Oyun Başlasın (Ya Çok Seversen, 4.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Kendinizi bir çıkmazda hissetmek, ne yaparsanız yapın nereye dönerseniz dönün bir kapana kısılmış gibi kıvranmak, doğru olanı yapmak ya da kolay olanı seçmek arasında bocalamak, aklınızla kalbiniz arasında kalmak, tüm bunlarla boğuşurken yalnız olduğunuzu hissetmek… Ne kadar zor bir durum öyle değil mi? Ateş şimdi bunların hepsini tek tek yaşıyor ve bu sıkışmışlığı yok etmenin bir yolunu bulamıyor. Bu duygu onu zehirli bir sarmaşık gibi sarmış durumda. Kaçamıyor, kurtulamıyor. Bu yüzden kendince bir çözüm buldu ve çocukları yatılı okula gönderip Leyla’yla arasına mesafe koymaya karar verdi. Bu durum belki de Leyla ile aralarında sonu ikisini de paramparça edecek bir oyunun başlamasına neden oldu.

Ateş Arcalı kendince zalim adam kıyafetini giydi ve en iyi bildiği şeyi yapmaya başladı. Maskelerin ardında gizlediği kırılgan ruhunu tamamen yok olmadan koruma altına almak. Bu sebeple de aslında hiç istemediği şeyleri yapmaya başladı. Aslında Ateş’in derdi çocukların vasisi olması yahut şirketi Umut’a vermemek için savaşmak değil. Onun tüm derdi bu zamana kadar etrafına ilmek ilmek ördüğü kalesinin o bile farkına varmadan yıkılıyor olması. Ateş bugüne kadar tek başına hayatta kalmaya alışmış, kimseye ihtiyaç duymadan yaşamış, sorumluluk almayan birisiydi. Fakat şimdi korumak zorunda olduğu üç kişi ve onların sorumluluğu var üstünde. Ama asıl sorun asla bu değil, asıl mesele; Ateş’in isimlerini dahi söylemekten kaçındığı bu üçlüye alışıyor ve bağlanıyor olması. Düşünsenize Berit sadece iki gece odasına geldi ve üçüncü gece gelmedi diye uykusundan uyanıp odasına kadar gidip iyi olup olmadığını kontrol etti. Halbuki ilk gece onu o halde gazetelerle uyumuş halde bulduğunda umursamaz olmaya çalışmış ve neredeyse başarılı olmuştu. Ilgaz’ın ona sarılması, yere düştüğünde kalkmak için elini tutması, Aydos’un suyunu alması bile kocaman gülümsemesine yetecek kadar hoşuna gitti. Onları sevgisi anlık da olsa kalbine işledi ve bu Ateş’e çok fazla geldi. “Baban çocuklara değil sana bir aile vermek istemiş” cümlesi hayatının tam ortasında belirince Ateş birden panik yapmaya başladı. Yıllardır kurduğu yalnızlık krallığı yıkılıyordu.

Aslında Ateş bunu zaten okuduğu mektuptan biliyordu ama bunun bir anda yüzüne çarpması ona çok ağır geldi zira biriyle aile olmak fikrini yıllar önce aklından silmiş biri o. Çünkü Ateş’in etrafında bu zamana kadar hep sahte insanlar olmuş, tıpkı partide Bige’ye söylediği gibi “Onlar Ateş’e değil, yönetim kurulu başkanı Ateş Arcalı’ya bakıyor.” Bu yüzden sevgiye de o sevgiden doğan mutluluğa da inancı yok. Bunu “Mutluluk diye bir şey yok, acı var” deyişinden çok net anlayabiliyoruz. Zaten hiç kimseyle gerçek bir yakınlık kurmak istememesinin asıl nedeni de bu değil mi? Bundan dolayı Ateş’e bir anda bu yaşadıkları çok fazla geldi, zira onun o sert kabuğundan çocuklar hiç fark ettirmeden, küçücük bir öpücük, refleksle gelen masum bir sarılma o kabuktan içeri girmelerine sebep oldu. Çocuklar Ateş’in en derinlerine sakladığı ruhuna dokunmaya başladı ve Ateş bunu fark ettiği anda müdahale etti. Aslında Ateş duygusal olarak bunlardan o kadar uzak ki Berit’in minnak bir öpücüğü bile allak bullak olmasına yetti de arttı bile. Kendiyle yüzleşmesine neden oldu. Aslında Ateş kabul etmek istemiyor ama çocuklara ihtiyacı var ve bunu anladığı an onları bulabileceği en uzak yere göndermek istedi. Çünkü Ateş çok iyi biliyor ki çocuklar da ona bağlanmaya ve onu sevmeye başladı. Ona göre bu hayatta mutluluktan çok acı var ve çocuklar bunu ne kadar çabuk öğrenirse o kadar çabuk kendilerini korumayı öğrenirler. Yalnız unuttuğu bir şey var; onun şu an yaptığı babasının zamanında ona yaptığıyla aynı şey ve o hâlâ bunun bedelini kimseye güvenmeyerek ödüyorken şimdi aynısını çocuklara yapıyor. Yine de Ateş ne yaptığının farkında varıp olurda çocukları yatılı okula göndermekten vazgeçse bile, çocuklar bu durumu öğrendiğinde onu affetmeyecekler ve belki de Ateş bunu anladığında çok geç olacak gibime geliyor.

Ateş yaşanan bu son olaydan sonra kalkanların sonuna kadar kaldırmış olsa da Leyla’nın geri adım atmaya hiç niyeti yok. Zira onun için oyun daha yeni başlıyor. Leyla Ateş’in neler yaşadığını bilmediğinden ormanda söylediklerini çok acımasızca buldu ve intikam almak istedi. Aslında Ateş’in bu konulardaki tavrının farkındaydı, onun çocuklara karşı tutumunu da, herhangi bir kadına bağlanmak istemediğini de çok iyi biliyordu. Fakat tüm bunları “Hiçbir anlamı yoktu” diyecek kadar duygusuz bir şekilde söyleyince, Leyla kendini kullanılmış gibi hissetti. O Ateş’in son söyledikleriyle en hassas noktasından vurulmuş oldu. Leyla şu anda kırılan gururu yüzünden adım atıyor gibi görünse de içten içe bu adımı cesurca atmasının bir sebebi daha var :Kendisi gibi yetim kalan 3 küçük çocuk.

 

Leyla acımasız ya da gururundan burnunun ucunu göremeyecek kadar bencil bir karakter değil. Aksine bir çok meselede gururunu da görmezden gelecek kadar duygularını dinleyen bir kadın. Ancak Ateş’in attığı adım Leyla’yı çok korkuttu. Hem kendisini yok sayması hem de kardeşlerini Leyla’nın çok iyi bildiği bir yola sokması bardağı taşıran son damla oldu.  Bunlar Leyla’nın kabul edebileceği şeyler değil. Bu yüzden onu hikayesinin kahramanı ilan etmişken bir anda masalının kötü karakteri oldu. Tam burada aklıma söyle bir soru takılıyor; Leyla ne oldu da bu kadar kısa sürede onu “Kahraman” olarak görmeye başladı?

Leyla neden bu hiç tanımadığı adamı birden masal diyarının prensi ilan etti? Bence bunun en büyük sebebi çocuklar. Ateş çocuklara abilik yapmıyor olsa bile, onları koruyan, yalnız bırakmayan, aileleri olan tek insan olarak görüyor. Yani o çocuklar için sığınabilecekleri bir liman ve bu Leyla için çok değerli. Dahası Leyla’ya kendini özel ve önemli hissettiriyor olması da Leyla’nın ona bağlanmasına neden oldu. Zaten bu kadar büyük tepki vermesinin sebebi bu. Ona kendini bu kadar özel hissettirmişken aslında hiç özel olmadığını yüzüne söyleniş olması. Bundan dolayı Ateş onun için kahramanken bir av konumuna geldi. Leyla şimdilik ava çıkmış olabilir ama aşk asla oyuna gelecek bir şey değildir. Leyla bence ava giderken avlanmak üzere, benden söylemesi.

Leyla her zaman bildiği şeyi yapmak üzere yola çıktı, planını kurdu. Yalnız Leyla’nın burada unuttuğu bir şey var; Ateş’in etrafı zaten her zaman avcılara doluydu ve bundan dolayı Ateş onları çok iyi tanıyor. Ayrıca Leyla’nın kendisine olan zaafının da oldukça farkında. Ateş kurnaz bir avcı aslında. Kendini korumak isterken bir avcıya dönüşmüş. Leyla tüm silahlarıyla ava çıksa da zannederim bu oyunun bir noktasında av olma ve Ateş’e gerçekten aşık olma ihtimali çok yüksek. Bu kadar oyun ve sırrın olduğu yerde doğan bir aşk kişileri “leyla” etse de, sırlar ortaya çıktığında “ateş” olup yakacaktır.

Ateş Arcalı kendisine itiraf edemese de zaten o yangına düşmüş vaziyette. Leyla onun için kardeşlerinin bakıcısı ya da öylesine öpüştüğü biri değil. Peki ne oldu da Ateş Leyla’yı kıskanacak kadar ondan hoşlanma boyutuna geldi? Hemen söyleyeyim; Ateş Leyla’nın derinliğinden hoşlanıyor. Onun kendi oluşundan, çocuklara olan ilgisinden, doğru bildiğinden dönmeyişinden, çocukları için ona rağmen mücadele edişinden, onunla didişmesinden, hoşlanıyor. Yani onun gerçek oluşunu seviyor. Şimdi Leyla sadece onunla ilgilenen etrafındaki diğer kızlar gibi kızmasın diye her şeyine “Okay” diyen birine dönüşünce Ateş bunu hemen fark etti. Çünkü tanıdığı o asi kadın böyle biri değildi. Ayrıca çocuklar konusunda da ona çok güveniyor, daha iki gündür tanıdığı çocuklar için ağlayan kızın bir anda umursamaz olması mümkün değildi Ateş’e göre. “Sen çocukları görmezden gelmeme, onları birer yük olarak görmeme izin vermezsin.” Açıkçası bu ayrıntı çok hoşuma gitti zira bu demek oluyor ki Leyla’nın içini, kalbini görüyor. Ateş az çok Leyla’yı tanıyor artık ama Leyla için aynısını söyleyemeyeceğim zira Ateş kapalı bir kutu ve Leyla oyun oynayarak o kutuyu açamaz, kendi olmak zorunda.

Leyla için tehliken çanları çalmaya başlamış gibi görünse de ben Leyla’nın “Beni zorla evlendirmek istedikleri adam bu” diyeceğini düşünüyorum. Üstelik zaten daha önce bundan Ateş’e bahsetmişti. Yani bunun bir tehlike oluşturacağını zannetmiyorum. Zira bu onun ilk işi değil ama asıl tehlike ne biliyor musunuz? Yakup ve Füsun. Yakup Jülide’nin elbiselerine kafayı taktı bir kere ve bu durum Leyla’nın başını çok ağırtacak gibi duruyor. Füsun ise kendi çıkarı için yeğenini tek kalemde harcadı ve bu durum hepsinin başına bela olacak gibi görünüyor, tabi ters tepip Ilgaz ve Ateş’i yakınlaştırmazsa. Bakalım neler olacak izleyip göreceğiz.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

Sana İnanıyorum(Ya Çok Seversen, 3.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

İnsan sosyal bir varlıktır. Sevmek sevilmek, mutlu olmak, güvenmek ve güvenilmek ister ama bunların olması için çevresinde, hayatında birilerinin olması gerekir. Bazen bilinçli olarak yalnız kalmayı tercih ederiz ama bu durumlarda bile güvenle sığındığımız birileri mutlaka olur, bunlar aile fertleri, çok yakın bir dost ya da sevgili hiç fark etmez illaki biri bu hayata tutunma dalımızdır. Tamamen insanlardan duyusal olarak izole bir yaşam sürmenin pek de mümkün olmadığını düşünüyorum. Tabi bazen bu duruma istisnalar karşımıza çıkabilir. Ateş gibi kendini bile isteye yalnızlığa hapseden, kendini sevdiği, değer verdiği ya da vereceği herkesin hayatından sürgün eden bir insan karşınıza çıkabilir. Ateş resmen kendini bir çukura hapsetmiş, sevdiklerini bir daha kaybetme acısını bir daha yaşamamak için kalbini taşlaştırmış bir insan ancak insanın özünde sevgi varsa er ya da geç o içindeki duygular dışarı çıkmanın bir yolunu bulacaktır.

Ateş çevresindeki kimseye hissettirmiyor ama çok büyük bir kaybetme korkusu var. Aslında sırf bu yüzden kimseyle yakınlık kurmuyor, kimseyi gerçek anlamda hayatına almıyor. Birine bağlanmaz yahut varlığına alışmazsa gitmesi de geride kalması da onun için çok daha az can acıtıcı olur diye düşünüyor. Zaten o çiftlikten gittikten sonra kendini yalnızlığa hapsetmesinin de en büyük sebebi bu bana göre. Buradaki yalnızlıktan kastım bir başına kalmak değil kesinlikle, çevresi çok kalabalık yapayalnızlığından, kimsesizliğinden bahsediyorum ben. Büyük kalabalıkların içinde kalbini saklayan, kendi çizdiği profilde tasasız, dertsiz, umursamaz insan maskesiyle kalbini koruyor. Bunu yapabilmek için de yaşadığı en büyük acının ardından sevdiği insanlarla araya bırakın kilometreleri kıtalar koymuş. Bu yüzden bilinçli sürgününde, kendi dünyasında gayet iyi idare ediyordu ama hayat onu hiç beklemediği şekilde köklerinin ait olduğu yere getirdi. Yabancı bir ülkede kendini kapatmak kolaydı ancak kendi evinde, kendi kanından olan insanlarla bu artık o kadar kolay değil.

Daha önce de değinmiştim Ateş kimse ile herhangi bir bağ kurmuyor ve bunun için çokça da çaba sarf ediyor. Çocukları yok saymasının , kendini abileri olarak kabul etmemesinin tek nedeni de buydu zaten. Aslında ben bunun abisi ve babasının ihaneti, onu bir paçavra gibi yatılı okula göndermeleri yüzünden kimseye güvenemediği için yapmıyor zannetmiştim ama panik atak geçirmesi bana bunun çok daha derin bir nedeni olduğunu düşündürdü; bağlanır, onlara kalbini açarsa ya kendisinin ya da kardeşlerinin aynı acıyla yüzleşmesinden, aynı şeyleri aşamasından korkuyor. Zira daha küçücükken annesini, ondan sonraysa ailesini kaybetmiş oldu ve o en büyük kayıplarını şimdi yaşamak zorunda olduğu evde verdi. Bu yüzden çiftlikte vakit geçirdikçe travmaları tetikleniyor ve panik atak geçiriyor. O evde kaldıkça ailesiyle geçirdiği güzel anları değil de, annesini nasıl kaybettiğini, nasıl o evden apar topar gönderildiğini ve yalnızlığa hapsolduğunu anımsıyor. Sevdiği insanların nasıl bir bir hayatından yok olduğunu hatırlatıyor ona o evin kokusu. Bu yüzden orda kalmaya dayanamıyor. Bana kalırsa Bige’ye söylediği “Sana yakınlaşırsam seni kaybederim” sözü de tam bu yüzden söylendi. Onunla duygusal bir yakınlaşma yaşarsa geçmişle tek bağını da kaybetmiş olacak. Aslında Ateş farkında değil ama çocuklarla yavaş yavaş bağ kurmaya başladı. Hatta öyle ki bu kaybetme meselesine tek taraflı bakmadığını düşünüyorum. Kendisine bir şey olursa da abisinin diğer kardeşlerine de aynı acıyı gözünü kırpmadan yaşatacağını düşünüyor. Tüm savaşının sebebi de bu: Kimse bir daha aynı şeyleri yaşamasın istiyor. Ne kendisi, ne kardeşleri… Yine de sevgi tüm zorlukları aşan bir duygudur ve Ateş bir noktada ona direnemedi diye düşünüyorum.

Ateş istemese bile ilk yakınlaştığı kişi Berit oldu. Berit’in Leyla’nın gidişinden sonra altına kaçırması onun aslında ne kadar büyük bir sorun yasadığını da ortaya koydu. O da Ateş gibi sevdiklerini kaybetmekten korkuyor ve bunu bu şekilde dile getiriyor. Yalnız Berit’in ilk gece ablası yahut İlter’e gitmemesi doğrudan Ateş’i uyandırıp yardım istemesi ona güvenmeye ve sevmeye başladığını gösteriyor. Çünkü Leyla’ya bu denli bağlıyken bile ondan değil ikinci gece yine abisinden yardım istedi. Ateş şu an için bazı şeyleri görev ya da kural diye yapıyor olsa da çocuklarla vakit geçirdikçe onlara alışıyor aynı zamanda. Aslında Leyla’nın gidişi, evdeki çalışanların kovulmasıyla Ateş çocuklarla ilgili bir çok şey öğrendi. Ilgaz’ın vegan olduğunu öğrendikten sonra bunu Bige’ye hatırlattı mesela, ya da Aydos’un iyi kaykay sürdüğünü keşfetti ve bunlar onda yer etmeye başladı. Tüm bunlarla birlikte Ateş hala herkese karşı çok temkinli bundan dolayı da hala tetikte. Zaten Ateş’in gördüğüm kadarıyla en büyük problemi kimseye güvenemiyor oluşu. Fakat Aydos’un itirafıyla artık bir kişiye güvenebileceğini biliyor: Leyla.

Leyla henüz farkında değil ama Ateş’i çocuklara bağlayan bir köprü konumunda. Üstelik Berit çoktan onu ailesi kabul etti bile. Daha dile getirmedi ama bence Leyla Berit’te kendini görüyor. Annesiz kalmış küçücük bir kız çocuğunun yarasına bu yüzden bu kadar çok merhem olmak istiyor. Kendi yalnızlığını o kadar derinden yaşamış ki çocukken Berit ve kardeşleri için abilerinin dönmesi Leyla’nın gözünde piyango vurmasıyla eş değer durumda. Bu yüzden abi ve kardeşler arasında köprü görevi görmeye başladı. Bunu da bilinçli olarak değil içindeki aile özlemi yüzünden bilinçsizce yapıyor. Şimdilik Yakup’un tehdidi yüzünden o çiftliğe dönmüş olsa da o Berit’e çoktan bağlandı bile. Bu bana göre Leyla’nın en zayıf yanı. Çünkü daha sadece birkaç gün önce Yakup onu Meryemlerle tahdit etmişken, onlarla ilgili bir sürü bilgi ve belge topladığını öğrenmişken sırf onu ailesi gibi gördüğü için her şeyi unutup İzmir’e yine onunla gitmeyi kabul etti. Dahası hala ona güvenip onun dediklerini yapıyor. Yakup’un onu kullandığını bile bile buna göz yumuyor. Çünkü hem ona hem de diğerlerine çok bağlı. Bunu da yargılamıyorum. İnsanların acılarla baş etme yöntemleri vardır. Ateş nasıl ki kendini soyutlayarak bunu yapıyor, Leyla da ailesi gibi gördüğü insanlara ne olursa olsun sarılarak devam ediyor ancak Leyla’nın kaçırdığı nokta Yakup ona Leyla’nın baktığı gözle bakmıyor. Tamamen çıkarları için Leyla’yı kullandığını düşünüyorum. Umarım bı hakikat yüzüne çarpıldığında Leyla için çok yıkıcı olmaz.

Leyla, hayatındaki insanlara hemen sarılan, yalnızlığını onlarla gideren, kalbindeki sevgiyi göstermekten çekinmeyen bir kadın. Bir tek Yakup ve diğerlerine değil Ateş’e de hemen bağlandı, üstelik o eve neden gittiğini de, sonunda o evden gideceğini de bile bile yaptı bunu. Çünkü Leyla kendini ait hissedeceği bir yer arıyor. Belki de Ateş’ten hoşlanmasının sebebi de budur zira o bilmese de Ateş’te tıpkı onun gibi hiçbir yere ve hiçbir şeye kendini ait hissetmiyor. Bu yüzden de herkesten uzak duruyor, özellikle de hayatında kalması gereken kişilerle yakınlaşmamak için daha da dikkatli davranıyor. Yalnız tam burada kafama takılan bir şey var; Ateş eğer birine yakınlaştığını düşündüğü anda ondan uzaklaşıyorsa ki bu defalarca dile getirildi ve Bige’yle olmamasının en büyük sebebi olarak bunu gösteriyorsa neden o zaman Leyla’ya bu kadar yakınlaştı? Üstelik Leyla’nın çocuklarla birlikte kalması gerektiğini de onunla yaşayacağını da, bu saatten sonra onu hayatından uzaklaştıramayacağını da çok iyi biliyorken bunu neden yaptı?

Leyla’nın öyle “Anlık yaşadık bitti” gibi bir şeyi kabul etmeyeceğini de çok iyi biliyor. Bunu daha sadece birkaç gün önce pedagogda çok net gördü. Zaten Leyla’yı tanımlarken böyle biri olmadığını çok güzel dile getirmişti. Şimdi şu an için istese de hayatından çıkamayacağı birini neden öptü? Şimdi diyebilirsiniz “Çünkü sarhoştu, bilinci yerinde olsaydı kendine engel olurdu” ama partide gayet de bilinci yerindeydi ve Bige müdahale etmeseydi Ateş yine onu öpecekti. Üstelik eğer alkollü oluşunu bahane edecek olursak bu durumda Bige’yle birlikte olurdu ama o bilinçsiz haliyle bile onu reddetti yani ben alkollü oluşunu kabul etmiyorum açıkçası. Ateş Leyla’dan hoşlanıyor ammena ama duygularına bu kadar kolay teslim olacağını pek zannetmiyorum. Çünkü Ateş hala geçmişiyle olan defteri kapatmadı ki bir gelecek kurabilsin.

Şimdi burada devreler yandı değil mi? Leyla hemen biriyle yakınlaşacak bir kadın değil, Ateş bu tip bir durumda birini hayatına alacak bir adam değil. Eeee nasıl bu hale geldiler? Ben burada ikisinin de ilk kez geçmiş ve geleceği düşünmeden bir hareket almak istediklerini düşünüyorum. Leyla ağırlıklarını, Ateş korkularını düşünmek istemedi. O anı yaşamak istediler. Bence bu adım ikisinin de duygularını tanımlama konusunda gelişim gösterdikleri anlamına geliyor diye düşünüyorum. Tabi hemen özlerine dönecekler ancak her şeyin bu şekilde başladığını çok rahatça söyleyebilirim.

Leyla geleceği için çırpınırken Ateş hala geçmişte takılı kalmış durumda. Leyla’nın ailesini araması, onları bulmayı hala umut ediyor oluşu aslında onu geleceğe bağlıyor. Fakat Ateş ne annesinin babası yüzünden ölümünü ne de o evden gönderilmesini hala atlatabilmiş değil. Bu yüzden bir ilişki kursalar bile ben bu şekilde yürütebileceklerinden pek emin değilim. Hele de Yakup’un oyunları ortaya çıktığında, Ateş gibi güven sorunlar olan bir tip canının acısını dindirmek için Leyla’nın ruhunu paramparça edecektir diye düşünüyorum. Ateş zaten duygularını kabul eden bir adam değil, üstüne insanlara güven sorunu var, bı yüzden Yakup’un sinsiliği ortaya çıkınca düşünmeden Leyla’yı yargılayıp, hükmünü verecektir. Diğer yandan Leyla sevdiklerine çok bağlı bir insan, onlara hemen güvenen, sevginin her şeyi çözeceğini düşünen temiz bir ruha sahip. Eğer tahminim doğru çıkarsa Ateş bu özelliğini ondan kalbini parçalayarak alacaktır ve Leyla’nın umudunu da öldürecektir diye düşünüyorum. Ateş ve Leyla’nın farklı farklı aile mevzuları ikisinin ilişkisinin de en büyük düşmanı olarak karşımıza çıktı ve bu yol bizi nereye götürür kestiremiyorum.

Aslında aile konusuna değinmişken Umut ve Füsun’a bir paragraf açmadan olmaz öyle değil mi?

Bu bölüm gördük ki ne Umut’un ne de Füsun’u durduracak bir sınır yok. Umut sırf şirketin başına Ateş geçti diye rakip şirketle ortaklık yaparken, Füsun bir tek Jülide Arcalı’nın hayatını değil çizimlerini de çalmış aynı zamanda. Umut’un bu kadarını bildiğini düşünmüyor olsam da umarım annesine bu kötülüğü de reva görmemiştir.Gün geçtikçe ben Vahit beyin neden Füsun ya da Umut’u değil de Ateş’e hem çocuklarını hem de şirketini miras bıraktığını çok daha iyi anlıyorum. Neyse ki gün gelir hesap döner ve Umut da Füsun da yaptıklarının bedelini ödeyecek inanıyorum.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

GİTME (Ya Çok Seversen, 2.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Bu hayatta çoğu insan her şeye kendi açısından bakar, bazen acılarını kıyaslar, bazen mutluluklarını, bazen paralarını kıyaslar, bazen yaşamını ve bu kıyaslamalar bakış açısına göre değişir. Ama kimse kimsenin ne yaşadığına ilk önce bakmaz, öncelik kendi yaşantısına göredir. Tabi ki ince düşünceli, empati yeteneği gelişmiş olanları tenzih ederim ama kabul edelim ki biz âdemoğulları genellikle insanın ilk yüzündeki ifadeye bakıyoruz. Tanımaksa daha sonraki evrede gelir. Hatta bezen tanıdığımız insan bile bunu yapabilir. Yüzü gülüyor mu o zaman çok mutlu, ağlıyorsa ancak üzgündür ya da bağırıp çağırıyorsa sinirlidir. Duygularını gizleyip güçlü görünense her zaman duygusuz, zalim ilan edilir. Ateş, Ilgaz tarafından ikinci kez o evden kovulduğunda kendini yine babası onu yapayalnız, küçücük yaşıyla yatılı okula vermiş gibi hissetti, sanki yine o evden aynı şekilde atılmış gibiydi. Nasıl ki halasının yönlendirmesiyle o evden atılır gibi zorla yatılı okula verildiyse yine aynı şeyi hissetti. O an yüzünde oluşan o acı ifade yanındaki Leyla için ne ifade etti bilmiyorum ama benim içimde oturdu şahsen.

Leyla, Ateş’in sebeplerini bilmediğinden onu acımasız, zalim ve vicdansız olarak nitelendirdi o an. O eve ve eşyalarına neden katlanamadığını, aslında onları her gördüğünde o kabus gibi gecelere tekrar tekrar gittiğini bilmiyor, algılayamıyor. Çünkü Ateş ona hiçbir yarasını göstermedi henüz, bu yüzden Leyla ona kendi bakış açısıyla baktı. Leyla’ya göre ağzında gümüş kaşıkla doğmuş, acı çekmek ne bilmeyen, empati yoksunu biriydi ve Leyla’nın onun yaptığı şeyi anlaması mümkün değildi. Zira Leyla için anıların ne kadar önemli olduğu malum ve kimsenin bunu bozmaya hakkı olmadığını düşünüyor. Ona göre Ateş’in yaptığı zalimlikti ve o da ona o şekilde davrandı. Ateş ise böyle davranılmaya alışık olduğu için kendini açıklama gereğinde dahi bulunmadı. Neden bulunsun ki? Bugüne kadar kimse onu anlamak için uğramadığı için artık o da kendini kimseye açıklamıyor. Duygusunu kalbinde duvarların ardına gizleyerek kendi güvenli alanında yaşıyor. En azından bu şekilde canının yanmasını engellediğini düşünüyor ve yaşadıklarını düşününce ben ona haksız diyemiyorum.

Ateş yüzünde kocaman bir maskeyle dolaşıyor, kimseyi umursamayan, bencil ve duygusuz izlenimi verecek bir maske. Çünkü bu şekilde insanların kendi ördüğü duvarların dışında kalmasını sağlamış oluyor. Kimseyle, herhangi bir hayvanla bile bağ kurmuyor ki bir şeyi önemsediği düşünülmesin yahut ileride onun için üzüntü duymasın. Ama o maskeyi kaldırdığı an bambaşka biri oluyor. Tıpkı o tayı korkutmasın diye Layla’yı geri çekmesi gibi, yahut kadınlar okunabilsin kendi ayakları üzerinde durup, ezilmesin diye burs vermesi gibi.

Peki Ateş bu kadar düşünceli ve nahif biriyken neden sürekli olarak insanları kendisinden uzak tutuyor. Bence bunun sebebi annesi. Ateş annesini kaybettiğinde yaşadığı acının aynısını yaşamaktan çekiniyor diye düşünüyorum. Birine bağlanırsa ondan ayrılırken yine acı çekeceğine inandığı için bu soğuk, uzak tavırları sergiliyor ama kalp sevmeye karar verirse insan ona bir şey yapamaz. Tıpkı kardeşleriyle olan ilişkisinde olduğu gibi. Orada başından beri bir reddetme durumunda olsa bile aslında hiç öyle değilmiş, gördüm. Daha abi olduğunu dahi kabul etmezken ve iki gün önce yüzüne dahi bakmadığı Berit’i bütün gece arayıp, bulduğundaysa Leyla’ya vermek yerine kendi kucaklayıp eve getirmesi de merhametini gösteriyor bana göre.Zaten bence çocuklarla bağ kurmak istememesinin en büyük sebebi de bu, bir kere bağlanıp bağ kurarsa ayrılamayacağını düşünüyor. O çocukları bir gün geride bırakacağını biliyor çünkü daha o evde yaşamaya dahi katlanamazken bir ömür orada kalamaz. O ev onun yarası ve insanlar ondaki o kabuk bağlayamamış yaraları görsün istemiyor.

Bir de güven sorunu var ki orası tam bir bıçak sırtı. Ateş için birine güvenmek, inanmak çok zor. Bu hususta ben onu asla yargılamıyorum, insan güven duygusunu ailesinde tanır. Burada Ateş’in açısından baktığımda bence çok da haklı duvar örmekle. Zira Babasına, abisine en yakınlarına güvenemeyen biri nasıl bir başkasına güvenip hayatına dahil etsin ki, neden ona yaralarını anlatıp zayıflılarını göstersin ki? Fakat Leyla o Ateş’in tam zıttı bu konuda. O çevresindekilere güvenip bağlanmayı tercih ediyor.

Leyla Ateş’in aksine kan bağı olmasa bile can bağı kurmayı seven, sevdiklerine yardım etmek için çırpınan biri. Bunu daha sadece iki gündür tanıdığı çocuklar için akıttığı göz yaşında, anıları yok olmasın diye verdiği mücadelede ve sırf yalnız uyumak istemiyor diye yanında durup uyumasını beklemesinden gördüm ben. Yalnız Berit için söylediği şey çok ağırdı ve aslında sığınacak bir kimseye ne kadar ihtiyacı olduğunu da gösterdi bir anlamda; “Kimsenin onu aramayacağını biliyorsa niye saklansın ki?” bu Berit’e söylenmiş ama kendi için kullandığı sözcük aslında. Ailesini ne kadar çok beklediğini de gösteriyor gelmeyeceklerini bile bile hem de. Bunun sebebi ne biliyor musunuz? Ateş bu hayatla ilgili hayal kurmaktan, gelecek planları yapmaktan bu denli vazgeçmişken Leyla hala hayal kurabiliyor. Risk alıp, amacına doğru koşarken yolundan sapmıyor. Ailesinin yokluğunu başka insanlarla tamamlamaktan korkmuyor diye düşünüyorum. Ancak bu ruhunda yanan ateş onu en hassas iki noktadan vuracak : Kalbi ve insanlara olan inancı.

Leyla ailesiz büyüdüğü için mi yoksa yapısı gereği anaç olduğu için mi bilmiyorum ama şefkatli biri ve bunu Berit’e olan her davranışından görebiliyoruz. Bir tek Berit’e karşı değil, aile bildiği dostlarına karşı da öyle. Zaten Yakup bu sayede ondan istediğini almıyor mu? Leyla’nın kendisi çöpsüz özüm olabilir ama geriye kalanların hepsinin birer sorumluluğu, bakmak ve korumak zorunda olduğu insanlar var. Bu yüzden Leyla kendisi için olmasa bile aile bildiği insanlar için bir tercih yapmak zorunda. Yakup onu çok iyi tanıyor böyle bir durumda onları yüz üstü bırakmayacağını ve önünde sonunda Ateş’i dolandırmayı kabul edeceğini çok iyi biliyor. Bu yüzden onu zayıf yanından diğerlerine olan zaafından vurdu, yani aile bildiklerinden. Leyla şu an çocuklarla iyi kötü bir bağ kurmayı başarmış olsa da Ateş için aynısını söyleyemeyeceğim.

Ateş çocuklarla arasında bir bağ oluşmaması için her şeyi yaparken onların da birer birey olduğunu duyguları olduğu kavrayamıyor. Evi yahut eşyaları değiştirmek istediğinde kendi travmalarına öncelik verip sadece kendi bakış açısıyla değerlendirdi. Halbuki o evde o çocukların anne babalıyla geçirdikleri son anlar vardı. Leyla’nın yaptığı ufak bir müdahale onun çocuklar açısından bakmasını sağlasa da sanırım daha çocuklarla kat etmesi gereken çok yol var ve Ateş adım atmamaya Füsun ve Umut’ta attırmamaya kararlı. Diğer yandan Aydos ateşkes yapmaya her an hazırken ve Berit’in kaybolması belki bir adım olurken yakınlaşmaları için ama Ilgaz ile kolay kolay araları düzelmeyecek gibi duruyor.

Açıkçası Ilgaz’ın öfkesinin sebebini anlayamıyorum. Tamam kabul ediyorum Füsun çok manipülatör bir kadın, büyük ihtimalle Ateş’i onlara kötülemek için birçok şey söylemiştir. Ama Ilgaz bir tek önyargılı değil gerçek anlamda nefret ediyor ondan. Başta Ateş onlarla ilgilenmediği, kardeşleri olarak kabul etmediği ve babalarına saygı duymadığı için böyle davranıyor sanmıştım ama sanırım düşündüğünden çok daha fazlası var. Çünkü Ilgaz Ateş’i daha tanımadan önce öfkeliydi ona karşı ve bence bunun tek nedeni Füsun ve Umut’un dolduruşu olamaz. Ya Ateş’in onları sevmiyor oluşu çok fazla canını yakıyor ve bu yüzden çok öfkeli yahut babasından dolayı böyle davranıyor, daha tam emin değilim sanırım biraz daha veriye ihtiyacım var Ilgaz’ın duygularını anlayabilmem için.
Çok farklı düşüncelere ve duygulara sahip ama şu hayatta aslında yapayalnız olan bu insanlar bir şekilde şimdi yan yanalar. Bakalım birlikte birbirlerinin yaralarını sarabilecekler mi? İzleyip görelim.

Yazımı bitirmeden  bahsetmek istediğim bir şey var.Öncelikle hikayenin saptığı bu yolu sevdim. Ateş’in güven sorunu, Leyla’ nın onu tam da buradan vuracak olması iyi bir çengel oldu. Leyla Ateş’i tavlamak isterken büyük ihtimalle kendi kurduğu tuzağa düşecek ve Ateş’ le aralarındaki o görünmez bağ görünür olacak diye düşünüyorum. Ancak Ateş çok sert, çok net bir karakter. Böyle bir yalanın ortaya çıkmasının ardından Leyla’ya kan kusturacak kadar da acımasızlaşacaktır. Leyla’ ysa aile bildiği, kendisinden önce düşündüğü insanların aslında ondan faydalandığını öğrenerek aile kavramına bakış açısı değişecek diye düşünüyorum. Leyla ve Ateş’i büyük bir sınav bekliyor, şimdiden yerinizi alın.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

 

KUMPAS (Baba, 12.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT

Kalabalık kadrolu hikayeleri yazmak zordur, çok ciddi bir hakimiyet ve hesaplama ister. Ne yazık ki Baba’da bu hakimiyetten eser olmadığı gibi bazı karakterin neden kötü olarak yansıtıldığını da anlamış değilim! Bu dizide kötü olması en mantıklı karakter İlhan Karaçam’dı, onu da o kadar gelgitli yazdılar ki karakteri nereye koyacağımı şaşırdım. Şu anda benim mantığa uyan karakterler Emin ve Kadir! Onun dışında belki Elif ve Burak da olabilir ama onların dışındaki herkese şunu sormak istiyorum : Kardeşim siz neyin kafasını yaşıyorsunuz?

Geleneğimizi bozmayalım ve yazıya Emin Saruhanlı’ya giriş yapalım istiyorum. Ah Emin Baba, ah! Aslında bugün yaşanan her şeyin ama her şeyin sebebi Emin’ den başkası değil. Ailesine bugüne kadar söz hakkı vermeyen, ezen Emin ailesini bu hale getirdi ve ne yazık ki olanlar daha yeni başlıyor. Özellikle de Servet, Büşra ve Yaşar’ın bu halde olmasının sebebi Emin’den başkası değil çünkü çocuklarını bir yudum sevgiye muhtaç bırakmasaydı bunların hiçbiri yaşanmazdı. Özellikle de Büşra ve Servet’in bu durumda olmasının tek sebebi babalarından görmediği sevgisizlik diye düşünüyorum. Aksi halde Büşra ilk elini tutana böylesine kapılmaz, Servet de sevgisizliğini güçle kapatmazdı. Servet’e ben de çok öfkeliyim ama onun bugününü hazırlayanlar Emin ve Fazilet’tir.

Servet Saruhanlı yani hain evlat diyoruz herhalde şimdilerde değil mi? Hatırlar mısınız Kadir babasıyla bir konuşma yapmıştı; “Bir yudum sevgi için adam bıçaklayacak hale geldik!” demişti aslında bunun tüm aileye yansımasını canlı canlı izliyoruz. Anladığım kadarıyla Emin, kendi anlayışına uymayan her evladını göz ardı etti. Büşra istemediği bir adamla evlendi, Kadir hapse girince bedel ödesin diye elinden geleni ardına koymadı ve en sonunda da Servet’i bir kere takdir etmeyerek kendine düşman yarattı. Hatta o düşmanlık Ahmet gibi bir caniye de işbirliğine yol açtı. Şimdi buradan şu anlaşılmasın, ben Servet’i asla haklı görmüyorum aksine bana soracak olursanız aşağılık kompleksi olan, kişiliğini oturtamamış bir karakterden başka bir şey değil kendisi ama olay şu ki üstünlüğünü herkese ispat ettirmeye çalışırken babasının öfkesine maruz kaldı. Emin en iyi bildiği yolla Servet’i perçinlerken aslında oğlunu hataya zorladı. Ki başarılı da oldu Servet ve Ahmet işbirliği hiç olmadığı kadar güçlü artık ama bu ortaklık Servet’in sonu olacak. Emin aslında bu sebeple onu yine rezil etti. Çünkü insan kendinden olanı bilir, Servet’in en zayıf noktası egosu, ona oynarsan onu alaşağı edebilirsin ancak Servet bir şeyi daha başardı : Kadir ve Emin artık onun ihaneti sayesinde konuşabiliyorlar.

Kadir benim bu hikayedeki nefes alma durağım dersem yalan söylemiş olmam. Bana derin derin nefesler aldıran, keşke benim de hayatımda böylesine özel bir adam olsa dediğim tek insan, o. Ailesiyle olan ilişkisi de, sevdi mi tam seven haliyle ve en önemlisi de dürüst bir insan olduğu için Kadir hep ayrı olacak ama onun da bazı kötü huyları yok değil. Mesela sinirlendiğinde karşısındaki eğer sevdiği birine zarar vermişse kendini kaybedebiliyor özellikle de söz konusu ailesinden bir insansa daha da şiddetli tepkiler veriyor. Bakınız Ahmet, bakınız Servet! Abisine karşı olanca öfkesiyle dönüş yapan Kadir, aslında tüm bunların sebebinin Emin olduğunu adı, soyadı gibi biliyor ancak bunu babasına yansıtmayacaktır.

Kadir ve Emin arasındaki ilişki hep gel, gitli oldu. Kadir doğru bildiği yolda yürürken Emin asla onun doğrularını kabul etmedi ta ki sahtelik dolu bir hayata adım attıkları o güne kadar, ondan sonra her şey değişti. Emin oğlunun dürüst, ailesine sahip çıkan ve güçlü bir insan olduğunu gördükten sonra ona inanan, onun arkasında olan bir insana dönüşüverdi. Kadir de zaten ona sığınmaya o kadar ihtiyacı vardı ki yıllar sonra babasına yeniden sığındı, her çocuk gibi… Son zamanlarda yaşananlar aslında Emin’e de bir şeyleri gösterdi: Aile içinde güç ve savaş olmaz, olursa o aileden geriye bir şey kalmaz. Emin de bunu gördü ama ne yazık ki artık çok geç. Emin’in çocuklarına davranışı bugünlerin mimarı, bir de onların hayatına zorla soktuğu Ahmet gibileri yüzünden evlatları yeniden zarar görmek üzere çünkü İlhan’ın hayatta kalmak için yeniden bir sebebe ihtiyacı vardı ve o sebebi Ahmet ona altın tepside sundu.

İlhan Karaçam bu dizide hayatı en zor olan karakterlerin başında geliyor. Çocukken yaşadığı travmalar onu bugün belki de hiç olmak istemediği bir insana dönüştürdü ve aslında hayatının büyük bir kısmını da babasından nefret ederek geçirdi. Bu bölüme kadar da hayata karşı öfkeli ama bir yanı da mantıklı bir adam izlemiştik, eskide kaldı tabii çünkü İlhan tamamen kontrolden çıktı. Bunun saçma taraflarını yazının sonunda yazacağım. Şimdi İlhan nasıl bu hale geldi en başta onu konuşmak lazım diye düşünüyorum. İlhan’ın hayatta tek bir yaşama sebebi vardı :Babasının onunla gurur duyması. Onu kaybedince yaşama sevgisini de kaybetti ve o içinde kapalı tuttuğu canavar dışarıya çıktı. İlhan bir süre sonra kendine gelecek de olsa üzgünüm ki bu dönemde en büyük zararı Büşra’ ya verecek ve onu paramparça edecek.

Büşra ve İlhan ilişkisi bana sorarsanız çok erken bu hale geldi. Büşra hiç tanımadığı bir adamla evlendi ve adına da sevgi dedi. Bu arada ben İlhan’ın Büşra’ya aşık olmadığını düşünmüyorum, aksine çok ama çok seviyor. Karısına çok aşık ancak sevgiyi bilmeyen bir adamı aşk yıkar, geçer çünkü onu sakinleştiremez. Büşra da aynı konumda olsa da Büşra abisinden sevgi gördü ve İlhan gibi şiddet görmedi, o yüzden o biraz daha mantıklı davranıyor. Peki babasını sevmeyen adam niye bu kadar peşin oldu? Birincisi babasıyla tam anlaşmaya başladıkları anda Ferit öldü, ikincisi de az önce söylediği gibi babasına kendisini ispat edemedi, hayatta kalmasındaki en önemli sebebi kaybetti. Büşra onun yaralarını sarmak istiyor ama şu durumdaki bir adamla yapamaz, üzgünüm. Büşra’nın yapacağı en doğru hareket derhal İlhan’ı bırakması olacaktır zira böylesine büyük bir öfke içerisinde yaşayan birine yardım edemeyeceği gibi, büyük bir şiddet görmesi de söz konusu olur. Şiddet derken ben asla fiziksel bir şiddetten bahsetmiyorum ama zaten eve kapatılması, ailesiyle görüşmesinin yasaklanması da şiddetin bir türüdür diye düşünüyorum. İlhan gibi adamlara soğuk duş etkisi lazım. Yani Büşra öyle bir hamle yapmalı ki İlhan fabrika ayarlarına geri dönmeli ancak adam böyle acı çekerken bizim Büşra’mız bunu yapamaz ve beklenen senaryolar tek tek yaşanır ama belki bir ihtimal diyorum, belki değil mi?

Büşra öyle zor duruma düştü ki evden çıkmak için bile Elif’ten yardım istemek zorunda kaldı. Elif ve Büşra arkadaşlığına ayrı hayran olduğumu söylemek zorundayım. Elif tam bir kötü gün dostu ve ben demiştim demeyenlerden. Halbuki Elif Büşra’yı ilk uyarandı ve ne yazık ki söyledikleri de bir bir çıktı. Elif bir kadın olarak benim gerçekten çok sevdiğim, Kadir’in yanına da inanılmaz yakıştırdığım bir kadın çünkü Emin bir konuda haklıydı. İnsan birini sevince ailesini de kabul edersin. Ben Elif’in Saruhanlı Ailesi’ne bu kadar sevgi dolu olmasındaki sebebi Kadir’e duyduğu sevgi olarak görüyorum. Ayrıca Büşra’nın gerçekten artık Elif’e ihtiyacı var çünkü İlhan iyice kontrolden çıkmaya başladı ve sanırım Büşra için çok daha radikal kararlar almak zorunda kalacağı bir dönem başlıyor ve işin kötüsü de kendi öz ailesi tekrar onun yanında olacak mı? İşte ben o hususta özellikle hiç emin değilim çünkü Emin hastanede net olarak kendini ifade etti : Sen artık bizim ailemizden değilsin! Halbuki sevdiği adamla evlenmek dışında bir şey yapmadı Büşra ancak ne yazık ki Emin ve ailenin kadın olduğu için kızlarına bakış açıları aynı kaldı, uzak dursun yeter değil mi? Bu yüzden ben Büşra’nın bu iki ateş arasında nasıl yaşamaya devam edeceğini merak etmeye ve endişe duymaya başladım zira bu hiç kolay olmayacak. Yukarıda İlhan kendine bir yaşama sebebi arıyor dedim ve ne yazık ki buldu: Kadir Saruhanlı!

İlhan ve Kadir arasında ilk tanıştıkları andan itibaren başlayan bir rekabet vardı ancak olay şimdi çok başka bir yere evrildi. İlhan, Kadir’le düşman olmayı seçti, böylelikle yeniden kendisine bir devam etme sebebi buldu. Bence o çok da gerçeğin peşinde değil diye düşünüyorum çünkü aslında hakikat İlhan’ın umurunda değil. İlhan için sadece devam etme sebebi lazımdı o kadar. Peki bu Büşra ile ilişkisine ne yapacak? İşte asıl mesele burada başlıyor çünkü İlhan karısını Saruhanlı Ailesi dışında kabul etti. Sanki Büşra o aileden değil gibi davranmaya başladı ve bu da aslında onun vicdanını rahatlatma sebebi diye düşünüyorum. Ailesinin karısını nasıl yıprattığını da bildiği için kendisini o düşünceye sokması da zor olmadı ama hedef Kadir olunca Büşra’nın bir şekilde artık kabuğunu kırması gerektiğini düşünüyorum. İlhan kontrolden çıktı ve her yana dehşet saçmaya başladı. Bu şiddetten Büşra da hatta Kadir’in hayatındaki herkes de nasibini alacaktır ki bence ilk hedefte de Elif var, benden söylemesi.

Kadir ve Elif arasında bir ilişki olmasa da Kadir, Elif’e çok değer veriyor. Özelini açıyor, güveniyor, birlikte vakti geçiriyorlar. Büşra ne zaman başı sıkışsa Elif’i ararken, İlhan kafasını her çevirdiğinde Elif’i, Kadir’in yanında gördü. Yani çok kısa zaman içerisinde Elif’e zarar vermek isteyecektir diye düşünüyorum. Kadir’le de asıl meselesi o an başlar çünkü ben Kadir’in bunlara sessiz kalacağını düşünmüyorum. Kadir, Elif’e aşık olduğunu anlamasa da onun için bir hangara girip, hayatını tehlikeye atacak kadar değer bi vermiş. İşin kötü yanı da İlhan da artık bu sevginin farkında ve Kadir’i alaşağı etmek için onun bu zayıf yanına oynayacaktır. Biliyorsunuz sevdikleri söz konusu olduğunda bir aslana dönüşen Kadir burada da sessiz kalmayacak hatta yeniden İlhan’a savaş açabilir. Bu ikisi arasındaki meseleyi ancak katilin ortaya çıkması bitirir yoksa iki aileden geriye sadece enkazı kalacak.

Dizinin final sahnesi zaten İlhan’ın nasıl kontrolden çıktığını hepimize ayan, beyan gösterdi. Babası için Kadir’e zarar vermeyi göze alan İlhan için artık sözün bittiği yerdeyiz. Burada iki kelam etmem lazım benim çünkü aklımla oynanıyor ve sinirleniyorum. Sonda önceki 3 bölümde izlediğim İlhan’la son bölümde izlediğim adam arasında dağlar kadar fark var. Büşra için Emin’in dükkanına giden, annesiyle konuşan İlhan bir anda terminatöre döndü. İlk bölümlerdeki adam olsa derim ki yapar, ağır kusurları var ancak birden bire değişim yaşıyorsa bir karakter, orada kalmalıydı. Ya da sancılar yaşıyorsa arada sırada da olsa kendini göstermesi lazımdı ama ne yazık ki öyle olmadı. İlhan’ın sebeplerini anlasam da radikal değişimlere sıcak bakan biri değilim ve hoşuma gitmedi, söylemek istedim.

Şimdi dizideki ilk sorunum buydu ikincisi de ben hala Servet’in tüm şirketi ele geçirmesinde kaldım. Hisseler öyle kasadan alınıp, ele geçirilebilse bu dünyada holding kalmazdı. Servet’in ihanetini böyle değil ama karşı tarafa geçerek daha mantıklı verebilirdiniz ya. Şirketler hukuku açısından nereden baksam elimde kaldı hikaye. Buna bir çözüm bulun vallahi sinirden tırnaklarımı yiyorum artık!

Diğer mesele de Burak ve Kadir ne zaman iş birliği yapıp da bu Servet denen yarım akıllıya savaş açacak. Burak aslında dinamiği çok yüksek bir karakter ancak arada kaynıyor sürekli diye düşünüyorum. Servet ve aile savaşında aktif rol almalı ve aileye yardım etmeli! Kadir ve Burak dostluğu, iş ortaklığı izlemek istiyorum ne yalan söyleyeyim ben! Özellikle de Servet’i birlikte alaşağı edecekler çünkü Burak için de şirket çok önemli. Servet’e kariyerine mal olacak bir hata yaptırmamak için Kadir’i de oyuna dahil ederek muazzam bir iş çıkarırlar ki eğer Ahmet meselesi ortaya çıkarsa İlhan da bir yerden bunlara katılırsa şenlik olur, şenlik!

Yalnız söylemem lazım, dizideki bu gelgitli durumlar, karakterlerin beklenmedik davranış bozuklukları devam ederse ben havlu atarım. Tolga Sarıtaş ve Haluk Bilginer için başladığım dizi bir yerden sonra azap olmamalı diye düşünüyorum. Kalabalık kadro yazmak zordur evet ama bu kadar da olmaz diye düşünüyorum. Bir karakter kötüden iyiye, iyiden de kötüye bir haftada dönmez, dönemez. Şayet kendisi şizofren değilse. Ve artık Saruhanlı kadınlarını da biraz güçlü yapın zira ben ekranın içine girip “Kızım yeter ama görmüyor musun sen?” diye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Neyse her şeyi bir anda dökmeyeyim, şimdilik yeterlidir bence.

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Bırakmazdım Seni Bir Başına(Baba, 9.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT

Geçtiğimiz Hafta Baba’ya vurucu bir sahneyle veda etmiştik. Aslında o sahneden sonra ben birçok kavramı sorguladım. Aile, bağlılık, sevgi gibi kavramları özellikle kendi içimde çok fazla irdeledim. Vardığım sonuçsa şu oldu : Herkes gökyüzünü aynı aydınlıkla görmez. Kadir ve Büşra aynı gökyüzüne başka duygularla bakıyorlar ve ne yazık ki bu durum bundan sonra da değişecek gibi durmuyor.

Aile kavramının ne olduğuyla ilgili bu haftaki en can alıcı sahne şirketteki oylama sahnesiydi. Bir tarafta Kadir, Burak ve Yaşar, diğer yanda Elif, Büşra ve Servet var. Bu karşı karşıya gelme durumu bazıları için yeni bir umut kapısıyken bazıları için kendini kurtarmaktan başka bir anlam taşımıyordu. Sadece Kadir için kişisel ya da bireysel bir anlamı yok diyebiliriz. Bir tek Kadir, ailesi için yeğenlerinin geleceği için o masada oturuyordu o kadar. Kadir için karşısında kalkan ellerden sadece bir tanesi önemliydi. O da Büşra’nın karşı oyu zira o masada daha fazla değer verdiği başla kimse yok. Bir zamanlar hayatını, sevdiği kadını uğruna feda ettiği kardeşinin İlhan yüzünden karşısına çıkmasını bir türlü içine sindiremiyor ama ben bir noktada Kadir’in Büşra’yı anlamasını bekliyorum ne yalan söyleyeyim.

Büşra ve Kadir karşı karşıya geldiğinde konuşmaların öznesinin İlhan olacağını biliyordum ama bir şeyi daha fark ettim. Büşra kendi ailesine abisi gibi bakmıyor ki onun gibi görmesi de mümkün değil. Kadir’in gözünde aile her şeyden, herkesten üstün olan bir kurum. Ne olursa olsun insanın sığındığı yuva ama Büşra’nın o şekilde bakmasını beklemesi biraz hayalperestçe bir yaklaşım değil mi? Kadir cezaevine girdi, çıktı geldi ve aslında bıraktığı gibi buldu ailesini. Babasıyla sorunları aynı olsa da yine annesi ona kucak açtı, abisi Yaşar onu sarmaladı. Babası önce oğlunu bıraksa da arkasından gitti ve eve getirdi. Peki ya Büşra? İstemediği biriyle evlendi, dayak yedi, işkence gördü sonra ne oldu? Bu kutsal aile kıza “Kocandır, yapar!” dedi. Hayatında ilk kez birine kalbini açtı, yaka paça evden atıldı. Üstüne de en sevdiği abisi karşısına çıktı “Aileni seçmen lazım!” dedi. Kadir’in iyi niyetinden de Büşra’ya olan sevgisinden de benim zerrece şüphem yok ancak kız kardeşini anlaması lazım. Ben Kadir’in yaptığını da sağlıklı bulmuyorum. İnsan ailesine değer verir, onlar için yaşar ama kendini her adımda onlar için feda etmez, etmemeli diye düşünüyorum. Büşra İlhan’ın kendisini çok sevdiğine inanıyor ve aile yuvası denilen evden daha bir kişi bile Büşra’yı arayıp da nerede kalıyorsun, ne yedin, içtin demedi. Şimdi bu Büşra nasıl abisiyle aynı yerden baksın ailesine? Yine de ben Büşra’nın uzun süre Kadir’le bozuk kalacağını düşünmüyorum. Ne Kadir Büşü olmadan yapabilir ne de Büşra abisi olmadan devam edebilir ancak Kadir’in Büşra’nın ailelerine kendisi gibi bakamayacağını anlaması lazım. Belki bir gün dediğinizi duyuyorum ama hayır. Bakamaz arkadaşlar, bakamaz ancak İlhan hususunda da benim kafam biraz karışık şimdi ne yalan söyleyeyim.

Büşra ve Elif’in asansörde İlhan’a dair yaptığı kısa konuşmaya biraz kulak vermek istiyorum. Şimdi Büşra iş dünyasının acımasız, karanlık ve çıkarcı dünyasına çok yabancı bir kadın. Bu sebeple de onun baktığı gibi değil gerçekler ve Elif de Büşra’nın oldukça farkında bence. Aslında şu küçücük sahnede ben Elif’in göstermeye çalıştığı kadar kötü ve acımasız biri olmadığını anladım. Orada yaptığı konuşma işe yarasa, Büşra vazgeçse Elif de büyük bir zarara uğrayacaktı ki bence bunu göze alarak o konuşmayı yaptı. Kadir, İlhan ve diğerleri o pis dünyanın içine girdi ama Büşra’nın o dünyada olmadığını gördü ve belki de ilk kez mantığıyla değil kadın olarak duygularıyla konuştu. Elif’in Karaçam Ailesi’yle ilgili söyledikleri kafamı baya karıştırdı. Ailede sorun var biliyoruz ama ya gerçekten haklıysa ya o ailede herhangi bir sevginin barınması mümkün değilse o zaman ne olacak?

İlhan Karaçam, benim dizide en sevdiğim karakterlerden de olsa açıkçası bu bölümde baya kafamı karıştırdı. İlhan’ın sorunları olduğunu, babasının onu hiç sevmediğini biliyoruz ama annesine ne olduğu hususunda hala bir fikrimiz yok. İlhan uyku arasında kalktığında Büşra’yı annesi zannetti ve ağlama krizi tuttu. Buraya kadar tamam, zaten karakterin iç çatışması çok fazla ama hala beklediğim patlamaları yaşamadı. Babasının gücü Elif’e vermesi, Büşra’nın en zayıf yanını görmesi bile İlhan’ın içindeki o kan kırmızı kötülüğü dışarı aktarmadı. Bakın burası çok önemli çünkü eğer bunlar olsaydı İlhan’ın dengesizliğinden, kötülüğünden bahsedecektim ama yok, adam inatla o duruma getirmedi kendisini. Şimdi buradaki sıkıntı ya İlhan, Büşra’nın kendisini görmesini istemiyor ya da o tarafını görürse onu bırakacağını düşünüyor. Bana sorarsanız da ikinci seçenek daha ağır basıyor çünkü İlhan zayıflığı hususunda takıntılı bir adam ve Büşra’nın bilmesini kaldıramayabilirdi. Bence İlhan da tünelin sonundaki ışığı gördü. O özlem duyduğu hayata kavuşabilir ama babasına olan takıntısı beni ürkütüyor. Yine de İlhan’ın Büşra’ya olan hislerinin ya da tavırlarının geçici olduğunu sanmıyorum ama bana soracak olursanız İlhan’ın bu içine girdiği cendereden, acılardan çıkmasının tek yolu Büşra’nın ailesiyle el sıkışmasından geçiyor. Tek başına herkesle mücadele edemez, müttefik lazım ve Ferit’in Saruhanlılara olan kinini de düşünecek olursak bu işbirliği İlhan’a güzel kapılar açabilir. Hem babasını alaşağı edip hem dr Büşra’dan vazgeçmesi gerekmez diye düşünüyorum çünkü Ferit’in Büşra ile ilgili tek meselesi hisseler değil.

İlhan ve Büşra’nın yolları artık kesişti ve o elleri bir şekilde birleşti ama asıl önemli olan bundan sonra ne olacağı. Servet’in birden Ahmet’e sırt vermesinin sebebinin Ferit Karaçam olduğuna adım kadar eminim. Ferit’in oğluna olan öfkesinden de değil bu durum adam sevgiye inanmıyor. İlhan’ı da bu yüzden sevgisiz, robot gibi büyüttü. Şimdi Büşra eğer oğlunu o istemediği şekle dönüştürüyor diye düşünüyorsa Servet aracılığıyla Ahmet’i kullanarak oğlunu ya hataya sürüklüyor ya da Büşra ve İlhan’ın hemen evlenmesini istemediği için bu durumu kullanıyor diye düşünüyorum. Ferit’in derdi parasını alıp, Saruhanlıları bitirmek ancak bu evlilik olursa resmen ortak olacaklar. Bu yüzden kızın zaafını kullanarak Elif’i şirkete ortak yaptı. İlhan da babasının amacını çok iyi bildiği için net bir şekilde “Uzak dur!” dedi ama artık çok geç. Büşra ailesine olan öfkesinden bu işe evet dedi ama yakında pişman olacak diye düşünüyorum.

Büşra, Servet’in kendisine olan hislerini de bencilliğinin de gayet farkında olduğu için, ailesinin de abisine o istediği tepkiyi vermeyeceğini bildiğinden direkt Ferit Karaçam’ın teklifini kabul etti. Ben aksi bir durum olduğunu düşünmüyorum ancak baba, oğulun güç savaşının da tam ortasında kalmak üzere. İlhan ve Büşra’nın herkesten bağımsız gerçek bir şey yaşadıkları gün gibi ortada ancak ben İlhan’ın duygularından da eminim ancak içindeki öfke, babasını yenmek istemesi yönündeki inadını düşünecek olursak bu çift bu kıvama çok çabuk gelmedi mi? İlhan umarım ki bir taşla kuş katliamı peşinde değildir. Şimdi dürüst olacağım, İlhan Büşra’yı seviyor, değer veriyor, gözünün içine bakıyor hatta gülümsediği tek yer de sevdiği kızın yanı ama İlhan’ın çok ciddi sorunları var. Aşkın iyileştirici gücüne inansam da bu kadar da hızlı olması bana sağlıklı gelmedi. İlhan elindeki her şeye çok bağlı, kaybetmemek için sınırları fazlasıyla zorlayan bir karakter hele de adamın başındaki Ferit Karaçam gibi bir cehennem zebanisini de düşünecek olursak Büşra’nın hayalini kurduğu mutlu aşk yuvasına kavuşmasına baya bir zaman var diye düşünüyorum. Elif’in de dediği gibi, o yuvada aşkı bulması en azından İlhan’ın kalbine her istediğinde temas etmesi pek kolay olmayacak, benden söylemesi.

Elif demişken, bana sorarsanız dizideki en deli karakter kendisi. Kadir’in öfkesine rağmen yaptıklarını ve girdiği tehlikeli suları düşünecek olursak, Elif için de tehlike çanları çok şiddetli çalmaya başladı. Aslında Kadir’in ona göstermeye çalıştığı daha doğrusu anlatmaya çalıştı şey buydu. Elif hem kendisini hem de şirketini büyük bir tehlikeye attı ve belki de bir gün geldiğinde en güveneceği insanı karşısına aldı. Elif’in dünyasında bazı sorunların çözümü tektir başka yola gitmezsin çünkü diğer yollar risklidir. Bir kural vardır, kaybedecek şeyin ne kadar fazlaysa alacağın risk de o kadar azdır. Elif’in kaybedecekleri o kadar fazla ki bunun olmaması için arkadan dolanmaya da yalan söylemeyi de Kadir’den farklı olarak hata değil işin gereği olarak görüyor. Elif elindekilere sahip çıkmayı her şeyin önüne koyarken Kadir dibin dibini gördüğü için daha cesur kararlar alabiliyor. İkisinin bu farklı alanlarda birbirlerini tamamlamaya başladıklarını düşünüyorum. Şimdilik birbirlerini dinlemeseler de görüyorlar ve anlamaya başladılar. İletişim de gelirse ne ala! Gelmezse Elif ve Kadir arasındaki mücadele çok da çetin geçecektir.

Kadir için tek mücadele şirkette değil ne yazık ki babasının yokluğunda Saruhanlı Ailesi, Kadir’i çok zorlamaya başladı. Emin’in gidişinin ardından Servet, Yaşar, Büşra ve bebeğiyle ortaya çıkan kadını göz önüne alacak olursak evin içi karmakarışık hale geldi. Kadir ne abilerini anlaştırabiliyor ne kız kardeşini girdiği bataklıktan kurtarabiliyor ne de babasını geri gelmeye ikna edebiliyor. Her şeyin ortasında sıkıştı, kaldı. Peki bunların sebebi ne? Ne yazık ki Emin’den başkası değil. Babasına dediği “Bir gram şefkat için adam öldürecek hale geldik!” dediği tam da buydu. Büşra sevgi nedir bilmediği için İlhan’ın sevgisiyle sarhoş oldu, Yaşar güya baba ve Allah sevgisi için kardeşine, oğluna şiddet uyguladı, Servet babasına yaranmak için İlhan’ı öldürmeye kalktı. Hepsinin temelinde yatan gerçek bu işte : Saruhanlı Ailesi de sevgiyi tanımıyor tıpkı Karaçamlar gibi…

Büşra ve İlhan aslında iki sevgisiz ailenin büyüttüğü, şefkate aç kalmış iki yaralı kalp. Birbirlerine birden bu kadar bağlanmalarının sebebi de bu diye düşünüyorum. Ben bu aşka kefilim ama evlenmek gibi ciddi bir işe kalkışmaları için erken olduğunu düşünüyorum. İlhan çok derinden yaralı bir adam ve onun iyileşmesi de sandığımız kadar kolay olmayacak. Bir de şu ayrıntıyı unutmamak lazım İlhan babasını sevmiyor ancak Büşra çok seviyor yani, Büşra ailesinin tamamına olmasa da abisi ve Emin’i tamamen gözden de çıkaramayabilir. Ki ben İlhan’ın da kurtuluşunu burada görüyorum. İlhan, Ferit Karaçam’ın kanlı ve karanlık dünyasından çıkabilirse iyileşebilir ki bence İlhan’ın aklındaki de tam olarak bu. Yukarıda demiştim ya babasını yenmek istiyor diye, bunu yabana atmayın. İlhan’ın gururlandırmak dediği şey yenmek çünkü Ferit asla İlhan’la gurur duyacak bir adam değil. İlhan babasını yenerse, bana sorarsanız dönüşür bu nedenle eğer böyle bir şey olacaksa da Kadir’le anlaşmanın bir yolunu bulması gerekir diye düşünüyorum. Kim bilir? Belki de Emin’in zamansız ortaya çıkışı bu iki çocuğun da kurtulmasına sebep olur değil mi?

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.
Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Beni Hiç Biriniz Anlamadınız! (Baba, 8.bölüm)

YAZAR :Şeyma BULUT

Bu hafta dizinin karşısından kalktığımda içimde değişik duygular vardı. Biraz kırgın, biraz üzgün biraz da kafam karıştı çünkü hayatını sessizlikle geçiren bir kızın birden bire nasıl bu kadar değiştiğini anlamakta zorlandım çünkü ben de ilk başta olaylara Kadir cephesinden baktım. Oradan bakınca Büşra çok haksız, Kadir fazla haklıydı ama bence bu hafta iki kardeş de haklıydı ve Kadir ne yazık ki saçındaki tel sayısını bildiği kardeşini anlamadı ve bunun da tek sebebi var : Emin Saruhanlı!

Kadir ve Emin’in yıllar sonra gelen yüzleşmesi birçok cevapsız sorunun yanıtı gibiydi. Daha önceki yazılarımda Emin, ailesine sahip çıksın diye Kadir’i getirdi ama oğlunun ona kafa kaldırmasına da tahammül edemediği için kendi kurallarıyla yaşamaya devam etti. Ta ki Servet yüzünden hastaneye düşene kadar, ondan sonra Emin için geri çekilme vakti geldi. Peki neden? Yine mesele tamamen güç arkadaşlar, ailesinin karşısında güç kaybettiğini düşünen bir aslan gibi Emin sürüyü terk etti. Bu bana biraz fazla gelse de bazıları böyledir,güç odaklı yaşar ve onu kaybedince de uzaklaşmak ister. Emin’in ailesi hususunda güvendiği tek insan Kadir zaten bunu hep söyledik çünkü güçlü gördüğü tek evladı küçük oğlu Kadir, diğerlerini ki Servet’in düşkünlüğü, Yaşar’ın kendine ait fikrinin dahi olmadığını düşünecek olursak evet Emin’in aileyi emanet edeceği tek insan Kadir olarak karşımıza çıktı. Ben Emin’in yorgunluğunu anlıyorum ama emanet ettiği ailenin yükünü Kadir bile kaldıramaz neden biliyor musunuz? Hiç bir şeyi tek başına yapamayan insanlara özgürlük verirsen olacağı tek şey yoldan çıkmak olur. Ben bu aile fertleri için geç kalındığını düşünüyorum ve ne yazık ki Kadir bile artık bu çözülmeyi durduramaz.

Bu hafta izlerken Kadir’e çok üzüldüm çünkü babasından aldığı emanet ona çok ağır geldi ve bu sebeple bu yükü paylaşabileceği tek insana koştu : Annesine. Kadir için yanlış adres olduğunu düşünüyorum. Fazilet de Emin’den farklı biri değil. Onun gibi sabit bir bakış açısıyla yaşayan, oğullarından, kocasından başka bir ses duymayan bir kadınla nasıl ortak bir yol yürünebilir ki? Kadir de yürüyemeyecek gibi geliyor bana. Fazilet’in fikri yok arkadaşlar, yıllarca altında yaşadığı baskı, koca sözünden çıkmama durumunu düşünecek olursak bir günde değişmez. Emin gitmiş olabilir ancak Fazilet yıllarca Kadir için tek kelime etmemiş ancak Emin’i çiğneyip cezaevine bile gitmemiş bir kadın değil mi? O yüzden Kadir, Fazilet’e de göz kulak olmak zorunda ve bu işte sanırım tek başına kalacak.

Kadir bu hafta her taraftan kuşatıldı diye düşünüyorum. Evde olanlar yetmiyor gibi bir de Elif karşısına çıktı. İşçileri kurtarmak için el sıkıştığı kadın ilk günden Kadir’le karşı karşıya geldi. Ya şimdi bana kızmayın da Elif hanımdaki “bem patronum” havasına ben çok güldüm. Neden derseniz, senelerce nasıl yok sayıldıysa patron olduğu anda yakıp, yıkmaya başladı diye düşünüyorum. Babam da babam diye gezerken birden bire Karaçamlara yönetici oldu. Ki İlhan sonsuza kadar orada yatmayacak ve uyandığı gibi ilk hamlesi Elif’ten kurtulmak olacaktır. Hanım kız kendine çok güveniyor ama güç kaybetme riski olan bir İlhan herkes için çok ama çok tehlikelidir diye düşünüyorum. Kadir ne yazık ki bu güç oyunlarının arasında ilk darbeyi ortağı Elif’ten yedi ancak bu olay 48 saat içerisinde yaşayacağı en basit olaydı,sanki domino taşları gibi tüm güvendiği insanlar sıraya girmişti.

Kadir ikinci büyük darbeyi de Sevil’den yedi. Açıkçası ben burada bir ağzımı açacağım arkadaşlar zira ben Sevil’in Kadir’e aşık falan olduğunu sanmıyorum. Yani evet sevmiş olabilir ancak Kadir’den sonra hayatına devam etme hususunda sorun yaşadığını düşünmüyorum. Üzüm neredeyse 4-5 yaşında bir çocuk yani Sevil, Kadir’in ardından hemen hayatını kurmuş. Şimdi de aynısı olmadı mı? Oldu. Sevil yeniden hayatına kaldığı yerden devam etti ve bu sebeple olan Kadir’e oldu diye düşünüyorum. Senelerce onun fotoğrafını yastığının altından kaldırmayan Kadir’in karşısında her defasında hayatına devam eden bir kadın var. Bu ilişkide fazla seven bizim oğlandı ama olmadı ne yazık ki… Sevil’in hikayesi bitti mi bilmiyorum ama Kadir ve Sevil’in öyküsü bitti diye düşünüyorum.

Kadir, Sevil olayında baya bi sendeledi ama onu asıl yıkan Büşra ve İlhan ilişkisini öğrenmek oldu. Şimdi iki kardeşin yüzleşmesi çok ağırdı evet ama benim burada dikkatimi çeken bazı olaylar var :Öncelikle bu yüzleşmede ikisi de haklıydı, burada bir anlaşalım. Kadir üzülmekte de kızmakta da çok haklı çünkü İlhan’ı, onlara yaptıklarını biliyor ve doğal olarak adamdan nefret ediyor. İlhan’ın hırsını, gözü karalığını biliyor ve bu yüzden de Büşra’yı ondan uzak tutmak istedi. İlhan kimseye göstermediği o nahif yanını sadece Büşra’ya gösterdiği için ne yazık ki Büşra abisine inanmadı ama aslında oradaki asıl mesele Büşra cehennem azabı olarak gördüğü o eve geri dönmek istemiyor. Şimdi burada basitçe kızı anlamadı diyebilirdim ama Kadir’in söylediği sözü hatırlayın : “O olmaz!” Kadir kardeşinin sevdiği biriyle olmasına, kalbini birine açmasına karşı değil ama onun İlhan olmasına karşı gibi geldi bana. Kadir buraya kadar haklı ama Büşra da haklı. Kadir kızarken Büşra ona çocukça bu adam beni seviyor, aşık, ölüyor falan demedi. Tek bir şey söyledi : Beni dinledi. Evet İlhan, Büşra’yı dinledi, yaralarını gördü ama kanatmadı, onu yargılamadı. Yanından kaçtığında neden demedi, döndüğünde aranıyorsun diye bakmadı. Üzgünüm ama bunlara kayıtsız kalabilecek bir kadın çok azdır. Kadir’in görmediği bu işte. Evet kız kardeşi için birini yaraladı ve ne yazık ki bu olay yüzünden Büşra o cehennemde tek başına kaldı, acı çekti, susturuldu, her gün işkenceye maruz kaldı ve onu koruyacak tek insan olan abisi de hapisteydi. İlhan’a birden bu kadar bağlanmasının sebeplerinden biri de bu diye düşünüyorum. Bu yüzden ikisi de bu tartışmada fazlasıyla haklıydı, burada haksız yok.

Şimdi asıl konuşmamız gereken konu şu : Yıllarca susan Büşra, nasıl oldu da birden bire sesini çıkarmaya başladı. Daha önce hiç bir şeyde sesini çıkarmayan hatta İlhan’ı bile bu sebeple arkasında bırakan Büşü neden birden fikir değiştirdi? Ben hayatta herkesin bir “dur” noktası olduğuna inanıyorum. Büşra’nın o noktası da abisinin yaka paça evden atması oldu. Yaşar bırak Büşra’yı dinlemeyi, onun üstüne yürümekten, şiddet uygulamaktan da geri durmadı. Bana soracak olursanız Büşra’nın ailesiyle yol ayrımı buydu çünkü hiç kimse ama hiç kimse ona yardım etmedi. Kadir evde olsa şiddete engel olurdu belki ama o da olmayınca Büşra için Saruhanlı Ailesi’yle yol ayrımı geldi. Dayak yediği zaman “kız kısmı boşanmaz” diye susuturulan, şiddet gördüğünde “ailede olur” denilen ama kocasına bir hata yapıldığında evden atılan yine Büşra oldu. Bu kız baba ocağından el oğlu için, namus anlayışı için kovuldu. Bence bu da Büşra için artık dama dediği noktaydı ve İlhan’ın da başına gelenleri öğrenince soluğu ona nefes olan adamın baş ucunda aldı.

Şimdi bu kadar kısa sürede aşk, meşk olaylarına ben baya bir uzağım arkadaşlar. İlhan ve Büşra da kısa sürede aşık olacakları çok fazla şey yaşamadılar ama İlhan Büşra’ya hiç bilmediği bir dünyanın kapılarını açtı. Bir kadın olarak, kimseyi kendisi dahil kimseyi dinlememesi, kendi kararlarını alması hususunda yol gösterdi. Büşra’yı, hayallerini dinledi, ona küçümseyerek bakmadı, bu senin kaderin yaşayacaksın da demedi. Bu sebeple bizce basit görünen toka ve güller Büşra için çok önemliydi çünkü Büşra bir kadın olarak korunmak değil, sevilmek, değer görmek istiyor. Bu değeri de ona sadece şu anda İlhan veriyor bu sebeple de bu kız artık “seni korumaya çalışıyorum” laflarına tok. İşte bu sebeple İlhan git diyene kadar o eli bırakacağını sanmıyorum ben. Ancak İlhan hususunda bir iki şey söylemem lazım. Evet Büşra’ya değer veriyor, onun içindeki cevheri, kırgınlığı gördü ama İlhan hayatla sorunu olan bir karakter. Psikoloğuna bile sevgiyi hak etmediğini söyledi ve Büşra’nın sevgisini anlayana kadar onu hırpalaması da söz konusu diye düşünüyorum. İlhan’ın intikam planının bir parçasıyken, nefes aldığı noktasına dönüşen Büşra’yı özellikle de babasının yanında gördüğünde İlhan öfkesine sahip olamayabilir. Özellikle de başına geleni düşünecek olursak işler yolundan çıkmak üzeredir diye düşünüyorum. İlhan ve Büşra sevgiyle iyileşecek iki insan ama bu yol ne yazık ki çakıl taşlarıyla bezeli. Emeksiz yemek, sınanmayan aşk olmaz. Önce sınanacaklar sonra mutlu olacaklarsa olacaklar. Sevil ve Kadir gibi bu sınavdan ya kalırlar ya da mutlu olurlar, zaman onların.

Büşra karakter olarak o kadar baskı altında, sevgisiz büyütülmüş ki her gördüğü ilgiyi değer ve sevgi sanıyor. Ferit Karaçam’ın sahte sevgisini de baba sevgisi olarak gördü. Emin ona beklediği, istediği sevgiyi hiç göstermedi, ailesi acılarına sustu, bir damla mutluluğa hasret büyüdü ve sonuç olarak Ferit gibi bir zalimi bile iyi sandı. Ferit güya babacan tavırlarıyla Büşra’yı yanına çekerken, güç için yanıp tutuşan Elif de aynı şekilde bu adamın tuzağına düştü ve Büşra’yı ailesinin karşısına çıkardılar.

Saruhanlı Ailesi için artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Büşra şimdilik tarafını ve yönünü değiştirse de Elif’le ikisinin bu işbirliğinden Ferit Karaçam da kazanamayabilir. Zira onun gerçek yüzünü bilen biri var : İlhan. Şimdilik şirketi bir uyuşturucu baronuna kurban gitmesin diye önlem alsa da hepimiz İlhan’ın tanıyoruz. Bu oyuna çok şiddetli şekilde dahil olacaktır ve Büşra’nın da uzun süre İlhan’a direnemeyeceğini biliyoruz. İki aile arasındaki savaş daha yeni başladı ve üzülerek söylüyorum ki buradan bir kazanan çıkmayacak gibi görünüyor.

Bu haftalık da benden bu kadar arkadaşlar. Senaryodaki ilerleyişi fazlasıyla sevdiğimi söyleyebilirim, her hafta özellikle oyunculuklara bayılıyorum. Özellikle bu hafta Tolga Sarıtaş ve Özge Yağız’ın hastane sahnesindeki performanslarını çok sevdim. Büşra’nın kabuğunu kırdığı, Kadir’in incinirken değişen kardeşini ürkütmemeye çalıştığı anları çok sevdim. İki oyuncunun da beden dilleriyle duygularını geçirdiğini düşünüyorum. Zaten Özge Yağız’ın son haftalardaki performansını çok beğendiğimi söylemek zorundayım. Dış kabuğunu kıran bir kelebek misali değişimini görmek bana umut veriyor. Kadir’in de hakeza aynı şekilde dönüşmeye başlamasını bekliyorum artık, ne yalan söyleyeyim.

Bütün ekibin emeğine sağlık, haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin

Beni Neden Sevmedin Baba? (Baba, 7.bölüm)

Baba dizisi izlerken beni çok yoran, uğraştıran bir dizi oldu. Emin karakter olarak beni o kadar yoruyor ki onu anlamak ve yargılamamak için iki gün üzerine düşünmem gerekiyor. Emin ve hikayesi beni bu hafta çok zorlasa da kusura bakmasın, o birilerini koruyamadı diye büründüğü sert kişilikten dolayı altında yok olan hayatları görmezden gelmeyeceğim. Emin’i anlıyorum ancak onaylamıyorum.

Emin Saruhanlı ilk bölümden beri bana çok tanıdık geliyordu. Ben bu adamı tanıyorum dedim. Ailemi koruyacağım kisvesi altında kızlarını yok sayan, erkekleri de bu düşünceyle büyüten ama çocuklarının kendilerini bulmasını engelleyen bir insan, Emin Saruhanlı. Şimdi bana kimse Resmiye ya da Mirza ya da ölen oğlu Kadir’den bahsetmesin. Tamam, anlıyorum çok zor acılardan geçerek bugünlere gelmişler ancak birilerini kurtaramamanın bedeli bu mu? Emin’in çocuklarını korumak istemesini anlıyorum. Her baba çocuklarını korumak ister ama Emin korumuyor ve daha da kötüsü bunun farkında değil. Emin başta Yaşar olmak üzere tüm çocuklarını Fazilet’le birlikte yok etti! Bir tek Kadir, bir tek o babasına dur diyebildi bugüne kadar. Bunu yapınca da babası onu sevmiyor sandı da kazın ayağı öyle değil arkadaşlar.

Emin’in Kadir’le savaşı bence hiç bitmeyecek. Nedense Kadir’le özel bir sıkıntısı var gibi hissediyorum demiştim daha önce ve oradaki resim netleşmeye başladı. Kadir’in ölen abisinin ismini taşıması bazı şeyleri net görmemi sağladı. Emin’in en sert davrandığı evladı Kadir çünkü onu kaybetmekten çok korkuyor. Şimdi bana “Yazar hanım Kadir’i yok sayıyor!” diyeceksiniz ama öyle değil işte. Emin kendi  küçük oğlunu kaybetti ve şimdiki Emin’e dönüştü. Koruma hususundaki yöntemleri farklı ama tek amacı Kadir’i korumak ama nasıl? Kadir ağaçtan düşüyor, Emin ona uyuşturucu verilmesini istemiyor çünkü bir daha ağaçtan düşerse ölebilir, Emin Kadir’i geride bırakarak İstanbul’a gidip önce onu bezdirmek istiyor ancak istediği gibi olmayınca koşa koşa oğlunu almaya gidiyor çünkü ondan çok uzakta oğlunu koruyamazdı. Bunlar tamam ama neden oğlunu hapiste bıraktı? Kadir’e sorarsak kendisini dinlemediği için cezalandırıldığını söyler ama bence Kadir katil olmasın diye Emin sadece önlem aldı. Bunların hepsi Emin’ce oğlunu korumaktı ama Kadir’in çerçevesinden bakınca babasının sevmediği, kabullenmediği çocuğuydu. İşte Emin ve Kadir arasındaki sorun tam olarak bu : İLETİŞİM KURMUYORLAR! Emin de oğlunun ona olan dik başlılığını hep başka yorumladı ta ki biri çıkıp ona gerçekleri anlatana kadar : Sevil!

Sevil, Kadir’le ilgili Emin’le yüzleştiğinde belki de yıllarca kimsenin yapamadığını yaptı. Evet Kadir de babasına bazı şeyleri anlatabiliyor ama Sevil gibi doğrudan ve suçlayarak anlatabilen olmamıştı. Sevil “Sen çocuklarını yok ediyorsun!” derken haklı olduğunu düşünüyorum. Ailesine mutluluk vermeyen biri onları nasıl koruyacak ki?Servet, Kübra, Büşra… Bu yöntem işe yarasa bu çocukların hepsi mutlu olurdu değil mi? Sevil çok doğru bir soru sordu Emin’e “Evinde çocukların gülüyor mu?” dedi. Emin fark etmese de koruduğu (!) çocukları mutlu değil, mutsuz, biçare! En mutsuzu da kim biliyor musunuz? Çocukları içinde en çaresiz olanı? Büşra… Eminve Fazilet’in sessiz kızları en büyük kurbanları oldu.

Büşra, hayatını ailesine adamış bir kız çocuğu. Tek istediği babasını utandırmayan, annesinin gurur duyduğu bir evlat olmaktı ama yaşadıklarını kaldıramadı. Büşra sırtındaki yükleri bir türlü atamıyor çünkü ailesinin ona biçtiği rolü öylesine kabullenmiş ki onların istemediği bir şey yaptığında kendini kaybedecek noktaya geliyor. Hatta bu öyle bir ruh hali ki Büşra bu düşünceden sıyrılamadığında kendisine dahi zarar vermeye başlıyor. Bunun sebebini uzun uzun düşündüğümde aslında onun kendisini bulamadığını görüyorum. Büşra içindeki cevherin farkında değil çünkü anne ve babası hiç görmesine izin vermediler. Fazilet’in Kadir’e söylediği gibi “Kadın kocasına bakar, çocuk doğurur, evini çevirir!” düşüncesini Büşra’ya öyle bir şekilde dayatmışlar ki bir başkasına sevgi beslemeye başladığında dahi kaçmaya, uzak durmaya çalışıyor. İlhan, Büşra’nın hayatına öyle bir noktadan temas etti ki Büşra ne kadar kaçarsa kaçsın ruhunu teslim etmemek için mücadele ettiği adamı tedabi etmeye başladı. Bana soracak olursanız İlhan ve Büşra birbirlerinin ruh eşleri, sadece şu anda farkında değiller, o kadar.

İlhan ve Büşra’nın yolları bir intikam planıyla kesişti. Büşra, henüz bilmese de İlhan’ın ona yaklaşma sebebi Saruhanlı Ailesi’ne darbe indirmekti ama Büşra’yı, onun nahif kalbini tanıdıkça işler değişti. İlhan hala kabul etmese de Büşra’ya kapılıyor hem de hiç fark etmediği ve de istemeyeceği şekilde bağlanıyor. İlhan gibi bir adamın bir ilişkide öncelikleri olur, mesela cinsellik ister, karşısındaki kadın sadece parası için onunla olur ki İlhan gibi bir adam bunun da oldukça farkındadır. Bu sebeple Büşra onu şaşırttı. Büşra ona börek yapan, çocukluk anılarını, acılarını paylaşan, bunu yaparken de kendisinin çocukluk acılarını tedavi etti. İlhan hayatında ilk kez bunları yaşıyor ve şimdilik çok hoşuna gidiyor ama size kötü bir haberim var : İlhan bunun aşk olduğuna uyandığı anda Büşra’yı görmezden gelmek isteyecektir çünkü ona göre aşk gibi bir duydu zayıflıktır.

İlhan Karaçam’ı  iki karakter arasında sıkışmış bir adam olarak görüyorum. Bir yanı ilgiye ve sevgiye aç bir adam. Büşra’nın ona safça gösterdiği sevgi, İlhan için çok farklı bir çünkü bugüne kadar böyle bir ilgi görmedi. Şimdilik bu hoşuna gitse de doktorunun ona yaptığı aşk imasından sonra bunun saçma olduğunu ve kendisi gibi insanların değil, diğer zayıf insanların aşık olacağını anlatırken göz yaşlarına hakim olamadı. “Ben yalnız öleceğim!” dedi ve buradan da İlhan’ın da aslında Büşra’dan farklı olmadığını gördüm. Nasıl ki Büşra ailesinin ona biçtiği rolden çıkamıyor, İlhan da babasının ona dayattığı karakterden kurtulamıyor. Kurtulması için de önce kendi içinde değerli olduğunu anlaması gerek diye düşünüyorum. Şimdilik bu değeri anlayacak kıvamda olmasa da zamanla, kalbine döndükçe İlhan da kendisini bulabilir diye düşünüyorum ki hatta bana sorarsanız ileride Kadir’le de araları iyi olabilir. İlhan’ın kendileriyle benzer bir hayat yaşadığını bilmedikleri için şu anda onu kötü olarak kodluyorlar ama bir süre sonra Kadir de bu yıkık, dökük adamı anlayacaktır diye bir hayal kuruyorum.

İlhan kendi içerisinde savaş verirken, dönüşmeye çalıştığı kişiliği Kadir ve Burak’a büyük sıkıntı yaratmaya devam ediyor. İlhan’ın hamleleri yüzünden Burak ve Kadir için çarşı, pazar karıştı. İlhan’ın aldıkları nefesi takip ettirdiğini de bildiklerinden kapalı kapılar ardında işlerini halletmek zorundalardı. Size bir sır vereyim mi Emin şirketi Kadir ve Burak’a bıraksa olaylar hiç bu aşamaya gelmezdi ama neyse. Kadir şirketi, geleceklerini kurtarmak için kollarını sıvadı ama karşısına oldukça çetin bir kadın çıktı : Elif !

Kadir satılmak üzere olan fabrikayı kurtarmak için anlaşma aşamasında oldukları adamın kızıyla anlaşmak zorunda ama bu sandığı kadar kolay olmadı. Elif ilk bakışta insanları aşağıda ve küçük gören yapısıyla dikkatleri üstünde çekerken Kadir uyguladığı akılcı bir planla bu kadını ikna etti. Elif, karşısında insanların geri çekilmesine ve onlara yukarıdan bakmaya alışık biri o yüzden de Kadir’e karşı ilk tavrı negatifti ama bu tip insanları etkilemek için onlarla eşit seviyeye çıkmalı ve hatta onlardan iyi olduğunuzu hissettirmeniz gerekir. Kadir bir ata binerek atının üstünde kendisine üstten bakan kadınla eşit seviyeye çıkarak “Sana yalvarmıyorum!” imajını çizerken, Şirazi örneğiyle de “Senden üstünüm!” mesajını verdi. Bu sayede Elif onunla yarışmaya başladı ve Kadir bu stratejisi sayesinde İlhan’la girdiği savaşta ilk galibiyetini almış oldu.

Kadir bu başarısını koşa koşa babasına anlatamadı ya işte ben orada çok üzüldüm. Büşra ve babasının kucaklaşmasını, Emin’in kızından özür dilemesini, onu bağrına basışını gördüğünde gözlerinde tek bir şey vardı : Beni neden sevmedin baba? İşte Kadir’i ilk kez bu şekilde gördüm ve boğazım düğümlendi. Küçük kardeşine sevinse de babasından göreceği ufacık bir sevgiye ihtiyacı olan bir çocuk olarak ona bakışındaki mahzunluk beni çok üzdü.

Emin’in artık bir noktadan sonra Kadir’i de bağrına basmasını, çocuklarına şefkat göstermesini bekliyorum. Onlarla arasına çektiği duvarı kaldırmasını istiyorum. Sevgi bu değil, kimseyi bu şekilde koruyamayacağını anlaması gerekiyor bence. Umarım hayırsız oğlu Servet’le yaşadığı tecrübe biraz olsun aklını başına getirir diyeceğim ama çok da umutlu değilim.

Yazımı bitirmeden önce bir şey söylemek istiyorum : Maalesef Sevil’in hikayesi dizide sona yaklaştı gibi duruyor. Beril Pozam ve Tolga Sarıtaş iyi bir uyum yakalamışlardı ama sanırım senaristlerimiz bu hikayeden vazgeçti. Şu anda dizide bana aşk olarak hikayesi geçen tek çift İlhan ve Büşra! Özge Yağız ve Hakan Kurtaş’ın iyi bir uyum yakaladıklarını düşünüyorum. Kimyaları tuttu ve çift olarak diziyi onların duygusal hikayesi götürüyor. Umarım Kadir’ e de aynı şekilde etkileyici bir hikaye yazılar, aşkla biriyle yoğrulmasını izlemek istiyorum.

Bu haftalık da benden bu kadar arkadaşlar. Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

SAVAŞ BAŞLIYOR (Baba,3.bölüm)

Yazar : Şeyma BULUT 

Bazılarının aksine ben klişeleri çok severim. Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır. Aynı konuda onlarca farklı eser yazılmasaydı dünyamız nasıl sıkıcı olurdu hiç düşündünüz mü? Yağmur altında ilk öpüşme mesela klasiktir ama her zaman etkileyicidir. Her kurgunun da tadı başkadır. Bu sebeple ben o yiğidin yoğurdunu nasıl yaptığını da yediğini de merak ederim. Baba da baktığında klasik bir aile konulu dram ama içine girdikçe ondaki farklı tadı keskin bir şekilde alıyorsun. Emin ve Kadir arasındaki çatışma bugüne kadar görmediğimiz nitelikte değil mi? Ya da Büşra’nın hikayesi tanıdık ama burada da farklı olan, genç kızın içinde uyanan asi kadının yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlaması ve bunu sadece onun hareketlerinden görebildiğimi düşünüyorum Saruhanlı Ailesinde değişim başladı ve bunu en bariz şeklini de Emin’de göreceğiz.

Emin Saruhanlı değişik bir adam ve adalet anlayışı da çok farklı. Her hafta onunla ilgili çok daha enteresan şeyler öğrensek de bu hafta beni en çok etkileyen durumlar vardı: Emin’in oğluna olan acımasızlığı daha beş yaşındayken başladı. Kadir söz dinlemediği için kırılan koluna anestezi yaptırılmamış, Ahmet’i kardeşi için bıçaklayınca yine babasını rezil ettiği için bedel ödemeliydi. Peki yapılan hatalar konusunda bedel ödetmeye bu kadar istekli ve takıntılı bir adam aynı çarkı neden damadına döndürmedi? Aslında bu benim aklımı bir süredir kurcalıyordu ve bu sorunun cevabını da o kısa konuşmasında öğrendim. Emin’e göre bir adamın karısını dövmesi, kızınca ağır konuşması hata değil, yanlış değil. Bu sebeple de Büşra’nın mutsuzluğu, acıları Emin için normaldi çünkü Fazilet de aynı durumdaydı. Emin ve onun gibilerin kafasındakilerin olayı algılama şekli hep şöyle cereyan eder: Karı-koca arasında olur. Emin’in olaya bakış açısı bu kadar net ama bunları normal normal anlatırken bir an gözlerinde bulutlanma oldu. Emin bence böyle bir adam olmak istemiyor ama şu geçmişteki hayalet kimse onu kuralcı, anlayışsız bir adam olmaya zorluyor gibi hissettim. Emin her ne kadar bazı hususlarda asla değişmese de Kadir’in bazı şeyleri kendisinden iyi bildiğini kavramaya başladığını düşünüyorum. Onu şirkete çağırmasının tek sebebi bu: Bu karmaşık işlerin altından Kadir kalkabilir ya da dahası ailesine en az Emin kadar sahip çıkabilecek tek kişi en küçük oğlundan başkası değil. Emin , evlatları konusunda Fazilet’le aynı noktada değil bence. O bu adamların çocuklarını yem edeceğini biliyor. Kadir’se bu servetli amcayı senelerdir bilmesine rağmen sustu, o para gözünü boyamadı bu sebeple Emin Kadir’i çağırdı. Dik başlı oğlunun kendisi düştüğünde ailesini sarıp sarmalayacağına olan güveni tam olduğu için geri adım attı. En azından benim düşüncem bu yönde.

Emin gibi adamlar kolay değişmezler, evrilmezler. Hayat onlara ne verdiyse, o sorunlarla nasıl yüzleştilerse o şekilde devam ederler. İstanbul’a giden yeni bir yol mu var? Olsun. Emin o yolu bilmiyorsa eskisinden devam eder kardeşim, bu kadar basit. Öğrenesi de yok zaten  bu sebeple Emin değişimi asla kabullenemiyor. Oğlunun büyüdüğünü ve kendisine kafa tutabileceğini, bazen haksız da olabileceğini kabullenemiyor. Ailesinin reisi o ya, her zaman haklı olmak zorunda aksi olursa dünya tersine döner diye düşündüğünden ciddi şekilde şüpheleniyorum. Emin’in bu huyu zaman zaman çocuklarıyla sorun yaratsa da Kadir’le olan problem hiç bitmiyor. Kadir ona her zaman doğru bildiği şekilde yaklaşıyor ama bu Emin için yeterli değil. Kadir’den duymak istediği söz, her koşul ve şart altında “Haklısın baba!” ama Kadir bunu asla yapmaz. Haklıya haklı, haksıza haksız diyecek bir adam o ve neden biliyor musunuz? Emin onu aynı bu şekilde yetiştirdi, böyle öğretti. Bu sebeple Kadir aslında Emin’in ürünü ama bunu bir türlü kabullenmk istemiyor.

Kadir için ilk yazımda Saruhanlı Ailesinin parlayan yüzü demiştim ve hala bu görüşümün arkasındayım. Kadir ilk bakışta sanki o aileye ait değilmiş gibi görünse de bana sorarsanız anne, babasının en sağlam yetiştirdiği iki evlattan biri. Diğerine elbette geleceğim ama şimdi biraz Kadir’de kalmak istiyorum. Kadir babasının korumacı tavrını, kendi bildiğini okuyan, gözü karalığını almış. Emin nasıl ki seneler önce birden Ödemiş’e çıkıp gelmiş, aynı şeyi Kadir’de de gördüm. Ahmet meselesinde onun anlayışına ters gelen durumla birlikte siniri de birleşince olanlar oldu. Emin’e göre yanlış yapınca cezası katlandı ama Kadir’in gözlerine baktınız mı? Zerrece pişmanlığı var mıydı? Kardeşim zarar gördü, gerekeni yaptım diyor, başka bir şey de demiyor. Zira sonrasında da Ahmet’ten kurtulan yine Kadir’den başkası değil. Kadir söz konusu ailesi olduğunda gözünü budaktan sakınmayacak bir adam ve ben onun bu haline hayran oldum. Şiddet asla tasvip ettiğim bir durum olamaz ama kısasa kısas diye de bir hakikat var bu dünyada bu sebeple Ahmet, Servet ve İlhan’ın olduğu dünyada bize Kadir’ler lazım arkadaşlar. Kadir’in İstanbul’a gelişi birçok taşı yerinden oynatacak ama yine arkasında kırık bir kalp bırakmasına sebep oldu: Sevil…

Kadir’in gelişiyle allak bullak olan Sevil, yıllar sonra yeniden umut dolmaya başlamıştı ama telefonda duyduğu tek cümle yeniden dünyasını başına yıkmaya yetti: Babamla birlikte İstanbul’a gidiyorum. Sevil büyük ihtimalle Kadir’in vicdanını temizlediğini ve yeniden kendisini ailesi için bıraktığını düşünmüştür. Kim olsa öyle düşünürdü bence. Sevil daha önce yine aynı şekilde terk edildiği için yeniden küskün haline döndü ama bence Kadir ondan henüz vazgeçmiş değil. Babasına bir şartım var dedi ama biz o şartı duyamadık. Ben hala o şartın Sevil olduğunu düşünüyorum ama Sevil geçen seferki durumdan çok daha farklı bir hayatın içine gideceğinin farkında mı acaba? Daha da fenası İlhan Kadir’in esas yumuşak karnını öğrenirse neler olacak? İşte orası benin için hala muallakta.

İlhan demişken…Arkadaşlar üzülerek belirtiyorum ki karşımızda bir sosyopat var gibi geliyor. İlhan’ın özeli açıldıkça da onu bu hale getiren babasının öz oğlunu nasıl bir canavara dönüştürdüğünü görebiliyorum. İlhan kazanma odaklı bir adam ve zaten kaybetme ihtimali ortaya çıktığı için içindeki hayvan ağzından salyalarını akıtarak dışarıya çıktı. Babası onu nasıl sevgisiz ve soğuk bir ortamda yetiştirmişse İlhan sevgi nedir bilmiyor. Etrafında onu seven bir tek Mehmet Ali Saruhanlı vardı.O ölünce de İlhan’ı kontrol edebilecek kimse kalmadı. Bu ailenin şirketi batıracağını doğal olarak da kendisini bitireceğini düşündüğünden bütün silahlarıyla saldırıyor. Babasının İlhan’a nasıl seslendiğini duydunuz mu? Beceriksiz diyor oğluna ve aslında o küçücük kelime benim bu adamı tanımamı sağladı. İlhan Karaçam başarısız olamaz çünkü onun kendisini ispat etmesi lazım. Babası onu görmeli, yıllarca küçümsediği oğlunun başarılı olduğunun farkına varmalı. Geçtiğimiz bölümdeki gözyaşları, bu haftaki sahnelerle birleşince karşıma çıkan manzara budur: Babasının sesiyle yarışan ve kendini o düşüncenin içerisinde kaybetmiş bir adam var karşımda bu sebeple de başarısız olmamak için işini kimseye emanet etmez, kimseye güvenmez her şeyi o çözer ama durum artık değişti. Emin Saruhanlı ve oğulları geldi ve İlhan için kötü günler başladı, o da savaş baltalarını çıkardı. Tabii o karşısında bağnaz bir ihtiyarla salak oğulları var sanırken karşısına dişine göre bir rakip çıktı: Kadir!

Kadir ve İlhan’ın restleşmesi aslında bir savaşın başlangıcının da ayak sesleriydi. Kadir’in onunla ilk karşılaşmasında duyduğu hakaretlerle sorunu olmadı çünkü tanımadığı bir yabancının sözlerini dikkate alacak kadar cahil bir insan değil. Kadir kendisine söylenen hiçbir şeye ses çıkarmadı ama babasına söylenenleri görünce işler değişti. Yeniden karşımızda Ahmet’le konuşan o sert adam vardı ve ben İlhan’ın çok sinirleneceğini düşünürken adamın hoşuna gitti. Şimdi aslında ben bunun yok sayma olduğunu varsayabilirdim ama bence öyle değil. İlhan sonunda dişine göre bir rakip bulmanın verdiği hazla yemeğini yemeye devam etti. Servet, Kadircan, Yaşar hatta Emin bile onun için yeterli değil çünkü bunların hiç biri Kadir gibi dişini göstermedi. Birbirine benzeyen insanlar ya çok iyi anlaşırlar ya da hiç anlaşamazlar. Kadir ve İlhan az da olsa birbirlerine benziyorlar. İkisi de babalarına kendilerini asla ispat edememiş adamlar diye düşünüyorum. Aralarındaki tek farksa Emin Kadir’in yeteneklerinin oldukça farkında, söylemese de gösterebiliyor. İlhan’ınkiyse ne durumda bilmesem de oğluyla ciddi sorunları var, orası cepte. Bu arada Saruhanlıların öldüğünü İlhan’ın babasından saklamasının sebebi duygusal değil diye düşünüyorum. Yine İlhan’ın başarısız olma ihtimalini öğrenmesin diye alınan bir önlem bence, en azından benim düşüncem bu yönde.

İlhan Karaçam yeni Saruhanlı Ailesi’ne taktı ve tek muhatabı da Kadir olmayacak gibi duruyor. Servet ve Kadircan’ı halletti. Yaşar’la uğraşacağını sanmıyorum ama Büşra da nasibini alacak gibi hissediyorum. Ona bakışları, adamına sorması, kocasının dahi peşine düşmesi ikincil hedefin Büşra olduğunu düşündürdü bana. Kaldı ki Kadir’in kardeşine olan düşkünlüğünü de düşünecek olursak, İlhan’ın bir sonraki hedefi Büşra olabilir diye düşünmeden edemiyorum. Büşra ve İlhan arasında ilişki nasıl şekillenecek bilmesem de İlhan bu kötücül yüzünü kırılgan Büşra’mıza göstermeyecek ve onunla başka bir plandan ilerleyebilir. Kadir ve Emin’e kötü yüzünü gösterdi, Servet’se onu çok sevdi. Büşra da sevebilir ve bunun için İlhan’ın önünde çok tatlı bir bahanesi var: Ahmet! Elimde done olmasa da Büşra’yı kurtaran kahramanı olur, bu kadar basit.

Hazır söz Büşra’ya gelmişken, ailenin ikinci en iyi eseri olan evladı ama ne yazık ki resmen kıza aldığı nefesi haram etmek için yemin etmişler. Babası, iki abisi sürekli tepesindeler. Kız tam o lanet kocasından kurtulmuşken, yeniden hayatına girdi. Ahmet kokusundan şehirler ötesine kaçmıştı ama Büşra’nın zengin olması işleri değiştirdi diye düşünüyorum. Yeniden Kadir postalasın diye bir karakter diziye dahil edilmeyeceğine göre bu adam İlhan ve Büşra için gelmiş olabilir çünkü ana hikaye bu savaşın etrafında şekillenmeye başlamışken herkesin bir şekilde dahil olması gerekiyor. Büşra da dahil olduktan sonra geriye sadece Sevil kalıyor…

Son sahneye geldiğimizdeyse Emin Saruhanlı kanlar içerisinde yerde kaldı. İlhan savaş baltalarınu çıkardığı anda Emin’in başına gelen tesadüf müdür yoksa işin içinde İlhan var mıdır bilemesem de ilk intibada onun bir suçunun olmadığı sonucu çıkıyor. Yalnız Kadir o konuşmanın ardından İlhan’la bu olayı birleştirirse tamamen kontrolden çıkabilir. Öyle ya da böyle Karaçam-Saruhanlı savaşı başladı. Aklı fazla olan kazansın, ne diyelim!

Baba’da asıl konu yeni başladı. İlhan ve Kadir arasındaki iplerin gerilmesiyle İlhan Karaçam ve Saruhanlı savaşı başladı. Bu harp pek öyle bildiğimi savaşlara da pek benzemeyecek sanırım. Konuyu sevsem de bazı küçük eleştirilerim olacak. Öncelikle hikaye çok ağır ilerlerken sonlara doğru hız kazanıyor ve benim başım dönüyor. Bölümlerdeki şu iç sesin gitmesi eleştirilerimiz dikkate alındığı için mutluyum ama hikayenin biraz daha hızlanması gerektiğini düşünüyorum. Bir aile konulu dram olduğunun farkındayım ama en azından bir tık daha hızlı akabilir ve de tüm karakterler artık aynı konuya bağlanmalı düşüncesindeyim. Çok karakter olduğu için bir anda olması zor ama Sevil’in en azından artık ana hikayedeki yerinin belirlenmesi lazım umarım yeni bölümde bu husustaki açılımları da görebiliriz.

Bu hafta da casta diyecek sözüm yok. Haluk Bilginer ve Tolga Sarıtaş karşılıklı sahnelerinde oldukça başarılılardı. Haluk Bilginer’i yorumlamıyorum ben elbette, yaşımız yetmez ama Tolga’nın onun karşısında tek mimik, jest dahi kaçırmadan rahatlıkla Kadir’i avucunun içerisine aldığını söyleyebilirim. Diğer yandan Özge Yağız’ın bu haftaki yüzük ve arabadaki sahnelerini çok sevdim. Oyuncu beden dilini iyi kullanabildiğinde çok güzel sahneler izliyoruz. Özge’yi daha önce sadece bir kez Sol Yanım dizisinde izlemiştim ve orada da çok sevmiştim ancak senaryosu zayıf bir iş olduğu için kendini tam ortaya koyamamıştı. Büşra ile çok daha iyi bir çıkış yakaladı diye düşünüyorum.
Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya görüşmek üzere.
Tüm ekibin emeğine sağlık, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin

Siyah Beyaz Aşk (Yargı, 10.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT

Bu hafta Yargı’nın başından kalktığımda hem sinirli hem de çok üzgündüm. Bu duyguların haricinde bir çok şeyi de sorguladım özellikle de vefa, sevgi, aşk gibi kavramları ve dilimde tek bir soru cümlesi vardı : Ilgaz, Ceylin’i neden sevsin?

Bu hafta üzerinde dans edeceğim karakter herkesin tahmin edeceği gibi Ceylin olacak. Bu nasıl kendinden vazgeçme halidir? Bir insanın kendisinden, geleceğinden hiç mi umudu olmaz da bu şekilde, tek kalemde harcar? İşte bunu konuşmak istiyorum çünkü bütün bölümde gaflet adı altında anlatılan konunun sırrı, Ceylin’in göstermemek için herkesi kendinden uzak tuttuğu karakterinde gizli.

Ceylin Erguvan, uzaktan bakınca güzel, başarılı, akıllı, cesur ve cüretkar bir kadın. Bu özelliklere hırsla birlikte biraz egoist ve bencil kişiliğini de ekleyince karşımıza oldukça itici bir kadın çıkıyor. İtiraf etmek gerekirse bölüm boyunca televizyonu kapatmakla kapatmamak arasında kaldım ve Ceylin’i anlamaya çalıştım.

Ceylin sevgi denen duyguyu bilmiyor arkadaşlar, basit, net ve kısa. İlk önce güven sorunu yaşıyor demiştim ama yanılmışım. Sevgiyi tanımaması bir yana kendi ruhunu ne sevgiye layık görüyor ne de kendisini seviyor aslında. Ceylin’in sorunu kendisiyle çünkü ona kimse bir insan nasıl sever anlatmamış, göstermemiş, bilmiyor ki. Ben henüz Ceylin’in etrafında onu benim anladığım şekilde seven birini görmedim. Ne babası, ne annesi ne de ablası seviyor. Onun sevgi duygusunu bildiği bir insan vardı : Engin! Dostuydu, ortağıydı, sırdaşıydı. Her sıkıştığında sığındığı limandı ve o adam geldi canını, ciğerini söktü. Ceylin’in normal olmayan ruh hali iyice dengesizleşti ve günün sonunda ona değer veren tek insanı kaybetti : Ilgaz’ı!

Ilgaz ve Ceylin için söylenecek söz yok aslında. Ayrı dünyaların insanları derler ya hani, işte tam öyleler. Ben açıkçası birbirine tamamen aykırı olan insanların ilişkilerinin uzun sürdüğüne pek şahit olmadım. Yani bu artı, eksi birbirini çeker lafı bana göre tamamen şehir efsanesi. Şimdi kavga, dövüş tanışıp yıllarca birlikte olanlar var diyeceksiniz duyuyorum ama o çiftlere bakın bir süre sonra o zıtlıklar törpülenir ya da çiftler birbirine benzemeye başlar aksi durumda çok nadir ilişkiler devam edebilir. Şimdi o zaman Ilgaz ve Ceylin birlikte olabilir mi? Evet olabilir hatta harika da olurlar ancak sorunlar var, özellikle de kız tarafında ağır sorunlar var!

Öncelikle Ceylin’in kendisiyle barışması şart, kendisini sevmeyen başkasını sevemez. Eren’le konuşurken kendisini siyah, Ilgaz’ı beyaz olarak gördüğünü, kıyamadığını söyledi ama bana sorarsan La Fontaine’den masallar anlattı. Küçük çocuklara bu hikayeleri yedirir ama ben yemem, üzgünüm. İlk önce şu siyah ve beyaz olma durumundan bahsetmek istiyorum. Siyah olmak, karanlık olmak bir tercihtir. İnsan bile, isteye kendisini oraya hapseder. Ceylin de bunu yapıyor. Karanlıkta olmayı tercih ediyor. Orada gizleniyor. Neden mi? Geçen haftaki yazımda söylemiştim, Ceylin negatif duygulardan beslenen ama diğer durumlardan kaçan bir insan. Mesela annesi ona öfkeliyken evine gidebildi ama gerçekler ortaya çıkınca ayağını bile basmadı. Bunun iki sebebi var ilki annesinin üstüne düşeceğini ve sevgi göstereceğini biliyor ama bunu istemiyor. İkincisi de aslında onu içten içe yiyip bitiren duygudan kaçıyor. Ceylin, İnci’yi koruyamadığı için büyük bir vicdan azabının içine hapsolmuş durumda. Ne yapsa çıkamıyor oradan. Bu sebeple İnci’nin katilini bulması kendisi için çok önemliydi, devam edebilmesi gerekiyordu, bu sebeple de her şeyini ortaya koydu. Hatırlarsanız geçen haftaki bölümde Ceylin kamera kaydı için neredeyse birini yakacak duruma geldi. Bütün bunlar yaptıklarını haklı göstermiyor ama görünen gerçek bu. Peki böylesine başarılı, zeki ve başarılı bir kadın neden kendisini sevmez. Erguvan ailesi bunun en temel etkeni bence. Özellikle de babası. Babasının zamanında yaptıkları, ablasının yaşadıklarının ardından aldatılma gibi bir durum karşısındaki tavrı, İnci’nin ölmeden önceki kuralsızlıkları bana bu ailede etik, değer anlamında bir şey olmadığını gösteriyor. Yine de hukuk eğitimi almış birinin böyle küçük bahanelerle her kuralı çiğnemesi kabul edilemez. Ben hak vermiyorum ama anlıyorum. Ceylin ve Ilgaz aynı şartlarda büyüyen iki insan değil. Kaya Ailesi her koşulda birbirine tam destek olurken, Ceylin tek hatasında ki o da hata değil, gözden çıkarıldı. Gerçekleri anlatmasına rağmen kimse dinlemedi. Diğer yanda Çınar cinayetle suçlandığında ailesi kızsa da, sinirlense de yanında oldu. Bu yüzden sevgiyi anlamama hususunda Ceylin’e kızarım ama asla yargılamam amaaaa bu her yaptığına çocukluk travması diyeceğim anlamına gelmez. Ceylin’in kendi işi, katili bulmaya çalışırken yaptıklarını mazur görebilsem de bu haftaki hareketleri çizmeyi çok aştı.

Ilgaz bu hafta Ceylin’e gösterdiği her tepkide sonuna kadar haklıydı. Özellikle hastane meselesinde. Kağıt üstünde de olsa, eşin olan insanın masasından belge çalıp, o davanın tarafı olup, sonra da Ilgaz’a sen çekil soruşturmadan demek, açık şekliyle senle işim bitti, gölge etme demekle eş değer. Ilgaz şimdi ne düşünsün? O ki asla yalan söylemeyen kardeşini bile katil olması ihtimaliyle yakacak olan Ilgaz, Ceylin mesleğini kaybetmesin diye onunla formalite icabı evlendi, Ceylin’se gözünü kırpmadan yakacaktı Ilgaz’ı. Ben olsam çıkarı süresince yanımdaydı, işi bitti ve beni yakmak üzere diye düşünürüm. Bence Ilgaz da tam olarak böyle hissetmiştir. Düşünsenize Ilgaz Kaya gibi dürüst ve etik kurallarla yaşayan bir adam, Ceylin yüzünden soruşturma dosyası üzerinden kar sağlamak, soruşturma gizliliğini ihlal etme gibi ithamlarla soruşturma geçirebilir. Bence bu Ceylin için bile çok fazlaydı. Kaldı ki sadece bu da değil, Ilgaz’ın Pars’la arasındaki rekabeti de iyice kızıştırdı. Bunları yaparken de zerrece tereddüt etmedi. Açık konuşayım sevgisiz büyümek, kendini sevmemek, kural tanımamak, öğrenmeyi, değişmeyi reddetmek yani Ceylin hanımın tabiriyle karanlık olmak tercihtir. Herkes de tercihlerinin bedelini öder, bu kadar basit.

Ceylin son hamlesiyle hem Ilgaz’ın mesleğini riske attı, hem de Pars savcımla arasını çok kötü bir şekilde bozdu. Hele de iki insanın kavgasından aldığı keyfe gelmiyorum bile. Resmen oradaki savaş durumundan keyif aldı. İki savcının kendisini yüzünden gerilmesi hoşuna gitti yani. Sayesinde de yeni bir düşmanlık başladı. Oysa tam iki eski ahbap yeniden bir araya gelmek üzerelerdi, tam da her şey yoluna girecekti ki araba kazası oldu. Pars şimdi açığını bilen Ilgaz’ın üstüne çok daha kötü bir şekilde gidecek ve aralarındaki uçurum daha da artacaktır.

Ceylin’in bu haftaki hamlelerinin üstünde Pars’la düşmanlık da yaratması Ilgaz için çok zor bir dönemin kapılarını da açtı. Bir yanda evdeki eski suçlu dedesi, diğer yanda Engin’in gizli gizli üstlerine oynaması ve en önemlisi güvendiği, sevdiği kadın tarafından ihanete uğraması. Tüm bunları üst üste koyunca Ilgaz için çok çetin bir dönemin kapıda olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ilgaz ve Ceylin arasındaki ilişki an itibariyle çıkmaza girmiş bulunmakta ve Ceylin Ilgaz’a değişebileceğini göstermediği sürece eskiye dönmeleri de pek kolay değil. Ceylin’i girdiği çıkmaz yoldan ancak Ilgaz çıkarabilir ancak gururu kırılan Ilgaz Kaya asla geri adım atmayacaktır. Bu yollar nasıl kesişir peki? Onu da Sema Ergenekon’un büyülü kalemine bırakalım…

Bu haftalık da benden bu kadar, bütün ekibin yüreğine, emeğine sağlık.
Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

İyi Bak Kendine Sayın Savcım! (Yargı,9.bölüm)

YAZAR : Şeyma BULUT

Bu sezonun yıldızı kim diye sorsalar herhalde düşünmeden cevabım Yargı olurdu!
Çok net söyleyebilirim ki kurulan dünyasından, castına, senaryosuna kadar dört dörtlük bir iş Yargı!
Öyle bir hikaye ki izlerken artık dayanamadım ve “Ben bu işi yazmalıyım kardeşim!” dedim ve kırdım dizimi, oturdum yazının başına sonrası kendiliğinden akmaya başladı.

Yargı, normal şartlarda yan yana dahi gelmesi mucizelere bağlı iki sert karakterin hikayesi. Bir yanda kural tanımaz, ukala ve tuttuğunu koparan bir avukat Ceylin Erguvan, diğer yanda kuralcı, kontrolcü ve dürüst cumhuriyet savcısı Ilgaz Kaya! Ceylin’in kardeşi öldürülene kadar bu ikisini yan yana savaş verirken görmek pek mümkün değildi ama hayat işte, sürprizlerle doludur.

Ilgaz ve Ceylin bu yolculukta birbirlerinden çok etkilendiler. Biri kurallarını gevşetmeyi, arada sırada da olsa doğru bildiği yoldan başka yolların da olduğunu, diğeri de kurallara uyarak da kazanmanın mümkün olduğunu öğrendi. Daha da önemlisi dünyaları birbirlerine karışırken belki de ilk kez birine sırtını dayamanın ne demek olduğunu öğrendiler. Ben aşk için kelimelere güvenmem, onlar yanıltır ama bu ilişkide büyük gelişim gösteren şimdilik Ilgaz gibi görünüyor.

Ilgaz’ın sahte evlilik yapması, herkese bunun gerçek bir evlilik olduğunu söylemesi, Ceylin’i yanından ayırmazken gerçekleri herkesten, ailesinden dahi saklaması bana çok da Ilgaz’ın yapacağı bir şey gibi gelmiyor. Çınar için yaptıkları abilik iç güdüsüydü ama Ceylin için kendinden ödün vermesi işte biz buna duyguların artık su üstüne çıktığının işareti diyebiliriz. Peki ya Ceylin? İşte orası biraz karışacak çünkü Ceylin Ilgaz gibi dürüst biri değil, söz konusu kendi duyguları olduğunda avukat olduğu zamanlardan bile daha olağanüstü bir yalancıya dönüşüyor. Kendisi bu yalanları cümle aleme anlatabilir ama üzgünüm avukat hanım, ben yemiyorum.

Ceylin Erguvan çözmesi zor bir kadın ama biraz onunla ilgili konuşmak istiyorum. İlk bakışta görünen kısmını yazının başında söyledim zaten. Oldukça ukala, kural tanımaz, ne olursa olsun kazanmayı kendine kimlik edinmiş bir kadın. Ne olursa olsun bu huyundan da kurtulamıyor. Engin’in peşinden koşarken, görgü tanığını da gözünü kırpmadan harcardı aslında. Panik halinde zamanla yarışırken çok da etkilenmezdi ama eski haliyle, şimdiki hali arasında gözle görülmese de çok ince bir fark var var : Bir zamanlar kimseyi dinlemeyen Ceylin Erguvan artık birilerini dinlemeye başladı çünkü güveniyor. Tam da o sahnede iç sesim, Engin yakalandığı an Ceylin topuklar dedim ve tam olarak öyle oldu.

Hatırlıyor musunuz? Ilgaz ve Ceylin Yargı’nın ilk bölümlerinde bir an yaşamışlardı, Ceylin, Ilgaz’ a ağlayarak “Ben çok güzel kaçarım biliyor musun?” demişti. O zamanlar için İnci’nin acısından kaçıyordu, zayıf olarak gördüğü duygularla arası iyi değildi. Öfke, nefret, kızgınlık bunlar Ceylin’in korkmadığı, üstüne gittiği duygular. Onlardan besleniyor. Sevgi, aşk ve birine güven duymaya başlamaksa onluk değil. Bu duyguları zayıflık olarak görüyor çünkü Ceylin’in babasından kaynaklı güven problemi var. O, bugüne kadar babası yokken küçük kardeşine, yarım akıllı ablasına ve annesine babalık yapmış, bütün evi sırtlamış yani hayatta kalıp, devam etmesi için ne lazımsa onu yapmış bir kadın. Bir avukat olarak yaptıklarını doğru bulmasam da nedenini anlayabiliyorum. Zor bir hayatı vardı ve ya kaçacaktı ya da ailesinin yanında kalacaktı, Ceylin zor olanı seçti, hepsi bu!

Ceylin’in hayatındaki adamlara baksanıza, nasıl güvenecek ki bu kız bir başka erkeğe? Babası yüzünden hayatı adam gibi yaşayamamış, eniştesi ablasını aldatıyor(daha önce de fark etmişti), en yakın arkadaşı kız kardeşini öldürdü. Aralarında güneş gibi parlayan bir Ilgaz var o kadar. Ceylin’in şu aşamada Ilgaz’a güvenmesi de kolay değil ve açıkçası ben de çok haksız bulmuyorum.

Ilgaz benim hala mesafeli durduğum bir karakter. Özellikle Neva konusu işinde gıptayla baktığım karaktere, ilişki hususunda asla güven duymamam gerektiğini söylüyor. Sonuçta evliliğe giderken biten bir ilişki, ortada hayalleri ve dünyası başına yıkılmış bir kadın var. Benim aklımı en çok karıştıran da bu. Ceylin’i Neva’dan ayıran ne? Tamam Ilgaz Ceylin için kendinden ödün verdi ama belki Neva için de yaptı, bilmiyoruz ki değil mi?

Ben bir kadın olarak duygusal anlamda hiç bir ilgimin olmadığı adam hakkında böyle düşünüyorsam, Ceylin bin kez düşünmüştür. Kardeşim kızla evlenmek üzereyken bir telefon mesajıyla ayrılıp ardından başkasıyla evlenen bir adam Ilgaz. Neva delirmekte, Ceylin de güvenmemekle haklı diye düşünüyorum.

Peki sayın savcımız kaybettirdiği bu güveni nasıl sağlar peki? Kendisine aylar önce “Ben çok güzel kaçarım!” diyen kadını yakalarsa inanırım. Bu kadar basit ve net. Ceylin Ilgaz’dan değil, duygularından kaçtı. Son sahnede “İyi bak kendine sayın savcım” dediği anda Ceylin aslında duygularını da açık etti. Aksi durumda savcı bir eşle geçecek bir yıl onun gibi bir avukat için biçilmiş kaftandı ama o yapmadı çünkü duyguları var. Bu dakikadan sonra aylardır dünya üstüne yıkılmış bir kadını enkazın altından çıkaracak bir baba yiğit aranıyor! Bu Ilgaz olursa ne ala! Olmazsa da uzaktan dürbünle seyreder artık, ne diyelim?

Yazımı bitirmeden önce Pars’a değinmeden geçmek istemiyorum. Pars’ın sakladığı sırlar ve bu işte direkt olarak Yekta’nın da olması Yargı’da her şey yeni başlıyor dememe sebep oluyor. Asıl soru şu: Yekta ve Pars arasındaki bu sır ana konuya nasıl bağlanacak?
Söylemezsem olmaz, Pars şu anda dizide benim göz bebeğim olan bir karakter, umuyorum ilerleyen zamanlarda ondan nefret etmeme sebep olmaz diyeceğim ama insan şüpheye düşüyor. Önce göz damlası ayrıntısı Sonra kol şimdi de Yekta’yla geçen bir gece…
Merakla gelecek bölümleri bekliyorum.

Bu arada söylemezsem olmaz. Bir avukat olarak Yargı benim fazlasıyla ön yargıyla baktığım bir işti. Hukukçular olarak dizilerdeki mesleki hatalardan öylesine yıldık ki, hakimin odasında duruşma alındığı sahnede gözlerim doldu dersem abartmış olmam. Özensizliklerden, saçma sapan olmayan kurallardan o kadar yoruldum ki adliye sahnelerinde elim böğrümde değil gerçekten beğenerek izliyorum. Sema Ergenekon’a da bu özverisinden dolayı çok teşekkür ederim.

Yazıma burada son veriyorum.
Bütün ekibin ellerine sağlık.
Haftaya görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin .