Domino Etkisi ( Hayat Bugün, 6.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR

Bu hafta yazıma bir soruyla başlamak istiyorum. Sizce aile nedir? İçine doğduğumuz insan topluluğu mu, en güvende olduğumuz yer mi? Yahut sevdiğimiz ve sevildiğimizi gerçekten hissettiğimiz yer mi? Bana göre aile en zor zamanlarda sığınılan kale, kendini gerçekten ait hissettiğin, mutlu olduğun, kendin olduğun yerdir. Bunun illaki kan bağı olmasına da gerek yoktur, can bağı diye bir gerçek var ve onu kiminle hissediyorsan o senin ailedir. Barış mesela Gizem ve kızı dışında ekibini de ailesi bellemiş durumda. Aras’ın tek ailesi yeğeni ve ablası gibi görünürken Derin de onun bir parçası bana kalırsa. Ve Derin aile aidiyeti kan değil de can bağıyla hisseden biri o. Suzan, Andaç ve hatta Ali Haydar bile aile olma konusunda sınanan insanlar. Onlar bir ekip değil bir ailenin vazgeçilmez parçaları olarak görüyor birbirini, evet aynı kandan değiller ama aynı amaç için bir araya gelmiş candan bağlı bir aile onlar.Aslında bu durum Hisarönü Hastanesi’ne özgü bir durum değil benim için. Birbirini kalpten seven herkes birbirinin ailesi olabilir bence. Barış mesela anladığım kadarıyla babasıyla ilgili problemleri var ki hastalığını dahi bilsin istemedi, konusu geçince ciddileşti ve hemen kapattı konuyu. Ama Gizem ve kızı onun tüm varlığı ve sadece onları ailesi olarak kabul etmiş durumda.

Evlilik ahdi gerçekleşirken şöyle bir cümle kurulur “İyi günde kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta, ölüm sizi ayırıncaya kadar…” Barış ve Gizem’i izlerken bu sözün ne kadar değerli olduğu aklıma geliyor her seferinde. Evet belki evliyken işler istedikleri gibi gitmedi ama onlar yine de birbirini ilk desteği. Gizem’in riskli bir hamilelik geçireceğini öğrendiği zaman Barış hastalığını, tedavi olmamak için sunduğu tüm bahaneleri, yoğunluğunu bir kenara bırakıp kolu kanadı olmuştu Gizem’in. Şimdi Gizem iyi, Barış hasta ve bu sefer Gizem umut olmaya çalışıyor ona. Halbuki ne yasal olarak ne de içinde bulunduğu durum göz önüne alınırsa Gizem’in hiç bir zorunluluğu yok bunu yapmaya. Buna rağmen canla başla Barış iyi olsun diye onunla dahi savaşıyor. Artık evli olmasalar bile onlar hala birbirini çok seven, ve her an birbirinin yanında olmaya hazır bir aile.

Evet; Barış hasta ve ben de Suzan’la Gizem gibi düşünüyorum önceliği kendisi olmalı ki o kurtulduktan sonra ondan umut bekleyen binlercesini de kurtarabilsin. Yine de hepimiz çok iyi biliyoruz ki Barış’ın önceliği hiç bir zaman kendisi olmadı. “Bu insanlar yarını görmek için bizi bekliyor” açıkçası ben onun kadar fedakâr olabilir mıydım emin değilim ama onun en sevdiğim özelliklerinden biri tek bir kişi yahut tek bir şeyi kurtarma peşinde değil.

Barış kısıtlı kaldığını düşündüğü bir zaman diliminde olabildiğince insana yardım etmek istiyor. O kurtarabileceği kadar çok hasta kurtarmak, değiştirebileceği kadar çok fikir değiştirmek istiyor. Bunu domino zinciri bozulduğunda çok net gördük aslında. Suzan tanıdığı için İrem’e öncelik verirken Barış geriye kalan herkesi iyileştirme çabasındaydı. Çünkü her ne olursa olsun o Hisarönü Hastanesinin başhekimi ve kişisel düşünme hakkı yok gibi bir şey. Bununla Suzan’a her daim destek oluşu, Aras’ın her an arkasında durması, Andaç’ın, Ali Haydar’ın ve Derin’in dertlerine koşması Hisarönü’nü de bir aile olarak gördüğünü gösteriyor. Barış her an Suzan’ın yanındayken Suzan da hastalarına şifa olmak için ondan büyük destek alıyor ve bu sayede çok daha cesur davranıyor bana kalırsa.

Bu hafta Suzan’ı gururla izledim, yaptığı şey çok güzel ve zordu. Suzan’ın yaptığı domino nakil çemberini görünce gözlerim doldu doğrusu. Maalesef ki hem dünyada hem de ülkemizde organ nakli bekleyen, beklerken umutlarını, yaşamını, ailesini yitiren binlerce insan var. Gerek kadavra gerekse canlı donör yetersizliği nedeniyle çok fazla kişi sıra beklerken hayatından oluyor. Bu yüzden buradan da söylemiş olayım; organ bağışı hayat kurtarır lütfen böyle bir imkânınız varsa size destek olun. Tıpkı İrem gibi, Gazal gibi masumlar bu sayede hayatta kalabiliyorlar zira.

Suzan İrem’i kardeş, Ömer’in ailesini kendi ailesi olarak kabul etmiş gördüğüm kadarıyla. Ben ispatlayamam ama bence o Ömer öldüğünden beri ilk kez böyle hıçkıra hıçkıra ağladı. Çünkü Ömer bir düğüm olarak kalmış boğazında, onu kurtaramamış olmanın verdiği vicdan azabıyla iki yıl içi içini kemirirken şimdi İrem’i kurtarmış olması bir anlamda o hastanedeki sevdiklerini kaybetme lanetini üstünden atmış gibi hissetti. Belki de bunca zaman Suzan kendini ilk defa mutlu hissetti. O ailesinin bir üyesini daha kaybetmemiş olmanın huzurunu yaşarken Derin’in “Anne” sınavı epey ağır geçiyor bana kalırsa.

Derin ve annesi arasında neler oldu da “Şimdi ciğere ihtiyacım olsa, bir parçasını vermeye tenezzül etmeyecek biri arıyor” diyecek duruma geldiler aşırı merak ediyorum. Üstelik annesini aidiyet belirtmeden kaydetmiş telefonuna. Normalde bizler “Annecim, Sultanım, Kraliçem” gibi sözcüklerle yazarız değil mi rehberimize. Hiç olmazsa bile bir aidiyet bağıyla bağlarız sonunu ama Derin asla öyle yazmamış. Nasıl yazarsak yazalım bize ait olduğunu betimleyerek yaparız. Fakat Derin dümdüz sadece “Anne” diye yazmış. Kendini ondan bir parça olarak görmüyor bile ve bence o Hisarönü Hastanesini annesinden daha çok ailesi olarak görüyor.

Başta da dediğim gibi aile olmak için illaki kan bağı olmasına gerek yok bence ve bunu en iyi Andaç’ın ailesine onlara olan sevgisine bakarak görebiliyorum. Onlar Lalin’e anne baba olabilmişken hiç tereddüt etmeden Ceylan’a da kollarını açan bir aile. Evet belki işler umdukları gibi olmadı ama ben eminim ki Andaç Ceylan ona ne zaman ihtiyaç duysa o an onun yanında ve arkasında bir baba gibi dimdik duracak. Andaç kendi kanından olmayan bir çocuğa çok güzel baba olabilmişken aynı durumu Ali Haydar için söyleyemeyeceğim maalesef. Onun oğluyla sorunları çok daha derin çünkü. O oğluyla arasındaki mesafeyi sonunda kapatmış olsa da onlar için asıl mücadele şimdi başlıyor bana kalırsa. Çünkü Elçin’in babasına onun desteği ve sevgisine ihtiyacı var. Ali Haydar zamanında bunu verememiş olsa da ben inanıyorum ki o bundan sonra çok daha özenli olacaktır. Çünkü ailesinden, sevdiği kadından geriye kalan yegâne şey oğlu Elçin. Ali Haydar oğluyla ikinci bir şans yakalamış oldu ve açıkçası ben bu duruma çok sevindim. Sanırım tüm bu saydıklarım arasında ailesiyle arasında sorun olmayan tek kişi Aras. Fakat Aras yeğenine ablasına kol kanat olacağım derken kendi hayatını bile isteye ertelemiş biri.

Aras’ın bu hayattaki tek ailesi ablası ve yeğeni gibi görünse de o ekiptekileri de ailesi olarak kabul etmiş durumda. Belki bunu göstermiyor ama heyecanla beklediği yeğeninin maçına sırf arkadaşlarını yalnız bırakmamak için gitmiyorsa bu onları aile saydığı anlamına geliyor bana kalırsa. Aras dışarıdan taş gibi sert ve soğuk görünse de bence o çok merhametli biri. Çok idealist ve profesyonel olsa da yeri geldiğinde bir kızın hayatı için kendini ve mesleğini tehlikeye atıp usulsüzlük yapabiliyor. Yeri geldiğindeyse gözünü dahi kırpmadan sevdiği kadın için kurşunun önüne atlayabiliyor.

Sağlık sistemi olarak ülkemizin bir diğer kanayan yarası da maalesef ki sağlıkçıya uygulanan şiddet ve bunun önüne asla geçilememesi . Her gün, her saat hatta bu yazıyı yazarken bile sağlıkçılara uygulanan şiddet haberlerini görüyorum. Halbuki onlar da sadece işini canla başla yapmaya çalışan birer insan. Onların da birer sevdikleri, bekledikleri, aileleri var hiç biri robot değil. Üstelik o canilerin darp ettikleri, öldürdükleri bir tek sağlık çalışanları değil. Onların ailelerini, onlara hayallerini bağlamış hastaları, bir umut hastalarından güzel bir haber bekleyen hasta yakınları da öldürmüş oluyor o anda. En güvende olmaları gereken, işlerini gönül rahatlığıyla yapmaları gereken yerde maalesef ki biz sağlık çalışanları her an diken üstünde, her an tedirginlikle mesleğinizi yapmaya çalışıyoruz. Bu günlerin geride kalıp daha güvenli ve şiddetsiz bir ortamda çalışmak dileğiyle.

İnsan hayatı kurtarma yolunda hayatını kaybetmiş tüm sağlık çalışanlarına rahmet ve minnetle.
O zaman bu haftalık da benden bu kadar haftaya yeniden görüşmek üzere sağlıkla kalın.

Takım Oyunu (Hayat Bugün, 5.bölüm)

 

YAZAR :Simay DEMİR 

Sürekli ve karşılıksız fedakarlık yaptığınızı düşünün, bu durumu ne kadar sürdürebilirsiniz; üç ay, bir yıl, 5 sene… Ben söyleyeyim öyle ya da böyle dayanamaz, pes eder insan ama Barış gibi, Aras gibi, Derin gibi işini severek yapan bir sağlıkçıysanız yaptığınız tüm her güzel şey sizi daha çok kamçılar ve bunu fedakarlık olarak görmezsiniz bile.

Barış Güvener’i tanıdıkça ona daha çok hayran oluyorum. Hastalarına gösterdiği özen, tüm derdinin onlara yardım etmek olması, hastaneyi iyileştireceğim derken insanların durumundan faydalanmaması ona ve yaptığı her şeye tebessümle bakmama sebep oluyor. Evet bunları yaparken ailesini ihmal etmiş, sevdiği halde karısından boşanmış ama şu da bir gerçek ki tüm bunları severek ve isteyerek yapan biri o. Barış’ın tek önceliği hastane ve hastaları olduğunu artık bilmeyen yoktur herhalde fakat bu bölüm benim için ayrı bir özel ve güzeldi. Çünkü hastanenin çıkarları söz konusu olsa bile insanları incitmeden, onları maddi ve manevi zora sokacak bir şey yapmadan hem onları hem de hastaneyi kurtarmayı başardı. Takas yöntemiyle hem hastanenin eksikliklerinin giderdi hem de durumu olmayan insanların daha da borca batmamalarını sağladı. Üstelik o içinden gelerek davrandığı, gerçekten yapmak istediği şeyleri yaptığı için hedeflediklerinden çok daha fazla bağış toplamış oldu.

Tüm bunlar onun çok iyi bir doktor ve başhekim olduğunu açıkça gösterirken ben ayrıca ikinci bir şansı olup bu hastalığı atlatırsa çok iyi bir baba ve eş olacağını da çok net görmüş oldum. Barış’ın Gizem’e açık açık hastalığını anlatması bence ilişkilerine yepyeni bir boyut kazandırdı. Nasıl ki Gizem’in hamileliği riskli olduğu için Barış onun eli ayağı olup, her an yanında olduysa ben inanıyorum ki Gizem de şimdi kızlarıyla birlikte ona kan ve can olacak.

Bir ilişki de her şey karşılıklıdır bana göre. Gizem ve Barış’ın evliliği mesela. Bu hafta öğrendik ki Gizem kendini Barış’ın işinden oldukça uzak tutmuş, onun işine aşık biri olduğunu bile bile birlikte olurken sonrasında Barış’ın böyle biri olduğunu kabul edememiş ne yazık ki. Ama Suzan’la yaptığı konuşmadan anladığım kadarıyla bu hastalık durumu olmasaydı da o Barış’a bir şans daha verecekti. Çünkü Gizem Barış’ın bir tek onunla biraz daha vakit geçirsin, ilgilensin istiyor ama Barış tüm ilgisini anlamlandıramadığı bir şekilde hastaneye ve hastalara verince bunu kabullenemiyordu halbuki şimdi bu balo gecesinden sonra çok iyi anladığını düşünüyorum. Barış’ın yaptığı şey çok kutsaldı ve o daha yeni yeni bunun farkına varıyordu. Gizem’in anne olma yolunda kazandığı deneyimler, Barış’ın yaşamak için çocuğuna sığınması Suzan’da da bir şeyleri harekete geçirdi. O bunca zaman korktuğu için cesaret edemediği hormon tedavisine başladı ve bu beni gerçekten çok mutlu etti çünkü hiç kimse korkuyor diye hayal ettiği şeyden vazgeçmemeli bana göre.

Suzan bence doktorluk konusunda en zor branşta çalışan biri. Maalesef ki ne ülkemizde ne de dünya da kansere hala bir çözüm, bir tedavi bulunamadı ve tedavi gören insanların çoğu hemşire ve doktorların gözü önünde günden güne eriyor, çoğu hasta sadece palyatif bakım almak için geliyor ve sağlık çalışanı bunu bile bile sadece acılarını birazcık olsun dindirmek için uğraşıyor. İşte Suzan her gün yaşlı ya da genç, çocuk ya da anne fark etmeksizin bu tür hastalara şifa olmaya çalışıyor. Sırf her gün buna tanık olan biri bile bu dünyaya çocuk getirmek istemeyebilir. Halbuki Suzan tüm bunlara rağmen o adımı attı ve anne olmak için tedaviye başladı.Suzan yavaş yavaş da olsa korkularıyla yüzleşip hayatına yeni bir yön vermeye çalışıyor Halbuki Derin, o korkularıyla karşılaşmamak için bambaşka şeyler yapıyor. Bence Derin mesleği için kendinden en çok ödün verenlerden biri. Acilde daha çok kalmak için ilaç kullanıyor, travmaları var ve bunun üstesinden gelmek için kendini işine vermiş durumda. O duygularından, hata yapmaktan, birinin gözlerinin içine bakıp mutsuzluğunu görecek, bundan haberdar olacak diye ödü kopuyor, bir zayıflık göstereceğim diye deli gibi korkuyor. Ama şu da bir gerçek ki söz konusu doktorluğu yahut hastalarının hayatı olduğunda tam bir dişi kaplan cesareti doluyor kalbine. Fakat bence ilk kez tüm korkularına rağmen Aras’a bu derece kendini açtı.

Ben Aras’ın neden Derin konusunda kendini bu denli arka plana attığını hep çok merak ediyordum. Çünkü Derin’e birazcık yakından bakan herkes onun da Aras’a bir şeyler hissettiğini anlayabilirdi. Aras her ne olursa olsun Derin onun hayatında olsun istiyor bu yüzden arkadaşlığını kaybetmemek için aşkını yok sayıyor. Aras’ın neden böyle düşündüğünü ya da neden böyle davrandığını bilmiyorum ama bu kadar keskin bir sınır koyuyorsa bu duruma bir sorun, bir travma var demektir. Çünkü Aras hastaları söz konusu olduğunda asla gözünü dahi kırpmayan biriyken söz konusu özel hayatı olunca adım atmaya dahi cesaret edemiyor. Bakalım altından ne çıkacak.

Tüm ekip hastaları ve hastane için kendince fedakarlık yaparken ben en çok Andaç ve eşine hayran kaldım bu bölüm. Onlar en zor yolu ailelerine rağmen seçen insanlar. Ceylan’ın kimsesizliğine kimse olmak için verdikleri çabayı gözüm yaşlı izledim doğrusu. Bir tek Ceylan’a değil zamanında küçük mirketleri için de yuva olan bu güzel ailenin en çetin sınavlardan ele ele çıkacağına adım kadar eminim. Andaç babalık sınavından tam not alırken Aynı şeyi Ali Haydar için söyleyemeyeceğim maalesef. Elçin ile aralarında ne oldu ne bitti bilmiyorum ama babasına en ihtiyaç duyduğu anda yanında onu bulamayan bir evladın isyanını dinlemek, hala babasından sevgi dinlenmesi kalbimi parçaladı.

Özel yaşamları darmadağın olan Barış ve ekibinin tüm fedakarlığı bir hastayı daha iyileştirmek, bir canı daha hayatta tutmak için yapılıyor. Onlar bir tek özel yaşamlarını değil, gecelerini, gençliklerini ve hatta hayatlarını feda ediyorlar bu uğurda.

Belki bu saydıklarımı “Ama bu onun işi, fedakarlık değil” diyebilirsiniz lakin eğer tüm sağlığını, sosyal yaşamını, vaktini ve hatta aile yaşamını bu uğurda yok ediyorsa bu onun işinin bir parçası değil yaptığı fedakarlıktır. Açıkçası ben bu durumların hiç birini tasvip etmesem de yaptıklarına gururla bakmıyor da değilim. Barış’ın hayatını hastalarına adaması, Derin’in hastası için canını hiçe sayması, Aras’ın hep ilk önceliğinin hastaları olması, Suzan’ın tüm korkularına rağmen hastalarıyla bağ kurması gerçekten cesaret gerektiren şeyler. Onlar her gün her an ölümle yaşam arasında savaş veren canları kurtarmak için uğraşıyor. Hak ettikleri değeri görmeleri dileğiyle.

Ben bunları çok sıradanmış gibi anlatıyorum ama tüm bunları gördükten sonra gidip rahat rahat başını yastığa koymak hiç kolay değil emin olun. İnsanın uyanıkken yaşadığı, uyurken çok daha korkunç bir şekilde kabusları olabiliyor. Kurtarılamayan her can; boğazda bir düğüm vicdanda bir yük olarak kalıyor öylece. Ve emin olun ki bununla yaşamaya alışmak kadar korkunç bir şey yok. Bu yüzden ben tüm sağlık çalışanlarına çok saygı duyuyorum, bunu bir sağlık çalışanı olduğum için değil gerçekten böyle hissettiğim için söylüyorum. İyi ki, iyi ki varlar.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere, sağlıkla kalın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Biz Birlikte Güçlüyüz (Hayat Bugün, 4.bölüm)

YAZAR : Simay DEMİR 

Küçükken bir hocamız ince çubuklarla derse girmişti bir gün, önce bir tanesini eline alıp çat diye kırmıştı, sonra iki, sonra üç. Çubuklar çoğaldıkça hocamızın kırması daha da zorlaşıyordu. Bir yerden sonra hocamız büyük bir kuvvet uygulasa da kıramamış ve bırakmıştı. Sonra dönüp “İşte birlik olmak böyle bir şey” demişti; birlikte hareket etmeyi becerebilirseniz karşınızdaki şey ne kadar güçlü olursa olsun sizi yenemez demişti. O günden sonra asla unutmadım o dersi.

Hayat Bugün’ün bu bölümünü izleyince sanki o ana hocamın o dersi verdiği güne geri döndüm. Derin’in hastasını hayatta tutmak için çabası, Aras’ın tüm gün boyunca nefes dahi almadan hasta kurtarmak için uğraşırken bir hastasını yitirmesiyle yıkılışını, Andaç’ın ruh halinden anlayıp hasta yakınına dahi yardım etmek istemesi, Suzan’ın minik hastası için ölümün en güzel halini bulup anlatması, Barış’ın tüm ekibi bir arada tutmak için çırpınması ve sonunda ne olursa olsun birbirlerine güvenip sığınmaları bana “Birlik olursak kazanırız” dedirtti.

Barış Hisarönü Hastanesi’ne geldiğinden beri belki de en kötü gününü yaşadı. Bir yandan başka hastaneden aldığı hasta yükü, bir yandan gazeteci ve radyoterapi tedavisine başlayacak olması Barış’ın karmaşık olmasına yetti de arttı.

Barış için savaş daha yeni başlıyor bana kalırsa. Çünkü o Hisarönü Hastanesi’ne geldiğinde tek derdi hastaneyi baştan aşağıya değiştirip süregelen sistemi iyileştirmekti. Ama şimdi büyüdüğünü görmek istediği bir evladı olacak ve Barış onun için iyileşmek zorunda. Kanser tedavisinde en önemli tedavinin moral ve inanç olduğu kanıtlanmış bir gerçek, Barış çocuğu sayesinde hayatında inançla yeni bir sayfa açtı. O yeni bir gelecek için iyileşmek istese de bebeğine şimdiden beşik alması, yemek sandalyesi sipariş etmesi gerçekçi davrandığını gösteriyor. O da biliyor ki bu tedavinin sonunda başarısızlık da var. Olur da başarılı olamayıp tedavinin sonunda ölürse en azından kendisinden çocuğuna bir şeyler bırakmak istiyor. Bu durumu anlayabiliyorum; o gittiğinde en azından evladına babasından bir şeyler bırakmak istiyor.

Barış her ne kadarGizem’e dünya kadar zamanımız var dese de olmaması ihtimali kafasında bir yerleri kurcalayıp duruyor. Yine de Barış’ı birazcık tanıdıysan onun için zor olanı seçip üstüne gitmek daha tercih edilir bir yol. Bu yüzden bunu da başaracağına olan inancım tam. Barış bir hasta olarak pek söz dinlemeyen ve bildiğini okuyan biri olsa da bence doktor ve ekip lideri olacak gayet iyi biri.

Barış’ın en sevdiğim özelliklerinden biri yaptığı hataları anladığı anda kabul etmesi. Ekip arkadaşlarına bu kadar büyük bir sorumluluk yüklemenin yanlış olduğunu anladığı anda yeni bir çözüm bulmaya odaklandı ve hata yaptığını söylemekten çekinmedi. O diğer hastanenin hastalarını almadan önce Aras’a danışıp onay alması ve Derin’in ne yaptıysa hastasının hayatı için yaptığına kefil olması, arkasında durması onu gerçek bir lider yapıyor bana göre. Ayrıca Barış’ın dediği şey çok doğru; herkes işini doğru düzgün yaparsa sistemin değişimi de kaçınılmaz olacaktır. Çünkü bezen çok istesek de tek kişiyle değişim olmaz maalesef.

Evet belki Ceylan’ın Andaç’a dediği gibi bir kişi değiştiremez bu düzeni, belki bir kişiyle hiçbir şey olmaz ama o bir kişi bir kere baş kaldırdı mı işte o zaman bir kişi daha, sonra bir kişi daha birleştiğinde yani hepimiz birlik olduğumuzda değişmeyecek, düzelmeyecek hiçbir şey yok. Ben buna inanıyorum herkes elini taşın altına aynı oranda koyduğunda her şey değişir. Tıpkı önce Derin’in sonra Aras’ın yanlış olduğunu bile bile sırf bir insan hayatını kurtarmak için elini taşın altına koyması gibi. Derinin söylediği bir söz gerçekten çok doğruydu; birbirimize güvenmek zorundayız. Çünkü onlar hemşiresinden cerrahına kalabalık bir ekibin parçası ve ekip birbirine güvenip sırtını dayamazsa işler asla ilerleyemez.

Bazen kolay yolu seçmek, zor yolu seçmekten daha zordur çünkü söz konusu insan hayatı olunca her zaman kolay yol seçilemiyor maalesef. Orada o anda bir karar vermek zorundasınız ve bunun hiçbir şekilde geri dönüşü yok. Derin belki protokolü izleyip hastanın durumunu sadece gözlemleyebilirdi ve maalesef ki bu hastanın ölmesi anlamına geliyordu. Fakat Derin zor olanı yani herkesin seçemeyeceği yolu seçti ve yanlış bir hamle yapacak olursa mesleğini kaybedeceğini bile bile o müdahaleyi yaptı. Açıkçası ben bu duruma hiç şaşırmadım zira o ilk bölümde hastası için hayatını hiçe saymışken mesleğini gözden çıkarması tam onluk bir hareket. O hastasını kurtarmayı seçti ve bunu prosedür dışı olsa da yaptı. Bu durumda onu bir sağlık çalışanı olarak yaptığını tasvip etmesem de asla yargılayamam da. Çünkü o durumu ve o anı yaşamak bambaşka bir şey. Orda avuçlarınızı içinde, sadece siz bir şey yaparsanız kurtulacağını bilginiz bir can varken protokol yahut iş, meslek hayatı kimsenin ilk önceliği olmuyor. Ortalık süt limanken yahut her şey düzgün gidiyorken doğu şeyi yapmak öyle kolay ki. Ama söz konusu insan hayatı olunca başka hiç bir gerçek bunun üstünde olamaz bana göre. O yüzden Derin her ne yaptıysa bir can kurtarmak için yaptı, o an vermesi gereken bir karar vardı ve o bir hayat kurtarmayı seçti. Tıpkı ona bu yaptığından dolayı deli gibi kızsa da aynı şeyi aynı şekilde yapan Aras gibi.

Asla asla deme diye bir söz var ya hani Aras tam da o yerdeydi bana kalırsa. Kendisi Derin’in yaptığını onun başı belaya girecek diye kızıp, ben yapmazdım dese de aynı şeyi o da yaptı. Evet belki çoğu prosedür hem hasta hem de sağlık çalışanının güvenliği için buna kesinlikle bir itirazım yok. Fakat maalesef her zaman her şey kitapta yazana uygun gitmiyor. Bir gün geliyor Suzan gibi fark etmeden bağ kurduğun hastana bu hayattaki en zor şeyi en yumuşak haliyle anlatmak zorunda kalıyorsunuz. Bazen kapıda iyi bir haber için gözünün içine bakan hasta yakınına nasıl gerçeği söyleyeceğinizi bilmez bir durumda kalakalıyorsunuz ve bazen sadece o an hayatı size bağlı hastanın yaşamını kurtarmak dışında aklınızda hiçbir şey kalmıyor. Tüm bunların hepsini yaşamış biri olarak söylüyorum Aras da, Derin de Suzan da ellerinden ne geldiyse onu yaptılar ve ben onları çok iyi anlıyorum.

Suzan aşırı duygusal bir kadın, Barış’tan her şeyini anlatmasını istiyor fakat kendisi Barış’a kendi gerçeğini anlatacak kadar cesur davranmadı ilk başta. Bence bunun sebebi ona güvenmemesi değil, dillendirirse daha çok sahipleneceğini düşündüğünden ama Barış’ın da dediği gibi; insan önce kendine dürüst olmalı. Suzan kendine dürüst olmadığı sürece o büründüğü ruh halinden çıkamaz. Fakat Barışla birlikte o da değişiyor. Bunu Miray’la anne babası yerine konuşmasından, Barış’a kendisiyle ilgili durumu anlatmasından net görebiliyorum.

Suzan’ın sakladıkları yalnızca kendisini ilgilendiren durumlar olsa da aynı şeyi Derin için söyleyemeyeceğim. Haftalardır Derin’in ne kullandığı ve neden kullandığı sorusu aklımı kemirip duruyordu. Hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği için ilaç kullanması bir yana bunları gizli gizli kullanması maalesef ki yasal değil. Yalnız Derin de, Mert de farkında bu ilaçlarla acilde belirli bir süreden sonra çalışması yasak ve yakalanırsa açığa alınacak. Ne yazık ki şu an Derin bunlara mahkum durumda. Bu durum açığa çıkarsa ne olur bilmiyorum ama Derin için hiç iç açıcı olmayacağı aşikar.

Hayat bu düşmek de var kalkmak da, Barış şu an için düşen konumunda olsa da ben inanıyorum ki o bu zorluğun da üstesinden de gelecektir ve yeniden ayaklanacaktır. Hele de yanında Gizem, çocuğu ve gerçekten güvendiği doktoru Suzan varken.

Hayat Bugün ’de yine soluksuz izlediğim bir bölümü geride bıraktık. Emeği geçen herkesin eline emeğine sağlık.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere, sağlıkla kalın.

 

 

 

 

 

Bir İhtimal Daha Var Mı? (Hayat Bugün,2bölüm)

YAZAR: Simay DEMİR

Yaşayabilmek, bu hayatta bir yere sahip olmak, bir gönülde barınmak, bütün bir kalabalığın içinde yok olup gitmek istemeyen herkesin bir amacı, onu bu hayatta var eden bir inancı olmalı bana göre.  Belki adaleti sağlamak için avukat, savcı olmak ya da minicik çocuklara Umut olmak için öğretmen, bir hayata dokumak için hemşire doktor olmak gibi amaçlar tutar insanı hayatta. Ya da yüzüne inançla bakan evladı için, kurup gerçekleştirmek istediği hayalleri, aşık olduğu insan için sımsıkı sarılır bazen bu hayata insan, en azından ben öyle olduğuna inanıyorum. Derin’in, Aras’ın ve hatta Suzan’ın bile o hastanede, o hayata tutunmak için birer amaçları ve yürümeye devam edecek inançları var. Fakat Barış etrafındaki herkese bir inanç aşılamaya çalışırken kendisinin hiçbir dalı, inancı yokmuş gibi ölmek istemesi bana çok ironik geldi.

Geçen hafta beni en çok etkileyen şeyin Barış’ın umut dolu olup bunu etrafına yaymak istemesi olduğunu söylemiştim. Aras’ın katı kurallarına (ki bu hafta da yakından tanık olduk), dediğim dedik düşünce yapısına rağmen onun fikrini bile değiştiren,  umudu ben kendisinde göremedim maalesef.  Herkese inanalım, umut edelim, risk alalım derken kendi iyileşmek adına tek bir umudu, iyileşmek istememesinin de tek bir mantıklı sebebi yok. Peki sizce Barış  kendi inanmadığı bir şeyi başkalarına ne kadar inandırabilir?

Barış’ın bu karamsar tavrı, ölmek istemesi ve yaşamak için diretmemesi bana bu hikayede bir eksiklik olduğunu düşündürüyor. Barış neden yaşamak istemiyor sorusuna tek bir cevap bulamıyorum maalesef. Dahası üzülerek söylüyorum ki Barış’ın o hastaneye geliş sebebini de, o hastaneyi neden ayakta tutmak istediğini de artık anlayamıyorum, çünkü bana bu konuda verilen tek bir motivasyon kaynağı yok. Şimdi diyebilirsiniz ablası orda öldü, başkaları da aynı şekilde ölmesin diye orda. Bunu kabul edebilirdim amenna ama ölmek istemek yerine ablası içinse tüm bu değişim isteği, o zaman onun için yaşamayı seçmesi gerekmiyor muydu? Ben mi yanlış düşünüyorum.  Aşağıda değineceğim ama Derin’in Aras’ın Suzan’ın ve hatta Ali Haydar’ın bile motivasyonuna şahit olmuşken Barış’ın tedavi olmayı reddetmesinin de yaşamak istememesinin de motivasyonunu göremedik.  Kemoterapinin ne kadar ağır bir tedavi sürecinin olduğunun da, bu tedavinin insanı nasıl yavaşlatıp, duraksattığına da bir hemşire olarak kendi gözleriyle şahit olmuş biri olarak söylüyorum eğer Barış “Ben kemoterapiden dolayı tedavi olmak istemiyorum yahut o beni  yavaşlatır, çalışamam” diye kabul etmek istemese  kararına da, söylediklerine de sonsuz saygı duyup kabul edebilirdim.  Ama Barış ne dedi; arkamda bırakacağım kimse yok, o yüzden tedavi olmayacağım. Bakın bu replik benim gözümde geçen bölüm bize gösterilen Barış karakterini tamamen yok eder.  Çünkü Barış yepyeni bir sistemle yepyeni bir hastane kurmak istiyor sadece mekandan yahut teknolojik aletlerden bahsetmiyorum. Yeniliğe açık, insan yaşamına iş gibi değil de bir can gibi bakan, hastaneyi evi gibi sahiplenip ona göre hareket eden sağlık çalışanlarıyla doldurmak istiyor ve kimse kusuruma bakmasın bunlar bir yılda yapabilecek şeyler değil.  Üstelik hani iyileşmek istemiyor ya arkasında bırakacağı kimse olmadığı için. Peki ya ilmek ilmek kurmak istediği sistem ne olacak, ceza infaz kurumundan gelecek hasta kabulü ne olacak, insanlara kurdurduğu hayaller, onlara ne olacak? Barış tüm bunları yarım yamalak geride bıraktığında başa gelecek yeni başhekim her şeyi sıfırlayıp eski sistemden devam edecek ne yazık ki. Barış’a onca inanan insanlar bir daha bir başkasına güvenip inanabilecek mi? Her şeyi geçtim Barış işine bu denli bağlı ya işi için çok sevdiği karısından bile boşanmışken ilk engelde havlu atması size inandırıcı geliyor mu? Bana gelmiyor açıkçası. Ya da belki de Barış’ın işine neden bağlı olduğunu göremediğim için bana öyle geliyordur bilmiyorum. Barış’ın amacı ne, ne yapmaya, neden yapmaya çalışıyor anlamış değilim, zira  ben bu bölüm  sadece etrafta deli gibi koşturan bir adam gördüm çok üzgünüm. Aklıma takılan ikici bir konu da Gizemle olan ilişkisi.

Gizem hamile oluğunu bile bile boşandı ve Barış’ın ruhu bile duymadı. Bu ona da doğacak çocuğuna da çok büyük haksızlık bana kalırsa ki öyle ağır sorunlu bir evlilik süreci geçirdiklerini de düşünmüyorum. Zira boşanma sebepleri sadece Barış’ın evliliğine ve eşine yeterince vakit geçirmemesinden kaynaklanıyor.  İşin içinde aldatma, terk etme falan olsa diyeceğim ki gurur yaptı. Eee o da yok. Bu kız neden sakladı bu durumu? Hele risk altında bir hamileliği varken, doktor eşinden bunu insan neden saklar? Ben anlamıyorum arkadaşlar. Yani bana altı çok boş geldi bu durumun. Halbuki Gizem’in konuşurken sesinin titremesi, ayrılmak istememesi hala Barış’a aşık olduğunu gösteriyor. Ben inanıyorum ki bu bebek Barış’ın bu hayata tutunmak için de, tedavi olmak için de bir amaç olacaktır.

Gizem’in son dans gösterisinde kanlar içerisinde yerde kalması sadece Gizem için değil, Barış için de milat olacak. Gizem dans ettiği sahnede yığıldığı anda hem Barış’la olan ilişkisinde, hem de bebeği için yeni bir dönemin de başlamasına sebep oldu. Gizem’in içinde bulunduğu durum, duyguları yeniden alevlendirir mi bilmiyorum ama Gizem ve küçük bebeğinin Barış’ı yeniden hayatta tutacağına eminim. Suzan’ın da katkılarıyla Barış Güvener hastanesinin başında, sevdiklerinin yanında kalacaktır.

Suzan nasıl ki Barış sayesinde bir kez daha hastalarına ve hastaneye dönmeyi kabul ettiyse Barış’ın da kendisi gibi geri dönsün, tedaviyi kabul etsin istiyor.  O bir sevdiğini, arkadaşını daha kaybetmek istemiyor. Bundan dolayı bu kadar üstüne gidiyor onu çok iyi anlıyorum. Bu yüzden ona tüm samimiyetiyle yaklaşıyor çünkü o da buna inanıyor. Tüm samimiyetiyle yaklaşırsa hastalarını iyileştireceğini düşünüyor tıpkı Aylin hanımda yaptığı gibi. Bu hafta Suzan’ın hikayesine çok değinmemiş olsa da açıkçası ben o gözlerindeki hüznün sebebini de onun hikayesini de çok merak ediyorum. Çünkü hastalarıyla böyle güzel bağ kuran, başarılı ve işini gayet severek yapan biri o ve şu an için Barış’a yardım edebilecek tek kişi. Çünkü bu konuda ne Aras ne Derin ne de bir başkası bilgi sahibi bile değil.

Aras benim bu hafta en çok ilgimi çeken kişi oldu, en azından o buz gibi bakışlarının altında yatan sebebi, neden böyle olduğunu anlamam için bana birkaç sebep verdi. Aras gördüğüm en dik kafalı, dediğim dedik ve kuralcı karakter olabilir. O kurallarını hiçbir şekilde esnetmiyor ve ona ters düşüldüğü taktirde karşısındaki kişiyi dinleme tenezzülünde bile bulunmuyor. Çünkü anladığım kadarıyla bu hayattan büyük silleler yemiş ve bu başta mesleği olmak üzere hayatının her bir alanına etki etmiş durumda. En başta bir hurafe yüzünden en yakın arkadaşını kaybetmiş ve sığındığı tek şey pozitif bilimler olmuş  bu yüzden karşısındakinin ne hissettiğiyle yahut neye inandığıyla ilgilenmiyor. Bilime ters düşüyorsa onun için bitmiştir nokta.  Halbuki karşımızdakinin inancı bizim ne düşündüğümüz değil onun nasıl hissettiğiyle alakalı. Nasıl ki Aras on defa parmaklarını yıkamadan ameliyata girmiyorsa o hasta da ritüel olursa ancak yaşayacağına inanıyordu bu yüzden ritüel yapılmadan ameliyat edilmek ölmek anlamına geliyordu onun için. Çünkü bu şekilde yaşamaya olan inancını kaybediyordu ve bedeni de ona uygun tepki veriyordu. Ve Derin o Aras’ın bu konuda gözünü açtı. Çünkü Derin Aras’ın aksine başkalarının duygularını anlıyor, onlarla empati kurup ona göre davranıyor.

Bu hafta Derin ve Aras bir hasta hikayesi yüzünden karşı karşıya geldiler. Aras geçmiş tecrübe, bilime olan bağlılığından dolayı bir ritüeli kabul etmedi. Az önce de söylediğim gibi kendi bakış açısına göre yanlış bir şey yanlıştır. Halbuki alzheimer hastalarıyla yapılan bir testte kanseri en kolay onların atlattığı tespit edilmiştir. Stres yapacak kadar hatırlamadıklarından dolayı hastalıkla mücadeleleri daha kolay oluyormuş. Bir sağlık çalışanı olarak elbette pozitif bilimden yanayım ama bazen insanların kendilerini güvende hissetmek için sağlığını riske atmayacak şeylerin de olduğuna inanıyorum. Fizyolojik olduğu kadar psikolojiktir de, emin olun. Aras bunu biraz zor anladı ama ben açıkçası onun Derin olmadığı zamanlarda da sağduyusunu bir tık da olsa dinlemesi gerektiğine inanıyorum.

Fark etmişsinizdir Derin her defasında şöyle bir cümle kuruyor “Ben senin arkanı topluyorum” ki bence çok haklı. Aras daha çok Derin’le ilgileniyormuş gibi görünse de hastanede Aras’ın arkasında dimdik duran kişi Derin. Bu ilişkide Aras daha çok duygusal gibi görünse de onun inatçı ve kuralcı kişiliği Derin’in insancıl yaklaşımı sayesinde zarar görmüyor. Çünkü Aras’ın odak noktası kendisi başkalarının ne düşündüğünü yahut ne yaşadığını görmüyor. Örneğin yemekte Derin çok yorgunum eve gidip uyuyacağım dedi ama iki dakika sonra hastanede karşılaştılar ve Aras ne işin var burada diye sormadı bile. Dahası Derin’in  yüzünden bütün gün yorgunluk akıyordu nedir bu halin diye sorma gereği bile duymadı. Çünkü Derin Aras’ın sorununu görse de o Derin’deki sorunu görmüyor.

Derin ne kadar başkalarının duygularını anlayıp ona göre bir yaklaşım sergiliyorsa o derece kendi duygularından uzak ve onlarla yüzleşmemek için o denli kaçıyor kendinden ve bunu işe gelerek, aralıksız çalışıp sadece işine yoğunlaşarak yapıyor. Yani bir anlamda kendi düşünceleri, duyguları onu ele geçirmesin diye sadece çalışıyor. Çevresine verdiği hiç bir nasihati  kendi hayatında uygulamıyor.

Gecen hafta Derin’in hiçbir duygusunu, ailesiyle yahut özel hayatıyla ilgili tek bir kırıntı elime geçmemişti. Sanki  karşımda etten bir robot vardı fakat bu hafta tek hareketiyle bunun sebebini kafama mıh gibi kazıdı. Derin ailesinden annesinden sorunlu bir kadın. Hastanede çalışmayı da nöbete kaçmayı da bir kurtuluş yolu olarak görüyor çünkü annesiyle yüzleşmek istemiyor. Çünkü Aras’a çok yorgunum diyen kadın kapıcının anneniz geldi lafıyla hemen hastaneye geri döndü demek ki ailesi yönünde yüzleşmek istemediği sıkıntıları var ve bu özel hayatına da çok yansıyor. Derin bence Aras’ın ona karşı bir şeyler hissettiğinin farkında ama onun yolunu öyle bir kapatmış, bu duruma öyle bir set çekmiş ki Aras cesaret edip o seti geçemiyor. Ve bence bunun bir sebebi de Derin’in annesiyle olan sorunu. Çünkü anneden sorunlu çocuklar kendilerini sevmeye de sevilmeye de layık görmezler. Onu en çok sevmesi gereken sevmemişken neden bir başkası gerçekten sevsin ki düşüncesinde olurlar ki bence Derin de aynı düşüncede. Umarım Aras biraz daha cesur davranır ve Derin’in o sert kabuğunu kırıp içindeki gerçek Derin’i dışarı çıkartır.

Hayat bugün yine soluksuz izlediğim bir bölümle son buldu. Şuna da değinmeden geçemeyeceğim daha sadece bir hafta önce çalıştığım yerde bir meslektaşım şiddete uğrarken bu konuya böyle hassas ve güzel değindikleri için teşekkürü borç bilirim. Dahası her insan gibi ceza evinde yatanlarında sağlık hizmeti almaya hakkının olduğuna değinilmesi, Doktorluğun  sadece ilaç verip, ameliyat etmekle bitmediğini bu yöntemler kadar konuşarak anlayarak da çözümler sunduğunu göstermesi detayları çok hoşuma gitti açıkçası. Hurafelerin insan hayatına ne kadar zararlı olabileceğini de alternatif tıbbın pozitif bilimle birleşince insana yararlı olabileceğini çok güzel gösterdiler.  Emeği geçen herkesin eline emeğine sağlık.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere, sağlıkla kalın.

 

SİZİN İÇİN NE YAPABİLİRİM? (Hayat Bugün,1.bölüm)

YAZAR: Şehriban Simay DEMİR

Hayat doğduğumuz günle öldüğümüz gün arasında yaşanan olaylar silsilesi gibi görünse de; eğer bir hastane odasında sabırla iyileşmeyi bekleyen bir hasta, yahut onun iyileşmesi için an be an teyakkuz halindeki bir sağlık çalışanıysanız  bunun  aslında çok daha fazlası olduğunu görürsünüz. Yaşanılan o an en değerli andır. Zira dün geride kalmış yarının ne olacağıysa sadece bir umuda bağlıdır ve yaşamak için sadece bu gününüz vardır.  Hayat Bugün’ü izlerken Başhekim Barış Güvener’in ağzından dökülen her sözcük bir kez daha aynı şeyi hatırlattı bana; umut biziz.  O zaman bende aynı umutla soruyorum; sizin için ne yapabilirim?

Barış Güvener bildiğimiz o doktorlardan değil. Göreve geldiği ilk andan itibaren tüm hastaneyi birbirine katmayı başardı ve bundan bir an bile pişman olmadı. Olanla olması gereken arasındaki farkı bilip, olması gerekeni yapma hususunda kimseyi gözü görmeyen bir baş hekimimiz var. Öyle ki ilk iş gününde koca bir departmanın en ünlü doktorlarını işten çıkarabilecek kadar gözü kara,  terörle mücadele amirine karşı hiç tanımadığı iki çocuğu savunabilecek  kadar cesur ve yıllardır bir hastanede süregelen bir sistemi değiştirebileceğine inanacak kadar kendinden ve yapabileceklerinden emin bir adam. Onun mottosu belli; o doktorlara yardımcı ve umut olacak doktorlarda hastalarına.  Bu yüzden risk almaktan da, elini taşın altına koymaktan da, başını gerekirse belaya sokmaktan da geri kalmayacağı aşikar. Bundan dolayı onlara söylediği ilk şey ; “Sizin için ne yapabilirim?” demek oldu.Barış’ın tüm hayatının hastalarına ve doktorlarına rezervli olduğunu görmemek için kör olmak lazım. Benim bu hususta bazı endişelerim ve söyleyeceklerim var zira bu durum bana çok garip ve hatta biraz da tehlikeli geldi açıkçası. Barış’ın Derin’e verdiği nasihati düşününce terzi bazen kendi söküğünü de dikmeli ama değil mi?

Barış az önce de dediğim gibi hayatının tamamını hastanelere ve hastalarına ayırmış olsa da naçizane ben bunu çokta sağlıklı bulmuyorum. Evet özgeçmişine baktığımızda muazzam bir kariyeri var. Bingöl’de bir hastaneyi daha ayağa kaldırmış fakat bunu yaparken kendi hayatını, sevdiği kadını bir kenarda öylece bekletmiş. O işinde ne kadar başarılı olsa da özel hayatında sınıfta kalmış durumda, bocalıyor, ablasının ölümünü hala atlatabilmiş değil. Evliliği bitme noktasında, karısını hala sevmesine rağmen boşanmayalım diyemiyor. Halbuki yukarıda da değindiğim gibi koca bir departmanı gözünü kırpmadan dağıtacak kadar cesur birinden bahsediyorum. Doktor Barış’a da onun yaptıklarına da sonsuz saygı duymuş olsam da kendini geri plana atıp geriye kendinden sadece bir “ Doktor” kalıbı bırakmış olmasını pek sağlıklı bulmadım açıkçası. Yani o ne bir eş, ne baba, ne kardeş hatta arkadaş bile olamamış, sadece bir doktor olabilmiş gördüğüm kadarıyla, geriye kalan her şeyi hastane dışında bırakmış ve karısının “Bir kahve içecek vaktin var demek” sözüyle anlıyoruz ki hastane dışında bir hayatı da yok. Yanlış anlaşılmasın karakteri eleştirmiyorum ama Barış’ın başhekimlik dışında da bir ailesi var ve onlarla da ilgilenebilmeliydi demek istiyorum. Kendi geçmiş travması bunu tetiklese de eşinden ayrılmak istemediğini, onu hala sevdiğini gözlerinden okuyabiliyorum. Umarım Hisarönü Hastanesi doktorlarına söylediğini kendi hayatına da kanalize edebilir yoksa tüm hastaneyi kurtarsa da kendini bir uçurumdan aşağı bırakmak zorunda kalacak gibi hissediyorum.

Barış’a kendini tamamen işine kanalize ettiği için kızsam da aynı zamanda ona büyük bir hayranlık da besliyorum.  Öncelikle çok zeki, pratik ve çözüm odaklı biri. Hastalarının hayatını düşündüğü kadar hekimlerinin de hayatını düşünüyor “Önce bizim güvenliğimiz, sonra onların sağlığı.” Ayrıca bu genç yaşında elde ettiği başarılara ve geldiği makama rağmen asla egoist biri değil. Bunu hem nörolog Ali Haydar beyle konuşmasından; ki yanlış yaptığını anladığı anda özür diledi, hem de kalp damar uzmanı Aras beyle negatif basınç odasının önünde onunla tartışmayıp tek önceliğini Derin’e vermesinden çok net görebiliyorum. Ama beni en çok etkileyen şeyi şüphesiz bu kadar umut dolu olmasıydı. O belki bilerek belki bilinçsizce yapıyor şu anlık bilmiyorum ama sisteme, değişime hatta mutlu olmaya dair umutlarını kaybetmiş, inanmayı unutmuş bir topluluğa umut aşılıyor.  Bir de fark etmişsinizdir Barış bir şeyleri yapmak için çok acele ediyor ve bunu gayrette bilinçli yapıyor. Yani daha hastaneye geldiği ilk gün hastanenin en önemli doktorlarıyla tartıştı, Dekanı karşısına aldı, Suzan’ı hemen bir karar vermesi için zorladı ve bunları yaparken bir an bile duraksamadı.   İlk başta çok düşündüm neden bu kadar aceleci diye. Sahneler ilerledikçe anladım ki onunda sürekli dem vurduğu zamanı çok az. Bence Barış o hastaneye gelirken de, Suzan’ın biyopsi yapmasını isterken de alacağı sonucu az çok tahmin ediyordu. Bu yüzden en sevdiğini; ablasını kaybettiği hastaneye geldi ve fazla vakti olmadığını düşündüğü içinde erkenden kollarını sıvadı. O travmalarıyla yüzleşmek için bu hastaneye gelmeyi kabul etmişken onun tam tersi düşünen Suzan’la yollarının kesişmesi de çok manidar geldi bana. Çünkü o da  Barış gibi en sevdiğine o hastane odalarında birine veda etmiş bir kadın ve Barış gibi bunu hala atlatabilmiş değil.  Barış’tan tek farkıysa; o çoktan umudunu yitirmiş durumda.

Suzan Mayer; ona baktığımda gördüğüm ilk şey acılarını saklamak için kendine kusursuz bir maske yapmış olduğu sanırım.  Dışarıdan bakıldığında çok başarılı bir onkoloji uzmanı, medyanın göz bebeği, işinde başarılı ve çok güzel bir hayatı var. Fakat ona biraz daha yaklaşıldığında gözlerindeki hüzün okunacak kadar belirginleşiyor. Mesela hastalarıyla yüz yüze görüşme yapmayacak kadar uzak görünse de onların isimlerini, hastalık seyrini, semptomlarını tek tek bilecek kadar da ilgili onlarla. Peki neden kaçıyor onlardan? Bana kalırsa onlarla görüşmemesinin asıl sebebi ister istemez onlarla bağ kurmasından kaynaklanıyor. Yani Aylin hanım hakkında hemşire hanımdan bilgi alırken sanki bir hastası değil de bir yakınıymış gibi bir ifade vardı suratında, üstelik reçete yazacağı ve kadının buna ihtiyacı olacağı için çok üzgündü. İşte tam bu anda ben de Barış gibi neden diye sordum kendime neden o zaman temelli hastaneyi bırakıp medyada yer edinmiyor kendine? Cevabı çok basit aslında; çünkü o göründüğünün aksine mesleğine çok bağlı, bir şekilde insanlara ulaşmak, onlara umut istiyor ama onun kendi umudu bile olmadığından bunu yapamıyor. İşte tam da bu yüzden bir gün önce istifa etmeye karar vermişken bir gün sonra bu kararından vazgeçti. Zira Barış ona tutunabileceği bir dal, umut edebileceği bir hissiyat verdi. Çünkü o da herkes gibi ona inanmak istedi ve hastanede kalmayı kabul etti. Ben Barış gibi Suzan’ın da çok derin bir karakter olduğunu, içinde göründüğünden çok daha fazlasını barındırdığını düşünüyorum. Tıpkı  Acil Tıp Uzmanı Derin Nalbantoğlu gibi.

Barış’ın, Suzan’ın, Aras’ın ve hatta Andaç’ın bile ilk bölümden bir çok duygusuna, özel hayatına, endişe ve korkularına tanık olduk ama söz konusu Derin olunca elde ettiğim doğru düzgün tek bir veri olmadı.  Üzüldüğüne, korktuğuna ve hatta mutlu olduğuna çok nadir anlarda şahit olduk. Başta acil gibi gerçekten insani duyguları zorlayan, hissizleştiren bir yerde çalıştığı için böyle olabileceğini düşünsem de bence ardında bambaşka sebepler var. Düşünsenize Maymun Çiçeği Virüsü gibi daha ne tedavisi ne hastalık seyri bilinen bir hastalığa yakalanma olasılığı var ama kadında korku namına tek bir emare yok. Dahası Aras’ı durduracak kadar da sakin durumda bu çok tuhaf değil mi? Üstelik Derin acil gibi ekstra dikkat gerektiren bir yerde çalışan biri için iki saatlik uyku ve kahveyle ayakta durup odağını kaybetmeden ve düşük nabız gibi herkesin fark edemeyeceği bir nabzı fark etmesi bana çok garip geldi açıkçası. Bir sağlık çalışanı olarak kendimden pay biçtiğimde onun takviye ilaç vs almadan bu kadar enerjik durması bana pekte inandırıcı gelmedi. Bu yüzden sabah Suzan’la kahve muhabbeti yaptıktan sonra ağzına attığı şeyin sıradan bir şey olmadığını düşünüyorum.  Aslında bu konuyla ilgili birkaç fikrim var ama şimdilik cebimde tutacağım, bakalım Derin göz altı morluklarından başka ne gibi belirtilerle karşıma çıkacak?

Derin şimdilik bir sır küpü gibi dursa da hastalarına bu kadar önem vermesi, onlar için hayatını hiç düşünmeden feda etmeye hazır oluşu ve Aras ile aralarındaki dostluk benim çok hoşuma gitti. İleride yavaş yavaş açıldıkça onu daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum. Aras ve Derin arasındaki dostluk bence ileride başka bir şeye de evrilebilir diye düşünüyorum zira  Derin Aras’a ” Seni buraya bağlayan bir şey yok mu?” dedikten sonra hastanede kalmaya devam etmesi de bir düşündürmedi değil. Her şeyin ötesinde Aras Derin’e çok değer veriyor ama Derin’ neyden korkuyor, işte onu da zamanla çözeceğime eminim.

Aras demişken, ondan biraz bahsetmek istiyorum. Karakterle ilgili henüz elimde bir veri olmasa da aslında onun da hastanenin umutsuz doktorlarından olduğunu düşünüyorum. Aras o hastanede istediği tedaviyi uygulayamadığı için ayrılmaya karar verdi diye düşünüyorum. Barış onunla konuşurken çok umutsuzdu ama teklifi duyduğunda gözleri parladı. Aras asla sıradan bir cerrah değil, kendini düşünen biri hiç değil. Derin için ona teklifte bulunan başhekime çıkışmasından belliydi bu. Barış da diğerleri gibi egolu bir adam olmayınca iki idealist doktorun el sıkışmasına şahit olduk. Benden duymuş olmayın da bu iki doktor dekanın canını çok sıkacak, benden söylemesi.

Aslında karakterler kadar dizinin ilk bölümden verdiği mesajlarda beni çok etkiledi. Bana “İşte gerçek bir hastane” hissiyatı verdi. Gerek sağlık çalışanlarının da birer insan  olduğuna değinilmesi ( Hasta olabilecekleri, mükemmel olmadıkları, travmalarının olduğu) gerek hayatın içinden olayları ( Suriyeli çocuklar gibi,  aile içi şiddet mağduru Ceylan gibi) bir daha gözler önüne sermesi beni o dünyaya inanırdı doğrusu. Ama beni en çok etkileyen ne oldu biliyor musunuz? Yaptığı sistem eleştirisi; Barış “Umut biziz”, biz değiştireceğiz en azından deneyeceğiz dediğinde Doktorluğu unutmuş, bunu hasta bakımı değil de günlük rutin bir iş olarak gören herkesin uyanmasına öncülük edecek.  O bir hayal kurdu ve gerçekleştirmek için elinden geleni yapacaktır çünkü hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu ülkede hayal kuran bir liderin eseri.  Bu yüzden biz de Barış gibi umudumuzu asla yitirmeyeceğiz. Onun Aras ve Suzan’a ilham olduğu gibi insanlara ilham olacak; daha da önemlisi önce o umutla Barış’ı hayatta tutacağız.

Barış Güvener şimdilik hastanenin umudu olup, doktorlarına alanlar açsa da birinin de ona yardım etmesi gerekecek. Barış kanser ve zaman onun için geriye doğru çalışmaya başladı. Zaman az, yapılacak çok iş var. Suzan bu noktada Barış’ın hayatta kalması için en önemli insan olacak diye hissediyorum. Bunu bir aşktan çok kendisine ilham olan, umuduyla parlayan bir adamı ölüme terk etmemesi olarak düşündüm. Suzan en sonunda Barış’a ” Senin için ne yapabilirim?” diye sorduğunda, Barış’ın gözlerinde umutsuzluğu gördüğüm tek andı. Ama ben inanıyorum o hastaneyi, biz de başhekimimizi ayakta tutacağız.

Evet çok beğendiğim bir ilk bölüm oldu, ben de her hafta yorumlarına izleyicisi olacağım. Castı, yönetmeni, mekanı her şeyiyle dört dörtlüktü. Nasıl başladı, nasıl bitti anlamadım bile. Ömrü uzun, yolu açık olsun.

Haftaya yeniden görüşmek üzere.