YAZAR : Şeyma BULUT 

Aşk insanın eksik yanlarını, yarım kalanı tamamlama halidir. Aşk insanın ruhuna girdiği an önce o eksik yanı tedavi etmeye başlar. Ben aşkın iyileştirici gücüne inananlardanım. Sadi ve Songül kendi eksik yanlarını birbirleriyle tamamlayarak bir bütün oldular ancak durum bir kişi için başka bir boyuta evrilmeye başladı. O kişi de Sadi’ye başkası değil zira Sadi kendi yuvasını, evini tamamladıkça karşısına şöyle bir korku da çıktı : Ya elimdekileri kaybedersem?

Geçtiğimiz hafta Sadi’nin “Yeminimi tutacağım!” sözleriyle Celal’i ipe çektiği sahnede kalmıştık ve ben bunun sonuçları olacak demiştim. Bu hafta Sadi okula geldiğinde, Melek ona Celal’in ölüm haberini verirken ne gözünde ne de yüzünde gram mimik oynamadı. Melek’e olması gereken oldu derken de ne sesi titredi, ne de herhangi bir pişmanlık emaresi vardı. Kızını koruyan bir baba edası vardı. Yaptığı şeyden gurur duydu mu bilmemem ama bence gayet de memnun diye düşünüyorum. Celal bir çocuk tacizcisi olarak hak ettiğini buldu ve bu olay Sadi tarafından adım adım planlanmış. Mesela olaya intihar süsü verdi ki Ay nur’un başı belaya girmesin, Celal’i öldürdü Melek bir daha asla onunla yüzleşmesin, kendince adaleti sağladı ki Celal başka Melek’lere zarar vermesin ama bu olması gereken miydi? Yani Sadi sevdiği bir başkası zarar göreceği ihtimalinde hep aynı tepkiyi mi verecek yoksa bu sadece bu duruma özel bir durum mu? Açıkçası ben Sadi’nin koruma iç güdüsünün basit bir şey olduğunu sanmıyorum. Oldukça derin bir hissiyatı var ve bence bu sadece Melek’le sınırlı da kalmayacak diye düşünüyorum, çevresinde değer verdiği herkesi korumak isteyen adam bir sonraki tehlike mesela karısına yöneldiğinde daha önce Osman Baba’da olduğu gibi yine aynı şeyi yapacaktır. Yalnız iki olay arasındaki bariz farkı da görmezden gelemem. Osman meselesinde Sadi değil Yaver meseleyi halletmişti, daha sonra Kıvanç’ta da aynısı oldu ancak Celal’ i bizzat kendisi halletmek istedi. Onu kimseye bırakmayıp, yeminim var noktasına kadar geldi, bence bunu biraz irdelemek lazım diye düşünüyorum.

Sadi Payaslı aslında eski kafa model bir adam. Yani her ne kadar günümüzde tanısak da kafası biraz alaturka çalışıyor bence. Celal meselesinde kendisi halletmek istemesine iki türlü bakıyorum ben : Ya bir travması var ya da eskilerin o mahalle kabadayıları gibi kendince suç, suçlu ayrımı yapan bir anlayışı var. Travma varsa, ya da geçmişte bir kişiyi koruyamadığı için kaybetmişse anlarım ama eğer böyle biri yoksa da anlarım. Ben bir hukukçu olarak asla mazur görmesem de bizim ülkede taciz, özellikle çocuğa yönelen tacizde halkın bşr bakış açısı var ve genelde bu suçluları ölüme mahkum etmeyi hak, yerinde bir durum olarak görülür. Bence cezayı devlet, hukuk vermeli ve bu anlayış insanlara empoze edilmeli ancak hala o seviyede değiliz. Sadi ne yemin etti bilmiyorum ama morgtaki sahnede ettiği yeminde ihtiyacı olanlara yardım edeceğini söyleyen bir adamdı ancak bunu yasal olarak yapacağını söylemedi. Sadi’nin bu bakış açısının da değişeceğini pek sanmıyorum. Elinden geldiğince sevdiklerini, masumları korumak isteyecek ve bunu yaparken de yasaları, kendisini önemsemeyecek diye düşünmeye başladım.

Sadi için iki türlü konuşmak mümkün. İlki Celal’i öldürdüğü sahnedeki saf öfkeyle dolu, gözünde gram acıma olmayan bir adam. Öyle ki bir masumun zarar gördüğü yerde, içindeki o öfkeli, net ve yaptığından, aldığı candan gram pişmanlık duymayan 7 Emin’i görürken, diğer yanda evinde pijamalarını giyip, ayıcıklı terlikleriyle karısıyla oda yarışı yapan Sadi’yi gördüm. Baktığında önce “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?” diyorsun ancak içine girdikçe durum anlaşılır oldu. Sadi evine girdiği anda o mutlu alanında ne geçmişi, ne bir kaç saat önce yaptıkları ne de başka bir şeyi umursamıyor. Aksine, orada hem çocuklaşıp, hem de tamamen bir coğrafya öğretmeni gibi hayal ettiği dünyayı yaşıyor,Sadi. Orada Songül ile güne uyanmak, didişmek, kahvaltı yapıp, gülerek evden çıkmak ve okula gitmek onun uğruna geçmişini feda ettiği, karısıyla hep olmak istediği kovuk gibi bence, hani orası onun güvenli, korunaklı alanı diye düşünüyorum.

Sadi için bu hafta en bariz söylenecek şey içinde aynı Songül gibi bir çocuk olduğuydu. İkisinin evdeki oda kavgalarının bir sebebi belki ikisinin de alfa karakterler olarak dediğini yaptırma meselesi olsa da diğeri de aslında Sadi’nin Songül ile bu oyunları oynamaktan aldığı keyif diye düşünüyorum. Bakın çok net bu savaşı Songül bir dudak büzmesine kaybedeceğini bilerek yapıyor. En sonunda kazanan Songül olacak ancak o aşamaya gelene kadar, o odayı güya kazanmak için her şeyi yaptı ancak en sonunda iş yazı turaya geldiğinde yine Songül kazandı. Bu yazı tura meselesinde ne dikkatimi çekti biliyor musunuz? Daha önce de olmuştu, yine aynısını yaptı Sadi, kazanmışken hep Songül’e kaybettin dedi. Her şeyden anlam çıkarmıyorum ama bu iki defa olunca benim aklıma ne geldi biliyor musunuz? Acaba dedim, Sadi bütün bunları Songül ile didişmekten, yarışmaktan aldığı keyif yüzünden mi yapıyor? Ben daha bu adamın Songül’ün karşısında kazandığını görmedim ki yazı tura meselesinde bence isteyerek kaybediyor. Her defasında tura diyor ve o para hep tura gelir. Paşa hep yukarı dese de en büyük şansı olarak gördüğü, Allah’ındır bir lütfu dediği karısı karşısında zafer kazanası yok diye düşünüyorum. Sadi’nin bu hareketi bile aslında tüm hayatının kontrolünü Songül’e teslim ettiğini göstermiyor mu?

Sadi tam anlamıyla hayatını Songül’e adamış vaziyette ve aslında onun istediği gibi biri olmaya çalışıyor. Mesela bunun en bariz örneğini okulda görüyorum ben. Aysel, neredeyse Sadi’nin üstüne taciz boyutuna gelene kadar gidiyor ancak Sadi ne ona kaba davranıyor ne de sınırı geçmesine izin veriyor. Bu da beni Songül ile ilişkisinin başlarına götürdü. Hatırlar mısınız? Sadi, en başlarda oldukça eril bir dille, tavırla yaklaşıyordu Songül’e ve Songül her defasında onu düzeltmek zorunda kalıyordu. Bu bazen kırarak, bazen şaka yoluyla ama bir şekilde Sadi’yi terbiye etti diye düşünüyorum. Yeliz Hoca da zaten bu adama hayran değil mi? Aslında öncesini, doğal halini bilmiyor Sadi’nin, Songül’ün dönüştürdüğü adamı biliyor. Sadi eski haliyle değil ama bu haliyle de ne çok insanın hayatına dokundu, bir yanda Melek, Mert ve gelincikler diğer yanda Gizem derken çocuklarına hep yol gösterici oldu ancak sanırım yakın zamanda Araz’a da bir ayar çekmek zorunda kalacak zira kendisi için çember daralmakla kalmadı, tamamen iç içe geçti.

Bir süredir Araz’a değinmedim zira kendisi oldukça saçma bir hayat tercihi yaparak geçmiş ve gelecek arasında gidip gelmeye başladı. Bir yanda Gizem’e olan takıntısı diğer yanda bir türlü aklından çıkaramadığı Aylin yüzünden iyice karmakarışık bir hayat yaşıyor. Ben açıkçası Araz’a baktığımda kafası karışık değil iki arada kalmış bir çocuk görüyorum. Gizem, Araz için gelincikler gelmeden önceki hayatını temsil ediyor. Tüm gücün kendisinde olduğu, her şeyi kendi konfor alanından çıkmadan hallettiği hayatını hatırlıyor. Aylin ise aslında bir yerlerde Araz’ın yaşamak istediği hayal diye düşünüyorum. Annesini ararken iyi olmak isteyen bir çocuk vardı, annesinden uzak kaldıkça yeniden o kötü kovuğa sığındı. Zira kendini bir tek orada güvende hissediyor, bu yüzden Gizem onun için bu kadar önemliydi. Gizem için o güven alanından çıkmak zorunda değil ancak Aylin için çıkmak zorunda. Bu yüzden Aylin onun için hem çok heyecan verici hem de tehlikeli ki duygularını sadece kendisine ve Aylin’e diyebiliyor. Ancak onun bu git gelleri ona daha yeni güvenmeye başlayan Aylin için çok yıkıcı olacaktır diye düşünüyorum. Zira Mert bir gölge gibi Araz’ın ensesinde ve Aylin’i kaybetmesine sebep olabilir diye düşünüyorum. Araz o güvenli alandan çıkmadığı sürece de Aylin ile istediği hayatı yaşaması oldukça zor görünüyor. Karabayır Lisesi’nde tıpkı Araz gibi kendi güvenli alanında kalan, oradan çıkmaya korkan biri daha vardı ve o biri Araz’dan da önce çıkmaya başladı o alandan: Melek!

Celal öldükten sonra Melek annesine söz verdiği gibi daha da içine kapandı. Ama aslında onun konuşmak istememe sebebi daha önce de bir çok defa dediğimiz gibiydi. Annesinin inanmadığı bir çocuk, neden başkasına anlatsın ki? Bir insan önce en yakınının kendisine inanmasını bekler, bu güvendir. Ancak Melek ilk darbeyi oradan yedi. Aygün ona hiç inanmadı ancak Melek adalet duygusu da gelişmiş bir kız ve konuşmamak onun için büyük bir sorun. Melek mahkemeye çıktığında açık açık başına gelenleri anlatma yolunda ilk adımı attı. Burada gerçekleri nasıl söyler ne yapar bilmiyorum ama Melek artık uzun bir süre tek başına, bu çok net bir şekilde belli oldu.( Yani kurgusal anlamda diyorum yoksa iki celsede Aygün’ü çeker alırım cezaevinden :D) Bence bu yolda Melek’e doğru yolu gösterecek tek kişi de Songül olur diye düşünüyorum. Baktığında benzer hikayeler olmasa da aynı sonuca çıkıyor. İkisi de gencecik yaşlarında yapayalnız kalmış iki kadın, kim Melek’i Songül ablası gibi anlayabilir ki?

Songül de bir zamanlar Melek’in olduğu yerdeydi ve uzun süre tek başına mücadele etmek zorunda kaldı. Hatta Songül’ün hayatında ne bir gelincik ekibi, ne bir Sadi hoca ne de elini tutan Zülfikar’ı vardı. Büyük ihtimalle sadece halası vardı o da okuldan sonra geride kalanlardan oldu. Bu sebeple Songül’ün burada bir rol sahibi olacağını düşünüyorum, belki Melek için de hayatın güzel bir planı vardır, kim bilir?

Songül bu yaşına gelene kadar pek mutlu olmasa da şimdi hayatının en mutlu günlerini yaşıyor. Çok çile çekti belki ama şimdi hayat ona bambaşka bir yönlü gösterdi. Sevdiği, yanında nefes aldığı bir kocası belki de bir zaman sonra hayatını, kalbini, ruhunu akıtacağı bir bebeği de olacak ve aradığı o huzuru bulacak. Sadi onun tüm eksik yanlarını tamamlıyor ve bunu öyle ince ve derinden yaptı ki Songül’ün ayakları yerden kesilmiş vaziyette. Sadi onun tüm hayallerini, tüm arzularını tek tek yerine getirirken bir yandan da ona asla yalnız olmadığı gerçeğini resmen ruhuna nakış gibi işliyor. Songül artık ahşapta yalnız değil, hatta ahşaba da ihtiyacı kalmadı zira tüm hayatını sarmalayan bir adam var ve o adam tüm hayatını Songül’ün yüzündeki tek gülüşe adadı.

Sadi, Songül’ün tüm hayallerini gerçek yapmak için insan üstü bir çaba harcıyor. En basiti, evde bir kıyafet odası, bir yatak odası yaptırdı. Songül nasıl istediyse öyle oldu ki Songül’ün artık Sadi karşısında nutkunun tutulduğunu görüyorum. Hayatında hiç mutlu olmamış, o mutluluğu tatmamış bir kadın olarak şimdiki mutluluk karşısında artık ayakları yere basmıyor diyebilirim. Sadi, aşık olduğu kadının ruhunda ne eksikse tamamlıyor, nereden yara aldıysa oradan tedavi etmeye başladı. Önce ona karşı Songül bir adım attı, o adıma Songül yanıt verdi ve şimdi ikisi kabul ettikleri bir sevginin içinde, huzurlu bir hayat yaşıyorlar.

Sadi, Songül’ün kalp atışında yaşıyor demiştim ya, bence bu tezim her gün daha da güçleniyor. Sadi, Songül’e ne eksikse onu tamamladığı yetmez gibi ona olan sevgisini, hiç tanışma ihtimali olmadığı Songül’ün anne ve babasıyla yaptı. Songül oraya hep tek başına geliyordu. Ya acısını ya mutluluğunu anlatıyordu ama bunu hep tek yaptı. Hiç Sadi’yi çağırmadı ve bence bunun sebebi her duygusunu orada akıtması diye düşünüyorum. Songül kocasıyla mutlu olsa da kalbini hep orada açtı, hep kendini orada anlattı ailesine. Bu sebeple de hep tek gidiyordu ailesine ve bence Sadi burada Songül’e çok net bir mesaj verdi : Artık ben varım. Ailesine sadece ziyaret yapmasını, her şeyini kendisiyle paylaşmasını istiyor diye düşünüyorum. Diğer yandan da Songül için Sadi’nin yaptığı şey çok özel. Songül ailesi gittikten sonra çok eksik kaldı, hayatını tek başına devam ettirmek zorunda kaldı. Sadi’nin bu jesti hem çok sevdiği adamı onların getirerek içinde kalan son eksik parçasını tamamlamış oldu hem de yeniden aile olma duygusunu, sırtını dayadığı bir insan olduğunu hatırladı. Ve en güzeli tüm bunları Songül istemeden Sadi yapıyor. Onun en derin arzularını görüyor ve gerçekleştirmek için çabalıyor, Songül için bu hayat demek, nefes demek. Ama yine de Sadi için yeterli değil. Sadi, Songül’e dünyaları vermek istiyor ve bunun için de ne gerekirse yapacak diye düşünüyorum.

Sadi ve Songül Acarerklerin mezarında birbirlerine tamamen teslim olduktan sonra Servet üstlerine kabus gibi çöktü. Ne Sadi ne de Songül onun varlığından haber olmasa da saldırının Songül’ün ailesinin mezarında olması Sadi için bir işaret olacaktır. Tüm hayatını karısına adayan adam ona yönelecek bir tehdit karşısında neler yapar, nelerden vazgeçer tahayyül edemem belki ama şunu diyebilirim : Sadi, Servet’in hayatta olduğuna emin olduğu anda Celal’in yanında ortaya çıkan Sadi yeniden içinden çıkacak, Songül’ün güvenliği için her şeyi göze alacaktır.

Sadi ve Songül yılan ekibiyle olan toplantıda dedikodu yaparken aslında Sadi ve Ahmet akıllarında bambaşka bir yerdeydi. Saldıranların kim olduğu belli olmasa da bence ikisi de Servet’in ölmemiş olduğunu düşünüyordu ki Songül’e bunu söylemediler. Ben Sadi’nin bunu net olarak öğrendiğinde de Songül’ün haberi olmadan halletmek isteyeceğini hatta ekibi de buna ikna edeceğini sanıyorum. Songül şu anda çok mutlu ve bunun en önemli sebebi de Servet’in bir ölü olması. Sadi de bu huzur bozulmasın diye bir şeyler yapacaktır ancak herkesin gözden kaçırdığı nokta şu :Songül’ün huzurunun sebebi Sadi’den başkası değil ve Sadi dahil kimse bu durumun pek farkında değil gibi hissetmeye başladım. Sadi kendisini Songül için feda etmeye hazır ve bunun en önemli sebebi ne biliyor musunuz? Sadi hala kendini çirkin, Songül’ü de güzel olarak gördüğü için bu olayda da Songül ‘ü yine delirtecek şeyler yapabilir diye düşünüyorum.

Sadi evlerinde birlikte uyumaya hazırlanırken Songül’e prenses ve çobanın masalını anlatmaya başladı. Kendisini o hikayede çoban olarak görüyor zira kendisini bu aşka layık görmüyor hala. Yani bence içinde bir yerlere Songül’ün sevgisini hak etmediğini düşünüyor. Birlikte uyumak, uyanmak, Songül uzağa kaydığında onu yanına çekmesi, Sadi’nin şükür sebepleri hep. Songül’ün onu sevmesi mucize ve bunu yaşarken bir yandan da deli gibi kaybetmekten korkuyor. Sadi’ye göre melek kadar güzel bir şey onu seviyor ki o da tüm dünyasını ona adamak istiyor, hatta gerekirse onun için kendini yok edecek seviyede bile riskler alabilir,Sadi. Peki Songül bunu ondan istiyor mu? Asla. Songül kocası, belki ileride bebeğiyle mutlu, huzurlu ve sakin bir hayat yaşamak istiyor. Sadi’nin kendisini feda etmesini değil, yeni hayatında, kendisiyle temiz bir sayfada yaşasın istiyor ancak bence Sadi bunu pek anlamış değil. Bu hikayede bunu anlamayan diğer bir kişi kim biliyor musunuz? Karabayır Hastanesinin dengesiz baş hekimi Kıvanç.

Kıvanç bildiğiniz gibi takıntıları, sanrıları olan bir doktor. Haftalardır Sadi’yi takıntı haline getiren, Derya’nın onun yanına gidip kendisini terk edeceğini düşünen biri. Bunun için hayatını dahi mahvetmeye başladığının farkında değil. Mesela hastalarına gerektiği gibi bakamıyor, her günü, her anı Derya ile yaşıyor. Ancak tamamen kendinden geçmedi zira aslında Kıvanç da Sadi gibi ikinci şansına tutunmaya çalışıyor. Hatta bu uğurda kire, pise bulaşmadan yaşamaya çalışıyor ve bu durum başına büyük bir bela açtı. Hastanede rüşveti kabul etmeyince olan Derya’ya oldu ve Kıvanç tam anlamıyla bir cenderede sıkıştı.

Kıvanç daha önce sevdiklerini kaybettiği için onları takıntı haline getirerek akli dengesini bozmaya başladı gibi geliyor bana. Zira Sadi’nin karşısına çıkıp, sanki Derya onunlaymış gibi konuşması şüphelerinin zihnine olan etkisine işaret bence. Sadi’nin tavrı, Derya ile ilgili konuşurken buz gibi tavrı sonrası Kıvanç’yan ilacını yeniden alması tesadüf değil. İyi olmadığını biliyor ve mantığına ihtiyacı vardı. Kıvanç bu ruh haliyle ne kadar devam eder bilemem ama en azından hala mantığı yerinde diye düşünüyorum. Aksi halde gelen notun ardından soluğu Sadi ve Songül’ün evinde almazdı.

Derya bir takım insanların eline düştü ve Kıvanç mecburen Sadi ile Songül’ün kapısını çaldı. Bundan sonra ne olur bilmiyorum ama Derya’nın hayatı için istenmeyen bir müttefiklik gelecek diye düşünüyorum. Peki ya Songül? Kıvanç ve Sadi arasındaki geçmişi öğrenecek mi?

Sadi, Songül’ü en ufak hücresine kadar bilirken Sadi hala Songül için gizemini koruyor. Yazının başlığına bir adım sen, bir adım ben, son adım aşk dedim ama sonrası her zaman vardır. Aşka ulaşmak bir sınav sonrasında aşkla sınanmak da gerekir. Songül ve Sadi birlikte bir ev, yuva kurdular. Şimdi o yuva ne kadar sağlam göreceğiz ve ben uzun yıllardır izlediğim en sağlam aşk hikayesi olarak görüp, yorumladığım bu ikilinin önlerine çıkacak her engeli de aşarak P hayal ettikleri tren yolculuğuna, mutluluklarına tüm engellere rağmen çıkacaklarına inanıyorum…

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk! (Gelsin Hayat Bildiği Gibi, 27.bölüm)” için 3 yorum

Yorum bırakın