YAZAR : A. Ela ERDOĞDU

Zaman sanırım dünya üzerinde tanımlanması en zor olan kavram olabilir. Fazlasıyla geniş bir kavram kimi için ânı kimi için de geçmişi anlatır. Bazı insanlar vardır dünlerinde öyle şeyler yaşarlar ki içinde bulundukları ânı bile geçmişiyle doldururlar. Geçmişinden bugününe taşıdığı öfke, acı, nefret, mutluluk gibi duygular sadece yaşadığı zamanı değil geleceğini de şekillendiriyor. İçinde taşıdığın vicdan azabı ise seni içten içe eritir ama belki de insanın en kolay içinden silebileceği şeyde budur çünkü bir yüzleşme ile bunu çözebiliyoruz ama kırıldığımız, ağladığımız anları günümüzde maalesef iyileştiremiyoruz. Sadi, Songül ve Kıvanç bu kişilerin geçmişlerinden bugünlerine taşıdıkları o kadar şey var ki yavaş yavaş karşılarına çıkıyor tıpkı hiç beklenmedik bir şekilde karşılaşan Sadi ve Kıvanç gibi.

Geçtiğimiz hafta yüksek bir tansiyonla bıraktığımız bölümümüzü aynı tansiyonla karşıladık. Kıvanç ve Sadi geçmişten gelen iki hayalet gibiydiler artık ikisi de birbirlerine ilk defa imalar yapmadan açıkça konuştular. Sadi içinde sakladığı Yedi Emin’i çıkararak başta karısı olmak üzere çocukları için bir tehdit gördüğü Kıvanç’a adeta “Sadi olsam da sevdiklerime özellikle de karıma yaklaşırsan Yedi Emin’i göreceksin” dedi bir nevi gövde gösterisi yaptı. Çünkü bizim onun geçmişini bilmediğimiz gibi Sadi’de Kıvanç’ın geçmişini bilmiyor. Bilinmeyen, flu olan her şey tehlikelidir. En azından Sadi’nin bakış açısıyla bu durum böyle olduğundan elindeki verilerle kalan boşlukları doldurdu. Sadi için o para karşılığı insanların hayatını alıp başkalarına hayat veren bir doktordu. Kıvanç belki de ilk defa o an Sadi’nin ona karşı olan tavrını tam anlamıyla çözmüştü çünkü bana göre kendisi de “Sadi’nin sırrını ifşa edeceğini” düşündüğünden ondan rahatsız olduğunu sanmışı ancak durum ikisinin de düşündüğünden çok farklıydı. Öncelikle sahnede yakaladığım bir detayı sizlere söylemek istiyorum Sadi Kıvanç’ın karşısında Yedi Emin gibi duruyorken Kıvanç’ın “Emin” demesiyle “Sadi Bey” diye düzeltmesi sıradan bir diyalog değildi. Sadi bence burada “Ben artık Sadi olsam da özümde buyum ve eğer karıma, sevdiklerime zarar vermeye kalkarsan karşında bunu bulursun” demek istedi. Sadi ne kadar kendinden eminse Doktor Kıvanç ’da öyleydi gözlerini kaçırmadan kendinden gayet emin bir tavırla tıpkı kendisinin yaptığı gibi ikinci şansını değerlendirmeye çalıştığını anlattı, ben zararsızım dedi. Sadi zeki ve donanımlı bir adam söylediklerine ek olarak vücut dilini de analiz ederek söylediklerine ikna olmuş gibi olsa da tam olarak güvenemiyordu çünkü o dünyadan gelen birine karşı hiçbir zaman yelkenleri hemen indirmemek gerektiğini iyi biliyordu. Yanından ayrılmadan vereceği mesajı verip bir eski tanıdığı daha arkasında bırakarak gitti, Sadi. Şimdi burada neden Sadi, Kıvanç’a zarar vermedi sorusunu da irdelersek şu aşamada Songül için bir risk değil. Yani Sadi kendisiyle ilgili hususlarda Songül için olduğu gibi sonuç odaklı yaşamıyor. Osman Baba Songül için riskti, öldü. Kıvanç şu anda değil, ikinci şansına o da sarıldığı için Sadi henüz ona dokunmadı ki bence dokunamayacak da. Kim ikinci şansı için tüm hayatını değiştiren birini Sadi kadar iyi anlayabilir ki?

İnsan annesinden bir kere yaşarken ise defalarca kez doğar. Yaşadığı her olay hissettiği her güçlü duygu sonucu bambaşka bir insana dönüşür. Tamamen değişmez belki ama farklılaşır bir nevi teknolojik cihazları düşünün her özelliği değişmez ama güncellemelerde yeni şeyler eklenir işte insanda bence böyle bir şey. Bu durumu da belki en açık Sadi Payaslı’da görüyoruz. Sadi değişmeye karar verdiği ilk andan bu yana aslında çok yol yürüdü, çok değişti kendisine ördüğü yeni kozaya her gün bir şeyler ekleyerek gerçeklik verdi. Kendisine sonradan verilen bu kimliği kendince hakketmeye çalıştı. İlk önce hayatlarına dokunacağı öğrencileri için çabalamaya başladı daha sonra ise karısı için çabalamaya. Ben hayatının hiçbir yerinde Sadi’nin emek vermekten, çabalamaktan, fedakârlık yapmaktan gocunan bir adam olduğunu düşünmüyorum. Geçmişte Yedi Emin olduğunda da ihtiyacı olanlara el uzatmaktan geri duran biri değildi bence. Sadi şu an nasılsa Emin iken de öyleydi tek farkı “Yedi Emin” bir mafyaydı, illegal bir hayatı, karanlıkta geçirmesi gereken bir yaşamı, mücadele etmesi gereken düşmanları vardı. Yeri geldiği zaman hayatta kalabilmek için acımasız olması gerekmiş de olabilir, bilemeyiz. Sadi ise bir öğretmen geleceklerine ışık olacağı çocukları ve yüzünü her daim güldürmesi gereken çok ama çok sevdiği bir karısı var. Ortak noktaları ve zıt yanları olsa da aynı kalbe ve aynı vicdana sahipler bundan şüphe yok. Âşık olmak beraberinde insana büyük korkular getirir “kaybetme korkusu” en önde ve en büyük olandır. Uykularınızı kaçırır, yemeden içmeden keser hatta paranoyaklaştırır. Sürekli diken üstünde yaşarsınız sevdiğinize siper olursunuz tıpkı şu an Sadi’nin olduğu gibi. Fark ettiniz mi bilmiyorum ama Sadi hâlâ uyumuyor biz bu adamın uzun zamandır uyuduğunu görmedik ya salonda ya koltukta uyuyan Songül’ün yanında sürekli tetikte ya da sürekli araştırma peşinde ve tüm bunları yaparken Songül’e de hiçbir şey hissettirmemeye çalışıyor. Çünkü hissederse gerilecek ve üzülecek ki bu Sadi’nin son isteyeceği şey. Sadi bu yola çıktığında hayattan beklentileri netti basit, eski hayatının aksine aydınlık bir hayat. Sadi hala bu noktada bence. Işıkta kalmak istiyor ama ilk çıkış noktasından da farklı bir durumda. O zaman hayatının tek amacı ve gerçeği bir diyet ödemek ve belki de yalnız bir şekilde ölmekti. Bu diyet için de her şeyini feda etti ama hayat onun için çok daha farklı bir plan kurdu. Sadi aydınlıkta kalmak için artık mücadele etmek zorunda ancak bunu yaparken de karanlıktan tamamen kopamayacak yani kendi benliğini de yok edemez. Yani bu hayatın içinde tamamen kendi olarak devam etmeyi öğrenecek ki bunu ona öğreten biri var : Songül! Sadi hayatının diyetini ödemek için girdiği bu hayatta ruh eşini buldu. Bu mucizesi olsa da karşısına  o mucize ondan gitsin diye uğraşan gölge haramileri var. Sadi’nin gerçek savaşı asıl şimdi başlıyor. Hayatının en huzurlu ama belki de en zor zamanlarını yaşıyor Sadi, zorluğu da sürekli karıma bir şey olacak korkusunu taşımasından kaynaklanıyor. Sadi şu an da beşe bölünmüş durumda desem abartmış olmam sanırım. Bir tarafı karısını korumaya çalışıyor, bir yarısı baştaki büyük patronu arıyor, bir yandan Kıvanç’ı gözetim altında tutmaya çalışıyor, bir yandan öğrencilerini ihmal etmemeye çalışıyor bir yandan da Nevzat’ı kontrol altında tutmaya çalışıyor. Bu kadar zorluk arasında da en büyük yardımcısı şüphesiz Yaver oluyor. Yaver ile konuşurken korkularını ve endişelerini gizlemiyor ki bu adam birileriyle de konuşamazsa bunca zorlukta delirir. Songül’e her konuda çok açık ve şeffaf ama korkularını onunla paylaşıp onu üzemez böyle olunca da Yaver imdadına yetişiyor. Sadi, Kıvanç’ın söylediklerine tam inanmadığından yine de araştırtıyor çünkü büyük bir tehlike onun için. Sadi’nin şu an gözü kararmış durumda Kıvanç’ın hikayesinde yakaladığı yalan ile ölüm emrini vermekten çekinmedi zira karısının yakınlarında böyle bir tehdidin bulunmasına bile tahammül edemiyor. Sadi şu an bir halk kahramanı misali herkese yardım etmeye çalışıyor ama çok ince bir sınırda bu sınır Yedi Emin olmakla Sadi olmak arasında. Sadi’nin Yedi Emin’e tekrar dönmek istediğini ya da isteyeceğini düşünmüyorum ancak her insanın bir sabır sınırı ve dayanma gücü var. Yaşayacağı tek bir korku ya da olay bardağı taşıran son damla olabilir ve o damlayla birlikte suyu taşıranın vay haline diyebilirim.

Hayat birçok yol ayrımları ve kavşaklarla dolu bazen bir önceki yanlış seçimi değiştirebilmek için dönüş şansı verir hayat bizlere, önemli olan bunu zamanında görebilmektir. Karabayır da bu konuda yeni başlangıçlar durağı oldu önce Sadi şimdi Kıvanç. Doktor Kıvanç’ın kötü bir adam olmadığını düşünüyordum şu an için de bundan eminim umarım alabora olmam. Benim Kıvanç’ın geçmişiyle ilgili bazı düşüncelerim vardı bu işe mecbur bırakıldığını düşünüyordum ama altından bu denli hassas ve dokunaklı bir olay çıkacağını düşünmemiştim açıkçası. Ailesi zarar görmesin diye istediklerini yapmasına rağmen verdiği kayıplar çok ağır. Kardeşini ve eşini kaybetmek içini zaten kavururken aynı zamanda yeğenin engelli olmasına sebep vermesi aynı zamanda da ailesiz bırakılmasına sebep vermesi ömrü boyunca adım adım ağırlığı altında ezerek onunla olacak. Tüm bunlara rağmen yeğenine sırtını dönmeyip sahip çıkması da çok hoş bir davranış başkası olsa gördükçe hatırlamamak için sırtını dönebilirdi. Hayatını yeniden inşa etmeye geldiği bu yerde Sadi ile karşılaşmayı oda beklemiyordu. Tekrar tekrar söylüyorum ki Kıvanç şimdi bile Sadi’nin durumunu ortaya çıkarıp her şeyi bitirebilir hem bunu yapmıyor hem de Derya’ya geçmişini anlatırken onunla arasında geçen diyaloglardan asla bahsetmiyor şu an için Kıvanç’ın kimseye bir zararı olacağını düşünmüyorum gizli bir planı olsa Derya’ya geçmişindeki olayları anlatır mıydı? Hiç sanmıyorum ki mecburiyetten de olsa yaptığı şeyden yeterince acı çekip altında eziliyor. Kıvanç ve Sadi aslında birbirlerine benziyorlar ikisi de geçmişlerini geride bırakmak için çabalayan iki adam hatta Sadi farkında olmadan onun bu hayata başlamasına olanak sağlamış. Bu ayrıntı bir süre sonra ikisini de mutlu edecektir. Zira Sadi bir çocuk için girdiği yolda belki de farkına bile varmadan bir çocuğun hayatını kurtardı. Kıvanç ve Sadi’yi bu ayrıntı birbirine bağlar. İkisi de şu anda birbirlerine benzeseler de bir keskin ayrım var. Sadi bu hayata kendi isteğiyle girerken Kıvanç mecbur edildi. Yani o karanlığa mahkum edildi. Bu sebeple de Sadi’nin onu daha iyi anlayacağı aşikar. Kim bilir bu iki yaralı adam belki arkadaş olmayı başarırlar. Servet kapı ağzında tüm heybetiyle beklerken, zaten birbirlerine düşmeleri ona ancak güç verir. Zira bu düşman kimseye benzemiyor ve adam öyle bir genel tavra sahip ki düşmanına değen tüm hayatları hallaç pamuğu gibi atıyor. Bu sebeple gereksiz düşmanlıklar ancak hayattan çalar diye düşünüyorum.

Aile… Toplumu oluşturan en küçük yapı taşı klasik tanıma bakacak olursak böyle diyor. Her aile bir hikâye barındırır içinde ve her evde gizli bir acı vardır. Bir laf vardır bilir misiniz bilmiyorum ama “akrabanın akrabaya ettiğini akrep bile etmez” ben bu söze katılıyorum. Akraba dediğimde aklınıza ikinci kişiler gelmesin anne ve babanızın verdiği o zararı onlar bile veremez. Bunu nereye bağlayacağımı düşünüyorsunuz biliyorum söyleyeyim Servet’e. Bu adamın yapamayacağı hiçbir şey yok bundan artık tamamen eminim elindekini kaybetmemek için elini karanlığa sokmaktan gocunmaz. Böyle hırslı bir çocuğu öldürmeyi düşünmekten rahatsız olmayan bir adamın nasıl bir baba olacağı da az buçuk tahmin edilebilir. Rıza’nın, Servet’in oğlu olduğundan şüphelendiğimi söylemiştim nitekim öyle çıktı ama bence Rıza babasından pek hazzetmiyor gibi geliyor. Babasını görünce değişen yüz ifadesi, gerginliğini buna bağlıyorum bu durumda Rıza babasının gerçek yüzünü biliyor demektir. Her ne kadar şu an için böyle düşünsem de bazen koşullar bizi istemediğimiz kişiye dönüştürebiliyor. Baba- oğul arasında neler olacağını cidden merakla bekliyorum.

Karabayır da yeni başlangıçlar rüzgârı eserken geçmiş mevsimlerden kalan olaylarda da yol almaya başladık. Derya ve Sadi olayında oldukça büyük bir mesafe almışız bu net olarak söyleyebilirim. İki tarafında birbirine karşı durumu sadece “saygı” bundan farklı hiçbir şey yok. Sadi için mesele zaten çoktan kapanmışken bu hafta Derya’da bana artık bu konuyu kapatmış ve aşmış gibi geldi. Sadi’yi araması da tamamen oğlu için korkmasından kaynaklanıyordu ki sonrasında Songül ile de bu konuyu konuştu. Derya’nın da bu konuyu aştığını Sadi ile konuşurken, ona Kıvanç’ı savunurken sesinin titrememesi, yüzüne rahatça bakarak konuşması “Aramızda bir şey ama hayatımda böyle biri olduğu için çok şanslıyım” demesinden anladım. Derya da aslında bir konuda Sadi’den farksız. Sevilmek istiyor. Biri onu olduğu gibi kabul etsin istiyor ve bence bunu Kıvanç ile yaşayacak. Kıvanç’ın ona tavrı, yaklaşımı bence Derya’nın hiç yaşamadığı kadar güzel gibi geldi ki daha iki gün öncesine kadar günlüğüne adını yazdığı adama bunu direkt söyledi. Bu meselede yolun sonu görünmeye başladı. Onlar artık sadece iki eski tanıdık olma yolunda ilerliyorlar ama bir konuyu da unutmamak lazım. Mert’le aynı zamanda ebeveynler de. Derya tüm kaybettiklerini yavaş yavaş kazanmaya başladı ama onun varlığı bunlara hiç sahip olamayan birinin kalbini paramparça etmek üzere : Songül…

Yaşamak öyle zor hayat öyle acımasız ki bazen tüm olup bitenin içerisinde kendimizi aciz, güçsüz hissediyoruz. O kadar normal ki çünkü hayatımızdaki en ufacık şey için bile büyük çabalar göstermek zorundayız. Tüm bu hengâmede bir de kimsesiz, yalnızsanız daha çok yoruluyorsunuz, omuzlarınızdaki yük daha da artıyor. Songül şimdi tam olarak böyle sıkışıp kaldı, nefes alamıyor artık her şeyin sonuna geldi ve patladı. Tıpkı dünyayı taşırken onun ağırlığında ezilen Atlas gibi ama tek fark Songül’ü bu sıkışmışlıkta bile güldürebilen bir kocasının olması. Songül artık tükendi kendini beceriksiz, işe yaramayan biri olarak görüyor ve bu psikolojik çöküntünün başlangıcıdır. Songül bu zamana kadar düşse de kendi kalkmış, kalkamamışsa da başının çaresine bakmayı öğrenmiş şimdi ise durup farklı korkmadan tutunabildiği bir dalı var. Songül kendini tamamen açamıyor henüz çünkü geçmişten gelen travmaları sebebiyle ürkeklik var üstünde. Songül, Sadi’nin ondan vazgeçmeyeceğinden ondan gitmeyeceğinden emin ama ilişkileri için çabalayan tarafın hep Sadi olduğunun kendisi de bizde farkındayız. Bu durum çabalamak istemediğinden, beni seviyorsa çabalasın düşüncesinden değil tecrübesizliğinden kaynaklanıyor gibi geliyor bana. Biraz açmak gerekirse Songül her şeyi tek başına ve aynı anda yaşadı. Aşk da beraberinde geldi ve ne yapacağını bilemez oldu. Ailesinin ağırlığı ruhunu öyle bir çıkmaza soktu ki her gün bir parçası daha kayboluyor. Sevilmek, sevgi gibi kavramlara uzak bir kadındı, o. Bu sebeple bu kadar ürkek, çekingen… Songül büyük ihtimalle aşk ne demek, ilişki ne demek, nasıl yaşanır bilmeden çarptı Sadi’ye ve nasıl davranması gerektiğini bilmediğinden oluyor tüm bunlar ama zamanla anlayacak ki aşk hep ansızın gelir. Songül zaten aşkın geldiğini bile algılayamıyor ki. Üst üste yaşadığı felaketler yüzünden arafta kaldı. Songül şu an öyle karışık ki etrafın olup biten çoğu şeyi göremiyor. Bakın görmüyor demiyorum göremiyor diyorum. Üst üste onca şey yaşadı, halasını kaybetti ve ailesinin ölümüyle ilgili çok büyük bir kanıtı da kaybetti. Her yaptığı hamlenin geri tepmesinden, bir ileri iki geri yürümekten öyle sıkıldı ki sorgulayamıyor artık, yorgun. Kasetin varlığından üç kişinin haberi vardı kendi dışında Taylan, Sadi ve Serdar Müdür. Bu üç isimden seçin deseniz Taylan’ı direkt göstereceğinden eminim ben ancak mantığı eline aldığı zaman her şey çorap söküğü gibi gelecek ve işte o zaman kıyamet kopacak gibi hissediyorum.

Songül bu henagemede delirmediyse bunu hiç şüphesiz yanında dağ gibi duran adama borçlu. Songül’ün gülüşüne hayatını adayan Sadi tüm varlığıyla Songül ayakta dursun diye uğraşıyor. Başarılı olsa da Songül’ün yüklerini üstünden çekip alamadıkça karısının kollarının arasında damla damla eridiğini gördü. Bu Sadi için en zoru diye düşünüyorum. Çünkü Songül çırpındıkça karanlığa batmaya başladı ve Sadi Servet’i bılamadıkça da bunu engelleyemiyor. Şimdilik birbirlerine tutunsalar da gölgedeki sırlar, geçmişin yükü artık özellikle Songül’e çok ağır geliyor.

Sizlerle bir şiir paylaşmak istiyorum zira bu şiiri okuduğumda aklıma direk Sadi ve Songül geldi:

Acılar vardır, bir de çaresizlikler

Ne zaman başladıysa benim öyküm

Yürüdük, kim bilir kaç yıl beraber

Bir yanımda aşk, bir yanımda ölüm

Durup kirlendim yaşadıkça

Aşktı beni yıkayan, arıtan su (Ümit Yaşar Oğuzcan)

Bu satırları okuduğumda dünden bugüne yaşadıkları her şey bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. İkisi de İstanbul’a gelirken hayatlarının bu denli değişeceğini, sürekli didişmelerine rağmen birbirlerini böyle sevebileceklerini tahmin etmiyordu büyük ihtimalle. Birbirlerinin tamamlayıcısı olan bu iki insan eş olmanın ötesinde bir yerdeler. Sadi artık karısının bakışından, duruşundan ne olduğunu anlayabiliyor. Cam bir bebek misali ipeklere sarıyor karısını, Songül’ün kendisi gelene kadar o kaseti defalarca izleyip ağladığını tahmin ediyordu. Sadece delil olarak da değil, orada Songül’un hep kaçtığı ama karşısına çıkınca kendine sarılarak, iç geçirerek ağladığı anne babası var. Songül hayatını onların ölümüne acarken, onlarsız geçen günlerine, özlemine ağladı. Sadi’nin eve gelip, hadi beraber izleyelim demesi de her anında ben varım, artık yalnız değilsin demekti diye düşünüyorum. Bence Songül de farkında ki “Ağlasam da yaslanacağım bir omuz var” diyerek özlem dolu geçmişini kocasının omzunda izledi. Songül çok iyi biliyor artık ne olursa olsun Sadi’yi istedikçe hayatında bulacağından ki Sadi’de kapıdan kovulsa bacadan girer. Sadi Songül’e zarar verdiğini düşünmediği sürece onu asla bırakmaz ki varlığı zaten karısının hayatındaki en önemli şey. Sadi, Songül’ün can suyu oldu. Bu yüzden ben bu ikilinin değil ayrılmak küs bile kalacağına pek ihtimal vermiyorum. Onlar karı koca veya aşık olmanın ötesinde ruh eşi oldular. İnsan ruh eşinden ayrılamaz, ayrıldığı anda ölür….

Sadi, Songül’ün kalbini, sıkıntısını kalbinde hissediyor. Geçen yazımda demiştim, o bir kalp atışında yaşıyor artık. Bu yüzden de her yükü üstünden aldı. Songül’ün güzel bir geceye, her şeyden arınmaya ihtiyacı vardı ve Sadi bunu ona elleriyle hazırladı. Karı koca karşılıklı sohbet ede ede uzun zaman sonra güzel bir akşam yemeği yediler. Böyle küçük ama önemli anlardır ilişkilerde. Her şeyi geride bırakıp yemek yerken tatlı tatlı sohbet etmek dertleşmek büyük güç verir insana. Sadi ve Songül için de öyle oldu. Songül belki ayıkken utanıp söylemeyeceği cümleler kurdu “Biz ikimiz tekiz. Biriz” dedi. Her şeyi açık açık gözlerinin içine baka baka söyledi. Songül hazır olduğunu belli ederken Sadi kabul etmedi bakın bu çok ama çok önemli. “Her anını hatırlamak istiyorum” diye söylese de bence Songül’ün bu durumunu kullanmış gibi görünmemek için. Sadi gibi ince, naif seven erkek karakterlere hasret kalmışken Sadi ve Songül bizim aşka olan inancımızı güçlendirmeye başladı.

Sadi Payaslı için bir çok şey söyledim bugüne kadar ama böyle bir şeyi gördüğüm anda dedim ki keşke gerçekten olsa. Sadi’nin tüm centilmenliğiyle karısının boş ve zayıf anından yararlanmak istememesi bir yana ona kaybettiği çocukluğunu tek bir karede hediye etti. O videoyu kurtarması yetmiyor gibi bir de ondan çerçeve yaptırırken Songül’e kendisiyle barışması yolunu da açtı diye düşünüyorum. Farkında mısınız? Songül’ün evinde ailesine dair anıları yok büyük ihtimalle onların katilini bulamadığı için yüzlerine bakamıyor ve kaçıyor. Sadi bunu fark etmiş olacak ki babalar kızlarını izler diyerek verdi o çerçeveyi karısına. Sadi sadece Songül’ün gülüşüne aşık değil, onu güldüren tek insan. Onun eksik yanlarını tek tek tamamlayarak bugünde tutuyor. Bence bir insanın başına gelecek en güzel şey bu. Songül belki de hayatının çok büyük bir kısmını yalnız geçirdi ama hayat ona bunu Sadi gibi seven bir adamla ödedi. Herkese aynı tarife maalesef ki yazılmıyor. Nevzat ve Araz gibi…

İnsanların kişiliklerinde en büyük izleri bırakıp hayata bakış açılarını belirleyen evre şüphesiz ki çocukluk yıllarıdır. Bu zaman iyi veya kötü fark etmez yaşadığınız her şey gelecekti sizi inşa eder. Bu durumu en iyi ifade eden cümle Şeker Portakalı’nda geçiyor sanırım “Çocuk yüreği unutur ama asla affetmez” okuduğum andan itibaren bende derin izler bıraktı. Beynimizin yapısı gereği bazı yaş aralıklarını hatırlayamıyor olmamız normal ancak yaşanan iyi veya kötü fark etmez bir olayı unutmaz. Ben çok iyi hatırlarım mesela öfkem canlıdır, özlemi de olaya göre değişir. Olayı yaşadığınız zaman afettim sanırız ama affedememişizdir tıpkı Nevzat’ın annesini affedemediği gibi. Ben onu o kadar iyi anlıyorum ki o öfkesini, hırçınlığını çünkü canı çok yanıyor ve canı yanan bir insan canını yakanın canını yakmak ister kim ne derse desin. Nevzat ve Araz çok zor bir aile içerisinde büyümüşler ki bu ailede bir süre sonra dağılmış zaten. Buradan büyüklerimize sesleniyorum “çocuklarını döverek terbiye edemezsiniz, şiddet çözüm değildir ve anadır, babadır döver de sever de”, “şiddet gösteriyor ama sizi çok seviyor” diye bir şey yok olamaz! Böyle yaparak siz çocuklarınızı kendi ellerinizle parçalıyorsunuz. Böyle bir yol izlediğinizde çocuğunu ya hiçbir şekilde hakkını aramayan pasif bir insan olur ya da tam tersine asi bir insan olur. Araz ve Nevzat ikinci duruma örnek, babaları zamanında kemerle dövmüş olmasına rağmen “Öyle severdi” bizi diyorlar çünkü onların yıllarca bilincine kodlanan bu. İki kardeş birbirlerine mesafeli görünseler de aşırı derin bir bağları var sevgi gösterilmeden büyümüşseniz göstermeyi de bilmezsiniz durum bu.

Nevzat’ın kardeşine bunu yapana hesap ödetmek istemesi bence “El alem ne der” mantığından çok yaşadığı kaybetme korkusuyla başa çıkamamasından kaynaklanıyordu. Bu korkuyla bocalayacağı sırada kendisinin değimiyle “koruyucu meleği” olan Sadi korudu. Bazı anlar olur bizi kendimizden birisinin koruması gerekir Sadi ve Yaver bunu yaptılar Nevzat’a. Sadi’nin Nevzat ile yaptığı konuşma çok dokunaklı ve anlamlıydı, benim kardeşim yok belki anlayamam ama en yakın arkadaşımı yalnız bırakmamak uğruna bende her şeyi yaparım. Sadi’nin tek derdi Nevzat düzgün davransın da Araz da düzelsin değil ki Nevzat kendisi de bu öfkeden kurtulup hayatını toplasın, zarar görmesin istiyor. Nevzat bildiğiniz gibi Sadi’ye aga diyor, tıpkı Yaver gibi. İkisinin de hayatında örnek aldıkları, belki de sözünü dinledikleri tek insan, o. Onları anlıyor, yalnız asla bırakmadı. Araz’ın nasıl bir abiye ihtiyacı olduğunu da biliyordu Sadi. Kendisi de Yaver sayesinde bunu belki öğrendi. Ona ömrünce abilik yaparak, tecrübeyle anladı. Bu yüzden Nevzat ayağa kalkmak zorunda. Nevzat iyileşir yaralarını sararsa Araz da iyi olur çünkü kardeş olmak bunu gerektirir.

Araz, bizim hırçın kelebeğimiz hepimizi çok korkutsa da aramıza nihayet döndü, izlerken fark ettim ki çok özlemişim. İzlerken bir diğer dikkatimi çeken ise Araz’ın ne kadar değiştiği idi. Evet hâlâ asi ama iyileşiyor Araz. Ağabeyine engel olmaya çalışması, okuldaki tavırları, Aylin tamirhaneye geldiğinde ekibine ve ağabeyine karşı Aylin’i koruması bizim ilk tanıdığımız Araz olsa bence daha farklı olurdu. Belki Araz bile farkında değil Sadi Hocasının onu nasıl değiştirdiğinin, nasıl iyileşmeye başladığının ama ilk bölümlerdeki Araz’ın Aylin’i takip edip evine bırakayım geç oldu diyeceğini, söyleseydin mahallenin en iyi evini bulurdum diyeceğini hatta özür dileyeceğini bile düşünmezdim. Ama oldu biz Araz’ın içinde en derinler de kalan hâlini görmeye başladık. Değişmeyen bazı huyları elbet var ki zaten bir insanı tamamen değiştiremezsiniz kendi istemezse hiç olmaz zaten Araz içten içe istiyor demek ki bazı yönleri giderek törpüleniyor. Net söylemek istemiyorum ama Araz yavaş yavaş Gizem’i unutuyor gibi gelmeye başladı özellikle Aylin ile sohbet ederken gelen Mert ve Gizemle konuşurken ki tavrından. Araz büyümeye, olgunlaşmaya başladı çünkü. Araz’ın hayata karşı hep bir savaşı vardı şimdi Aylin’de hayata tek başına savaş açtı. Ne yaşarsa yaşasın pes etmeden savaşıyor, boyun eğmiyor ve artık susmuyor. Babasıyla telefonda yaptığı konuşma beni çok duygulandırdı zaten masumken bedel ödemişti bir de tek başına bırakılmıştı. Aylin ve Araz aileden yaralı iki kalp birbirlerine şifa olur mu dersiniz? İzleyip hep birlikte göreceğiz bunun cevabını.

Araz ve Aylin cephesi böyleyken Mert ve Gizem arasında neler olduğunu ben şahsen anlayamıyorum. İki haftadır daha dikkatli inceliyorum ilişkilerini de pek sevgili diyemem sanırım. İki sevgiliden ziyade iki çok yakın arkadaş gibiler sanki bir şey eksik aralarında ama ne? Zülfikar ve Melek de öyle bir durum yok sevgili oldukları gayet belli oluyor ama Gizem aralarına sonradan girdiği için mi böyle çekingen yoksa başka bir durum mu var bilmiyorum ama ilişkilerinde bazı eksik noktalar var, sonları nasıl olacak onları nasıl bir yok izliyor çok merak ediyorum açıkçası.

Dizimizin son sahnesi öyle bir yerde bitti ki hepimiz bir an önce Perşembe olsa da izlesek diye bekliyoruz. Can’ın sesleri ayıklamasıyla Songül artık sonuca her zamankinden çok ama çok daha yakın. Öğrendikleri karşısında nasıl bir yol izleyecek neler yapacak bende dört gözle bekliyorum. Bakalım önüne hangi taşlar yıkılacak çok merak ediyorum çünkü büyük patron o kaseti gözleri önünde yaktırdı bu yüzden kurtuldum sanıyor ama ummadık taş baş yardı ve Sadi içine doğmuş gibi kopyasını çıkarttırmıştı. Servet bundan habersiz yaşamaya devam ededursun ama sanırım bu zaman çok uzun olmayacak onun için.

Bu haftada yazımı bitirmeden önce değinmek istediğim kalbime taht kuran bir sahne var. 10 Kasım Atatürk’ü anma… Şu an düşündüğümde dahi gözlerimin dolmasına engel olamıyorum oldukça duru ve çarpıcı bir sahneydi. Öğrencinin koluyla fotoğrafın tozunu alması, gözleri dolu dolu bakması, “Atatürk sevilmez mi?” deyişi Sadi’nin “çocuk” demesi… Bu dünyadan çok büyük insanlar geçti hepsi tarihe iz bıraktılar şüphesiz ama Mustafa Kemal Atatürk çok başka o tarihe değil kalplerimize altın harflerle yazıldı. 35 ülkede heykeli bulunan ebedi başkomutan, tüm dünyanın saygı duyduğu, bizimse hasretiyle yüreğimizin yandığı canım Atam aramızdan bedenen ayrılalı tam 84 yıl olsa da sen hâlâ yaşıyorsun çünkü fikirler asla ölmez.

Seni ve fikirlerini özümsediğimiz kadar da özledik baba…Işıklar içinde uyu

 

 

 

Yorum bırakın