ki hepimiz için bu hayattaki en değerli varlığımız anlamına geliyor ama bazılarımızın da en büyük yarası olabiliyor tıpkı Araz ve Nevzat gibi. Bu iki kardeş hem aynı hem farklı aslında. Nevzat’ın hayata bu kadar öfkeli oluşunu anlayamıyordum başlarda ama son iki haftadır çok iyi anlıyorum. Nevzat annesinin onları terk edişini görmüş, terk edilişini izlemiş ve bu onu hayata karşı oldukça öfkeli ve saldırgan bir hâle getirmiş. Bu öfkeyle hem kendini hem kardeşini büyütmüş ama annesine öyle bir öfke var ki doğru ya da yanlışlığı tartışılsa da Araz’dan gelen mektupları saklamış. Araz’ın daha fazla üzülmemesi için mektupları yakarken “Araz’ı daha fazla zehirlemene izin vermeyeceğim” dedi belki de Nevzat neden gittiğini biliyor mu diye düşündüm açıkçası ama koca bir soru işareti tabii. Mektupları yakıp kardeşini korumaya çalışırken yakalandı Araz’a. Araz’a hepimizin kızdığı zamanlar oldu yalan yok ama hep bir şeyler eksik gibi gelirdi Araz’da öyle de oldu. Araz hâlâ annesinin onu terk ettiği yaşta kalan bir çocuk. Araz aslında iyi bir çocuk ve geçen hafta Sadi Hocasının söyledikleriyle de annesiyle yüzleşmeyi şu an her şeyden çok istiyor. Belki yüzleşmek belki de sıkıca sarılmak için ama bulamıyor annesini, ondan kalan son ize gitse de karşısında bir enkaz buldu. Araz onu büyüten ağabeyinin öfkesi ile hayata tutunduğundan onun gibi uzaktan bakıldığında bir arkadaş grubu var gibi ama aslında kimsesiz ve yapayalnız onu anlayan kimse yok. Araz’ın içindeki iyilik gün yüzüne çıkacak ama tutunacak sıkı bir dala ihtiyacı var. Yoksa bu yalnızlık onu iyice karanlığa hapsedebilir.

Şu an için iki düşman olarak gördüğümüz Araz ve Mert’in birbirlerine ne kadar benzediğini fark ettiniz mi? Mert de en az Araz kadar yalnız sayılır, bir ablası var ama çoğunlukla onu anlamıyor, sevgilisi var ama birbirlerini anlamıyorlar. Gizem ve Mert birbirlerine iyi gelecekler belki de zamanla ama şu an için ikisi de birbirini tam olarak anlamıyor. Gizem içinde bulunduğu hayat koşullarına göre davranıp hayata tutunmaya çabalıyor Mert ise bir canı kurtarmaya çalışırken olan hata yüzünden yaşanan durumun yükü altında hayata tekrar uyum sağlama çabasında. Bu durum sürekli karşısına çıkarak geleceğe dair umutlarını kırıyor belki de ama şu an için Gizem ve Mert iyi gelmekten çok birbirlerini yoruyorlar gibi görünüyor. Mert’in Araz’dan tek farkı ise onu gerçekten seven arkadaşlarının olması, bu büyük bir şans.

Şans… Herkes için farklı anlamlar taşısa da Sadi ve Songül için şüphesiz ki birbirleri en büyük şansları bunu son sahnede daha da hissettim. Songül’ün bombayı fark edince kendi için değil etrafındaki diğer insanlar için korkması, Sadi’nin duyduğu gibi fırlayarak karısına doğru yola çıkması, korkudan deliye de dönse Songül’ü korkutmamak için sakin kalıp onu sakinleştirmeye çalışması. Bölüm çok heyecanlı bir noktada biterken dikkatimi çeken iki şeyi söylemeden geçemeyeceğim. Sadi arabasını Songül’ün arabasının yanına onu kapatacak şekilde koyarak büyük ihtimalle bombanın etkisini kırmaya çalıştı ama bu da yetmedi kendisi de Songül’e sarıldığında kendisini siper etti. Sadi’nin kendi hayatını değil de karısının hayatını daha çok umursadığını çok net bir şekilde görmüş olduk. Sahnenin devamında neler olacak bende merakla bekliyorum.

Yazıma son vermeden önce değinmek istediğim ve teşekkür etmek istediğim bir konu var izninizle. Dizimizde her hafta bazen detaylarda bazen de açıkça Cumhuriyetimizin kurucusu Başöğretmen ve Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e değiniliyor olması benim çok hoşuma gidiyor ve itiraf etmeliyim ki gözlerimin dolduğu da bir gerçek. Bazen Sadi Hocanın çalışma masasında baş köşede görüyoruz Atamızı bazen Atatürk’ün geleceği emanet ettiği gençlerin, geleceği yetiştireceğini söylediği öğretmenlerine Başöğretmenin fotoğrafı hediye edilirken bu televizyonlarda izlemeyi özlediğimiz sahneler şüphesiz ki. Atatürk’ümüzü bu kadar özlediğimiz, Cumhuriyet’in değerini daha da kavradığımız bu dönemlerde bize böyle kalbe dokunan sahneler izleten çok sevgili Gelsin Hayat Bildiği Gibi ekibine teşekkürü bir borç bilirim. Yazımı Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüyle sonlandırmak isterim.

“Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır.”

Evim Sensin (Gelsin Hayat Bildiği Gibi,12.bölüm)

YAZAR: A. Ela ERDOĞDU

Olimpos’da kapattığımız gözlerimizi bu sefer Mısır’ın sıcak rüzgarlarında Nil Nehri’nin ferah sularının yanında açıyoruz. Altın gibi kumlarla çevrili Mısır’a hayat veren Nil ve o heybetli hükümdarları bizi karşılıyor. Mısır Mitleri ve Yunan Mitleri arasındaki en büyük fark, Mısır Mitlerinin dayanağının aşk değil güce dayalı olmasıdır. Mısır’da hiyerarşik bir Tanrı Miti vardır Yunanlarda ise Tanrıların Tanrısı Zeus’un bile korkup, çekindiği iki kişi vardır. Mısır Mitlerinde hemen hemen Zeus ile eş değer olarak anabileceğimiz ama bence ondan çok daha güçlü bir Tanrı vardır “Amun Ra” onun gücünün hududu yoktur. Aslına bakarsak “Amun” ve “Ra” iki farklı tanrıdır ama ikisi bir araya gelirler böylece sınırsız bir güç ve “Amun” dinini oluşturur. Buradan ne anlamamız gerekir diye düşünüyorsunuz şöyle açıklayayım. Ra bir savaş sırasında amcası tarafından gözünden yaralanır yara aldığı bu sol gözü daha sonra büyü ile tamamlanır. Evet meşhur “Ra’nın Gözü” nün hikayesi bu ama bizi ilgilendiren kısım burası değil sonrası hepimizin bildiği bu gözün diğer adı “Vicdanın gözü”dür ve yirmi dört saat açıktır. Bizim açık gözle bile göremediklerimizi görür, gözünü açtığında gündüzü kapattığında ise geceyi başlatır. Gündüz iken yeryüzünü gece iken yer altı dünyasını korur. Yani Amun Ra hem yer altının hem yer üstünün koruyucusudur. Şimdi tanıdık geldi değil mi tıpkı Sadi’nin gece gündüz ayırt etmeksizin canından çok sevdiği karısını koruduğu gibi. Sadi, Songül’ün şüphesiz ki Amun Ra’sı.

Sadi için adeta bir matruşka benzetmesi yapmıştım çünkü her hafta ruhundaki bir perdeyi kaldırarak onu daha çok görmemizi ve anlamamızı sağlıyor. Sadi, Derya’yı gördüğü günden beri içindeki tek duygunun “vicdan azabı” olduğunu söylemiştim bu haftaki terapi seansında da bunu bize net olarak verdiler. Sadi daha önce Derya’yı yarı yolda bıraktığı için duyduğu vicdan azabının belki de 3 mislini yaşıyor şu anda. Songül her fırsatta “Kocamın dürüstlüğünü çok seviyorum, sen bana yalan söylemezsin” dedikçe sakladığı sırrın altında küçücük kaldı, Sadi. O, zaten aldığı her nefeste bir vicdan azabı çekerken, ikinci şansını da bu diyetlri ödemek için kullanmaya karar vermişken kalbine yerleşen bir aşk onu tepetaklak etti. Şimdi hem ikinci şansını hem de dünyasının tam merkezine oturttuğu karısının güvenliğini sağlamalı yoksa ne ikinci şansın ne de bu hayatın yaşanılır tek bir anlamı yok. Hayat Sadi’ye öğretmenliğiyle o yoldan sapmış çocuklara yadım etme, Songül’le de yeniden sevme, sevilme şansını altın tepside sundu. Bir ikinci şans daha ne kadar güzel olabilir?

Sadi bu hayata sıfırdan başlasa da “Yedi Emin”i içinde saklamak zorunda kendi için değil gülüşüne aşık olduğu karısını korumak için. İçinde zincirlerle sarılı bir kutuda saklasa da Emin’i, Emin’in karanlığını yok etti. Uğurlu ceketini giyip Emin’e dönüşüyor ama karısını korumak için. Sadi aslında Emin’i saklasa da , o da onun bir parçası ancak o beyaz ve ak olarak gördüğü Sadi olarak çok mutlu. Emin ona içinde kaybolduğu, bedelini çok ağır ödediği hayatı hatırlatıyor. Ancak insan içiyle barışmadan, dışıyla nasıl barışabilir? Sadi’nin sürekli olarak kimlik çatışmasında olmasının sebebi Songül’ün de aslında Sadi’yi sevmesi diye düşünüyorum. Sürekli aksiyonlara da girseler, o karısıyla romantik akşam yemekleri yemeyi seven bir adam. Ancak bilmediğiyse Songül onu bir bütün olarak seviyor. Öğretmen halinden de , bu derileri çektiği halinden de memnun çünkü Sadi’nin ruhunu sevdi. İşte Sadi o ruhu sevmiyor, o karanlık yanı sayesinde Songül’ü aydınlıkta tuttukça, ona da alışacak bence, inanıyorum.

Sadi, her defasında herkese, kendine basit bir coğrafya öğretmeni olduğunu söylese de söz konusu karısı ve onun canı olduğu zaman o herkese gösterdiği uysal öğretmen pozundan çıkarak bir istihbaharatçıya, elinde ful otomatik silah olan insanlara bile  posta koyabiliyor. Bu adamlar Songül’ün Kırdarlara nasıl sızdığını sorgularken asıl oraya sızanın Sadi olduğundan bihaber muhatap olarak meslektaşlarını alırken birden sahneye Sadi çıktı. Hem Songül’ü korudu hem de aslında kendinde bir gözdağı da verdi. Dünyasının karısının etrafında döndüğünü, hayatının merkezinde olduğunu ve aslında gözü karalığını da onların peşine bu adamları takanlara vermiş oldu. Ki ben o kişinin başsavcı olduğuna adım kadar eminim. Payaslılar artık ayrılamaz. Songül’e, Yılan operasyonundakilere bunu anlattı Sadi. Peki ya Serdar müdür? Onunla hesabı çok başka, bunun siz de farkındasınız değil mi?

Sadi Payaslı öğretmen olarak karısıyla yaşadığı bu hayattan oldukça mutlu ancak Songül’ü kaybederse hayatını kaybedeceğini bildiğinden dolayı sürekli diken üstünde. Sadi bu güne kadar izlediğimiz erkek hegemonyasında ki erkeklerden değil karısıyla onun işiyle gurur duyan bir adam bu hafta gelin görün ki karısını çok mutlu eden bu terfi olayına sevinmedi, sevinemedi buna biz şaşırmasak da Songül baya şaşırmıştı çünkü bu zamana kadar Sadi her zaman onu desteklemişti. Sadi işindeki tehlikeden dolayı mutlu olmadığını belirtse de işin arka yüzü çok farklı elbette ki organize riskli ama karısının ne kadar iyi bir polis olduğuna defalarca şahit olan Sadi bu durum için içten içe endişelenirdi ama böyle bir tepki vermezdi. Peki o zaman Sadi neden bu kadar reaksiyon gösterdi? Cevap tek bir isimde :Serdar Müdür.

Sadi, Serdar’ı ilk gördüğü andan itibaren sevmedi. Öncesinde kıskandığını düşünsem de hayır, direkt adamdan haz etmiyor. Songül’e adamları duydun içeride köstebek var derken direkt Serdar’ı hedef gösterdi. Sadi adı gibi biliyor içerideki köstebek kim ancak şimdilik bunu kendi içinde tutmak zorunda çünkü Songül daha ailesinin öldürülmesi gerçeğini hazmedemedi. Bir de bunun yolunu babasının en güvendiği insanlardan birinin açmış olacağı düşüncesi, Songül’ü mahveder.

Serdar, her şeyin göbeğindeki isim. Her yol bir şekilde ona çıkıyor ve Sadi bundan net emin olmasa da hisleriyle de olsa şüpheleniyor. Bu sebeple de başsavcıyla çalışmaya başladı. Şimdi bu sahneden birçok anlam çıkabilir ancak esas çıkarılacak mesele şu : Sadece Kırdarlar değil, daha büyük bir şebeke söz konusu ve Sadi tüm bunların göbeğinde çünkü esas düşman dışarıda değil, içeride. Herkes bilir ki bir suç örgütü eğer içeriden destek almıyorsa çökmesi an meselesidir ama alıyorsa, işte o zaman işler karışır. Yılan operasyonu içeride ve dışarıda örgütün tamamını kapsıyor bence. Sadi bu işbirliğine girdi ama Songül’ün şimdilik haberi yok. Olursa ailesini öldürenlerin burnunun dibinde olması yüzünden hata yapar, hayatını riske atar. Şu anda böyle bir lüksleri olmadığı için Sadi bu oyuna tek dahil oldu. 7/24 tetikte bekliyor zira karısının saçından düşecek olan tek bir tel saç için dünyayı yakar. Kaldı ki Sadi için artık her şey pamuk ipliğine bağlı. Her şey birbirine girdi ve bu seferki durum Ankara’da adres vermesine benzemiyor. Koca bir operasyon, bir yanda Songül bir yanda emniyet, diğer yanda bu operasyon sayesinde düşmanları hayatta olduğunu öğrenebilir ama önemli değil. Songül’ün hayatı her şeyden önemli ve Sadi bunun için kendi dahil herkesi yakmaya hazır.

Sadi’nin Serdar ile ilgili şüpheleri, aşırı korumacı tavrı yüzünden diye düşünülebilir ama bence yersiz değil. Şimdi şu operasyonu bir hatırlayalım : Az kişiyle, keşif deniyor ancak örgüt muamelesi yapıldı. Tesadüfe bakın, Serdar’ın gönderdiği yerde Kırdar Lojistik en büyük rakipleri vardı. Sonrasında da destek ekip bir türlü gelemedi ki, Sadi başsavcı sayesinde Hızır gibi yetişti. Bu adam şimdi nasıl şüphelenmesin? Bence Sadi’nin ilk hedefinde bu müdür var, sadece doğru zamanı bekliyor.

Ortalık Bizans oyunları gibi bir sürü entrikalarla, sırlarla kaplıyken Songül durumun ciddiyetini de Kırdarlar’ın öyle basit bir şirket olmadığını daha da idrak etti. Şimdi buraya kadar her şey güzel ama Songül de tıpkı Sadi gibi geri duracak biri değil. Olaya hayatını tehlikeye atmak noktasından değil, işini yapmak, hedefine ulaşmak noktasından bakıyor. Bu sebeple de uzun zaman sonra Sadi ile ilk ciddi çatışmasını yaşadı. Bugüne kadar hep Sadi’nin Songül’ün zaafı olduğunu söylemiştim ama bu zayıflık kendinden ödün verme olarak karşımıza çıkmadı. Songül söz konusu kendi işi olduğunda, o çizgiyi çok net bir şekilde çizdi. Kocasına, fikirlerine saygı duymasına rağmen kendi hayatına müdahale ettirmedi. Evet belki Sadi’nin niyeti bu değildi ancak gün sonunda aynı koltukta, birlikte bir an yaşadıklarında bu evliliğin kavgaların sonrasında bile yan yana devam ettiğini görebiliyorum. İnsanlar her zaman anlaşmak zorunda değiller ama bazen belki de anlaşamadıkları hususunda anlaşmaları gerekir, siz ne dersiniz?

Sadi ve Songül artık ilişkilerinde farklı bir boyuta geçtiler. Evliliklerini, birbirlerini sarmaladılaer. Terapi sahnesinde çok güzel,çok nahif bir durum vardı. Fark ettiniz mi psikolog birbirlerinde sevdiği özellikleri ve sevmedikleri özellikleri söylediklerinde Songül’ün ona olan kıskançlığının hoşuna gittiğini, onu korumak için her şeyi yapacağını bildiğini söyledi, su sıçratmasını sevmediğini ama ona ev işlerini dayatmadığından duyduğu mutluluğu ama en önemlisi ise ona duyduğu güvenden bahsetti. Aslında ikisinin de evliliklerine bakış açısıydı. Sadi için evlilik her şeyini paylaştığı, fikirlerine saygı duyup gülüşüne aşık olduğu kadınla yaşadığı bir birliktelikken, Songül için kendisini düşünen, güvendiği ve hayatın içinde ona istemediği sorumluluklar yüklemeyen kocasıyla yaşadığı birliktelik olarak çıktı karşımıza. Sadi’nin maddelerinde sorun yok ama yukarıda da bahsettiğim gibi Songül için büyük bir kriz kapının eşiğinde: Derya. Sadi’nin belki de uzun zamandır sızlamayan vicdanı tekrardan sızladı o an Derya’yı ilk gördüğü anı hatırlaması da normal çünkü o zamandan beri Songül’den bir şeyler saklıyor. Sadi artık bu yükün altında ezilirken terapinin akşamında konuyu açmaya çalıştı ve bundan dolayı da ben bu durumu Songül’ün Sadi’den öğreneceğini düşünüyorum çünkü artık dayanamıyor Sadi, patlamak üzere. Hepimizin de bildiği üzere hiçbir sır sonsuza kadar sır kalmaz.

Sadi ve Songül’ün hayatında saatli bir bomba gibi duran Derya kendi hayatında da bir paradoksa sıkışmış durumda. Derya’ya kızdığım anlar oldu elbet ama bir kadın olarak anladığım anlar da oldu Emin’i çok iyi tanıyan biri olarak kendisinin Sadi’nin geçmişinde sadece bir vicdan azabı olarak kaldığının da oldukça farkında. Derya şu an umutsuz bir aşık konumunda ve bu durumdan nasıl çıkacağını açıkçası bende merak ediyorum. Diğer tarafta Mert artık bir “Emin” kişisinin varlığını öğrendi ve bu bir yerlerden işleri iyice karıştırmaya başlayacak gibi. Derya umutsuz bir aşık olsa da Sadi ile bir şey yaşayamayacağının da farkında yarım kaldık derken kastettiği de oğlu ve kendiydi başka anlamlar çıkarıp hemen tansiyonları yükseltmeyelim.

Mert ise bazı konularda tam olarak babasının oğlu mesela sevdiğine olan derin bağı ve güveni aynı babası. Arabada belgesel üzerinden yaptıkları konuşma sıradan bir sohbet değildi. Penguenlerle ilgili Mert’in söylediği üzerine “Bunu bir düşüneyim” demesinden şunu açıkça söyleyebilirim ki Sadi için Songül’den başka bir kadın tanımı yok aklına dahi gelemiyor, Mert’de aynı şekilde Gizem ne yaparsa yapsın direkt tavır takınmak yerine sorup asıl sorunu öğrenmeye çalışıyor. Mert’in Gizem’ e olan sevgisi öyle saf ve naif ki sadece yanında olması bile yetiyor ona ve şundan da eminim ki Mert tıpkı babası gibi Gizem’i hayatları boyunca her şeyde destekleyip, alkışlayacak bir çocuk.

Mert ve Gizem’in ilişkileri hiç kolay olmayacak Gizem’in dediği gibi onun annesi Mert’in ablası derken buna ek bir de Rıza eklenecek gibi. Neden mi böyle söylüyorum çünkü Gizem’in eve bir arkadaşının geldiğini duyduğunda verdiği tepki abartılıydı, tabii ki her insan o yokken evine gelen kim merak eder ama Gizem’in arkadaşı da onun gibi lise öğrencisi olacaktır. Gizem’in her gün okula bırakılmasını istemesi de fazla kontrolcülüğünden kaynaklanıyor. Elimde bir done olmadan konuşmak istemiyorum ama Rıza sanıldığı kadar masum çıkmayacak gibi belki de “Yılan” operasyonuyla ilişkilidir kim bilir?

Bu haftalık benden bu kadar haftaya yeniden görüşünceye kadar ışıkla kalın.

-Ayça Ela ERDOĞRU-

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ateş Hattında (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 11.bölüm)

Yazar: Şeyma BULUT 

Aşk ve savaş yıllarca yazarlar, şairler ve sanatçılar tarafından eserlerine konu edilmiştir. Genelde de aşıkları karşı karşıya modelize ederek anlatılır ama bazen, nadir de olsa iki aşığın sırt sırta mücadelesi de verilir.  Zeus ve Hera gibi dersek yanlış olmaz sanırım. Hera, Zeus’un her zor kararında, savaşında tüm ihtişamıyla onun arkasında duran bir tanrıçaydı. Hatta bazı özellikleriyle Zeus’tan çok daha güçlüydü. Zeus ise zaman zaman ters düştüğü karısının güvenliğini her şeyden üstün görürdü. Hephaistos, Hera’yı tutsak ettiğinde, Zeus onu geri alabilmek için bütün kurallarını çiğnemişti. Sadi ve Songül de tam olarak buradalar, şu anda. Hem iç dünyalarında hem de fiziki dünyada ateş hattının tam ortasında kaldılar ve sırt sırta vererek savaşmaktan başka çareleri yok. İkisi de zaman zaman kuralları çiğnerken Songül doğru yoldan çıkmadan hayatta kalmaya çalışırken, Sadi karısı için iki hayatın arasında mekik dokuyor.Onun için tek kural Songül’ün hayatta kalması oldu. Söz konusu karısının hayatı olduğunda Sadi için her şey önemini yitirdi. Yeni hayatının kurallarını dahi çöpe atarken, Songül de hayata hiç olmadığı kadar tutunmaya çalışıyor çünkü artık yalnız değil…

Geçtiğimiz haftalarda Sadi için artık önemli olanın yeni hayatı olduğunu, bu hayatın tam merkezine de Songül’ü aldığını söylemiştik. Okuldaki öğretmenlerin dediği gibi, onun sırtından artık büyük bir yük kalktı. Vicdanı rahat, yeni hayatında, sevdiği insanla mutlu bir hayat sürmek istiyor ama bu o kadar kolay olmayacak. Belki klişe bir düşünce olabilir ama mutluluğun bir bedeli vardır. O bedel ödenmeden, o sevgi sınanmadan hayat kimseye mutlu son yazmaz. Sadi de şu anda en kritik yerden sınanıyor : Songül! Onun hayatta kalması için neredeyse gece gündüz nöbette. Songül’e giden tüm tehlikeleri tek tek ortadan kaldırırken aslında Sadi’nin kendi hayatıyla ilgili çok da korkuları olmadığı anlaşıldı. Biliyosunuz Osman Baba, Sadi ilk tanık koruma programına girdiğinden buna Sadi’nin peşinde ve Sadi de bunu biliyor. Bir kere bile hamle yapmadı. Osman Kırdarlarla anlaşma masasına oturduğu anda Sadi için her şey önemini yitirdi diye düşünüyorum zira Songül’ün hayatı tehlikeye girdiğinden bu yana iki cinayet işlendi. Önce tetikçileri, sonra da ezeli düşmanını yok etti. Bunu da Songül için yaptı ve tek bir sebebi var : Sadi yeni hayatını Songül olmadan yaşamak istemiyor. O artık eski hayatında değil ancak Songül için gerekirse yeniden siyaha dönebileceğini de gösteriyor. Onun tek isteği Songül’ün iyi olması. Bunun için karısıyla arasındaki tüm engelleri kaldırırken, onu kendisinden alabilecek herkese karşı da korumaya çalışıyor ancak bu sandığı kadar kolay olmayacak zira Songül’ün etrafındaki düşmanlar sadece Sadi tarafında ya da suç dünyasından değil, emniyetin içinde bile var.

Kırdar Lojistik’in güçlü bir şirket olduğunu ve kollarının uzun olduğunu bir süredir biliyorduk ama emniyete kadar uzandıklarını bu hafta öğrendik. Bildiğiniz üzere Songül’ün babası kendi döneminin en iyi polislerinden biriydi ve onu alaşağı etmek için zannımca içeriden birileri kullanıldı. Zaten Nejat “İşimiz yine sana düşebilir” derken bence Metin meselesinden bahsediyordu. Benim de aklıma buradan Songül’ün babasının arkadaşı geldi şimdi ne yalan söyleyeyim. Bir insanı tuzağa düşürmenin en kolay yolu, en yakınından vurmaktır çünkü insan saldırıyı bir tek oradan beklemez. Zaten böylesine bir operasyonun izlerini ancak içeriden kapatabilirlerdi. Kaldı ki daha ilk andan Sadi’nin şüpheli bakışlarını ve Songül’ü onunla yalnız bırakmak istememesini düşünecek olursak bu kedi fare oyununun yeni başladığını düşünüyorum. Songül’ü tehlikeden uzak tutmak isteyen Sadi için de bu kolay değil zira karısı trafik polisi değil ve tehlike anında babasının kızı olarak gözünü kırpmadan kendini tehlikeye atabilecek, girdiği her kavgayı kazanacak güçte bir kadın ve Sadi’nin bu duruma alışmak gibi bir niyeti de yok.

Sadi ve Songül arasında ilk bölümden bu yana çatışma vardı ancak ilk kez Songül’ün işi yüzünden Sadi büyük problem yaşıyor. Bunun sebebi de eril ve gerici bir bakış açısı değil daha çok Songül’ün etrafında her gün daralan ölüm çemberi. Songül’ün örgüt üyeleriyle çatışmaya girmesi aslında Sadi’n de Songül’ü daha iyi tanımlamasına yol açtı. Songül tanıdığı diğer kadınlar gibi narin ve kırılgan biri değil aslında. Daha doğrusu söz konusu suçlular olduğunda, mesleğinin gereğini yapmak olduğunda Songül çelik gibi güçlü, kendine yetebilen bir kadın. Sadi bunu bilmiyor değildi ama onun peşinde olan insanların bu operasyonları kullanarak karısına zarar vereceğinin de farkında olduğundan çok endişeli. Sadi bence Songül’ün bu kadar kendine yeten biri olduğunun daha yeni ayırdına varıyor. Hatırlarsanız onu tren garında ararken “Narin” olarak tanımladı. Aslında Songül hiç narin biri değil ancak Sadi’ye karşı oldukça narin ve kırılgan birine dönüşüyor. Bu sebeple de Sadi oldukça şaşkındı bu hafta ama ondaki en keskin duygu neydi biliyor musunuz? Gururdu, Sadi bu hafta Songül’e hem daha çok hayran oldu hem de onunla gurur duydu. Songül alışmışın dışında bir kadın ve bence biz hala onu tam olarak tanımıyoruz.

Songül Acarerk Payaslı bu hafta bize hem duygusal hem de görsel anlamda bir resital sundu. Kocası onunla gurur duyarken ben de Songül ile ilgili bir çok ayrıntı yakaladım. Bir kadın olarak öncelikle ekranda böylesine kendine yetebilen birini izlemenin keyfi çok başka ve Devrim Özkan da her ayrıntısıyla hayran  olunacak bir karakter yaratmış. Bu hafta onun Songül’ü beni derinden etkiledi. Songül Payaslı tam da Sadi’nin tanımladığı gibi narin ama bir yanı da demir gibi çelikten bir kadın. Bu hafta onu iki kez operasyonda gördük ve ikisinde de şunu söyledim :Sadi olmasa da alnının akıyla çıkardı. Tam bir çetin ceviz. İki operasyonda da çok cesur olduğunu gördüm. Gözünü bile kırpmadı. Gereken neyse onu öyle güzel yaptı ki bence Sadi bile biraz şaşırmıştır. Peki teröristlerle, Kırdarların katilleriyle dövüşen Songül gerçekten de hiç bir şeyden korkmuyor mu? Elbette korkuyor. Şu anda Songül’de hayat bulan iki keskin korku var : Birincisi Sadi’ye kendisi yüzünden bir şey olması, diğeri de onu kaybetmek.

Songül’ün emniyetteki konuşması aslında bende birçok boşluğun dolmasını sağladı. Öncelikle Songül, işine aşk denen bir duyguyla yürekten bağlı bir kız. Sırf bu yüzden de işinin gereğini yaparken asla korkmuyor, ne gerekiyorsa onu yapıyor. Bu bazen sıcak temas denen çatışma da olabildiği gibi bazen de lendi peşine düşen katillerle yakın dövüşe girmek de olabilir. Songül’ün işini yaparken tek motivasyonu da babası Metin Acarerk. Zaten konuşması babasına adanmış baş yapıt gibiydi. Ona layık olmak istiyor. Babası doğru bildiği yoldan şaşmadığı için öldürüldü ve Songül de emin adımlarla onun arkasından yürüyor. Songül büyük ihtimalle bu sebeple bugüne kadar hayatına kimseyi almadı, işini yaparken ardında kimseyi bırakmak istemiyordu diye düşünüyorum. Düşünsenize Songül gibi ince ruhlu, düşünceli ve karşısındaki kalbiyle seven bir kadın aslında çok yalnız. Ödül törenine bile bir tek Sadi geldi. Metin Acarerk iyi bir polis olduğu için ardında gözü yaşlı bir kız çocuğu bıraktı. Büyük ihtimalle Songül de aynı şeyi yaşatmak istemediği için yalnızlığı seçti. İlk bölümlerdeki sertliğini hatırlayınca bu fotoğraf çok daha belirgin hale geliyor. Büyük ihtimalle Sadi’nin de kendisi için bu kadar önemli olacağını hiç düşünmemiş hatta ihtimal bile vermemiştir. Bir süre işimi yaparım sonra da yoluma giderim demiştir ama işte hayat biz planlar yaparken başımıza gelenlerdir. Songül bu adamdan ne zaman kurtulurum derken bir anda kendini mutlu bir yuvanın içinde buldu.

Sadi, Songül için “Atanamamış Al Capone” iken bir anda bir ödül töreninde “Hayatımdaki en önemli insan” konumuna yükseldi. Songül babasının katillerini ararken kimseye güvenmemeyi, yarım bırakmamak için de kendisini yalnızlığa mahkum bırakan biri. Ancak Sadi’nin varlığı ona unuttuğu duyguları hatırlatıyor. Yalnız olmadığını, artık onun da sırtını dayayabileceği bir insan olduğu gibi hisleri yeniden yaşadı. Büyük ihtimalle sadece ailesi varken yaşadığı bu durum, şimdi bir de Sadi ile hayata geçiyor. Artık yalnız olmadığını, hayatında ona değer veren, seven bir insan olduğunu bilerek yaşayan Songül için hayatta kalmak önemli hale geldi. Artık hayatın mutlu tarafında olabilmesi için Sadi gibi bir sebebi var ve o bu inanca tutulmuş gidiyor.

Songül için söylediklerim aslında bir bakıma Sadi için de geçerli. Sadi, Emin olduğu zamanlarda bu hayatın karanlık kısmını yaşıyordu. Bir kız çocuğunun hayattan koparılması üzerine tanık oldu, çeteleri çökertti ama yine de aşk dolu, ya da gerçekten aile olacağı bir hayata düşeceği herhalde aklına bile gelmezdi. Songül onun hayatına girdiğinden bu yana aslında ona karşı bazı duyguları hep besledi, bir tarafıyla da ona tutundu diye düşünüyorum. Kendi deyimiyle “Onun dürüstlüğüne, iyiliğine” vurulmuştu ama bence kendini layık görmüyordu. Kendini çöplükte tanımlayan, Songül’ü de beyaz, narin olarak yorumlayan biri olarak sevilmeyi düşünmemişti bile belki de ama o küçük kız çocuğu ona sadece karanlıktan çıkma yolunu değil, belki de uzun zamandır yaşayamadığı sorgusuzca sevilme, olduğu gibi kabul edilme duygusunu da yeniden kazandırdı. Songül Sadi’yi tüm geçmişiyle kabul etti ki elektrik faturaları yüzünden karısı ona kahraman dediğinde, “Her kahramanın gönlünde başka bir kahraman yatar” diyerek aslında içinde bulunduğu durumu net olarak söyledi. Sadi Songül’e aşık oldu ve eskiden bunu sadece gösterirken artık diliyle de söylemeye başladı. O, karısıyla gurur duyan ama bunu yaparken de onu için her an endişelenen, yine de eşim dediği insanla hayaller kuran birine dönüştü. Onları hep Zeus ve Hera’ya benzetiyoruz ya aslında gerçekten öyleler. Onlar da her koşulda birbirlerine destek olan, asla yalnız bırakmayan, sırt sırta vererek savaşan bir çiftti. Songül ve Sadi de öyle. Günün yarısını didişerek geçirseler de ikisi de artık birbirlerini sevdiklerinin, birlikte olduklarının farkındalar diye düşünüyorum ve Songül’ün Sadi’nin geçmişinin bilmediği kısmına olan merakını da gün geçtikçe artmasına sebep oluyor. Sadi için çok tehlikeli olan bu sulara o girmek istemese de Songül için bir süre sonra en önemli mesele haline gelebilir, benden söylemesi.

Şimdi bir kadın olarak Songül’ün Sadi ile ilgili iki tane sıkıntısını görüyorum. İlkini dans ettikleri sahnede yakalamıştım : Sen kendine kız arkadaş mı yaptın? demişti. Burada aslında hayatında kendisinden başka biri var mı sorgusuyla birlikte, Sadi’nin kendisine olan durumunu da anlamaya çalışıyordu. Ancak bu hafta oynadıkları oyunu düşününce bu durumun Songül için hiç de basit olmadığını düşündüm. Songül bu hafta Sadi karşısında oldukça cesur ama içten içe de oldukça korkak bir tavrı vardı. Songül bence tüm bu oyunu iki soru sorabilmek için oynadı ve bir nebze de aradığı iki cevaptan birine ulaştı. Songül’ün Sadi’nin suç geçmişini bildiğini, birini öldürdüğünü bilmediğini düşünmüyorum ki daha iki gün önce tetikçiyi çatıdan sallandırdı bu adam. Tüm bu oyunun Sadi’nin ilk aşkını öğrenmek ve kendisine karşı olan duygularından emin olmak için oynadı. Sadi’nin ilk sevgilisini sorduğunda, cevap alamayınca biraz kırılsa da rujla daha önce kocasını taklit ederek sorduğu soruya “Ruj sürmeye değer biri olmadı” cevabını aldı. Tabi Sadi akıllı biri, eski sevgili sorusunun ardından bu cevabı vererek hem Songül’e “Sadece sen varsın” cevabını vermiş oldu hem de onunla olduğu sürece doğru ve cesaretli olarak adım atabileceğini gösterdi. Sadi ve Songül ilişkisinin kırılma anlarından biriydi bence o an, belki Yaver sayesinde istedikleri olmadı ama duygusal anlamda artık arada bir duvar kalmadı. Songül mektubunda yazdığı duygularını artık saklamadığını, Sadi de hayatındaki tek kadının Songül olduğunu göstermiş oldu. Her ne kadar birbirlerine böylesine güven duyan ve güvenen iki kişiye dönüşseler de maalesef Derya sırrı ilişkilerinin üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor ve burada Songül’ün koyu kırmızı öfkesinden sadece Sadi değil, Derya da nasibini alacak gibi hissediyorum.

Derya ve Meltem’in oynadığı küçük oyun Songül’ü fazlasıyla rahatsız etti. Evet bunu sözle söylemedi belki ama gözleriyle belli etti diye düşünüyorum. Songül çok dürüst ve yalan söylemeyen biri. Ailesinin ölümü hususunda bile arkadan dolanmayıp, çatır çatır Sadi ile yüzleşmişti. Bu müdürle yemek meselesinde Meltem ve Derya’nın oynadığı oyun sayesinde, Derya’nın kendisine rahatlıkla yalan söyleyebileceğini anlamış oldu. Bu arada ben Derya’yı anlıyorum. Aşırı saçma bir olayın içerisinde ve bir türlü kendini kurtaramıyor. Mert’i saklaması lazım ama bu her geçen gün zorlaşırken, Sadi ile olan geçmişi kendisiyle birlikte herkesi bir çıkmaza sürükleyebilecek vaziyette. Bu geçmişin sırları ortaya döküldüğünde hem Derya hem Songül, hem Sadi ve hatta Mert bile kendisini bir kaosun içerisinde bulacak ve tüm bu olanların arasında Derya’nın oğlunu koruma iç güdüsü olduğunu düşünecek olursak, kıyamet kopmak üzere diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Sadi, Songül ve Derya arasındaki saatli bomba geriye sayadursun, Karabayır Lisesi’nde de hareketli günler yaşanıyor. Can’ın babasının meselesinden sonra iki grup arasında ipler iyice gerildi. Ozan’ın açığa çıkmasının ardından, gelincikler de karşı tarafın muhbirini patlattı ve maçta durum eşitlendi. Şimdi iki taraf da büyük bir kavganın eşiğinde diye düşünüyorum. Bir yanda aynı kıza aşık Araz ve Mert, diğer yanda Araz’ı seven Sevda, iki grubun okuldaki varlık mücadelesi derken birbirlerini anlamaları uzun sürecek diye düşünüyorum. Özellikle de Araz ve Mert arasındaki sular durulmadığı sürece, iki grubun bir araya gelmesinin tek yolunun Sadi’den geçeceğini düşünüyorum. Gelinciklerin hayran, kelebeklerin de korkuyla karışık saygı duydukları öğretmenleri onları ince ince işleyerek bir araya getirebilir yoksa bu kavga daha çoook can yakar.

Araz demişken… Onu biraz grubundan bağımsız düşünmek lazım bence. Daha önceki yazılarımızda Araz’ın derin bir öyküsü olduğunu düşündüğümüzü defalarca kez söylemiştik. Ben bu duruma üç yerde uyandım :Birincisi Araz’ın lahmacununu Sadi’ye uzattığı sahne, diğeri Sevda’nın saçlarına boncuk takması ve Gizem’i incitmeden, çok güzel sevmesi. Araz sevdiği, değer verdiği insanlara hep güler yüzünü, iyi tarafını gösteriyor. Özellikle de Gizem’e karşı kendince bir sevgisi var. Kendince diyorum çünkü Araz’ın sevgi adına bildiği pek bir şey yok. Annesi gittikten sonra deliren bir baba ve tek bildiği kavga olan bir abiyle baş başa kalmış,Araz. Ve babası sevgisiyle aklını kaçırmışken, o hala sevmekten korkmuyor. Halbuki etrafında aşkın delirttiği babası gibi bir örnek varken Araz’ın hala sevmekten korkmaması onun için hala umudun olduğunu göstermiyor mu sizce de?

Araz aslında baksa Sadi’nin kendisine olabilecek en iyi örnek olduğunu görebilir. Sadi onca yıllık karanlığın ardından buldu Songül’ü ve onların savaşı daha yeni başlıyor. Bu hafta şoke eden bir finalle diziye veda ederken, profesyoneller tarafından yolları kesilen Sadi ve Songül’ün oradan nasıl kurtulacağı benim için merak konusu. Aslında ben önce acaba Nejat’ın telefonda konuştuğu emniyetçi mi bir şey yaptı diye düşündüm ama Sadi’nin bundan haberi olurdu. Sadi emniyette de birini gördü, sonra garsona olmadık bir adres verdi ve gün sonunda yolları kesildi. Songül’ü de karşılık vermemesi hususunda durdurdu. Yazının başında Sadi’nin Songül’ü güvende tutmak için her şeyi yapacağını söylemiştim. Osman’ı devreden çıkarması, Kırdarların içine adam sokması derken açıkçası Kırdar Lojistiği de aradan çıkarmak için daha üst düzey bir oyun oynadığını düşünüyorum. Ben hala onun istihbaratçı olmadığını aksine suç dünyasından olup, zaman zaman işbirliği yapan biri olduğunu düşünüyorum. Sadi bu haliyle bizden biri, tüm doğallıyla hayatımızda çok güzel bir yere sahip oldu ama istihbarat başka bir konu olduğu için pek ihtimal vermiyorum ama bakalım senaristlerimiz hikayelerini nasıl açacaklar? Bekleyip, görelim.

Yazımı bitirmeden bahsetmek istediğim iki sahne var : Birincisi Sadi ve Nevzat arasında geçen sahneydi. Sadi’nin, Nevzat’a kadınlara, öğretmenlere, sağlık çalışanlarına saygı duyması gerektiğini anlatırken bir an gözlerim doldu. Bizler savunmasız olduğumuz için değil, bu hayatın içerisinde mücadele verirken, fiziksel olarak güçlü insanların bunu kullanarak bizleri, sağlık çalışanlarını, öğretmenleri hırpalamaması, saygı duyması gerektiğinin altı çok güzel çizildi. Bu arada Nevzat’ın da artık Sadi’ye saygı duymasıyla değişmeye başlayacağını hisseder gibi oldum ama çok da emin değilim.

İkinci sahneyse Yeliz hocamın, müdürle yaptığı konuşmaydı. Kardelen ibaresi bizim dilimize Türkan Saylan ile girdi. İki haftadır onun anılması benim çok hoşuma gidiyor. Bu ülkede Yeliz gibi, Sadi gibi öğretmenler var ama müdür gibi, öğretmenler odasındaki umursamaz, öğretmenliği müfredatı anlatmak sananlar da var. Gelsin Hayat Bildiği Gibi bize aslında eğitimcinin nasıl olması gerektiğini çok güzel gösteriyor. Bazılarının olmak istemediği, emeklilik hayalleri kurup gitmek istediği yer, Anadolunun ücra köşesine yaşayan bir kız çocuğunun en büyük hayali olabiliyor. Yeliz hocanın müdüre haddini bildirmesi de, kardelenlerin yalnız olmadığını göstermesi de çok özeldi. O zaman gelmesin mi Yeliz ve Sadi’den bir kardelen operasyonu?

Bu haftalık da benden bu kadar. Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Hoş Geldin Oyun Arkadaşım (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 10.bölüm)

YAZAR : A. Ela ERDOĞDU

“Bir varmış bir yokmuş” diye başlayan masalları hepimiz ya duyduk ya da okuduk büyürken. O yaşlar da okurken çok dikkatimizi çekmese de büyüdükçe aşık olduğumuz o prenslerin aslında o kadar harika olmadığını yerinde olmak istediğimiz o prenseslerin de o kadar da hayran olunası olmadığını fark ettiğimiz anlar baya yıkıcı oluyor.

Her kız çocuğu küçükken okuduğu o prenseslere özenip prenses olmak, erkek çocukları ise yakışıklı prens olmak ister masallar baştan ayağı gizli mesajlarla doludur. Ağaç yaşken eğilir felsefesiyle bazı şeyleri bilinçlere yavaş yavaş empoze etmenin en güzel örneğidir masallar. Devir değişti artık masalları dinleyen kız çocukları kendi başlarına hiçbir şey yapamayan prensesleri kabul etmiyor, erkek çocukları da tek amaçlarının prensesi kurtarıp onu korumak olduğu tüm yükü tek başlarına sırtlanmaya hayır diyorlar. Hayatı birlikte el ele eşitçe inşa etmeleri gerektiğinin farkındalar.

Bunu neden anlattığıma gelecek olursak Gelsin Hayat Bildiği Gibi bir nevi tüm klasik masallarda ki dayatılan fikir ve figürlere karşı çıkıyor. Öncelikle hepimiz şunda bir anlaşalım arkadaşlar Sadi Payaslı bizim yaz dizilerinde izlediğimiz “beyaz atlı prenslerden” değil açık açık büyük afili laflarla aşk ilanını bu kadar erken bir zaman da beklemeyin. Bazen söylemekten çok daha önemlisi vardır, hissettirmek. Sadi bu konu da çığır aştı Songül’ün şaka yoluyla bile söylediği bir cümle onun için emir konumunda. Sadi için daha önce arafta demiştim ya hani Sadi o araftan çıktı ancak henüz cennete ulaşamadı ve o cennete kavuşmak o kadar da kolay olmayacak.Sadi helalleşip eski defteri kapatmış olsa da bu geçmişin altında ezilmeye devam ediyor. Bu ezilmenin yanında bir de kendi karanlık geçmişi yüzünden kendini Songül’e layık görememe durumu söz konusu bunların hepsi bir araya gelince de bocalıyor çünkü hayatında büyük ihtimalle böyle mengene de sıkışıp kaldı. Birçoğunuzun ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum “Songül mektupla duygularını belli ederken Sadi neden atak yapmıyor?” Ben size hemen açıklayayım çünkü endişeli ve korkuyor. Mektuptan sonra yapacağı her bir davranışın Songül’ün üstünde herhangi bir baskı hissetmesini sağlar, incinir ve üzülür diye korkuyor bu yüzden akışa bırakalım dedi adam, baskı altında hissetmesin diye yoksa Sadi için şu an Songül’ü manipüle etmek çok kolay ama bunu yapmıyor.

Sadi için bu hafta tüm her şeyin değişmeye başladığını gördüm. Düğün alanında tetikçiyi fark ettiği andan itibaren artık her şey değişti. Sadi o çatıya çıktığında sonunda mutlaka birinin zarar göreceği bir mücadeleye girdiğini fark etti mi bilmiyorum ama artık Sadi için öncelikler tamamen değişti. Düğünde “Onlar bizi tanımıyor” Capella’da sizlerle rahatına etmişti ama bir anda ortaya çıkan tetikçi tüm dengeleri ve de Sadi’nin dengesini hiç olmayacak şekilde bozdu. Zira artık ikinci şansım dediği kadının hayatı büyük risk altındaydı. Sadi onu korumak, bunu yaparken de Songül’ü tedirgin etmemesi gerekiyordu ama bu hiç kolay olmadı.

Geçen haftadan bu yana Sadi de yaşanan büyük çaplı değişimin farkında mısınız? Geçen hafta gayet yakın davranan, şakalar yapan adam bu bölüm diken üstündeydi şahsen ben bunu hissettim. Sadi şu an çok gergin ve tetikte bunu nereden çıkardığımı da açıklayayım hemen bu adam geceleri uyumadı arkadaşlar. Ertesi gün işe gidecek ama gözünü bile kırpmadı Songül’ün başında bekledi uyurken, sürekli kontrol etti bu adam bir şeyler öğrendi ama Songül’e belli etmemeye çalışıyor.

Sadi düğünden eve geldiğinde artık tamamen atakta bir adama dönüştü. Songül’e birilerini öldürdüğünü söylerken aslında  çok net bir durumu da fark ettim : Sadi için sevdikleri söz konusu olduğunda ne tanık koruma programı ne de başka bir şeyin önemi kalmadı. Kırdar Lojistik sahneye çıktı ve artık Sadi için korunması gereken kişi karısı, koruyan da kendisi oldu.

Bir şey çok kafamı kuecaladı : Sadi’nin hiç uyumamasına rağmen bundan etkilenmeden hayatına rutin devam edebilmesi de bir enteresan bence hiçbir uykusuzluk belirtisi göstermedi bu da önceki zamanlarda şüphelendiğim “bordo bereli” ve “özel harekatçı” olma sorularını aklımda döndürmüyor değil? Elimde net bir veri olmadığı için soru işareti ile bırakıyorum bu konuyu.

Sadi’nin birkaç repliği dikkatimi çekti bu bölümde Songül “neredeydin” , “nereden” dediğinde hep “Yaverle kahve içtik” falan dedi ama biz bu zamana kadar bu tür sahneleri hep izledik ama bölüm laftaydı bundan mütevellit ben Sadi ve Yaver’in gizli bir işler çevirdiğini daha doğrusu bir araştırma içinde olduğunu düşünüyorum ki Sadi’de bundan sebep bu kadar tetikte ve uyumadan nöbet tutuyor. Kırdar Lojistik durumuna ek bir de nur topu gibi bir Osman Babamız var elimizde ve bu adamı da hafife almayalım derim başımızı çok ağrıtacak. Hâl böyle olunca Sadi Songül zarar görmesin diye onunla sorunlar çözülene kadar arasına mesafe koymak istiyor ama bunu başaramıyor da, kalbe kim söz geçirebilmiş ama değil mi? Songül’ü korumaya uğraşırken kıskanmaya da devam ediyor Payaslı. Hepimiz o fotoğraf sahnesinde gülerken çok küçük bir an oldu ve Sadi “Ben bu fotoğrafı yaptırırken iş yerine gittiğinde özledikçe bakarsın” diye yaptırdım dedi. Bu resim yeni yaptırılmadı demek ki yani Sadi bence çok çok öncesinde vuruldu güzel gülüşlü komiserimize. Songül’ü endişelendiren Sadi’nin bu ikinci şansını onu korumaya çalışırken yakması ama şöyle bir durum var ki Sadi ne Derya ne başkası için bırakmadığı o hayatı küçük bir kız çocuğu için bırakmıştı ve bu hayata başlamıştı ama şimdi başka bir kız çocuğu için bu hayata devam etmek istiyor, Songül için…

Yedi Emin ve Sadi Payaslı matruşka misali iç içeler ve Sadi’nin içindeki Emin kutusundan sadece Songül için çıkıyor. Bu zamana kadar kendi için asla Yedi Emin olmazken her seferinde Songül için Yedi Emin oldu. Sadi’nin uğurlu ceketi, altın saat ve altın kolyesi yok bunlar Emin’e ait ve bu tarz ufak detaylarla onların iç içe olduğunu bize gösteriyorlar. Sadi daha önce “Dokuz canım olsa, dokuzunu da senin için veririm!” demişti. Aslında bu bariz bir ilandı ama canını verecek adam Songül için can da alır. Yalnız burada Songül’ün bir zamanlar çok başarılı bir polis olduğunu da göz ardı ediyor çünkü sahip olduğu hayatın yarısını kaplayan kadınını kaybetmek hiç istemiyor. Bu nedenle henüz tam olarak o duruma gelmediyse bile lüzum görürse Sadi derhal yeniden Emin olur. Sadi için çarşı Pazar karışıkken Songül’de biraz durulmuş gibi sular.

Songül için güven sorunları olan küçük bir kız gizli demiştik ama Songül artık tamamen teslim ve sonuna kadar güveniyor. Eskiden odasının kapısı kapalı uyuyan Songül artık kapısı açık uyuyor, evin salonunda uyuyabiliyor. Güven problemini aştı ama içindeki kaybetme korkusu her geçen gün daha da artarak duruyor, fazlaca benimsedi kocasını. Aslında daha da ilerisinde Sadi bir zaaf halini almaya başladı. Songül, onun her dediğine inanıyor, istediği bir çok şeyi yüzüne karşı olmasa bile harfiyen uyguluyor. Yüzüğünü bile asla çıkarmıyor hatta fotoğrafı ile bile didişiyor kocasının daha ne. Dışarıdan gayet ağır başlı ve ciddi olsa da Sadi’nin yanında küçük bir kız çocuğu oluveriyor bilmem farkında mısınız ama Yaver ile lunaparka gitti diye trip attı. Songül özüne dönüyor onunlayken ve artık Sadi olmadan hayatının tüm renklerini kaybedeceğinin farkında.

Songül bu denli güzel bir hayat yaşarken arkasında tüm bencilliği ve kıskançlığıyla ona arkadaşı gibi davranan Derya’dan habersiz. Ben bir kadın olarak Derya’nın kırgınlığını, öfkesini anlayabiliyorum ama anlamadığım bir nokta var. Evli olduğunu ve umurunda bile olmadığını söylediği eski sevgilisini göreceğini bildiği için okula giderken süslenip de gidiyor işin daha tuhaf tarafı hakkını helal edip, affettiğini söylediği adama laf sokuyor. Ben öfkesini anlıyorum ama affettiğim hatta umurumda olmadığını söylediğim insana laf sokmam bu biraz abes. Artık açıkça da söylüyorum ki Derya ve Emin arasında dillere destan bir aşk yaşandığını da sanmıyorum, neden mi? Varan bir, Emin terk ettiğinde en kötü ihtimalle 26-27 yaşında yani oldukça olgun bir yaşta. Bu yaşta Emin gibi güçlü bir mafyanın sevdiği kadını korumak için terk etmesi tuhaf sorun tehlikeyse tehlike şu an da var ama Songül’ü terk etmiyor aksine daha da yanında olma çabası içerisinde. Varan iki, Derya “Biz büyük bir aşk yaşadık” dediğinde Sadi bunu onaylamadı “Evet yaşadık ama bitti” demedi ağzını bile açmadı bunlardan dolayı inanmıyorum. Yaşandı bitti artık Derya günümüzde yaşamaya başlasa iyi eder zira geçmişe sıkışıp kalmış durumda.

Derya meselesi sadece bu aşamada değil, ilerleyen aşamada da büyük sorun teşkil edebilecek biri. Songül ikisinin geçmişini öğrendiğinde neler yapacak, nasıl bir tepki verecek insanın tahayyül edemiyorum. Derya için aile kurmasını isteyecek kadar samimi duygular besleyen Songül için gerçekler çok ağır gelecek diye düşünüyorum. Songül şu anda bir bulutun içinde, mutlu yaşıyor. Eşiyle eğlenen, gezen, tozan ve bir mücadeleyi birlikte veren Songül için o balon patlayınca ne olacak? Lunaparktaki mutluluğunu hatırlayın. İlk kez birine güvenerek başını omzuna dayayan, ailesi olan kadın olan Songül için sırlar yıkıma sebep olur. Hele de hayatında ailesinden sonra belki de ilk kez birine dayanan bir kadın için Derya gerçeği deprem etkisi yaratır, benden söylemesi.

Sadi, Songül ve Derya’yı geride bırakırken değinmek istediğim hususlar var. Maalesef ki toplumuz dizilerin oldukça fazla etkisinde kalırken dizide çok fazla iyi anlamda rol model alınacak karakterler varken bir de toplumun kanayan yarası olan karakterler var. Sizi bilmem ama dizide ki çoğu aile “toksik” olarak nitelendirdiğimiz türden. Can’ın annesi ve babasını tenzih ederek söylüyorum çünkü Emin’in bir konuşmasıyla Can’ın babası bir şeyleri farkında vardı ve evladına kol kanat germeye başladı. Bu bir öğretmeni mutlu edebilecek şey emin olabilirsiniz. Ama izlerken bana tırnak yedirten Gizem’in annesi Türkan… Allah’ım çocukları böyle annelerden korusun zira en büyük zararı onlar veriyorlar çocuklarına. Sırf zengin biriyle evlensin diye kızını kendinden yaşça büyük biriyle evlendirme hayalleri kurmak ne demek? Biz yıllardı bu topraklarda “başlık parası” ile küçücük yaşta evlendirilen çocuk gelin olaylarıyla uğraşırken Türkan’ın düşünceleri bence tamamen modern başlık parası değerinde. Bir diğer sinirimi bozan hali ise meslek grupları hakkında konuşma stiliydi. Ben, kendim ve diğer meslektaşlarım adına buradan Türkan Hanıma şunu söylemek isterim: “ Bizim bir çocuğu kurtarmak için illa atanmamıza gerek yok hanımefendi bir öğretmen olarak çocuklarını sizin gibi ziyan etmeye çalışan herkesten kurtarır, koruruz siz merak etmeyin.”

Hz. Ali “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” derken kesinlikle Sadi hoca gibi öğretmen arkadaşlarımı kastediyordu. Birçok kişiye basit gelse de Sadi hocanın “Gelincik team” ve “Kelebek team”i birlikte araba yapmaya götürmesi çok özel bir hareketti. Hayatın anlamı her şeyin aynı olmasıyla çıkmaz. Siyah ve beyaz taban tabana zıttır ama birbirlerine de en çok onlar yakışır. Birlikte yaptıkları bu araba bu iki zıt kutbu birbirine yaklaştıracak ilk taştır belki bilemeyiz. Araba yaparken yemek molası verdiğinizde çok ince detaylar vardı, Sadi konuşurken Can’ın Bora’dan ayranı istemesi, Bora’nın vermesi, Can’ın teşekkür etmesi, birlikte aynı masada yemek yemeleri, Zülfikar’ın sesiyle bir şeyler düşünmeleri bunlar çok özel ve değerli şeyler. Çapta küçük ama etkisi büyük.

Yazımı bitirmeden önce bahsetmek istediğim iki durum var : İlki artık birleşen düşmanlar diğeri de naçizane eleştirim olacak.

Gelsin Hayat Bildiği Gibi’de artık yeni bir döneme giriyoruz. Sadi ve Songül’ün düşmanları el sıkıştılar ve büyük bir savaşın ayak sesleri gelmeye başladı. Bir yanda Kırdar Lojistik diğer yanda Osman Baba varken Sadi nasıl olacak da dengede kalabilecek bilmiyorum ama büyük bir hesaplaşma kapıda gibi hissediyorum. Ancak bu beni çok heyecanlandırdı. Aksiyonun zirveye çıkacağı özel bir dönemi yaşayacağız sanırım. Bekliyoruz.

Diğer hususta dizideki montaj ve kurgu hataları. Özellikle Yaver, Songül ve Sadi’nin şakalaşma sahnesinde “Dün lunaparkta eğlendik ya” repliğinin ardından sahnenin gelmesi büyük talihsizlik oldu. Sekanslar arasındaki geçişlerde ciddi kopmalar var ve bunun düzeltilmesi gerekiyor diye düşünüyoruz. Çok sevdiğimiz dizimizin daha iyi olması için naçizane bir eleştiri yapmak istedik.

Bu haftalık da bizden bu kadar. Sürç-i lisan ettiysek affola, her şey çok sevdiğimiz dizimiz için aslında, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Çok zor bir işin altından Yaver, Songül ve Sadi gibi müthiş bir şekilde kalkıyorlar. Haftaya görüşmek üzere….

 

Zaman Kapsülü (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 6.bölüm)

YAZAR : A. Ela ERDOĞDU

Dünya dönmeye başladığı andan itibaren kendisiyle birlikte içinde yaşayan her bir canlı da bir maceranın içinde buldu kendini. İlk önceliği hayatta kalabilmekti her bir canlının bu duygu üstüne kuruldu her bir istek, arzu, hırs. Freud’u hepimiz biliyoruz modern psikolojinin kurucusu ve o insan beynini id- ego-süperego olarak ele alır. Tabii ki sizlere bu terimleri tek tek anlatmayacağım değinmek istediğim nokta başka.İnsanın baş kaldırısı kendi içinde başlar anlayacağınız kendi içindeki bu savaşı en üst düzeyde kontrol altına almayı başaran kişi sonra hayat ile olan sınavına yönelir. Duyguların sesini kısar aklın sesini ise açar. Tekrar o soru gelir akıllarımıza “kalp mi” yoksa “mantık mı” bu soruya cevap vermek oldukça zor çünkü bu sorunun cevabı yaşadığımız hayatlar tarafından ilmek ilmek örülür. Sizleri bilemem ama ben mantığı her zaman ağır basanlardanım kalbimin sesine pek güvenmem her şeyin bir sebebi olması gerektiğini ve bir amaca hizmet etmesi gerektiğini düşünürüm duygularımın yönetimi tamamen ele almasına izin vermemeye çalışırım tıpkı Sadi gibi ama ikimizde bunu ne derecede başarabiliyoruz bilmiyorum.

Sadi’nin “Yedi Emin” olduğu zamanlarda duygularını hiçe sayan bir insan olduğunu düşünüyorum tamamen akıl yoluyla yürüyordu bu hayatta çünkü içinde bulunduğu o dünya da mantığını kaybetmen demek hayatını kaybetmek demek olabilir. Bundan mütevellit Emin kalbini bir sandığa kitleyip anahtarı da gömmüştü. Anahtarın yerini kendi bile unutmuştu Derya ile bu Sandık çok hafif aralansa da kilidi kırılamamıştı ta ki Emin, Emin olmayı bırakıp Songül ile karşılaşana kadar. Emin ve Sadi arasında sıkışan bu adamı Songül tek hareketle bugünde tutmayı başaran tek insan olduğu için Sadi olarak duygularını biraz daha önemseyen, onları dinleyen bir adama dönüştü.

Songül, Sadi’nin kalbini gömdüğü o sandığı da anahtarı da buldu ve çoktan açtı o kilidi Sadi’de bunun farkında. Farkında olmasının yanı sıra aynı zamanda da tamamıyla bir kabulleniş de söz konusu, artık hissettiği duygularını tamamen kabul etti. MEB’den Sadi Payaslı, Songül’e büyük ve özel bir sevgiyle bağlı bu sevginin de kapladığı alan her geçen gün artıyor. Songül onun yeni hayatının can damarı ve oradan yiyeceği bir darbede tüm hayatı başına yıkılır. Bundan sebep kendini tam olarak bırakması da söz konusu değil. Sadi şu anda mantık ve duyguları arasındaki o ince bağı koparamaz zira geçmiş hayatı bugünü hala tehdit etmeye devam ediyor. Ancak onun korktuğu tek kişi Derya. Onun bugünü tehdit etmesi Sadi’nin canını fazlasıyla sıktı ve bir süre daha bu durumun değişmeyeceğini düşünüyorum. Sadi, bir kadının daha kendisi yüzünden yara almasına tahammül edemez. Hele de bu kadın onu mazisinin karanlık odalarından elindeki ışıkla çıkarmışken, bunu asla yapamaz. Sadi Payaslı karısıyla aydınlıkta kalmak istiyor ama başarabilecek mi?

Sadi’nin geçmişi ve bugünü arasında sıkıştığını, bir arafta olduğunu söylemiştim ya Sadi o arafı geçti, vicdanını büyük ölçüde susturdu. Sadi’nin geçmişi bir kapsülün içinde saklı ama bu öyle hassas bir kapsül ki yere düşerse dağılacak ve her şey ortaya çıkacak. Sadi bunu istemiyor, kurduğu bu yeni hayatı da, Songül ile olan bu durumunu da kaybetmek istemiyor ama Derya bu kapsülü patlatabilecek bir konumda şu an. Şunda anlaşalım ki Sadi, Derya ile yüzleşmekten korkmuyor gayet de güzel yüzleşir onun korkusu bu sevdiği hayatı daha da önemlisi Songül’ü kaybetmek. Derya’dan kaçmak istese başka bir mahalleye taşınalım demezdi, başka bir ile taşınalım derdi. Onun tek derdi sadece bu yeni hayatını korumak değil Songül-Derya yakınlaşmasını önlemek çünkü bu durum saatli bir bomba ve elbet bir gün patlayacak. Patladığında Songül’ün en az hasarla kurtulmasını istiyor çünkü kıyamıyor. Derya’ya karşı hiçbir duygusu olmadığını Mert’e karşı olan tavırlarından da anlayabilirsiniz. Onun kardeşi olduğunu bile bile mutlu bir evlilik hayatı, karısına aşık bir koca imajı çizmekten çekinmedi eğer bir his olsaydı böyle davranmazdı çünkü Mert’in o evde gördüklerini bir şekilde Derya’nın öğreneceğini tahmin edebiliyordu ve bu konuda hiçbir sakıncası görmüyor. Bu hayatında oldukça mutlu ama üç kişi gizli şu an Sadi’nin içinde. Emin’in yaptıklarının vicdan azabını çeken Sadi, karısını kaybetmekten korkan bir Sadi ve merhametli, babacan Sadi.

Sadi’nin bu hafta Gizem için yaptıkları bence çok ama çok özeldi ve bu tabiri caizse Gizem’i ikinci kez ipten alışıydı. Sadi her şeyin farkında, Gizem’in sıkışmışlığının, çaresizliğinin ve savrulmanın ne kadar da yakınında olduğunun. Yalancı bir anne ve yalancı, şiddet uygulayan üstüne üstlük şu an hapiste olan bir babanın elinde giderek kaybolduğunun. O yüzden bu çabası çünkü biliyor Gizem’in okul hayatı bitse önünde çok bir seçeneği kalmayacak heba olup gidecek, bir insan olarak buna gönlü razı gelmiyor, koruyor kolluyor onu. Gizem için aileyle konuşurken “kız çocuğu” olmasının üstünde durması belki bir kısmı şaşırtsa da orada bence alttan alta bir sosyal mesaj vardı. Toplumumuzda maalesef bir kadının tam olarak var olabilmesi için kendi hayatının iplerinin kendi elinde olması gerekiyor eğer ki kendi ayaklarının üstünde tam olarak duramazsan annen, baban, ağabeyin kısacası ailen ve o meşhur elalem tetikte bekliyor olur. Eğer ki Gizem bu olaydan kurtulamasaydı annesi ve babasının yanında savrulacaktı Sadi bunun için elini taşın altına koymaktan asla gocunmadı.

Sadi sadece bunun değil, Gizem’in içine düştüğü aşk karmaşasının da farkında. Mert’i ilgisi, Araz’ın ilgisi, hepsinin farkında. Mert’e olan durum çok göz önünde olmamasına rağmen bunu gözünden kaçırmadı ama Gizem’in kurtuluş bileti bu iki deli oğlanın değil, Sadi hocasının ellerinde. Gizem özellikle de babası cezaevinden çıktıktan sonra çok daha hassas bir çizgide yaşayacak, bu sebeple de Sadi’nin kanatlarına ihtiyacı var. Yoksa Araz gibiler yüzünden daha da sorunlu bir hayat onu bekliyor. Karakolda yaşananlar da bunun ispatıdır diye düşünüyorum.

Gizem ile olan bu olay sayesinde Songül ile Sadi arasındaki bazı gelişmeleri de net bir şekilde görmüş oldum. Songül artık Sadi’ye güveniyor hem de fazlasıyla. Bir konuşma sonunda emniyette işleri oyalayıp ona zaman kazandırdı her ne kadar söyleşende bu olayı çözeceğinden de oldukça emindi. Songül aslında bir kardelen çiçeği bana göre, bilirsiniz kardelen kara ve tüm o zorlu koşullara rağmen çiçek açarlar tıpkı Songül gibi. Anne ve babasını kaybetmiş bir çocuk için şartlar ne olursa olsun hayat kolay olmaz, akıp gitmeye devam etmez ama o tüm bunlara rağmen dimdik durmayı, kafasına koyduğunu yapmayı başarmış bir kadın. Songül öyle güçlü ki, onun nazını çekecek, onunla ilgilenecek kimsesi de yok. Mert ablasıyla olan hikayesini anlatırken birden buruklaşmasından da net görülüyor. Songül’ün gözlerinde şu var :Ben bu hayata tek başıma kafa tuttum,ayakta kaldım. Sadi’nin yaptığı tantuniyi bile yemeden, kendine alması bile Songül’ün tek başına bir şeyleri yapma durumunun net göstergesidir. Bu sebeple de ailesinin ölümünün peşine kendisi düştü. Buradaki ince çizgiyse şu: Songül bu kez tek başına olmak için değil, Sadi’nin geleceği için söylemedi. Aksi halde geçmişinin karanlık sayfaları gün yüzüne çıkarken bence en çok Sadi’ye ihtiyacı var. Zira o içini kemiren soru nihayet cevaba kavuştu. Yıllardır içinde bir şüpheyle yaşayan Songül artık şüphelerinde yanılmadığının farkında. Annesi ve babasının ölümün bir kaza olmadığını çözdü, yalnız başına. Hepimiz “Sadi’ye söylese daha rahat çözerdi” demişizdir mutlaka içimizden ama söyleyemezdi çünkü Sadi ne kadar Songül’ün zarar görmesinden korkuyorsa aynısı Songül içinde geçerli. Bu işin alengirli olduğunun ve Sadi’nin kimliğinin ortaya çıkma riskini göze alamayışından ona güvenmediğinden değil yani. Güven konusunda hiçbir sorunu kalmadı artık.

Songül, Sadi’ye güveniyor. Bu su götürmez bir gerçek artık. Songül için Sadi hayat arkadaşı ve bu konu her şeyiyle ortada. Hep diyorum ya Sadi, eşi olarak kabul ediyor diye, aynısı Songül için de geçerli. Artık bu evlilik kağıt üzerinde olmaktan çok uzaklaşıp, gerçeğe evriliyor. Bakınız kıskançlık müessesesine… Bugüne kadar Sadi Hocanın kıskançlıkların çoğu kez tanık olduk ama bu hafta ilk defa Songül’ün kıskançlığını izledik. Bu artık Songül’ün görevin arkasına gizlenmeden yavaş yavaş kendi içindeki duyguları kabullenişinden kaynaklı. Bir şeyler var ama tıpkı Sadi gibi o da emin olamıyor sevildiğine.Sadi aslında her hareketinde karşı tarafa net sinyaller verse de, Songül bunları henüz anlayamayaz. Songül onunla daha önce konuşacağında Sadi’nin gelmemesiyle ilgili konuşmadı ama net bir algısı oluştu : Beni o şekilde görmüyor. Sadi ne yaparsa yapsın, şu anda bu algıyı kırmasının tek yolu Songül’le açık açık konuşması. Sadi de şu aşamada bu konuşmayı yapamaz çünkü Derya’yı hayatından söküp atmaya çalışıyor. Daha doğrusu Songül’ün hayatından. Sadi’nin bu tavırları şimdilik dikkat çekmese de gerçek ortaya çıktığında Songül ve Sadi ilişkisini dibinden patlatacak kadar güçlü olacak. Dürüstlüğüne aşık olduğu kadını en hassas noktasından vurmak üzere ve işin kötüsü de bunun farkında bile değil.

Sadi, Derya’yı Songül’ün hayatından çıkarmaya çalışırken bu kadının yalnızlığını görmüyor. Kendisinin bile yaveri var ancak Songül’ün dertleşeceği kimse yok. Baksanıza Derya ile iki kere sohbet etti diye arkadaş olarak benimsedi çünkü buna ihtiyacı var, birileriyle bir şeyler paylaşmaya, sohbet etmeye diyeceksiniz ki Sadi ne güne duruyor. Aşk başka arkadaşlık bambaşka, tabii Sadi ile de paylaşıyor bir şeyler ama Derya ile paylaşacakları daha farklı olur. Derya içten içe Songül’ü kıskansa da ona karşı kötü bir davranışı yok çünkü suçlu o değil bunun farkında. Songül, Sadi ile ilgili kendi içinde birçok duvarı yıkarken ona karşı bu sır ortaya çıktığında hepimiz sığınaklara kaçmak zorunda kalacağız çünkü Songül’ün bu hayatta yok sayamayacağı şey ona yalan söylenmiş olması. Belki şu an ona söylenen bir şey yok ama hiçbir şey söylenmediğinden de iki taraf birbiriyle karşılaşmamak için sürekli yalan söylüyor bu durum ortaya çıktığında salak yerine konmuş olmanın ve kalp acısının da etkisiyle bizleri ve Sadi’yi zor zamanlar bekleyecek.

Sadi ve Songül benim için nam-ı değer “Red Kitt ve Düldül” bilirsiniz bu ikili de sürekli atışır ama birbirinden ayrı, birbirlerine sataşmadan duramazlar, tanıdık geldi değil mi? Bu yola çıktıkları andan itibaren her an didiştikleri doğru ki Sadi bundan büyük bir keyif alıyor, Songül ona sataşsın diye her yolu da deniyor bunu da açıkça gördük. İlk başlarda bu didişmeler birbirlerine sinir oldukları için olsa da şimdi tamamen sevgiden, bir şeyleri paylaşmış olmanın getirdiği özel bağdan. İnsan en çok sevdiğine sataşır diye boşuna dememişler sonuçta. Birlikteyken sürekli didişseler de ikisi de bir diğeri yokken onunla ilgili düşüncelerini açıkça ve oldukça samimi bir şekilde dile getirmekten çekinmiyor.
Atanamamış All Copone ve Kara mamba beraber çıktıkları bu yolda en başta ayrı iki yolda yan yana yürürken hayat onların yolunu çoktan bir yol haline getirmiş durumda. Bu yol ayrılır mı bilemem ama çok taşlı ve engebeli onu çok net biliyorum.

Sadi ve Songül birbirlerine çok benziyorlar. İkisi de birbirinin üzülmesine ve zarar görmesine tahammül edemezken Songül’ün, Sadi’nin bulunup ölümün kıyısından son anda döndüğünü duyunca vereceği tepkiyi çok merak ediyorum büyük ihtimalle korkudan deliye döner bu sebeple Sadi söylemez gibi geliyor. Hayat yollarını çok çok önceden birleştirmiş bunu büyük bir şok yaşayarak son sahnede gördük hepimiz. Kabul edelim ki o fotoğrafta Sadi’yi görünce hepimiz neye uğradığımızı şaşırdık ama şöyle bir şeyi gözden kaçırmamak gerekiyor. Birinci bölümden itibaren üstüne basıla basıla Emin’in “Polis ve asker ile asla çatışmaya” girmediğiydi bu önemli bir nokta. Sadi’nin direkt olmasa da dolaylı olarak bu olayla bir ilgisi var ama nasıl? Korktuğumuz gibi bir durum söz konusu olmadığına eminim çünkü Yedi Emin tüm mafya babalarından oldukça farklı bir adam. İşin içinde bir handikapı var ama çözeceğiz.

Yazıma son vermeden önce değinmek istediğim iki husus var söylemezsem gerçekten çatlarım çünkü patlamak üzereyim. Melek olayı resmen bir kısır döngü oldu asla bir arpa boyu yol alamıyoruz sürekli ama sürekli aynı şey ve bu gerçekten biraz sıkıcı olmaya başladı. Artık bu olayın akması gerektiği düşüncesindeyim.

Bu arada bu hafta Devrim Özkan ve Ertan Şaban’ı karşılıklı sahnelerindeki oyunları, birbirlerinin senkronize etmeleri çok iyiydi. Özellikle de Devrim Özkan’ın sahnelerde mimiklerini abartısız kullanışı, Ertan Şaban’ı doğal, akışkan oyunculuğuyla birleşince ortaya seyir zevki çok yüksek sahneler çıktı. Emeklerine sağlık.

Bir diğer husus ise Sadi Payaslı ve 30 Ağustos sahnesiydi tüm samimiyetimle söylüyorum ki tüylerimin diken diken olmasının yanında gözyaşlarımda sel oldu, içimde bir şeyler yandı sanki. Öyle özel ve öyle güzel bir sahneydi ki… Anlatılan hikaye, Sadi’nin anlatışı, arkada dönen Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal’in görüntüleri… Böyle sahneleri izlemeyi öyle özlemişim ki tekrar tekrar kaç kere izledim, ekranlarda böyle bir sahne ne zaman oldu en son bilmiyorum. Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal’e olan ve her geçen gün özlemimizin, sevgimizin ve saygımızın dalga dalga arttığı bu günlerde kalbimizde aynı İzmir’in dağlarında olduğu gibi kalbimizde de çiçekler açtırdı. Bu ülkenin bir genci olarak teşekkürler Gani Hocam ve teşekkürler Gelsin Hayat Bildiği Gibi ekibi…

BUZ DAĞI (Gelsin Hayat Bildiği Gibi,4.bölüm)

YAZAR: A.Ela Erdoğdu

Güç, savaşlar, aşk, dün, bugün ve yarın… Herkesin bu hayatta uğurunda mücadele ettiği, mücadele etmekten yorulduğu ve teslim olduğu bir hayat var. Mücadele ederken en büyük hedef “en güçlü” olmak çünkü en güçlü sen isen ne sana ne de sevdiklerine kimse dokunamaz hatta bırak dokunmayı bu düşünceyi aklından bile geçiremez. Bu yüzden anne karnından başlarız hayatla savaşmaya, orada başlarız tutunmaya ve son nefesimizi verene kadar bu savaş durulmadan giderek güçlenerek devam eder. Sen tamam yıkılmadım ayaktayım derken o topuyla tüfeğiyle dayanır kapına “Hadi bakalım şimdi de kal ayakta” der adeta ve bu adeta bir paradoksa dönerek sonu gelmeden devam eder. Bu kadar mücadeleye rağmen yine de hepimiz uğruna mücadele edeceğimiz, hayata tutunacağımız bir dal buluruz kendimize, bulmak zorundayız çünkü yoksa direncimizi kaybederiz. Bu dal kimi zaman ailen olur kimi zaman da aşkındır.

Aşk… Ne kadar büyük bir bilinmez değil mi? Yıllarca hepimiz ne aşk hikayeleri okuduk, ne aşk hikayeleri izleyip, dinledik ama gerçekten aşk uğruna ölümü göze alabileceğimiz kadar önemli mi? Ya da her aşk uğrunda kendini feda etmeye değer mi? Aşk dediğimizde maalesef herkesin aklına iki kişinin birbirine duyduğu sevgi geliyor, insan işine de aşık olabilir, insan hayata, dünyaya, güzelliğe de aşık olabilir tıpkı Sadi gibi. Sadi iyiye, güzelliğe ve insanlara çok özel bir bağla sevgi besliyor. Sadi’nin o kadar özel ve güzel bir kalbi var ki birini ya da bir şeyleri benimsediği zaman onların iyi olması için elinden geleni yapan, elini taşın altına koyan bir adam ve bundan asla gücenmiyor. Bunu Karabayır Lisesi’nin tarihine altın harflerle yazılan “veli toplantısından” da anlayabiliriz. Üşenmedi, gücenmedi elinden gelenin en iyisini yapıp oradaki her bir gencin hayatına dokunmaya çalıştı. Onları kurtarıp zamanında kendi düştüğü o yanlış yola girmesini engellemek çünkü Sadi’nin şu an sıkıştığı şey geçmişi ve bugünü. Her ne kadar o geçmişi silip Yedi Emin’i öldürse de bir yerden bir şeyler onu geçmişe götürüp getiriyor. Yaverin çıkıp gelmesi bile ona geride bıraktığı hayatı hatırlatacak bir olayken ondan öğrendikleri Yedi Emin’i tam öldürmesinin henüz zamanı gelmediğini hatırlattı ona çünkü koruması gereken insanlar vardı, değer verdiği, önemsediği kişiler.

Sadi, Emin olduğu zamanlarda içine gömdüğü her bir duygusunun kilidini yavaşça açtı ve serbest bıraktı. Sadi’nin aslında ne kadar pamuk kalpli, vicdanlı, vefalı ve duygusal bir adam olduğunu görüyoruz. Duygularını gizlemiyor farkında mısınız? Songül ile film izlerken gözleri doldu hatta ağladı bile diyebiliriz ama klasik bahanelerin arkasına saklanmadı, ağladığını kabul etti her ne kadar farklı bir sebep söylese de ,Sadi artık bazı şeylerin çok net farkında olmaya başladı ve bu fark ettiği duyguları yansıtmaktan hiç çekindiğini düşünmüyorum ben. Sadece Songül ile de alakalı değil bu durum öğrencileri için de durum aynı ama Songül ile olan durum bir tık daha farklı . Sadi, Songül’ü sahiplenmenin de ötesinde onun için öyle korkuyor ki zarar görecek, canı yanacak, üzülecek diye bunu eve adeta hastane açar gibi alışveriş yapışından açıkça anlıyoruz. Duygularının farkında olup buna göre davranan Sadi, Songül cephesinde ne olup bittiğinin pek farkında değil çünkü Songül’ün kendisi de kendi içinde büyük bir savaş içerisinde.

Songül bizim cevval, korkusuz ve deli dolu canımız komiserimiz de kendi içinde büyük bir savaş içinde. İçinde değişen filizlenen duyguların farkında ama bir yandan da bunu kabullenmeye henüz hazır değil. İçinde filizlenen bu duyguları görev için büründüğü “Sadi’nin karısı” olan  Songül’e yüklese de gerçek apaçık ortada. Sadece bunu ne zaman kabul edeceği soru işareti. İkisinin cephesinde de bir duygular var ama bu duygulardan da öte Sadi ve Songül’ün aralarında çok güzel bir arkadaşlık oluşmaya başladı. İlk başlarda Sadi ile minimum iletişim halinde olmaya çalışan Songül şimdi birlikte bir şey yapmak için öneriler atıyor ortaya ve birlikteyken aslında çok eğleniyorlar. İkisinin ilişkisi “Red Kit ve Düldül” gibi didişerek anlaşıyorlar ama bunu yapmadan da duramıyorlar. Şu an aynı evin içinde iki iyi dost olarak ilerliyor ama bu ne kadar böyle gider bilmiyoruz.

Sadi ve Songül arasında oluşmaya başlayan her bir duygunun ortaya çıkması Sadi’nin ellerinde bence çünkü Sadi, Songül’ü her zaman daha iyi analiz etti ve Songül’den herhangi bir itiraf geldiği takdirde buna göre hareket eder ama… Unuttuğumuz bir şey var ki Sadi bir buz dağı ve biz bu buz dağının sadece çok ama çok küçük bir kısmını görüyoruz. Sadi ve Songül o filmi boşuna beraber izlemediler, izledikleri filmi anlamayan yoktur sanırım. Basit bir romantik film değildi ve benzer bir olay vardı. Sadi’de izledikten konuşurken gerekli mesajı verdi Songül’e “Ben yarı yolda bırakmam” dedi cümleleriyle. Peki Sadi, Songül’e bu kadar güven vermeye çalışırken bir mektupla bir kadını nasıl terk etti? Hatırlarsanız geçtiğimiz haftalarda Songül evlilik ile ilgili bir şey söylediğinde Sadi gözlerini kaçırmış sonrasında da odasına girmişti, tüm her şeyi bırakıp yeni bir hayata başlamaya bir çocuğun ölümüyle karar vermişti hâl böyle olunca düşünmeden edemiyorum geçmişte herhangi bir kaybı mı var? Bu hikayenin buz dağı Sadi yani gemiyi ya batıracak ya da batmasını kendini eriterek engelleyecek.

Çember giderek daralıyor ve Pandora’nın kutusu her hafta biraz daha azalıyor. Elimizde hiçbir karakter için dolu dolu envanter olmasa da örmeye başladık bazı şeyleri. Bu hafta en çok Derya ile ilgili bilgi daha doğrusu bilgi kırıntısı elde ettim. Derya kesinlikle kayıp bir karakter kendi içinde kaybolmuş durumda. Onunla ilgili kafamda iki tane cevapsız soru var. Emin’i unuttuğunu söylüyor ama onu gördüğünde o kadar dağılıyor, yıkılıyor ben anlamadım açıkçası. Bir diğeri de sürekli yer değiştirmiş olması sizce de garip değil mi? Bir hemşire için sürekli yer değiştirmesi, Mert’in söylediklerini de düşündükçe benim kafamda çok soru işaretleri bıraktı açıkçası. Mert ve ablası arasında ipler giderek gerilmeye başladı çünkü Mert kader ortaklarından, kardeşi gördüğü insanlardan uzaklaşmak kopmak istemiyor. Kendine yeni bir hayat kurmaya başladığı bu ikinci şansı kaybetmek istemiyorken ablasından anlam veremediği bu tepkileri de çözümseyemiyor Mert.

Yıllardır abla-kardeş, arkadaş olan Mert ve Derya arasında bir çıkmaza doğru gidiliyor. Her şeyini paylaştığı ablası onu dinlemiyor ve bastırmaya çalışıyor hâl böyle olunca kendini iyiden iyiye yalnız hissederken Mert yanı başında dağ gibi dimdik bir figür yükseliyor. Büyük saygı duyduğu coğrafya hocası Sadi Payaslı… Sadi’nin bir iki cümlesiyle ikna olup hemen derdini tüm içtenliğiyle ve güvenerek anlatıyor Mert. Halk arasında bir laf vardır ya “Kan çekiyor” diye tam olarak bunu yaşıyorlar belki de, Mert öğretmenine çok güveniyor ona bir yol göstereceğine bir ışık olacağına inanıyor çok çok daha önemlisi onun isteklerine saygı duyması hoşuna gidiyor. Bu o yaştaki çocuklar için oldukça önemli şeyler.

Mert kendini hocasına anlatırken ablasına bir türlü anlatamıyor. Derya, Mert ne kadar çırpınırsa çırpınsın oğlunun sesine kulaklarını tıkıyor. Şimdi kendi korkuları mı yoksa Sadi’nin öğrenmesinden duyduğu üzüntü mü bilmiyorum ama bence kendi korkuları daha ağır basıyor. Halbuki cezaevine girmeden önceki Mert’le şimdiki Mert aynı olamaz. Mert, kardeşlerini yarı yolda bırakmak istemiyor ama Derya o kadar kendine odaklı ki Mert’i duymadı bile. Tek istediği Sadi gerçekleri öğrenmeden Mert’in okuldan alınması ama ben bir şey diyeyim mi? Mert’i birey olarak dinlememesi ve yok sayması ikisi arasındaki ilişkinin boyutunu çok farklı bir yere götürme potansiyeline sahip çünkü Mert’in gözlerini açan, onun fikirlerine saygı duyan Sadi Payaslı gibi bir öğretmeni var.

Akılları ermeye başladığı andan itibaren her çocuğa istisnasız özgür bir birey olduğu, fikirlerini söylemekten çekinmemesi gerektiği öğretiliyor ama uygulamaya gelince tam bir fiyasko kimse kusura bakmasın. Son yıllarda “bilinçli ebeveyn” olmak diye bir kavram türedi bu da kocaman bir yalan çünkü bir şeyler okuyarak ya da okumadan çocuk yetiştiren her ailenin kabul etmediği bir şey var  ÇOCUKLARININ KENDİLERİ OLMADIĞI. Evet maalesef ki bu durum böyle ve bu tamamen geçmişten getirilen düzenle alakalı “Anne-baba varken çocuğa laf mı düşer” düşer efendim düşer çünkü o sizden ayrı bir birey ve aklî olarak ergin bir birey kendi kararlarını verebilir ama fark ettiyseniz ne Mert ne Gizem ne Aylin ne de Melek kendi kararlarını alabiliyor hep bir şekilde bastırılıyorlar. Onların kendilerini var etmelerine engel olunuyor.

Sadi Hoca boşuna veli toplantısı yapmadı, tek derdi cezaevinden gelen çocuklara olan tutumu kırmak değildi. Maalesef ki bu toplantıdan sonra onu tek anlayan aile Can’ın ailesi oldu. Can’ın babası beni öyle duygulandırdı ki bu bölümde çünkü çok iyi anlamıştı Sadi’yi oğlundan daha önemli değildi ya hiçbir şey, olamazdı da. Sıkıca sarıldı oğluna ben buradayım oğlum dedi kendince işte bu Can için en büyük özgürlüktü. Dizideki aileler üzerinden bir öğretmen olarak bu yazıyı okuyan ailelere sesleniyorum çocuğunuz siz değil o ayrı bir birey sizin istediğiniz gibi biri olmak zorunda değil. Siz ailesi olarak onları “kendi” olmak istedikleri şeyi yapabilmeleri için yönlendirip destek olacaksınız. Bu sözü söylemeden bu paragrafı noktalamak istemiyorum Piaget der ki “Çocuklar büyüklerin minyatürü değildir”…

Yazımın sonuna gelirken değinmek istediğim iki kişi var değinmezsem çatlarım. Melek ve Gizem’in annesi… Çocuklarına iyilik ettiğini sanarken en büyük kötülüğü yapan kişiler. Melek’in annesi için onaylamasam da anlıyorum demiştim ya bu bölümde aynısıydı. Melek’in annesi klasik bir Türk annesi farkında mısınız? Başında kocası olsun, evi olsun yeter daha ne değil mi? Koca varsa tamam her şeyin gerisi gelir en önemli şey bu ama hiç düşünmüyor ki benim kızım ne istiyor, benim kızımın derdi ne? Melek’e kurduğu bir cümle vardı ki benim içimi yaktı o kız seni kurtarmak için kendi hayatını yaktı da sen anne olarak o cümleyi nasıl kurdun ben anlamıyorum bu annelik değil. Bir diğer anne Gizem’in annesi bir insanın suçsuz olduğunu bile bile kocam başımda kızım babasının yanında olsun diye diye yaktı Mert’i bunu anlamak çok zor değil. Kızına bu konuyla ilgili bir sürü yalan söyledi Gizem babasını bir melek sanarak hayatına devam etti ama kalbine ekilen şüphe tohumu giderek büyüyor Gizem’in ve tam anlamıyla bu şüpheyi içinden atmasına çok çok az kaldı. Tüm çocuklar için geçerlidir bu durum ebeveynlerden yara aldıysan hiç kapanmayan hayatın boyunca sızlayan bir yaran olur ve bu iki anne kendileri bile isteye açıyor bu yaraları yazık çok yazık…

Son sahneyi söylemeden geçmek olmaz tabii ki…Havalandırma ekibi kendi cehennemlerinde savrulurken Sadi de bu çocuklar sayesinde belki de en unutmak istediği mazisiyle yüzleşmek zorunda kaldı. Mert’in okulu için ablası Derya ile görüşmek isterken, eski sevgilisini karşısında buldu. Sadi Payaslı için kırılma anı olacak bir durumdu bence çünkü Derya’yı gördüğünde şok oldu. Öğrencisinin velisiyle görüşmek isterken, onun Emin kimliğini bilen biriyle görüşmek durumunda kalmasını nasıl kurtaracak bilmiyorum ama Sadi’nin bu karşılaşmadan fazlasıyla etkileneceğini düşünüyorum. Özellikle de Songül’le içinde bulunduğu durumu düşünecek olursak Sadi Payaslı için zor günlerin kapıda olduğunu belirtmek durumundayım.

Bir yanda Songül, diğer yanda Derya. Biri geçmişi, diğeriyse onu aydınlıkta tutmak isteyen geleceği. Sadi’nin daha önce bir kadından kaçması ancak şimdi bir kadınla yaşarken, onu önemsemesi, isteklerine değer vermesi gibi değişimleri de düşünecek olursak benim kanaatim Sadi’nin şu aşamada bugünde kalmak isteyeceği yönünde oldu. Sadi gibi bir adamın gerçekten sevdalı olduğu bir kadın olsa bir başka kadına duygularının oluşması ihtimali bana çok mantıklı gelmedi. Aradan yıllar geçmiş diyebilirsiniz ama tüm mafyayı, organize liderleri elinde tutan Emin, Derya’yı mı gözden kaçıracaktı. Derya için geçmiş pişmanlıkları olabilir ama ben aşk gibi bir durumun olduğu kanaatinde değilim yine de yazan kalemler ne diyecek hep birlikte görelim.

Yazıma burada son veriyorum, haftaya görüşmek üzere.